Muzaffer AYATA
Erdoğan’ın, İmralı görüşmelerinin başladığını söylemesi ile birlikte
özellikle Fethullahçı ve yandaş medyada artan ölçüde bir psikolojik
saldırı ve ortalığı bulandırma kampanyası başladı. Basında tek yanlı ve
tüm yükü İmralı’nın sırtına bindirme telaşı dikkate değer bir durum.
Hükümetin henüz hiçbir çözüm projesi ve planı yokken, sanki hükümet
gereken herşeyi yapmış da artık Öcalan’ın ve PKK’nin hemen silahları
bırakması ve hiçbir talepte bulunmaması gerekiyor.
Başbakan’ın Nazi artığı başdanışmanı ise yükseklerde kurulmuş ve trafik polisliğine soyunmuş, PKK’yi, BDP’yi aşağılayarak, kimin nasıl davranması gerektiğini söyleyerek Kürtlere yine efendi Türk olarak rol biçiyor. Kürtlere büyük ihsanlarda bulunarak güya 'barış süreci'ni başlatmışlar. Ama bu akılsız ve nankör Kürtler ve liderleri yine de birşeyden anlamaz durumdalar. Dolayısıyla Kürtlere ne yapmaları gerektiğini yine egemenlerin bu yeni yetme artıkları söylüyor.
Kürtlere sağduyu çağrısı yapan ve 'provokasyon'lara karşı uyaranlar nedense iş hükümete geldi mi susmaktalar. İmralı görüşmelerinin olduğu yılbaşı gecesi, Türk savaş uçakları Kandil’i bombaladı. Ahmet Türk onlar İmralı’dan döndüklerinde Nazi artığı başdanışman Lice’de on gerillanın katledildiğini açıklıyordu. Ardından Paris’te Kürt halkının en seçkin öncü üç kadını katledildi. Hükümet ve yandaşları hemen ‘örgüt içi infaz’ deyip ne kadar düşmanca duygular beslediklerini ve Kürt siyasi hareketlerini karalamaya ve hedef saptırmaya ne kadar hazır olduklarını gösterdiler.
Erdoğan’ın açıklamaları sürecin ne kadar kanlı ve belirsizliğe yol alacağını da gösteriyor. Erdoğan bir yandan savaşa ve operasyonlara devam edeceklerini, bir yandan da müzakereleri sürdüreceğini söylüyor. Bu ortamı bulanıklaştıran ve her türlü provakosyona kapıyı ardına kadar açık tutan bir durum. Eğer müzakere ve barış hedeflenmişse operasyonlara niye ihtiyaç duyuluyor? Silahlar susturulur, ölümler durdurulur ve çözüm projeleri masaya yatırılır. Ancak izlenen yol bu değil. Sakine Cansız ve arkadaşlarının cenazeleri görkemli bir kitle katılımı ve sahiplenmeyle Diyarbakır’da uğurlandı. Kürt halkı ve tüm siyasi güçleri dünyaya barışın ve Öcalan’ın yanında olduklarını açıkça duyurdular. Sağduyu çağrıları yapanlar, Türk medyası, bu görkemli barış mesajını Türkiye’den gizlemeye çalıştılar. Türk medyası Diyarbakır’daki yüzbinleri haber yapmaya değer görmedi.
Diyabakır’ı haber yapmaya değer görmeyen veya bilerek sansür uygulayanlar nasıl bir barış istiyorlar acaba? Basın bir kez daha barışın ve halkın sesi olmadığını iktidarın ve egemen güçlerin bir parçası olduğunu gösterdi. Basının tavrı neden önemli? Çünkü basın hükümet ve egemenlere göre tavır alıyor. Onların politikalarının bir parçası. Basına bakıp hükümetin ne yapmak istediğini ve sürece nasıl yaklaştığını anlamak kolay oluyor. Diyarbakır’da daha cenazeler kalkmadan Türk basını, Türk savaş uçaklarının Kandil’e büyük bir hava saldırısı yaptığını gururla yansıtıyordu. Bu uçaklarda beton delici bombalar kullanılmıştı. Yani gerilla güçlerinin açık bir imhası hedef alınmıştı. Bu saldırılarda yedi gerillanın yaşamını yitirdiği açıklandı. Hükümet kan üzerine kan döküyordu. Ağır hava saldırıları yapıyordu. Türk basını ise PKK ve BDP’ye, Kürtlere ayar vermeye, sağduyulu olmalarını, provokasyonlara dikkat etmelerini tavsiye ediyorlardı.
Eğer gerilla güçleri birkaç karakola saldırsaydı ve bir grup asker ölseydi Türk hükümeti ve basını ne yapardı? Kıyameti koparacaklar ve Kürtleri savaş isteyen güç olarak ilan edeceklerdi. Ama Kandil’i ağır bombardımana tabi tutan hükümete Türk basınından ve yazarlarından herhangi bir tepki, eleştiri gelmedi. Neden? Çünkü yerleşik kabule ve zihniyete göre Kürtlerin devlet eliyle öldürülmesi olağandır. Egemenlerin bu hakkı vardır ve bu ırkçı egemenlikçi zihniyet geniş kesimlere derinden sirayet etmiştir. Erdoğan ve hükümeti eğer müzakere edecek ve akan kanın durmasını isteyecekse, kanlı saldırılardan uzak durmasını istemekten daha doğal ne olabilir? Ama Türk basını hala tek yanlı çalıp oynamayı, kuralları tek yanlı belirlemeyi sürdürüyor. Birçok tv kanalında PKK ve Kürt sorunu tartışılıyor ama sorunun tarafı olan Kürtler çağrılmıyor. Serbest ve açık bir tartışma ortamının yaratılmadığı durumda barış gelmez ve halkların gerçekleri öğrenmesi sağlanamaz. On yıllardır PKK ve Kürtler karalandı. Olabildiği kadar kötü gösterildi. Onbinlercesi de öldürüldü. Bu karalama ve öldürmeler sorunu çözmeye yetmedi. Şimdi de karalamaya devam edip Kandil’i bombalayarak, bir kaç yüz gerilla daha öldürmekle sorun çözülmez. Herkes şunu kafasına artık sokmalıdır. Kürtleri öldürerek, tutuklayarak korkutamazsınız ve teslim alamazsınız. Hükümet ve medyası şimdilik barış iradesine ve bir çözüm projesine sahip değildirler. Şark kurnazlığı eşliğinde savaşı sürdürüp, ortalığı bulanıklaştırmaya ve her türlü provokasyona açık tutmaya devam ediyorlar. Operasyonları sürdüreceğiz diyenler dökülen kandan sorumlu olacaklardır. Bir yandan gerilla güçlerini öldüreceksin, evleri basıp insanları tutuklamaya devam edeceksin, ardından da misilleme geldiğinde bakın PKK, APO’yu dinlemiyor, Kürtler barış masasını devirdi, diye propaganda yapacaksın. Hükümet ve yandaşları şimdilik bu savaş hileleri ile hareket ediyorlar. Ancak Kürtler bilinçli ve örgütlü bir halktır. Bu oyunlara karşı daha sağlam bir irade ve ulusal birlik ruhu ile karşı duracaklardır.
***
Türkiye’nin seçkin aydını ve gazetecilerinden sayın M. Ali Birand’ın vefatı hepimiz için büyük bir kayıp. Ailesinin ve sevdiklerinin başı sağolsun, derin üzüntülerini paylaşıyorum.
Başbakan’ın Nazi artığı başdanışmanı ise yükseklerde kurulmuş ve trafik polisliğine soyunmuş, PKK’yi, BDP’yi aşağılayarak, kimin nasıl davranması gerektiğini söyleyerek Kürtlere yine efendi Türk olarak rol biçiyor. Kürtlere büyük ihsanlarda bulunarak güya 'barış süreci'ni başlatmışlar. Ama bu akılsız ve nankör Kürtler ve liderleri yine de birşeyden anlamaz durumdalar. Dolayısıyla Kürtlere ne yapmaları gerektiğini yine egemenlerin bu yeni yetme artıkları söylüyor.
Kürtlere sağduyu çağrısı yapan ve 'provokasyon'lara karşı uyaranlar nedense iş hükümete geldi mi susmaktalar. İmralı görüşmelerinin olduğu yılbaşı gecesi, Türk savaş uçakları Kandil’i bombaladı. Ahmet Türk onlar İmralı’dan döndüklerinde Nazi artığı başdanışman Lice’de on gerillanın katledildiğini açıklıyordu. Ardından Paris’te Kürt halkının en seçkin öncü üç kadını katledildi. Hükümet ve yandaşları hemen ‘örgüt içi infaz’ deyip ne kadar düşmanca duygular beslediklerini ve Kürt siyasi hareketlerini karalamaya ve hedef saptırmaya ne kadar hazır olduklarını gösterdiler.
Erdoğan’ın açıklamaları sürecin ne kadar kanlı ve belirsizliğe yol alacağını da gösteriyor. Erdoğan bir yandan savaşa ve operasyonlara devam edeceklerini, bir yandan da müzakereleri sürdüreceğini söylüyor. Bu ortamı bulanıklaştıran ve her türlü provakosyona kapıyı ardına kadar açık tutan bir durum. Eğer müzakere ve barış hedeflenmişse operasyonlara niye ihtiyaç duyuluyor? Silahlar susturulur, ölümler durdurulur ve çözüm projeleri masaya yatırılır. Ancak izlenen yol bu değil. Sakine Cansız ve arkadaşlarının cenazeleri görkemli bir kitle katılımı ve sahiplenmeyle Diyarbakır’da uğurlandı. Kürt halkı ve tüm siyasi güçleri dünyaya barışın ve Öcalan’ın yanında olduklarını açıkça duyurdular. Sağduyu çağrıları yapanlar, Türk medyası, bu görkemli barış mesajını Türkiye’den gizlemeye çalıştılar. Türk medyası Diyarbakır’daki yüzbinleri haber yapmaya değer görmedi.
Diyabakır’ı haber yapmaya değer görmeyen veya bilerek sansür uygulayanlar nasıl bir barış istiyorlar acaba? Basın bir kez daha barışın ve halkın sesi olmadığını iktidarın ve egemen güçlerin bir parçası olduğunu gösterdi. Basının tavrı neden önemli? Çünkü basın hükümet ve egemenlere göre tavır alıyor. Onların politikalarının bir parçası. Basına bakıp hükümetin ne yapmak istediğini ve sürece nasıl yaklaştığını anlamak kolay oluyor. Diyarbakır’da daha cenazeler kalkmadan Türk basını, Türk savaş uçaklarının Kandil’e büyük bir hava saldırısı yaptığını gururla yansıtıyordu. Bu uçaklarda beton delici bombalar kullanılmıştı. Yani gerilla güçlerinin açık bir imhası hedef alınmıştı. Bu saldırılarda yedi gerillanın yaşamını yitirdiği açıklandı. Hükümet kan üzerine kan döküyordu. Ağır hava saldırıları yapıyordu. Türk basını ise PKK ve BDP’ye, Kürtlere ayar vermeye, sağduyulu olmalarını, provokasyonlara dikkat etmelerini tavsiye ediyorlardı.
Eğer gerilla güçleri birkaç karakola saldırsaydı ve bir grup asker ölseydi Türk hükümeti ve basını ne yapardı? Kıyameti koparacaklar ve Kürtleri savaş isteyen güç olarak ilan edeceklerdi. Ama Kandil’i ağır bombardımana tabi tutan hükümete Türk basınından ve yazarlarından herhangi bir tepki, eleştiri gelmedi. Neden? Çünkü yerleşik kabule ve zihniyete göre Kürtlerin devlet eliyle öldürülmesi olağandır. Egemenlerin bu hakkı vardır ve bu ırkçı egemenlikçi zihniyet geniş kesimlere derinden sirayet etmiştir. Erdoğan ve hükümeti eğer müzakere edecek ve akan kanın durmasını isteyecekse, kanlı saldırılardan uzak durmasını istemekten daha doğal ne olabilir? Ama Türk basını hala tek yanlı çalıp oynamayı, kuralları tek yanlı belirlemeyi sürdürüyor. Birçok tv kanalında PKK ve Kürt sorunu tartışılıyor ama sorunun tarafı olan Kürtler çağrılmıyor. Serbest ve açık bir tartışma ortamının yaratılmadığı durumda barış gelmez ve halkların gerçekleri öğrenmesi sağlanamaz. On yıllardır PKK ve Kürtler karalandı. Olabildiği kadar kötü gösterildi. Onbinlercesi de öldürüldü. Bu karalama ve öldürmeler sorunu çözmeye yetmedi. Şimdi de karalamaya devam edip Kandil’i bombalayarak, bir kaç yüz gerilla daha öldürmekle sorun çözülmez. Herkes şunu kafasına artık sokmalıdır. Kürtleri öldürerek, tutuklayarak korkutamazsınız ve teslim alamazsınız. Hükümet ve medyası şimdilik barış iradesine ve bir çözüm projesine sahip değildirler. Şark kurnazlığı eşliğinde savaşı sürdürüp, ortalığı bulanıklaştırmaya ve her türlü provokasyona açık tutmaya devam ediyorlar. Operasyonları sürdüreceğiz diyenler dökülen kandan sorumlu olacaklardır. Bir yandan gerilla güçlerini öldüreceksin, evleri basıp insanları tutuklamaya devam edeceksin, ardından da misilleme geldiğinde bakın PKK, APO’yu dinlemiyor, Kürtler barış masasını devirdi, diye propaganda yapacaksın. Hükümet ve yandaşları şimdilik bu savaş hileleri ile hareket ediyorlar. Ancak Kürtler bilinçli ve örgütlü bir halktır. Bu oyunlara karşı daha sağlam bir irade ve ulusal birlik ruhu ile karşı duracaklardır.
***
Türkiye’nin seçkin aydını ve gazetecilerinden sayın M. Ali Birand’ın vefatı hepimiz için büyük bir kayıp. Ailesinin ve sevdiklerinin başı sağolsun, derin üzüntülerini paylaşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder