1. BÖLÜM
Sykes-Picot Anlaşması ile dört parçaya bölünen Kürdistan’ın en küçük parçası Rojava, bir yandan diğer parçalardaki Kürtlerin özgürlük arayışlarının “arka bahçesi” olurken; diğer yandan da Baasçı Suriye’nin inkarı ve şoven politikalarını en ağır biçimde yaşadı. İktidarların değiştiği Suriye’de Kürt politikasında bir değişiklik olmazken buna karşı direnişler de hep olageldi. Tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, Suriye iktidarlarının baskılarının artmasıyla Kürtlerin kimliklerine daha çok bağlandığını belirterek, “Benim olan zaten benimdir, senin olan da ikimizindir” şeklinde özetlediği Baas politikasını Suriye’deki mezhepsel ve etnik çelişkileri derinleştirerek bugüne geldiğini kaydetti.
1639’da Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla Kürdistan’ın Safevi (bugünkü İran) ve Osmanlı devletleri arasında ikiye bölünmesinden yaklaşık 300 yıl sonra Kürdistan, bu kez yeni bir “cerrahi müdahale” ile karşı karşıya kaldı. Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı’nın kapıyı çaldığı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Batı, -sonradan 4’e bölünecek olan Kürdistan’ın- Güney, Kuzey ve Rojava (batı) parçaları üzerinde hakimiyet kuran Osmanlı’yı “hasta adam” olarak tanımlıyordu ve onun mirasını paylaşıyordu, gizli anlaşmalarla... “Mirası bol olan” hasta adam da, ölümünü geciktirmek için İngiltere, Fransa ve Rusya’nın başını çektiği batının “itilaf bloku”nun karşısında Almanya ve İtalya ile birlikte “ittifak bloku” içerisinde yer aldı. 1914’te dört yıl sürecek olan Birinci Paylaşım Savaşı fiili olarak başladıktan sonra 25 Ekim 1917’de Rusya’da Lenin’in öncülüğünü yaptığı Ekim Devrimi oldu ve Çarlık Rusyası yıkıldı. Çarlık Rusyası’nın yıkılmasından sonra kurulan “çiçeği burnunda Sovyet Rusyası”, İtilaf Devletleri’nden çekildi ve bu devletlerin kendi aralarında yaptığı gizli anlaşmaları da bir bir ifşa etti. İfşa edilen anlaşmalardan biri, Ortadoğu’da en büyük hançeri Kürdistan’ın kalbine saplayacak olan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması’ydı.
Yeni haritaların ortaya çıkışı
Kürtlerin o günden bugüne kadar “en uğursuz antlaşma” olarak göreceği Sykes-Picot Anlaşması, İngiltere ve Fransa arasında yapılmıştı ve ismini de anlaşmayı hazırlayan bu ülkelerin iki istihbaratçısının elemanından alıyordu. Anlaşmaya göre -kaba bir şekilde- Güney Kürdistan İngilizlere, Rojava Fransızlara bırakılıyordu; Kuzey Kürdistan ise bunlar arasında pay ediliyordu. Söz konusu anlaşmayı sorduğumuz Kobanê Kantonu Eğitim Bakanı, tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, Sykes-Picot’la “yeni haritaların ortaya çıktığını“ belirterek, “Biz Kürtlerin payına parçalanmışlık düşmüştü. Araplar, Osmanlı’nın gidişine kendilerini hazırlıyordu. Bu dönemde Batı’nın desteğini alan Şerif Hüseyin, Sewre Arabiya Kübra’yı başlatmıştı. Yani Büyük Arap Devrimi’ni... Batı destekliydi. Bilindiği gibi siyasette boşluk yoktur. Boşlukları bir güç mutlaka doldurur. Osmanlı’nın yarattığı boşluğu Batı destekli Araplar doldurmuştu. Sonrasında ise 22 Arap devleti oluşturuldu. Bunların bir bölümü İngilizlerin payına düşerken; biz Suriyeliler olarak Fransızların payına düştük” sözleriyle dönemin kritik eşiğini özetledi.
Fransızların Suriye girişi ve Kürt direnişi
Osmanlı’nın çekilmesi sonrası Suriye ile Irak’ta hüküm sürecek olan Melik Faysal hükümeti kuruldu. (Ortadoğu’da son yıllarda “Arap Baharı” ile gelişen iç savaşta El Kaide’nin bir kolu olarak ortaya çıkan DAİŞ’in Irak İslam Devleti. İsmini sonradan Irak Şam İslam Devleti olarak değiştirmesi ve “Biz Sykes-Picot’u sonlandırdık” demesi, bu bilgi ışığında daha iyi anlaşılacaktır) Şerif Hüseyin’in oğlu olan Melik Faysal’ın kurduğu hükümet, “manda hükümeti” konumundaydı. 1919’da Lübnan’ı işgal etmiş olan Fransa, 1920’de de Suriye’yi işgal etti. Bu süreci de tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, şu sözlerle anlatıyor: “O zaman Ceyş-ül Wetenî (Vatan ordusu) vardı Suriye’de. Başında da Şam Kürtlerinden olan Yusif Ezma vardı. Ezma ailesindendi. Aynı zamanda Suriye Savunma Bakanı’ydı. Suriye’nin kan dökülmeden işgalini kabul etmedi. Ancak ordudan sadece 3 bin kişi onunla birlikte hareket etti. Onlar da Lübnan sınırına giderek Meyselun mıntıkasında Fransızlarla çatıştı. Ezma, Fransızların ‘teslim olmaları‘ teklifini kabul etmedi ve onlar da tanklarla cenazesinin üzerinden geçerek Şam’a girdi.”
Fransa’ya karşı Kürt direnişi
Bu dönemde bazı lokal direnişler gerçekleşse de Fransa, 25 yılı aşkın bir süre kesintisiz olarak Suriye ve Rojava topraklarında hüküm sürdü. Ta ki İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı yıllarında Nazi Almanyası’nın yönünü Fransa’ya çevirmesi ve Suriye’de de Fransa’ya karşı direnişlerin büyümesi üzerine Fransa ordusu, 1946’da Suriye’den çekilmek zorunda kaldı. Ancak bu dönemde birçok Kürt aktörü fiili olarak direnişe katıldı ve Fransa ordusuna karşı direniş örgütledi. Önemli Kürt direniş örgütleyicilerinden biri de İdlîb’de yaşayan İbrahim Henano’ydu.
Direnişin ardından İdlîb merkezine dikilen Henano’nun büstünün 29 Mart 2015’te İdlîb’i ele geçiren El Kaide’nin Suriye kolu olarak ülkede örgütlenen El Nusra Cephesi tarafından yıkıldığını da hatırlatmakta fayda var. DAİŞ sözde Sykes-Picot’u bitirdiğini ve Suriye ile Irak’ı birleştirdiğini iddia etse de DAİŞ’in Suriye izdüşümü olan El Nusra da Henano’nun büstünü yıkıyordu.
Suriye’de dört yıllık demokrasi dönemi
17 Nisan 1946’da Fransız ordusunun Suriye’den çekilmesinden sonra o tarihin sonraki yıllarda “ulusal istiklal bayramı” olarak kutlanmaya başlandığını söyleyen tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, Suriye’de yaşayan tüm halkların, inançların ve mezheplerin bunu kendi bayramları olarak gördüğünü ve kutladığını söylüyor. Ardından -içlerinde Suriye’deki her oluşumdan insanların yer aldığı- toprak sahibi muhafazakarlar ile burjuvaların ortak bir hükümet kurduğunu söyleyen Elî, sonraki dönemde güçlenen orduyla neredeyse yılda iki askeri darbenin yapıldığı bir darbeler sürecinin başladığını aktardı. 1954’ten 1958’e kadar süren dört yılı “Suriye’nin demokrasi, özgürlük ve eşitlik gördüğü yıllar” olarak değerlendiren tarihçi-edebiyatçı Elî, bu dönemin iktidarında Şükrü Kuvvetli’nin olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Bu dört yılda demokrasi, örgütlenme özgürlüğü ve seçimler oldu. Şükrü Kuvvetli demokratik bir zihniyete sahipti. Bu dönemde sol ve komünist partiler çok güçlendi. Neredeyse tüm sokaklar komünistlerin elindeydi. Mesela Kobanê’de bir tek Komünist Parti vardı. Onun kalesiydi. Sonradan Kürt partileri kurulmaya başlandı. Ama Kürt partilerinin hepsi de Komünist Parti’nin talebeleriydi.”
‘Komünizm tehlikesi’ ve Birleşik Arap Cumhuriyeti
Şükrü Kuvvetli iktidarının Sovyet Bloku ile yakınlaşması üzerine Batı’nın desteklediği Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdulnasır, Mısır ve Suriye’yi “komünizm tehlikesine karşı(!)” Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleştirdi. Dört yıl süren zorlu ve kıtlıkla geçen bir dönemin ardından birlik, 1963’te yıkıldı. Ardından 8 Mart 1963’te “uyanış” anlamına gelen Arap milliyetçisi Baas Partisi iktidara geldi. Şoven bir politika güden Baas, Suriye toprakları üzerinde yaşayan herkesi “Araplaştırma” politikasını yürüterek Suriye’de Araplardan sonra en çok nüfusa sahip olan Kürtlerin anadilini yasakladı, topraklarına el koydu, örgütlenmelerini engelledi, yer isimlerini değiştirdi ve Kürtleri asimilasyona tabi tuttu.
Baas’ın inkarcılığı ve şovenizmi
1963’te iktidarı ele geçiren Baas Partisi’nin yedi yıllık iktidarından sonra Hafız Esad, “parti içi darbeyle” iktidarı ele geçirdi, eski “ülküdaşlarını” ya zindana attı ya da sürgüne zorladı. Alevi olan Hafız Esad, devletin tüm kurumlarına Alevileri yerleştirdi ve kadrolaşmayı onlarla yaptı. Kürtlerin üzerine daha sert giden Baas iktidarı, Girê Sipî ve Ezaz-Cerablus hattında daha önce temelleri atılan “Arap Kemerleri”ni tamamladı. Baas’ın bu zorbalığına karşı “Kürtlerin kimliklerine ve dillerine daha sıkı sarıldığını” söyleyen tarihçi-edebiyatçı Elî, “Baasçıların politikası şu şekilde özetlenebilir: ‘Benim olan zaten benimdir, senin olan da ikimizindir.’ Bu politika mezhep çelişkisini derinleştirdikçe derinleştirdi. Çatışmalar yaşandı. Ama patlama, 2011’de tüm Suriye’yi iç savaşa sürükleyen ve bugün de devam eden aşamaya getirdi” diyor.
Özgürlüğün arka bahçesi: Rojava
Sykes-Picot Anlaşması ile dört parçaya bölünen Kürdistan’ın nüfus ve coğrafya olarak en küçük parçası olan Rojava, -yani Bat Kürdistan- Kürtlerin siyasi literatüründe “Güneybatı Kürdistan”, “binxet (Almanya ile Osmanlı’nın çektiği tren hattının altı)”, “birayêbiçûk (küçük kardeş)” ve “Rojava” olarak tanımlandı. Doğu’da Dêrika Hemko’dan başlayarak Efrîn’e kadar ince bir hat olarak uzanan “küçük kardeş” Rojava, hiçbir zaman diğer parçalardaki özgürlük isyanlarının “arka bahçesi” olarak ulusal görevini yerini getirmekten geri durmadı.
Kuzey’deki isyanlar ve Rojava’ya göç
1927 yılında Beyrut’ta kurulan Xoybûn Cemiyeti, Cizîrê, Şam ve Halep gibi merkezlerdeki Kürtleri bir araya getirdi. Xoybûn Cemiyeti kurucularının arasında eski Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleri, Şêx Seîd’in çocukları, Bedirhan Bey’in torunları ve Cemil paşazadeler gibi Kürt ailelerinden isimler de vardı. Birleşik bağımsız bir Kürt devleti kurmayı hedefleyen Xoybûn Cemiyeti, 1927 ile 1930 yılları arasında Ağrı’daki isyanları örgütledi. Öncesinde de Kuzey Kürdistan’da başlayan Şêx Seîd İsyanı’nın bastırılması sonrası da birçok isyancı ve aşiret Rojava’ya göç etmek zorunda kalmıştı. Milli ve Miran aşiretleri bunların başında geliyordu. Daha sonra uygulanan Şark Islahat Planı çerçevesinde de 20-25 bin kadar Kuzey Kürdistan Kürt’ü Rojava’ya göç etmek zorunda kaldı. Rojavalılar, Güney Kürdistan’da KDP öncülüğünde başlatılan isyanları da aktif bir şekilde desteklemekten geri durmadılar. Rojava’nın Kürtlerin özgürlük istemine yaptığı ev sahipliğini Husên Mihemed Elî, şu sözlerle dile getiriyor: “Amed’deki bir konferansta da söyledim: Eskiden Rojava, diğer parçaları destekliyordu, orada şehit veriyordu. Ama şimdi başta Kuzey Kürdistan olmak üzere diğer parçalardaki halkımız Rojava için canını ortaya koyuyor ve bedel ödemekten kaçınmıyor.”
Kürt aydınlanması ve Rojava
Yoğun bir göçün yaşandığı Rojava, Kürt dili ve aydınlanmasının da merkezi oldu. 1920’li yıllarda buraya göç etmek zorunda kalan Celadet Elî Bedirxan ile kardeşi Kamuran Elî Bedirxan öncülüğünde çıkarılmaya başlanan Hawar dergisi, ilk Kürtçe dergi olmasının yanı sıra burada Kürtçe Latin alfabesinin de temelleri atıldı. Dergide başta Osman Sebrî, Cegerxwîn, Haco Axa, Memdûh Selim, Qedrîcan olmak üzere birçok Kürt aydını kalem oynatarak hem Kürt aydınlanmasına hem de Kürtçe’ye katkı sundu. Bu dönemdeki kimi kültürel çalışmalara izin vermede Fransızların kısmi de olsa desteğinin olduğunu belirtmek gerekir.
Öcalan’ın Rojava’ya geçişi
Ancak Rojava için asıl büyük gelişme, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 29 Temmuz 1979’da Rojava’ya geçmesiyle oldu. 1980 Askeri Darbesi’ni sezen Öcalan, darbeden önce Urfa’nın Suruç ilçesi üzerinden Kobanê’ye geçti. Öcalan’ın Kobanê’ye gelişiyle Rojava, adeta bir akademiye çevrildi. Bu akademiden mezun olan yüzlerce Rojava genci özgürlük devrimine atıldı. Yine PKK’nin Ortadoğu’da güç kazanmasıyla Hafız Esad rejimi de Kürtlere dönük politikasında kısmi bir yumuşamaya gitmek zorunda kaldı. Bugün bütün dünyanın sadece büyük bir gıpta ile izlemekle yetinmediği ve bizzat mazlum halkların umudu ve tüm Ortadoğu’ya model olacak Rojava Devrimi’nin temelleri, tam da bu dönemde bizzat Öcalan tarafından atıldı. Rojava Devrimi’nin iğneyle kuyu kazar gibi Öcalan’ın 20 yıllık büyük emeğinin ürünü olduğunu sadece Rojavalı Kürtler değil, Öcalan karşıtı olan güçler de teslim ediyor.
2. BÖLÜM
Suriye rejimi tarafından 1963 yılında
vatandaşlık hakları ellerinden alınan Rojava’daki Kürtler, rejim dönemi
boyunca baskı politikalarının hedefine konuldu. Rejim tarafından hayata
geçirilen “Arap Kemeri” politikasıyla Kürtlerin yaşadığı bölgeler
Araplaştırılmak istenirken resmi politikalarla yaşam Kürtlere dayanılmaz
hale getirilmek istendi. Bu politikalara karşı direnişini ve özgürlük
tutkusunu sürdüren Kürtler, Kürdistan’ın diğer parçalarında olduğu gibi
Suriye’de de katliamlarla karşı karşıya kaldı. Kürtlerin maruz kaldığı
katliamlar beraberinde serhildanları getirirken 2004’te yaşanan ve
onlarca kişinin yaşamını yitirdiği Qamişlo Katliamı, 19 Temmuz
Devrimi’nin de kıvılcımı olacaktı.
Rojava Kürtleri için önemli eşiklerden biri de 1946’da Suriye’nin “bağımsızlığını“ ilan etmesiyle oldu. Arap milliyetçiliğinin temsilciliğini yapan BAAS hareketi, 1950’li yılların sonuna doğru gücünü artırmaya başlayıp 1963 yılında gerçekleştirdiği darbe ile iktidara geldi. Arap milliyetçiliğinin ve BAAS iktidarına damga vuracak Hafız Esad’ın 1971 yılında halk oylamasıyla devlet başkanı olmasından sonra hareket, politikalarını hayata geçirmek için kolları sıvadı. Politikalarına ve rejimine karşı çıkmaya çalışan toplumsal dinamikleri ve grupları ise kanlı bir şekilde bastırdı. Ülke sınırları içinde herkese bir Suriyeli Arap kimliği kazandırmaya çalışan Esad, buna dayalı olarak tüm toplumsal kesimlerin kimlik arayışını zor kullanarak engellemeye çalıştı. 49 yıl iktidar olan BAAS, Kürt halkını her süreçte rejim açısından “potansiyel tehlike” ve “en tehlikeli unsur” olarak gördü ve politikalarını da buna göre dizayn etmekten geri durmadı.
200 bin Kürt’ün vatandaşlık hakları elinden alındı
Cizîrê bölgesinin 1950’li yılların sonuna doğru yoğun bir Kürt göçü almasıyla birlikte 300 bini aşan Kürt nüfusuna karşılık rejim, Cizîrê’de bir nüfus sayımı yapılmasını kararlaştırarak bunun sonucunda yaklaşık 200 bin Kürt’ü kısa süre içinde yabancı statüsüne getirdi ve vatandaşlık haklarını ellerinden aldı.
Kürtlere yaşam dayanılmaz hale getirildi
Bölgede yaşayan Kürtlerin Suriye içinde dağıtılması, buna karşılık bölgeye Arapların yerleştirilmesi yönünde bir politika belirlendi. Böylece Kürtlerin yaşadığı bölgede “Arap Kemeri” oluşturulması amaçlandı. Ancak Kürtler direnişle plana karşı çıkınca BAAS rejimi, bu konuda az da olsa geri adım attı. Arap Kemeri’ni tam olarak oluşturamayan rejim, buna karşı Kürtlerin yaşam şartlarını her geçen gün daha da dayanılmaz hale getirdi. Kürtçe yayınlar ve Kürtçe’nin konuşulması yasaklandı, bölgedeki yer isimleri Arapça’yla değiştirildi. Yine rejim tarafından 1963 yılında, Türkiye’deki Şark Islahat Planı gibi uygulamaların benzeri düzenlenerek, 12 maddeden oluşan bir soykırım uygulaması hayata geçirildi. Bunlardan biri insansızlaştırma ve Arapları bölgeye yerleştirme, biri de kimliksizleştirme ve yurttaş olarak kabul etmemeydi. İktidarını en mikro düzeyde yerleştirmek isteyen BAAS, her iki Kürt köyünün arasına iki Arap köyü yerleştirerek Kürtlerin topraklarını ellerinden aldı. Ancak bu plan tam olarak işletilemedi. Plana yönelik bölgede yaşanan direniş üzerine hükümet, bu konuda geri adım attı. Buna karşın Kürtlerin yaşam şartları her geçen gün ağırlaştı, hakları geriye gitti.
Yok sayılan Kürt’e bu kez katliam dayatıldı
Bütün bu süre boyunca Kürtlerin direnişi ve bu direnişlere karşı BAAS rejiminin katliam politikaları da sürekli gündemdeki yerini korudu. Kürdistan’ın diğer parçalarında sömürgecilerin Kürt halkına dönük yaptığı katliamların benzerleri, aynı politikalar doğrultusunda Suriye’de de hayata geçirildi. Buradaki Kürtlerin yaşadığı katliamlarda da geçtiğimiz günlerde Kobanê’de DAİŞ tarafından gerçekleştirilen katliamda olduğu gibi yine ağırlıkta kadın ve çocuklar katledildi. 13 Kasım 1960’da gerçekleşen ve “Amûdê Sineması Katliamı“ olarak Kürtlerin hafızasında yer edinen katliamda ilkokul öğrencisi yüzlerce çocuk, Cezayir’in Fransa’ya karşı direnişini anlatan Mısır yapımı “Gece yarısı Hayaleti” isimli filmi izlediği Amûde kentindeki Amudê Sineması‘nda çıkarılan bir yangında katledildi.
‘Amûdê’de film değil katliam senaryosu vardı’
“Amûdê’de bilinen filmin senaryosunun dışında bir gizli senaryo daha uyarlanmıştı“ diyerek Amûdê katliam organizasyonunu anlatan tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, orada yüzlerce Kürt çocuğunun bir araya getirilerek bilinçli bir şekilde katledildiğini söyledi. Aynı filmin gösteriminin Kobanê’de de yapıldığını anımsatan Elî, kendisinin de o dönem okuldaki öğrencilerini bu filme götürdüğünü belirtti ve, “Herhalde sayımız az olduğu için orada o senaryoyu hayata geçiremediler. Ama Amûdê’de yüzlerce Kürt çocuğunu bir araya getirerek katliamı gerçekleştirdiler. Bu bir yangın değildi. Kapılar neden kilitliydi, çocuklar dışında sinemanın görevlilerinden hiçbiri neden yaşamını yitirmedi? Bunlar hala cevaplanmamış ama Kürt halkının cevabını geçmiş tecrübelerinden bildiği sorulardır” sözleriyle katliamın BAAS rejimi tarafından planlandığını ve uygulandığını söyledi.
Hemen hemen her aileden bir çocuğun can verdiği katliamda yaşamını yitirenlerin sayısının 300 civarında olduğu belirtiliyor. Sinemadaki teknisyenlerden hiçbirinin ölmemesi ve ciddi bir soruşturma açılmaması, yangının bilinçli olarak çıkarıldığı iddialarını sürekli taze tuttu.
Kuzey’de Amed Zindanı, Rojava’da Hesekê Cezaevi
Kürt halkının dayatılan inkar politikalarına karşı arayışları, Türkiye’de olduğu gibi Suriye’de de cezaevi hücrelerinde dindirilmek isteniyordu. 12 Eylül faşist darbesinin ardından Türkiye cezaevlerinde hayata geçirilen uygulamaların bir benzeri de rejim tarafından Suriye’de uygulanıyordu. Diyarbakır Zindanı’ndaki vahşeti yakından bilen Kürt halkının cezaevinde yaşadığı benzeri bir vahşet de 23-24 Mart 1993’te Hesekê Cezaevi’nde yaşandı. O gün çoğunluğu siyasetçi olan 65 Kürt bir odaya alınarak cezaevinde ateşe verildi. Çıkarılan yangında 65 Kürt tutsak, vahşice katledildi.
Qamişlo’daki Kürtleri ‘İkinci Halepçe’ bekliyordu
Tarih yaprakları 11 Mart 2004’ü gösterdiğinde ise Qamişlo’da Kürt halkına karşı yeni bir katliam hayata geçirildi. O gün kentte Cihad isimli Kürt futbol takımı ile Arapların Fituve (Gençlik) takımı arasında yapılacak maçı izlemek için Dêrika Hemko, Tirbespiyê, Serêkaniyê, Amûdê kentlerinden gelen yüzlerce Kürt, Qamişlo’daki Kürtlerle birlikte Belediye Stadyumu’nda yerlerini aldı. Ancak Kürt taraftarların üstleri didik didik aranırken Arap taraftarların bıçak ve silahlarla stadyuma girmesine göz yumulmuştu. Deyra Zor’dan gelen Arap taraftarların “Sizi ikinci Halepçe bekliyor” gibi sloganlar atması ve Saddam posterleri açması üzerine bir anda gerginlik yaşandı. Polisin de aradan çekilmesiyle birlikte ellerinde kesici alet ve silahlar bulunduran Arap taraftarlar, Kürtlere saldırmaya başladı. Kendini korumak için dışarı çıkmak isteyenler ise polisin demir kapıları kilitlemesi sonucunda içeride kaldı. Söz konusu futbol takımının Sünni BAASçılığının o dönemki temsilcisi olan Saddam Hüseyin’in pankartlarını taşıması ve taraftar çatışması sonrası Şii BAASçılığının hemen desteğe koşarak Kürt halkına saldırması, Kürdistan’ın işgalci ulus-devletlerinin anti-Kürt politikasını ele veriyordu. Suriye iç savaşından sonra Deyra Zor’un katı Selefi DAİŞ çetesinin eline geçen ilk kent olması da bu politikanın güncellenmiş yansıması olmakta. O gün askeri birlikler kısa bir süre içinde müdahale etme adına olay yerine gelerek halkın üzerine ateş açtı. Saldırının gerçekleştiği ilk günün akşamına kadar 8 Kürt açılan ateş sonucu yaşamını yitirirken onlarca kişi de ağır yaralandı.
Katliama tepki serhildana dönüştü
Planlı bir şekilde gerçekleşen bu katliama karşı halkın tepkisi, Rojava’nın bütün kentlerinde serhildanlara dönüştü. Halk tarafından yaşamını yitiren 8 kişi “şehit” ilan edilirken 12 Mart günü Qamişlo’da cenazeleri kaldırmak üzere toplanan on binlerce kişi kent merkezine doğru yürüyüşe geçti. Ancak kent merkezinde rejim askerleri bir kez daha halka saldırdı. BAAS rejiminin bu saldırılarına Rojava’nın diğer kentlerinden halk, eylemlerle cevap verdi. 13 Mart günü Amûdê, Serêkaniyê, Tirbespiyê, Dêrik, Efrîn, Dirbesiyê ve Qamişlo’da halk serhildana kalktı. Kürt halkının bu serhildanına her yerde rejim güçleri saldırdı. Günlerce süren saldırılarda 36 kişi yaşamını yitirdi, 100’den fazla kişi yaralandı ve bine yakın kişi işkenceden geçirildi. Tüm bu kayıplara rağmen Rojava halkı serhildanlarını 21 Mart’a kadar sürdürdü. Halkın serhildanı, halkın iradesini sindirmek isteyen bu saldırıyı ve rejimin katliam politikasını boşa çıkardı.
‘Katliam PYD’nin kuruluşuna yanıttı’
PYD Kobanê Kantonu üyesi Ehmed Xoce, PYD’nin 2003 yılından kurulduğunu anımsatarak, BAAS rejiminin gerçekleştirdiği bu katliamla Kürt halkının özgürlük arayışına bir cevap vermek istediğine işaret etti. Xoce, PYD’nin yok edilmek istenen bir halkın örgütlülüğünü sağlamak amacıyla kurulduğunu ancak rejimin buna tahammül edemediğinden dolayı bu vahşiliği gerçekleştirdiğini söyledi. Xoce, “Bu saldırı, Kürt halkının kültürü, dili, kimliği ve varlığı karşısında gösterilen en acımasız tahammülsüzlüktü. Bir kabul etmemezlik vardı. Çünkü PYD’nin bu halkı örgütleyeceğini biliyorlardı“ tespitinde bulundu.
Qamişlo Katliamı Rojava Devrimi’nin kıvılcımı
Qamışlo’daki katliamın ardından gelişen serhildan, Rojava Devrimi’ne giden yolda da önemli bir dönüm noktası oldu. 2003’te PYD’nin kurulması sonrası yaşanan katliamın ardından halkın öz savunmasının oluşturulmasına dönük çalışmalara başlanmıştı ve bu dönemde halk arasında gelişen birlik artık Ortadoğu’da başlayan “Arap Baharı” ile birlikte Kürt halkını da devrime taşıyordu. 12 Mart’taki katliam ve ardından gelişen serhildanla Rojava halkının geliştirdiği direniş çizgisi, 19 Temmuz Devrimi’nin de temellerini attı. Bu katliamın ardından örgütlendirilmeye başlanan Halk Savunma Birlikleri (YPG), Rojava Devrimi’nin de kahramanı olacaktı.
Esad-Erdoğan hala kardeşti!
Qamişlo Katliamı’nın yaşandığı tarihte Suriye’de koltuğuna yeni yeni ısınan oğul Esad, Türkiye’de iktidara yeni gelmiş olan AKP hükümetine Kürt tasfiyesi üzerinden mesaj veriyordu. Nitekim daha sonra Suriye ile Türkiye arasında “vizeler kaldırıldı”, “ortak bakanlar kurulu toplantısı yapıldı”. Erdoğan ailesi ile Esad ailesi toplu fotoğraflar çekerek birbirlerine yemek tarifleri veriyorlardı. Bunu da tüm dünyaya ilan ederek “Kardeşim Esad” ve “Kardeşim Erdoğan” söylemini öne çıkarıyorlardı. Nitekim “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıyım” diyen Erdoğan’ın “kardeşim” dediği herkesi alaşağı ettiği, 2011’de ortaya çıkacaktı. Aynı Türkiye, o dönem BAAS’ın zindanlarında işkence gören ve katliamlardan geçirilen PYD’lileri daha sonra “Esad’ın işbirlikçisi” ilan edecekti.
Halkın tarım arazisine dahi el konuldu
Rejimin katliam politikalarını devreye koymasının yanı sıra Kürtlerin topraklarına el koyması, artık sabırları taşırma noktasına getirmişti. 70’li yıllarda rejim Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki topraklarına el koyarken, halkın temel geçim kaynağı olan tarımı da tekeline alarak halka yoksulluğu dayatmıştı. Yaklaşık 40 yıl boyunca rejimin elinde kalan topraklar, devrimin başlamasıyla birlikte başta Kobanê’de olmak üzere tekrar rejimden alındı. 19 Temmuz Devrimi öncesi Kobanê halkı, devletin uzun soluklu politikalar sonucu gasp ettiği topraklarını bir gecede (acılar ve uzun soluklu geçen bir tarihsel birikimle) tekrar aldı. Rejim askerinin olayı duyması üzerine tarlaya gidişi, halkın kendi içerisinde güvenlik gücü olarak oluşturduğu YPG tarafından engellenirken halk artık rejimin yarattığı korku duvarlarını aşarak adım adım özgürlüğe yürüyordu.
3. Bölüm
Rojava Devrimi için takvim yaprakları 19 Temmuz 2012’yi gösterse de Rojavalılar, devrimin temellerinin 29 Temmuz 1979’da Kürt Halk Önderi Öcalan’ın Rojava’ya geçişiyle atıldığını dile getiriyor. Yaklaşık 20 yıl boyunca Rojava ve Suriye’de “iğne ucuyla kuyu kazarcasına” emek veren Öcalan’ın burada yarattığı miras, Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesiyle taçlanacaktı. Devrim öncesi kendilerini Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgürlük mücadelelerinin “yardımcı gücü” olarak gördüklerini söyleyen Kobanê Kantonu Öz Savunma Konseyi Başkanı Hesen, “O, devamlı 5 yıl, 10 yıl sonrası üzerine konuşuyordu” dediği Öcalan’ın verdiği emeğin ürünü olarak bu devrimin gerçekleştiğini ifade etti.
Rojavalılar arasında Rojava Devrimi’nin “resmi olmayan” başlangıç tarihi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 29 Temmuz 1979 yılında Riha’dan Kobanê’ye geçişi olarak kabul ediliyor. Öcalan’ın Kobanê’ye gelişiyle Rojava’nın adeta bir akademiye dönüştüğünü belirten Rojavalılar, bu akademiden mezun olan yüzlerce Rojava gencinin özgürlük devrimine atıldığını dile getiriyor.
‘Rojava’da bir uyanış başladı’
Öcalan’ın Rojava’ya geçişi ile birlikte o güne kadar pek de siyasi hesaplara katılmayan Rojava’da halkın uyanışı başlıyor. Öcalan’ın Şam’da bulunduğu dönem defalarca kendisiyle görüşen Kobanê Kantonu Öz Savunma Konseyi Başkanı İsmet Şêx Hesen, Öcalan’ın Rojava'ya geçişinin Kürdistan'ın dört parçasını etkilediğini ancak en büyük etkiyi Rojava halkı üzerinde yaptığını belirtiyor ve şunları dile getiriyor: “O döneme kadar Kürdistan'ın genelinde ciddi bir öncülük, önderlik eksikliği vardı. Belki bazıları sağda solda, yemek masalarında, dar sohbetlerde Kürtlükten bahsediyordu ama siyaseten ve örgütlü olarak bir çalışma yoktu. Ama Önderliğin buraya gelişi ile bir uyanış başladı. Mesela onun söyledikleri doğru mu, değil mi diye sorgulayanlardan biri de benim.”
Rojava aydınlanma akademisine dönüştürüldü
Öcalan Rojava’ya geçtikten sonra öncelikli olarak eğitim çalışmalarına ağırlık verdi. Onun bulunduğu alanda eğitimden geçen birçok kişi daha sonraki yıllarda özgürlük mücadelesine katılacaklardı. O dönem Öcalan’ın bulunduğu Rojava ve Bakaa Vadisi, genellikle “Önderlik sahası” olarak tanımlandı ve Kürdistan’ın diğer parçaları ile Avrupa’dan birçok genç buraya akın etti. Onun eğitiminden geçen birçok kişinin “özgürlük mücadelesinin militanı” olduğunu kaydeden Hesen, “Birçok insan her şeyden elini çekerek devrime katıldı. Ailesi, çocukları ve her konuda çekinceleri olan insanlar o eğitimlerden geçtikten sonra bu çekinceleri ortadan kalkıyordu. Mesela çocuk sahibi olan birçok kişi hakikati gördükten sonra devrime katıldı” dedi.
Hesen, Öcalan’ın kadın özgürlüğüne verdiği önemi de, “Önderlik burada olduğu zamanlar kadına ve kadın özgürlüğüne çok önem veriyordu. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez diyordu. Bizler ancak şimdi görüyoruz, bunu. Kürt kadınının Rojava Devrimi'nde nasıl dünyada ses getirdiğini gördük” sözleriyle değerlendiriyor.
En fakir halktan en zengin halka
Rojava Devrimi'ni o gün yapılan çalışmalara borçlu olduklarını söyleyen Hesen, Öcalan’ın Rojava’daki çalışmaları sayesinde bir aydınlanmanın da başladığını dile getiriyor. Hesen, bu durumu şu sözlerle anlatıyor: “Eskiden bakıldığında hem Kürdistan'ın diğer parçaları hem de Ortadoğu'da en fakir halk Rojava halkıydı. Ama bugün baktığımızda felsefi ve ideolojik olarak en zengin halklardan biri Rojava halkıdır. Bu da Önderliğin ve Özgürlük Hareketi'nin ürünü olarak ortaya çıkıyor ve etkisini gösteriyor. Eğer Önderliğin emeği ve buradaki çalışması olmasaydı bu önemi ve devrimi de kaybedecektik. Nasıl ki Şêx Seîd, Qazi Muhammed, Seyîd Rıza devrimleri kırıldıysa bu devrim de kırılıp gidecekti. Eskiden Rojava'nın Rojhilat'tan, Bakûr'dan haberi yoktu. Onların da Rojava'dan haberleri yoktu. Ama bu devrimde öyle olmadı. Bu da burada verilen emeğin bir ürünüydü.”
‘Kendimizi diğer parçaların yardımcı gücü olarak görüyorduk’
O zaman Rojava’da bir devrimin olacağına inançlarının olmadığını söyleyen Hesen, devrimi Kuzey ya da Kürdistan’ın diğer parçalarından beklediklerini ifade ediyor. Rojava olarak kendilerini diğer parçalarda olacak devrimlere “yardımcı güç” olarak gördüklerini söyleyen Hesen, şöyle devam ediyor: “Şam'da ve diğer yerlerde Önderlik ile kaldığım zaman; o devamlı 5 yıl, 10 yıl sonrası üzerine konuşuyordu. Örneğin Sovyetler üzerine konuştuğu zaman birçok kişi ‘Yahu Sovyetler de yıkılır mı?’ diyerek inanmıyordu. Rojava üzerine konuştuğu zaman da birçoğumuzda o inanç yoktu ilk başlarda. Bizler Kuzey, Güney, Doğu Kürdistan halkının bir şeyler elde edeceğini düşünüyor, kendimizi de onlara yardımcı olarak görüyorduk. Kendimize inancımız yoktu.”
Öcalan’ın şimdi zindanda olmasına rağmen “kendilerine önderlik yaptığını” belirten Hesen, son olarak şunları dile getiriyor: “Belki dünyanın tamamı onu çok iyi tanıdı ama hala birçok Kürt onu tanıyamadı. Eğer tanımış olsaydık bugün çok farklı olabilirdi. Eğer bugün farklı yerde durup da bazı kazanımlar elde etmiş olan bir takım Kürtler varsa, onların kazanımı da Önderlik sayesindedir.”
Yaklaşık 20 yıl boyunca Rojava ve Suriye’de kalan Öcalan, kendi deyimiyle “iğne ile kuyu kazarcasına” yürüttüğü çalışmalar neticesinde toplumsal bir uyanışı yarattığı gibi, Kürt inkarını ve Kürdistan’ın işgalini süreklileştirmek isteyen güçlerin de tepkisi toplamıştı. 1995 yılında Şam’da Öcalan’a düzenlenen çok boyutlu suikast girişimi başarısız olunca 1998 yılında bu kez uluslararası Gladyo’nun denetimindeki Türk ordusu, Hatay sınırında Suriye’ye savaş notasını okuyordu. Bunun üzerine halkların zarar görmemesi için Suriye’den çıkan Öcalan’ın burada bıraktığı miras yıllar sonra ete kemiğe bürünecekti. 2011’de Suriye için artık sonradan iç savaşa evrilecek bir devrim kapıdaydı.
Artık çanlar Suriye için çalıyordu
BAAS'ın Suriye'de yaşayan diğer oluşumlara karşı yürüttüğü "Benim olan zaten benimdir, senin olan da ikimizindir" politikası ve halkları sıkıştırdığı cenderenin acısı artık çekilmez olmuştu. Daha önce başvurulan isyanların kanlı bir şekilde bastırılmasının yarattığı korkuyu; Batı'nın Sünnilere desteği ve Tunus'ta işportacı Muhammed Bouazizi’nin kendisini yakması sonrası başlayan isyanlar sonucu Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin devrilmesiyle başlayan "Arap Baharı" biraz dağıtmıştı. Bu isyanın sırasıyla Mısır ve Libya'yı sarmasıyla artık çanlar Suriye için de çalıyordu.
"Devrimleri Yazmak" adlı kitabında Arap ayaklanmalarının sesini duyuran Khawla Dunia, Suriye'deki durumu "Suriye bir sessizlik hükümdarlığıydı" sözleriyle özetliyordu. Bu sessizlik, 2011 yılının hemen başında -Ocak ayında- yavaş yavaş bozuluyordu. Mezhepçilik temelinde başlayan ve başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel güçlerle Batı'nın körüklediği iç savaş 15 Mart'ta başladı.
‘Halk rejimi devirmek istiyor’
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Ocak ayında Wall Street Journal’a verdiği röportajda isyanların Suriye'ye sıçramayacağını söylerken; içerideki durum ise "resmi söylemin" aksini gösteriyordu. Ocak ayında Hesekê'de Hasan Ali Akleh, rejimi protesto etmek amacıyla kendisini yaktı ve Şam’da polisin bir esnafı dövmesinin ardından 1500 kişi, “Suriye halkı aşağılanamaz” sloganıyla sokağa çıktı. Daha önce Mısır ve Yemen'de duyulan "Eş-Şa’ab yürîd iskât en-Nizâm!" (Halk rejimi devirmek istiyor) sloganı bu kez Suriye'nin Deraa kentinde duyulmaya başlandı. Bu sloganı duvara yazan 15 öğrenciye rejim güçleri tarafından işkence edilmesi üzerine 15 Mart Cuma günü halkın öfkesi Deraa'dan başlayarak Suriye'nin Hama, Humus, Lazikiye, Qamişlo ve Deyr ez-Zor gibi kentlerine yayıldı. Ardından “Cuma öfkesi” sürekli eylemlere dönüştü.
‘Dış mihrakların işi’
İsyanı "dış mihrakların işi" olarak tanımlayan Esad, yine de o güne kadar 100'ü aşkın kişinin yaşamını yitirdiği protestoların önünü almak için zorunlu askerliğin süresini azalttı, maaşları yükseltti, siyasi tutsakları serbest bıraktı ve o güne kadar kimlik dahi verilmeyen Kürtlere yurttaşlık gibi hakları tanımak zorunda kaldı. Esad yönetimi bir yandan bunu yaparken bir yandan da yapılan gösteri ve yürüyüşlere çok sert bir şekilde saldırmayı da ihmal etmiyordu. Nisan ayındaki bir eylemde tutuklanan ve bir ay boyunca ağır işkencelerin yapıldığı 13 yaşındaki Hamza el Hatip’in parçalanmış cesedi üzerinde yanıklar ve üç kurşun deliği bulunan cansız bedeni, 25 Mayıs tarihinde ailesine teslim edildi. Hatip'in fotoğraflarının sosyal medyada yayımlanması üzerine bir öfke patlaması yaşandı ve Hatip ayaklanmanın sembollerinden biri haline geldi.
Antalya’da Suriye Muhalefeti toplantısı
Haziran’a gelindiğinde mücadelenin silahlı kanadı toparlanmaya başladı. 2 Haziran tarihinde Antalya’da buluşan Suriyeli 300 muhalif “Suriye’de Değişim Konferansı” gerçekleştirdi. Konferans sonucunda 31 kişiden oluşan bir komite kuruldu. Konferansa Arap aşiretleri, Îxvan-ı Müslim (Müslüman Kardeşler), bazı Kürtler, bazı Arap Aleviler, Türkmenler, Dürziler, Hıristiyanlar, Süryaniler, aydınlar, kimi sivil toplum örgütleri, önde gelen kanaat önderleri, Şam Deklarasyonu liderleri, Avrupa’daki Suriyeliler, ABD’deki Suriyeliler, Ortadoğu’daki Suriyeliler, Türkiye’deki Suriyeliler katıldı. Temmuz’da ise Riyad el-Esad liderliğinde, Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kurulduğu açıklandı. 11 Ekim’de ÖSO'nun siyasi kanadı Suriye Ulusal Konseyi (SUK) kuruldu.
Muhalefet cihatçıları ülkeye davet etti
2012 yılında El Kaide lideri Eymen el-Zevahiri'nin yayımladığı bir video ile "Müslümanları” Suriye'de cihada çağırması üzerine ülkede terör saldırıları düzenlenmeye başlandı. Ocak ayında ise El Kaide'nin Suriye kolu olarak El Nusra Cephesi’nin kuruluşu ilan edildi. El Nusra çetelerinin ülkede güçlenmeye başlaması ve Suriye Muhalefeti'nin parçalı olması (buna Suriye Muhalefeti içerisindeki devrimci-sosyalist ve demokrat kesimlerin tasfiyesini de eklemek gerekir) sonrası ülkede yaşayan Kürtler, Dürziler, gayrimüslimler ve Alevilere yönelik toplu katliamlar başladı. O güne kadar El Kaide bağlantılı grupları "cihatçı kardeşlerimiz" diyerek ülkeye davet eden Suriye muhalefeti, (Bunda Suriye muhalefetine ev sahipliği yapan ve onları yönlendiren Türkiye'nin rolünü de unutmamak gerekir) tarihinin en büyük hatasını yaptığını sonraki yıllarda görecekti.
12 Nisan 2012'de Birleşmiş Milletler'in (BM) ülkede sürdürdüğü "barış görüşmeleri"nin başarısız olduğu açıklandıktan sonra 13 Haziran'da da ülkedeki durum aynı BM tarafından "iç savaş" olarak tanımlandı. Tabii Suriye'de kan oluk oluk akmaya devam ediyordu.
Kobanê özgürlük bayrağını dalgalandırdı
Takvimler 19 Haziran'ı bulduğunda o güne kadar üzerlerindeki BAAS zulmünü tecrübe edinen Kürtler; Suriye muhalefetinin de "Kürt" kelimesini dahi ağzına almamasından dolayı onlardan bağımsız hareket etmeye başladı. Ezaz, Minbic ve Cerablus gibi kentlere muhalefetin bir bir el koyması üzerine Kobanê’de ise Rojava Demokratik Hareketi (TEV-DEM) öncülüğünde yönetime el konuldu. Hem Esad yönetimini hem de Türkiye ile Batı'nın desteğini alan Suriye Muhalefeti'nin uzlaşmaz karşıtlık temelindeki kibrini eleştiren Kürtler, Kobanê'den başlayarak sırasıyla Dêrik, Amûdê, Efrîn ve diğer Rojava kentlerinde yönetime el koydu. Rojava'daki Kürtlerin yüzde 90'ına yakınını temsil eden TEV-DEM (PYD de onun bir bileşeni), kendisini Suriye krizinde "üçüncü yol" ya da "üçüncü çizgi" olarak tanımladı ve ona göre bir örgütlenmeye gitti. KDP'ye ve Türkiye'ye yakınlığıyla bilinen -karşılıkları, hacimleri küçük ama gürültüleri çok- birkaç partinin kurduğu Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) de Kürtlerin adını anmayan ve Kürtlere "her şey devrimden sonra" diyen Suriye Muhalefeti içerisinde kalmaya devam etti. Kürtlerin Rojava'da yaşayan Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen, Çeçen ve diğer oluşumlarla ilan ettiği Demokratik Özerklik sayesinde Rojava, uzun süre Suriye'nin en istikrarlı bölgesi oldu. Ancak Rojava'ya saldırılar da hiçbir zaman durmadı. Kimi yerlerde rejim saldırırken, kimi yerlerde Suriye muhalefeti gerçekleştirdiği saldırılarla iktidarı ele geçirdiklerinde Kürtlere yönelik yaklaşımları hakkında mesajlarını vermekten geri durmuyordu. El Kaide bağlantılı çeteci grupların saldırısı da artık rutine binmişti.
Suriye’de yaşanan kamplaşma sonrası kendilerini üçüncü çizgi olarak tanımlayan TEV-DEM, Suriye üzerinde çatışan iki gücün de Kürtlerin varlığını inkar ettiğini dile getiriyordu. Söz konusu durumu “Dünyada savaşlar, krizler başlayınca genelde iki çizgi ortaya çıkar” belirlemesinde bulunan Kobanê Kantonu TEV-DEM Eşbaşkanı Ehmed Şêxo: TEV-DEM olarak kendilerinin de bazı okumalarının olduğunu belirterek, Suriye’nin durumunun Libya, Tunus ve Mısır'dan farklı olduğunu ve savaşın uzun süreceğini bildiklerini söyledi. Şêxo kendilerini 3’üncü çizgi olarak tanımlamalarının nedeni şu sözlerle açıklıyor: “Bir tarafta yıllar yılı bizim üzerimizde her türlü baskı politikası uygulayan rejim dururken; diğer tarafta da birçok yönüyle bizi endişelendiren bir muhalefet kurulmuştu. İçlerinde radikal grupların olması, Baas zihniyetini taşıyan kimi çevrelerin olması bizi endişelendiriyordu. Bir diğer endişe de Türkiye'nin hemen onları sıcak bir şekilde karşılaması ve onlara yer vermesiydi. Bilindiği gibi Türk devleti Kürtlerin her türlü kazanımına karşı çıkıyor. Bundan dolayı üçüncü yola mecburduk. Bu iki gücün ateşine odun olmamak için bu yolu seçtik.”
Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu içerisinde şu güçler yer alıyordu:
*Suriye Ulusal Konseyi
*Müslüman Kardeşler
*Şam Deklerasyonu
*Suriye Yerel Koordinasyon Komiteleri
*Suriye Yüksek Devrim Konseyi
*Özgür Suriye Ordusu
*Seküler ve Demokratik Suriyeliler Koalisyonu
*Suriye Devrim Genel Komisyonu
*Bu grupların yayında da onlarca irili ufaklı grup ve aşiret direniş grupları ortaya çıkacaktır.
İslamcı gruplar arasında da şunlar yer alıyordu:
*El-Nusra Cephesi
*Fetah el-İslam
*Ahrar el-Şam
*Şükür el-İslam
*Daha sonra da DAİŞ çeteleri ülkeye giriş yapacaktır.
Hiçbir koalisyonun içinde yer almayan ve kendi başlarına hareket eden bazı oluşumlar da şunlar:
*Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi
*Suriye Türkmen Ordusu
*Liwaa Al-Umma
*Suriye Kurtuluş Ordusu
Hakimiyet sınırları çizildi
Yıl sonuna doğru Esad rejimi büyük oranda ülkenin güneybatısına çekilmiş, Kürtler Rojava bölgesi ile Halep'in Şêx Meqsûd ve Eşrefiye mahallelerinde yer alıyor, diğer yerlerde ise Suriye Muhalefeti bulunuyordu. Kasım ayında Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu (SMDK) muhalefetin yeni çatı yapılanması oldu. Muhalefetin siyasi örgütlenmeleri hep yurtdışında kaldı bu da hiçbir zaman sözünü askeri güce ve halka geçirememesine neden oldu. Yıl sonuna gelindiğinde Suriye’de en az 60 bin kişi hayatını kaybetmişti.
‘İkinci Lozan’ı kabul etmeyeceğiz’
Irak İslam Devlet adıyla kurulan ve adını daha sonra İslam Devleti olarak değiştirecek olan DAİŞ güçlü bir şekilde 2013 yılında ülkeye giriş yaptı. El Kaide'nin Irak kolu olarak kurulan DAİŞ'in bu hamlesi ve El Nusra ile çatışması El Kaide'nin pek de hoşuna gitmedi. DAİŞ çetesi daha sonra El Kaide'den ayrılacak ve Musul'u ele geçirdikten sonra da halifelik ilan edecekti. Rejimin kullandığı varil bombaları ve muhalifler ile El Kaide bağlantılı çetelerin başvurduğu vahşi yöntemlerle geçen 2014 yılının sonunda yaşamını yitirenlerin sayısı 100 binlerle ifade ediliyordu. Ve 2014 yılında artık bir kördüğüme dönüşmüş olan Suriye iç savaşını “sonlandırmak” için yapılan Kürtlerin davet edilmediği Cenevre görüşmelerinden de hiçbir sonuç alınmadı. Kürtlerin çağrılmaması büyük tepkiye neden olurken; Kürtler Cenevre görüşmeleri için “İkinci bir Lozan’ı asla kabul etmeyeceğiz ve alınan hiçbir karar da bizi bağlamaz” diyerek tepkilerini net bir şekilde ortaya koyarak gösterdi.
4.BÖLÜM
Suriye’de yıllarca Baas rejimi tarafından soykırımdan geçirilen Kürtler, ülkenin sürüklendiği iç savaşla devrimin şafağı yaşıyordu. 19 Temmuz 2012’de ise Kobanê’de başlayan ve dünyaya model olan bir devrimin öncülüğünü yaptılar. Yıllarca topraklarına el konulan Kobanêliler, bir gecede devletin tüm kurumlarını ele geçirip, “Arap Baharı”nın halkların özgürlük baharı olduğunun da müjdesini veriyordu. Kobanê’de ertesi sabah olacak devrimin gecesini anlatan Şehit Aileleri Kurumu Yöneticisi Mistefa Îto, hazırlıkların günler öncesinde yapıldığı ve 19 Temmuz’da ise rejimin son kırıntılarının da Kobanê’den atıldığını söyledi.
Qamişlo Katliamı’nın Rojava’da yarattığı serhildan ruhu halk arasındaki birliği güçlendirirken, Tunus ile başlayarak domino etkisiyle diktatörlerin yıkıldığı “Arap Baharı”, Suriye’de yaşayan Kürtler için devrimin şafağı oldu. Tunus, Mısır, Libya diktatörlerinin yıkılışından sonra isyanın merkezi Suriye olurken, halkların Baas rejimine karşı giriştiği iç savaş, dünyada ve özellikle bölge ülkelerinde büyük değişim ve dönüşümleri, toplumsal altüst oluşları beraberinde getirdi. Bu köklü değişimlerden en dikkat çekeni, 19. yüzyıldan itibaren Suriye rejiminin işgali altında bulunan 3 milyon Kürt’ün tüm dünya halklarına sunduğu bir model ortaya koymasıydı. Dilleri, kültürleri ve ulusal kimlikleri yasaklanmış ve bunlardan 400 binine kimlik dahi verilmeyen, kendi anavatanında mülteci gibi yaşayan Kürtler, Arap Baharı’nı Kürt devrimine dönüştürüyor; soykırımdan adım adım özgürlüğe yürüyen Kürt halkı, Ortadoğu özelinde de yeni bir dönemin de başlangıcına imza atıyordu.
Öcalan’dan beslenen halk, özgürlüğe yürüyordu
Bölgede başlamakta olan iç savaş, Rojava’da da etkisini gösterirken, Kürtlerin inkar ve imha politikalarına karşı on yılları bulan direniş ve mücadeleleri “Arap Baharı”nı Rojava şahsında “halkların baharına” dönüştürüyordu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uzun yıllar yaşadığı Rojava’da bu dönemde önemli bir zemin hazırlanmış ve önemli bir tecrübe açığa çıkartılmıştı. Baas rejimin 12 Mart 2004’te Qamişlo’da gerçekleştirildiği katliamın ardından ortaya konulan direniş de devrimin zeminini kalıcılaştırıyordu. Bu katliamın ardından oluşan serhildanlar, savunma ve toplumsal alanda örgütlenmeye evirildi. Demokratik Birlik Partisi (PYD) de bu dönemde (2003) kuruldu.
Özgürlük çizgisi esas alındı
Kürtler, rejim ve muhalif güçlere mesafeli durarak üçüncü bir güç ve alternatif olup çözüm gücü olduklarını göstermeyi önlerine koydu. Bu dönemde rejim bir taraftan, muhalif güçler de bir taraftan Kürtleri yanlarına çekerek birbirlerine karşı kullanma gayreti içindeydiler. Bu eksende Kürtler de çatışmaların içerisine çekilmek isteniyordu. Halkların özgürlüğü için üçüncü bir çizgiyi ortaya koyan Kürtler, muhalif güçler tarafından rejime destek vermekle suçlanırken, rejim tarafından da muhaliflere destek vermekle suçlandı. Rejim ve muhalif güçlerin özgürlük getirmeyeceğini, kaos ve çatışmayı derinleştireceğini savunan Kürtler, halkların bir arada özgürce yaşayabilmesi için arayıştaydı. Bu arayışın adı da üçüncü çizgiydi.
Kobanê devrim ateşinin yakıldığı yer oldu
18 Temmuz’da Suriye’nin başkenti Şam’da devletin tüm etkili kurumlarının yönetim kademesinin kriz toplantısını gerçekleştirdiği binada meydana gelen büyük patlamada yöneticilerin büyük kısmı ölürken, 19 Temmuz akşamı ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Kobanê ve Halep arasında bulunan Mınbic ve Cerablus kentlerini ele geçirdi. Bu gelişmeler Kürt hareketine de beklenen fırsatı sunuyordu. 2012’nin Nisan ve Mayıs aylarında Kobanê’de rejim tarafından yıllar önce el konulan toprakların halk tarafından geri alınması, önümüzdeki dönemin yöntemini de şekillendiriyordu. Kobanê halkı, Nisan ayında bir gece rejimin el koyduğu arazilere girerek yıllar önce kendilerinden alınan topraklara el koydu. Suriye ordusu müdahale için bölgeye gelmesinin ardından bu kez karşısında halkın kendi içerisinde oluşturduğu güvenlik gücü YPG’yi gördü ve geri çekilmek zorunda kaldı.
Camiler toplumsal rolünü oynamaya başladı
Devrim sonrası tarihi bir direnişe de ev sahipliği yapan Kobanê’de bunlar yaşanırken, diğer kentlerde de sokak sokak dolaşılıp, “Ey Kürtler, Mele Mustafa Barzani’nin, Şêx Seîd’in, Qazi Muhammed’in, Selahaddin Eyûbî’nin torunları! Bugün namus günüdür, şeref günüdür. Tüm yurtseverler alanlara çıksın. Özgürlüğümüzü kazanalım” duyuruları yapılarak halk “yönetimi ele geçirmeye” çağrılıyordu. Özgürlüğe ilk adımların atıldığı toplantılar da camilerde gerçekleştiriliyordu. “Camide neden toplanıyoruz?” sorusuna cevap ise doğal halk öncüleri olan melelerden geliyordu. “Camiler Hz. Muhammed döneminde de halkın toplumsal sorunlarını gidermek için toplanılıp tartışılan yerlerdi. Sonradan alanı daraltıldı. Biz şimdi eskisi gibi işlevli hale getiriyoruz” diyorlardı.
19 Temmuz 2012, saat 01:00…
Toprakların geri alınarak ilk devrim kıvılcımının yakıldığı Kobanê’de artık yürüyüşler düzenleniyor ve halk adım adım örgütlendiriliyordu. Tarih 19 Temmuz 2012, saat 01:00’ı gösterdiğinde ise artık Rojava için devrim zamanıydı. Yine Kobanê’de halk, örgütlü bir şekilde, ilk olarak şehrin çıkış yolu üzerinde bulunan rejime ait tütün mamullerinin bulunduğu satış noktasına el koydu. Halk tarafından oluşturulan savunma gücü YPG de şehrin giriş ve çıkışını kontrol altına alırken halk, kent merkezindeki birçok kurumda kontrolü ele geçirdi. Sonrasında Merkez Seqafi adı verilen Kültür Merkezi, ardından rejim partisinin kullandığı bina, diğer rejim kurumları, mahkeme binası, “kansız devrim” gerçekleştiren halkın kontrolündeydi.
Halk rejimden uzaklaşıyor, Mala Gel’de bir araya geliyordu
Kobanê’de halkın 19 Temmuz gecesi geliştirdiği bu hamlenin içerisinde yer alan ve şimdilerde Kobanê Şehit Aileleri Kurumu yönetici olan Mistefa Îto, o gün yaşananları paylaştı. Îto, 19 Temmuz öncesinde devrimin tohumlarının atıldığını ve o dönemlerde halkın örgütlülüğüyle meclisler kurulduğunu ve resmi olmayacak şekilde Asayiş güçlerinin de kurulduğunu aktardı. Îto, bu şekilde rejimi marjinalleştirdiklerini belirterek o dönemde rejimin kurumlarından çıkamaz hale getirildiğini söyledi. Îto, halkın da rejimden uzaklaştığını ve Mala Gel’de yer almaya başladığını belirterek, “Diyebilirim ki artık her şey elimizdeydi. Sadece rejimin bazı kırıntıları kalmıştı” dedi.
‘Suriye’de yaşananlar bir fırsat sunuyordu’
19 Temmuz’dan iki gün önce gerçekleştirdikleri toplantı ile rejime ait yerlere “el koyma” kararı aldıklarını söyleyen Îto, şunları söyledi: “Ani gelişen bir durum değildi. Gerekli planlamalar yapıldı. Bir grup arkadaş güvenlik güçlerinin olduğu yere, bir kısım arkadaş diğer kurumlara girecekti. Çatışmaların yaşanmasını istemiyorduk. Onları kentimizden çıkarmanın peşindeydik. Kürt halkı olarak yıllardır hakkımızı almanın hayalini kuruyorduk. Suriye’de yaşananlar da bizim için bir fırsattı. Sabaha doğru artık rejimin bütün kurumları halkın denetimine geçmişti. Askeri alanlar, yine rejim yönetiminin bulunduğu yer, BAAS partisinin binası, buralar ele geçirilmişti. Bunları ele geçirmeden bir süre önce de bir araya geldiğimiz Mala Gel de rejime ait bir kurumdu ve biz el koyarak orayı Mala Gel’e çevirmiştik, yani halkın evine. Rejimi 19 Temmuz’dan önce TEV-DEM’in politikasıyla tüketmiştik. Bu yüzden de birçok kurumu rahatlıkla ele geçirdik. En önemlisi de kaymakamın yeriydi. Orayı da 19 Temmuz gecesi ele geçirdik.”
Kürt halkıyla rejim arasındaki fark
Îto, 19 Temmuz’dan bir gün sonra yaşadığı bir anıyı da anlattı. Îto, 19 Temmuz sabahı Helînce köyündeki asayiş noktasında rejim görevlilerinin kentteki silahları çıkarmamaları için nöbet tutuğunu söyleyerek, “Rejime ait bütün silahlar ve arabalar götürülmek isteniyordu. Ölüm ya da tutuklama yapmamak için biz de nöbet tutuyorduk. Birinci amacımız kenti temizlemekti. 19 Temmuz’dan yaklaşık bir yıl önce rejim tarafından evime baskın yapılarak gözaltına alındım. O sırada Halep’e götürülerek işkencelerden geçirildik. Asayiş noktasındayken beni gözaltına alıp işkenceden geçiren biriyle tesadüf eseri, o Kobanê’den kaçmaya çalışırken karşılaştım. Arabada saklanmıştı. Beni gözaltına aldığını hatırlattım kendisine. O da, ‘Bize emir gelmişti, ben de emri uygulamak zorundaydım’ dedi. Ben de ona, “Bizi gözaltına alıp işkenceden geçirdiniz. Ben bugün burada sana her şeyi yapabilirim. Öldürebilirim, işkence edebilirim, malına el koyabilirim ama Özgürlük Hareketi’nden aldığım ahlak ve insana yaklaşımla sana karışmıyorum. Bunu iyi bilmelisin ve sana bir ders olmalıdır. Nereye gidersen ‘Bizim ahlakımızda işkence yoktur. Kürtlerin ahlakı budur’ demelisin. Bu yüzden de selametle ailene ulaşmanı istiyorum. Senin yerinde olsam rejimden kopar, kendimi yaşama katarım’ dedim.”
İç içe birçok devrim
19 Temmuz gecesi yaşadığı duyguları da paylaşan Îto, “Kürt halkı olarak yıllarca özgürlüğü hayal ediyorduk. ‘Acaba bir gün dilimizi konuşabilecek miyiz? Resmi olarak bu topraklarda ‘Kürt’üz’ diyebilecek miyiz?’ diye hayal ediyorduk. 19 Temmuz’da bir bütün olarak özgürleştik. Demokratik Özerklik çerçevesinde bir araya geldik ve bu sistem sadece Kürt halkının değil bütün toplumsal çevrelerin sorunlarına cevap olacağını ortaya koydu. 19 Temmuz tek bir devrim değildi. İçerisinde birçok devrimi de beraberinde getirdi. Dil, kültür devrimi bunlardan biriydi. Bugün insanlık devrimi Kobanê’de yaşandı. Saldırgan çetelere karşı da burada sürdürülen savaş, insanlık onuru için verilen bir savaştır” ifadelerini kullandı.
Kobanê’yi diğer kentler izledi
Kobanê’de halkın da katılımıyla rejim güçlerinin kentten çıkarılmasını Efrîn, Serêkaniyê, Dirbesiyê, Amûdê, Dêrik, Girkê Legê, Tirbespiyê ve Til Temir’de halkın yönetimi ele geçirmesi izledi. Suriye’nin Halep, Rakka ve Hesekê kentlerindeki Kürt mahallelerinde de rejim güçleri mahallelerden çıkarıldı. Şu anda bütün dünyanın gözünü çevirdiği Rojava Devrimi, işte böyle bir Temmuz gecesi, adı direnişle anılan Kobanê’de boy vermeye başlarken, 2012 Temmuz’undan itibariyle de Kürt halkı için yeni bir sayfa açıldı.
Cizîrê, Kobanê, Efrîn
Rojava’daki Temmuz devriminin ardından 2014’te kanton olarak ilan edilen 3 bölgeyi de tanımakta fayda var. Rojava, Baas rejimi tarafından şehir olarak adlandırılmadığından iki bölge ismiyle tanımlanıyor. Birincisi Dêrik, Tirbêspiye, Qamişlo, Amûdê, Dirbesiyê ve Serêkaniyê’nin bulunduğu Cizîrê bölgesi, ikincisi ise Kobanê ve Efrîn. Bu iki bölgenin dışında Hesekê, Şam, Rakka, Minbic, Halep ve Lazkiye’de de çok yoğun bir Kürt nüfusu yaşamaktaydı.
Tarih kokan kanton: Cizîrê
Arapça’da “bir ada” anlamına gelen Cizîrê, Fırat ve Dicle nehirleri arasında bulunuyor. Doğusunda, tarihi bir yer olan ve zamanında tarihin merkezi olup adı stranlara (Endîwerê paytexte – Başkenttir Endîwerê) konu olan Endîwerê ilçesi bulunuyor. Cizîra Botan ile komşu olan Endîwerê’nin yüzü Cudi’ye dönüktür. Endîwerê’den Rojava’ya doğru sıralanan Dêrik, Girkê Legê, Rimêlan, Çelaxa, Tirbespiyê, Qamîşlo, Amûdê, Dirbêsiyê, Serêkanîyê’nin dışında, Güney’de Hesekê (Cizîrê resmi olarak bu isimle tanınıyor) ve Til Temir ilçesi bulunmakta. Düz ve verimli bir toprak yapısının olduğu bölge, verimliliği ile sadece Rojava’yı değil bütün Suriye’yi doyuracak bir zenginliğe sahiptir. Örneğin yıllardır Suriye’de elde edilen buğdayın %40’ı Cizîrê ve Rojava’nın diğer bölgelerinden elde ediliyor. Suriye’nin geneline düşen pay ise %45’tir. Cizîrê, petrol yönünden de zengindir. Buradaki petrol çoğunlukla Rimêlan ve Tirbespiyê de bulunuyor. Her yeri tarih kokan bölgenin Endîwerê, Aliya Bölgesi (Dêrik’ten Tirbespiyê’ye kadar), Qamîşlo, Amûdê, Dirbêsiyê ve Serêkanîyê, çok eski zamanlardan beri yaşam merkezleri olarak biliniyor. Kürtlerin en yoğun yaşadığı bölge olan Cizîre de rejim tarafından “Arap Kemeri” politikaları kapsamında Kürtlerden boşaltılmak istedi.
Kadim aşiretlerin kenti: Kobanê
Cizîrê ve Efrîn arasında yer alan Kobanê’nin Şêxler ve Sirrîn adında iki büyük ilçesi ve 300 köyü bulunuyor. Savaştan kaynaklanan göçlerle beraber nüfusu 250 binden fazla olan Kobanê, Urfa’nın Suruç ilçesinin de komşusudur. Çoğunluğu Kürtlerden oluşan kentte kısmen Arap halkının yaşadığı ilçe ve köyler de bulunuyor. Kobanê’nin doğusunda Girê Spî (Til Ebyad), batısında da Cerablus bulunuyor. Yer üstü ve yer altı kaynakları bakımından zengin olan Kobanê, özellikle; buğday, arpa, mercimek, nohut, pamuk, susam ve biber yönünden yüksek verimliliğe sahiptir. Kobanêliler su kuyuları açmada da ünlüdür. “Hefara” adı verilen makiler sadece Kobanê’de değil tüm Kürdistan’da iş yapıyor. Toplumsal yönden kadim aşiretlerin bulunduğu kentte konfederasyon biçiminde örgütlenen Berazî aşireti bunlardan sadece biridir.
Zeytin diyarı: Efrîn
Rojava Kürdistanı’nın en batısındaki Efrîn’in Şêrawa, Cindirêsê, Mabata, Reco, Bilbilê, Şiyê ve Şera adında yedi ilçesi ve 365 köyü bulunmakta. Tüm köy ve ilçeleri Kürtlerden oluşan Efrîn’in merkezinde çok az sayıda Arap yaşamakta. Mabata ilçesinde Alevi Kürtler, Qestel Cindo’nun çevresinde ve Ezazê’ye yakın bazı köylerde de Êzîdî Kürtler yaşıyor. Kültürel olarak Kürdistan’da özerk bir konuma sahip olan Efrîn’in tarihi de çok eskilere dayanır. Bazı bölgelerde Hûrî ve Romalı medeniyetine ait eserlere rastlamak mümkün. Kela Hûrîyan (Hurilerin Kalesi), kentte bulunan en ünlü ve eski tarihi mekanlardan birisidir. Efrîn’in ismi “zeytin”le de özleşmiştir. Kuş bakışı bakıldığı zaman yan yana dizilen zeytin bahçeleri, çok güzel bir görüntü oluşturur. Suriye’de yetiştirilen zeytinin % 30’u bu bölgede yetiştirilmektedir.
5. BÖLÜM
Rojava halkları devrimi gerçekleştirdikten sonra Demokratik Özerkliği 8 boyut üzerinde hayata geçirmek için çalışmalarına başladı. Siyasi, diplomatik, öz savunma, kültür, sosyal, hukuk, ekonomi, ekoloji ve eğitim alanındaki kurumsallaşma sürecinde kadınlar aktif rol aldı. Bu çabayla, Rojava’ya uygulanan çok yönlü ambargo, “kendi kendine yeten ekonomik model” ile boşa çıkarıldı.
Rojava’da halk örgütlenmesinin temeli çok eskiye dayansa da yaşamın tüm alanlarındaki örgütlenme ve kendini yönetme, 19 Temmuz Devrimi ile başladı. Siyasi olarak Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) öncülüğünde başlatılan örgütlenme; siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, öz savunma, diplomasi, eğitim, hukuk, kadın ve gençlik ile diğer tüm alanlarda örülmeye başlandı. Bu örgütlenmeyle, tepeden dikte edilen katı bir hiyerarşi temelinde değil, tabandan başlayan ve halkları esas alan bir model örülüyordu.
Kürt Yüksek Konseyi’nin kurulması
Devrimden sonra da Meclisa Gel a Rojavayê Kurdistanê (MGRK) yani Rojava Kürdistanı Halk Meclisi kurulurken, KDP’ye yakınlığıyla bilinen ve Suriye muhalefeti içerisinde yer alan Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi de 16 partinin bir araya gelmesiyle kuruldu. 11 Haziran’da Güney Kürdistan’ın başkenti Hewlêr’de MGRK ile ENKS, gerçekleştirdikleri görüşmeler sonrası 24 Temmuz’da Kürt Yüksek Konseyi’ni (KYK) ilan ettiler. KYK’nin bünyesinde diplomasi, sosyal hizmetler ve savunma komiteleri kuruldu. Bu durum uluslararası kamuoyununda da yankı uyandırdı ve Birleşmiş Milletler Arap Birliği Temsilcisi El Exder Îbrahîmî, Şam’da temsilcilerle görüştü. 2013 yılının Mayıs ayında da Rusya, KYK’yi Moskova’ya davet etti. Ancak Kürtlerin Cenevre Görüşmeleri’ne bizzat çağrılmamaları ve ENKS’nin Suriye muhalefetinin çatısı altında KYK’nin diğer bileşenlerine rağmen katılması, bu konseyin dağılmasının başlangıcı oldu. Sonraki dönemlerde diplomasi alanında TEV-DEM ve PYD, Avrupa, Mısır, Rusya ve ABD’de çeşitli temaslarda bulunurken; PYD Eşbaşkanı Asya Abdulah ile YPJ Komutanı Nesrîn Abdulah’ın Kobanê zaferi sonrası Paris’te Elysee Sarayı’nda Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ile görüşmesi büyük yankı uyandırdı.
Devrime yönelen güçlere YPG müdahalesi
2004 yılındaki Qamişlo Katliamı sonrası temelleri atılan Halk Savunma Birlikleri (Yekîneyên Parastina Gel, YPG), 2011 yılına gelindiğinde resmi olarak ilan edilmişti. YPG ve daha sonra resmi olarak kurulacak olan YPJ’nin Dêrik’ten Hesekê’ye, Kobanê’den Efrîn’e ve Şêx Meqsûd’dan Şengal’e kadar devrime yönelen her güce karşı elde ettiği başarılar da dünyada ses getirmeye devam ediyordu. Her ne kadar bazı Kürt çevreleri ve Türkiye tarafından YPG, PYD’nin silahlı kanadı olarak gösterilmeye çalışılsa da YPG/YPJ, gösterdiği direniş ve halklara verdiği sözü yerine getirerek tüm Rojava halklarının öz savunma gücü olduğunu ispatladı. Kent içinde güvenliği sağlamak amacıyla da 2013 yılında Kobanê’de Asayiş Güçleri kuruldu. Daha sonra da diğer kantonlarda açılan akademilerden yüzlerce kişi mezun olarak Asayiş görevine başladı.
Kadınlar devrimin her yerinde
Rojava’daki “Cuma öfkeleri” eylemlerinde Rojava kadınları hep en öndeydi. Yekîtiya Star çatısı altında örgütlenen kadınlar, kadın meclisleri, kadın komünleri, kadın sığınma evleri ve kadın özgür düşünce akademilerini açarak devrimlerini kurumsallaştırmaya doğru götürdü. Özellikle tüm kurumlarda uygulanan “eşbaşkanlık sistemi”, Rojava Devrimi için yapılan “kadın devrimi” tanımlamasını haklı çıkarıyordu. Daha sonra Kadın Asayişi kurulurken; Kürt Dil Kurumu (Saziya Zimanê Kurdî-SZK) bünyesinde de Kürt Kadın Öğretmenler Birliği kuruldu. Askeri olarak örgütlenmeleri hala YPG’nin içerisinde olan kadınlar, 2013 yılında Kadın Savunma Birlikleri’ni (Yekîneyên Parastina Jin-YPJ) kurdu.
Rojava gençleri de Devrimci Gençlik Hareketi (Tevgera Ciwanên Şoreşger) adıyla tüm kantonlarda örgütlendi. Kürt öğrenciler, Yurtsever Öğrenciler Federasyonu (Federasyona Xwendekarên Welatparêz) çatısı altında örgütlendi. Rojava Devrimi’ne yapılan saldırılara karşı hiç ikircik yaşamadan ve “Genç başladık genç başaracağız” şiarıyla cepheye koşan yurtsever gençlerden onlarcası, bu direnişlerde şehadete ulaştı.
Kadın aydınlanma seferberliği
Rojava Halk Devrimi ile birlikte ilk olarak Efrîn’de Kürtçe eğitim kursları açıldı, okullarda Kürtçe eğitim verilmeye başlandı, halk kendi kendini yönetti, mazotun dağıtımı ile şehrin sevk ve idaresi halkın kendisi tarafından yapılmaya başlandı. Devletin okullarında Kürtçe eğitim verilmeye başlanırken SZK de bu dönemde kuruldu. Rojava halkları bir yandan sağlık, eğitim, hukuk ve diğer alanlarda kurumsallaşmasını sağlarken bir yandan da öz savunmasını güçlendiriyordu. Daha sonra da her üç kantonda yüzlerce okulda Kürtçe eğitim verilmeye başlandı. Açılan akademilerde binlerce öğretmen sertifika alarak okullarda görev aldı. On binlerce öğrenci artık kendi dillerinde eğitim görüp demokratik, bilimsel ve laik bir eğitimle yetiştirilmeye başlandı. Efrîn’de 2013 yılında Şehîd Ferzad Kemanger ve Şehîd Viyan Amara isimleriyle Kürt Dili ve Teorisi Akademileri kurulurken, her üç kantonda da Nuri Dersimî Düşünce Akademileri açıldı. Rojava’daki diğer halkların da kendi anadillerinde eğitim öğretim görmeleri sağlandı.
Savaş ve eğitim iç içe
SZK Kobanê öğretmenlerinden Nesrîn Ebdulqadir, rejim zamanında dillerinin yasaklı olduğunu hatırlatarak, “Her sistemin yasakları olduğu gibi burada da en yaygın yasaklar dil üzerineydi. Rejimin okullarında tek bir sözcük Kürtçe bile konuşamıyorduk” diyor ve devrimden sonraki süreçte yaşanan gelişmeleri şu sözlerle aktarıyor: “Yeni olan şeyin zorlukları çoktu. Bizim bile Kürtçe okullarda eğitim göreceğimize inancımız yoktu. Yavaş yavaş kurslarla başladık. Bu kurslardan mezun olanlar eğitim vermeye başladı. Böyle böyle öğretmen sayısı arttırıldı ve okullardaki eğitim süreklileştirildi. Fakat eğitim çalışmalarımız düzenli yürümüyordu. Bir eğitim devresi başlayınca mutlaka bir yerlerde bir saldırı oluyordu. O saldırılar, eğitim devrelerini de etkiliyordu. Mesela çoğu zaman öğretmenlerimiz silah alarak cepheye gidiyordu. 2013 yılının 26 Haziran’ında buradaki akademinin kurucusu Viyan Amara, Kobanê’ye saldırılar başlayınca silah alarak cepheye gitti ve şehit düştü. Savaş ve dil eğitimi birlikte yürüyordu. Yine bu son katliamda Pervîn ve Gülistan isimli öğretmenlerimiz şehit düştü.”
“Her devrim dil ile başlar. Devrimlere yapılan saldırılar dile de yapılır” diyen Ebdulqadir, Kobanê’ye yapılan saldırılar sonrası göç ettikleri Pirsûs’ta da eğitim çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, “Kamplarda imkanlar dahilinde okullar açtık. Boşluğun yaşanmasını istemedik. Yani savaş sürüyor diye eğitim çalışmalarımıza ara vermedik” diyor.
Tabandan halk örgütlenmesi
Demokratik Özerklik temelinde örgütlenen Rojava halkları, başta Dêrik, Girkê Legê, Tirbespiyê, Qamişlo, Amûdê, Dirbêsiyê, Serêkaniyê, Til Temir, Kobanê, Efrîn ile Efrîn’in 7 ilçesinde, Şam, Halep, Rakka ve Hesekê’de halk meclislerini kurdu ve mahalle meclisleri ile Mala Gel’leri (Halkevi) faalleştirdi. Artık toplumun hukuki işleri ve sorunları buralarda çözüme kavuşturuluyordu. İlk başta bu sisteme temkinli yaklaşan Arap, Süryani, Asuri, Keldani, Ermeni ve Çeçen halkları da pratikte ortaya çıkan eşitliği ve demokratik yöntemi görünce sisteme dahil oldu. Bu arada devletçi hukuk sistemine karşı ahlaki ve politik toplumu esas alan bir hukuk sistemine geçilmesi gerekiyordu. İlk başlarda Barış ve Adalet Komitesi adı altında kurulduktan sonra, 4 Nisan 2013’te Toplumsal Bilimler Akademisi’nin bünyesinde Toplumsal Adalet ve Hukuk bölümü açıldı.
Rojava halkları sözleşmesini ilan ediyor
6 Ocak 2014 tarihinde Rojava’nın Amûdê kentinde toplanan Rojava Demokratik Özerklik Yönetimi Yasama Meclisi, Rojava Toplumsal Sözleşmesi’ni kabul etti. Toplumsal Sözleşme’nin Giriş bölümünde yer alan şu bölümler, devrimin demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü karakterini en iyi yansıtan hukuki akit oluyordu: “Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için; demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için; kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için; savunma, öz savunma, inançlara özgürlük ve saygı için bizler, demokratik özerk bölgelerin halkları, Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz. Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulus-devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmez.”
En büyük saldırı: Ambargo
Rojava Devrimi’nin karşı karşıya kaldığı en büyük sıkıntı, kendisine dört taraftan uygulanan ambargo oldu. Ancak devrimin yaratıcıları, kurdukları komünler ve sistemle, askeri savaştan daha ağır olan ambargonun üstesinden gelmeyi başardı. Hala Rojava üzerinde ambargo devam etse de uygulanan ekonomik model, “kendi kendini idame ettirme” olarak özetlenebilir. Daha çok bir tarım coğrafyası olan Rojava’da rejimin uyguladığı politikalar nedeniyle neredeyse hiçbir fabrika yok. Rojavalılar, rejimin ülke sınırlarına 25 kilometre mesafede olan bölgelerde fabrikalara izin vermeyen bir yasayla Rojava’yı sınırlandırdığını belirtirken; küçük atölyelere dahi rejim tarafından kısıtlama getirildiğini ifade ediyor.
Rojava’ye ‘hendek’ ambargosu
Devrim ile birlikte Rojava’ya uygulanan ÖSO, rejim, DAİŞ, El Nusra ve Türkiye ambargolarına bir de Güney Kürdistan’ın Rojava sınırına hendek kazarak uygulamaya koyduğu ambargo eklendi. Kürt kamuoyu, her türlü saldırıya maruz kalan Rojava’ya hendeklerle sınır çizilmesini, “Sykes-Picot’a sadık bağlılık” olarak değerlendirdi. Ancak tarihin bir cilvesi olarak KDP tarafından kazılan aynı hendekler, 3 Ağustos 2014 tarihinde DAİŞ’in Şengal’e yaptığı saldırılarda kaçan Pêşmergeler tarafından dolduruldu, Pêşmergeler Rojava’ya sığındı.
6. BÖLÜM
Rojava’da 19 Temmuz 2012’de yaşanan devrim süreciyle birlikte Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Demokratik Özerklik temelinde kurumsallaşmalara gidilirken, kendi geleceğini inşa eden halklara karşı saldırılar da başladı. Devrimi hazmedemeyen çevrelerin de desteğiyle başlayan saldırıların arkasındaki isimlerin başını ise Türkiye çekiyordu. Ancak bu saldırıların tamamını boşa çıkartan YPG/YPJ bu dönemde ilk deneyimini yaşarken, aynı zamanda bir tarih de yazılıyordu. Saldırılara rağmen geliştirilen örgütlülüğün bir yapıda vücut bulması için yürütülen çalışmalar, Ocak 2014’te Demokratik Özerk Yönetimler’in ilanıyla taçlandı. Kobanê Kantonu Dış İlişkiler Konseyi Başkanı İdris Nahsan, üçüncü çizgiyle bütün ezilen halkları bir araya getirmeyi amaçladıklarını ve bu kapsamda ilan edilen özerk yönetimlerin Suriye halklarına da bir model olduğunu belirtirken, Ortadoğu halkları açısından da yeni bir sayfa açıldığını söylüyor.
Rojava’da halkların özgürlüğü için alternatif, üçüncü bir yol olarak ortaya çıkan 19 Temmuz Devrimi ile birlikte Cizîrê, Kobanê ve Efrîn’de farklı renkler bir araya gelip kendi geleceklerini inşa etmeye koyulurken, bu devrimi hazmedemeyenlerin saldırıları da başlamış olacaktı. Efrîn’den Cizîrê’ye kadarki alanda halk, örgütlülüğünü geliştirirken, bir yandan da olası saldırılara karşı öz savunmasını geliştiriyordu. Çok geçmeden, devrimden birkaç ay sonra Rojava’ya dönük saldırılar da uluslararası güçlerin desteklediği çete grupların eliyle gerçekleşti. Ancak bu ilk saldırıların büyük bir direnişle püskürtülmesi, bölgesel ve uluslararası güçlere artık Kürtlerin var olduğunun, özgürce var olmaya devam edeceğinin mesajını verdi. Devrime dönük Eşrefiye ve Qastel Cindo’daki saldırılar önemli siyasal sonuçlar ortaya çıkartırken, savunma gücü YPG’nin de kendini ispatlamasını sağladı. Devrimin ilk dönemlerinde buraya dönük başlayan saldırıları, 2012 sonları ve 2013’te Serêkanîyê’ye dönük saldırılar izledi. Tüm bu saldırılar direnişle boşa çıkartıldı ve zaferler önemli siyasi sonuçları beraberinde getirdi.
Rojava’ya ilk saldırının arkasında da Türkiye vardı
Devrimin ardından ilk saldırı, yaklaşık iki ay sonra Efrîn’in Şera kasabasına bağlı olan Êzidî Kürtlerin yaşadığı Qestel Cindo köyüne dönük oldu. El Kaide bağlantılı grupların ilk olarak 22 Eylül’de bu bölgede başlattıkları saldırı dalgası Türk ve Suudi Arabistan istihbarat servislerince organize edilirken, çatışmaların ilk üç gününde 86 çete üyesi öldürüldü. Suudi Arabistan İstihbarat Başkanı Bender Bin Sultan ve Türkiye istihbaratı, Riyad’da gerçekleştirdikleri bir toplantıda bu saldırının planlamasını yaparken, bu toplantıda görevlendirilen Zehran Aluş isimli kişi Ezaz’da DAİŞ, Liva Tevhid ve Türkiye istihbaratının katılımıyla bir toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantıda Efrîn’e dönük gerçekleştirilecek saldırıda aralarında çatışmalar yaşanan grupların da birleşmesi kararı alındı. Ekonomik masraf ve cephanesinin Türkiye tarafından karşılanacağı bu saldırıda 17 grup, aralarında çatışma olmasına rağmen devrime karşı bir araya geldi. Saldırıyı gerçekleştiren gruplardan biri de Türkiye tarafından Ezaz’da kurulan Türkmen Ömer Dadiği komutasındaki Asifet Şimal isimli gruptu.
Bayram ateşkesinde dahi saldırı gerçekleştirdiler
Üç gün yoğun bir şekilde yaşanan şiddetli çatışmalarda YPG’nin gösterdiği muazzam direnişle saldırı tümden kırıldı. Ancak aynı alanda bayram vesilesiyle YPG tarafından tek taraflı ateşkesin ilan edildiği sırada, bayramın birinci gününde aynı gruplar tarafından Ezaz’a yakın Yazıbağ Köyü’ne ikinci bir saldırı daha başlatıldı. Bu bölgeye dönük saldırılar 2013 yazına kadar yer yer devam etti. Bu saldırıların amacı henüz yeni gerçekleşmiş, kurumlaşmasını sağlayamamış Rojava Devrimi’ni sonuca gitmeden boğmaktı. Ancak saldırılar YPG tarafından büyük oranda kırılırken Rojava halkları da bir yandan devrimlerini var güçleriyle savunup öte yandan sistemlerini inşa etmeye devam ettiler.
Efrîn’deki bu saldırılarla bağlantılı olarak Rojava’ya dönük en kapsamlı saldırılardan biri de Serêkaniyê’de gerçekleştirildi. Efrîn’deki saldırılarla kendini ispatlayan YPG, Serêkaniyê Direnişi’yle de gerçeği pekiştirdi. YPG’nin Rojava halklarının savunma gücü olduğu net bir biçimde açığa çıktı.
Serêkaniyê saldırısı devrimi boğmaya dönüktü
Serêkaniyê’deki saldırılar da Türkiye tarafından organize edildi. 40 bin nüfusluk bu şehirde yoğunlukta Kürtler olmak üzere Araplar ve Asuriler de yaşıyor. Asuriler öteden beri yerleşik. Araplar ise 1960-70’lerde BAAS rejimi tarafından sistematik olarak bölgeye yerleştirildi. Suriye’de dış politikaları boşa düşen Türkiye, yanı başında gelişen devrimi boğmak için de bölgede kaos yaratmanın peşindeydi. Bu amaca bağlı olunarak da Batı Kürdistan’a girişin en stratejik kapısı olan Serêkaniyê seçildi. Çünkü Cizîrê’nin son durağı olan Serekanîyê’de çıkartılacak bir kaos, Kürt-Arap çatışmasına dönüştürülecekti. Böylelikle de Cizîrê ile Kobanê-Efrîn bölgelerinin ilişkisi tamamen kesilecek ve ardından bu iki alanda da benzer operasyonlar hayata geçirilecekti. Yine Serekanîyê’nin kontrol altına alınmasıyla birlikte Cizîrê’nin diğer kentleri de ablukaya alınacaktı.
Hesaplar tutmadı, YPG tarih yazdı
Türkiye’den geçen yaklaşık bin beş yüz El Kaide bağlantılı çeteci, 16 Ocak 2013 tarihinde Serêkaniyê’ye büyük bir saldırı dalgası başlattı. Büyük sonuçlar açığa çıkartan Serêkaniyê saldırısı ve buna karşı geliştirilen direniş şu şekilde gelişti:
Türkiye’de Urfa ve Ceylanpınar’da konaklayan çeteler, Serêkaniyê’ye girdiler. Oradaki birkaç rejim grubuyla çatışan çeteler, daha sonra Arapların yoğun olduğu mahallelere yerleşti. Kürtler bir çatışmanın olmaması için sorunun müzakere yoluyla çözülmesi girişimlerinde bulundu. Yine kentte rejimin tümden çıkarılmamış olmasından dolayı “Rejimle işbirliği yapıyor” safsatalarının dillendirilmemesi için YPG, çete gruplarının Serêkaniyê’ye girişlerini engellemedi. Çeteler, Kürtlere çok zarar verirken Arap halkına da baskı yaptılar. Yine Asuri, Süryani ve Ermenilerin evlerini yıktılar, talan ettiler. YPG ile çeteler arasındaki çatışmaların fitili, kentte barışçıl bir havanın oluşması için çabalayan Halk Meclisi Başkanı Abid Xelîl’in gruplarla görüşmeden dönerken uğradığı suikast sonrası yaşamını yitirmesiyle ateşlendi. Xelîl’in katledilmesinden hemen sonra çatışmalar başladı ve bütün desteklere rağmen YPG güçleri çeteci grupları kentten çıkardı. Ardından ikinci, üçüncü saldırılar da gerçekleşti. Ancak bu saldırıların tümünden de YPG başarıyla çıktı. Bu başarı siyasi, diplomatik, kültürel, askeri kazanımları da beraberinde getirdi. Serêkaniyê direnişi, Batı Kürdistan’da kurulan savunma gücü YPG’nin de ilk şehir savaşı deneyimi oldu.
Tarihler 28 Temmuz’u gösterdiğinde ise El Nusra çetesi Halep’te Kürt köyleri olan Til Hasil ile Til Eran’a saldırarak aralarında kadın ve çocukların da olduğu 70’ten fazla Kürt sivili katletti.
Çeteler bir yandan rejim diğer yandan
Çeteci gruplar Serêkaniyê’ye saldırırken BAAS rejimi güçleri de eş zamanlı olarak Gîrkê Legê’nin Girziro Köyü’ne saldırı başlatmıştı. Rejim, Çilaxa ve Gîrkê Legê’deki zengin petrol yataklarına el koymak istiyordu. Burada bir hafta boyunca süren çatışma ve kuşatmalardan sonra daha önce rejimin elinde bulunan petrol bölgesi Rimêlan da YPG’nin denetimine geçti.
Devrime dönük saldırılar sadece yukarıda açıklanan bölgelerle sınırlı kalmadı. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Halep başta olmak üzere diğer bölgelerde de devrimi hazmedemeyen yapıların büyük saldırı girişimleri oldu ancak tümü boşa çıkartıldı.
Soykırımdan özerkliğe
Uluslararası güçlerin desteğiyle gerçekleştirilen bu saldırılar boşa çıkartılırken, bir yandan da geliştirilen örgütlülüğün bir yapıda vücut bulması için çalışmalar yürütülüyordu. Bu kapsamda Kasım 2013’te Kurucu Meclis’in ilanı gerçekleştirildi. Kurucu Meclis’in ilanı iki yıl önce gelişen devrimle birlikte Rojava’nın siyasal yapısının yeniden şekillenmesi açısından önemli bir sürece girildiğinin de işaretiydi. Qamişlo’da gerçekleşen toplantıda 82 üyeli Kurucu Meclis’in ilanını birkaç ay sonra Demokratik Özerklik temelinde oluşturulacak olan kantonların ilanı izleyecekti. Artık yıllarca soykırımdan geçirilen Rojava halkları, kendilerini özgür bir şekilde ifade edebilecekleri özerk kantonlarla devrimi de ete kemiğe büründürecekti.
Tüm farklılıklar temsiliyetini buldu
Rojava Özerk Yönetimi Yasama Meclisi’nin 6-7 Ocak 2014’te gerçekleştirdiği toplantıda bölgeler, Cizîre, Efrîn ve Kobanê Kantonları olarak üçe ayrıldı. Bu kapsamda her kantonun kendi özerk yönetimini oluşturulması için çalışmalara başlandı. 21 Ocak 2014’e gelindiğinde yüzlerce çocuğun yanarak katledildiği Amûdê kentinde tarihi bir toplantı gerçekleştirildi. Cizîrê Kantonu Başkanlığı ve bakanlıklara ilişkin öneriler de yapıldıktan sonra Cizîrê Kantonu Demokratik Özerk Yönetimi, Mahabad Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi olan 21 Ocak’ta ilan edildi. Hükümet başkanlığı ve 22 bakanlıktan oluşan yönetimde sadece Kürtler değil Arap ve Süryaniler de temsiliyetlerini bulacaktı.
Kobanê, devrimi özerklikle taçlandırdı
Cizîrê’de ilan edilen özerkliğin ardından bu kez devrim ateşinin yakıldığı ilk yer olan Kobanê’de de 27 Ocak’ta özerklik ilan edildi. Kobanê’yi Efrîn izledi ve iki gün sonra da burada özerklik ilan edildi. 3 kantonun ilan edildiği Rojava, ortaya koyduğu modelle dünya üzerinde yaşayan halkların bir arada eşit temsilliyetle yaşanabileceğini de sunuyordu.
Üçüncü yol halkları birleştirdi
Kobanê Kantonu Dış ilişkiler Konseyi Başkanı İdris Nahsan, Kürt halkının tarih boyunca kendisine dayatılan politikalara karşı ayağa kalktığını ifade ederek Qamişlo Katliamı sonrasındaki serhildanlarla Suriye rejiminin sallanmaya başladığını söyledi. Nahsan, Kürt halkının bu serhildanlarla mücadelesini sürdürdüğünü ifade ederek, “2014’e gelindiğinde Arap Baharı’nda da Kürt halkı bir kez daha demokratik hakları için başkaldırdı. Ancak bir kez daha Suriye halkının örgütlü olmadığı görüldüğü için Kürt halkı, yaklaşımları noktasında yeni bir yol bulmalıydı. Bu da ortaklık ve eşitlik temelindeydi. 19 Temmuz’da Kobanê’de başlayan devrim süreciyle halk, savunma ve örgütlenmede kendi yönetimini oluşturdu. Üçüncü yolla istedik ki bütün ezilen halkları bir araya getirelim. Bir yandan da Suriye halklarına bir model sunduk” ifadelerini kullandı.
Özerkliği hazmedemeyenler saldırıya geçti
Nahsan, Demokratik Özerkliğin ilanıyla Suriye’deki bütün halkların ve inançların temsiliyetini bulduğuna işaret ederek, bunu hazmedemeyenlerin Rojava Devrimi’ne saldırmaya başladığına dikkat çekti. “Saldırılarla halkın ulaştığı bu özgürlük noktasını ayaklar altına almak istiyorlardı” diyen Nahsan, direnişle bunların da boşa çıkartıldığını söyledi. Nahsan, Demokratik Özerk Yönetimler olarak önlerine koydukları üçüncü yol olan eşitlik ve özgürlük yolunda yürümeye devam edeceklerini kaydederek, saldırılara karşı halkların başaracağına işaret etti.
7. BÖLÜM
Rojava Devrimi’ni başlatan kent olan Kobanê, 15 Eylül 2014’te insanlık düşmanı DAİŞ çetelerinin ve destekçilerinin başlatmış olduğu kapsamlı saldırıya karşı 21. yüzyılın en büyük direnişini gösterdi. 134 gün süren savaşın sonrasında Kobanê özgürleşirken tarihte eşine az rastlanır kahramanlıklar sergileyen YPG/YPJ savaşçıları da insanlık onurunu savundu. YPJ Komutanı Aryen Efrîn, direniş döneminde kimi zorlukların olduğunu ancak YPJ iradesiyle bu saldırıların boşa çıkarıldığını söyledi. Efrîn, “YPJ güçleri, ‘Canımızı bile veririz ama bu topraklara giremeyeceksiniz’ dediler. Düşman tanklarının önüne geçip kendilerini patlattılar” diyerek o günlerde verilen direnişi çarpıcı yönleriyle özetledi.
Rojava kantonlarında Demokratik Özerk Yönetimler’in ilanından sonra uluslararası ve bölgesel güçlerin El Kaide bağlantılı çetelerin eliyle başlattığı saldırıların fitili ateşlenmiş oldu. Yıl 2014 olduğunda, devrimi başlatan kent olan Kobanê, Suriye iç savaşının başladığı günden beri en büyük saldırıların yaşandığı ve buna karşı en büyük direnişin sergilendiği kent olarak dünya insanlığının hafızasına kazındı. Kobanê’ye dönük saldırılar Temmuz ayında başladı. Vahşet çetesi DAİŞ, Musul’u ele geçirdikten sonra elde ettiği ağır silahlarla yönünü Kobanê’ye çevirdi. Ancak büyük bir direnişle karşılaşan çetelerin bu ilk saldırı dalgası YPG/YPJ savaşçıları ve Kobanê halkı tarafından Güney cephesinde Girê Sêvê, batıda Zor Mixar ve doğuda da Evdiko ile Kopirlik köylerinde verilen büyük direnişlerle kırıldı. Saldırıların kırılmasında Kuzey Kürdistan halkının sınır hattında başlattığı nöbet eylemlerinin de etkisi büyük oldu. Kobanê’de saldırıları kırılan DAİŞ çeteleri, ardından Irak’ta Şengal, Telafer, Karakuş ve birçok bölgeyi işgal ederken; Suriye’de rejimin elinde bulunan en büyük kentlerden biri olan Rakka’yı, kentte bulunan Tabka Askeri Üssü’nü ve Rakka’ya bağlı Eyn Îsê kasabasını ele geçirerek gücüne güç kattı.
15 Eylül: Kobanê’ye saldırılar
Tarih 15 Eylül’ü gösterdiğinde DAİŞ çetecileri Musul’da elde ettikleri ABD silahları ve Rakka’da elde ettikleri Rus silahlarıyla üç koldan Kobanê’ye kapsamlı bir saldırı başlattı. Kendini daha önce Kobanê’de denemiş olan DAİŞ çeteleri, Kobanê’nin düşürülmesinin öyle kolay olmayacağını bildiğinden dolayı çok büyük bir güçle kente yüklendi. Bu kapsamlı saldırıyla beraber Kobanê’ye dördüncü cepheyi de Türkiye açmıştı. Türkiye, DAİŞ çetelerinin cephanesini Cerablus’tan trenlerle Girê Sipî’ye taşırken buna karşı da Kuzey Kürdistan halkı Kobanê sınırına akın ederek nöbet eylemlerine başlamıştı. Takvimler 27 Eylül’ü gösterdiğinde DAİŞ çeteleri daha önce Musul’da rehin aldıkları Türkiye Konsolosluğu’nun 49 çalışanını sembolik bir yer olan Girê Spî’de (Til Ebyad) teslim etti. O güne kadar aldığı tüm rehineleri katleden DAİŞ çetelerinin bu tavrı, kamuoyunda Türkiye ile DAİŞ’in Kobanê üzerine anlaşma yaptığı yorumuna neden oldu. Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu bu pazarlığı “diplomatik zafer” olarak takdim etmeye çalışırken Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, konsolosluk çalışanlarının serbest bırakılmasının insani olarak sevindirici olduğunu söyledi ancak bunu Kobanê’nin düşürülmesi pazarlığının bir parçası olarak değerlendirdi ve pazarlığı da “diplomatik rezalet” olarak nitelendirdi.
‘YPG tüzüğünü ihlal ediyoruz’
Kobanê’ye saldırılar tank, top, Milan füzeleri, katyuşa gibi çeşitli ağır silahlarla her taraftan devam ediyordu. Saldırılar hiçbir cephede durmaksızın sürüyordu. YPG/YPJ savaşçıları ise ferdi silahlarıyla direniyordu. Saldırılar bütün şiddetiyle devam ederken Kobanê’nin doğusundaki Serzûrî Köyü Okulu’ndaki 12 YPG/YPJ savaşçısının direnişi ise savaşın kaderini belirleyecekti. Buradaki 12 savaşçı, 24 saat boyunca çetelere karşı direnerek şehit düştü. Şehadete yürümeden önce cephe komutanları Meryem Kobanê’nin “Geri çekilin” talimatını kabul etmeyen savaşçılar, “Biz YPG tüzüğünü ihlal ediyoruz. Önder Apo, partimiz, şehitlerimiz ve halkımızdan özür diliyoruz” diyorlardı. Ve YPJ komutanı Meryem Kobanê, daha sonra bir mülakatında, “Bizim direnişimiz Serzûrî’den sonra başladı” diyecekti.
YPG/YPJ sivillerin katliamını önledi
Çetelerin çok yönlü saldırıları devam ederken YPG/YPJ savaşçıları, kendilerini halk ile çeteler arasında perde yaparak sivil katliamların önüne geçti. Kobanê’de Şengal gibi bir katliam tablosunun ortaya çıkmaması ve halktan kimsenin çetelere esir düşmemesi, tarihi Kobanê direnişinin üzerine en az tahlil yapılan yönü olmakta. YPG/YPJ savaşçıları, bir taraftan vahşet çetesi DAİŞ’e karşı direnirken; diğer yandan da köylerdeki sivilleri tahliye ediyordu. Çetelerin amacı YPG/YPJ’nin tüm gücünü kırsalda imha etmekken; YPG/YPJ savaşçıları kademeli/kontrollü çekilme stratejisiyle hareket ediyordu. Kentin etrafına gelindiğinde ise kent yoğun bir havan/tank saldırısına tabi tutuldu. Sivil halkın büyük bölümü Kuzey Kürdistan’a geçmişti. Artık Kürdistan tarihinde bir ilk olacak olan şehir savaşının hazırlıkları yapılıyordu.
Arîn Mîrkan’ın eylemi ve 6-8 Ekim Serhildanı
Kobanê’de bunlar yaşanırken başta Kuzey Kürdistan olmak üzere dünyanın her yerindeki Kürtler ve dostları Kobanê için ayaktaydı. Ama Kuzey Kürdistan’daki öfke, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Dîlok’ta yaptığı konuşmada “Kobanê düştü düşecek” demesiyle artık taşmak üzereydi. Takvimler 6 Ekim’i gösterdiğinde Arîn Mîrkan’ın Miştenûr Tepesi’nde gerçekleştirdiği fedai eylem, öfkeyi eyleme çeviren bir kıvılcım oldu. Kuzey Kürdistan ve Türkiye metropollerinde 7’den 70’e sokaklara dökülen halk, her yeri Kobanê’ye çevirdi. Kuzey Kürdistan’ın birçok kendinde fiili OHAL ilan edilirken 50’yi aşkın yurttaş yaşamını yitirdi. Halkın durdurulamaz öfkesini gören Türk devlet yetkilileri, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a giderek müdahil olmasını istedi. Birçok kesimden gelen “sağduyu” çağrılarını dinlemeyen halk, Öcalan’ın kritik müdahalesiyle durabildi.
‘Kürt halkının onurunu ayaklar altına aldırmadık’
Şehir savaşı kapıya dayandığında YPG/YPJ savaşçıları, kentin doğusu ve batısını tutarak çetelerin güneyden kente girmesini sağlayacaktı. Ancak yaşanan kimi taktik aksamalardan dolayı ve Miştenûr Tepesi’nin düşmesinden sonra şehir savaşı kentin doğusunda başladı. Çeteler ağır silahlarıyla kente girdikten sonra DAİŞ’e karşı ABD öncülüğünde kurulan koalisyon güçlerine bağlı savaş uçakları yer yer DAİŞ mevzilerini bombalamaya başladı. Artık şehir savaşı en ağır biçimde sürüyordu. Çetelerin kente girmesi üzerine o dönem konuşan YPG Kobanê Komutanı Mehmûd Berxwedan, “Kobanê’nin sokaklarını onların cenazeleri ile dolduracaklarını“ söylerken; YPJ Kobanê Komutanı Meysa Ebdo ise röportajında, “Halkımız bilsin ki uzun bir zamandır burada Kürt halkının kimliği, varlığı ve hakları için bir kahramanlık destanı yazılıyor. Her köyde, mezrada, tepede şehitler verdik. Her köyde yaralılarımız oldu. Bazı yerlerde cenazelerimizi bastılar ama asla ve asla Kürt halkının onurunu ayaklar altına aldırmadık. Her direnişimizde halkımızın direnişini büyüttük ve büyütmeye de devam edeceğiz. Bir tekimiz bile kalsa, köy köy, ev ev nasıl savaştıysak bundan sonra da aynı şekilde savaşacağız. Bütün dünya küçük bir kasabanın üzerine geliyor. Bu da bizim büyüklüğümüzdür, irademizdir. Dünyaya bunu gösteriyoruz. Kobanê öyle kolay gitmeyecek. Bu bir buçuk yılda nasıl yüzlerce kayıp vermişsek, bundan sonra yine veririz, binlerce kayıp da veririz. Bir tek özgürlük savaşçısı dahi kalsa yine direneceğiz” diyordu.
‘Kobanê Stalingrad olacak’
“Kobanê Stalingrad olacak” sözünün patenti ise YPJ komutanı Meryem Kobanê’ye aitti. O dönemde PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah, “Kobanê düşerse her şey biter, diye avuçlarını ovuşturanlar bilsin ki Kobanê’nin düşmesi onların ölümü olacaktır. Kobanê düşse bile direniş daha da büyüyecektir” derken Kobanê Kantonu Başbakanı Enwer Muslim de şunları söylüyordu: “Tarihte direnişleriyle ünlü birçok kent ve ülke var. Stalingrad, Almanya’da Viyanpoll, Vietnam... Kobanê de şimdi öyle tarihi bir rol oynuyor. Bugüne kadar bize yapılan saldırılar -son bir buçuk yılda- hangi bölge ya da kente yapılmış olsaydı çoktan düşürülürdü. Ama yine de Kobanê’nin düşüşü öyle kolay olmayacak.”
Sözün gereği yapıldı
Sınır kapısını ele geçirmek isteyen çeteler en büyük saldırılarını doğu cephesinde gerçekleştirdi. Kaniya Kurda Mahallesi’nden Suk El Hal Mahallesi’ne çekilen YPG/YPJ savaşçıları, burada bir savunma hattı oluşturdu. 113’ü kent içerisinde toplamda 134 gün süren Kobanê Direnişi’nde; Destina, Arîn Mîrkan, Kendal Efrîn, Eylem, Diyar Bagok, Gelhat Cûdî, Rênas, Seyîtxan ve Cûdî Amed gibi yüzlerce YPG/YPJ Komutanı ve savaşçısı, halka verdikleri “devrimi koruma” sözünü yerine getirerek şehadete ulaştı.
Halep Grubu savaşın kaderini değerlendirdi
31 Ekim tarihinde Güney Kürdistan’dan gelen 145 kişilik bir Pêşmerge heyeti Kobanê’ye ulaştı. Daha çok ağır silahlar kullanan Pêşmergeler kentin batısında konuşlanarak bu silahlarla direnişe destek verdi. Şehir savaşının sürdüğü dönemde Halep Grubu olarak bilinen ve şehir savaşında uzman bir YPG grubu Kobanê’ye ulaşarak savaşın seyrinin değişmesinde önemli bir rol oynadı. Sokaklara perde çekilmesini, duvarların delinerek yol açılmasını, mevzilerin yeniden yapılandırılmasını sağlayan Halep Grubu, birçok üyesini şehit vererek çetelere ağır darbeler indirdi. Artık çeteler darbe üzerine darbe alıyor ve birçok mevziyi kaybediyordu.
Dünya YPJ’ye selama durdu
1 Kasım tarihinde ise dünya, Kobanê’ye, direnişine ve direnişçilerine selam duruyordu. Bu tarih, Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü ilan edildi. Dört kıtada alanlara çıkan her dilden, inançtan, renkten ve ideolojiden insanlar Kobanê Direnişi’ni, özellikle de YPJ’nin direnişini selamlıyordu. Eylemlerin en kitlesel geçtiği yerlerin başında El Kaide’nin kaleleri olarak bilinen Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerin olması herkesi şaşırtmış ve kadının özgürlük istemini gözler önüne seriyordu.
29 Kasım saldırısı ve TC-DAİŞ mutabakatı
Tam da YPG/YPJ savaşçılarının Kobanê’yi çetelerden temizleme operasyonunu başlatacağı 29 Kasım günü; DAİŞ çeteleri her üç cephenin yanı sıra Türkiye’nin hakimiyetinde olan Kuzey Kürdistan topraklarını kullanarak Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndan kente dönük bir saldırı başlattı. Sabah saatlerinde dört cepheden başlayan saldırıda çeteler, bomba yüklü 4 araç ve 3 tankla saldırmıştı. Kapıdaki saldırıya karşılık veren YPG’liler ve Asayiş güçleri, çetelerin amaçlarına ulaşmasını 13 şehit vererek engelledi. YPG/YPJ savaşçıları sınırı geçerek Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) silosu ve Mürşitpınar Camisi’nden saldıran çeteleri etkisizleştirdi. Yaralanan çeteciler de Türkiye’ye ait panzerlerle taşınarak daha doğudaki birliklerine teslim edildi. Bu kapsamlı saldırı bertaraf edildikten sonra Türkiye’nin DAİŞ’e kapıyı ele geçirmesi için 4 saat süre tanıdığı, kimi istihbari bilgiler ışığında ortaya çıktı.
Ve Kaniya Kurda’da YPG bayrağı dalgalanıyordu artık...
Eskiden Kuzey Kürdistan ve diğer parçalardaki özgürlük istemlerine destek vermekten geri durmayan Rojava için bu kez başta Kuzey Kürdistan halkı olmak üzere tüm Kürtler seferber olmuştu. Kobanê Direnişi boyunca yüzlerce genç sınırı geçerek direnişe katılırken Suruç sınırında başlatılan nöbet eylemleri ise direnişçilerin moral kaynağı oldu.
Her bir anı bir kahramanlık destanı ile geçen Kobanê Direnişi, tarihler 25 Ocak’ı gösterdiğinde Kaniya Kurda ve Miştenûr’da -yani Arîn Mirkan’ın diyarı- YPG bayrağının dalgalanmasıyla zaferini ilan etmişti. Kobanê düşmemiş, direnmiş, kazanmıştı artık... 15 Eylül’den 24 Ocak’a kadarki savaşta 600’ü aşkın YPG/YPJ savaşçısı şehit düşerken; sonraki süreçlerde de başlatılan operasyonlarla çetelerce işgal edilmiş Kobanê köyleri bir bir geri alındı.
YPJ’nin Kobanê komutanlarından Aryen Efrîn, Kobanê’ye dönük saldırıların dünyada eşi benzeri olmadığına işaret ederek bu saldırılarla Kürt kadının yarattığı emeğin yok edilmek istendiğine, saldırıların esas amacının da bu olduğuna dikkat çekti. Efrîn, saldırılarla Kürt halkının direniş tarihinin yok edilmek istendiğini belirterek şunları söyledi: “Kobanê’de bu tarihi toprağa gömmek istediler. Kürt halkının dilini, kimliğini tüm değerlerini, tarihten günümüze kadar yaratımlarını Kobanê’ye saldırarak yok etmek istediler. Dünya üzerinde devletler karşılıklı savaştığı zaman büyük tekniklerle saldırıyorlar ama bizim askeri bir ordumuz, silahımız yok. Esasta bu saldırıları durduran, Kürt kadınlarının ve gençlerinin iradesiydi. Bu irade, saldırılara siper oldu. Bunu Kobanê’de gözlerimizle gördük. Cephede son anlarına kadar direnenler, tanklarla saldıranlara karşı iradeleriyle durdular. Bu irade, Önder Apo’nun bizlerde yarattığı fikir iradesinin yansımasıydı. Bu irade, sadece Kobanê’de değil Rojava’nın, Kürdistan’ın tamamında daha büyük başarılar getirecektir. Kobanê Direnişi’nde YPJ elbette büyük bir rol oynadı. Zorluklar vardı ama YPJ iradesiyle bu saldırılar boşa çıkardı. YPJ güçleri, ‘Canımızı bile veririz ama bu topraklara giremeyeceksiniz’ dediler. Düşmanın tanklarının önüne geçip kendilerini patlattılar. Arîn Mîrxan bir örnektir ama onun gibi onlarca genç çıktı ve düşmana ‘Topraklarımıza giremezsiniz’ dedi. Bunu bedenlerini büyük bir irade silahına dönüştürerek gösterdiler.”
Tarih 22 Şubat 2015’i gösterdiğinde daha önce “Kobanê düştü düşecek” diyerek sevincini gizlemeyen ve bunu “müjdeleyen” Tayyip Erdoğan, DAİŞ çetelerinin işgal ettiği Suriye topraklarındaki Süleyman Şah Türbesi’nin nakil işlemi için Kobanê’nin kapsını çalacaktı. Kobanê Kantonu Hükümeti’nden alınan izin ve YPG’den alınan destekle, 21 Şubat’ı 22’ye bağlayan gece Süleyman Şah Türbesi Kobanê’nin güneybatısındaki Qereqozax Köprüsü’nden kaçırılarak Kobanê’nin batısındaki Aşmê köyüne getirildi. Türbeyi nakil işlemi, “havuz medyası”nda bir taraftan “büyük operasyon”, “yıldırım operasyonu” ve “askeri zafer” olarak takdim edilirken; diğer taraftan da PYD’ye ültimatom verilerek yapıldığı yazıldı, çizildi. Ancak daha sonra operasyonun ayrıntıları ortaya çıkınca YPG’nin TSK’ye bizzat destek verdiği, Qereqozax’ta bozulan bir Türk tankının YPG tarafından getirilerek kendilerine teslim edildiği ve Aşmê için ise defalarca PYD ve Kobanê Hükümeti ile görüşüldüğü ortaya çıktı.
Kaynak:
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=44341
Sykes-Picot Anlaşması ile dört parçaya bölünen Kürdistan’ın en küçük parçası Rojava, bir yandan diğer parçalardaki Kürtlerin özgürlük arayışlarının “arka bahçesi” olurken; diğer yandan da Baasçı Suriye’nin inkarı ve şoven politikalarını en ağır biçimde yaşadı. İktidarların değiştiği Suriye’de Kürt politikasında bir değişiklik olmazken buna karşı direnişler de hep olageldi. Tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, Suriye iktidarlarının baskılarının artmasıyla Kürtlerin kimliklerine daha çok bağlandığını belirterek, “Benim olan zaten benimdir, senin olan da ikimizindir” şeklinde özetlediği Baas politikasını Suriye’deki mezhepsel ve etnik çelişkileri derinleştirerek bugüne geldiğini kaydetti.
1639’da Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla Kürdistan’ın Safevi (bugünkü İran) ve Osmanlı devletleri arasında ikiye bölünmesinden yaklaşık 300 yıl sonra Kürdistan, bu kez yeni bir “cerrahi müdahale” ile karşı karşıya kaldı. Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı’nın kapıyı çaldığı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Batı, -sonradan 4’e bölünecek olan Kürdistan’ın- Güney, Kuzey ve Rojava (batı) parçaları üzerinde hakimiyet kuran Osmanlı’yı “hasta adam” olarak tanımlıyordu ve onun mirasını paylaşıyordu, gizli anlaşmalarla... “Mirası bol olan” hasta adam da, ölümünü geciktirmek için İngiltere, Fransa ve Rusya’nın başını çektiği batının “itilaf bloku”nun karşısında Almanya ve İtalya ile birlikte “ittifak bloku” içerisinde yer aldı. 1914’te dört yıl sürecek olan Birinci Paylaşım Savaşı fiili olarak başladıktan sonra 25 Ekim 1917’de Rusya’da Lenin’in öncülüğünü yaptığı Ekim Devrimi oldu ve Çarlık Rusyası yıkıldı. Çarlık Rusyası’nın yıkılmasından sonra kurulan “çiçeği burnunda Sovyet Rusyası”, İtilaf Devletleri’nden çekildi ve bu devletlerin kendi aralarında yaptığı gizli anlaşmaları da bir bir ifşa etti. İfşa edilen anlaşmalardan biri, Ortadoğu’da en büyük hançeri Kürdistan’ın kalbine saplayacak olan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması’ydı.
Yeni haritaların ortaya çıkışı
Kürtlerin o günden bugüne kadar “en uğursuz antlaşma” olarak göreceği Sykes-Picot Anlaşması, İngiltere ve Fransa arasında yapılmıştı ve ismini de anlaşmayı hazırlayan bu ülkelerin iki istihbaratçısının elemanından alıyordu. Anlaşmaya göre -kaba bir şekilde- Güney Kürdistan İngilizlere, Rojava Fransızlara bırakılıyordu; Kuzey Kürdistan ise bunlar arasında pay ediliyordu. Söz konusu anlaşmayı sorduğumuz Kobanê Kantonu Eğitim Bakanı, tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, Sykes-Picot’la “yeni haritaların ortaya çıktığını“ belirterek, “Biz Kürtlerin payına parçalanmışlık düşmüştü. Araplar, Osmanlı’nın gidişine kendilerini hazırlıyordu. Bu dönemde Batı’nın desteğini alan Şerif Hüseyin, Sewre Arabiya Kübra’yı başlatmıştı. Yani Büyük Arap Devrimi’ni... Batı destekliydi. Bilindiği gibi siyasette boşluk yoktur. Boşlukları bir güç mutlaka doldurur. Osmanlı’nın yarattığı boşluğu Batı destekli Araplar doldurmuştu. Sonrasında ise 22 Arap devleti oluşturuldu. Bunların bir bölümü İngilizlerin payına düşerken; biz Suriyeliler olarak Fransızların payına düştük” sözleriyle dönemin kritik eşiğini özetledi.
Fransızların Suriye girişi ve Kürt direnişi
Osmanlı’nın çekilmesi sonrası Suriye ile Irak’ta hüküm sürecek olan Melik Faysal hükümeti kuruldu. (Ortadoğu’da son yıllarda “Arap Baharı” ile gelişen iç savaşta El Kaide’nin bir kolu olarak ortaya çıkan DAİŞ’in Irak İslam Devleti. İsmini sonradan Irak Şam İslam Devleti olarak değiştirmesi ve “Biz Sykes-Picot’u sonlandırdık” demesi, bu bilgi ışığında daha iyi anlaşılacaktır) Şerif Hüseyin’in oğlu olan Melik Faysal’ın kurduğu hükümet, “manda hükümeti” konumundaydı. 1919’da Lübnan’ı işgal etmiş olan Fransa, 1920’de de Suriye’yi işgal etti. Bu süreci de tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, şu sözlerle anlatıyor: “O zaman Ceyş-ül Wetenî (Vatan ordusu) vardı Suriye’de. Başında da Şam Kürtlerinden olan Yusif Ezma vardı. Ezma ailesindendi. Aynı zamanda Suriye Savunma Bakanı’ydı. Suriye’nin kan dökülmeden işgalini kabul etmedi. Ancak ordudan sadece 3 bin kişi onunla birlikte hareket etti. Onlar da Lübnan sınırına giderek Meyselun mıntıkasında Fransızlarla çatıştı. Ezma, Fransızların ‘teslim olmaları‘ teklifini kabul etmedi ve onlar da tanklarla cenazesinin üzerinden geçerek Şam’a girdi.”
Fransa’ya karşı Kürt direnişi
Bu dönemde bazı lokal direnişler gerçekleşse de Fransa, 25 yılı aşkın bir süre kesintisiz olarak Suriye ve Rojava topraklarında hüküm sürdü. Ta ki İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı yıllarında Nazi Almanyası’nın yönünü Fransa’ya çevirmesi ve Suriye’de de Fransa’ya karşı direnişlerin büyümesi üzerine Fransa ordusu, 1946’da Suriye’den çekilmek zorunda kaldı. Ancak bu dönemde birçok Kürt aktörü fiili olarak direnişe katıldı ve Fransa ordusuna karşı direniş örgütledi. Önemli Kürt direniş örgütleyicilerinden biri de İdlîb’de yaşayan İbrahim Henano’ydu.
Direnişin ardından İdlîb merkezine dikilen Henano’nun büstünün 29 Mart 2015’te İdlîb’i ele geçiren El Kaide’nin Suriye kolu olarak ülkede örgütlenen El Nusra Cephesi tarafından yıkıldığını da hatırlatmakta fayda var. DAİŞ sözde Sykes-Picot’u bitirdiğini ve Suriye ile Irak’ı birleştirdiğini iddia etse de DAİŞ’in Suriye izdüşümü olan El Nusra da Henano’nun büstünü yıkıyordu.
Suriye’de dört yıllık demokrasi dönemi
17 Nisan 1946’da Fransız ordusunun Suriye’den çekilmesinden sonra o tarihin sonraki yıllarda “ulusal istiklal bayramı” olarak kutlanmaya başlandığını söyleyen tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, Suriye’de yaşayan tüm halkların, inançların ve mezheplerin bunu kendi bayramları olarak gördüğünü ve kutladığını söylüyor. Ardından -içlerinde Suriye’deki her oluşumdan insanların yer aldığı- toprak sahibi muhafazakarlar ile burjuvaların ortak bir hükümet kurduğunu söyleyen Elî, sonraki dönemde güçlenen orduyla neredeyse yılda iki askeri darbenin yapıldığı bir darbeler sürecinin başladığını aktardı. 1954’ten 1958’e kadar süren dört yılı “Suriye’nin demokrasi, özgürlük ve eşitlik gördüğü yıllar” olarak değerlendiren tarihçi-edebiyatçı Elî, bu dönemin iktidarında Şükrü Kuvvetli’nin olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Bu dört yılda demokrasi, örgütlenme özgürlüğü ve seçimler oldu. Şükrü Kuvvetli demokratik bir zihniyete sahipti. Bu dönemde sol ve komünist partiler çok güçlendi. Neredeyse tüm sokaklar komünistlerin elindeydi. Mesela Kobanê’de bir tek Komünist Parti vardı. Onun kalesiydi. Sonradan Kürt partileri kurulmaya başlandı. Ama Kürt partilerinin hepsi de Komünist Parti’nin talebeleriydi.”
‘Komünizm tehlikesi’ ve Birleşik Arap Cumhuriyeti
Şükrü Kuvvetli iktidarının Sovyet Bloku ile yakınlaşması üzerine Batı’nın desteklediği Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdulnasır, Mısır ve Suriye’yi “komünizm tehlikesine karşı(!)” Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleştirdi. Dört yıl süren zorlu ve kıtlıkla geçen bir dönemin ardından birlik, 1963’te yıkıldı. Ardından 8 Mart 1963’te “uyanış” anlamına gelen Arap milliyetçisi Baas Partisi iktidara geldi. Şoven bir politika güden Baas, Suriye toprakları üzerinde yaşayan herkesi “Araplaştırma” politikasını yürüterek Suriye’de Araplardan sonra en çok nüfusa sahip olan Kürtlerin anadilini yasakladı, topraklarına el koydu, örgütlenmelerini engelledi, yer isimlerini değiştirdi ve Kürtleri asimilasyona tabi tuttu.
Baas’ın inkarcılığı ve şovenizmi
1963’te iktidarı ele geçiren Baas Partisi’nin yedi yıllık iktidarından sonra Hafız Esad, “parti içi darbeyle” iktidarı ele geçirdi, eski “ülküdaşlarını” ya zindana attı ya da sürgüne zorladı. Alevi olan Hafız Esad, devletin tüm kurumlarına Alevileri yerleştirdi ve kadrolaşmayı onlarla yaptı. Kürtlerin üzerine daha sert giden Baas iktidarı, Girê Sipî ve Ezaz-Cerablus hattında daha önce temelleri atılan “Arap Kemerleri”ni tamamladı. Baas’ın bu zorbalığına karşı “Kürtlerin kimliklerine ve dillerine daha sıkı sarıldığını” söyleyen tarihçi-edebiyatçı Elî, “Baasçıların politikası şu şekilde özetlenebilir: ‘Benim olan zaten benimdir, senin olan da ikimizindir.’ Bu politika mezhep çelişkisini derinleştirdikçe derinleştirdi. Çatışmalar yaşandı. Ama patlama, 2011’de tüm Suriye’yi iç savaşa sürükleyen ve bugün de devam eden aşamaya getirdi” diyor.
Özgürlüğün arka bahçesi: Rojava
Sykes-Picot Anlaşması ile dört parçaya bölünen Kürdistan’ın nüfus ve coğrafya olarak en küçük parçası olan Rojava, -yani Bat Kürdistan- Kürtlerin siyasi literatüründe “Güneybatı Kürdistan”, “binxet (Almanya ile Osmanlı’nın çektiği tren hattının altı)”, “birayêbiçûk (küçük kardeş)” ve “Rojava” olarak tanımlandı. Doğu’da Dêrika Hemko’dan başlayarak Efrîn’e kadar ince bir hat olarak uzanan “küçük kardeş” Rojava, hiçbir zaman diğer parçalardaki özgürlük isyanlarının “arka bahçesi” olarak ulusal görevini yerini getirmekten geri durmadı.
Kuzey’deki isyanlar ve Rojava’ya göç
1927 yılında Beyrut’ta kurulan Xoybûn Cemiyeti, Cizîrê, Şam ve Halep gibi merkezlerdeki Kürtleri bir araya getirdi. Xoybûn Cemiyeti kurucularının arasında eski Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleri, Şêx Seîd’in çocukları, Bedirhan Bey’in torunları ve Cemil paşazadeler gibi Kürt ailelerinden isimler de vardı. Birleşik bağımsız bir Kürt devleti kurmayı hedefleyen Xoybûn Cemiyeti, 1927 ile 1930 yılları arasında Ağrı’daki isyanları örgütledi. Öncesinde de Kuzey Kürdistan’da başlayan Şêx Seîd İsyanı’nın bastırılması sonrası da birçok isyancı ve aşiret Rojava’ya göç etmek zorunda kalmıştı. Milli ve Miran aşiretleri bunların başında geliyordu. Daha sonra uygulanan Şark Islahat Planı çerçevesinde de 20-25 bin kadar Kuzey Kürdistan Kürt’ü Rojava’ya göç etmek zorunda kaldı. Rojavalılar, Güney Kürdistan’da KDP öncülüğünde başlatılan isyanları da aktif bir şekilde desteklemekten geri durmadılar. Rojava’nın Kürtlerin özgürlük istemine yaptığı ev sahipliğini Husên Mihemed Elî, şu sözlerle dile getiriyor: “Amed’deki bir konferansta da söyledim: Eskiden Rojava, diğer parçaları destekliyordu, orada şehit veriyordu. Ama şimdi başta Kuzey Kürdistan olmak üzere diğer parçalardaki halkımız Rojava için canını ortaya koyuyor ve bedel ödemekten kaçınmıyor.”
Kürt aydınlanması ve Rojava
Yoğun bir göçün yaşandığı Rojava, Kürt dili ve aydınlanmasının da merkezi oldu. 1920’li yıllarda buraya göç etmek zorunda kalan Celadet Elî Bedirxan ile kardeşi Kamuran Elî Bedirxan öncülüğünde çıkarılmaya başlanan Hawar dergisi, ilk Kürtçe dergi olmasının yanı sıra burada Kürtçe Latin alfabesinin de temelleri atıldı. Dergide başta Osman Sebrî, Cegerxwîn, Haco Axa, Memdûh Selim, Qedrîcan olmak üzere birçok Kürt aydını kalem oynatarak hem Kürt aydınlanmasına hem de Kürtçe’ye katkı sundu. Bu dönemdeki kimi kültürel çalışmalara izin vermede Fransızların kısmi de olsa desteğinin olduğunu belirtmek gerekir.
Öcalan’ın Rojava’ya geçişi
Ancak Rojava için asıl büyük gelişme, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 29 Temmuz 1979’da Rojava’ya geçmesiyle oldu. 1980 Askeri Darbesi’ni sezen Öcalan, darbeden önce Urfa’nın Suruç ilçesi üzerinden Kobanê’ye geçti. Öcalan’ın Kobanê’ye gelişiyle Rojava, adeta bir akademiye çevrildi. Bu akademiden mezun olan yüzlerce Rojava genci özgürlük devrimine atıldı. Yine PKK’nin Ortadoğu’da güç kazanmasıyla Hafız Esad rejimi de Kürtlere dönük politikasında kısmi bir yumuşamaya gitmek zorunda kaldı. Bugün bütün dünyanın sadece büyük bir gıpta ile izlemekle yetinmediği ve bizzat mazlum halkların umudu ve tüm Ortadoğu’ya model olacak Rojava Devrimi’nin temelleri, tam da bu dönemde bizzat Öcalan tarafından atıldı. Rojava Devrimi’nin iğneyle kuyu kazar gibi Öcalan’ın 20 yıllık büyük emeğinin ürünü olduğunu sadece Rojavalı Kürtler değil, Öcalan karşıtı olan güçler de teslim ediyor.
2. BÖLÜM
Rojava Kürtleri için önemli eşiklerden biri de 1946’da Suriye’nin “bağımsızlığını“ ilan etmesiyle oldu. Arap milliyetçiliğinin temsilciliğini yapan BAAS hareketi, 1950’li yılların sonuna doğru gücünü artırmaya başlayıp 1963 yılında gerçekleştirdiği darbe ile iktidara geldi. Arap milliyetçiliğinin ve BAAS iktidarına damga vuracak Hafız Esad’ın 1971 yılında halk oylamasıyla devlet başkanı olmasından sonra hareket, politikalarını hayata geçirmek için kolları sıvadı. Politikalarına ve rejimine karşı çıkmaya çalışan toplumsal dinamikleri ve grupları ise kanlı bir şekilde bastırdı. Ülke sınırları içinde herkese bir Suriyeli Arap kimliği kazandırmaya çalışan Esad, buna dayalı olarak tüm toplumsal kesimlerin kimlik arayışını zor kullanarak engellemeye çalıştı. 49 yıl iktidar olan BAAS, Kürt halkını her süreçte rejim açısından “potansiyel tehlike” ve “en tehlikeli unsur” olarak gördü ve politikalarını da buna göre dizayn etmekten geri durmadı.
200 bin Kürt’ün vatandaşlık hakları elinden alındı
Cizîrê bölgesinin 1950’li yılların sonuna doğru yoğun bir Kürt göçü almasıyla birlikte 300 bini aşan Kürt nüfusuna karşılık rejim, Cizîrê’de bir nüfus sayımı yapılmasını kararlaştırarak bunun sonucunda yaklaşık 200 bin Kürt’ü kısa süre içinde yabancı statüsüne getirdi ve vatandaşlık haklarını ellerinden aldı.
Kürtlere yaşam dayanılmaz hale getirildi
Bölgede yaşayan Kürtlerin Suriye içinde dağıtılması, buna karşılık bölgeye Arapların yerleştirilmesi yönünde bir politika belirlendi. Böylece Kürtlerin yaşadığı bölgede “Arap Kemeri” oluşturulması amaçlandı. Ancak Kürtler direnişle plana karşı çıkınca BAAS rejimi, bu konuda az da olsa geri adım attı. Arap Kemeri’ni tam olarak oluşturamayan rejim, buna karşı Kürtlerin yaşam şartlarını her geçen gün daha da dayanılmaz hale getirdi. Kürtçe yayınlar ve Kürtçe’nin konuşulması yasaklandı, bölgedeki yer isimleri Arapça’yla değiştirildi. Yine rejim tarafından 1963 yılında, Türkiye’deki Şark Islahat Planı gibi uygulamaların benzeri düzenlenerek, 12 maddeden oluşan bir soykırım uygulaması hayata geçirildi. Bunlardan biri insansızlaştırma ve Arapları bölgeye yerleştirme, biri de kimliksizleştirme ve yurttaş olarak kabul etmemeydi. İktidarını en mikro düzeyde yerleştirmek isteyen BAAS, her iki Kürt köyünün arasına iki Arap köyü yerleştirerek Kürtlerin topraklarını ellerinden aldı. Ancak bu plan tam olarak işletilemedi. Plana yönelik bölgede yaşanan direniş üzerine hükümet, bu konuda geri adım attı. Buna karşın Kürtlerin yaşam şartları her geçen gün ağırlaştı, hakları geriye gitti.
Yok sayılan Kürt’e bu kez katliam dayatıldı
Bütün bu süre boyunca Kürtlerin direnişi ve bu direnişlere karşı BAAS rejiminin katliam politikaları da sürekli gündemdeki yerini korudu. Kürdistan’ın diğer parçalarında sömürgecilerin Kürt halkına dönük yaptığı katliamların benzerleri, aynı politikalar doğrultusunda Suriye’de de hayata geçirildi. Buradaki Kürtlerin yaşadığı katliamlarda da geçtiğimiz günlerde Kobanê’de DAİŞ tarafından gerçekleştirilen katliamda olduğu gibi yine ağırlıkta kadın ve çocuklar katledildi. 13 Kasım 1960’da gerçekleşen ve “Amûdê Sineması Katliamı“ olarak Kürtlerin hafızasında yer edinen katliamda ilkokul öğrencisi yüzlerce çocuk, Cezayir’in Fransa’ya karşı direnişini anlatan Mısır yapımı “Gece yarısı Hayaleti” isimli filmi izlediği Amûde kentindeki Amudê Sineması‘nda çıkarılan bir yangında katledildi.
‘Amûdê’de film değil katliam senaryosu vardı’
“Amûdê’de bilinen filmin senaryosunun dışında bir gizli senaryo daha uyarlanmıştı“ diyerek Amûdê katliam organizasyonunu anlatan tarihçi-edebiyatçı Husên Mihemed Elî, orada yüzlerce Kürt çocuğunun bir araya getirilerek bilinçli bir şekilde katledildiğini söyledi. Aynı filmin gösteriminin Kobanê’de de yapıldığını anımsatan Elî, kendisinin de o dönem okuldaki öğrencilerini bu filme götürdüğünü belirtti ve, “Herhalde sayımız az olduğu için orada o senaryoyu hayata geçiremediler. Ama Amûdê’de yüzlerce Kürt çocuğunu bir araya getirerek katliamı gerçekleştirdiler. Bu bir yangın değildi. Kapılar neden kilitliydi, çocuklar dışında sinemanın görevlilerinden hiçbiri neden yaşamını yitirmedi? Bunlar hala cevaplanmamış ama Kürt halkının cevabını geçmiş tecrübelerinden bildiği sorulardır” sözleriyle katliamın BAAS rejimi tarafından planlandığını ve uygulandığını söyledi.
Hemen hemen her aileden bir çocuğun can verdiği katliamda yaşamını yitirenlerin sayısının 300 civarında olduğu belirtiliyor. Sinemadaki teknisyenlerden hiçbirinin ölmemesi ve ciddi bir soruşturma açılmaması, yangının bilinçli olarak çıkarıldığı iddialarını sürekli taze tuttu.
Kuzey’de Amed Zindanı, Rojava’da Hesekê Cezaevi
Kürt halkının dayatılan inkar politikalarına karşı arayışları, Türkiye’de olduğu gibi Suriye’de de cezaevi hücrelerinde dindirilmek isteniyordu. 12 Eylül faşist darbesinin ardından Türkiye cezaevlerinde hayata geçirilen uygulamaların bir benzeri de rejim tarafından Suriye’de uygulanıyordu. Diyarbakır Zindanı’ndaki vahşeti yakından bilen Kürt halkının cezaevinde yaşadığı benzeri bir vahşet de 23-24 Mart 1993’te Hesekê Cezaevi’nde yaşandı. O gün çoğunluğu siyasetçi olan 65 Kürt bir odaya alınarak cezaevinde ateşe verildi. Çıkarılan yangında 65 Kürt tutsak, vahşice katledildi.
Qamişlo’daki Kürtleri ‘İkinci Halepçe’ bekliyordu
Tarih yaprakları 11 Mart 2004’ü gösterdiğinde ise Qamişlo’da Kürt halkına karşı yeni bir katliam hayata geçirildi. O gün kentte Cihad isimli Kürt futbol takımı ile Arapların Fituve (Gençlik) takımı arasında yapılacak maçı izlemek için Dêrika Hemko, Tirbespiyê, Serêkaniyê, Amûdê kentlerinden gelen yüzlerce Kürt, Qamişlo’daki Kürtlerle birlikte Belediye Stadyumu’nda yerlerini aldı. Ancak Kürt taraftarların üstleri didik didik aranırken Arap taraftarların bıçak ve silahlarla stadyuma girmesine göz yumulmuştu. Deyra Zor’dan gelen Arap taraftarların “Sizi ikinci Halepçe bekliyor” gibi sloganlar atması ve Saddam posterleri açması üzerine bir anda gerginlik yaşandı. Polisin de aradan çekilmesiyle birlikte ellerinde kesici alet ve silahlar bulunduran Arap taraftarlar, Kürtlere saldırmaya başladı. Kendini korumak için dışarı çıkmak isteyenler ise polisin demir kapıları kilitlemesi sonucunda içeride kaldı. Söz konusu futbol takımının Sünni BAASçılığının o dönemki temsilcisi olan Saddam Hüseyin’in pankartlarını taşıması ve taraftar çatışması sonrası Şii BAASçılığının hemen desteğe koşarak Kürt halkına saldırması, Kürdistan’ın işgalci ulus-devletlerinin anti-Kürt politikasını ele veriyordu. Suriye iç savaşından sonra Deyra Zor’un katı Selefi DAİŞ çetesinin eline geçen ilk kent olması da bu politikanın güncellenmiş yansıması olmakta. O gün askeri birlikler kısa bir süre içinde müdahale etme adına olay yerine gelerek halkın üzerine ateş açtı. Saldırının gerçekleştiği ilk günün akşamına kadar 8 Kürt açılan ateş sonucu yaşamını yitirirken onlarca kişi de ağır yaralandı.
Katliama tepki serhildana dönüştü
Planlı bir şekilde gerçekleşen bu katliama karşı halkın tepkisi, Rojava’nın bütün kentlerinde serhildanlara dönüştü. Halk tarafından yaşamını yitiren 8 kişi “şehit” ilan edilirken 12 Mart günü Qamişlo’da cenazeleri kaldırmak üzere toplanan on binlerce kişi kent merkezine doğru yürüyüşe geçti. Ancak kent merkezinde rejim askerleri bir kez daha halka saldırdı. BAAS rejiminin bu saldırılarına Rojava’nın diğer kentlerinden halk, eylemlerle cevap verdi. 13 Mart günü Amûdê, Serêkaniyê, Tirbespiyê, Dêrik, Efrîn, Dirbesiyê ve Qamişlo’da halk serhildana kalktı. Kürt halkının bu serhildanına her yerde rejim güçleri saldırdı. Günlerce süren saldırılarda 36 kişi yaşamını yitirdi, 100’den fazla kişi yaralandı ve bine yakın kişi işkenceden geçirildi. Tüm bu kayıplara rağmen Rojava halkı serhildanlarını 21 Mart’a kadar sürdürdü. Halkın serhildanı, halkın iradesini sindirmek isteyen bu saldırıyı ve rejimin katliam politikasını boşa çıkardı.
‘Katliam PYD’nin kuruluşuna yanıttı’
PYD Kobanê Kantonu üyesi Ehmed Xoce, PYD’nin 2003 yılından kurulduğunu anımsatarak, BAAS rejiminin gerçekleştirdiği bu katliamla Kürt halkının özgürlük arayışına bir cevap vermek istediğine işaret etti. Xoce, PYD’nin yok edilmek istenen bir halkın örgütlülüğünü sağlamak amacıyla kurulduğunu ancak rejimin buna tahammül edemediğinden dolayı bu vahşiliği gerçekleştirdiğini söyledi. Xoce, “Bu saldırı, Kürt halkının kültürü, dili, kimliği ve varlığı karşısında gösterilen en acımasız tahammülsüzlüktü. Bir kabul etmemezlik vardı. Çünkü PYD’nin bu halkı örgütleyeceğini biliyorlardı“ tespitinde bulundu.
Qamişlo Katliamı Rojava Devrimi’nin kıvılcımı
Qamışlo’daki katliamın ardından gelişen serhildan, Rojava Devrimi’ne giden yolda da önemli bir dönüm noktası oldu. 2003’te PYD’nin kurulması sonrası yaşanan katliamın ardından halkın öz savunmasının oluşturulmasına dönük çalışmalara başlanmıştı ve bu dönemde halk arasında gelişen birlik artık Ortadoğu’da başlayan “Arap Baharı” ile birlikte Kürt halkını da devrime taşıyordu. 12 Mart’taki katliam ve ardından gelişen serhildanla Rojava halkının geliştirdiği direniş çizgisi, 19 Temmuz Devrimi’nin de temellerini attı. Bu katliamın ardından örgütlendirilmeye başlanan Halk Savunma Birlikleri (YPG), Rojava Devrimi’nin de kahramanı olacaktı.
Esad-Erdoğan hala kardeşti!
Qamişlo Katliamı’nın yaşandığı tarihte Suriye’de koltuğuna yeni yeni ısınan oğul Esad, Türkiye’de iktidara yeni gelmiş olan AKP hükümetine Kürt tasfiyesi üzerinden mesaj veriyordu. Nitekim daha sonra Suriye ile Türkiye arasında “vizeler kaldırıldı”, “ortak bakanlar kurulu toplantısı yapıldı”. Erdoğan ailesi ile Esad ailesi toplu fotoğraflar çekerek birbirlerine yemek tarifleri veriyorlardı. Bunu da tüm dünyaya ilan ederek “Kardeşim Esad” ve “Kardeşim Erdoğan” söylemini öne çıkarıyorlardı. Nitekim “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıyım” diyen Erdoğan’ın “kardeşim” dediği herkesi alaşağı ettiği, 2011’de ortaya çıkacaktı. Aynı Türkiye, o dönem BAAS’ın zindanlarında işkence gören ve katliamlardan geçirilen PYD’lileri daha sonra “Esad’ın işbirlikçisi” ilan edecekti.
Halkın tarım arazisine dahi el konuldu
Rejimin katliam politikalarını devreye koymasının yanı sıra Kürtlerin topraklarına el koyması, artık sabırları taşırma noktasına getirmişti. 70’li yıllarda rejim Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki topraklarına el koyarken, halkın temel geçim kaynağı olan tarımı da tekeline alarak halka yoksulluğu dayatmıştı. Yaklaşık 40 yıl boyunca rejimin elinde kalan topraklar, devrimin başlamasıyla birlikte başta Kobanê’de olmak üzere tekrar rejimden alındı. 19 Temmuz Devrimi öncesi Kobanê halkı, devletin uzun soluklu politikalar sonucu gasp ettiği topraklarını bir gecede (acılar ve uzun soluklu geçen bir tarihsel birikimle) tekrar aldı. Rejim askerinin olayı duyması üzerine tarlaya gidişi, halkın kendi içerisinde güvenlik gücü olarak oluşturduğu YPG tarafından engellenirken halk artık rejimin yarattığı korku duvarlarını aşarak adım adım özgürlüğe yürüyordu.
3. Bölüm
Rojava Devrimi için takvim yaprakları 19 Temmuz 2012’yi gösterse de Rojavalılar, devrimin temellerinin 29 Temmuz 1979’da Kürt Halk Önderi Öcalan’ın Rojava’ya geçişiyle atıldığını dile getiriyor. Yaklaşık 20 yıl boyunca Rojava ve Suriye’de “iğne ucuyla kuyu kazarcasına” emek veren Öcalan’ın burada yarattığı miras, Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesiyle taçlanacaktı. Devrim öncesi kendilerini Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgürlük mücadelelerinin “yardımcı gücü” olarak gördüklerini söyleyen Kobanê Kantonu Öz Savunma Konseyi Başkanı Hesen, “O, devamlı 5 yıl, 10 yıl sonrası üzerine konuşuyordu” dediği Öcalan’ın verdiği emeğin ürünü olarak bu devrimin gerçekleştiğini ifade etti.
Rojavalılar arasında Rojava Devrimi’nin “resmi olmayan” başlangıç tarihi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 29 Temmuz 1979 yılında Riha’dan Kobanê’ye geçişi olarak kabul ediliyor. Öcalan’ın Kobanê’ye gelişiyle Rojava’nın adeta bir akademiye dönüştüğünü belirten Rojavalılar, bu akademiden mezun olan yüzlerce Rojava gencinin özgürlük devrimine atıldığını dile getiriyor.
‘Rojava’da bir uyanış başladı’
Öcalan’ın Rojava’ya geçişi ile birlikte o güne kadar pek de siyasi hesaplara katılmayan Rojava’da halkın uyanışı başlıyor. Öcalan’ın Şam’da bulunduğu dönem defalarca kendisiyle görüşen Kobanê Kantonu Öz Savunma Konseyi Başkanı İsmet Şêx Hesen, Öcalan’ın Rojava'ya geçişinin Kürdistan'ın dört parçasını etkilediğini ancak en büyük etkiyi Rojava halkı üzerinde yaptığını belirtiyor ve şunları dile getiriyor: “O döneme kadar Kürdistan'ın genelinde ciddi bir öncülük, önderlik eksikliği vardı. Belki bazıları sağda solda, yemek masalarında, dar sohbetlerde Kürtlükten bahsediyordu ama siyaseten ve örgütlü olarak bir çalışma yoktu. Ama Önderliğin buraya gelişi ile bir uyanış başladı. Mesela onun söyledikleri doğru mu, değil mi diye sorgulayanlardan biri de benim.”
Rojava aydınlanma akademisine dönüştürüldü
Öcalan Rojava’ya geçtikten sonra öncelikli olarak eğitim çalışmalarına ağırlık verdi. Onun bulunduğu alanda eğitimden geçen birçok kişi daha sonraki yıllarda özgürlük mücadelesine katılacaklardı. O dönem Öcalan’ın bulunduğu Rojava ve Bakaa Vadisi, genellikle “Önderlik sahası” olarak tanımlandı ve Kürdistan’ın diğer parçaları ile Avrupa’dan birçok genç buraya akın etti. Onun eğitiminden geçen birçok kişinin “özgürlük mücadelesinin militanı” olduğunu kaydeden Hesen, “Birçok insan her şeyden elini çekerek devrime katıldı. Ailesi, çocukları ve her konuda çekinceleri olan insanlar o eğitimlerden geçtikten sonra bu çekinceleri ortadan kalkıyordu. Mesela çocuk sahibi olan birçok kişi hakikati gördükten sonra devrime katıldı” dedi.
Hesen, Öcalan’ın kadın özgürlüğüne verdiği önemi de, “Önderlik burada olduğu zamanlar kadına ve kadın özgürlüğüne çok önem veriyordu. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez diyordu. Bizler ancak şimdi görüyoruz, bunu. Kürt kadınının Rojava Devrimi'nde nasıl dünyada ses getirdiğini gördük” sözleriyle değerlendiriyor.
En fakir halktan en zengin halka
Rojava Devrimi'ni o gün yapılan çalışmalara borçlu olduklarını söyleyen Hesen, Öcalan’ın Rojava’daki çalışmaları sayesinde bir aydınlanmanın da başladığını dile getiriyor. Hesen, bu durumu şu sözlerle anlatıyor: “Eskiden bakıldığında hem Kürdistan'ın diğer parçaları hem de Ortadoğu'da en fakir halk Rojava halkıydı. Ama bugün baktığımızda felsefi ve ideolojik olarak en zengin halklardan biri Rojava halkıdır. Bu da Önderliğin ve Özgürlük Hareketi'nin ürünü olarak ortaya çıkıyor ve etkisini gösteriyor. Eğer Önderliğin emeği ve buradaki çalışması olmasaydı bu önemi ve devrimi de kaybedecektik. Nasıl ki Şêx Seîd, Qazi Muhammed, Seyîd Rıza devrimleri kırıldıysa bu devrim de kırılıp gidecekti. Eskiden Rojava'nın Rojhilat'tan, Bakûr'dan haberi yoktu. Onların da Rojava'dan haberleri yoktu. Ama bu devrimde öyle olmadı. Bu da burada verilen emeğin bir ürünüydü.”
‘Kendimizi diğer parçaların yardımcı gücü olarak görüyorduk’
O zaman Rojava’da bir devrimin olacağına inançlarının olmadığını söyleyen Hesen, devrimi Kuzey ya da Kürdistan’ın diğer parçalarından beklediklerini ifade ediyor. Rojava olarak kendilerini diğer parçalarda olacak devrimlere “yardımcı güç” olarak gördüklerini söyleyen Hesen, şöyle devam ediyor: “Şam'da ve diğer yerlerde Önderlik ile kaldığım zaman; o devamlı 5 yıl, 10 yıl sonrası üzerine konuşuyordu. Örneğin Sovyetler üzerine konuştuğu zaman birçok kişi ‘Yahu Sovyetler de yıkılır mı?’ diyerek inanmıyordu. Rojava üzerine konuştuğu zaman da birçoğumuzda o inanç yoktu ilk başlarda. Bizler Kuzey, Güney, Doğu Kürdistan halkının bir şeyler elde edeceğini düşünüyor, kendimizi de onlara yardımcı olarak görüyorduk. Kendimize inancımız yoktu.”
Öcalan’ın şimdi zindanda olmasına rağmen “kendilerine önderlik yaptığını” belirten Hesen, son olarak şunları dile getiriyor: “Belki dünyanın tamamı onu çok iyi tanıdı ama hala birçok Kürt onu tanıyamadı. Eğer tanımış olsaydık bugün çok farklı olabilirdi. Eğer bugün farklı yerde durup da bazı kazanımlar elde etmiş olan bir takım Kürtler varsa, onların kazanımı da Önderlik sayesindedir.”
Yaklaşık 20 yıl boyunca Rojava ve Suriye’de kalan Öcalan, kendi deyimiyle “iğne ile kuyu kazarcasına” yürüttüğü çalışmalar neticesinde toplumsal bir uyanışı yarattığı gibi, Kürt inkarını ve Kürdistan’ın işgalini süreklileştirmek isteyen güçlerin de tepkisi toplamıştı. 1995 yılında Şam’da Öcalan’a düzenlenen çok boyutlu suikast girişimi başarısız olunca 1998 yılında bu kez uluslararası Gladyo’nun denetimindeki Türk ordusu, Hatay sınırında Suriye’ye savaş notasını okuyordu. Bunun üzerine halkların zarar görmemesi için Suriye’den çıkan Öcalan’ın burada bıraktığı miras yıllar sonra ete kemiğe bürünecekti. 2011’de Suriye için artık sonradan iç savaşa evrilecek bir devrim kapıdaydı.
Artık çanlar Suriye için çalıyordu
BAAS'ın Suriye'de yaşayan diğer oluşumlara karşı yürüttüğü "Benim olan zaten benimdir, senin olan da ikimizindir" politikası ve halkları sıkıştırdığı cenderenin acısı artık çekilmez olmuştu. Daha önce başvurulan isyanların kanlı bir şekilde bastırılmasının yarattığı korkuyu; Batı'nın Sünnilere desteği ve Tunus'ta işportacı Muhammed Bouazizi’nin kendisini yakması sonrası başlayan isyanlar sonucu Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali'nin devrilmesiyle başlayan "Arap Baharı" biraz dağıtmıştı. Bu isyanın sırasıyla Mısır ve Libya'yı sarmasıyla artık çanlar Suriye için de çalıyordu.
"Devrimleri Yazmak" adlı kitabında Arap ayaklanmalarının sesini duyuran Khawla Dunia, Suriye'deki durumu "Suriye bir sessizlik hükümdarlığıydı" sözleriyle özetliyordu. Bu sessizlik, 2011 yılının hemen başında -Ocak ayında- yavaş yavaş bozuluyordu. Mezhepçilik temelinde başlayan ve başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel güçlerle Batı'nın körüklediği iç savaş 15 Mart'ta başladı.
‘Halk rejimi devirmek istiyor’
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Ocak ayında Wall Street Journal’a verdiği röportajda isyanların Suriye'ye sıçramayacağını söylerken; içerideki durum ise "resmi söylemin" aksini gösteriyordu. Ocak ayında Hesekê'de Hasan Ali Akleh, rejimi protesto etmek amacıyla kendisini yaktı ve Şam’da polisin bir esnafı dövmesinin ardından 1500 kişi, “Suriye halkı aşağılanamaz” sloganıyla sokağa çıktı. Daha önce Mısır ve Yemen'de duyulan "Eş-Şa’ab yürîd iskât en-Nizâm!" (Halk rejimi devirmek istiyor) sloganı bu kez Suriye'nin Deraa kentinde duyulmaya başlandı. Bu sloganı duvara yazan 15 öğrenciye rejim güçleri tarafından işkence edilmesi üzerine 15 Mart Cuma günü halkın öfkesi Deraa'dan başlayarak Suriye'nin Hama, Humus, Lazikiye, Qamişlo ve Deyr ez-Zor gibi kentlerine yayıldı. Ardından “Cuma öfkesi” sürekli eylemlere dönüştü.
‘Dış mihrakların işi’
İsyanı "dış mihrakların işi" olarak tanımlayan Esad, yine de o güne kadar 100'ü aşkın kişinin yaşamını yitirdiği protestoların önünü almak için zorunlu askerliğin süresini azalttı, maaşları yükseltti, siyasi tutsakları serbest bıraktı ve o güne kadar kimlik dahi verilmeyen Kürtlere yurttaşlık gibi hakları tanımak zorunda kaldı. Esad yönetimi bir yandan bunu yaparken bir yandan da yapılan gösteri ve yürüyüşlere çok sert bir şekilde saldırmayı da ihmal etmiyordu. Nisan ayındaki bir eylemde tutuklanan ve bir ay boyunca ağır işkencelerin yapıldığı 13 yaşındaki Hamza el Hatip’in parçalanmış cesedi üzerinde yanıklar ve üç kurşun deliği bulunan cansız bedeni, 25 Mayıs tarihinde ailesine teslim edildi. Hatip'in fotoğraflarının sosyal medyada yayımlanması üzerine bir öfke patlaması yaşandı ve Hatip ayaklanmanın sembollerinden biri haline geldi.
Antalya’da Suriye Muhalefeti toplantısı
Haziran’a gelindiğinde mücadelenin silahlı kanadı toparlanmaya başladı. 2 Haziran tarihinde Antalya’da buluşan Suriyeli 300 muhalif “Suriye’de Değişim Konferansı” gerçekleştirdi. Konferans sonucunda 31 kişiden oluşan bir komite kuruldu. Konferansa Arap aşiretleri, Îxvan-ı Müslim (Müslüman Kardeşler), bazı Kürtler, bazı Arap Aleviler, Türkmenler, Dürziler, Hıristiyanlar, Süryaniler, aydınlar, kimi sivil toplum örgütleri, önde gelen kanaat önderleri, Şam Deklarasyonu liderleri, Avrupa’daki Suriyeliler, ABD’deki Suriyeliler, Ortadoğu’daki Suriyeliler, Türkiye’deki Suriyeliler katıldı. Temmuz’da ise Riyad el-Esad liderliğinde, Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kurulduğu açıklandı. 11 Ekim’de ÖSO'nun siyasi kanadı Suriye Ulusal Konseyi (SUK) kuruldu.
Muhalefet cihatçıları ülkeye davet etti
2012 yılında El Kaide lideri Eymen el-Zevahiri'nin yayımladığı bir video ile "Müslümanları” Suriye'de cihada çağırması üzerine ülkede terör saldırıları düzenlenmeye başlandı. Ocak ayında ise El Kaide'nin Suriye kolu olarak El Nusra Cephesi’nin kuruluşu ilan edildi. El Nusra çetelerinin ülkede güçlenmeye başlaması ve Suriye Muhalefeti'nin parçalı olması (buna Suriye Muhalefeti içerisindeki devrimci-sosyalist ve demokrat kesimlerin tasfiyesini de eklemek gerekir) sonrası ülkede yaşayan Kürtler, Dürziler, gayrimüslimler ve Alevilere yönelik toplu katliamlar başladı. O güne kadar El Kaide bağlantılı grupları "cihatçı kardeşlerimiz" diyerek ülkeye davet eden Suriye muhalefeti, (Bunda Suriye muhalefetine ev sahipliği yapan ve onları yönlendiren Türkiye'nin rolünü de unutmamak gerekir) tarihinin en büyük hatasını yaptığını sonraki yıllarda görecekti.
12 Nisan 2012'de Birleşmiş Milletler'in (BM) ülkede sürdürdüğü "barış görüşmeleri"nin başarısız olduğu açıklandıktan sonra 13 Haziran'da da ülkedeki durum aynı BM tarafından "iç savaş" olarak tanımlandı. Tabii Suriye'de kan oluk oluk akmaya devam ediyordu.
Kobanê özgürlük bayrağını dalgalandırdı
Takvimler 19 Haziran'ı bulduğunda o güne kadar üzerlerindeki BAAS zulmünü tecrübe edinen Kürtler; Suriye muhalefetinin de "Kürt" kelimesini dahi ağzına almamasından dolayı onlardan bağımsız hareket etmeye başladı. Ezaz, Minbic ve Cerablus gibi kentlere muhalefetin bir bir el koyması üzerine Kobanê’de ise Rojava Demokratik Hareketi (TEV-DEM) öncülüğünde yönetime el konuldu. Hem Esad yönetimini hem de Türkiye ile Batı'nın desteğini alan Suriye Muhalefeti'nin uzlaşmaz karşıtlık temelindeki kibrini eleştiren Kürtler, Kobanê'den başlayarak sırasıyla Dêrik, Amûdê, Efrîn ve diğer Rojava kentlerinde yönetime el koydu. Rojava'daki Kürtlerin yüzde 90'ına yakınını temsil eden TEV-DEM (PYD de onun bir bileşeni), kendisini Suriye krizinde "üçüncü yol" ya da "üçüncü çizgi" olarak tanımladı ve ona göre bir örgütlenmeye gitti. KDP'ye ve Türkiye'ye yakınlığıyla bilinen -karşılıkları, hacimleri küçük ama gürültüleri çok- birkaç partinin kurduğu Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) de Kürtlerin adını anmayan ve Kürtlere "her şey devrimden sonra" diyen Suriye Muhalefeti içerisinde kalmaya devam etti. Kürtlerin Rojava'da yaşayan Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen, Çeçen ve diğer oluşumlarla ilan ettiği Demokratik Özerklik sayesinde Rojava, uzun süre Suriye'nin en istikrarlı bölgesi oldu. Ancak Rojava'ya saldırılar da hiçbir zaman durmadı. Kimi yerlerde rejim saldırırken, kimi yerlerde Suriye muhalefeti gerçekleştirdiği saldırılarla iktidarı ele geçirdiklerinde Kürtlere yönelik yaklaşımları hakkında mesajlarını vermekten geri durmuyordu. El Kaide bağlantılı çeteci grupların saldırısı da artık rutine binmişti.
Suriye’de yaşanan kamplaşma sonrası kendilerini üçüncü çizgi olarak tanımlayan TEV-DEM, Suriye üzerinde çatışan iki gücün de Kürtlerin varlığını inkar ettiğini dile getiriyordu. Söz konusu durumu “Dünyada savaşlar, krizler başlayınca genelde iki çizgi ortaya çıkar” belirlemesinde bulunan Kobanê Kantonu TEV-DEM Eşbaşkanı Ehmed Şêxo: TEV-DEM olarak kendilerinin de bazı okumalarının olduğunu belirterek, Suriye’nin durumunun Libya, Tunus ve Mısır'dan farklı olduğunu ve savaşın uzun süreceğini bildiklerini söyledi. Şêxo kendilerini 3’üncü çizgi olarak tanımlamalarının nedeni şu sözlerle açıklıyor: “Bir tarafta yıllar yılı bizim üzerimizde her türlü baskı politikası uygulayan rejim dururken; diğer tarafta da birçok yönüyle bizi endişelendiren bir muhalefet kurulmuştu. İçlerinde radikal grupların olması, Baas zihniyetini taşıyan kimi çevrelerin olması bizi endişelendiriyordu. Bir diğer endişe de Türkiye'nin hemen onları sıcak bir şekilde karşılaması ve onlara yer vermesiydi. Bilindiği gibi Türk devleti Kürtlerin her türlü kazanımına karşı çıkıyor. Bundan dolayı üçüncü yola mecburduk. Bu iki gücün ateşine odun olmamak için bu yolu seçtik.”
Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu içerisinde şu güçler yer alıyordu:
*Suriye Ulusal Konseyi
*Müslüman Kardeşler
*Şam Deklerasyonu
*Suriye Yerel Koordinasyon Komiteleri
*Suriye Yüksek Devrim Konseyi
*Özgür Suriye Ordusu
*Seküler ve Demokratik Suriyeliler Koalisyonu
*Suriye Devrim Genel Komisyonu
*Bu grupların yayında da onlarca irili ufaklı grup ve aşiret direniş grupları ortaya çıkacaktır.
İslamcı gruplar arasında da şunlar yer alıyordu:
*El-Nusra Cephesi
*Fetah el-İslam
*Ahrar el-Şam
*Şükür el-İslam
*Daha sonra da DAİŞ çeteleri ülkeye giriş yapacaktır.
Hiçbir koalisyonun içinde yer almayan ve kendi başlarına hareket eden bazı oluşumlar da şunlar:
*Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi
*Suriye Türkmen Ordusu
*Liwaa Al-Umma
*Suriye Kurtuluş Ordusu
Hakimiyet sınırları çizildi
Yıl sonuna doğru Esad rejimi büyük oranda ülkenin güneybatısına çekilmiş, Kürtler Rojava bölgesi ile Halep'in Şêx Meqsûd ve Eşrefiye mahallelerinde yer alıyor, diğer yerlerde ise Suriye Muhalefeti bulunuyordu. Kasım ayında Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu (SMDK) muhalefetin yeni çatı yapılanması oldu. Muhalefetin siyasi örgütlenmeleri hep yurtdışında kaldı bu da hiçbir zaman sözünü askeri güce ve halka geçirememesine neden oldu. Yıl sonuna gelindiğinde Suriye’de en az 60 bin kişi hayatını kaybetmişti.
‘İkinci Lozan’ı kabul etmeyeceğiz’
Irak İslam Devlet adıyla kurulan ve adını daha sonra İslam Devleti olarak değiştirecek olan DAİŞ güçlü bir şekilde 2013 yılında ülkeye giriş yaptı. El Kaide'nin Irak kolu olarak kurulan DAİŞ'in bu hamlesi ve El Nusra ile çatışması El Kaide'nin pek de hoşuna gitmedi. DAİŞ çetesi daha sonra El Kaide'den ayrılacak ve Musul'u ele geçirdikten sonra da halifelik ilan edecekti. Rejimin kullandığı varil bombaları ve muhalifler ile El Kaide bağlantılı çetelerin başvurduğu vahşi yöntemlerle geçen 2014 yılının sonunda yaşamını yitirenlerin sayısı 100 binlerle ifade ediliyordu. Ve 2014 yılında artık bir kördüğüme dönüşmüş olan Suriye iç savaşını “sonlandırmak” için yapılan Kürtlerin davet edilmediği Cenevre görüşmelerinden de hiçbir sonuç alınmadı. Kürtlerin çağrılmaması büyük tepkiye neden olurken; Kürtler Cenevre görüşmeleri için “İkinci bir Lozan’ı asla kabul etmeyeceğiz ve alınan hiçbir karar da bizi bağlamaz” diyerek tepkilerini net bir şekilde ortaya koyarak gösterdi.
4.BÖLÜM
Suriye’de yıllarca Baas rejimi tarafından soykırımdan geçirilen Kürtler, ülkenin sürüklendiği iç savaşla devrimin şafağı yaşıyordu. 19 Temmuz 2012’de ise Kobanê’de başlayan ve dünyaya model olan bir devrimin öncülüğünü yaptılar. Yıllarca topraklarına el konulan Kobanêliler, bir gecede devletin tüm kurumlarını ele geçirip, “Arap Baharı”nın halkların özgürlük baharı olduğunun da müjdesini veriyordu. Kobanê’de ertesi sabah olacak devrimin gecesini anlatan Şehit Aileleri Kurumu Yöneticisi Mistefa Îto, hazırlıkların günler öncesinde yapıldığı ve 19 Temmuz’da ise rejimin son kırıntılarının da Kobanê’den atıldığını söyledi.
Qamişlo Katliamı’nın Rojava’da yarattığı serhildan ruhu halk arasındaki birliği güçlendirirken, Tunus ile başlayarak domino etkisiyle diktatörlerin yıkıldığı “Arap Baharı”, Suriye’de yaşayan Kürtler için devrimin şafağı oldu. Tunus, Mısır, Libya diktatörlerinin yıkılışından sonra isyanın merkezi Suriye olurken, halkların Baas rejimine karşı giriştiği iç savaş, dünyada ve özellikle bölge ülkelerinde büyük değişim ve dönüşümleri, toplumsal altüst oluşları beraberinde getirdi. Bu köklü değişimlerden en dikkat çekeni, 19. yüzyıldan itibaren Suriye rejiminin işgali altında bulunan 3 milyon Kürt’ün tüm dünya halklarına sunduğu bir model ortaya koymasıydı. Dilleri, kültürleri ve ulusal kimlikleri yasaklanmış ve bunlardan 400 binine kimlik dahi verilmeyen, kendi anavatanında mülteci gibi yaşayan Kürtler, Arap Baharı’nı Kürt devrimine dönüştürüyor; soykırımdan adım adım özgürlüğe yürüyen Kürt halkı, Ortadoğu özelinde de yeni bir dönemin de başlangıcına imza atıyordu.
Öcalan’dan beslenen halk, özgürlüğe yürüyordu
Bölgede başlamakta olan iç savaş, Rojava’da da etkisini gösterirken, Kürtlerin inkar ve imha politikalarına karşı on yılları bulan direniş ve mücadeleleri “Arap Baharı”nı Rojava şahsında “halkların baharına” dönüştürüyordu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uzun yıllar yaşadığı Rojava’da bu dönemde önemli bir zemin hazırlanmış ve önemli bir tecrübe açığa çıkartılmıştı. Baas rejimin 12 Mart 2004’te Qamişlo’da gerçekleştirildiği katliamın ardından ortaya konulan direniş de devrimin zeminini kalıcılaştırıyordu. Bu katliamın ardından oluşan serhildanlar, savunma ve toplumsal alanda örgütlenmeye evirildi. Demokratik Birlik Partisi (PYD) de bu dönemde (2003) kuruldu.
Özgürlük çizgisi esas alındı
Kürtler, rejim ve muhalif güçlere mesafeli durarak üçüncü bir güç ve alternatif olup çözüm gücü olduklarını göstermeyi önlerine koydu. Bu dönemde rejim bir taraftan, muhalif güçler de bir taraftan Kürtleri yanlarına çekerek birbirlerine karşı kullanma gayreti içindeydiler. Bu eksende Kürtler de çatışmaların içerisine çekilmek isteniyordu. Halkların özgürlüğü için üçüncü bir çizgiyi ortaya koyan Kürtler, muhalif güçler tarafından rejime destek vermekle suçlanırken, rejim tarafından da muhaliflere destek vermekle suçlandı. Rejim ve muhalif güçlerin özgürlük getirmeyeceğini, kaos ve çatışmayı derinleştireceğini savunan Kürtler, halkların bir arada özgürce yaşayabilmesi için arayıştaydı. Bu arayışın adı da üçüncü çizgiydi.
Kobanê devrim ateşinin yakıldığı yer oldu
18 Temmuz’da Suriye’nin başkenti Şam’da devletin tüm etkili kurumlarının yönetim kademesinin kriz toplantısını gerçekleştirdiği binada meydana gelen büyük patlamada yöneticilerin büyük kısmı ölürken, 19 Temmuz akşamı ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Kobanê ve Halep arasında bulunan Mınbic ve Cerablus kentlerini ele geçirdi. Bu gelişmeler Kürt hareketine de beklenen fırsatı sunuyordu. 2012’nin Nisan ve Mayıs aylarında Kobanê’de rejim tarafından yıllar önce el konulan toprakların halk tarafından geri alınması, önümüzdeki dönemin yöntemini de şekillendiriyordu. Kobanê halkı, Nisan ayında bir gece rejimin el koyduğu arazilere girerek yıllar önce kendilerinden alınan topraklara el koydu. Suriye ordusu müdahale için bölgeye gelmesinin ardından bu kez karşısında halkın kendi içerisinde oluşturduğu güvenlik gücü YPG’yi gördü ve geri çekilmek zorunda kaldı.
Camiler toplumsal rolünü oynamaya başladı
Devrim sonrası tarihi bir direnişe de ev sahipliği yapan Kobanê’de bunlar yaşanırken, diğer kentlerde de sokak sokak dolaşılıp, “Ey Kürtler, Mele Mustafa Barzani’nin, Şêx Seîd’in, Qazi Muhammed’in, Selahaddin Eyûbî’nin torunları! Bugün namus günüdür, şeref günüdür. Tüm yurtseverler alanlara çıksın. Özgürlüğümüzü kazanalım” duyuruları yapılarak halk “yönetimi ele geçirmeye” çağrılıyordu. Özgürlüğe ilk adımların atıldığı toplantılar da camilerde gerçekleştiriliyordu. “Camide neden toplanıyoruz?” sorusuna cevap ise doğal halk öncüleri olan melelerden geliyordu. “Camiler Hz. Muhammed döneminde de halkın toplumsal sorunlarını gidermek için toplanılıp tartışılan yerlerdi. Sonradan alanı daraltıldı. Biz şimdi eskisi gibi işlevli hale getiriyoruz” diyorlardı.
19 Temmuz 2012, saat 01:00…
Toprakların geri alınarak ilk devrim kıvılcımının yakıldığı Kobanê’de artık yürüyüşler düzenleniyor ve halk adım adım örgütlendiriliyordu. Tarih 19 Temmuz 2012, saat 01:00’ı gösterdiğinde ise artık Rojava için devrim zamanıydı. Yine Kobanê’de halk, örgütlü bir şekilde, ilk olarak şehrin çıkış yolu üzerinde bulunan rejime ait tütün mamullerinin bulunduğu satış noktasına el koydu. Halk tarafından oluşturulan savunma gücü YPG de şehrin giriş ve çıkışını kontrol altına alırken halk, kent merkezindeki birçok kurumda kontrolü ele geçirdi. Sonrasında Merkez Seqafi adı verilen Kültür Merkezi, ardından rejim partisinin kullandığı bina, diğer rejim kurumları, mahkeme binası, “kansız devrim” gerçekleştiren halkın kontrolündeydi.
Halk rejimden uzaklaşıyor, Mala Gel’de bir araya geliyordu
Kobanê’de halkın 19 Temmuz gecesi geliştirdiği bu hamlenin içerisinde yer alan ve şimdilerde Kobanê Şehit Aileleri Kurumu yönetici olan Mistefa Îto, o gün yaşananları paylaştı. Îto, 19 Temmuz öncesinde devrimin tohumlarının atıldığını ve o dönemlerde halkın örgütlülüğüyle meclisler kurulduğunu ve resmi olmayacak şekilde Asayiş güçlerinin de kurulduğunu aktardı. Îto, bu şekilde rejimi marjinalleştirdiklerini belirterek o dönemde rejimin kurumlarından çıkamaz hale getirildiğini söyledi. Îto, halkın da rejimden uzaklaştığını ve Mala Gel’de yer almaya başladığını belirterek, “Diyebilirim ki artık her şey elimizdeydi. Sadece rejimin bazı kırıntıları kalmıştı” dedi.
‘Suriye’de yaşananlar bir fırsat sunuyordu’
19 Temmuz’dan iki gün önce gerçekleştirdikleri toplantı ile rejime ait yerlere “el koyma” kararı aldıklarını söyleyen Îto, şunları söyledi: “Ani gelişen bir durum değildi. Gerekli planlamalar yapıldı. Bir grup arkadaş güvenlik güçlerinin olduğu yere, bir kısım arkadaş diğer kurumlara girecekti. Çatışmaların yaşanmasını istemiyorduk. Onları kentimizden çıkarmanın peşindeydik. Kürt halkı olarak yıllardır hakkımızı almanın hayalini kuruyorduk. Suriye’de yaşananlar da bizim için bir fırsattı. Sabaha doğru artık rejimin bütün kurumları halkın denetimine geçmişti. Askeri alanlar, yine rejim yönetiminin bulunduğu yer, BAAS partisinin binası, buralar ele geçirilmişti. Bunları ele geçirmeden bir süre önce de bir araya geldiğimiz Mala Gel de rejime ait bir kurumdu ve biz el koyarak orayı Mala Gel’e çevirmiştik, yani halkın evine. Rejimi 19 Temmuz’dan önce TEV-DEM’in politikasıyla tüketmiştik. Bu yüzden de birçok kurumu rahatlıkla ele geçirdik. En önemlisi de kaymakamın yeriydi. Orayı da 19 Temmuz gecesi ele geçirdik.”
Kürt halkıyla rejim arasındaki fark
Îto, 19 Temmuz’dan bir gün sonra yaşadığı bir anıyı da anlattı. Îto, 19 Temmuz sabahı Helînce köyündeki asayiş noktasında rejim görevlilerinin kentteki silahları çıkarmamaları için nöbet tutuğunu söyleyerek, “Rejime ait bütün silahlar ve arabalar götürülmek isteniyordu. Ölüm ya da tutuklama yapmamak için biz de nöbet tutuyorduk. Birinci amacımız kenti temizlemekti. 19 Temmuz’dan yaklaşık bir yıl önce rejim tarafından evime baskın yapılarak gözaltına alındım. O sırada Halep’e götürülerek işkencelerden geçirildik. Asayiş noktasındayken beni gözaltına alıp işkenceden geçiren biriyle tesadüf eseri, o Kobanê’den kaçmaya çalışırken karşılaştım. Arabada saklanmıştı. Beni gözaltına aldığını hatırlattım kendisine. O da, ‘Bize emir gelmişti, ben de emri uygulamak zorundaydım’ dedi. Ben de ona, “Bizi gözaltına alıp işkenceden geçirdiniz. Ben bugün burada sana her şeyi yapabilirim. Öldürebilirim, işkence edebilirim, malına el koyabilirim ama Özgürlük Hareketi’nden aldığım ahlak ve insana yaklaşımla sana karışmıyorum. Bunu iyi bilmelisin ve sana bir ders olmalıdır. Nereye gidersen ‘Bizim ahlakımızda işkence yoktur. Kürtlerin ahlakı budur’ demelisin. Bu yüzden de selametle ailene ulaşmanı istiyorum. Senin yerinde olsam rejimden kopar, kendimi yaşama katarım’ dedim.”
İç içe birçok devrim
19 Temmuz gecesi yaşadığı duyguları da paylaşan Îto, “Kürt halkı olarak yıllarca özgürlüğü hayal ediyorduk. ‘Acaba bir gün dilimizi konuşabilecek miyiz? Resmi olarak bu topraklarda ‘Kürt’üz’ diyebilecek miyiz?’ diye hayal ediyorduk. 19 Temmuz’da bir bütün olarak özgürleştik. Demokratik Özerklik çerçevesinde bir araya geldik ve bu sistem sadece Kürt halkının değil bütün toplumsal çevrelerin sorunlarına cevap olacağını ortaya koydu. 19 Temmuz tek bir devrim değildi. İçerisinde birçok devrimi de beraberinde getirdi. Dil, kültür devrimi bunlardan biriydi. Bugün insanlık devrimi Kobanê’de yaşandı. Saldırgan çetelere karşı da burada sürdürülen savaş, insanlık onuru için verilen bir savaştır” ifadelerini kullandı.
Kobanê’yi diğer kentler izledi
Kobanê’de halkın da katılımıyla rejim güçlerinin kentten çıkarılmasını Efrîn, Serêkaniyê, Dirbesiyê, Amûdê, Dêrik, Girkê Legê, Tirbespiyê ve Til Temir’de halkın yönetimi ele geçirmesi izledi. Suriye’nin Halep, Rakka ve Hesekê kentlerindeki Kürt mahallelerinde de rejim güçleri mahallelerden çıkarıldı. Şu anda bütün dünyanın gözünü çevirdiği Rojava Devrimi, işte böyle bir Temmuz gecesi, adı direnişle anılan Kobanê’de boy vermeye başlarken, 2012 Temmuz’undan itibariyle de Kürt halkı için yeni bir sayfa açıldı.
Cizîrê, Kobanê, Efrîn
Rojava’daki Temmuz devriminin ardından 2014’te kanton olarak ilan edilen 3 bölgeyi de tanımakta fayda var. Rojava, Baas rejimi tarafından şehir olarak adlandırılmadığından iki bölge ismiyle tanımlanıyor. Birincisi Dêrik, Tirbêspiye, Qamişlo, Amûdê, Dirbesiyê ve Serêkaniyê’nin bulunduğu Cizîrê bölgesi, ikincisi ise Kobanê ve Efrîn. Bu iki bölgenin dışında Hesekê, Şam, Rakka, Minbic, Halep ve Lazkiye’de de çok yoğun bir Kürt nüfusu yaşamaktaydı.
Tarih kokan kanton: Cizîrê
Arapça’da “bir ada” anlamına gelen Cizîrê, Fırat ve Dicle nehirleri arasında bulunuyor. Doğusunda, tarihi bir yer olan ve zamanında tarihin merkezi olup adı stranlara (Endîwerê paytexte – Başkenttir Endîwerê) konu olan Endîwerê ilçesi bulunuyor. Cizîra Botan ile komşu olan Endîwerê’nin yüzü Cudi’ye dönüktür. Endîwerê’den Rojava’ya doğru sıralanan Dêrik, Girkê Legê, Rimêlan, Çelaxa, Tirbespiyê, Qamîşlo, Amûdê, Dirbêsiyê, Serêkanîyê’nin dışında, Güney’de Hesekê (Cizîrê resmi olarak bu isimle tanınıyor) ve Til Temir ilçesi bulunmakta. Düz ve verimli bir toprak yapısının olduğu bölge, verimliliği ile sadece Rojava’yı değil bütün Suriye’yi doyuracak bir zenginliğe sahiptir. Örneğin yıllardır Suriye’de elde edilen buğdayın %40’ı Cizîrê ve Rojava’nın diğer bölgelerinden elde ediliyor. Suriye’nin geneline düşen pay ise %45’tir. Cizîrê, petrol yönünden de zengindir. Buradaki petrol çoğunlukla Rimêlan ve Tirbespiyê de bulunuyor. Her yeri tarih kokan bölgenin Endîwerê, Aliya Bölgesi (Dêrik’ten Tirbespiyê’ye kadar), Qamîşlo, Amûdê, Dirbêsiyê ve Serêkanîyê, çok eski zamanlardan beri yaşam merkezleri olarak biliniyor. Kürtlerin en yoğun yaşadığı bölge olan Cizîre de rejim tarafından “Arap Kemeri” politikaları kapsamında Kürtlerden boşaltılmak istedi.
Kadim aşiretlerin kenti: Kobanê
Cizîrê ve Efrîn arasında yer alan Kobanê’nin Şêxler ve Sirrîn adında iki büyük ilçesi ve 300 köyü bulunuyor. Savaştan kaynaklanan göçlerle beraber nüfusu 250 binden fazla olan Kobanê, Urfa’nın Suruç ilçesinin de komşusudur. Çoğunluğu Kürtlerden oluşan kentte kısmen Arap halkının yaşadığı ilçe ve köyler de bulunuyor. Kobanê’nin doğusunda Girê Spî (Til Ebyad), batısında da Cerablus bulunuyor. Yer üstü ve yer altı kaynakları bakımından zengin olan Kobanê, özellikle; buğday, arpa, mercimek, nohut, pamuk, susam ve biber yönünden yüksek verimliliğe sahiptir. Kobanêliler su kuyuları açmada da ünlüdür. “Hefara” adı verilen makiler sadece Kobanê’de değil tüm Kürdistan’da iş yapıyor. Toplumsal yönden kadim aşiretlerin bulunduğu kentte konfederasyon biçiminde örgütlenen Berazî aşireti bunlardan sadece biridir.
Zeytin diyarı: Efrîn
Rojava Kürdistanı’nın en batısındaki Efrîn’in Şêrawa, Cindirêsê, Mabata, Reco, Bilbilê, Şiyê ve Şera adında yedi ilçesi ve 365 köyü bulunmakta. Tüm köy ve ilçeleri Kürtlerden oluşan Efrîn’in merkezinde çok az sayıda Arap yaşamakta. Mabata ilçesinde Alevi Kürtler, Qestel Cindo’nun çevresinde ve Ezazê’ye yakın bazı köylerde de Êzîdî Kürtler yaşıyor. Kültürel olarak Kürdistan’da özerk bir konuma sahip olan Efrîn’in tarihi de çok eskilere dayanır. Bazı bölgelerde Hûrî ve Romalı medeniyetine ait eserlere rastlamak mümkün. Kela Hûrîyan (Hurilerin Kalesi), kentte bulunan en ünlü ve eski tarihi mekanlardan birisidir. Efrîn’in ismi “zeytin”le de özleşmiştir. Kuş bakışı bakıldığı zaman yan yana dizilen zeytin bahçeleri, çok güzel bir görüntü oluşturur. Suriye’de yetiştirilen zeytinin % 30’u bu bölgede yetiştirilmektedir.
5. BÖLÜM
Rojava halkları devrimi gerçekleştirdikten sonra Demokratik Özerkliği 8 boyut üzerinde hayata geçirmek için çalışmalarına başladı. Siyasi, diplomatik, öz savunma, kültür, sosyal, hukuk, ekonomi, ekoloji ve eğitim alanındaki kurumsallaşma sürecinde kadınlar aktif rol aldı. Bu çabayla, Rojava’ya uygulanan çok yönlü ambargo, “kendi kendine yeten ekonomik model” ile boşa çıkarıldı.
Rojava’da halk örgütlenmesinin temeli çok eskiye dayansa da yaşamın tüm alanlarındaki örgütlenme ve kendini yönetme, 19 Temmuz Devrimi ile başladı. Siyasi olarak Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) öncülüğünde başlatılan örgütlenme; siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, öz savunma, diplomasi, eğitim, hukuk, kadın ve gençlik ile diğer tüm alanlarda örülmeye başlandı. Bu örgütlenmeyle, tepeden dikte edilen katı bir hiyerarşi temelinde değil, tabandan başlayan ve halkları esas alan bir model örülüyordu.
Kürt Yüksek Konseyi’nin kurulması
Devrimden sonra da Meclisa Gel a Rojavayê Kurdistanê (MGRK) yani Rojava Kürdistanı Halk Meclisi kurulurken, KDP’ye yakınlığıyla bilinen ve Suriye muhalefeti içerisinde yer alan Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi de 16 partinin bir araya gelmesiyle kuruldu. 11 Haziran’da Güney Kürdistan’ın başkenti Hewlêr’de MGRK ile ENKS, gerçekleştirdikleri görüşmeler sonrası 24 Temmuz’da Kürt Yüksek Konseyi’ni (KYK) ilan ettiler. KYK’nin bünyesinde diplomasi, sosyal hizmetler ve savunma komiteleri kuruldu. Bu durum uluslararası kamuoyununda da yankı uyandırdı ve Birleşmiş Milletler Arap Birliği Temsilcisi El Exder Îbrahîmî, Şam’da temsilcilerle görüştü. 2013 yılının Mayıs ayında da Rusya, KYK’yi Moskova’ya davet etti. Ancak Kürtlerin Cenevre Görüşmeleri’ne bizzat çağrılmamaları ve ENKS’nin Suriye muhalefetinin çatısı altında KYK’nin diğer bileşenlerine rağmen katılması, bu konseyin dağılmasının başlangıcı oldu. Sonraki dönemlerde diplomasi alanında TEV-DEM ve PYD, Avrupa, Mısır, Rusya ve ABD’de çeşitli temaslarda bulunurken; PYD Eşbaşkanı Asya Abdulah ile YPJ Komutanı Nesrîn Abdulah’ın Kobanê zaferi sonrası Paris’te Elysee Sarayı’nda Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ile görüşmesi büyük yankı uyandırdı.
Devrime yönelen güçlere YPG müdahalesi
2004 yılındaki Qamişlo Katliamı sonrası temelleri atılan Halk Savunma Birlikleri (Yekîneyên Parastina Gel, YPG), 2011 yılına gelindiğinde resmi olarak ilan edilmişti. YPG ve daha sonra resmi olarak kurulacak olan YPJ’nin Dêrik’ten Hesekê’ye, Kobanê’den Efrîn’e ve Şêx Meqsûd’dan Şengal’e kadar devrime yönelen her güce karşı elde ettiği başarılar da dünyada ses getirmeye devam ediyordu. Her ne kadar bazı Kürt çevreleri ve Türkiye tarafından YPG, PYD’nin silahlı kanadı olarak gösterilmeye çalışılsa da YPG/YPJ, gösterdiği direniş ve halklara verdiği sözü yerine getirerek tüm Rojava halklarının öz savunma gücü olduğunu ispatladı. Kent içinde güvenliği sağlamak amacıyla da 2013 yılında Kobanê’de Asayiş Güçleri kuruldu. Daha sonra da diğer kantonlarda açılan akademilerden yüzlerce kişi mezun olarak Asayiş görevine başladı.
Kadınlar devrimin her yerinde
Rojava’daki “Cuma öfkeleri” eylemlerinde Rojava kadınları hep en öndeydi. Yekîtiya Star çatısı altında örgütlenen kadınlar, kadın meclisleri, kadın komünleri, kadın sığınma evleri ve kadın özgür düşünce akademilerini açarak devrimlerini kurumsallaştırmaya doğru götürdü. Özellikle tüm kurumlarda uygulanan “eşbaşkanlık sistemi”, Rojava Devrimi için yapılan “kadın devrimi” tanımlamasını haklı çıkarıyordu. Daha sonra Kadın Asayişi kurulurken; Kürt Dil Kurumu (Saziya Zimanê Kurdî-SZK) bünyesinde de Kürt Kadın Öğretmenler Birliği kuruldu. Askeri olarak örgütlenmeleri hala YPG’nin içerisinde olan kadınlar, 2013 yılında Kadın Savunma Birlikleri’ni (Yekîneyên Parastina Jin-YPJ) kurdu.
Rojava gençleri de Devrimci Gençlik Hareketi (Tevgera Ciwanên Şoreşger) adıyla tüm kantonlarda örgütlendi. Kürt öğrenciler, Yurtsever Öğrenciler Federasyonu (Federasyona Xwendekarên Welatparêz) çatısı altında örgütlendi. Rojava Devrimi’ne yapılan saldırılara karşı hiç ikircik yaşamadan ve “Genç başladık genç başaracağız” şiarıyla cepheye koşan yurtsever gençlerden onlarcası, bu direnişlerde şehadete ulaştı.
Kadın aydınlanma seferberliği
Rojava Halk Devrimi ile birlikte ilk olarak Efrîn’de Kürtçe eğitim kursları açıldı, okullarda Kürtçe eğitim verilmeye başlandı, halk kendi kendini yönetti, mazotun dağıtımı ile şehrin sevk ve idaresi halkın kendisi tarafından yapılmaya başlandı. Devletin okullarında Kürtçe eğitim verilmeye başlanırken SZK de bu dönemde kuruldu. Rojava halkları bir yandan sağlık, eğitim, hukuk ve diğer alanlarda kurumsallaşmasını sağlarken bir yandan da öz savunmasını güçlendiriyordu. Daha sonra da her üç kantonda yüzlerce okulda Kürtçe eğitim verilmeye başlandı. Açılan akademilerde binlerce öğretmen sertifika alarak okullarda görev aldı. On binlerce öğrenci artık kendi dillerinde eğitim görüp demokratik, bilimsel ve laik bir eğitimle yetiştirilmeye başlandı. Efrîn’de 2013 yılında Şehîd Ferzad Kemanger ve Şehîd Viyan Amara isimleriyle Kürt Dili ve Teorisi Akademileri kurulurken, her üç kantonda da Nuri Dersimî Düşünce Akademileri açıldı. Rojava’daki diğer halkların da kendi anadillerinde eğitim öğretim görmeleri sağlandı.
Savaş ve eğitim iç içe
SZK Kobanê öğretmenlerinden Nesrîn Ebdulqadir, rejim zamanında dillerinin yasaklı olduğunu hatırlatarak, “Her sistemin yasakları olduğu gibi burada da en yaygın yasaklar dil üzerineydi. Rejimin okullarında tek bir sözcük Kürtçe bile konuşamıyorduk” diyor ve devrimden sonraki süreçte yaşanan gelişmeleri şu sözlerle aktarıyor: “Yeni olan şeyin zorlukları çoktu. Bizim bile Kürtçe okullarda eğitim göreceğimize inancımız yoktu. Yavaş yavaş kurslarla başladık. Bu kurslardan mezun olanlar eğitim vermeye başladı. Böyle böyle öğretmen sayısı arttırıldı ve okullardaki eğitim süreklileştirildi. Fakat eğitim çalışmalarımız düzenli yürümüyordu. Bir eğitim devresi başlayınca mutlaka bir yerlerde bir saldırı oluyordu. O saldırılar, eğitim devrelerini de etkiliyordu. Mesela çoğu zaman öğretmenlerimiz silah alarak cepheye gidiyordu. 2013 yılının 26 Haziran’ında buradaki akademinin kurucusu Viyan Amara, Kobanê’ye saldırılar başlayınca silah alarak cepheye gitti ve şehit düştü. Savaş ve dil eğitimi birlikte yürüyordu. Yine bu son katliamda Pervîn ve Gülistan isimli öğretmenlerimiz şehit düştü.”
“Her devrim dil ile başlar. Devrimlere yapılan saldırılar dile de yapılır” diyen Ebdulqadir, Kobanê’ye yapılan saldırılar sonrası göç ettikleri Pirsûs’ta da eğitim çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, “Kamplarda imkanlar dahilinde okullar açtık. Boşluğun yaşanmasını istemedik. Yani savaş sürüyor diye eğitim çalışmalarımıza ara vermedik” diyor.
Tabandan halk örgütlenmesi
Demokratik Özerklik temelinde örgütlenen Rojava halkları, başta Dêrik, Girkê Legê, Tirbespiyê, Qamişlo, Amûdê, Dirbêsiyê, Serêkaniyê, Til Temir, Kobanê, Efrîn ile Efrîn’in 7 ilçesinde, Şam, Halep, Rakka ve Hesekê’de halk meclislerini kurdu ve mahalle meclisleri ile Mala Gel’leri (Halkevi) faalleştirdi. Artık toplumun hukuki işleri ve sorunları buralarda çözüme kavuşturuluyordu. İlk başta bu sisteme temkinli yaklaşan Arap, Süryani, Asuri, Keldani, Ermeni ve Çeçen halkları da pratikte ortaya çıkan eşitliği ve demokratik yöntemi görünce sisteme dahil oldu. Bu arada devletçi hukuk sistemine karşı ahlaki ve politik toplumu esas alan bir hukuk sistemine geçilmesi gerekiyordu. İlk başlarda Barış ve Adalet Komitesi adı altında kurulduktan sonra, 4 Nisan 2013’te Toplumsal Bilimler Akademisi’nin bünyesinde Toplumsal Adalet ve Hukuk bölümü açıldı.
Rojava halkları sözleşmesini ilan ediyor
6 Ocak 2014 tarihinde Rojava’nın Amûdê kentinde toplanan Rojava Demokratik Özerklik Yönetimi Yasama Meclisi, Rojava Toplumsal Sözleşmesi’ni kabul etti. Toplumsal Sözleşme’nin Giriş bölümünde yer alan şu bölümler, devrimin demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü karakterini en iyi yansıtan hukuki akit oluyordu: “Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için; demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için; kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için; savunma, öz savunma, inançlara özgürlük ve saygı için bizler, demokratik özerk bölgelerin halkları, Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz. Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulus-devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmez.”
En büyük saldırı: Ambargo
Rojava Devrimi’nin karşı karşıya kaldığı en büyük sıkıntı, kendisine dört taraftan uygulanan ambargo oldu. Ancak devrimin yaratıcıları, kurdukları komünler ve sistemle, askeri savaştan daha ağır olan ambargonun üstesinden gelmeyi başardı. Hala Rojava üzerinde ambargo devam etse de uygulanan ekonomik model, “kendi kendini idame ettirme” olarak özetlenebilir. Daha çok bir tarım coğrafyası olan Rojava’da rejimin uyguladığı politikalar nedeniyle neredeyse hiçbir fabrika yok. Rojavalılar, rejimin ülke sınırlarına 25 kilometre mesafede olan bölgelerde fabrikalara izin vermeyen bir yasayla Rojava’yı sınırlandırdığını belirtirken; küçük atölyelere dahi rejim tarafından kısıtlama getirildiğini ifade ediyor.
Rojava’ye ‘hendek’ ambargosu
Devrim ile birlikte Rojava’ya uygulanan ÖSO, rejim, DAİŞ, El Nusra ve Türkiye ambargolarına bir de Güney Kürdistan’ın Rojava sınırına hendek kazarak uygulamaya koyduğu ambargo eklendi. Kürt kamuoyu, her türlü saldırıya maruz kalan Rojava’ya hendeklerle sınır çizilmesini, “Sykes-Picot’a sadık bağlılık” olarak değerlendirdi. Ancak tarihin bir cilvesi olarak KDP tarafından kazılan aynı hendekler, 3 Ağustos 2014 tarihinde DAİŞ’in Şengal’e yaptığı saldırılarda kaçan Pêşmergeler tarafından dolduruldu, Pêşmergeler Rojava’ya sığındı.
6. BÖLÜM
Rojava’da 19 Temmuz 2012’de yaşanan devrim süreciyle birlikte Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Demokratik Özerklik temelinde kurumsallaşmalara gidilirken, kendi geleceğini inşa eden halklara karşı saldırılar da başladı. Devrimi hazmedemeyen çevrelerin de desteğiyle başlayan saldırıların arkasındaki isimlerin başını ise Türkiye çekiyordu. Ancak bu saldırıların tamamını boşa çıkartan YPG/YPJ bu dönemde ilk deneyimini yaşarken, aynı zamanda bir tarih de yazılıyordu. Saldırılara rağmen geliştirilen örgütlülüğün bir yapıda vücut bulması için yürütülen çalışmalar, Ocak 2014’te Demokratik Özerk Yönetimler’in ilanıyla taçlandı. Kobanê Kantonu Dış İlişkiler Konseyi Başkanı İdris Nahsan, üçüncü çizgiyle bütün ezilen halkları bir araya getirmeyi amaçladıklarını ve bu kapsamda ilan edilen özerk yönetimlerin Suriye halklarına da bir model olduğunu belirtirken, Ortadoğu halkları açısından da yeni bir sayfa açıldığını söylüyor.
Rojava’da halkların özgürlüğü için alternatif, üçüncü bir yol olarak ortaya çıkan 19 Temmuz Devrimi ile birlikte Cizîrê, Kobanê ve Efrîn’de farklı renkler bir araya gelip kendi geleceklerini inşa etmeye koyulurken, bu devrimi hazmedemeyenlerin saldırıları da başlamış olacaktı. Efrîn’den Cizîrê’ye kadarki alanda halk, örgütlülüğünü geliştirirken, bir yandan da olası saldırılara karşı öz savunmasını geliştiriyordu. Çok geçmeden, devrimden birkaç ay sonra Rojava’ya dönük saldırılar da uluslararası güçlerin desteklediği çete grupların eliyle gerçekleşti. Ancak bu ilk saldırıların büyük bir direnişle püskürtülmesi, bölgesel ve uluslararası güçlere artık Kürtlerin var olduğunun, özgürce var olmaya devam edeceğinin mesajını verdi. Devrime dönük Eşrefiye ve Qastel Cindo’daki saldırılar önemli siyasal sonuçlar ortaya çıkartırken, savunma gücü YPG’nin de kendini ispatlamasını sağladı. Devrimin ilk dönemlerinde buraya dönük başlayan saldırıları, 2012 sonları ve 2013’te Serêkanîyê’ye dönük saldırılar izledi. Tüm bu saldırılar direnişle boşa çıkartıldı ve zaferler önemli siyasi sonuçları beraberinde getirdi.
Rojava’ya ilk saldırının arkasında da Türkiye vardı
Devrimin ardından ilk saldırı, yaklaşık iki ay sonra Efrîn’in Şera kasabasına bağlı olan Êzidî Kürtlerin yaşadığı Qestel Cindo köyüne dönük oldu. El Kaide bağlantılı grupların ilk olarak 22 Eylül’de bu bölgede başlattıkları saldırı dalgası Türk ve Suudi Arabistan istihbarat servislerince organize edilirken, çatışmaların ilk üç gününde 86 çete üyesi öldürüldü. Suudi Arabistan İstihbarat Başkanı Bender Bin Sultan ve Türkiye istihbaratı, Riyad’da gerçekleştirdikleri bir toplantıda bu saldırının planlamasını yaparken, bu toplantıda görevlendirilen Zehran Aluş isimli kişi Ezaz’da DAİŞ, Liva Tevhid ve Türkiye istihbaratının katılımıyla bir toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantıda Efrîn’e dönük gerçekleştirilecek saldırıda aralarında çatışmalar yaşanan grupların da birleşmesi kararı alındı. Ekonomik masraf ve cephanesinin Türkiye tarafından karşılanacağı bu saldırıda 17 grup, aralarında çatışma olmasına rağmen devrime karşı bir araya geldi. Saldırıyı gerçekleştiren gruplardan biri de Türkiye tarafından Ezaz’da kurulan Türkmen Ömer Dadiği komutasındaki Asifet Şimal isimli gruptu.
Bayram ateşkesinde dahi saldırı gerçekleştirdiler
Üç gün yoğun bir şekilde yaşanan şiddetli çatışmalarda YPG’nin gösterdiği muazzam direnişle saldırı tümden kırıldı. Ancak aynı alanda bayram vesilesiyle YPG tarafından tek taraflı ateşkesin ilan edildiği sırada, bayramın birinci gününde aynı gruplar tarafından Ezaz’a yakın Yazıbağ Köyü’ne ikinci bir saldırı daha başlatıldı. Bu bölgeye dönük saldırılar 2013 yazına kadar yer yer devam etti. Bu saldırıların amacı henüz yeni gerçekleşmiş, kurumlaşmasını sağlayamamış Rojava Devrimi’ni sonuca gitmeden boğmaktı. Ancak saldırılar YPG tarafından büyük oranda kırılırken Rojava halkları da bir yandan devrimlerini var güçleriyle savunup öte yandan sistemlerini inşa etmeye devam ettiler.
Efrîn’deki bu saldırılarla bağlantılı olarak Rojava’ya dönük en kapsamlı saldırılardan biri de Serêkaniyê’de gerçekleştirildi. Efrîn’deki saldırılarla kendini ispatlayan YPG, Serêkaniyê Direnişi’yle de gerçeği pekiştirdi. YPG’nin Rojava halklarının savunma gücü olduğu net bir biçimde açığa çıktı.
Serêkaniyê saldırısı devrimi boğmaya dönüktü
Serêkaniyê’deki saldırılar da Türkiye tarafından organize edildi. 40 bin nüfusluk bu şehirde yoğunlukta Kürtler olmak üzere Araplar ve Asuriler de yaşıyor. Asuriler öteden beri yerleşik. Araplar ise 1960-70’lerde BAAS rejimi tarafından sistematik olarak bölgeye yerleştirildi. Suriye’de dış politikaları boşa düşen Türkiye, yanı başında gelişen devrimi boğmak için de bölgede kaos yaratmanın peşindeydi. Bu amaca bağlı olunarak da Batı Kürdistan’a girişin en stratejik kapısı olan Serêkaniyê seçildi. Çünkü Cizîrê’nin son durağı olan Serekanîyê’de çıkartılacak bir kaos, Kürt-Arap çatışmasına dönüştürülecekti. Böylelikle de Cizîrê ile Kobanê-Efrîn bölgelerinin ilişkisi tamamen kesilecek ve ardından bu iki alanda da benzer operasyonlar hayata geçirilecekti. Yine Serekanîyê’nin kontrol altına alınmasıyla birlikte Cizîrê’nin diğer kentleri de ablukaya alınacaktı.
Hesaplar tutmadı, YPG tarih yazdı
Türkiye’den geçen yaklaşık bin beş yüz El Kaide bağlantılı çeteci, 16 Ocak 2013 tarihinde Serêkaniyê’ye büyük bir saldırı dalgası başlattı. Büyük sonuçlar açığa çıkartan Serêkaniyê saldırısı ve buna karşı geliştirilen direniş şu şekilde gelişti:
Türkiye’de Urfa ve Ceylanpınar’da konaklayan çeteler, Serêkaniyê’ye girdiler. Oradaki birkaç rejim grubuyla çatışan çeteler, daha sonra Arapların yoğun olduğu mahallelere yerleşti. Kürtler bir çatışmanın olmaması için sorunun müzakere yoluyla çözülmesi girişimlerinde bulundu. Yine kentte rejimin tümden çıkarılmamış olmasından dolayı “Rejimle işbirliği yapıyor” safsatalarının dillendirilmemesi için YPG, çete gruplarının Serêkaniyê’ye girişlerini engellemedi. Çeteler, Kürtlere çok zarar verirken Arap halkına da baskı yaptılar. Yine Asuri, Süryani ve Ermenilerin evlerini yıktılar, talan ettiler. YPG ile çeteler arasındaki çatışmaların fitili, kentte barışçıl bir havanın oluşması için çabalayan Halk Meclisi Başkanı Abid Xelîl’in gruplarla görüşmeden dönerken uğradığı suikast sonrası yaşamını yitirmesiyle ateşlendi. Xelîl’in katledilmesinden hemen sonra çatışmalar başladı ve bütün desteklere rağmen YPG güçleri çeteci grupları kentten çıkardı. Ardından ikinci, üçüncü saldırılar da gerçekleşti. Ancak bu saldırıların tümünden de YPG başarıyla çıktı. Bu başarı siyasi, diplomatik, kültürel, askeri kazanımları da beraberinde getirdi. Serêkaniyê direnişi, Batı Kürdistan’da kurulan savunma gücü YPG’nin de ilk şehir savaşı deneyimi oldu.
Tarihler 28 Temmuz’u gösterdiğinde ise El Nusra çetesi Halep’te Kürt köyleri olan Til Hasil ile Til Eran’a saldırarak aralarında kadın ve çocukların da olduğu 70’ten fazla Kürt sivili katletti.
Çeteler bir yandan rejim diğer yandan
Çeteci gruplar Serêkaniyê’ye saldırırken BAAS rejimi güçleri de eş zamanlı olarak Gîrkê Legê’nin Girziro Köyü’ne saldırı başlatmıştı. Rejim, Çilaxa ve Gîrkê Legê’deki zengin petrol yataklarına el koymak istiyordu. Burada bir hafta boyunca süren çatışma ve kuşatmalardan sonra daha önce rejimin elinde bulunan petrol bölgesi Rimêlan da YPG’nin denetimine geçti.
Devrime dönük saldırılar sadece yukarıda açıklanan bölgelerle sınırlı kalmadı. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Halep başta olmak üzere diğer bölgelerde de devrimi hazmedemeyen yapıların büyük saldırı girişimleri oldu ancak tümü boşa çıkartıldı.
Soykırımdan özerkliğe
Uluslararası güçlerin desteğiyle gerçekleştirilen bu saldırılar boşa çıkartılırken, bir yandan da geliştirilen örgütlülüğün bir yapıda vücut bulması için çalışmalar yürütülüyordu. Bu kapsamda Kasım 2013’te Kurucu Meclis’in ilanı gerçekleştirildi. Kurucu Meclis’in ilanı iki yıl önce gelişen devrimle birlikte Rojava’nın siyasal yapısının yeniden şekillenmesi açısından önemli bir sürece girildiğinin de işaretiydi. Qamişlo’da gerçekleşen toplantıda 82 üyeli Kurucu Meclis’in ilanını birkaç ay sonra Demokratik Özerklik temelinde oluşturulacak olan kantonların ilanı izleyecekti. Artık yıllarca soykırımdan geçirilen Rojava halkları, kendilerini özgür bir şekilde ifade edebilecekleri özerk kantonlarla devrimi de ete kemiğe büründürecekti.
Tüm farklılıklar temsiliyetini buldu
Rojava Özerk Yönetimi Yasama Meclisi’nin 6-7 Ocak 2014’te gerçekleştirdiği toplantıda bölgeler, Cizîre, Efrîn ve Kobanê Kantonları olarak üçe ayrıldı. Bu kapsamda her kantonun kendi özerk yönetimini oluşturulması için çalışmalara başlandı. 21 Ocak 2014’e gelindiğinde yüzlerce çocuğun yanarak katledildiği Amûdê kentinde tarihi bir toplantı gerçekleştirildi. Cizîrê Kantonu Başkanlığı ve bakanlıklara ilişkin öneriler de yapıldıktan sonra Cizîrê Kantonu Demokratik Özerk Yönetimi, Mahabad Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi olan 21 Ocak’ta ilan edildi. Hükümet başkanlığı ve 22 bakanlıktan oluşan yönetimde sadece Kürtler değil Arap ve Süryaniler de temsiliyetlerini bulacaktı.
Kobanê, devrimi özerklikle taçlandırdı
Cizîrê’de ilan edilen özerkliğin ardından bu kez devrim ateşinin yakıldığı ilk yer olan Kobanê’de de 27 Ocak’ta özerklik ilan edildi. Kobanê’yi Efrîn izledi ve iki gün sonra da burada özerklik ilan edildi. 3 kantonun ilan edildiği Rojava, ortaya koyduğu modelle dünya üzerinde yaşayan halkların bir arada eşit temsilliyetle yaşanabileceğini de sunuyordu.
Üçüncü yol halkları birleştirdi
Kobanê Kantonu Dış ilişkiler Konseyi Başkanı İdris Nahsan, Kürt halkının tarih boyunca kendisine dayatılan politikalara karşı ayağa kalktığını ifade ederek Qamişlo Katliamı sonrasındaki serhildanlarla Suriye rejiminin sallanmaya başladığını söyledi. Nahsan, Kürt halkının bu serhildanlarla mücadelesini sürdürdüğünü ifade ederek, “2014’e gelindiğinde Arap Baharı’nda da Kürt halkı bir kez daha demokratik hakları için başkaldırdı. Ancak bir kez daha Suriye halkının örgütlü olmadığı görüldüğü için Kürt halkı, yaklaşımları noktasında yeni bir yol bulmalıydı. Bu da ortaklık ve eşitlik temelindeydi. 19 Temmuz’da Kobanê’de başlayan devrim süreciyle halk, savunma ve örgütlenmede kendi yönetimini oluşturdu. Üçüncü yolla istedik ki bütün ezilen halkları bir araya getirelim. Bir yandan da Suriye halklarına bir model sunduk” ifadelerini kullandı.
Özerkliği hazmedemeyenler saldırıya geçti
Nahsan, Demokratik Özerkliğin ilanıyla Suriye’deki bütün halkların ve inançların temsiliyetini bulduğuna işaret ederek, bunu hazmedemeyenlerin Rojava Devrimi’ne saldırmaya başladığına dikkat çekti. “Saldırılarla halkın ulaştığı bu özgürlük noktasını ayaklar altına almak istiyorlardı” diyen Nahsan, direnişle bunların da boşa çıkartıldığını söyledi. Nahsan, Demokratik Özerk Yönetimler olarak önlerine koydukları üçüncü yol olan eşitlik ve özgürlük yolunda yürümeye devam edeceklerini kaydederek, saldırılara karşı halkların başaracağına işaret etti.
7. BÖLÜM
Rojava Devrimi’ni başlatan kent olan Kobanê, 15 Eylül 2014’te insanlık düşmanı DAİŞ çetelerinin ve destekçilerinin başlatmış olduğu kapsamlı saldırıya karşı 21. yüzyılın en büyük direnişini gösterdi. 134 gün süren savaşın sonrasında Kobanê özgürleşirken tarihte eşine az rastlanır kahramanlıklar sergileyen YPG/YPJ savaşçıları da insanlık onurunu savundu. YPJ Komutanı Aryen Efrîn, direniş döneminde kimi zorlukların olduğunu ancak YPJ iradesiyle bu saldırıların boşa çıkarıldığını söyledi. Efrîn, “YPJ güçleri, ‘Canımızı bile veririz ama bu topraklara giremeyeceksiniz’ dediler. Düşman tanklarının önüne geçip kendilerini patlattılar” diyerek o günlerde verilen direnişi çarpıcı yönleriyle özetledi.
Rojava kantonlarında Demokratik Özerk Yönetimler’in ilanından sonra uluslararası ve bölgesel güçlerin El Kaide bağlantılı çetelerin eliyle başlattığı saldırıların fitili ateşlenmiş oldu. Yıl 2014 olduğunda, devrimi başlatan kent olan Kobanê, Suriye iç savaşının başladığı günden beri en büyük saldırıların yaşandığı ve buna karşı en büyük direnişin sergilendiği kent olarak dünya insanlığının hafızasına kazındı. Kobanê’ye dönük saldırılar Temmuz ayında başladı. Vahşet çetesi DAİŞ, Musul’u ele geçirdikten sonra elde ettiği ağır silahlarla yönünü Kobanê’ye çevirdi. Ancak büyük bir direnişle karşılaşan çetelerin bu ilk saldırı dalgası YPG/YPJ savaşçıları ve Kobanê halkı tarafından Güney cephesinde Girê Sêvê, batıda Zor Mixar ve doğuda da Evdiko ile Kopirlik köylerinde verilen büyük direnişlerle kırıldı. Saldırıların kırılmasında Kuzey Kürdistan halkının sınır hattında başlattığı nöbet eylemlerinin de etkisi büyük oldu. Kobanê’de saldırıları kırılan DAİŞ çeteleri, ardından Irak’ta Şengal, Telafer, Karakuş ve birçok bölgeyi işgal ederken; Suriye’de rejimin elinde bulunan en büyük kentlerden biri olan Rakka’yı, kentte bulunan Tabka Askeri Üssü’nü ve Rakka’ya bağlı Eyn Îsê kasabasını ele geçirerek gücüne güç kattı.
15 Eylül: Kobanê’ye saldırılar
Tarih 15 Eylül’ü gösterdiğinde DAİŞ çetecileri Musul’da elde ettikleri ABD silahları ve Rakka’da elde ettikleri Rus silahlarıyla üç koldan Kobanê’ye kapsamlı bir saldırı başlattı. Kendini daha önce Kobanê’de denemiş olan DAİŞ çeteleri, Kobanê’nin düşürülmesinin öyle kolay olmayacağını bildiğinden dolayı çok büyük bir güçle kente yüklendi. Bu kapsamlı saldırıyla beraber Kobanê’ye dördüncü cepheyi de Türkiye açmıştı. Türkiye, DAİŞ çetelerinin cephanesini Cerablus’tan trenlerle Girê Sipî’ye taşırken buna karşı da Kuzey Kürdistan halkı Kobanê sınırına akın ederek nöbet eylemlerine başlamıştı. Takvimler 27 Eylül’ü gösterdiğinde DAİŞ çeteleri daha önce Musul’da rehin aldıkları Türkiye Konsolosluğu’nun 49 çalışanını sembolik bir yer olan Girê Spî’de (Til Ebyad) teslim etti. O güne kadar aldığı tüm rehineleri katleden DAİŞ çetelerinin bu tavrı, kamuoyunda Türkiye ile DAİŞ’in Kobanê üzerine anlaşma yaptığı yorumuna neden oldu. Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu bu pazarlığı “diplomatik zafer” olarak takdim etmeye çalışırken Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, konsolosluk çalışanlarının serbest bırakılmasının insani olarak sevindirici olduğunu söyledi ancak bunu Kobanê’nin düşürülmesi pazarlığının bir parçası olarak değerlendirdi ve pazarlığı da “diplomatik rezalet” olarak nitelendirdi.
‘YPG tüzüğünü ihlal ediyoruz’
Kobanê’ye saldırılar tank, top, Milan füzeleri, katyuşa gibi çeşitli ağır silahlarla her taraftan devam ediyordu. Saldırılar hiçbir cephede durmaksızın sürüyordu. YPG/YPJ savaşçıları ise ferdi silahlarıyla direniyordu. Saldırılar bütün şiddetiyle devam ederken Kobanê’nin doğusundaki Serzûrî Köyü Okulu’ndaki 12 YPG/YPJ savaşçısının direnişi ise savaşın kaderini belirleyecekti. Buradaki 12 savaşçı, 24 saat boyunca çetelere karşı direnerek şehit düştü. Şehadete yürümeden önce cephe komutanları Meryem Kobanê’nin “Geri çekilin” talimatını kabul etmeyen savaşçılar, “Biz YPG tüzüğünü ihlal ediyoruz. Önder Apo, partimiz, şehitlerimiz ve halkımızdan özür diliyoruz” diyorlardı. Ve YPJ komutanı Meryem Kobanê, daha sonra bir mülakatında, “Bizim direnişimiz Serzûrî’den sonra başladı” diyecekti.
YPG/YPJ sivillerin katliamını önledi
Çetelerin çok yönlü saldırıları devam ederken YPG/YPJ savaşçıları, kendilerini halk ile çeteler arasında perde yaparak sivil katliamların önüne geçti. Kobanê’de Şengal gibi bir katliam tablosunun ortaya çıkmaması ve halktan kimsenin çetelere esir düşmemesi, tarihi Kobanê direnişinin üzerine en az tahlil yapılan yönü olmakta. YPG/YPJ savaşçıları, bir taraftan vahşet çetesi DAİŞ’e karşı direnirken; diğer yandan da köylerdeki sivilleri tahliye ediyordu. Çetelerin amacı YPG/YPJ’nin tüm gücünü kırsalda imha etmekken; YPG/YPJ savaşçıları kademeli/kontrollü çekilme stratejisiyle hareket ediyordu. Kentin etrafına gelindiğinde ise kent yoğun bir havan/tank saldırısına tabi tutuldu. Sivil halkın büyük bölümü Kuzey Kürdistan’a geçmişti. Artık Kürdistan tarihinde bir ilk olacak olan şehir savaşının hazırlıkları yapılıyordu.
Arîn Mîrkan’ın eylemi ve 6-8 Ekim Serhildanı
Kobanê’de bunlar yaşanırken başta Kuzey Kürdistan olmak üzere dünyanın her yerindeki Kürtler ve dostları Kobanê için ayaktaydı. Ama Kuzey Kürdistan’daki öfke, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Dîlok’ta yaptığı konuşmada “Kobanê düştü düşecek” demesiyle artık taşmak üzereydi. Takvimler 6 Ekim’i gösterdiğinde Arîn Mîrkan’ın Miştenûr Tepesi’nde gerçekleştirdiği fedai eylem, öfkeyi eyleme çeviren bir kıvılcım oldu. Kuzey Kürdistan ve Türkiye metropollerinde 7’den 70’e sokaklara dökülen halk, her yeri Kobanê’ye çevirdi. Kuzey Kürdistan’ın birçok kendinde fiili OHAL ilan edilirken 50’yi aşkın yurttaş yaşamını yitirdi. Halkın durdurulamaz öfkesini gören Türk devlet yetkilileri, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a giderek müdahil olmasını istedi. Birçok kesimden gelen “sağduyu” çağrılarını dinlemeyen halk, Öcalan’ın kritik müdahalesiyle durabildi.
‘Kürt halkının onurunu ayaklar altına aldırmadık’
Şehir savaşı kapıya dayandığında YPG/YPJ savaşçıları, kentin doğusu ve batısını tutarak çetelerin güneyden kente girmesini sağlayacaktı. Ancak yaşanan kimi taktik aksamalardan dolayı ve Miştenûr Tepesi’nin düşmesinden sonra şehir savaşı kentin doğusunda başladı. Çeteler ağır silahlarıyla kente girdikten sonra DAİŞ’e karşı ABD öncülüğünde kurulan koalisyon güçlerine bağlı savaş uçakları yer yer DAİŞ mevzilerini bombalamaya başladı. Artık şehir savaşı en ağır biçimde sürüyordu. Çetelerin kente girmesi üzerine o dönem konuşan YPG Kobanê Komutanı Mehmûd Berxwedan, “Kobanê’nin sokaklarını onların cenazeleri ile dolduracaklarını“ söylerken; YPJ Kobanê Komutanı Meysa Ebdo ise röportajında, “Halkımız bilsin ki uzun bir zamandır burada Kürt halkının kimliği, varlığı ve hakları için bir kahramanlık destanı yazılıyor. Her köyde, mezrada, tepede şehitler verdik. Her köyde yaralılarımız oldu. Bazı yerlerde cenazelerimizi bastılar ama asla ve asla Kürt halkının onurunu ayaklar altına aldırmadık. Her direnişimizde halkımızın direnişini büyüttük ve büyütmeye de devam edeceğiz. Bir tekimiz bile kalsa, köy köy, ev ev nasıl savaştıysak bundan sonra da aynı şekilde savaşacağız. Bütün dünya küçük bir kasabanın üzerine geliyor. Bu da bizim büyüklüğümüzdür, irademizdir. Dünyaya bunu gösteriyoruz. Kobanê öyle kolay gitmeyecek. Bu bir buçuk yılda nasıl yüzlerce kayıp vermişsek, bundan sonra yine veririz, binlerce kayıp da veririz. Bir tek özgürlük savaşçısı dahi kalsa yine direneceğiz” diyordu.
‘Kobanê Stalingrad olacak’
“Kobanê Stalingrad olacak” sözünün patenti ise YPJ komutanı Meryem Kobanê’ye aitti. O dönemde PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah, “Kobanê düşerse her şey biter, diye avuçlarını ovuşturanlar bilsin ki Kobanê’nin düşmesi onların ölümü olacaktır. Kobanê düşse bile direniş daha da büyüyecektir” derken Kobanê Kantonu Başbakanı Enwer Muslim de şunları söylüyordu: “Tarihte direnişleriyle ünlü birçok kent ve ülke var. Stalingrad, Almanya’da Viyanpoll, Vietnam... Kobanê de şimdi öyle tarihi bir rol oynuyor. Bugüne kadar bize yapılan saldırılar -son bir buçuk yılda- hangi bölge ya da kente yapılmış olsaydı çoktan düşürülürdü. Ama yine de Kobanê’nin düşüşü öyle kolay olmayacak.”
Sözün gereği yapıldı
Sınır kapısını ele geçirmek isteyen çeteler en büyük saldırılarını doğu cephesinde gerçekleştirdi. Kaniya Kurda Mahallesi’nden Suk El Hal Mahallesi’ne çekilen YPG/YPJ savaşçıları, burada bir savunma hattı oluşturdu. 113’ü kent içerisinde toplamda 134 gün süren Kobanê Direnişi’nde; Destina, Arîn Mîrkan, Kendal Efrîn, Eylem, Diyar Bagok, Gelhat Cûdî, Rênas, Seyîtxan ve Cûdî Amed gibi yüzlerce YPG/YPJ Komutanı ve savaşçısı, halka verdikleri “devrimi koruma” sözünü yerine getirerek şehadete ulaştı.
Halep Grubu savaşın kaderini değerlendirdi
31 Ekim tarihinde Güney Kürdistan’dan gelen 145 kişilik bir Pêşmerge heyeti Kobanê’ye ulaştı. Daha çok ağır silahlar kullanan Pêşmergeler kentin batısında konuşlanarak bu silahlarla direnişe destek verdi. Şehir savaşının sürdüğü dönemde Halep Grubu olarak bilinen ve şehir savaşında uzman bir YPG grubu Kobanê’ye ulaşarak savaşın seyrinin değişmesinde önemli bir rol oynadı. Sokaklara perde çekilmesini, duvarların delinerek yol açılmasını, mevzilerin yeniden yapılandırılmasını sağlayan Halep Grubu, birçok üyesini şehit vererek çetelere ağır darbeler indirdi. Artık çeteler darbe üzerine darbe alıyor ve birçok mevziyi kaybediyordu.
Dünya YPJ’ye selama durdu
1 Kasım tarihinde ise dünya, Kobanê’ye, direnişine ve direnişçilerine selam duruyordu. Bu tarih, Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü ilan edildi. Dört kıtada alanlara çıkan her dilden, inançtan, renkten ve ideolojiden insanlar Kobanê Direnişi’ni, özellikle de YPJ’nin direnişini selamlıyordu. Eylemlerin en kitlesel geçtiği yerlerin başında El Kaide’nin kaleleri olarak bilinen Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerin olması herkesi şaşırtmış ve kadının özgürlük istemini gözler önüne seriyordu.
29 Kasım saldırısı ve TC-DAİŞ mutabakatı
Tam da YPG/YPJ savaşçılarının Kobanê’yi çetelerden temizleme operasyonunu başlatacağı 29 Kasım günü; DAİŞ çeteleri her üç cephenin yanı sıra Türkiye’nin hakimiyetinde olan Kuzey Kürdistan topraklarını kullanarak Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndan kente dönük bir saldırı başlattı. Sabah saatlerinde dört cepheden başlayan saldırıda çeteler, bomba yüklü 4 araç ve 3 tankla saldırmıştı. Kapıdaki saldırıya karşılık veren YPG’liler ve Asayiş güçleri, çetelerin amaçlarına ulaşmasını 13 şehit vererek engelledi. YPG/YPJ savaşçıları sınırı geçerek Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) silosu ve Mürşitpınar Camisi’nden saldıran çeteleri etkisizleştirdi. Yaralanan çeteciler de Türkiye’ye ait panzerlerle taşınarak daha doğudaki birliklerine teslim edildi. Bu kapsamlı saldırı bertaraf edildikten sonra Türkiye’nin DAİŞ’e kapıyı ele geçirmesi için 4 saat süre tanıdığı, kimi istihbari bilgiler ışığında ortaya çıktı.
Ve Kaniya Kurda’da YPG bayrağı dalgalanıyordu artık...
Eskiden Kuzey Kürdistan ve diğer parçalardaki özgürlük istemlerine destek vermekten geri durmayan Rojava için bu kez başta Kuzey Kürdistan halkı olmak üzere tüm Kürtler seferber olmuştu. Kobanê Direnişi boyunca yüzlerce genç sınırı geçerek direnişe katılırken Suruç sınırında başlatılan nöbet eylemleri ise direnişçilerin moral kaynağı oldu.
Her bir anı bir kahramanlık destanı ile geçen Kobanê Direnişi, tarihler 25 Ocak’ı gösterdiğinde Kaniya Kurda ve Miştenûr’da -yani Arîn Mirkan’ın diyarı- YPG bayrağının dalgalanmasıyla zaferini ilan etmişti. Kobanê düşmemiş, direnmiş, kazanmıştı artık... 15 Eylül’den 24 Ocak’a kadarki savaşta 600’ü aşkın YPG/YPJ savaşçısı şehit düşerken; sonraki süreçlerde de başlatılan operasyonlarla çetelerce işgal edilmiş Kobanê köyleri bir bir geri alındı.
YPJ’nin Kobanê komutanlarından Aryen Efrîn, Kobanê’ye dönük saldırıların dünyada eşi benzeri olmadığına işaret ederek bu saldırılarla Kürt kadının yarattığı emeğin yok edilmek istendiğine, saldırıların esas amacının da bu olduğuna dikkat çekti. Efrîn, saldırılarla Kürt halkının direniş tarihinin yok edilmek istendiğini belirterek şunları söyledi: “Kobanê’de bu tarihi toprağa gömmek istediler. Kürt halkının dilini, kimliğini tüm değerlerini, tarihten günümüze kadar yaratımlarını Kobanê’ye saldırarak yok etmek istediler. Dünya üzerinde devletler karşılıklı savaştığı zaman büyük tekniklerle saldırıyorlar ama bizim askeri bir ordumuz, silahımız yok. Esasta bu saldırıları durduran, Kürt kadınlarının ve gençlerinin iradesiydi. Bu irade, saldırılara siper oldu. Bunu Kobanê’de gözlerimizle gördük. Cephede son anlarına kadar direnenler, tanklarla saldıranlara karşı iradeleriyle durdular. Bu irade, Önder Apo’nun bizlerde yarattığı fikir iradesinin yansımasıydı. Bu irade, sadece Kobanê’de değil Rojava’nın, Kürdistan’ın tamamında daha büyük başarılar getirecektir. Kobanê Direnişi’nde YPJ elbette büyük bir rol oynadı. Zorluklar vardı ama YPJ iradesiyle bu saldırılar boşa çıkardı. YPJ güçleri, ‘Canımızı bile veririz ama bu topraklara giremeyeceksiniz’ dediler. Düşmanın tanklarının önüne geçip kendilerini patlattılar. Arîn Mîrxan bir örnektir ama onun gibi onlarca genç çıktı ve düşmana ‘Topraklarımıza giremezsiniz’ dedi. Bunu bedenlerini büyük bir irade silahına dönüştürerek gösterdiler.”
Tarih 22 Şubat 2015’i gösterdiğinde daha önce “Kobanê düştü düşecek” diyerek sevincini gizlemeyen ve bunu “müjdeleyen” Tayyip Erdoğan, DAİŞ çetelerinin işgal ettiği Suriye topraklarındaki Süleyman Şah Türbesi’nin nakil işlemi için Kobanê’nin kapsını çalacaktı. Kobanê Kantonu Hükümeti’nden alınan izin ve YPG’den alınan destekle, 21 Şubat’ı 22’ye bağlayan gece Süleyman Şah Türbesi Kobanê’nin güneybatısındaki Qereqozax Köprüsü’nden kaçırılarak Kobanê’nin batısındaki Aşmê köyüne getirildi. Türbeyi nakil işlemi, “havuz medyası”nda bir taraftan “büyük operasyon”, “yıldırım operasyonu” ve “askeri zafer” olarak takdim edilirken; diğer taraftan da PYD’ye ültimatom verilerek yapıldığı yazıldı, çizildi. Ancak daha sonra operasyonun ayrıntıları ortaya çıkınca YPG’nin TSK’ye bizzat destek verdiği, Qereqozax’ta bozulan bir Türk tankının YPG tarafından getirilerek kendilerine teslim edildiği ve Aşmê için ise defalarca PYD ve Kobanê Hükümeti ile görüşüldüğü ortaya çıktı.
Kaynak:
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=44341
1 yorum:
Okurken Öyle Bir Gururlandım ki Anlatamam Ama başda baya sinir oldum. :D
Yorum Gönder