Birkaç namuslu insan (aydın) dışında, en demokratım diyen, hatta Kürdler özgür olmalıdır cümlesini kurma marifeti gösteren Türk’ün bile Kürde dayattığı; “ölme eşeyim ölme yaz gelince çayır çimen bol olur” sözündeki mantıksız içeriktir. Bu bir hakarettir elbette ki. Türkün Kürde yaptığı ebedi hakaretin sözel ifadesidir.
Kürler hakarete maruz kaldıkları için ayaklandılar. Türkün imhası, inkârı, asimilasyonu, aşağılaması, küçümsemesi, bir hiçe sayması ve oyunbazlığıydı Kürdü ayaklandıran.
İmha bitti mi? Hayır. Türkün mantığında halen “en iyi Kürd” kendi ulusal değerlerinden vazgeçip Türklüğe yamanan Kürddür. Fiziki imhaların da sonu gelmiyor zaten.
İnkâr yok mudur? Var. Kürdün ‘var olduğunu’ kabul etmişler, Allah’ın izniyle. Ancak Kürdün dili okul, eğitim dışı, kimliği resmiyet dışı. ‘Kardeşiz, ortak kurduğumuz bu vatan topraklarındaki evinde dilini konuşabilirsin ama eğitimini Türkçe almak zorundasın!’ Stalin totalitarizminde, Hitler faşizminde görülmeyen bu dayatma, inkârın daniskasıdır.
Asimilasyon? Köküne, sapına kadar. AKP’nin eski ikinci adamı bile ‘var’ diyor. Bu halkın neredeyse yarısının dilini ağzından aldıkları yetmezmiş gibi, Türkün âli demokratları ‘Ne yazık ki, Kürdlere Türkçeyi öğretemedik’ diye yakınıyorlar. İki Kürdün bir Türkün yanında Kürdçe konuşmasına içten içe tepki gösteren her Türk, asimilasyoncu faşisttir. Bunların sayısı ne kadar mıdır? Türkiye’nin Türk nüfusunun yüzde doksan … u!
Aşağılama? Milyonlarca örneği var. Milyonlarca TC vatandaşının “önderim”, “idolüm” dediği bir kişiyi böyle görüntülediniz. Bravo size ama Kürdler bu kareyi unutamaz:
Küçümseme, sinsilik? Türkler şunu kanıksamış: ‘Biz olmazsak Kürd kardeşlerimiz acından kırılırlar’. En ‘demokrat’ geçinenleri Ahmet Altan’ından tutun, ne bileyim kimine kadar, sorun şu soruyu kendilerine. Size bir günde ‘Bizsiz yapamazsınız ki…’ başlığı altında iki kitap yazarlar. Küçümsüyorlar işte. Kendimizi küçümsetmişiz demek ki. 30 yıl Kurdistan kavgası vermiş bir kişinin Türk bayrağı altında severek ve sevilerek çektirdiği bu resim diyor ki…
Borcunuz olsun.
Hiç sayama? Dalga geçme? Oyunbazlık? Milyon örneği var….
Bunların hepsi var.
Namusunu, şerefini peynir ekmekle yememiş Kürd ne yapsın o zaman?
Aha, demokratik yollar ve yöntemler kullanılmalı? 3000 Kürd siyasetçisi “demokratik yollardan” götürülerek zindanlara tıkıldı işte. Onları zindanlarda çürütenler demokrasiden zırnık kadar nasibini almışsa, biz de ne bileyim ne olalım.
Ve savaş kapıyı dövdü!
Kendini kapıya dayatmış, belki de artık içeri girmiş yeni bir savaş, ölüm ve cehennem dalgasının girdabında her kez kendi cephesinden “neler olduğunu” anlamaya, anlamlandırmaya ve yorumlamaya çalıştığı bu günlerde ve saatlerde anlama ışık tutacak olan en temel hususlar, özellikle Türk aydınları, siyasetçileri ve sözde Kürd liberalliği yapan “beyazlarımız” tarafından ısrarla göz ardı ediliyor.
Onlar “ağlaşma, ax vax, vur, kır, kökünü kurut, yapma abi” edebiyatı yapmakla meşgul.
AKP neden sertleşti, Kürdün (Kürd’ün diyorum, “TC’nin Kürt vatandaşı”nın değil!) birinci düşmanı mertebesine yükselmeyi akıl almaz hızla başarmış Erdoğan niçin nefret ve tehdit püskürüyor, PKK ‘durup dururken’ ne için yeniden silaha sarıldı sorularının kılavuzluğunda hiçbir doğru yanıta ulaşmak mümkün değildir. “Erdoğan, Silvan ve Hakkari saldırısından öfkelendi”, “PKK dış güçlere taşeronluk yapıyor” vs. hikayelerini geçelim.
Aslında savaş bitmemişti. Mevzilere çekilme vardı.
Neden savaş yeniden şiddetlendi sorusuna yanıt ararken, savaşın tarafı olan PKK’nin nasıl ve hangi politikalar sonucu ortaya çıktığı; savaşın diğer tarafı Türkiye devletinin veya devlet nitelikli yeni hükümetin Kürdlere temel yaklaşımının hangi prensipler üzerinde kurulduğuna bakmak gerekir.
Zaten aranan yanıt hafıza tazelenmesinde saklıdır. “Yeni şeyler” söylemek hiç icap etmez. Çünkü kuruluş felsefelerinde ve tarafların birbirine yaklaşımında ufak tefek göstermelik rötuşlar dışında değişen bir şey yok. “Gerçekler iyice unutulmuş eskilerde yatar”.
Yaftalamaları, bilinçli bilinçsiz yakıştırmaları bir tarafa bırakırsak, PKK; öz itibarıyla Türk ve Türkiye zulmüne karşı doğmuş, büyümüş bir isyan hareketidir. Bu isyan hedeflediği sonuçlara ulaşamamıştır ama bastırılamamıştır da. İleri sürdüğü taleplerin toplumsal karşılığı olan, sürekli taze kan alan bir isyan hareketinin durup dururken, “yorgun düşerek” kendini tasfiye etmesini beklemek akıl kârı olmadığı için bu hareketi tasfiye etmek, TC devletinin boynunun borcudur. PKK’nin temel görevi ise devleti/hükümeti hizaya getirmek, olmazsa çözüme yaklaştırmaktır. ‘Yenmek’ demedik dikkat edilirse, ‘şiddetle nihai sonuca ulaşmak’ da demedik. Bu savaşımda sabırlı, dirençli ve kendi eylem tarzını yenilemeyi başaran daha başarılı olacaktır. Dikkat edilirse, gene “yenecektir” demedik. Bu savaşım, uzun soluklu bir savaşımdır.
Neden mi savaş yeniden şiddetlendi? Çünkü Kürdistan’ı işgal altında tutan, Kürd çocukların ana dillerinde eğitimini yasaklayan, “neden bu Kürdlerin tamamına Türkçeyi öğretemedik”, yani tamamını imha, inkar ve asimilasyon yoluyla yok edemedik diye yakınan faşist bir zihniyet, bu zihniyetin ürünü “kocaman” bir devlet ve karşısında bu siyasete tepki olarak ortaya çıkmış bir siyasi askeri hareket var. Kimse kendisini dağa taşa vurmasın; sorulan sorunun yanıtı geri zekalıların, akli evvellerin, düşman sofrasından beslenenlerin, kendinden vazgeçip düşmandan medet umanların ve hatta zeki devşirmelerin bile anlayacakları dile kadar basitleştirilerek sunulmuştur.
Şunu anlamak zor olmasa gerek…
Arkasında askeri güç bulunduran siyasi hareketler, rakiplerinin tasfiye hamlelerine karşı anında aktifleşir ve tasfiyeyi zorlaştırmak için karşı hamlelere hız verirler. İşin doğası budur.
Bu yüzden TC’nin tüm yetkilerini elinde toparlamış, devlet nitelikli Erdoğan hükümeti, bu devletsel niteliğinden ve tasfiye politikaları nedeniyle PKK hareketinin ilkin hedefidir. Bunda garipsenecek bir şey yoktur, olmamalıdır.
Nasıl ki, PKK hareketi TC devletinin Kürdistan halkına yaptığı zulümler sonucunda doğmuşsa, yeni savaş da devlet nitelikli TC savaş hükümetinin Kürdlere ve özellikle bu halkın onuruna düşkün kesimlerine dayatılan tasfiye ve pamukla baş kesme siyasetine karşı bir direniş örneğidir.
PKK savaşacak güce sahiptir ancak savaşı durduracak güce - belki de niteliliğe demek gerekir - sahip değildir. Savaş, siyasetin şiddet araçları ile devamıdır. Savaşlar bunun için yapılır. Siyasetin tıkandığı ve tıkatıldığı andan itibaren silahlı gücü elinde bulunduran siyasi hareketin tasfiye süreci başlar. Milyonlarca kitle tabanı olan bir siyasi güç, gönüllü tasfiyeye razı olmayacağı için tıkanan siyaset kapılarını şiddet yöntemi ile zorlamaya çalışacaktır.
Ne var ki, devlet nitelikli hükümet, savaşı durduracak gücü ve Kurdistan sorununu kansız çözüme yakınlaştıracak araçları fazlasıyla elinde bulundurmaktadır. Eksik olan hükümetin istemi ve iyi niyetidir.
Ne üdüğü belirsiz “Açılım”ını durduran AKP hükümeti, özellikle son yarım yıllık süreçte “silahlar bırakılsın, sonra çözümü konuşalım” biçiminde kendine göre kurnaz bir mantıkla hareket ederek arabayı öküzün önüne bağlamış, milyonların canını yakan sorunu çözmek yerine sorunun ürünü ve dolayısıyla muhatabı olan siyasi hareketi tasfiye yolunu seçmiştir. Doğru da yapmıştır, görevi bu zaten. Bu yönde yürüttüğü çeşitli manevralar arasında özellikle Öcalan’la yapılan diyaloglar ilgi çekiciydi. Kiriz yönetmede yetersiz kalarak bu fırsatı eline yüzüne bulaştırdı. Kısacası, Öcalan’ın esaret koşullarındaki dezavantajlı konumunu kullanarak Kürd siyasi hareketinin öncü gücünü tasfiye etme planları ters tepmiştir. Erdoğan’ın son dönemlerde çok daha hırçınlaşması bundandır.
Bir anlık AKP’nin Kürd siyasi hareketini ortadan kaldırma görevini unutarak şöyle bir fantezi yapalım; savaşı durdurabilecek yegâne gücü ve araçları elinde bulunduran Erdoğan hükümeti 12 Haziran seçimlerinden hemen sonra diline, ağzına dolaştırdığı “çözüm” yolunda olumlu bir adım atamaz mıydı? Öcalan’ı PKK’ye, PKK’yi Öcalan’a karşı dikmek biçiminde sinsi bir taktik izlemek yerine Kürdleri manen rahatlatacak bir kelime sarf edemez miydi? Mesela, ‘biz hükümet olarak ana dilde eğitime karşı değiliz, bunun yol ve yöntemlerini tartışmaya açığız’ cümlesi kurulmuş olsaydı, kimse kendini savaş cehenneminin kıyısında hissetmeyecek, ne Silvan’da, ne Hakkari’de askerler ölmeyecek, ne Kürd gerillaları şehit düşmeyecek, ne de Erdoğan’ın sıkça dillendirdiği gibi “anneler ağlamayacaktı”.
Erdoğan, görevi icabı “devletin bekası”nı “annelerin ağlamasına” tercih etti. Böyle olması gerekiyordu. Erdoğan, gerçek bir Türk siyasetçisi ve devlet adamı gibi davranmıştır.
Ancak tarihsel ve evrensel gerçek şunu hükmediyor:
Ya ırk devletinin “beka”sı, ya da “anneler ağlamasın”! İkisi bir arada olmaz. Bu işin ortası yoktur. Türk “beka”cıları bunu anlamadıkça, ne yazık ki, günahsız, hiç “seviyorum” dememiş, hiç evlenmemiş, yeni evlenmiş, bir çocuklu, iki çocuklu… çok gencin kanı oluk oluk akacaktır.
Türkler kanımızı dökerek kazanamayacaklar. Biz de onları ne yazık ki, ülkemizden kolay kolay silip süpüremeyeceğiz.
Türklerin yağmurdan sonra mantar gibi artan sosyalist, sağcı, solcu, faşist vs. kökenli “liberal demokrat”ları, “bu savaşın kazananı olmaz” tespitini Kürdün özerklik, federasyon ve bağımsızlık hakkını oldubittiyle kapatmak hevesiyle yapıyorlar.
Böyle “kardeşlik”, demokratlık olur mu?
“Kardeş”, “amcaoğlu” veya “demokrat”san eğer; özerklik istemime de, federasyon talebime de, bağımsızlık düşüme de “evet” diyeceksin.
Demezsin eğer, “bu ülke”de savaş bitmez.
Tek çözüm yolu, ayrışmaktır. Lenin, aptal birisi değildi, yer yuvarlağının altıda birinde kocaman bir devlet kurmuştu. “İyice birleşmek için iyice ayrışmak gerekir” sözleri kendisine aittir. Avrupa Birliğinde yer alan ülkeler yüz yıllar boyunca savaştılar, ayrıştılar. Şimdi birleşme yollarını arıyorlar. Bizler ‘Kürd ve Türk kardeşler” olarak bu yolu kestirmeden kat edemeyiz. Önce mutlaka ayrışmamız gerekir.
Neyse, bu konuyu çok tartışacağız…
Bugüne dönelim.
Çok açık ki, savaşın şiddetlenmesini AKP, başta da Erdoğan istedi. Yeni Anayasa yapma sürecini başlatmadan önce kendine bir fatih donu biçmek istediğinden olsa gerek. TC’nin “yeni anayasası” tek bayraklı, tek milletli, tek devletli olacak ya…
Çok yazık. Gerillalar, askerler ölecek. “Kurdistan’da dağlar yanarken, Türkiye’nin büyük şehirlerinde sokaklar yanacak”. AKP kalemşoru A.Altan, yukarıdaki cümleyi sözde hümanist gözüküp Kürdlerin gözünü korkutmak için yazmıştı. Bizim hümanist filan görüntüsü verme derdimiz yok; bu cümleyi AKP’lilerin gözünü korkutmak için kendisine iade ediyoruz. Baksanıza, masum bir cümleyi bile farklı biçimlerde algılıyor ve yorumluyoruz… Yani önce ayrışmamız gerekir.
Kurdistan kendini özgür hissetmedikçe, hiçbir şeyimiz örtüşmeyecek. Yalakalık yapanlara bakmayın.
Kürde yüz, AKP’ye bir çuvaldız batırmakla “demokratlık” görevini yerine getirdiğine inananlar, kocaman sahtekarlar ordusunun üyeleridir. İmam ordusunun gücüyle hükümet olmuş AKP’nin “demokratik” faşizmini de ayakta tutan onlardır.
AKP kalemşorları 10 yıl geriye dönüleceği, kanın gövdeyi götüreceği, faili meçhullerin yaşanacağı ifadelerini sık sık kullanarak psikolojik savaşı tırmandıra dursun…
Bir de Türkiye’nin ‘ileri gittiğini” söylüyorlar.
Eğer 2011 yılının Ağustos’unda Kurdistan ülkesinin Farqin’inde 13, Şîrnex’inde 12 Türk askeri öldürülüyorsa, (kusuruma bakılmazsa “işgal ordusu” diyeceğim) Türk işgal ordusu Güney Kurdistan’ımızı uçaklarla bombalıyorsa, bu 1984 yılından bu yana tek bir adım ileri gidilmemiştir demektir.
Sil baştan…
AKP kalemşorları partilerine ‘PKK’nin kökünü kazı’ tavsiyelerinde bulunurken biz de bari “KÜRD GENÇLERİ BOTANA!” diyelim. ‘Ağabeyleriniz de peşinizden gelir’i ekleyelim.
Bu yaz ve son bahar çok sıcak geçecek. Allah kime verirse… Ve elbette ki, bu savaşın kazananı olmayacak. Tanrı böyle buyurmuş. Türk-Kürd ilişkisi böyle kurgulanmış.
Türk siyasetçisi, aydını, kafası az çok çalışanı “Kurdistan” kelimesini en yakınına söylediği “Seviyorum” kelimesi gibi yürekten, içtenlikle söylemeyene kadar Allah’ın buyruğu böyle olacaktır.
Bizim Türkiye’yi sevmemiz için Türk’ün Kurdistan’ı sevmesi gerekir. Başka yolu yoktur.
“Namus” sözü ile başlamıştık, öyle bitirelim.
Türk siyasetçileri, yazarçizerleri arasıda birkaç namuslu insan (bunlar içerisinde yandaş medyadan ve AKP’den tek bir insan yok) dışında “sorun”un çözümünü isteyen kimseyi bulamazsınız.
Neden mi?
Çünkü Türklerin ‘çözüm’den anladığı ile Kürdlerin ‘çözüm’den anladığı farklı şeylerdir. Kim kimi kendi “çözümüne” çekecek? Bunu zaman gösterecektir. Şimdilik savaşmaya mahkûmuz.
Hejarê Şamil
hejare_shamil@hotmail.com
Kürler hakarete maruz kaldıkları için ayaklandılar. Türkün imhası, inkârı, asimilasyonu, aşağılaması, küçümsemesi, bir hiçe sayması ve oyunbazlığıydı Kürdü ayaklandıran.
İmha bitti mi? Hayır. Türkün mantığında halen “en iyi Kürd” kendi ulusal değerlerinden vazgeçip Türklüğe yamanan Kürddür. Fiziki imhaların da sonu gelmiyor zaten.
İnkâr yok mudur? Var. Kürdün ‘var olduğunu’ kabul etmişler, Allah’ın izniyle. Ancak Kürdün dili okul, eğitim dışı, kimliği resmiyet dışı. ‘Kardeşiz, ortak kurduğumuz bu vatan topraklarındaki evinde dilini konuşabilirsin ama eğitimini Türkçe almak zorundasın!’ Stalin totalitarizminde, Hitler faşizminde görülmeyen bu dayatma, inkârın daniskasıdır.
Asimilasyon? Köküne, sapına kadar. AKP’nin eski ikinci adamı bile ‘var’ diyor. Bu halkın neredeyse yarısının dilini ağzından aldıkları yetmezmiş gibi, Türkün âli demokratları ‘Ne yazık ki, Kürdlere Türkçeyi öğretemedik’ diye yakınıyorlar. İki Kürdün bir Türkün yanında Kürdçe konuşmasına içten içe tepki gösteren her Türk, asimilasyoncu faşisttir. Bunların sayısı ne kadar mıdır? Türkiye’nin Türk nüfusunun yüzde doksan … u!
Aşağılama? Milyonlarca örneği var. Milyonlarca TC vatandaşının “önderim”, “idolüm” dediği bir kişiyi böyle görüntülediniz. Bravo size ama Kürdler bu kareyi unutamaz:
Küçümseme, sinsilik? Türkler şunu kanıksamış: ‘Biz olmazsak Kürd kardeşlerimiz acından kırılırlar’. En ‘demokrat’ geçinenleri Ahmet Altan’ından tutun, ne bileyim kimine kadar, sorun şu soruyu kendilerine. Size bir günde ‘Bizsiz yapamazsınız ki…’ başlığı altında iki kitap yazarlar. Küçümsüyorlar işte. Kendimizi küçümsetmişiz demek ki. 30 yıl Kurdistan kavgası vermiş bir kişinin Türk bayrağı altında severek ve sevilerek çektirdiği bu resim diyor ki…
Borcunuz olsun.
Hiç sayama? Dalga geçme? Oyunbazlık? Milyon örneği var….
Bunların hepsi var.
Namusunu, şerefini peynir ekmekle yememiş Kürd ne yapsın o zaman?
Aha, demokratik yollar ve yöntemler kullanılmalı? 3000 Kürd siyasetçisi “demokratik yollardan” götürülerek zindanlara tıkıldı işte. Onları zindanlarda çürütenler demokrasiden zırnık kadar nasibini almışsa, biz de ne bileyim ne olalım.
Ve savaş kapıyı dövdü!
Kendini kapıya dayatmış, belki de artık içeri girmiş yeni bir savaş, ölüm ve cehennem dalgasının girdabında her kez kendi cephesinden “neler olduğunu” anlamaya, anlamlandırmaya ve yorumlamaya çalıştığı bu günlerde ve saatlerde anlama ışık tutacak olan en temel hususlar, özellikle Türk aydınları, siyasetçileri ve sözde Kürd liberalliği yapan “beyazlarımız” tarafından ısrarla göz ardı ediliyor.
Onlar “ağlaşma, ax vax, vur, kır, kökünü kurut, yapma abi” edebiyatı yapmakla meşgul.
AKP neden sertleşti, Kürdün (Kürd’ün diyorum, “TC’nin Kürt vatandaşı”nın değil!) birinci düşmanı mertebesine yükselmeyi akıl almaz hızla başarmış Erdoğan niçin nefret ve tehdit püskürüyor, PKK ‘durup dururken’ ne için yeniden silaha sarıldı sorularının kılavuzluğunda hiçbir doğru yanıta ulaşmak mümkün değildir. “Erdoğan, Silvan ve Hakkari saldırısından öfkelendi”, “PKK dış güçlere taşeronluk yapıyor” vs. hikayelerini geçelim.
Aslında savaş bitmemişti. Mevzilere çekilme vardı.
Neden savaş yeniden şiddetlendi sorusuna yanıt ararken, savaşın tarafı olan PKK’nin nasıl ve hangi politikalar sonucu ortaya çıktığı; savaşın diğer tarafı Türkiye devletinin veya devlet nitelikli yeni hükümetin Kürdlere temel yaklaşımının hangi prensipler üzerinde kurulduğuna bakmak gerekir.
Zaten aranan yanıt hafıza tazelenmesinde saklıdır. “Yeni şeyler” söylemek hiç icap etmez. Çünkü kuruluş felsefelerinde ve tarafların birbirine yaklaşımında ufak tefek göstermelik rötuşlar dışında değişen bir şey yok. “Gerçekler iyice unutulmuş eskilerde yatar”.
Yaftalamaları, bilinçli bilinçsiz yakıştırmaları bir tarafa bırakırsak, PKK; öz itibarıyla Türk ve Türkiye zulmüne karşı doğmuş, büyümüş bir isyan hareketidir. Bu isyan hedeflediği sonuçlara ulaşamamıştır ama bastırılamamıştır da. İleri sürdüğü taleplerin toplumsal karşılığı olan, sürekli taze kan alan bir isyan hareketinin durup dururken, “yorgun düşerek” kendini tasfiye etmesini beklemek akıl kârı olmadığı için bu hareketi tasfiye etmek, TC devletinin boynunun borcudur. PKK’nin temel görevi ise devleti/hükümeti hizaya getirmek, olmazsa çözüme yaklaştırmaktır. ‘Yenmek’ demedik dikkat edilirse, ‘şiddetle nihai sonuca ulaşmak’ da demedik. Bu savaşımda sabırlı, dirençli ve kendi eylem tarzını yenilemeyi başaran daha başarılı olacaktır. Dikkat edilirse, gene “yenecektir” demedik. Bu savaşım, uzun soluklu bir savaşımdır.
Neden mi savaş yeniden şiddetlendi? Çünkü Kürdistan’ı işgal altında tutan, Kürd çocukların ana dillerinde eğitimini yasaklayan, “neden bu Kürdlerin tamamına Türkçeyi öğretemedik”, yani tamamını imha, inkar ve asimilasyon yoluyla yok edemedik diye yakınan faşist bir zihniyet, bu zihniyetin ürünü “kocaman” bir devlet ve karşısında bu siyasete tepki olarak ortaya çıkmış bir siyasi askeri hareket var. Kimse kendisini dağa taşa vurmasın; sorulan sorunun yanıtı geri zekalıların, akli evvellerin, düşman sofrasından beslenenlerin, kendinden vazgeçip düşmandan medet umanların ve hatta zeki devşirmelerin bile anlayacakları dile kadar basitleştirilerek sunulmuştur.
Şunu anlamak zor olmasa gerek…
Arkasında askeri güç bulunduran siyasi hareketler, rakiplerinin tasfiye hamlelerine karşı anında aktifleşir ve tasfiyeyi zorlaştırmak için karşı hamlelere hız verirler. İşin doğası budur.
Bu yüzden TC’nin tüm yetkilerini elinde toparlamış, devlet nitelikli Erdoğan hükümeti, bu devletsel niteliğinden ve tasfiye politikaları nedeniyle PKK hareketinin ilkin hedefidir. Bunda garipsenecek bir şey yoktur, olmamalıdır.
Nasıl ki, PKK hareketi TC devletinin Kürdistan halkına yaptığı zulümler sonucunda doğmuşsa, yeni savaş da devlet nitelikli TC savaş hükümetinin Kürdlere ve özellikle bu halkın onuruna düşkün kesimlerine dayatılan tasfiye ve pamukla baş kesme siyasetine karşı bir direniş örneğidir.
PKK savaşacak güce sahiptir ancak savaşı durduracak güce - belki de niteliliğe demek gerekir - sahip değildir. Savaş, siyasetin şiddet araçları ile devamıdır. Savaşlar bunun için yapılır. Siyasetin tıkandığı ve tıkatıldığı andan itibaren silahlı gücü elinde bulunduran siyasi hareketin tasfiye süreci başlar. Milyonlarca kitle tabanı olan bir siyasi güç, gönüllü tasfiyeye razı olmayacağı için tıkanan siyaset kapılarını şiddet yöntemi ile zorlamaya çalışacaktır.
Ne var ki, devlet nitelikli hükümet, savaşı durduracak gücü ve Kurdistan sorununu kansız çözüme yakınlaştıracak araçları fazlasıyla elinde bulundurmaktadır. Eksik olan hükümetin istemi ve iyi niyetidir.
Ne üdüğü belirsiz “Açılım”ını durduran AKP hükümeti, özellikle son yarım yıllık süreçte “silahlar bırakılsın, sonra çözümü konuşalım” biçiminde kendine göre kurnaz bir mantıkla hareket ederek arabayı öküzün önüne bağlamış, milyonların canını yakan sorunu çözmek yerine sorunun ürünü ve dolayısıyla muhatabı olan siyasi hareketi tasfiye yolunu seçmiştir. Doğru da yapmıştır, görevi bu zaten. Bu yönde yürüttüğü çeşitli manevralar arasında özellikle Öcalan’la yapılan diyaloglar ilgi çekiciydi. Kiriz yönetmede yetersiz kalarak bu fırsatı eline yüzüne bulaştırdı. Kısacası, Öcalan’ın esaret koşullarındaki dezavantajlı konumunu kullanarak Kürd siyasi hareketinin öncü gücünü tasfiye etme planları ters tepmiştir. Erdoğan’ın son dönemlerde çok daha hırçınlaşması bundandır.
Bir anlık AKP’nin Kürd siyasi hareketini ortadan kaldırma görevini unutarak şöyle bir fantezi yapalım; savaşı durdurabilecek yegâne gücü ve araçları elinde bulunduran Erdoğan hükümeti 12 Haziran seçimlerinden hemen sonra diline, ağzına dolaştırdığı “çözüm” yolunda olumlu bir adım atamaz mıydı? Öcalan’ı PKK’ye, PKK’yi Öcalan’a karşı dikmek biçiminde sinsi bir taktik izlemek yerine Kürdleri manen rahatlatacak bir kelime sarf edemez miydi? Mesela, ‘biz hükümet olarak ana dilde eğitime karşı değiliz, bunun yol ve yöntemlerini tartışmaya açığız’ cümlesi kurulmuş olsaydı, kimse kendini savaş cehenneminin kıyısında hissetmeyecek, ne Silvan’da, ne Hakkari’de askerler ölmeyecek, ne Kürd gerillaları şehit düşmeyecek, ne de Erdoğan’ın sıkça dillendirdiği gibi “anneler ağlamayacaktı”.
Erdoğan, görevi icabı “devletin bekası”nı “annelerin ağlamasına” tercih etti. Böyle olması gerekiyordu. Erdoğan, gerçek bir Türk siyasetçisi ve devlet adamı gibi davranmıştır.
Ancak tarihsel ve evrensel gerçek şunu hükmediyor:
Ya ırk devletinin “beka”sı, ya da “anneler ağlamasın”! İkisi bir arada olmaz. Bu işin ortası yoktur. Türk “beka”cıları bunu anlamadıkça, ne yazık ki, günahsız, hiç “seviyorum” dememiş, hiç evlenmemiş, yeni evlenmiş, bir çocuklu, iki çocuklu… çok gencin kanı oluk oluk akacaktır.
Türkler kanımızı dökerek kazanamayacaklar. Biz de onları ne yazık ki, ülkemizden kolay kolay silip süpüremeyeceğiz.
Türklerin yağmurdan sonra mantar gibi artan sosyalist, sağcı, solcu, faşist vs. kökenli “liberal demokrat”ları, “bu savaşın kazananı olmaz” tespitini Kürdün özerklik, federasyon ve bağımsızlık hakkını oldubittiyle kapatmak hevesiyle yapıyorlar.
Böyle “kardeşlik”, demokratlık olur mu?
“Kardeş”, “amcaoğlu” veya “demokrat”san eğer; özerklik istemime de, federasyon talebime de, bağımsızlık düşüme de “evet” diyeceksin.
Demezsin eğer, “bu ülke”de savaş bitmez.
Tek çözüm yolu, ayrışmaktır. Lenin, aptal birisi değildi, yer yuvarlağının altıda birinde kocaman bir devlet kurmuştu. “İyice birleşmek için iyice ayrışmak gerekir” sözleri kendisine aittir. Avrupa Birliğinde yer alan ülkeler yüz yıllar boyunca savaştılar, ayrıştılar. Şimdi birleşme yollarını arıyorlar. Bizler ‘Kürd ve Türk kardeşler” olarak bu yolu kestirmeden kat edemeyiz. Önce mutlaka ayrışmamız gerekir.
Neyse, bu konuyu çok tartışacağız…
Bugüne dönelim.
Çok açık ki, savaşın şiddetlenmesini AKP, başta da Erdoğan istedi. Yeni Anayasa yapma sürecini başlatmadan önce kendine bir fatih donu biçmek istediğinden olsa gerek. TC’nin “yeni anayasası” tek bayraklı, tek milletli, tek devletli olacak ya…
Çok yazık. Gerillalar, askerler ölecek. “Kurdistan’da dağlar yanarken, Türkiye’nin büyük şehirlerinde sokaklar yanacak”. AKP kalemşoru A.Altan, yukarıdaki cümleyi sözde hümanist gözüküp Kürdlerin gözünü korkutmak için yazmıştı. Bizim hümanist filan görüntüsü verme derdimiz yok; bu cümleyi AKP’lilerin gözünü korkutmak için kendisine iade ediyoruz. Baksanıza, masum bir cümleyi bile farklı biçimlerde algılıyor ve yorumluyoruz… Yani önce ayrışmamız gerekir.
Kurdistan kendini özgür hissetmedikçe, hiçbir şeyimiz örtüşmeyecek. Yalakalık yapanlara bakmayın.
Kürde yüz, AKP’ye bir çuvaldız batırmakla “demokratlık” görevini yerine getirdiğine inananlar, kocaman sahtekarlar ordusunun üyeleridir. İmam ordusunun gücüyle hükümet olmuş AKP’nin “demokratik” faşizmini de ayakta tutan onlardır.
AKP kalemşorları 10 yıl geriye dönüleceği, kanın gövdeyi götüreceği, faili meçhullerin yaşanacağı ifadelerini sık sık kullanarak psikolojik savaşı tırmandıra dursun…
Bir de Türkiye’nin ‘ileri gittiğini” söylüyorlar.
Eğer 2011 yılının Ağustos’unda Kurdistan ülkesinin Farqin’inde 13, Şîrnex’inde 12 Türk askeri öldürülüyorsa, (kusuruma bakılmazsa “işgal ordusu” diyeceğim) Türk işgal ordusu Güney Kurdistan’ımızı uçaklarla bombalıyorsa, bu 1984 yılından bu yana tek bir adım ileri gidilmemiştir demektir.
Sil baştan…
AKP kalemşorları partilerine ‘PKK’nin kökünü kazı’ tavsiyelerinde bulunurken biz de bari “KÜRD GENÇLERİ BOTANA!” diyelim. ‘Ağabeyleriniz de peşinizden gelir’i ekleyelim.
Bu yaz ve son bahar çok sıcak geçecek. Allah kime verirse… Ve elbette ki, bu savaşın kazananı olmayacak. Tanrı böyle buyurmuş. Türk-Kürd ilişkisi böyle kurgulanmış.
Türk siyasetçisi, aydını, kafası az çok çalışanı “Kurdistan” kelimesini en yakınına söylediği “Seviyorum” kelimesi gibi yürekten, içtenlikle söylemeyene kadar Allah’ın buyruğu böyle olacaktır.
Bizim Türkiye’yi sevmemiz için Türk’ün Kurdistan’ı sevmesi gerekir. Başka yolu yoktur.
“Namus” sözü ile başlamıştık, öyle bitirelim.
Türk siyasetçileri, yazarçizerleri arasıda birkaç namuslu insan (bunlar içerisinde yandaş medyadan ve AKP’den tek bir insan yok) dışında “sorun”un çözümünü isteyen kimseyi bulamazsınız.
Neden mi?
Çünkü Türklerin ‘çözüm’den anladığı ile Kürdlerin ‘çözüm’den anladığı farklı şeylerdir. Kim kimi kendi “çözümüne” çekecek? Bunu zaman gösterecektir. Şimdilik savaşmaya mahkûmuz.
Hejarê Şamil
hejare_shamil@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder