3 Kasım 2011 Perşembe

İnsan Çeşitliliğinin Bilimi; ANTROPOLJİ

M. Sait ZAMTAK / İzmir Kırıklar 2 Nolu F Tipi Cezaevi
Her insanın bir hikayesi vardır. Her toplum bu insan hikayeleri üzerinde şekillenir ve gelişir. Toplum ve toplulukların hikaye ve tarihleri bu tür süreçlerle oluşur. Toplumsallık yaşanmış ve yaşanmakta olan insan hikayelerinin sentezlenmiş hali gibidir. Sosyal bilimlerin alt dalları olan bilimlerin her biri sosyal alanı ve tek tek insanların durumlarını ele alıp değerlendirir. Sosyoloji toplumsal ilişkileri; sosyal psikoloji birey ve toplumun ruhsal yapısını; tarih ise toplumların geçmişini ve oluşum süreçlerini ele almaktadır.

Antropoloji ise sosyal bilim dallarının inceleme alanına giren tüm konuları ele alarak daha bütünlüklü, objektif ve gerçekçi bir tutum belirlemektedir. Antropoloji en kısa tanımıyla insan çeşitliliğinin bilimidir. İnsanı kültürel, toplumsal ve biyolojik çeşitliliği içinde anlamaya, insanların başlangıcından beri çeşitli koşullara nasıl uyarlandığını, bu uyarlanmaları nasıl dönüştürdüğünü görmeye ve göstermeye çalışır. Bu nedenle yerküreyi bir bütün olarak ele alır. Ve insanlığı bütünlüğü içinde görmeye çalışır. Bir başka anlatımla antropolojiyi biyolojik ve sosyal, kültürel yönleriyle insanı bir bütün olarak kavramaya çalışmasıyla diğer sosyal bilimlerden ve doğa bilimlerinden ayrılır.


Antropolojinin Yaklaşımı ve İlkeleri


Antropoloji bütün insani olguları kendi bütünlüğü içinde görmeye çalışır. Diğer insan bilimleri ve biyolojik bilimler ise insanlar üzerinde yoğunlaşırlar. Antropoloji toplumu iktisadi, siyasi, din, statüleri, dil, fiziksel, çevre, biyolojik vb. tüm yönleriyle inceler. Daha kapsamlı bir insanlık tarihi kurmayı amaçlar. Bütüncül kültür kuramını eksen alarak bir topluluğu biyolojik, toplumsal ve kültürel yönleriyle anlamaya ve buradan yola çıkarak kültürlerin farklılığı kadar bütün kültürleri içine alacak evrensel bir kültür bilgisine ulaşmaya çalışır. Antropoloji bakış açısına göre geri ya da ileri kültür yoktur. Yani bazı kültürleri gelişmiş bazılarını da geri kalmış olarak tanımlamayı reddeder. Ve her kültürün kendi koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunarak evrenselliğe vurgu yapar.


İnsan tıpkı diğer hayvanlar gibi içinde bulunduğu çevrenin baskısı altındadır. Ançak çevre baskısına uyarlama özelliğine sahip olan insan bu özelliğiyle diğer hayvanlardan ayrılmaktadır. Dinozor vb. gibi birçok tür kendilerini çevreye ve değişen koşullara uyarlayamadıkları için yok olup giderken tüm çevre baskısına rağmen insan uyarlama özelliği sayesinde varlığını koruyabilmiştir. Ancak bu, insan açısından tehlikenin geçtiği anlamına gelmemektedir. İnsan üzerindeki çevre baskısı üç farklı biçimde oluşmaktadır. Bunlar, fiziksel çevre, yaşamsal çevre ve mekansal çevre olarak tanımlanır. Çevresel etkenlere kendini uyarlayabilen toplumlar kararlı, sürekli ve güvenli yaşam biçimi oluşturur.


Toplum Çeşitleri


Belirli bir kültürün öğelerinin birbirleriyle bütünleşmesi, o kültürün ayakta kalmasında, istikrarında ve sürekliliğinde belirleyici rol almaktadır. Bütünlük varsayımı küçük ölçekli topluluklar için geçerli bir varsayımdır.


Küçük Ölçekli Topluluklar: Köy, aşiret, kabile ve cemaat gibi küçüklüğüyle dikkat çeken; büyük ölçüde kapalı bir ekonomi içinde yaşayan, diğer topluluklarla toplumsal, kültürel ve iktisadi ilişkisi olmayan ya da çok sınırlı olan topluluklardır.

Büyük Ölçekli Topluluklar:
Toplumu bütünlüğü içinde görmek zorlaşır. Büyük ölçekli topluluklar; karmaşık, iktisadi ilişkilerin hakim olduğu, nüfusu görece kalabalık olan, işgal ve istismar ettiği çevre bakımından geniş bir alana yayılan, yatay ve dikey toplumsal hareketliliği olan, toplumsal kademeleşmeye sahip başka toplumlarla da ilişki kuran toplumlardır.

Antropoloji, kişinin ve toplumun, kendi toplumunu ve onun değerini merkeze alarak ve yücelterek dünyayı ve başka insan toplumlarını anlamlandırması, onlara değer biçmesi anlamını taşıyan her türlü etnik merkezci tutumu peşinen reddeder. Başkalarının inanç ve davranışlarını, onların gelenek ve değerlerini içinde değerlendirerek yorumlar.


Antropoloji, tek bir toplumu ya da kültürü ele almakla yetinmez, genel bir kültür kavramına yönelir. Belirli duygular bakımından farklı toplum ve kültürleri karşılaştırarak bilimsel bir yöntemi esas alır.


Bu temelde antropoloji kendine şu soruları sorar; insanlar, toplumlar ve kültürler neden farklıdır, nasıl farklılaşır? Nasıl benzeşirler?


Antropolojinin Dört Temel Alanı


İnsanın biyolojik varlığının dışında yarattığı toplumsal kültürel alanı, bütün çeşitliliği ve benzerlikleri içinde kavramaya ve anlamaya yönelmiş olan antropoloji dalı sosyal-kültürel antropoloji olarak tanımlanır. Toplumsallaşma, kültür, cinsiyet rolleri türün devamı, geçim etkinlikleri, aile-akrabalık, hukuksal-siyasal mekanizmalar, gelenek, görenek, alışkanlıklar, inanç sistemleri vb. bu kapsamda ele alınıp incelemeye tabi tutulur. Etnografya çalışmaları bu inceleme alanının temel malzemesi konumundadır.


Biyolojik Antropoloji; insanın biyolojik çeşitliliğini, canlılar dünyası içindeki yerini ve evrimini, eski insan topluluklarının karşılaştıkları sağlık sorunları ve onların demografik özelliklerini inceleyen geniş bir alandır. Biyolojik antropolojinin belirli alt dalları bulunmaktadır. Bunlar, primo ve popülasyon genetiğinden oluşmaktadır.


Antropoloji, eski insan topluluklarının bıraktıkları ve bugüne kadar ulaşan, genellikle toprak altından çıkartılan maddi kültür varlıklarının saptanmasını, bunların incelenmesiyle geçmiş kültürlere, yaşam ve geçim biçimlerine ilişkin bilgilerin elde edilmesini amaçlar.


Arkeoloji yaklaşımı iki ana çizgi izler; birincisi, maddi buluntular açısından hiçbir ayrım yapmadan insan toplumlarının ve kültürlerinin o maddi kalıntılar üzerinden özgün zamanlardaki hallerini ve değişimini izlemeyi öngörürken, ikincisi, çok eski toplumların yarattıkları yüksek kültür ürünlerine odaklanarak bir tür sanat tarihi gibi çalışır. Ancak bu tutum antropolojinin evrensellik, bütünlük ve kültürel görecelik ilkeleriyle çelişir.


Canlılar dünyasında sadece insana özgü bir yetenek olan konuşma dili, kültür içinde merkezi bir role sahiptir. Bu nedenle kültürlere yaklaşmanın en kestirme ve zorunlu yolu dil incelemeleri olmaktadır. Çünkü dil aynı zamanda bir kültürün dünya görüşünü yansıtır.


Antropolojinin Diğer Bilimler İçindeki Yeri


Sosyal bilimler, esas olarak 19. yüzyılın başından itibaren felsefenin içinden çıkarak bağımsızlaşan disiplinler ve uzmanlık alanlarıdır. Klasik sosyal bilimler modernleşmiş Batı toplumunu incelerken, antropoloji, Batı karşıtının ya da Batı dışında kalanın, yani modern olmayanın, o zamanların deyimiyle ilkelin incelenmesine yönelmiştir. İtalyan filozof Vico; “Medeni toplum dünyasının tamamen insan eliyle yaratılmış olduğunu ve insanın kendi yarattığı bu dünyayı bilmek ve tanımak isteyeceğini” söylerken Alman filozof Herder; “İnsanın türsel ortaklığa karşın, onun yarattığı kültürlerin kendine özgünlüğünü vurgulayarak, kültürlerin farklı insanlar yarattığını” belirterek konu ile ilgili fikirlerini temelleştirmiştir.


Antropoloji tarihsel konumlanışına bağlı olarak bir yanıyla sosyolojiye, bir yanıyla biyolojiye ve bir yanıyla da tarihe dayanan bütüncül yaklaşımı gereği, sosyal bilimlerin tamamıyla alışveriş içinde bulunan, sosyal bilimlerle biyoloji arasında köprü kuran bir bilim olarak tanımlanabilir.


Antropolojinin Tarihine Bir Bakış


Antropolojinin doğuşu insan çeşitliliğine, farklı yaşam ve geçim biçimlerine dönük merakların ve bu çeşitliliği sergileyen yazının ortaya çıkmasıyla başlar. Heredotos, Akdeniz ve Karadeniz dünyasındaki kültürel çeşitliliği kendi tarihinde anlattığı için antropolojinin babası sayılmıştır.


Ancak bilimsel antropoloji 19. yüzyılda modern sosyal bilimler şekillenirken Batı dışında kalan toplum ve kültürlerin inceleme alanı olarak ayrışarak ortaya çıkmıştır.


Kuzey Amerikalı ve Britanyalı ilk antropologlar Amerika’da kabile, Afrika ve Avusturalya’da küçük ölçekli sanayi öncesi toplulukları incelemişlerdir. İlk antropologlar küçük ölçekli toplumlar ve kültürleri inceledikleri için kurumsal sonuçlara ulaşan kapsayıcı araştırmalar yapmışlardır.


İlk antropoloji oryantalizmle birlikte sömürgeciliğin bilimi olarak damgalanmıştır. Çünkü Batı hükümetleri sömürge yönetimleri konusunda bu çalışmalardan yararlanmak için çok özel çabalar sarf etmişlerdir.


Amerikan antropolojisi, özellikle Fransız Boas’ın etkisiyle kültür kavramını esas alan bir antropoloji olarak gelişirken, İngiliz antropolojisi ise özellikle Radcliffe-Borw’ın her topluluğun karşılıklı etkileşim içinde bulunan farklı toplumsal kurumlardan oluşan toplumsal yapı kavramına dayanır.


Kıta Avrupası’nda ise farklı bir gelenek gelişmiştir. Ancak 16. yüzyıldan itibaren Avrupalıların, eski dünya dışına çıkarak öteki kıtaları fethe başlamaları, eski dünyanın bilinen halkları dışında pek çok halkın ve tanıdık olmayan pek çok kültürün varlığını gösterdi. Böylelikle, insanların kendi toplum ve kültürlerini merkeze koyarak dünyaya bu pencereden baktıkları etnikmerkezci bakış açısı kırıldı.

Hiç yorum yok: