2 Şubat 2013 Cumartesi

Kürtlere ve Muhaliflere Karşı “Ekonomik Soykırım” Hazırlığı


Terörizmin Finansmanının Önlenmesi” (TFÖ) yasa tasarısının Meclis Adalet Komisyon'undan geçmesiyle birlikte, Türkiye bir kez daha, soykırım politikalarında uzman bir ülke olduğunu kanıtlamış oldu. Tabii 1915'i kabul etmeyince, devletin soykırımcı geleneği de sürmüş oluyor. Buna göre yargıç kararı olmadan ve hukuki denetim yapılmadan, hükümetin emrindeki bürokratlardan oluşan bir “Değerlendirme Komisyonu”, sözde terörizme finansal destek olunduğu gerekçesiyle, muhaliflerin mal varlığını keyfi bir biçimde donduruyor ve el koyuyor. Üstelik tasarının 4. maddesinin ikinci fıkrasında şöyle deniyor: “ (...) ceza verilebilmesi için fonun bir suçun işlenmesinde kullanılmış olma şartı aranmaz”. Bu kanun tasarısı, Nazilerin, soykırım öncesi, Yahudilerin mallarına el koymalarını andırıyor. Sonrasını hepimiz biliyoruz. 90'larda Kürt işadamları, tek tek devlet tarafından öldürtülürken, şimdi konuyu makro planda, Nazilere uygun bir yöntemle çözmeye karar vermişler. 

Kanun ekonomik ve siyasi anlamda hangi alanları kapsayacak? Şirketler, medya, partiler, belediyeler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, şahıslar, toprak sahipleri, bankalar, vd. Kısaca listenin sonu yok. Sahibinin muhalif olduğu bilinen, örneğin bir holdingin, uyduruk bir belge, ya da bir düzmece bir ihbarla bütün aktiflerine, mallarına hemen el konacak, tabii bu ayni zamanda şirketin iflası anlamına da gelecek. Kanun tasarısının adına bakınca muhalifin de kim olduğu anlaşılıyor: Kürtler. Amaç Kürtleri ekonomik ve mali olarak çökertmek. Bunun uzantısı da sosyal tahribattır. Ancak, bu yaptırımın, siyasi boyutu öyle sanıldığı kadar basit ve kabul edilebilir değil; soykırım kavramının yaratıcısı Rafaël Lemkin'in kriterlerine göre, bu kanun tasarısı doğrudan, “Ekonomik Soykırım” kategorisine giriyor. 

Türkiye Cumhuriyet'inin 90 yıllık tarihinin en vahim ve en tehlikeli olayı ile karşı karşıyayız. Kanun uygulanmaya görsün bütün toplum dokusu mahvolacak, bürokrasiyle devlet terörü estirilerek ekonomide korku dalga dalga yayılacak. Bakalım ve görelim demenin de hiçbir anlamı yok, çünkü konunun terörizmin finansmanı ile ilgisi göstermelik. Kanun tasarısının, çok büyük bir kitlenin ekonomik ve finansal olarak çökertilmesi gibi sinsi bir misyonu var. Üstelik bu sinsi mizansen, yarın hak arayışına girebilecek, ya da siyaset yapan ve Kürt olmayan başka muhalif işadamlarını, yatırımcıları, şahısları, basın yayın kuruluşlarını, televizyon kanallarını ya da partileri de hedefleyebilir. Eğer “bana dokunmayan yılan...” diye başlayan bir politika peşinde olurlarsa bu kanundan yarın TÜSIAD üyeleri bile kendilerini kurtaramaz. Çünkü yalancı şahitler bulmak, düzmece kanıtlar yaratmak, sahte belgeler üretmek, mizansenli ihbarlar organize etmek bu sistemde çok kolay. Erdoğan listesini “Değerlendirme Kurulu”na verecek, “Bunları yok et!” diyecek ve emrindeki bürokratlar gereğini yapacak. Muhatabın böyle bir karardan sonra en az bir yıl eli kolu bağlı kalıyor. Yani bu kanunla islam sermayesi, klasik Türk burjuvazisini de elimine edebilir. Kısaca bu kanun islamcı ve cemaatçi olmayan herkesi mahvedebilir. TFÖ ile, bütün Türkiyeliler ayni gemide bilesiniz. 

Kürtler üzerinden ırkçılık ve faşizm yapan CHP de, yarın bu kanundan nasibini alabileceğini hiç unutmamalı. Sahte bir belgeyle emir eri birkaç bürokrat (“Değerlendirme Komisyonu”) partiye el koyar ve mallarını dondurur. Aynı durum MHP için de geçerlidir. Diğer taraftan, kanunun açık hedefi de zaten BDP'nin mal varlığına el koymaktır. AKP'nin, BDP'yi hallettikten sonra, totalitarizmini kurmak için diğer partilere dokunmayacağını sanmak büyük saflık olur. Erdoğan daha en başında söylememiş miydi, “hedefe ulaşmak için her yol mübahtır” diye. 

Şimdi yeniden Lemkin'e dönelim... Lemkin'e göre soykırım teknikleri sekiz ayrı alandadır: Siyasi soykırım, sosyal soykırım, kültürel soykırım, ekonomik soykırım, biyolojik soykırım, fiziki soykırım, dinsel soykırım ve ahlaki soykırım. Bunlardan ilk üçü (siyasi, sosyal ve kültürel soykırım) devlet ve hükümet tarafından halen Kürtlere karşı açık bir biçimde uygulanıyor. İlk üç soykırım şu alanları kapsıyor: 

Siyasi soykırım: Bölgedeki sokaklar, yerleşim yerleri, caddeler, ilçeler ve illere kadar adlarının değiştirilmesini öngören politikalar uygulanır.

Sosyal soykırım: Özellikle grubun entelektüelleri, aydınları ve seçilmişleri hedeflenir, çünkü onlar grubun önderleri olarak direnişin fikri örgütçüleridir.

Kültürel soykırım: Yerel halkın dilini okullarda konuşması ve kendi dilinde yayıncılık yapması yasaklanır. 

Gelelim ekonomik soykırıma... Grubun ekonomik gücünü elinden alınca, sadece hayatta kalabilmek için yaşama hedeflenir, böylelikle ulusal ya da etnik grubun kültürel gelişmesi önlenir, düşünme kapasitesi azaltılır ve ulusal problemlerle ilgilenmeleri engellenir. 

İşte TFÖ tam olarak bunu gerçekleştirmek için AKP tarafından uygulanacak. 

Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) nasıl keyfi bir biçimde, yukarda açıklanmış olan “Sosyal Soykırım” politikasını uygulamak için, hayatında silah bile görmemiş insanlara karşı kullanıldığını ve bu kişileri terörist olarak ilan ettiğini gördük: Tutuklanan seçilmiş siyasetçiler, aydınlar, aktivistler, öğrenciler, gazeteciler, avukatlar ve yazarlar. Devlet'in ve AKP'nin amacı bu 15.000 kişiyi tutuklayarak, muhalif hareketin entelektüel damarlarını kesmekti, örgütsel gelişmesini ve fikri beslenmesini engellemekti. Ermeni Soykırımı da, toplam 260 Ermeni seçkinin (yazarlar, milletvekilleri, gazeteciler, toplumun önderleri) 24 Nisan 1915'te İstanbul'da tutuklanmaları ile başlamıştı. Amaç, kitleleri kolay avlamak için onları başsız bırakmaktı. TMK uygulamasında Kürt olmayan entelektüellere kadar iş genişletilmişti, Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı gibi... Sosyal Soykırım'ı tam olarak uygulayabilmek için entelektüel desteği yok etmenin yolu Lemkin'e göre ancak böyle sağlanabiliyor. Sosyal Soykırım uygulaması ülkede hâlâ sürüyor. Bu politikanın uygulanıyor olması bile, başlı başına, her iki tarafın barış görüşmesi yapabilmesini anlamsız kılıyor. Yani olay Kandil'in bombalanmasından çok daha önemli. Muhatabınız, soykırımı politika olarak benimsemiş bir devlet. Sözde barış için masada otururken, bu politikaları da gözünüzün içine baka baka hayata geçiriyor. Bundan daha büyük bir şizofreni olmaz! 

Rejimin asil niteliğini gizlemek için hep kafaları karıştırıcı eylemler yapılır, kelimeler kullanılır ve kavramların içi boşaltılır: ''Barış'' görüşmesi yapılırken savaş tırmandırılır, Kıbrıs'a ''Barış Harekatı'' derken asıl yapılan savaştır, mahkumlar için ''Hayata Dönüş'' Operasyonu başlatılır uygulanan tam bir katliamdır, 12 Eylül ''Demokrasiye Dönüş'' diye sunulur gerçekleştirilen tipik bir faşist darbedir. 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde şizofrenik örneklerin sonu gelmez. Kısaca her şey yalana endekslidir, halkı aldatmaya yöneliktir ve sinsi bir biçimde bambaşka politikalar hedeflenir. TFÖ ile aynı politika uygulanıyor. 

Onun için, “Terörizmin Finansmanın Önlenmesi” kanun tasarısı, Kürtlere karşı bugün uygulanmakta olan soykırım politikasının çok önemli bir etabı olarak algılanmalıdır. Ekonomik olarak güçsüzlüğe mahkum edilecek olan Kürtlerin, devlet karşısında kolay yem olması hedeflenmektedir. TMK, nasıl Kürtlerin bütün siyasi birikimlerini ve meşru siyasi örgütlemesini yok etmek için kullanıldıysa, TFÖ de ayni şekilde onları ekonomik olarak perişan etmek için planlandı. 

Ulusal, etnik veya dinsel bir grubu kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak” amacıyla yapılması planlanan bir soykırımda Lemkin, soykırım politikalarının habercisi olarak, ekonomik yaptırımların belirleyici olduğunu ilk kez tespit eden kişi oldu. Bunu da keşfetmesine Stalin'in Ukraynalılara karşı 1932-1933 yıllarında uyguladığı, sonu soykırımla biten ekonomik yaptırımlar neden oldu. Daha sonra Naziler ayni politikayı Yahudilere uyguladı. Geri dönersek Osmanlılar da Ermenilere aynısını yaptı. Ulusal, etnik ya da dini bir topluluk ekonomik olarak kıskaca alındığında sadece ayakta kalmayı düşünür, kendisi için önemli olan siyasi konular geri plana düşer, kendini fikri olarak yenileyemez ve kültürel olarak geliştiremez. Böylelikle soykırımı planlayan güçlü aktör (devlet) karşında kolay bir lokma haline gelir. Lemkin'e göre artık fiziki soykırım (gruba ait üyelerin sistematik olarak öldürülmeleri; entelektüellerin ortadan kaldırılmaları öncelikli uygulamadır; böylelikle direnişin örgütlenmesi kırılır) için bütün şartlar oluşmuştur. Onun için ekonomik soykırım aşamasına gelindiğinde, bu durum, çok daha büyük başka felaketlerin habercisidir. 

Hemen iki örnek daha verelim; mesela Robotski katliamı...Tipik bir soykırım provasıdır. Burada fiziki soykırımdan bahsediyoruz. Devlet tarafından reaksiyonlar test edildi, ama infial hem yurt içi, hem de yurt dışında çok büyük olunca tutmadı. Paris'te katledilen üç Kürt siyasetçi kadının durumu da “kurşunla soykırım” kategorisine girer. Pek fazla bilinmez ama, Naziler aslında Ziklon B'yi kullandıkları gaz odalarını icat edip Yahudileri endüstriyel yöntemle kitle halinde yok etmeden önce (1942-1945), doğu Avrupa'da onları kurşunla tek tek öldürüyorlardı (1939-1942). Daha sonra bu durum tarihçiler tarafından “kurşunla Shoah” olarak adlandırıldı. Cansız, Fidan ve Şaylemez'in katledilmeleri de, bağlı oldukları etnik gruba karşı devlet soykırım politikası uyguladığı için, “kurşunla soykırım”dır. ''Devamının Almanya'da gelebileceğini''  bildiren hükümet yetkilisi de “kurşunla soykırım”ı zaten doğrulamış oluyor. Demek ki, Robotski'den Paris'e, fiziki soykırımın habercisi olan örnekler de mevcut. 

TFÖ'nün günümüz Türkiye'sinde böyle okunması lazım. Devlet ve AKP, TFÖ ile sinsi bir biçimde ekonomik soykırımın temel taşlarını döşüyor. Bu devlet ve onun hükümetleri zaten hep böyle yapmıştır. Yani sinsi bir biçimde sürekli olarak faşizmin altyapısı hazırlanmıştır. Mesela bugün, barış diye önce size havucu sunmuş, o noktada Erdoğan, Kürtleri pasifize edip Başkanlık seçimi için önünü açmaktan öte bir hedef edinmemiş, ama arkasından sopayı göstererek, Nazilerin soykırım uygulamalarının neredeyse bir kopyası olan TFÖ'yü sinsi bir biçimde uygulamaya koyma politikaları üretmiştir. TFÖ'nün planlandığı bir ülkede hâlâ barış görüşmesinden medet umuluyorsa, ortada ciddi bir terslik var demektir. Hadi bu zokayı Türkler yuttu diyelim, ama Kürtlerin böyle bir lüksü yok! Çünkü ekonomik soykırımın ardından, Lemkin'e göre, fiziki soykırım gelir. Yani tehdit bu denli büyüktür ve bu durumda karşı tarafa güvenmek mümkün değildir. 

Daha büyük felaketlere uğramamak için, bu soykırımcı tasarının kanunlaşmadan önlenmesi şarttır. Bu noktada Türklerin de (işadamı örgütlerinden sivil toplum kuruluşlarına kadar) ellerini taşın altına koyarak, Kürtlerle birlikte, bu sefil politikayı hükümetin yüzüne çarpması ve uygulanmasını kesinlikle önlemesi lazım. Eğer başarılı olunamıyorsa kanun kesin olarak Anayasa Mahkemesi'ne götürülerek iptal ettirilmelidir, çünkü anayasaya aykırıdır. 

Açık faşizm denen rejim biçiminin de, iste böyle adım adım, sinsi bir biçimde inşa edildiği de unutulmamalı. Hitler rejimi de gökten zembille inmedi; aşama aşama, göz göre göre, herkesin önünde Nazizm inşa edildi. Ölümcül tehlikelere dikkat çeken ve felaketi öngören aydınları o dönemde kimse dinlemedi. Resim tam olarak ortaya çıktığında artık herkes için çok geçti.

AKP'nin ülkemizde kurmaya çalıştığı totaliter düzen üzerine son sözü David Rousset'ye bırakalım: “Normal insanlar, her şeyin mümkün olabileceğini bilmezler”.

http://www.kuyerel.org/yazarlarimizYaziGoster.aspx?id=1096&yazarId=24



Hiç yorum yok: