3 Kasım 2011 Perşembe

Acılar Üzerinden Psikolojik Savaşa Tutuşmak

Doğan DURGUN
Geçenlerde, bir parkta sohbet ediyordu birkaç kişi. İçlerinden abi havasında olanı, ayar çekiyordu diğerlerine. Devletin ekmeğini yediğimizi, yanlışlar da yapmış olsa devlet, muhalefet etmenin doğru olmadığını söyledi. Kendince, lafı gediğine koyduğunu düşünüyordu. Dayanamadım, yan tarafta bulunan sandalyemi kaldırıp, masalarına yürüdüm. Oturdum yanlarına. Fakirliklerini gizleyecek bir durumları yoktu. Görüntüleri kendilerini ele veriyordu. Dedim ki, biz devletin ekmeğini yemiyoruz. Aksine devlet bizim ekmeğimizi yiyor. Şaşırdılar önce, ben devam ettim. Devlet dediğiniz şey, çalışan, para kazanan bir varlık değil. Bizim kazancımız üzerinden vergi diye para toplayan, topladığı bu paraları da organize ederek bize tekrar veren bir yapı olması gerekir. Bizim paramızı bile bize hizmet olarak vermiyor. Çalışmayan birine ekmek mi veriyor bu devlet, diye sordum. Çalışan biri, dünyanın her ülkesinde iyi kötü ekmek yer. Ama bizim ekmeğimizi küçültüp, başkalarına büyüterek veren bir devleti elbette eleştireceğiz. Tuhaf tuhaf baktılar bana. Senin gibi düşünen kaç kişi var ki, diyerek konuşmayı sonlandırdılar. İkna olmuş gibi yapıyorlardı. Bu devlet ki, topladığı paraları, halka en haksızca geri veren devlet. Daha dün açıklandı, Türkiye gelir dağılımı adaletinde son sıraya yükselmiş.

Depremzedelere Yok, Savaş Uçağına Var


1999 depreminde İzmir’de askerdim. Birkaç gün sonrasıydı. Bir binbaşı ile eğitim alanına doğru yürüyorduk. Birden postacısı geldi. Emir olduğunu, deprem için komutanların bağışta bulunmaları gerektiği söylendi. Binbaşı, tamam veririm sonra deyip, askeri yolladı. Sonra bana dönüp, bu devlet 30-40 yılda karşılaşılan bir felakette, sadaka toplar gibi bizden üç beş kuruş toplayarak işi halledecekse, yıkılsın daha iyi dedi. O binbaşının durduğu yerden bakıyorum ben de. Sürekli, büyük devlet nutukları atan hükümet, 100 bin çadır ayarlayamıyorsa, bu acizliğini kapatmak için dış yardımları kabul etmeye yanaşmıyorsa, binbaşının dediği gibi yıkılsın daha iyi. Her felakette, halkın vicdanına avuç açıp, durumu kurtarma uyanıklığı kabak tadı vermeye başladı artık.


Silaha bu kadar para ayıran, emperyal düşlerle uykulara dalan, nutuk üstüne nutuk atan bu devlet, bir hafta geçmesine rağmen hâlâ halka muşambadan yapılmış, bir fermuarla süslenmiş çadır veremiyorsa bir daha düşünsün. Bir F-16 savaş uçağını 70 milyon dolara alan devlet, aynı miktarda parayla Van’ın bütün ihtiyaçlarını rahatlıkla giderebilirdi. Ama savaş uçağı için kesenin ağzına açıp, 3,5 milyar dolarlık ihaleler veren hükümet, depremde bağış kampanyası düzenliyor. Kaddafi’yi linç eden NATO uşağı barbarlara 300 milyon doları apar topar yollayan hükümet, iş deprem mağdurlarına gelince sus diyor, racon kesiyor.


BDP’yi de Enkazın Altına Gömmek İstiyorlar


Halkın yaptığı bağışlar elbette çok anlamlı. Kâğıt toplayan emekçilerin yaptıkları karşısında insanın gözyaşına hâkim olması mümkün değil. Sorun, devletin halkın vicdanına sığınıp, işin içinden sıyrılma gayreti. Halkın yardımları, birçok ihtiyacı karşılıyor ama çadırı da halk dikecek değil ya. Bir başka sorun da, bu yardımları milliyetçilik, hamaset potasında eritmeye çalışan medyanın içine düştüğü zavallı durum.


Halkın tamamen empati geliştirerek yaptığı yardımları, medya Kürtlere verilen sadaka zihniyeti ile sayfalarına, ekranlarına taşıyor. Yaşa! Bravo AKP! Sloganlarından sonra, nerde bu BDP diye haykırıyorlar. Bu trajediyi bile psikolojik savaşın argümanı haline getiriyorlar. AKP’nin bütün devlet olanaklarına hükmetmesine rağmen, yaşanan eksiklikleri BDP’ye fatura ediyorlar. Sanki bölgede Kürdistan Federasyonu var, federasyonun da hükümeti BDP’ymiş gibi saldırıyorlar. El insaf. İnsanların acıları kirli bir savaşa bu kadar mı kurban edilir? Van’da istenmeyen manzaralar diye manşet atıyorlar. Kamyonlardan çaresizlik içinde bir paket makarna almaya çalışan insan görüntüleri ile manşeti süslüyorlar. Bu halk yağmacı, işte görüyorsunuz algısını boca etmeye çalışıyorlar insanların beynine. Açlığın ne olduğunu bilmeyen bu zevat, vicdanlarını vestiyerde unutup, fotoğraflar üzerine derin tahlillere dalıyorlar. Seçim engelleri ile tutuklamalarla BDP’yi yenemeyenler, ölümler üzerinden yeni bir savaş başlatmış durumda. Irkçılığı 1970’lerden gelme Taha Akyol liderliğinde medya bu sefer deprem cephesinde sorti yapıyor. Yıkılan binaların altına BDP’yi de gömmek istiyorlar.


Bir Türk Medyası Klasiği


Öte yandan Fethullah Gülen’in, üç beş şakiyi bu devlet neden imha edemiyor sözlerinin altından nasıl bir keramet olduğunun derdine düşmüşler. Bu sözlerin, barışın en güzel ifadesi olduğunu dalga geçer gibi söylüyorlar. Bu medya iflah olmaz. Bir zamanların Kemalist medyasına rahmet okutturuyorlar. Şu habere bir bakar mısınız: “Yürüyüşe katılan BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, gazetecilere yaptığı açıklamada, bugünkü operasyonlarda Marmara Üniversitesi Öğretim görevlisi Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın da gözaltına alındığını ileri sürdü.” Gözaltına alınan Kürt siyasetçileri, peşinen suçlu ilan eden iktidar medyası, Sayın Ersanlı’nın gözaltına alındığını açıklayan Sabahat Tuncel’in sözlerini iddia olarak haberleştiriyor. Sanki Porto Riko’da muhalif bir siyasetçinin gözaltına alındığı haberi ajanslara düşmüş, Türk basını da haberi teyit edemediği için, ‘iddia’ edilmiş haber olarak ihtiyatlı veriyor. Komediye bakın. Gözaltına alınan, grubu olan bir partinin anayasa komisyonu üyesi bir profesör. Gel gör ki, gözaltına alındığını bir Kürt vekil söylüyor. Eee! Basınımıza göre BDP’li vekiller doğru söylemeyeceğine göre, en iyi ihtimalle ‘ileri sürülmüş’ oluyor.


Depremi yazmaktı amacım. Ne yazık ki, acılarımıza insanca üzülmemize, yasımızı tutmamıza bile saygı gösterilmiyor. Her şey, kirli bir siyaset oyununun puzzlesi olarak görülüyor. Başbakan Van’a ayak basıyor, ilk söylediği sözler BDP nefreti üzerine kurulu. Sanki herkes halinden memnunmuş, herkesin aşı, çadırı varmış da BDP’liler halkı galeyana getiriyormuş. BDP olmasa her şey güllük gülistanlıkmış. Bu retoriğe iman eden yazarların olduğunu görmek daha da vahim. Taraftarlığın bile bir düzeyi olur, ara ki bulasın bunlarda. Bir ülkede hükümetin nasıl olduğunu görmek için medyasına bakacaksın, medyasının nasıl olduğunu görmek için de hükümetine bakacaksın. Hepsi basit bir önermeden ibaret işte.


Devletin Yapısal Arızası


Bazı demokrat insanların belirttiği bir saptamadan da farklı düşündüğümü belirtmeliyim. Van’da deprem mağdurları Kürt olduğu için devlet yeterine yardımcı olmuyor sözleri, bana göre kısmen doğru değil. Evet, Van Belediyesi, BDP devre dışı bırakıldı. Ama bu, saptamanın doğru olduğuna tek başına hüküm getirmez. Türkiyeíde devlet veya hükümetler insan odaklı değiller. Silaha gözlerini kırpmadan para harcarlar ama emekçileri açlıktan süründürürler. Hükümet gelen dış yardımları engellemiş olabilir. Unutulmamalı ki, 1999 depreminde de, Yunan kanı istemeyen sağlık bakanları gördük. Burnundan kıl aldırmayan bir yönetim kültürü var önümüzde. Bu deprem Yozgat’ta da olsa, bu dramlar yaşanacaktı. Nitekim yakın tarihte Simav’da daha küçük ölçekli oldu. Aynı rezalet orda da ortaya çıktı. Bütün paramızı yabancı silah tekellerine veren, savaş üzerine kurulu bir devlet yapısını sorgulamalıyız. Bu silaha giden paralar, Türk’ün de, Kürd’ün de, Laz’ın da paraları. Onun için ‘barış’ herkese lazım diyoruz.

Hiç yorum yok: