“Terörizmin
Finansmanının Önlenmesi” (TFÖ) yasa tasarısının Meclis Adalet
Komisyon'undan geçmesiyle birlikte, Türkiye bir kez daha, soykırım
politikalarında uzman bir ülke olduğunu kanıtlamış oldu. Tabii 1915'i
kabul etmeyince, devletin soykırımcı geleneği de sürmüş oluyor. Buna
göre yargıç kararı olmadan ve hukuki denetim yapılmadan, hükümetin
emrindeki bürokratlardan oluşan bir “Değerlendirme Komisyonu”, sözde
terörizme finansal destek olunduğu gerekçesiyle, muhaliflerin mal
varlığını keyfi bir biçimde donduruyor ve el koyuyor. Üstelik tasarının
4. maddesinin ikinci fıkrasında şöyle deniyor: “ (...) ceza
verilebilmesi için fonun bir suçun işlenmesinde kullanılmış olma şartı
aranmaz”. Bu kanun tasarısı, Nazilerin, soykırım öncesi, Yahudilerin
mallarına el koymalarını andırıyor. Sonrasını hepimiz biliyoruz.
90'larda Kürt işadamları, tek tek devlet tarafından öldürtülürken, şimdi
konuyu makro planda, Nazilere uygun bir yöntemle çözmeye karar
vermişler.
Kanun
ekonomik ve siyasi anlamda hangi alanları kapsayacak? Şirketler, medya,
partiler, belediyeler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, şahıslar,
toprak sahipleri, bankalar, vd. Kısaca listenin sonu yok. Sahibinin
muhalif olduğu bilinen, örneğin bir holdingin, uyduruk bir belge, ya da
bir düzmece bir ihbarla bütün aktiflerine, mallarına hemen el konacak,
tabii bu ayni zamanda şirketin iflası anlamına da gelecek. Kanun
tasarısının adına bakınca muhalifin de kim olduğu anlaşılıyor: Kürtler.
Amaç Kürtleri ekonomik ve mali olarak çökertmek. Bunun uzantısı da
sosyal tahribattır. Ancak, bu yaptırımın, siyasi boyutu öyle sanıldığı
kadar basit ve kabul edilebilir değil; soykırım kavramının yaratıcısı
Rafaël Lemkin'in kriterlerine göre, bu kanun tasarısı doğrudan,
“Ekonomik Soykırım” kategorisine giriyor.
Türkiye
Cumhuriyet'inin 90 yıllık tarihinin en vahim ve en tehlikeli olayı ile
karşı karşıyayız. Kanun uygulanmaya görsün bütün toplum dokusu
mahvolacak, bürokrasiyle devlet terörü estirilerek ekonomide korku dalga
dalga yayılacak. Bakalım ve görelim demenin de hiçbir anlamı yok, çünkü
konunun terörizmin finansmanı ile ilgisi göstermelik. Kanun
tasarısının, çok büyük bir kitlenin ekonomik ve finansal olarak
çökertilmesi gibi sinsi bir misyonu var. Üstelik bu sinsi mizansen,
yarın hak arayışına girebilecek, ya da siyaset yapan ve Kürt olmayan
başka muhalif işadamlarını, yatırımcıları, şahısları, basın yayın
kuruluşlarını, televizyon kanallarını ya da partileri de hedefleyebilir.
Eğer “bana dokunmayan yılan...” diye başlayan bir politika peşinde
olurlarsa bu kanundan yarın TÜSIAD üyeleri bile kendilerini kurtaramaz.
Çünkü yalancı şahitler bulmak, düzmece kanıtlar yaratmak, sahte belgeler
üretmek, mizansenli ihbarlar organize etmek bu sistemde çok kolay.
Erdoğan listesini “Değerlendirme Kurulu”na verecek, “Bunları yok et!”
diyecek ve emrindeki bürokratlar gereğini yapacak. Muhatabın böyle bir
karardan sonra en az bir yıl eli kolu bağlı kalıyor. Yani bu kanunla
islam sermayesi, klasik Türk burjuvazisini de elimine edebilir. Kısaca
bu kanun islamcı ve cemaatçi olmayan herkesi mahvedebilir. TFÖ ile,
bütün Türkiyeliler ayni gemide bilesiniz.
Kürtler
üzerinden ırkçılık ve faşizm yapan CHP de, yarın bu kanundan nasibini
alabileceğini hiç unutmamalı. Sahte bir belgeyle emir eri birkaç
bürokrat (“Değerlendirme Komisyonu”) partiye el koyar ve mallarını
dondurur. Aynı durum MHP için de geçerlidir. Diğer taraftan, kanunun
açık hedefi de zaten BDP'nin mal varlığına el koymaktır. AKP'nin, BDP'yi
hallettikten sonra, totalitarizmini kurmak için diğer partilere
dokunmayacağını sanmak büyük saflık olur. Erdoğan daha en başında
söylememiş miydi, “hedefe ulaşmak için her yol mübahtır” diye.
Şimdi
yeniden Lemkin'e dönelim... Lemkin'e göre soykırım teknikleri sekiz
ayrı alandadır: Siyasi soykırım, sosyal soykırım, kültürel soykırım,
ekonomik soykırım, biyolojik soykırım, fiziki soykırım, dinsel soykırım
ve ahlaki soykırım. Bunlardan ilk üçü (siyasi, sosyal ve kültürel
soykırım) devlet ve hükümet tarafından halen Kürtlere karşı açık bir
biçimde uygulanıyor. İlk üç soykırım şu alanları kapsıyor:
Siyasi soykırım: Bölgedeki
sokaklar, yerleşim yerleri, caddeler, ilçeler ve illere kadar adlarının
değiştirilmesini öngören politikalar uygulanır.
Sosyal soykırım: Özellikle
grubun entelektüelleri, aydınları ve seçilmişleri hedeflenir, çünkü
onlar grubun önderleri olarak direnişin fikri örgütçüleridir.
Kültürel soykırım: Yerel halkın dilini okullarda konuşması ve kendi dilinde yayıncılık yapması yasaklanır.
Gelelim ekonomik soykırıma...
Grubun ekonomik gücünü elinden alınca, sadece hayatta kalabilmek için
yaşama hedeflenir, böylelikle ulusal ya da etnik grubun kültürel
gelişmesi önlenir, düşünme kapasitesi azaltılır ve ulusal problemlerle
ilgilenmeleri engellenir.
İşte TFÖ tam olarak bunu gerçekleştirmek için AKP tarafından uygulanacak.
Terörle
Mücadele Kanunu'nun (TMK) nasıl keyfi bir biçimde, yukarda açıklanmış
olan “Sosyal Soykırım” politikasını uygulamak için, hayatında silah bile
görmemiş insanlara karşı kullanıldığını ve bu kişileri terörist olarak
ilan ettiğini gördük: Tutuklanan seçilmiş siyasetçiler, aydınlar,
aktivistler, öğrenciler, gazeteciler, avukatlar ve yazarlar. Devlet'in
ve AKP'nin amacı bu 15.000 kişiyi tutuklayarak, muhalif hareketin
entelektüel damarlarını kesmekti, örgütsel gelişmesini ve fikri
beslenmesini engellemekti. Ermeni Soykırımı da, toplam 260 Ermeni
seçkinin (yazarlar, milletvekilleri, gazeteciler, toplumun önderleri) 24
Nisan 1915'te İstanbul'da tutuklanmaları ile başlamıştı. Amaç,
kitleleri kolay avlamak için onları başsız bırakmaktı. TMK uygulamasında
Kürt olmayan entelektüellere kadar iş genişletilmişti, Ragıp Zarakolu
ve Büşra Ersanlı gibi... Sosyal Soykırım'ı tam olarak uygulayabilmek
için entelektüel desteği yok etmenin yolu Lemkin'e göre ancak böyle
sağlanabiliyor. Sosyal Soykırım uygulaması ülkede hâlâ sürüyor. Bu
politikanın uygulanıyor olması bile, başlı başına, her iki tarafın barış
görüşmesi yapabilmesini anlamsız kılıyor. Yani olay Kandil'in
bombalanmasından çok daha önemli. Muhatabınız, soykırımı politika olarak
benimsemiş bir devlet. Sözde barış için masada otururken, bu
politikaları da gözünüzün içine baka baka hayata geçiriyor. Bundan daha
büyük bir şizofreni olmaz!
Rejimin
asil niteliğini gizlemek için hep kafaları karıştırıcı eylemler
yapılır, kelimeler kullanılır ve kavramların içi boşaltılır: ''Barış''
görüşmesi yapılırken savaş tırmandırılır, Kıbrıs'a ''Barış Harekatı'' derken
asıl yapılan savaştır, mahkumlar için ''Hayata Dönüş'' Operasyonu
başlatılır uygulanan tam bir katliamdır, 12 Eylül ''Demokrasiye Dönüş'' diye
sunulur gerçekleştirilen tipik bir faşist darbedir. 90 yıllık
Cumhuriyet tarihinde şizofrenik örneklerin sonu gelmez. Kısaca her şey
yalana endekslidir, halkı aldatmaya yöneliktir ve sinsi bir biçimde
bambaşka politikalar hedeflenir. TFÖ ile aynı politika uygulanıyor.
Onun
için, “Terörizmin Finansmanın Önlenmesi” kanun tasarısı, Kürtlere karşı
bugün uygulanmakta olan soykırım politikasının çok önemli bir etabı
olarak algılanmalıdır. Ekonomik olarak güçsüzlüğe mahkum edilecek olan
Kürtlerin, devlet karşısında kolay yem olması hedeflenmektedir. TMK,
nasıl Kürtlerin bütün siyasi birikimlerini ve meşru siyasi örgütlemesini
yok etmek için kullanıldıysa, TFÖ de ayni şekilde onları ekonomik
olarak perişan etmek için planlandı.
“Ulusal,
etnik veya dinsel bir grubu kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak”
amacıyla yapılması planlanan bir soykırımda Lemkin, soykırım
politikalarının habercisi olarak, ekonomik yaptırımların belirleyici
olduğunu ilk kez tespit eden kişi oldu. Bunu da keşfetmesine Stalin'in
Ukraynalılara karşı 1932-1933 yıllarında uyguladığı, sonu soykırımla
biten ekonomik yaptırımlar neden oldu. Daha sonra Naziler ayni
politikayı Yahudilere uyguladı. Geri dönersek Osmanlılar da Ermenilere
aynısını yaptı. Ulusal, etnik ya da dini bir topluluk ekonomik olarak
kıskaca alındığında sadece ayakta kalmayı düşünür, kendisi için önemli
olan siyasi konular geri plana düşer, kendini fikri olarak yenileyemez
ve kültürel olarak geliştiremez. Böylelikle soykırımı planlayan güçlü
aktör (devlet) karşında kolay bir lokma haline gelir. Lemkin'e göre
artık fiziki soykırım (gruba
ait üyelerin sistematik olarak öldürülmeleri; entelektüellerin ortadan
kaldırılmaları öncelikli uygulamadır; böylelikle direnişin örgütlenmesi
kırılır) için bütün şartlar oluşmuştur. Onun için ekonomik soykırım
aşamasına gelindiğinde, bu durum, çok daha büyük başka felaketlerin
habercisidir.
Hemen
iki örnek daha verelim; mesela Robotski katliamı...Tipik bir soykırım
provasıdır. Burada fiziki soykırımdan bahsediyoruz. Devlet tarafından
reaksiyonlar test edildi, ama infial hem yurt içi, hem de yurt dışında
çok büyük olunca tutmadı. Paris'te katledilen üç Kürt siyasetçi kadının
durumu da “kurşunla soykırım” kategorisine girer. Pek fazla bilinmez
ama, Naziler aslında Ziklon B'yi kullandıkları gaz odalarını icat edip
Yahudileri endüstriyel yöntemle kitle halinde yok etmeden önce
(1942-1945), doğu Avrupa'da onları kurşunla tek tek öldürüyorlardı
(1939-1942). Daha sonra bu durum tarihçiler tarafından “kurşunla Shoah”
olarak adlandırıldı. Cansız, Fidan ve Şaylemez'in katledilmeleri de,
bağlı oldukları etnik gruba karşı devlet soykırım politikası uyguladığı
için, “kurşunla soykırım”dır. ''Devamının Almanya'da gelebileceğini''
bildiren hükümet yetkilisi de “kurşunla soykırım”ı zaten doğrulamış
oluyor. Demek ki, Robotski'den Paris'e, fiziki soykırımın habercisi olan
örnekler de mevcut.
TFÖ'nün
günümüz Türkiye'sinde böyle okunması lazım. Devlet ve AKP, TFÖ ile
sinsi bir biçimde ekonomik soykırımın temel taşlarını döşüyor. Bu devlet
ve onun hükümetleri zaten hep böyle yapmıştır. Yani sinsi bir biçimde
sürekli olarak faşizmin altyapısı hazırlanmıştır. Mesela bugün, barış
diye önce size havucu sunmuş, o noktada Erdoğan, Kürtleri pasifize edip
Başkanlık seçimi için önünü açmaktan öte bir hedef edinmemiş, ama
arkasından sopayı göstererek, Nazilerin soykırım uygulamalarının
neredeyse bir kopyası olan TFÖ'yü sinsi bir biçimde uygulamaya koyma
politikaları üretmiştir. TFÖ'nün planlandığı bir ülkede hâlâ barış
görüşmesinden medet umuluyorsa, ortada ciddi bir terslik var demektir.
Hadi bu zokayı Türkler yuttu diyelim, ama Kürtlerin böyle bir lüksü yok!
Çünkü ekonomik soykırımın ardından, Lemkin'e göre, fiziki soykırım
gelir. Yani tehdit bu denli büyüktür ve bu durumda karşı tarafa güvenmek
mümkün değildir.
Daha
büyük felaketlere uğramamak için, bu soykırımcı tasarının kanunlaşmadan
önlenmesi şarttır. Bu noktada Türklerin de (işadamı örgütlerinden sivil
toplum kuruluşlarına kadar) ellerini taşın altına koyarak, Kürtlerle
birlikte, bu sefil politikayı hükümetin yüzüne çarpması ve uygulanmasını
kesinlikle önlemesi lazım. Eğer başarılı olunamıyorsa kanun kesin
olarak Anayasa Mahkemesi'ne götürülerek iptal ettirilmelidir, çünkü
anayasaya aykırıdır.
Açık
faşizm denen rejim biçiminin de, iste böyle adım adım, sinsi bir
biçimde inşa edildiği de unutulmamalı. Hitler rejimi de gökten zembille
inmedi; aşama aşama, göz göre göre, herkesin önünde Nazizm inşa edildi.
Ölümcül tehlikelere dikkat çeken ve felaketi öngören aydınları o dönemde
kimse dinlemedi. Resim tam olarak ortaya çıktığında artık herkes için
çok geçti.
AKP'nin
ülkemizde kurmaya çalıştığı totaliter düzen üzerine son sözü David
Rousset'ye bırakalım: “Normal insanlar, her şeyin mümkün olabileceğini
bilmezler”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder