Türkiye devleti kuruluşundan bu yana demokrasi sorunu yaşıyor. Yeni Türkiye, ilk meclisteki zengin bileşime ve toplumsal dayanağa dayanarak kurulmuştu. Ancak cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte sosyalistler, Kürtler ve siyasi İslamcılar yeni Türkiye'nin siyasal, ekonomi ve sosyal yaşamından dışlandılar. Demokrasi sorunu da böyle ortaya çıktı.
İttihat terakki geleneği cumhuriyetin siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamında ağırlığını ortaya koydu. Türkiye daha başından itibaren oligarşik despotik bir cumhuriyet haline geldi. Bu despotik karakterdeki cumhuriyete karşı o günden bu güne bedelleri ağır bir demokrasi mücadelesi yürütülmüştür. Özellikle Kürtler ve sosyalistler bu despotik cumhuriyete karşı itirazlarını daha baştan yapmışlardır.
Cumhuriyet, ulus-devlet zihniyetiyle Kürtleri yok edip tek millet, tek kültür, tek dil ve tek vatan yaratma projesini çok acımasız yöntemlerle devreye koymuştur. Kürtler cumhuriyetin bu karakterine karşı rahatsızlıklarını hemen göstermişlerdir. İttihat terakki bu tepkileri erken bir isyana dönüştürmek için 1925 yılında Kürtleri provoke etmiştir. Kürtlerin bu tepkileri Şeyh Sait ve arkadaşlarının idam edilmesiyle sonuçlanan bir biçimde zalimce bastırılmıştır. Şeyh Sait ve arkadaşlarının idamı aynı zamanda bugüne kadar Kürtler üzerinde yürütülen kültürel soykırımın başlangıcı olmuştur.
Kürtler o günden bugüne soykırıma karşı varlıklarını koruma direnişi içinde olmuşlardır. En ufak kıpırdanmaları bile şiddetle karşılık görmüştür. 1938 Dersim’de gerçekleşen uygulamalar soykırım zihniyetini göstermesi açısından çarpıcı veriler sunmaktadır.
Kürtlerin Türkiye'nin soykırım politikalarına karşı en kapsamlı direnişi 1970’li yıllarda PKK ile başlamıştır. Apocu hareket daha ilk günden Türk devletinin politikasının tek dil, tek kültür, tek millet ve tek vatan yaratma hedefiyle Türkleşmeyi Kürdistan'da yayma ve Kürtleri ulusal olarak yok etme olduğunu vurgulamıştır. Kendi direnişini de ilk günden itibaren ulusal yok oluşa karşı kutsal var olma yok olma mücadelesi olarak belirlemiştir.
PKK'nin öncülüğünde gelişen bu direniş Türkiye'de rejimin antidemokratik karakterini gözler önüne serdiği gibi, demokrasi ihtiyacını da açığa çıkarmıştır.
Oligarşik demokratik cumhuriyete karşı sosyalistler ve bir bütün olarak sol demokratlar da daha baştan bir demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi içinde olmuşlardır. Mustafa Suphi ve arkadaşlarına yapılan komplo, cumhuriyetin sol güçleri tasfiye hareketinin başlangıcıdır.
Cumhuriyet sosyalistlere karşı da sürekli bir tasfiye harekâtı yürütmüştür. NATO’ya girişle birlikte sol demokratlar üzerinde tam bir faşizm uygulanmıştır. Kürtler üzerinde uygulanan zulmün bir benzeri sol güçler üzerinde gerçekleşmiştir. Sol demokratlar buna karşı ağır bedeller ödeyerek direnmişlerdir. Bu direnişleri her zaman zorla bastırılmış, ilk önce zindanlar, sonra idamlar devreye sokulmuştur. Daha sonra da idamlar, faili meçhul cinayetler ve zindanlar sol demokratların yaşadıkları olmuştur. 12 Eylül’de görülmedik bir faşist terörle sol demokratların kökü kazınmak istenmiştir. Ancak 12 Eylül’den sonra büyük bir güç kaybetseler de bugüne kadar özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerini aralıksız yürütmüşlerdir. Bedelleri ağır olan bu mücadele de Türkiye'de demokrasi ihtiyacının ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
Cumhuriyetten dışlanan üçüncü güç de siyasal İslamcılar olmuştur. Onlar da solcular ve Kürtler kadar olmasa da sistemin baskısına maruz kalmışlardır. Cezaevlerine atılmışlar, sürgünler yaşamışlar, siyasi olarak örgütlenmelerine fırsat tanımamışlar. Ancak soğuk savaş döneminin Sovyetlere karşı Yeşil Kuşak projesiyle birlikte adım adım Türkiye siyaseti, ekonomik ve sosyal yaşamı içinde yer almaya başlamışlardır. Sosyalistlerin ve Kürtlerin mücadelesine karşı her zaman kullanılan güç oldukları da bilinmektedir. Yeşil Kuşak projesi ve bu kullanılma sürecini kendilerine göre değerlendirip örgütlenmelerini ve güçlerini adım adım geliştirmişlerdir.
AKP 2002 yılında diğer partilerin Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı mücadele içinde yıpranması sonucu iktidar olmanın koşullarını yakalamıştır. Kuşkusuz iktidar olmasında Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen kirli savaşın ekonomik faturasının 2001 yılındaki devalüasyonla halkın sırtına yıkılmasının etkisi de büyüktür. ABD, Irak’a müdahalesi öncesi Türkiye'de işbirlikçi siyasal İslamcı bir iktidarı çıkarlarına uygun görünce hükümet olma imkânını yakalamıştır. Cumhuriyetten beri sistemden dışlandığı, bu nedenle haksızlıklara ve baskılara maruz kaldığı için 2002 seçimi öncesi demokrasi söylemini fazlasıyla kullanmıştır. Öte yandan halkın demokrasi özlemini de gördüğünden bu söylemi öne çıkarmış ve iktidar olmuştur. O yıllarda Kürt Özgürlük Hareketi gerilla güçlerini sınır dışına çektiğinden Kürt sorununu yakıcı bir biçimde hissetmemiştir. Kürtsüz demokrasiyle iktidarda kalmayı hesaplamıştır.
Ancak Kürtler bunu kabul etmeyip mücadeleye başlayınca ilk önce hem devleti hem Kürtleri idare etmeye çalışmış, ancak bunu uzun süre sürdürme imkânı olmayınca 2007 yılında Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la Kürtlerin Özgürlük Mücadelesi’ni bastırma temelinde iktidarda kalma konusunda anlaşmışlardır. AKP bu uzlaşmasını 2010 yılında kısmi anayasa değişikliğiyle ilerletince kendisi için demokratikleşme sorunu kalmamıştır. Zaten onlara göre Kürt sorunu çözülmüş ve ileri demokrasiye ulaşılmıştır.
AKP açısından kendisi sistem içine alınınca demokrasi sorunu bitmiştir. Dolayısıyla 2002 öncesi var olan sınırlı demokratik karakterleri de son bulmuştur.
Hâlbuki demokrasi sorunu Kürtlerin, sosyalistlerin ve siyasal İslamcıların dışlanmasıyla ortaya çıkmıştı. AKP bu gerçekliği bir tarafa bırakıp kendisinin sistem içine girmesiyle birlikte yeni bir oligarşik despotik siyasi sistem inşa etmeye yönelmiştir. Dün ittihatçı ulusalcıların yaptığını şimdi dış güçler desteğiyle AKP uygulamaktadır. ABD'nin işbirlikçi siyasal İslam’la bölgeye hâkim olma projesinin bir parçası olarak Kürtler ve sol demokratlar üzerinde otoritesini kurumlaştırmaya çalışmaktadır. Böylece 1923 sonrası Kürtler, solcular ve İslamcıların dışlanmasıyla başlayan demokrasi sorunu yeni bir karakter kazanmıştır. Şimdi dışlanan Kürtler ve solcuların devletle uzlaşıp sistem içine giren bu yeni oligarşik düzene karşı demokrasi mücadelesi öne çıkmaktadır.
İşte bu gerçeklik Kürtler ve solcular başta olmak üzere tüm demokrasi güçlerinin bir demokratik ulus bloku yaratarak yeni bir biçime kavuşan demokrasi sorununa bir çözüm bulmaları gerektiğini göstermektedir.
Türkiye bugün yeni anayasayı tartışmaktadır. Yeni bir anayasa seçimden sonra gündeme gelecektir. AKP kendine göre bir anayasa yapıp Kürtler üzerinde siyasi egemenlik ve kültürel soykırımı sürdüren yeni bir sistem kurmayı hedefliyor. Bunun sonucu sosyalistler ve tüm sol demokratlar için de demokrasi sorunu var olmaya devam edecektir.
Bu nedenle bu sürece demokratik ulus bloğunun müdahil olması gerekmektedir. Eğer bu süreçte etkili bir müdahale yapılmazsa Kürtler ve tüm sol demokratlar açısından yeni bir zorlu dönem başlayacaktır. Dolayısıyla Türkiye'nin yeniden yapılandırma sürecine müdahale etmek, 1923 sonrası ortaya çıkan demokrasi sorununu demokratik bir Türkiye ile çözmek gerekmektedir. Yoksa AKP'nin kendine Müslüman kendine demokrat zihniyetiyle 1923 sonrası ortaya çıkan demokrasi sorunu yeni bir biçimde var olmaya devam edecektir.
Bugünler sorumlu davranma ve sorumluluk alma zamanıdır. Demokratik ulus bloku kurma, demokratik bir anayasa ve demokratik sistem için çalışma ve mücadele etme sosyalistlerin ve tüm sol demokratların gündemi haline getirilmelidir.
Mustafa Karasu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder