Açlık grevleri 50. Gününe dayandı. Ölümlerin yaşanacağı günlerdeyiz.
Buna rağmen hükümet talepler konusunda hiçbir adım atmıyor.
Açlık grevleri 50. Gününe dayandı. Ölümlerin yaşanacağı günlerdeyiz. Buna rağmen hükümet talepler konusunda hiçbir adım atmıyor. Kimse benden bir şey talep edemez biçimindeki despot devlet anlayışını sürdürüyor. Despot devlet sadece lütfeder. Demokrasi olan ülkelerde ise toplumsal kesimler ve bireyler taleplerini çeşitli biçimlerde dile getirirler. Bu dile getirmenin bin bir yöntemi olur. Zindanlardaki insanlar da taleplerini açlık grevleri, ölüm oruçları ya da isyanlarla dile getirirler. Çünkü egemenler dışarıdakilerden daha fazla da zindanlardaki insanlara “oturun oturduğunuz yerde, siz bir şey talep edemezsiniz, zindanlardaki insanların hiçbir şey talep etmeye hakkı yoktur” derler. Bu da zindanlardaki insanların canlarını ortaya koyma direnişine zorlar.
Türkiye zindanları 12 Eylül’den beri siyasi tutsakların ölüm orucu ya da isyanlarına fazlasıyla tanık olmuştur. Çünkü 12 Eylül’den beri zindanlar muhaliflerin doldurulduğu mekanlar haline getirilmişlerdir. Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi'nin mücadelesinin yükselişiyle birlikte zindanlar tam bir toplum sindirme yerleri olarak kullanılmaktadır. 1990’lı yıllardan bugüne kadar insanlara verilen hapis cezaları 12 Eylül’de verilen hapis cezalarını katbekat aşmıştır. 1990’lı yıllardaki tutuklamalar 12 Eylül’ü geçmişti. AKP dönemindeki tutuklamalar da 1990’lı yılları aratır hale gelmiştir. Mücadele geliştikçe sömürgeci faşist güçler daha fazla tutuklama, daha fazla tutuklama politikası izliyorlar. Bir zamanlar ABD Vietnam’da daha fazla asker, daha fazla uçak, daha fazla bombalamayla savaşı kazanmayı isterken AKP hükümeti de daha fazla uçak, daha fazla helikopter, daha fazla polis ve asker ve daha fazla ölüm yanında daha fazla zindan diyerek Kürt Özgürlük Hareketi karşısında savaşı kazanmayı umut etmektedir.
Daha fazla zindan, daha fazla tutuklama bugünkü zindan direnişini ortaya çıkarmıştır. Çünkü demokratik siyasetçilerin yüzde 95’i zindanlardadır. Demokratik siyasetçiler zindanlara taşınmıştır. 2009 yerel seçimleri öncesi demokratik siyaset yapanların çoğu şimdi zindanlardadır. Bir kısmı da tutuklanmamak için yurtdışına çıkmışlardır. Ovadaki siyasetçiler zindanlara atılmış, yurtdışına ve dağa çıkmaya zorlanmıştır. Bu kadar demokratik siyasetçi zindanlara doldurulacak, ondan sonra da neden açlık grevleri yapılıyor, demokratik siyaset yapsınlar denilecek! Utanmazlığın ve pişkinliğin bu kadarı da görülmemiştir. Herhalde AKP tarihe bir de utanmazlığı ve pişkinliğiyle geçecektir.
Kürtler için zindanlar geçmişten beri siyasi mücadele alanları olmuştur. Çünkü Türk sömürgeciliği Kürtler biraz uyandığında siyasi soykırımı gerçekleştirmek için Kürt siyasetçilerini zindanlara doldurmuştur. Tabii ki yapabildiği kadar her zaman idamları ve fiili öldürmeleri de gerçekleştirmiştir. Siyasi soykırım operasyonları zindanları politik mücadele alanı haline getirmiştir. Bunu bizzat yaratan, Türk devletinin politikalarıdır. Türk devleti bu insanlara siyasi kimliğinizi bırakmalısınız, zindanda sadece sıradan bir mahkum olarak kalacaksınız, yani biteceksiniz dayatması yapmaktadır. Buna karşı da Kürt siyasetçiler “madem ki dışarıda politika yapma imkanı tanımıyorsun, o zaman biz de zindanlarda politik kişiliğimizi korur ve mücadelemizi sürdürürüz” demişlerdir. Bu nedenle mahkemeler siyasi mücadele alanı haline gelmiştir. İnsanlar bedenlerini mücadele için ortaya koymuştur. Bunu anlamamak Türk devlet gerçeğini anlamamaktır. Neden yaşamlarını ortaya koyuyorlar, bu tür eylemler yapıyorlar demek, sömürgeci Türk devletinin siyasi soykırım operasyonlarını meşrulaştırmaktır.
Rüzgar eken fırtına biçer derler. 12 Eylül, zindanları PKK'nin kökünü kazımak için kullanmıştı, ama karşısında kendisine yenilgiyi yaşatan bir zindan direnişçiliği bulmuştu. AKP hükümeti de zindanları demokratik siyasetin kökünü kazımak için kullanmaktadır. AKP'nin zindanları da kendi sonunu getirecektir. Bir hükümet kendini ayakta tutmak için zindanları bu kadar kullanıyorsa o hükümet zaten zayıflık yaşıyor demektir. Zindanlarla kendini koruyor demektir. Bu durum karşısında gerçekleşen zindan direnişçiliği de tabii ki AKP'nin ömrünü kısaltacaktır. AKP ve onun lideri bu sonu engellemek için daha fazla savaş ve daha fazla baskıya sarılmıştır. Tüm diktatörlerin başvurduğu ancak kaçınılmaz sonlarını engelleyemediği bir gerçektir bu.
Zindan direnişleri esas olarak Türk devletinin, somut olarak da AKP hükümetinin gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu direniş esas olarak da Türk devletinin Kürtlere yönelik politikasını sorgulatmalıdır. Birkaç yıl önce Tayyip Erdoğan için “Obama gibi geldi, Bush gibi oldu” diyen Fehmi Koru bu defa da başka bir gerçeği dile getirmiştir. Açlık grevleri vesilesiyle AKP'nin siyasi soykırım operasyonlarının yanlışlığını vurgulamıştır. Fehmi Koru bazen doğruları söylüyor, ama sonunu getirmiyor. Bu doğruları söylemenin bedeli olarak da daha fazla AKP savunuculuğu yapmaya devam ediyor. Sadece Fehmi Koru değil, birçok yazar da bir doğru söyledikten sonra bunun bedeli olarak birçok konuda AKP'yi övme ihtiyacı duyuyor. Bu gerçek bile AKP'nin nasıl bir baskı düzeni kurduğunu gösteriyor. Şu anda insanlar AKP hükümetinin, özellikle de Tayyip Erdoğan’ın hışmına uğramamak için kelimelerin belini kırmaktadırlar. Bir zamanlar Abdülhamit için söylenen despotluk aslında tam da Erdoğan’a denk düşüyor. Herhalde Abdülhamit için söylenenler muhaliflerinin abartısıymış; ancak bunların Erdoğan için söylenmesi tam da cuk diye yerine oturmaktadır.
Kürt tutsakların sürekli dönüşümsüz açlık grevine başlaması, Kürt siyasetçilerin esas evlerinin zindan olması, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin ne kadar zor yürüdüğünün kanıtıdır. Şu anda Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Antalya’ya kadar tüm illerdeki cezaevleri Kürt siyasi tutsaklarla doludur. Öyle ki ailelerine yakın olmasınlar, aileleri bile görüşmeye gitmesin diye bu tutsaklar en ücra köşelere gönderilmiştir. Çünkü Kürt aileler yol parası bulamayacak kadar yoksuldur. Özellikle Kürt düşmanlığının yüksek olduğu yerlere gönderilerek ailelerin gitmesi daha da zorlaştırılmaktadır. Bu tür yöntemler bile Türk devletinin Kürt siyaseti ve toplumu üzerinde nasıl bir zulüm politikası izlediğini gösterir.
Kürtler siyasi tutuklamalara boşuna siyasi soykırım demiyorlar. Kürtler için sadece fiziki soykırım yoktur; en ağır soykırımlar ise siyasi ve kültürel alandaki soykırımlardır. Zaten siyasi soykırım uygulanmadan kültürel soykırım yürütülemez. Siyasi soykırım yanında zihniyet soykırımı da yapılmaktadır. Zaten siyasi soykırım ve zihniyet soykırımı ortamında kültürel soykırım yapmak mümkündür. Zihniyet soykırımı, Türk devleti gibi düşünmek ya da Türk devletinin politikalarına boyun eğmektir. Bu da esas olarak siyasi soykırım operasyonlarıyla sağlanmaktadır. Toplumun bilinçli, düşünen, politik insanları zindanlara atılınca, sindirilince toplumda zihniyet soykırımı daha kolay yapılmaktadır.
Bu açlık grevleri vesilesiyle siyasi soykırım konusu üzerinde daha fazla durmak gerekir. Siyasi soykırımın Kürtler açısından nasıl büyük bir zulüm olduğu anlaşılırsa o zaman bu açlık grevlerinin anlamı ve büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Bu açıdan açlık grevcileri Kürtlere karşı yürütülen çok yönlü soykırıma karşı büyük bir direniş ortaya koymuşlardır.
Siyasi soykırımın en büyüğü ise Kürt önderlerine karşı uygulanan idamlar ve zindanlarda çürütmelerdir. Siyasi soykırımlar esas olarak Kürt Önderleri ortadan kaldırılarak ya da etkisizleştirilerek yürütülmektedir. Önderleri idam etme ya da zindanlarda çürütme siyasi soykırımın sembolleridir. Bu açıdan önderliğine sahip çıkmak, siyasi soykırımlara karşı koymak Kürt halkının özgürlüğünü istemekle eş anlamlıdır.
Zindan direnişçileri önderlerine sahip çıkarak, anadilde eğitim talebini öne sürerek birbirini tamamlayan iki soykırım biçimine –siyasi ve kültürel- dur demektedirler.
Hüseyin Ali
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info
Açlık grevleri 50. Gününe dayandı. Ölümlerin yaşanacağı günlerdeyiz. Buna rağmen hükümet talepler konusunda hiçbir adım atmıyor. Kimse benden bir şey talep edemez biçimindeki despot devlet anlayışını sürdürüyor. Despot devlet sadece lütfeder. Demokrasi olan ülkelerde ise toplumsal kesimler ve bireyler taleplerini çeşitli biçimlerde dile getirirler. Bu dile getirmenin bin bir yöntemi olur. Zindanlardaki insanlar da taleplerini açlık grevleri, ölüm oruçları ya da isyanlarla dile getirirler. Çünkü egemenler dışarıdakilerden daha fazla da zindanlardaki insanlara “oturun oturduğunuz yerde, siz bir şey talep edemezsiniz, zindanlardaki insanların hiçbir şey talep etmeye hakkı yoktur” derler. Bu da zindanlardaki insanların canlarını ortaya koyma direnişine zorlar.
Türkiye zindanları 12 Eylül’den beri siyasi tutsakların ölüm orucu ya da isyanlarına fazlasıyla tanık olmuştur. Çünkü 12 Eylül’den beri zindanlar muhaliflerin doldurulduğu mekanlar haline getirilmişlerdir. Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi'nin mücadelesinin yükselişiyle birlikte zindanlar tam bir toplum sindirme yerleri olarak kullanılmaktadır. 1990’lı yıllardan bugüne kadar insanlara verilen hapis cezaları 12 Eylül’de verilen hapis cezalarını katbekat aşmıştır. 1990’lı yıllardaki tutuklamalar 12 Eylül’ü geçmişti. AKP dönemindeki tutuklamalar da 1990’lı yılları aratır hale gelmiştir. Mücadele geliştikçe sömürgeci faşist güçler daha fazla tutuklama, daha fazla tutuklama politikası izliyorlar. Bir zamanlar ABD Vietnam’da daha fazla asker, daha fazla uçak, daha fazla bombalamayla savaşı kazanmayı isterken AKP hükümeti de daha fazla uçak, daha fazla helikopter, daha fazla polis ve asker ve daha fazla ölüm yanında daha fazla zindan diyerek Kürt Özgürlük Hareketi karşısında savaşı kazanmayı umut etmektedir.
Daha fazla zindan, daha fazla tutuklama bugünkü zindan direnişini ortaya çıkarmıştır. Çünkü demokratik siyasetçilerin yüzde 95’i zindanlardadır. Demokratik siyasetçiler zindanlara taşınmıştır. 2009 yerel seçimleri öncesi demokratik siyaset yapanların çoğu şimdi zindanlardadır. Bir kısmı da tutuklanmamak için yurtdışına çıkmışlardır. Ovadaki siyasetçiler zindanlara atılmış, yurtdışına ve dağa çıkmaya zorlanmıştır. Bu kadar demokratik siyasetçi zindanlara doldurulacak, ondan sonra da neden açlık grevleri yapılıyor, demokratik siyaset yapsınlar denilecek! Utanmazlığın ve pişkinliğin bu kadarı da görülmemiştir. Herhalde AKP tarihe bir de utanmazlığı ve pişkinliğiyle geçecektir.
Kürtler için zindanlar geçmişten beri siyasi mücadele alanları olmuştur. Çünkü Türk sömürgeciliği Kürtler biraz uyandığında siyasi soykırımı gerçekleştirmek için Kürt siyasetçilerini zindanlara doldurmuştur. Tabii ki yapabildiği kadar her zaman idamları ve fiili öldürmeleri de gerçekleştirmiştir. Siyasi soykırım operasyonları zindanları politik mücadele alanı haline getirmiştir. Bunu bizzat yaratan, Türk devletinin politikalarıdır. Türk devleti bu insanlara siyasi kimliğinizi bırakmalısınız, zindanda sadece sıradan bir mahkum olarak kalacaksınız, yani biteceksiniz dayatması yapmaktadır. Buna karşı da Kürt siyasetçiler “madem ki dışarıda politika yapma imkanı tanımıyorsun, o zaman biz de zindanlarda politik kişiliğimizi korur ve mücadelemizi sürdürürüz” demişlerdir. Bu nedenle mahkemeler siyasi mücadele alanı haline gelmiştir. İnsanlar bedenlerini mücadele için ortaya koymuştur. Bunu anlamamak Türk devlet gerçeğini anlamamaktır. Neden yaşamlarını ortaya koyuyorlar, bu tür eylemler yapıyorlar demek, sömürgeci Türk devletinin siyasi soykırım operasyonlarını meşrulaştırmaktır.
Rüzgar eken fırtına biçer derler. 12 Eylül, zindanları PKK'nin kökünü kazımak için kullanmıştı, ama karşısında kendisine yenilgiyi yaşatan bir zindan direnişçiliği bulmuştu. AKP hükümeti de zindanları demokratik siyasetin kökünü kazımak için kullanmaktadır. AKP'nin zindanları da kendi sonunu getirecektir. Bir hükümet kendini ayakta tutmak için zindanları bu kadar kullanıyorsa o hükümet zaten zayıflık yaşıyor demektir. Zindanlarla kendini koruyor demektir. Bu durum karşısında gerçekleşen zindan direnişçiliği de tabii ki AKP'nin ömrünü kısaltacaktır. AKP ve onun lideri bu sonu engellemek için daha fazla savaş ve daha fazla baskıya sarılmıştır. Tüm diktatörlerin başvurduğu ancak kaçınılmaz sonlarını engelleyemediği bir gerçektir bu.
Zindan direnişleri esas olarak Türk devletinin, somut olarak da AKP hükümetinin gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu direniş esas olarak da Türk devletinin Kürtlere yönelik politikasını sorgulatmalıdır. Birkaç yıl önce Tayyip Erdoğan için “Obama gibi geldi, Bush gibi oldu” diyen Fehmi Koru bu defa da başka bir gerçeği dile getirmiştir. Açlık grevleri vesilesiyle AKP'nin siyasi soykırım operasyonlarının yanlışlığını vurgulamıştır. Fehmi Koru bazen doğruları söylüyor, ama sonunu getirmiyor. Bu doğruları söylemenin bedeli olarak da daha fazla AKP savunuculuğu yapmaya devam ediyor. Sadece Fehmi Koru değil, birçok yazar da bir doğru söyledikten sonra bunun bedeli olarak birçok konuda AKP'yi övme ihtiyacı duyuyor. Bu gerçek bile AKP'nin nasıl bir baskı düzeni kurduğunu gösteriyor. Şu anda insanlar AKP hükümetinin, özellikle de Tayyip Erdoğan’ın hışmına uğramamak için kelimelerin belini kırmaktadırlar. Bir zamanlar Abdülhamit için söylenen despotluk aslında tam da Erdoğan’a denk düşüyor. Herhalde Abdülhamit için söylenenler muhaliflerinin abartısıymış; ancak bunların Erdoğan için söylenmesi tam da cuk diye yerine oturmaktadır.
Kürt tutsakların sürekli dönüşümsüz açlık grevine başlaması, Kürt siyasetçilerin esas evlerinin zindan olması, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin ne kadar zor yürüdüğünün kanıtıdır. Şu anda Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Antalya’ya kadar tüm illerdeki cezaevleri Kürt siyasi tutsaklarla doludur. Öyle ki ailelerine yakın olmasınlar, aileleri bile görüşmeye gitmesin diye bu tutsaklar en ücra köşelere gönderilmiştir. Çünkü Kürt aileler yol parası bulamayacak kadar yoksuldur. Özellikle Kürt düşmanlığının yüksek olduğu yerlere gönderilerek ailelerin gitmesi daha da zorlaştırılmaktadır. Bu tür yöntemler bile Türk devletinin Kürt siyaseti ve toplumu üzerinde nasıl bir zulüm politikası izlediğini gösterir.
Kürtler siyasi tutuklamalara boşuna siyasi soykırım demiyorlar. Kürtler için sadece fiziki soykırım yoktur; en ağır soykırımlar ise siyasi ve kültürel alandaki soykırımlardır. Zaten siyasi soykırım uygulanmadan kültürel soykırım yürütülemez. Siyasi soykırım yanında zihniyet soykırımı da yapılmaktadır. Zaten siyasi soykırım ve zihniyet soykırımı ortamında kültürel soykırım yapmak mümkündür. Zihniyet soykırımı, Türk devleti gibi düşünmek ya da Türk devletinin politikalarına boyun eğmektir. Bu da esas olarak siyasi soykırım operasyonlarıyla sağlanmaktadır. Toplumun bilinçli, düşünen, politik insanları zindanlara atılınca, sindirilince toplumda zihniyet soykırımı daha kolay yapılmaktadır.
Bu açlık grevleri vesilesiyle siyasi soykırım konusu üzerinde daha fazla durmak gerekir. Siyasi soykırımın Kürtler açısından nasıl büyük bir zulüm olduğu anlaşılırsa o zaman bu açlık grevlerinin anlamı ve büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Bu açıdan açlık grevcileri Kürtlere karşı yürütülen çok yönlü soykırıma karşı büyük bir direniş ortaya koymuşlardır.
Siyasi soykırımın en büyüğü ise Kürt önderlerine karşı uygulanan idamlar ve zindanlarda çürütmelerdir. Siyasi soykırımlar esas olarak Kürt Önderleri ortadan kaldırılarak ya da etkisizleştirilerek yürütülmektedir. Önderleri idam etme ya da zindanlarda çürütme siyasi soykırımın sembolleridir. Bu açıdan önderliğine sahip çıkmak, siyasi soykırımlara karşı koymak Kürt halkının özgürlüğünü istemekle eş anlamlıdır.
Zindan direnişçileri önderlerine sahip çıkarak, anadilde eğitim talebini öne sürerek birbirini tamamlayan iki soykırım biçimine –siyasi ve kültürel- dur demektedirler.
Hüseyin Ali
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder