Dün Roj TV’deydim...
Batman’da ve Diyarbakır’da başlayan, giderek yayılacağı da anlaşılan ‘Sivil İtaatsizlik Eylemleri’ni sıcağı sıcağına yorumlamak amacıyla gitmiştim...
Orada da belirttim; bu eylemleri ‘sivil itaatsizlik’ olarak değerlendiremeyiz...
Henüz o aşamaya geçmiş değiliz...
Ancak, halkımızın ortaya koyduğu bu anlamlı demokratik tepkiler siyasal karşılığını bulmaz, polis terörü devam ederse asıl o zaman ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri baş gösterecektir.
Şimdi olan sadece ve sadece ‘demokratik tepki’dir.
Soruna dikkat çekmektir; Kürdistan, Türkiye ve dünya kamuoyunun dikkatlerini Kürt halkının haklı, vazgeçilemez ve devredilemez özgürlük taleplerine çevirmektir.
Kürt halkının gasp edilen insani, ulusal ve demokratik haklarının hala iade edilmemesine ve dünya uluslar ailesi içinde hak ettiği eşit ve saygın yerin geri verilmemesine gösterilen tepkidir.
Görkemli bir demokratik direniştir.
Ancak henüz ‘sivil itaatsizlik’ değildir. Bu aşamaya geçilip geçilmeyeceği de demokratik direnişe verilecek yanıtla yakından ilgilidir.
AKP Hükümeti ve Türk devleti halkın haklı taleplerini karşılamak yerine polis terörüyle engelleme çabasını sürdürmeye devam ederse kaçınılmaz olarak ikinci aşamaya geçilecektir; ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri asıl o zaman baş gösterecektir.
O zamanda;
Şimdiye kadar bu devlete vergi veren Kürt esnafı artık vergi vermeyecektir...
‘Elektrik faturası Kürtçe olmaz’ diyen ırkçı zihniyete inat, Kürt ailesi artık elektrik fatura ödemeyecektir.
Şimdiye kadar aldığı kredinin beş on misli faiz ödeyen Kürt çiftisi ve esnafı Türk bankasına artık para vermeyecek, borç-morç ödemeyecektir.
Şimdiye kadar şu veya bu nedenden ötürü oğlunu askere gönderen sıradan Kürt artık devlete asker vermeyecektir...
Şimdiye kadar Türk camisine giden, Türk-İslam propagandasıyla zehirlenmek istenen Müslüman Kürt bundan böyle devletin camisine gitmeyecektir...
Şimdiye kadar çocuklarını okula gönderen ve onları her sabah şovenist ve faşist ’andımız’ metnini okumaya mecbur eden anne ve babalar bundan böyle devletin ‘asimilasyon karargahı’ okullarına çocuklarını göndermeyeceklerdir.
Şimdiye kadar mahkemeye çıkan, her türlü haksızlığı ve hukuksuzluğu sineye çekerek haklı davasını savunmaya çalışan Kürd tutsaklar, bundan böyle devletin meşruiyetini yitirmiş göstermelik mahkemesine gitmeyeceklerdir...
Her hangi bir sorundan ya da hizmet ihtiyacından dolayı hiçbir Kürd devletin kapısını çalmayacak, onun ayağına gitmeyecektir. Herkes kendi işini ‘ortak yaşam’ temelinde görecek, toplumsal dayanışma yükseltilecektir.
Ayrıca şimdiye kadar kendi halkının yaşam değerlerine; dağları mesken edinmiş çıplak yürekli Kürt gençlerine kurşun sıkmaya mecbur edilmiş, Kürd’ü Kürd’e kırdırmak amacıyla eline silah verilmiş korucular da bundan böyle ‘ihanetin görevini’ üstlenmeyeceklerdir. Aksine halkın yanında yer alacakla, halka birlikte özgür geleceğe yürüyeceklerdir.
Türk devleti Kürdistan’da artık bitmiştir.
Irkçı devletin elindeki ‘son silah’ da alınmış; dinci AKP’nin Kürtleri ‘İslam kardeşliği’ temelinde asimile etme siyaseti ciddi oranda darbelenmiştir.
Kürt halkı ile devletin çıplak şiddeti karşı karşıya gelmiştir.
Bundan sonrası artık ‘ya yeni bir felaket’ ya da ‘yeni bir sözleşme’ dönemidir..
Ya her iki halka da yıkımdan başka bir şey getirmeyecek olan ‘milli boğazlaşma’ sürecine girilecektir veya Türkler ile Kürtler arasındaki ‘efendi-köle’ ilişkisi tarihin çöplüğüne gönderilecektir.
Bun yerine eşitlik ve özgürlüğe dayalı yeni bir ilişki tarzı hayata geçirilecek, bunun yasal ve anayasal güvenceleri verilecektir.
Kürdistan ya soykırımı aratmayan bir boğazlaşmadan sonra bağımsız bir ülke olarak tarihin sahnesine yükselecektir ya da özyönetimi Kürtlerde olan Türkiye’nin bir ‘iç ülkesi’ olarak yoluna devam edecektir.
Kürtlerin tercihi elbette ikincisidir.
Eşitlik özgürlük temelinde yeni bir ilişkidir. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürdistan’ın özgürleşmesidir.
Küresel çağda her halk gibi Kürt halkı da kendi geleceğini kurmak, dünya uluslar ailesi içinde kendine saygın bir yer açmak istiyor.
Bunu da Türkiye’yle, Türk halkıyla birlikte yapmak istiyor. Ayrıca halkın çıkarları da bunu gerektiriyor. Ancak artık Türk tarafının bir yanıt vermesi gerekiyor.
Hayat Türk dinamiğini yaşamsal bir yol ayrımına getirmiş bulunuyor. Şimdi biraz da onun düşünmesi, onun gelecek kaygısına kapılması, kendi çıkarlarına ilişkin bir hesap yapması ve olup bitenden ders alması gerekiyor.
Nesnel süreç, Türk’e Kürd’ün demokratik talebine olumlu karşılık vermekten başka bir seçenek bırakmıyor. Türk devleti ve AKP Hükümeti’nin içine düştükleri açmaz bunu gösteriyor.
Polis terörüne sarılmak, Mübarek’in, Bin Ali’nin Kaddafi’nin yöntemlerine başvurmak acizliklerinin ifadesi oluyor.
Fakat buna rağmen bunların Kürdistan’dan esen özgürlük ve demokrasi rüzgarına uzun süre direnmeleri, Türkiye’nin bir süre daha çözümsüzlükte ısrar etmesi mümkün görünmüyor.
Polisi geri çekmeleri ve Kürt tarafıyla oyalama değil çözüm temelinde görüşmeleri kaçınılmazdır. 2011 yılı ‘çözüm yılı’ olmak zorundadır.
Yoksa Kürd’ün deyimiyle bu daha ‘ le le’ dir:
Bunun bir de ‘lo lo’su vardır...
Batman’da ve Diyarbakır’da başlayan, giderek yayılacağı da anlaşılan ‘Sivil İtaatsizlik Eylemleri’ni sıcağı sıcağına yorumlamak amacıyla gitmiştim...
Orada da belirttim; bu eylemleri ‘sivil itaatsizlik’ olarak değerlendiremeyiz...
Henüz o aşamaya geçmiş değiliz...
Ancak, halkımızın ortaya koyduğu bu anlamlı demokratik tepkiler siyasal karşılığını bulmaz, polis terörü devam ederse asıl o zaman ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri baş gösterecektir.
Şimdi olan sadece ve sadece ‘demokratik tepki’dir.
Soruna dikkat çekmektir; Kürdistan, Türkiye ve dünya kamuoyunun dikkatlerini Kürt halkının haklı, vazgeçilemez ve devredilemez özgürlük taleplerine çevirmektir.
Kürt halkının gasp edilen insani, ulusal ve demokratik haklarının hala iade edilmemesine ve dünya uluslar ailesi içinde hak ettiği eşit ve saygın yerin geri verilmemesine gösterilen tepkidir.
Görkemli bir demokratik direniştir.
Ancak henüz ‘sivil itaatsizlik’ değildir. Bu aşamaya geçilip geçilmeyeceği de demokratik direnişe verilecek yanıtla yakından ilgilidir.
AKP Hükümeti ve Türk devleti halkın haklı taleplerini karşılamak yerine polis terörüyle engelleme çabasını sürdürmeye devam ederse kaçınılmaz olarak ikinci aşamaya geçilecektir; ‘sivil itaatsizlik’ eylemleri asıl o zaman baş gösterecektir.
O zamanda;
Şimdiye kadar bu devlete vergi veren Kürt esnafı artık vergi vermeyecektir...
‘Elektrik faturası Kürtçe olmaz’ diyen ırkçı zihniyete inat, Kürt ailesi artık elektrik fatura ödemeyecektir.
Şimdiye kadar aldığı kredinin beş on misli faiz ödeyen Kürt çiftisi ve esnafı Türk bankasına artık para vermeyecek, borç-morç ödemeyecektir.
Şimdiye kadar şu veya bu nedenden ötürü oğlunu askere gönderen sıradan Kürt artık devlete asker vermeyecektir...
Şimdiye kadar Türk camisine giden, Türk-İslam propagandasıyla zehirlenmek istenen Müslüman Kürt bundan böyle devletin camisine gitmeyecektir...
Şimdiye kadar çocuklarını okula gönderen ve onları her sabah şovenist ve faşist ’andımız’ metnini okumaya mecbur eden anne ve babalar bundan böyle devletin ‘asimilasyon karargahı’ okullarına çocuklarını göndermeyeceklerdir.
Şimdiye kadar mahkemeye çıkan, her türlü haksızlığı ve hukuksuzluğu sineye çekerek haklı davasını savunmaya çalışan Kürd tutsaklar, bundan böyle devletin meşruiyetini yitirmiş göstermelik mahkemesine gitmeyeceklerdir...
Her hangi bir sorundan ya da hizmet ihtiyacından dolayı hiçbir Kürd devletin kapısını çalmayacak, onun ayağına gitmeyecektir. Herkes kendi işini ‘ortak yaşam’ temelinde görecek, toplumsal dayanışma yükseltilecektir.
Ayrıca şimdiye kadar kendi halkının yaşam değerlerine; dağları mesken edinmiş çıplak yürekli Kürt gençlerine kurşun sıkmaya mecbur edilmiş, Kürd’ü Kürd’e kırdırmak amacıyla eline silah verilmiş korucular da bundan böyle ‘ihanetin görevini’ üstlenmeyeceklerdir. Aksine halkın yanında yer alacakla, halka birlikte özgür geleceğe yürüyeceklerdir.
Türk devleti Kürdistan’da artık bitmiştir.
Irkçı devletin elindeki ‘son silah’ da alınmış; dinci AKP’nin Kürtleri ‘İslam kardeşliği’ temelinde asimile etme siyaseti ciddi oranda darbelenmiştir.
Kürt halkı ile devletin çıplak şiddeti karşı karşıya gelmiştir.
Bundan sonrası artık ‘ya yeni bir felaket’ ya da ‘yeni bir sözleşme’ dönemidir..
Ya her iki halka da yıkımdan başka bir şey getirmeyecek olan ‘milli boğazlaşma’ sürecine girilecektir veya Türkler ile Kürtler arasındaki ‘efendi-köle’ ilişkisi tarihin çöplüğüne gönderilecektir.
Bun yerine eşitlik ve özgürlüğe dayalı yeni bir ilişki tarzı hayata geçirilecek, bunun yasal ve anayasal güvenceleri verilecektir.
Kürdistan ya soykırımı aratmayan bir boğazlaşmadan sonra bağımsız bir ülke olarak tarihin sahnesine yükselecektir ya da özyönetimi Kürtlerde olan Türkiye’nin bir ‘iç ülkesi’ olarak yoluna devam edecektir.
Kürtlerin tercihi elbette ikincisidir.
Eşitlik özgürlük temelinde yeni bir ilişkidir. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürdistan’ın özgürleşmesidir.
Küresel çağda her halk gibi Kürt halkı da kendi geleceğini kurmak, dünya uluslar ailesi içinde kendine saygın bir yer açmak istiyor.
Bunu da Türkiye’yle, Türk halkıyla birlikte yapmak istiyor. Ayrıca halkın çıkarları da bunu gerektiriyor. Ancak artık Türk tarafının bir yanıt vermesi gerekiyor.
Hayat Türk dinamiğini yaşamsal bir yol ayrımına getirmiş bulunuyor. Şimdi biraz da onun düşünmesi, onun gelecek kaygısına kapılması, kendi çıkarlarına ilişkin bir hesap yapması ve olup bitenden ders alması gerekiyor.
Nesnel süreç, Türk’e Kürd’ün demokratik talebine olumlu karşılık vermekten başka bir seçenek bırakmıyor. Türk devleti ve AKP Hükümeti’nin içine düştükleri açmaz bunu gösteriyor.
Polis terörüne sarılmak, Mübarek’in, Bin Ali’nin Kaddafi’nin yöntemlerine başvurmak acizliklerinin ifadesi oluyor.
Fakat buna rağmen bunların Kürdistan’dan esen özgürlük ve demokrasi rüzgarına uzun süre direnmeleri, Türkiye’nin bir süre daha çözümsüzlükte ısrar etmesi mümkün görünmüyor.
Polisi geri çekmeleri ve Kürt tarafıyla oyalama değil çözüm temelinde görüşmeleri kaçınılmazdır. 2011 yılı ‘çözüm yılı’ olmak zorundadır.
Yoksa Kürd’ün deyimiyle bu daha ‘ le le’ dir:
Bunun bir de ‘lo lo’su vardır...
Günay Aslan
ANF NEWS AGENCY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder