28 Eylül 2012 Cuma

Duran Kalkan: Tarihin Emrini Yerine Getirip Devrim Yapmaya Cesaret Edeceğiz

Bu dört ayda gerçekten büyük savaş verildi, kahramanlıklar gösterildi. AKP hükümeti tarihinin en çok zorlandığı, en fazla daraldığı bir noktaya getirildi. Tabii bunun karşılığı olarak da Önderlik, halk, gerilla düzeyinde gerçekten de kırk yıllık özgürlük mücadele tarihimizin en derin, en kapsamlı, en zorlu direniş dönemlerinden birini yaşadı. Önder APO’nun yürüttüğü direnişi zafere taşımak, kahraman şehitlerimizin yürüttüğü mücadeleyi zaferle taçlandırmak, amaçlarını başarmak üzere daha doğru, daha güçlü, daha etkili bir savaş yapacak konuma kendimizi getirdik. Herhangi bir engelle bu hazırlık çalışmamız karşılaşmadığı gibi amacından da bir milim bile sapmadı. Başlangıçtan itibaren belirttiğimiz doğrultuda gerçekleşti. Şimdi sonuçlanmayı da bu temelde yapıyoruz. Platformlar gerçekten de bir eğitimin sonuçlarının her arkadaşın şahsında somutlaşması için yeterli bir derinlik ve olgunlukta gerçekleşti. En üst düzeyde bir kararlılığı, direnme azminin ortaya çıktığı tartışmasız. Bu temelde arkadaşlarımız yemin edip, diploma aldılar. Görev düzenlememizi de bütün bu esaslara bağlı yapıyoruz. Önderlik ve şehitler çizgisinin başarıyla hayata geçirilmesi üzerinden yapıyoruz. Önder APO’ya özgürlük ve Kürdistan’a statü hedefimizi başarmak üzere yapıyoruz. Bu temelde bütün arkadaşları yönetimimiz adına bir kere daha kutluyor ve başarılar diliyorum. Her arkadaşın bu eğitimde aldığı güçle, gideceği her sahada başarılı olacağına, devrimci halk savaşı hamlemize büyük katkılar yapacağına da yürekten inanıyoruz. Çalışmalarımızın hepsini zaten baştan beri bu inançla yürüttük. Şimdi görev düzenlemesini, görev onaylamasını da bu inançla yapıyoruz. 

2012 yazında Mahsum Korkmaz Akademisinde eğitim görmenin kendilerine ne tür görev ve sorumluluklar yüklediğinin derinden bilinciyle bunun yüklediği sorumlulukları yaşamları boyunca pratiğe geçirmek için tüm güçleriyle çaba harcayacaklarına inanıyoruz. Bu eğitim devresi sonucunda, pratik görev üslenmenin temel bir şartı bu oluyor. Bu bilinci kaybetmemek, bu ruhu sürekli canlı tutmak, devrimci halk savaşının hamlesinin yürütücüsü olmak, böyle bir hamlede başarıdan, zaferden başka her hangi bir düzeyi kesinlikle kabul etmemek. Sonuna kadar zafere kilitlenmek ve gerçekleştirmek oluyor. Pratik görev düzenlemesinin temel ilkesi bu, birinci şartı bu. Bütün arkadaşlarımızın bunun bilincinde olduğuna ve buna göre davranacaklarına inanıyoruz.

Diğer yandan tekrar bile olsa bir kere daha böyle bir dönemde eğitim görmüş olmanın her bir arkadaşa ne tür görev ve sorumluklar yüklemiş olduğunu hatırlatmakta kesinlikle yarar var. Çünkü o bilinci kaybetmediğimiz oranda her işte, her yerde başarılı olabiliriz. Ama bu bilinci kaybedersek, kim olursak olalım, nereye gitmiş olursak olalım kesinlikle iş yapamayız. Yapsak da başarıyı elde edemeyiz. Başarıyı sağlayabilmek, pratikte başarılı olabilmek için onun yaratacak bir bilince ve karalılığa kesinlikle sahip olmak gerekiyor. Bu da böyle bir dönemde eğitim görmüş olmanın her bir bireye yüklediği görev ve sorumlulukları derinden hissetmek anlamına geliyor. 

Dikkat edelim, dört yüz on günü aştı, Önderlik bir milim bile sapmadan tam bir mevzi direnişi konumunda. O kadar baskı, tahrik, tutuklama, saldırıya rağmen en küçük bir etkileme, geriletme sağlayamadılar. Bu tarihte eşi az bulunur bir durum. Kolay gerçekleşmeyecek bir durum. Cezaevinde kalmış arkadaşlarımız bilirler. Her arkadaşımız da politik askeri mücadele yürüttüğüne göre cezaevinde olmanın, mücadele etmenin ne anlama geldiğini,  nasıl yürütüldüğünü iyi biliyor. Parti ve mücadele tarihimiz bile bu bakımdan çok çok öğretici. Genel insanlık tarihi, genel özgürlük hareketleri tarihinde de bu konuda çok fazla ders çıkarabiliyoruz. Böyle bir tarih içerisinde Önderliksel direnişin, tutumun nasıl insanlık açısından yol gösterici olduğu, bütün ezilenlerin özgürlük mücadelelerine ışık tuttuğu gün gibi ortada.

Diğer yandan on binin üzerinde Kürt demokratik siyasetçi tutuklusu var. Bu süreçte öncesiyle birlikte her gün evler basıldı, bürolar basıldı, insanlar sorgusuz-sualsiz zindanlara dolduruldu. İşkenceler altına alındı. Birkaç milletvekili dışında demokratik siyaset adına bilinçli ve örgütlü kimse bırakılmadı. Buna rağmen varolanlar direniyor, tutuklananlar direniyor. Halk bilinçleniyor, örgütleniyor, demokratik siyasi mücadeleye sahip çıkarak direniyor. Dolayısıyla demokratik siyasetin direnişinde faşist sömürgeci rejim karşısında başarı çizgisindeki duruşta en küçük bir zayıflama yok. Tam tersine daha çok bilinçlenme, daha çok netleşme, daha fazla kararlaşma, direniş mücadelesini daha az hatayla, daha başarılı bir biçimde yürütme yaşanıyor. Bununla birlikte halk direnişi ortada. Demokratik siyaset sınırlarını da aşarak devrimci halk savaşının temel ayaklarından birisi olan halk serhildanını geliştirmek üzere her düzeyde, her yerde başta kadınlar ve gençlik olmak üzere tüm halkın gerçekten de faşist polis direnişine karşı direnişi bütün insanlığı, ezilenleri etkileyecek düzeyde. Biz yansıtmazsak bile dünyanın dört bir yanındaki insanlar bunu görüyorlar. Kendini satmamış olanlar bu durumun yüceliğini, büyüklüğünü takdir ediyorlar. Ondan etkilenir, onun kendileri açısından nasıl bir öncülük, öğreticilik içerdiğini teslim ediyorlar. Bu bakımdan bir bütün halkın nasıl direndiği ortada. Her türlü teröre, işkenceye karşı çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar yediden yetmişe tüm toplum özgürlük amacından en küçük bir gerileme, sapma göstermeksizin her türlü zorluğu göğüsleyerek, en yüksek düzeyde cesaret ve fedakârlık yaparak direniyor.

Eğitimdeki arkadaşlarımız savaş cephelerindeki durumu arkadaşlarımızın verdikleri bilgiler temelinde takip etmeye, değerlendirmeye, oradan ders çıkartmaya çalıştılar. Başta Zagros olmak üzere Kürdistan’ın diğer bütün sahalarında hedeflenene göre eksiklikleri olsa da gittikçe yoğunlaşan bir savaş durumunun geliştiği, bu dört ayda devrimci halk savaşı hamlesi diyebileceğimiz bir düzeye bazı alanlarda önemli ölçüde ulaştığı tartışma götürmüyor. Her gün Kürdistan’ın dört bir yanında irili-ufaklı sömürgeci faşist düşmana darbeler vuran gerilla eylemleri yaşanıyor. Zagros’ta, Botan’da sesini dünyaya duyuran çok büyük çarpışmalar ortaya çıkıyor. Birçok çevre bunun Kürt direnişindeki bir zirve olduğunu, Kürt gerillasının ülkeyi, toplumu özgürleştirme hedef ve iradesiyle savaş alanına çıktığını ifade ediyor. Uluslararası komployla Önder APO’nun İmralı sistemi altına alınması temelinde artık Kürt özgürlüğünün, bu temelde Kürt direnişinin yok olduğunu, Kürtlerin özgürlük mücadelesi yürütecek güçlerinin artık olmayacağını, hele hele bu temelde artık savaş yapabilecek bir kabiliyetlerinin kalmadığını sananlar, düşünenler bu geçen dört aylık mücadele içerisinde karşılaştıklarıyla nasıl bir yanılgı içinde olduklarını gördüler. Kürt gerçeğini daha iyi tanır, daha doğru tanır hale geldiler. Kürdistan’daki durumu daha iyi fark ettiler. Hem sömürgeci soykırım rejiminin gerçekliğini hem de buna karşı Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamdaki ısrarlı, karalı duruşunu daha gerçekçi, daha derin ve somut biçimde gördüler.

Bu dört aylık süredeki direniş bütün dünyayı Kürt ve Kürdistan konusunda bir kere daha aydınlattı. Yanılgıları yıkıp doğruya çekti. Dostlarımız kadar düşmanlarımızı da eğitti. En çok da Kürdistan üzerinde sömürgeci soykırım rejimini yürüten güçler Kürt direniş gerçeği karşısında yanılgılarını gördüler ve bu temelde kendi çizgileri açısından daha doğru hareket eder hale geldiler. Türkiye toplumu ve Türkiye’nin egemen siyaseti, özellikle de bugün iktidarda olan, savaşı yürüten, savaşın bir tarafı olan AKP hükümeti açısından da gerçekleri gösterici oldu. Gerçekten de bu dört aylık savaş PKK direnişinin, Kürt halk direnişinin temel karakterine uygun biçimde, her dönümde yaptığı gibi bu dönemde de her zamankinde daha fazla bir biçimde gerçekleri ortaya çıkarttı, karanlıkları aydınlattı. Özellikle de AKP faşizminin çok pragmatist, çok aldatıcı, dincilikten liberalizme, faşizme kadar her türlü siyaset yöntemini kullanarak karartmaya çalıştığı gerçekliği açığa çıkardı. Bu çok önemli bir durum. Yanılgıların kırılması, gerçeklerin açığa çıkması çözüm yakalanması açısından önemli bir gelişmeyi ifade ediyor. Çözüme daha çok yakınlaşmayı gösteriyor. 

Şunu gördük ki: Aslında birçok güç artık Kürt direnişinin bittiği hesabını yapıyormuş. Bunu uluslararası komplo ardından şoven, faşist çevreler çeşitli dönemlerde yüksek sesle dinlendiriyorlardı. Sadece onlarla sınırlı bir durum olarak değerlendiriyorduk, öyle sanıyorduk. Artık bitmiştir bu iş diyorlardı. Bir tutuklunun davası mı olur? Dolayısıyla APO’nun yürüttüğü bir dava mı olur? Bitmiş bir durumdur, diyorlardı ve kendilerini buna inandırıyorlardı. Fakat bu dört aylık pratik sonucunda gördük ki, bu yanılgıyı yaşayan, bu yanılgıya inanlar sadece onlar değillermiş. Başta AKP olmak üzere Türkiye’nin egemen siyaseti böyleymiş. Türkiye toplumuna hakim olan anlayış buymuş.

Benzer ruh hali, anlayış aynı düzeyde olmasa bile bizde ve halkta da varmış. Geçen dönemde bunu hep kırılmalar biçiminde tanımladık. Zorlanmalar biçimden tanımladık. Zorlanmalar ve kırılmaların iyice açığa çıktığı, etkin hale getirildiği dönemler tasfiyeciliğin gelişip, direnişi tasfiye etmeye yöneldiği dönemler oldu. Zorlanma ve kırılmaları en uç noktaya çıkaranlar oldu. Bunlar tasfiyecilerdi. Umutlarını, inançlarını Kürdistan’ın özgürlüğüne ve bu temelde Kürt halkının her türlü zorluğa karşı direnebileceğine dair içine düştükleri inançsızlık sonucunda karşı cepheye geçtiler, düşmanla birleştiler. Çoğu zaman anormal geliyor bize. Anlamakta zorlanıyoruz. Bizi olumsuz etkiliyor. Bir hareket içinde bu kadar da ihanet olmaz diyoruz. Fakat unutmayalım ki bütün bunlar büyük bir mücadelenin sonuçları olarak ortaya çıkıyorlar. Dünyada bizim hareketin üzerinde yürütülen baskı kadar bir baskı hiçbir siyasi hareket üzerinde yürütülmemiştir. Mücadelemiz böyle bir ortamda yürütülüyor ve gelişiyor. Kendiliğinden olan hiçbir şey yok Kürdistan’da. Sert mücadeleye bağlı olmaksızın, bunu göze almaksızın hiçbir şey gelişmiyor. Önder APO’nun deyimiyle yaprak bile kımıldamıyor. Bu bakımdan olup bitenleri duygusal ya da ideolojik-siyasi değeri olmayan yaklaşımlarla ifadelendirmek yerine ideoloji-politik çizgi temelinde doğru anlamlandırmak ve sonuçlar çıkartmak önemli. İşte buradan baktığımızda olup bitenlerin hepsinin böyle büyük bir savaşın,  mücadelenin sonucu olduğu tartışma götürmüyor.

Bunları söylemeye ne gerek var, zaten biliyorduk diyebilir arkadaşlar. Doğru, fakat son dört aylık direnişin aydınlattığı bazı gerçekler daha var. Kırılma, zorlanma, umutsuzluk, inanç zayıflığı sadece içimizde çıkan, düşmanla birleşen tasfiyecilere özgü değilmiş. Çok daha derinmiş, hepimizin içindeymiş. Şu veya bu düzeyde ruhlarımıza, yüreklerimize sinmiş. Bu dört ayda net gördük ki Önder APO zihniyetle vicdan devrimini uluslararası komplo ardından gündeme getirirken bütün bu gerçekleri görerek ve buradan bizi kurtarmak amacıyla böyle bir gündem oluşturmuş. Savaş karşısında ortaya çıkan bütün hata ve eksiklikler de bunu ifade ediyor. Aslında öyle kendiliğinden olmuyor, basit hatalar değil. Şu veya bu kişiye bağlı bir durum da değil. Evet, kişiler yapıyorlar, pratik hatalar ortaya çıkıyor, tarz ve taktik eksikler, hatalar diye tanımlıyoruz. Sonuçta böyle tanımlamak gerekli de. Çünkü bilimsel çerçevede hareket ediyoruz. Teorik-politik izahlarla durumu anlatmamız gerekiyor. Bütün bunlar birer gerçek, fakat pratikteki bu hatalar, tarz-taktik eksiklikleri doğru ve yeterli anlayamama, anladığını kararlılıkla yürütememe, onu hayata geçirecek yaratıcı, zafer getirici, tarzı, taktiği yakalayamama nerden kaynaklanıyor? Onu sorduğumuzda işte bu bizi uluslararası komplo karşısındaki kırılmalara, zorlanmalara götürüyor. Komplonun ne kadar derin bir etki yarattığını, ruh, duygu ve bilinçli dünyamızı çok derinden etkilemiş olduğunu, direnebileceğimize, direnişi bu kadar uzatabileceğimize, özgürlükte bu kadar ısrar edebileceğimize, özgürlük için bu kadar uzun süreli ve sert bir direnişi devam ettirebileceğimize dair zayıflıklar olmuş. Mevcut savaştaki hata ve yetersizliklerin altında kesinlikle bu var. Başka hiçbir yerde aranmamalı. Ben anlamadım süreci, dolayısıyla katılamadım demek eşittir uluslararası komplodan sonra ben hala savaşın olabileceğine, direnebileceğimizi düşünmedim, dolayısıyla ona hazır olmadım, demektir. Kullandığımız kavramların arkasında gizli olanların anlamlarını artık açığa çıkartmanın zamanı geldi. Zafer yürüyüşü yapabilmek kesinlikle bunları aydınlatmayı gerektiriyor. Dolayısıyla düşman gerçeğini aydınlattığı, düşmanın yanılgılarını kırdığı, çözdüğü kadar devrim gerçeğini de aydınlattı bu dört aylık mücadele süreci. Bütün savaş cephelerinde yaşanan durumun ne olup olmadığını, başarılar kadar hata ve eksikliklerin kaynaklarının nedenlerinin neler olduğunu da bize her zamankinden fazla çok açık ve net bir biçimde gösterdi.

Bu nedenle kendimizi doğruya çekmenin, eğitmenin koşulları, imkânları daha fazla oluştu. Şimdi daha fazla eleştirel-özeleştirel yaklaşım içinde olabiliriz. Duygu ve ruh dünyamızla birlikte düşünce ve davranış sistemimizi daha iyi örgütleyebilir, düzenleyebiliriz. Özgürlük için devrimci halk savaşını yürütmede daha bilinçli, daha anlayışlı, daha cesur ve fedakâr, daha örgütlü, doğru tarz ve yaratıcı taktik geliştiren bir noktaya kendimizi getirebiliriz. İşte bu dört aylık mücadele bunu da aydınlattı.
Bu düzeyde etkisi ve sonuçları olan bir mücadele dönemi içerisinde buradaki arkadaş grubumuz eğitim yaptılar. Bu eğitim bu mücadeleler sayesinde oldu. Bunlar olmasaydı değil burada dört ay, dört dakika bile oturamazdık. Dört kelime söz söyleyecek gücü kendimizde bulamazdık. Eğer ifade ettiğimiz düzeyde bir Önderlik direnişi, demokratik siyasi mücadele, halk direnişi ve gerilla direnişi olmasaydı böyle bir eğitim yapabilir miydik? Burada bu biçimde toplanma, bu kadar uzun süreli ve kapsamlı bir tartışma yürütme imkânını, fırsatını, şansını yakalayabilir miydik? Hayır. Gerçekçi olmamız gerekiyor bu konuda. Demek ki bizim eğitim diye yaptığımız, hazırlık çalışması diye yürüttüğümüz çalışmaların yürütülebilmesi için başkaları çok farklı işler yaptılar. Önderlik direnişi boyutu, halk direnişi boyutu, demokratik siyaset direniş boyutu, bir de gerilla direniş boyutu var bunun. Bazı günler onlarca şehit vererek, oluk oluk kan akıtarak bu dört ayı yakaladık. Burada bulunabilmemiz, oturup tartışabilmemiz bütün bunların sayesinde oldu. Biz o değerlere dayanarak yaptık, kendi gücümüzle değil. O halde ne yaptığımızı, yaptığımız işin bize ne tür görev ve sorumluluklar yüklediğini, burada eğitim görüp diploma almış olmanın nasıl bir ağır görev ve sorumlulukla bizi yüz yüze getirdiğini doğru anlamamız lazım. Bunlar kendi marifetlerimiz değil. Normal zamanların içinde gerçekleşmiyor. Kendi gücümüzle ortaya çıkartmıyoruz. Büyük bir direnişin gücüne dayanarak biz kedimizi bu biçimde eğitme, hazırlama imkânı ve fırsatı bulduk, bu da bizi o direnişi sahiplenme, üslenme ve zafer çizgisinde yürütme görev ve sorumluluğuyla yüklü hale getirdi. 

Normal bir eğitim devresi geçirmedik. Devrimci halk savaşının ateşi içerisinde savaşın hata ve eksikliklerini görüp, tartışmak, onu zafer çizgisine çekmenin yol ve yöntemlerini bulmak, uygun bir zamanda katılım göstererek hem savaşı doğruya çekmek hem de başarıya götürmek üzere hazırlanmayı ifade ediyordu. Bu temelde çalışmaları yürüttük. Dört ayın her gününde, her saatinde kesinlikle bu amaçtan, bu durumdan kopmadık. Bu mücadeleyi tam temsil etmeyen, yaklaşımlar, tutumlar, davranışlar olduğunda onları eleştirdik. Eleştiri-özeleştiriyle o durumları düzeltmeye, doğruyu temsil eden duruma kendimizi ulaştırmaya çalıştık.
Şimdi bu temelde harekete geçiyoruz. Bir; demek ki devrenin amacı devrimci halk savaşını zafere, başarıya taşıyacak yol-yöntemi, düzeltmeyi gerçekleştirme ve buna katılmaydı. O halde mevcut görev düzenlemesi bu esasa bağlıdır. Devrimci halk savaşına katılmak, onu zafer ve başarı çizgisinde yürütmek esastır. İkincisi; Önderlik, halk,  gerilla direnirken biz burada tartışma yürüttük. Onların ne kadar doğru ve yeterli yapıp, yapmadıklarına günlük olarak baktık, anlamaya çalıştık. Onların kan dökerek yürüttükleri mücadelenin yarattığı değerler sayesinde biz bunu yaptık. Doğruları-yanlışlar nedir, hatalar-eksiklikler nerededir, devrimci halk savaşında zafer nasıl yaratılır bunu bilince çıkarttık. Bu bilinç sadece bu devredeki arkadaşlar için değildir. Bu bilinç tüm gerilla içindi, bu bilinç tüm hareket içindi, bu bilinç tüm halk içindi. Bir iş bölümü dahilinde çalıştık diyebiliriz buna. İş bölümü gereği birileri fedaice yaşamını ortaya koyarak, en ön cephede direnişi yürüterek yaparken, birileri de bunu zafer çizgisine nasıl çekebiliriz diye doğruları, yanlışları bir birinden ayırt edecek bir bilinç açıklığına ulaşmaya, hazırlık yapmaya çalıştılar. Şimdi eğitim devremizin de bu temelde sonuçları yeterince açığa çıkarttığı kanaatindeyiz. Yani bu dört aylık süre içerisinde buradaki tartışmalar, savaş pratiğinin irdelenmesi, yönetimimizin değerlendirmeleri, açıklamaları sonucunda her zamankinden daha fazla devrimci halk savaşını anladık. Savaş gerçeğini anlar, devrimci halk savaşının özelliklerini anlar, bunun Kürdistan’da yürütülüş gerçeğini görür ve bu temelde doğrularla hata ve eksiklerin neler olduğunu ayırt eder hale geldik. Teorik, ideolojik bilinç kadar, stratejik ve taktik bilinç de kazandık. Devrimci halk savaşında hata ve eksiklikleri nerede yaptığımız, bunların neden ve nasıl açığa çıktığını çok somut ve ayrıntılı bir biçimde gördük. Nedenleriyle birlikte bunları nasıl düzelteceğimizin yol-yöntemini tartışıp, aradık bulduk. Bu bakımdan devrimci halk savaşını doğru, başarılı ve zafer çizgisinde yürütmenin yolunu, yöntemini, tarzını, taktik zenginliğini yakaladık. Bu tartışmasızdır. Zaten böyle bir dönemde bu kadar arkadaşın toplanıp, eğitim yapması bu amaçlaydı.

Burada iki sonuç çıkartmamız gerekiyor. Bir; her arkadaşımız doğruları uygulamakla yükümlüdür. Eski yaptığını tekrarlamakla değil. Madem burada eğitime katıldı, tartışma yürüttü, bu dönemin bilincini edindi, savaşta hatalarla, doğruları, yanlışları gördü o halde savaşta doğruların uygulayıcısı olmak, doğruların yürütücüsü olmak, bundan sonra hata yapan değil, doğru uygulayan ve başaran olmak durumunda. Tabii bu birincil görev ama sadece bu değil. Sadece başarıyı kendimizde sınırlı tutarsak, başarıyı yaratacak doğruları kendi uygulamalarımızla sınırlandırırsak bu da doğru olmaz. Bencillik olur, bireycilik olur. Dikkat edelim bu çalışmayı bir iş bölümü olarak değerlendirdik. O halde burada bu eğitimi yürütmüş olmamız sadece kendi hata ve eksikliklerimizi gidermek, ya da kişisel olarak kendimizi başarı çizgisine çekmek için değildi. Başta gerilla olmak üzere aslında tüm halk direnişinin hata ve eksikliklerini bularak doğruları hangi yol ve yöntemle, nerede, nasıl hayata geçireceğimizi açığa çıkartmak içindi. Demek ki buradaki çalışma buradaki kişilerle sınırlı değildi; bütün hareket içindi, bütün halk direnişi içindi. O halde bu sonuçları harekete ve halka taşımak gerekiyor. Bütün savaşçı cephelerine, direniş alanlarına ulaştırmak gerekiyor. Eğer gerçekten amaca uygun hareket edeceksek, iş bölümünün gereğine göre davranacaksak kendimiz doğruları uyguladığımız gibi doğruları savaş alanlarına taşımak ve egemen kılmakla yükümlüyüz. Bunu yaptığımız ölçüde biz burada bulunmanın ve eğitim görmenin hakkını vermiş oluruz. O halde tüm arkadaşlarımızın bu yaz devresinde yürüttüğü tartışmalarla ortaya çıkartılmış olan gerçekleri savaş cephelerine taşıma, bütün savaş alanlarındaki yoldaşlara mal etme, bilinç olarak, ruh olarak, örgütlülük olarak, taktik olarak, tarz olarak bir düzeltici, değiştirici rol oynama görev ve sorumluluğu var. Tüm komuta ve savaşçı yapısıyla birlikte, tüm savaş cepheleri buradan çıkan sonuçlar temelinde kendisini yenilemeli, düzeltmeli, yeniden yapılandırmalı. Daha çok başarı kazanan, daha doğru bir savaş yürüten bir noktaya gelmeli. Hem kendisini bu temelde pratikleştirmeli hem de buradaki sonuçları doğru bir temelde, hızlı bir biçimde bütün alanlara ve arkadaşlara taşıyabilmeli.

Başarılı olabilmek doğruyu uygulamakla, doğru tarz ve taktik temelinde hareket etmekle mümkündür. Bunun önemli boyutu da tabii ki birlik, bütünlük halinde olmak, örgütlü hareket etmek demektir. Buradaki sonuçlar savaş güçlerine ve cephelerine mal edilirse başarı olur dedik. O halde nasıl mal edilecek? Nasıl burada dört ayda ortaya çıkardığımız sonuçları dört günde veya dört haftada tüm Kürdistan’daki savaş cephelerine, savaşan güçlere mal edeceğiz, özümseteceğiz? Bu da ayrı bir yaklaşım oluyor, ayrı bir ustalık istiyor. Bu konuda da çok dikkatli, duyarlı olmalı gerçekten de hata yapmamalıyız. Arkadaşlar sonuçları aktaralım derken hatalı yol-yöntem içine girmemeliler. Öyle olursa iş yapalım derken bozarlar. Sonuç alalım, çalışalım derken zarar verirler. O nedenle anlamak ve istemek iş yapmanın yarısı fakat diğer yarısı da bunu pratikte doğru yol ve yöntemle, üslupla, doğru tarzla, yeterli bir tempoyla yürütmektir. Bu bakımdan pratiğe yürürken dikkat edilmesi gereken hususlar var. Birincisi; tempo sorunu. Öyle bir dönemdeyiz ki, bireysel tutumlar, arayışlar, normal insani davranışlar gösterecek, bunun için zaman harcayacak, ayıracak durumda değiliz. Normal koşulların, normal dönemlerin gerektirdiği hareket tarzının içinde olmamalı arkadaşlar. Olağan üstü koşullardayız, o halde olağan üstü koşulların gereklerine göre hareket edeceğiz. Bu ne demektir? Bir dakikayı bile doğru değerlendirmek demektir. Bir saati bile doğru harcamak demektir. Zamanı mücadelenin, devrimci halk savaşı hamlesinin gereklerine, ihtiyacına göre kullanmak demektir. Eskisi gibi hareket etmek olmaz. Böyle hareket edilirse zaman mefhumu yok olur gider. Somut koşullara göre hareket etme denen gerçeklikten koparız. Çok dogmatik, ezberci, şekilci hale geliriz. Böyle olursak hiç bir şey kazanamayız. Demek ki içinde bulunduğuz dönemde böyle olmamak gerekiyor. Onun için de tempo çok önemli. 

Çok hızlandırılmış, tempo kazandırılmış mücadele içindeyiz. Yirmi dört saat gerillacılık, dedi Önder APO. Yirmi dört saat kendisi gerilla çizgisinde direniyor. Halk yirmi dört saat direniş içerisinde. Düşman rahat bırakıyor mu? Biraz televizyon ekranlarına bakanlar bu gerçeği rahatlıkla görebilirler. Gerilla yirmi dört saat savaş halinde. Öyle yapamayan kaybediyor zaten. O halde her saati, har anı iyi değerlendirmek, doğru kullanmak, yerinde kullanmak, savaşın gereklerine göre kullanmak lazım. Bunun dışındaki bir tutum, duruş kabul edilemez. Tabii ki alelacele, örgütsüz, plansız hareket edilmeli demiyorum ama örgütlü, planlı hareket edeceğiz diye gereksiz zaman harcamalarında, geri çekmelerden geri durmalıyız. Dahası normal koşullardaki gibi insani ihtiyacımızı karşılayalım türü yaklaşımlardan uzak durmalıyız. Burada görev aldık mı, artık onun sorumlusuyuz demektir. Yerimize ulaştık ulaşmadık hiçbir şey fark etmez. Ulaşmakla yükümlüsün. Ben ulaşmadım, onun için görev başarısızlıkla sonuçlandı demenin hiçbir anlamı yok. Kendini böyle kurtarmaya çalışmak devrimci bir duruş değildir. Mücadeleyi, örgütü, halkı, devrimi, süreci kurtarmak önemlidir. Kendisini devrimle birlikte, halkla birlikte kurtarıyorsa ona doğru bir kurtuluşçuluk diyebiliriz. O halde kendimizi savunmak yerine devrimin, mücadelenin gereklerini, ihtiyaçlarını görmek, savunmak, ona göre hareket etmek şart. Onun için de arkadaşlarımız zamanı iyi kullanacaklar. Örgütlü, doğru bir tarzda hareket edecekler. Bir dakika bile gecikmeden üzerlerine aldıkları görev sahalarına ulaşmayı ve oraya ulaşmanın sorumluğunun gereğini başarıyla yürütmeyi esas alacaklar. Birinci şart bu.

İkincisi; üslup sorunu, tarz sorunu. Yani okuldaki sonuçları savaş güçlerine ve alanlarına taşıyalım derken bunu doğru bir tarz ve üslupla yapmak kesinlikle gerekli. Burada doğru üslup ve tarz nedir? Savaş alanında var olan gerçekliği somut bir biçimde görebilmektir. Kendine göre yorumlamamak, yanılgılı yaklaşım içinde olmamak. Her şeyden önce ciddiyetle yaklaşmak, dikkate almak, değer biçmektir. Evet, biz burada kendimize göre bol bol eleştirdik. Ne kadar hakkımız vardı, yoktu ayrı bir konu ama yaptık. Doğruyu bulup başarının yaratıcısı olacağız diye bunu yaptık. Ama biz bunu yaparken arkadaşlarımız savaş cephesinde yirmi dört saat soğuk-sıcak, yağmur-kar, çamur demediler, kan-ter içerisinde savaş yürüttüler. Buna saygılı olacağız, değer biçeceğiz, doğru anlayacağız. Bir hatayı görmek, yanlışı görmek, eleştirmek, düzeltmek istemek ayrı; bir çabayı, mücadeleyi hem de kahramanlık çizgisinde yürüyen bir mücadeleyi ret etmek, inkâr etmek, değerini küçültmek ve kendine göre ele almak apayrı bir şey. Bunları asla bir birine karıştırmacağız. Birincisini doğru bir üslupla yaparken tabii ki kahramanca mücadeleyi esas alacağız, sahip çıkacağız, saygıyla yaklaşacağız. Onu yaptığımız oranda doğruyu, başarıyı getireni egemen kılacağımızı bileceğiz. Onun için de her arkadaş üslubuna, tarzına dikkat edecek. Ne görev üslenirse üslensin, nereye giderse gitsin hiçbir şeyi kendisiyle başlatmayacak. Doğru benim demeyecek. Sanki her şeyi kendisi yaratıyormuş gibi yaklaşmayacak. Benim dediğim olacak, demeyecek. Oradaki olana bakacak, saygıyla yaklaşacak, dikkat edecek, değer biçecek, ciddiye alacak, önemseyecek. Böyle yaparsa kendisini dinletebilir, kendisi de doğruyu görebilir. Böyle yapan somutu çözümleyebilir, orada var olanlar tarafından da kabul görebilir. Değişiklik yapmak, düzeltme yapmak istiyorsak ancak böyle yaklaştığımız ölçüde bu olabilir. Yani gittiğimiz yerde arkadaşlarımızı ciddiye aldığımız, saygılı yaklaştığımız oranda onların da bizi ciddiye alıp, dikkatle dinleyeceğini bilelim. 

Başarılı olmadığımız, etkili olmadığımız zaman şu ya da bu biçimde suçlama yapmak doğru değil. Başarısızlığın izahı olmaz, gerekçesi olmaz. Kendimizi bu çizgiden çıkartacağız. Bu konuda öyle şeyler var ki, söylemesi ayıp ama deşifre etmemiz lazım. Başta başarıya inancı yok, nasıl olsa başarısız olacak diyor ve başlamadan, başarısızlığa hangi gerekçeyi bulacak, onu da defterinin üst köşesine yazıyor, ondan sonra pratiğe gidiyor. Böyle pratikte başarı mı olur. Parti karşısında, mücadele karşısında böyle mi durulur? Olmaz, bunlar sapma. Burada çok ağır bir bireycilik ve bencillik var. Mücadeleyi, halkı, değerleri ret etme var. Bunlar olmaz. Bundan kendimizi kurtaracağız. Şunu bileceğiz: Başarısızlığın gerekçesi olmaz. Kimse dinlemez, tarih kabul etmez. Ben şundan dolayı başarısız oldum diyemez. Bunu kimseye kabul ettiremez. Çünkü varlık gerekçesi, başarısızlığı yaratmak ve izah etmek değil, başarıyı kazanmak içindir. Ne kadar başardın o kadar iz bıraktın. Ne kadar başardın o kadar konuşma hakkın var, seni dinlerler. Bunu bir kere adımız gibi bileceğiz. O bakımdan da olumsuzlukları, başarısızlıkları gerekçelendiren değil de, bütün başarısızlıkları bertaraf ederek, başarıyı, zaferi yaratan pratiğin sahibi olmamız gerekir. Bunu yapabilmek için de tabii ki birbirimiz dinlememiz, anlamamız, örgütlenmemiz, en yüksek düzeyde örgütlü ve birlik halinde hareket etmemiz şart.


Pratiğe girişte iki temel tarz hatası oluyor. Bir tanesi; rolsüz, amaçsız kalmak. Yani hatalar, yanlışlar doğrular arasında kaybolup gitmek. Yani ideolojik-örgütsel mücadeleden, öncülük etmekten, buradaki sonuçları taşırmaktan uzak durmak. Buna liberal yaklaşım diyoruz. Yanlış olan bu duruma düşülmemeli. İkincisi de; sert, sekter yaklaşım oluyor. Sekter yaklaşım nedir? Doğruyu sadece kendisi sanan, her şeyi kendinden başlatmak isteyen, kendini üsten gören, müdahale olarak tanımlayan, akademiden geliyorum, yönetim görev verdi, doğrular bunlardır diyerek orada var olanı elinin tersiyle itip sadece kendisini uygulama yaklaşımıdır. Bu da en az birinci yaklaşım kadar zararlı, tehlikeli. Niye? Çünkü karşıdakini yok ediyor. Ortadan kaldırıyor. Kendi başına kalıyor. Yani kendi başımızla, sadece kendi gücümüzle, yaklaşımımızla biz sonuç alamayız. Ne kadar çok doğruları bir birimize anlatır, bu temelde örgütlenir,  birleşirsek o kadar başarılı oluruz. O bakımdan arkadaşlarımız tarz bakımından, üslup bakımından da bu iki hatalı yaklaşıma kesinlikle düşmemeliler. Hem büyük bir iddiayla, bilinçle, karalılıkla gidecekler, rol oynayacaklar, gerekli düzeltmeyi, değişimi uygun yöntemle belli bir plan dahilinde gerçekleştirmeyi esas alacaklar hem de bunu orada bulunan arkadaşlarla o zeminde yapacaklar. Hiçbir arkadaşı bunun dışına itmeyecekler, dışlamayacaklar. Kendilerini tek doğru hakim olarak kılmaya çalışmayacaklar. Orayı da dikkate alacaklar,  ciddiye alacaklar, değerlendirecekler. Kendileri orayı dinleyecekler. Bu temelde kendilerini dinleyen ortamı sağlayacaklar. Böylece pratikte ortaya çıkan sonuçlarla, okuldaki eğitimin sonuçlarını en üst düzeyde teorik, pratik birliğe ulaştırarak bir düzeltme, yenilenme geliştirme hamlesi yapılacaktır. 

Bu tür yanlışlıklara düşmeme temelinde doğruları parti çizgisinde, gerilla ölçülerinde pratikleştirmek çok önemli. Başarı, zafer buraya bağlı. Güvenlik, düşman saldırılarını boşa çıkartma buraya bağlı. Gerçekten de büyük fırsatlar ve imkanlar var. Bunları tarz, üslup hatası nedeniyle doğru kullanamıyor, kaybediyoruz. Başarıya dönüştüremiyoruz, dahası zarar görüyoruz. Olmadık kayıplar veriyoruz. Artık buna ne çizginin, ne örgütün, ne halkın tahammülü var. Mevcut HPG’nin kendini bu temellerde değerlendirmesi ve düzeltmesi şart. Değerlendirmez ve düzeltmese bu duruma müdahale ederler. Bundan sadece düşman müdahale edip yararlanmaz; dostlar da müdahale eder, demokratik çevreler de eder, halk eder, Önderlik eder. Yanlışın ilelebet sürüp gitmesine, kimse uzun süre müsamaha göstermez, görmezden gelmez. Kayıpların düşmandan kaynaklanan, düşmanın teknik geliştirmesinden kaynaklanan boyutları var ama bu yüzde yirmi bile değil. Yüzde seksen bizim hatalarımızdan kaynaklanan boyutları var. İyi örgütlenemiyoruz, iyi gerillacı olamıyoruz. Bazı yerlerde örgütsel birlikte ve birbirini tamamlamada, birbirine güç vermede eksiklikler yaşanıyor. Bunun da kayıpların yaşanmasında etkisi var. Anlaşılıyor ki düşmanın baskısı psikolojimizde, ruhumuzda, davranışlarımız üzerinde etkisini gösteriyor. O zaman bunu anlamalıyız ama mücadele de etmeliyiz. Nedir buna karşı mücadele? Bunun bir düşman etkisinin olduğunu bilerek ona karşı kendi içimizde, çevremizde ideolojik-örgütsel mücadele vermek, sınıf-cins mücadelesi yürütmek, kendimizi hep doğru tutum, doğru ruh, doğru duygu, doğru davranış içinde tutmak ve çevremizi de mümkün olduğu kadar buna çekmek. Devrimciliğin temel görevi bu. Devrimcilikte bu dönemde başarı elde etmenin temel şartı bu. Bunu yapanlar başarılı olurlar.


O halde bu konularda çok çok dikkat edeceğiz. Üslup, tarz konusunu öyle basit ele almayacağız. Bunlardan dolayı kaybediyoruz. Doğru dürüst örgütlenememekten, gücümüzü birleştirememekten dolayı, doğru tarz tutturamıyoruz. Doğru mevzilenemiyoruz,  düşmanı takip edemiyoruz. İmkân ve fırsatları değerlendirecek yeterli saldırıyı yürütemiyoruz. Sonuçta başarımız azalıyor, hatta darbeler yiyoruz. Bunun öyle kabul edilir yanı yoktur. Kendini eğitmeyen, örgütlemeyen, örgüt gücüne dayanmayan herkes düşman saldırısı karşısında kaybeder. Bunu her türlü komuta düzeyi iyi bilmeli. Arkadaşlar pratik içindeler, bu gerçeği daha iyi görebilirler. Niye görmüyorlar, insan hayret ediyor. Görmüyorlar, söyleneni dinlemiyorlar, pratik olumsuz oluyor umursamıyorlar. Dünya öyle değil, toplum öyle değil, halk öyle değil. Herkes umursuyor. O bakımdan da düzeltme şart. Düzeltme olmazsa, doğruya çekilmezse, başarı çizgisine çekilmezse gerilla savaşı zorluklarla karşılaşır. Bu durumda gerilla öncü olmaktan çıkar, rolsüz olur. Gerilla kendini bu duruma düşürmemelidir.
Buradaki sonuçları pratiğe doğru aktarmanın temel şartları da bunlar. Görev nedir üzerinde durmaya gerek yok. Biz bunları hep tartıştık, değerlendirdik. Arkadaşlar geldiler, çeşitli düzeylerde hep toplantı yaptık, tartışma yürüttük, yönetimimiz toplantılar yaptı. Şunları net görüyoruz: Mevcut durumda hala devrimci halk savaşını başarıyla geliştirmenin dış ve iç koşulları fazlasıyla var. İnisiyatif bizde. Ortamın fırsat ve imkânları bizden yana. Dış koşullar da iç koşullar da sömürgeci faşist rejimi tarihinin en zayıf noktasına getirmiş durumda. İşte Suriye’deki savaş, sonuçları gün gibi ortada. Ne küresel güçlerin bunun ötesine geçen bir müdahalede bulunma imkânları var ne de bölgesel güçler daha fazla etkide bulunabiliyorlar. Hiçbir güç çözümleyici ve sonuç alıcı olamıyor. Hem çatışmalar devam ediyor hem de sonuçsuzdur. Bu sonuçsuzluk sürece yayılmış bulunuyor. En azından bu yılsonuna, hatta bahara kadar bu durumun devam edeceği netçe görülüyor. 

Türkiye’deki durum, AKP hükümetinin durumu; yargıyla, orduyla, muhalefetle, demokratik güçlerle çelişki ve çatışmalıdır. Yani iktidarı en zayıf konuma getirmiş durumda. İlk defa AKP’nin maskesi bu kadar düştü, oyunları bozuldu. AKP’nin faşist şoven milliyetçi gerçeği açığa çıkartıldı. İlk defa insanlar AKP’yi ciddi düzeyde sorgular hale geldiler. AKP’den beklentili olma aşılmaya başlandı. Bütün bunlar tabii ki çok önemli gelişmeler ve hepsi bu dönemde yürütülen mücadeleyle ortaya çıktı. AKP gerçekten de zordadır. Arkadaşlar Tayyip Erdoğan’ın durumunu görüyorlar. Dünyanın dört bir tarafını dolaşıyor, herkese el açıyor. Dünyada gitmediğimiz yer yok, diyor, teröre karşı mücadele içini diyor. Tüm enerjilerini harcıyorlar, ellerindeki bütün imkânlarını pazarlıyorlar. Ama ciddi sonuç alacak bir şey ellerine geçmiyor. Dışarıda böyle, içerde böyle. Gelin AKP, CHP, MHP birleşelim diye meclis başkanından tut hepsi çaba harcıyor, birleşemiyorlar. Orduyu ele geçirmeye çalıştılar, tutuklamalar yapıldı, şimdi tutuklamalar mı yanlıştı, ordunun iradesi mi kırıldı diye tartışıyorlar. Erdoğan uzlaştığı kesimlerle orduyu etkin kılmaya çalışıyor; orduyla arayı düzeltmeye çalışıyor. Artık ordunun savunucusu haline gelmiş. Yani herkesten yardım dileniyor Tayyip Erdoğan. Kimin bir çözümü varsa, gelsin bize söylesin birlikte yapalım, diyor. O noktaya gelmiş. Hani sen iktidardın, öncüydün, her şeyi ben bilirim diyordun. Her şeyin yapıcısı benim diyordun, nerede kaldı? Dikkat edilirse artık bu iddiada değildir. O irade yok, o bilinç yok. Tam bir çıkmaz var, çözümsüzlük var. Böyle bir ortamda bütün marifeti halkı kandırarak nasıl oylarını alırım, nasıl seçimlerde yeniden iktidara gelirim üzerinde yoğunlaşmaktır. İşi gücü toplum üzerinde psikolojik harekat yürütmektir. Bütün işleri kendisini iktidarda tutmak için yapıyor. Bu çok açık bir durum. O halde AKP hükümeti en zayıf durumu yaşıyor. Öyle hamle yapma gücü kalmamış. Daralmış, kendini koruyamaz duruma düşmüş.

Dolayısıyla demokratik özerklik hamlesini çok güçlü biçimde geliştirmenin koşulları bulunmaktadır. Kuzeydeki ortam buna elverişli olduğu gibi, bölgesel durum da buna imkan vermektedir. Artık baskıcı güçlerin baskıyı daha da arttırarak ayakla kalma şansları kalmamıştır. Batı Kürdistan’daki gelişmeler de tüm Kürdistan’da özgürlük devrimini geliştirmek için büyük imkan ve fırsat sunuyor. Tarihin “yürü ya kulum” demesine benziyor Rojava’daki gelişmelere dayalı tarihin Kürt halkına sözü böyledir. Irak’taki, Güney’deki durum ortada. Güneylilerin bu ortamda bize saldırmaları en fazla da onlara kaybettirir. İran’ın da durumu ortada, Rojhilat’ın da durumu ortada. Bu güçler de kendilerini korumak için daha dikkatli davranmak durumunda kalıyorlar. Bu durumdan çıkıp öyle sağa-sola saldıracak, bizi daraltacak pozisyonda değiller. Tüm bu gerçekler hem Kürdistan parçaları, hem çevre alanlar devrimci halk savaşı hamlesini güçlü biçimde geliştirmek için büyük imkân ve fırsat sunuyor. Tarihi bir fırsatla yüz yüzeyiz. Devrimci hamle yapma fırsatı. Önder APO’nun devrim yapmak, devrimden korkmamak kastı buydu. Yani ortaya çıkan fırsatların değerlendirilmesini istiyordu. Bu bakımdan görevimiz nedir, dendiğinde insan çok fazla değerlendirmeden şunu söylüyor: Bu tarihsel fırsatı ve imkanı değerlendirmek, devrime kanalize etmek. Devrimin zaferi için bunları değerlendirmek. 

İkincisi, Önderlik, halk direnişine yanıt olmak, cevap olmak. Onları sonuca götürecek, zafere taşıyacak örgütlü bir öncülü haline gelmek. Bütün bunlar bizi tek bir şeyde odaklaştırıyor: Devrimci halk savaşını zafer çizgisinde geliştirmek. Bu temelde özgürlük devrimini Kuzey’de, Batı’da derinleştirerek zafere taşımak, adım adım zafere götürmek. Bunun gerisinde bir hedef olamaz. 

Günümüzde başarı bunları gerçekleştirme anlamına geliyor. Bunları gerçekleştirebilmek için de tabii büyük bir savaş vermek, devrimci halk savaşının gerçekten de son derece doğru bir tarzla, yaratıcı bir tarzla ve zengin bir taktik yaklaşımla hayata geçirmek gerekiyor. Bu çerçevede savaşmak, bunun savaşçısı olmak, böyle bir savaşı düşüncede ve pratikte gerçekleştiren, öncülük eden komutan haline gelmek, dönemin başaran görevlisi olmak bu düzeye çıkmayı, bu düzeyde kendini pratikleştirmeyi gerektiriyor. Mevcut durumda pratik görev vermemiz ve onu onaylamamız bu çerçevededir. Bunu yaptıkları ölçüde verdikleri yemine uygun davranacaklar, aldıkları diplomanın hakkını vereceklerdir. Bunun dışında bir ölçü tanımıyoruz. Kimse demesin ki ben okudum, öğrendim, hak ettim aldım. Öyle bir şey yok. Hak değil, görev üslenilmiştir. Onların hepsi görev belgesiydi, görevin çerçevesi ve niteliği de böyledir. Bunun gerisinde bir ölçü yok. Kimse kendine göre bir ölçü yaratmamalı.

Bu çerçevede bir direniş yürütüyoruz. Öyle kararsız, plansız yürüyen bir mücadele, savaş değil. Bu kadar tarihi kritik, Kürt halkının geleceğiyle, varlığıyla bağlı, bölge halklarının, insanlığın özgür ve demokratik yaşama ulaşmasına bağlı bir mücadele yürütüyoruz. Elbette ki bunun bilimsel temellerde yürütüldüğü, stratejik ve taktik planlamalara dahil olduğu bir gerçek. Bu bakımdan da rast gele, kendiliğinden, arkadaşlarımızın çok da dile getirdikleri gibi bireylerin isteklerine göre yürümediği, devrimci halk savaşının gereklerine göre strateji ve taktik biliminin esaslarına göre yürüdüğü, belli plan dahilinde yürütüldüğü tartışma götürmüyor. İster anlayalım ister anlamayalım, ama yönetimimiz bu işleri karar ve planlar temelinde yürütüyor. Yürütemediğini yeniden ele alıyor ama hiç kimse kararsız, plansız, rastgele bu işlerin böyle yapıldığını söyleyemez, öyle sanamaz. O bakımdan bundan önceki dönemlerin de belli planlar dahilinde yürütüldüğü gibi 2012 yılının da bir savaş planlaması var. Hamleden söz ediyoruz. Bu hamle belli bir planlamaya ve o planlama dahilinde belli bir iş bölümüne, güç mevzilendirilmesine dayalıdır. Bunun güz dönemi hamlesi de bu çerçevede yürüyor. Yani yönetimimizin bir planlaması var, savaş anlayışı var, kararlaşması var. Buna göre güçler mevzilendirme ve seferber etme çabasındadır. Yönetim olmuş, yetki verilmiş, yapmak ve başarmakla yükümlü, başarmazsa hesap verecek. Dolayısıyla mademki yönetim seçmişiz, al bu işleri başarıyla yap demişiz,  o halde işleri nasıl yaptığına bakmak, onun iş yapışına destek vermek, katılmak zorundayız. Siz yönetimsiniz, alın yapın, sorumluluk sizdedir ama ben de kendime göreyim, kendi istediğimi yaparım,  sizin dediğinizi yapmam denilemez. O zaman sen bizden değilsin der, biz seninle çalışamazsın der. 

Mevcut eğitimi, yaz dönemi eğitim devrelerini güz hamlesine katkı sunsunlar diye örgütledik, yürüttük. Şimdi de bu temelde görevlendirmek, düzenlemek istiyoruz. Sıradan bir düzenleme değil. Gelecek yıla hazırlık değildir, bu yıl savaşmak üzere,  güzün ve kışın savaşmak ve savaşta ulaşmamız gereken sonuçları elde etmek üzere bir görev düzenlemesi yapmak istiyoruz. Bizim yaklaşımımız böyle. Buna hazır olan arkadaşlar katılabilir, olmayanlar biz hazır değiliz diyebilir. Ne hazır, ne hazır değil, hem hazır hem hazır değil olmaz. Muğlâklık yok, net olacağız.

Medya Savunma Alanları’ndan, Kürdistan’ı diğer parçalarından tutalım da Botan, Zagros, Dersim hattına, Orta Sahaya biçtiğimiz roller, görev ve sorumluluklar vardır. Bu esaslar üzerinde yazın belli bir hamle geliştirdik. Mevcut hamleyi güzün daha da ileriye götürüp mümkünse zafere taşımak istiyoruz. İşte Şemdinli hamlesi, Gever, Oramar hamlesi, Çukurca hamlesi, şimdi Beytüşşebap hamlesi. Bunlar sadece düşmanla vuruşulsun diye gerçekleşmiyor. Buralarda demokratik özerklik çözümü gerçekleşsin diye bu hamleler yapılıyor. Bu yönde ilerliyoruz. Durmak yok, yarıda kalmak yok. Tabii olmayacak, başaramayacağımız işe girmek de yok. Ama yürüttüğümüz mücadeleyle ortaya çıkartılan gelişmeleri kesintiye uğratmamak, imkan ve fırsatları doğru değerlendirerek mümkün olduğu oranda gidebildiği yerde sonuca götürmek hedefimizdir. Bizim bu güz-kış dönemine yaklaşımımız kesinlikle böyle, geri durmayacağız. Öyle geri çekilme olmayacağı gibi zayıf yaklaşmakta olmayacak. Ama serüvenci bir temelde de ilerleme olmayacak. Rastgele, ölçüsüz, plansız, kendi gücüne bakmadan, düşmanını değerlendirmeden de bir adım atmayacağız. Hayır, değerlendireceğiz, somuta bakacağız ama kendimizi zorlayacağız zafer için, başarı için. Çünkü bunun için mücadele ettik, bu kadar şahadeti bunun için yaşadık. Mümkün olduğu kadar zamanı ve fırsatı iyi değerlendireceğiz. 


Ben savaşa gitmek istiyorum, diyeni savaşın merkezi yerini gösteriyoruz. Gerçekten tutarlıysa, sözünde sadıksa savaş alanı ordadır. Fakat bu şu anlama gelmiyor: Bir yere dolmak, tek bir alanda olmak öyle değil. Kürdistan’ın dört bir parçasında bir mevzilenmemiz var. Her alanın bir rolü var. o rolün mutlaka oynanması gerekiyor ki merkez alanda sonuç alasın. Bu bakımdan birçok alanın eksikleri, ihtiyaçları var, onları telafi etme ihtiyacı da var. biz mevcut düzenlemeleri böyle bir anlayışla yaptık. Bunları dikkate alan bir görevlendirme, iş bölümü yaptık. Örgütün ihtiyaçları böyle oldu. Yani örgüt planlamasına göre düzenleme ihtiyaçları böyledir. Her arkadaşın kendine göre düzenlemeleri ayrı. Önderlik diyordu “hesap yapabilirsiniz ama hesaplarınız partinin hesaplarıyla çelişmemeli, dikkat etmelisiniz. “Onun için kişilere göre düzenleme değil, tabii örgüte ve planlamaya göre düzenleme esastır. Bunları platformla tartışalım, platformun kararı haline gelsin. İsteğimiz bu. Yönetim olarak bir sonuç ortaya çıkardık da yönetim talimatı olarak kalmasın. Bizzat okul talimatı, okul planlaması olsun, herkes doğrusu budur, desin. Hem kendisi doğru dediğini yapmaya çalışsın hem de diğer arkadaşların başarıyla yapmaları için gerekli denetim, görevini yerine getirsin. Ardından arkadaşların varsa bireysel önerilerini alacağız. Değişiklik öneriler, öneren olursa yani,  kendine ait olabilir, başka arkadaşlara ait olabilir. O önerileri tek tek tartışacağız ve platformun kararına dönüştüreceğiz. Önerileri olmasa da yine de karara dönüştüreceğiz. Böylece her arkadaşa emri iki taraftan vermiş olacağız; bir yönetimin emri, bir de platformun emri. Öyle yapalım ki işler doğru yürüsün, başarılı olsun. Bu tarzda daha çok sonuç alıcı oluruz. Bu temelde tüm arkadaşlara başarılar diliyoruz.

Duran Kalkan

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info

Hiç yorum yok: