Fettullah Gülen'in Gazze'ye insani yardım götüren gemilere İsrail
ordusunun düzenlediği saldırı hakkındaki görüşleri, özellikle islamcı
çevrelerde büyük tartışma yaratmıştı. Gülen, Wall Street Journal'a
verdiği bu mülakatta, Mavi Marmara gemisinde İsrail askerlerine karşı
gösterilen direnişi "otoriteye karşı faydasız bir başkaldırı" olarak
tanımlamış ve İsrail'den izin alınması gerekliliğine vurgu yapmıştı.
Gülen'in islamcılar arasında infial yaratan görüşlerini, ABD ile
cemaat arasındaki yakın ilişkinin bir tezahürü olarak kabul edenlerin
yanı sıra, iktidardaki AKP-cemaat ilişkilerinde baskından çok daha
öncesine dayanan bir soğukluk olduğu da savunulan görüşler arasındaydı.
Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır da bugünkü yazısında Fettullah
Gülen hareketi ile Milli Görüşçüler arasındaki ilişkiyi, "merkez"
addedilen medyanın Gülen hareketine nasıl yaklaştığını, Gülen'in
objektifler karşısına ilk kez çıktığı 1994 yılından bugüne dek
irdeliyor.
İşte Ruşen Çakır'ın o yazısı:
Gülen üzerinden Erdoğan zayıflatılabilir mi?
Fethullah Gülen kamuoyunun karşısına ilk kez 1994 yılında,
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kuruluşu vesilesiyle İstanbul Dedeman
Oteli’nde çıkmıştı. Ardından söz konusu vakıf üzerinden toplumun farklı
kesimleriyle yoğun bir diyaloğa girişti. Onun ortaya çıkışıyla
Refah Partisi’nin yükselişe geçmesinin, örneğin 27 Mart 1994 yerel
seçimlerinde İstanbul ve Ankara büyükşehirleri başta olmak üzere birçok
belediye başkanlığını kazanmasının eşzamanlı olması herhalde tesadüf
değildi. Yine bir başka tesadüf olmayan nokta, Gülen ve kurmaylarının bu
dönemde RP’nin önde gelen isimleri ve bu partiye destek veren çevreler
yerine, merkez sağ ve sol partilerin lider ve temsilcileri ve RP’den
ürken kesimlerin elitleriyle görüşmeleriydi. O tarihlerde
Milliyet Gazetesi’nde çalışıyordum ve gerek Milliyet’te, gerekse diğer
büyük gazetelerde görev yapan çok sayıda üst düzey yönetici ve yazarın
Gülen cemaatini “RP’yi durdurabilecek bir ve belki de yegane güç” olarak
gördüklerine, Gülen’in değişik davetlerine icabet edip kendisini
cesaretlendirdiklerine bizzat tanık oldum.
Sonuçta Gülen hareketinin, RP’nin yani Milli Görüş
hareketinin “panzehiri” olarak algılandığı oranda önünün açılmış
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle RP
güçlendikçe Gülen hareketi de güçlendi. Fakat 28 Şubat süreci her iki
harekete de “geçici” olarak ciddi darbe indirdi. Unutmayalım, 28
Şubat’ın başlarında Gülen kendisini RP’den iyice ayrıştırmaya çalışmış,
bu partinin gücünün nasıl kırılabileceği yolundaki önerilerini
televizyon ekranlarından dile getirmiş, fakat TSK’yı ikna edememişti.
atv’de aleyhine yayınlanan kaset Gülen’in “geçici tasfiyesi” nin
başlangıcıydı ve işareti alan birçok kişi ve çevre Gülen hareketine
vermiş oldukları destekleri gürültülü bir şekilde geri çekmekten bir an
bile tereddüt etmediler.
Karşısındaki blokta gedik açtı
Yakın tarihimize bu hızlı bakışın ardından Gülen’in Wall Street
Journal’a vermiş olduğu mülakata dönebiliriz. Dün Gülen’in Mavi Marmara
katliamı hakkında konuşarak İsrail, ABD ve kendi cemaatine ayrı ayrı
mesajlar verdiğini yazmıştım. Ama Gülen’in sadece bu kesimlere
seslendiği söylenemez. Öncelikle kendisine mesafeli kesimleri de bu
vesileyle muhatap aldığını düşünebiliriz. Şöyle ki Gülen hareketinin
güçlenmesine paralel olarak, onu Türkiye’deki her kötülüğün başta gelen,
hatta belki de tek sebebi gösterme yaklaşımı da gelişti. Özellikle
Ergenekon süreciyle birlikte, “F Tipi” klişesiyle çok şey yazılıp
söylenmiş olmasının bir bakıma cemaatin lehine olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat belli bir aşamadan sonra düşmanlarının bu kadar çok artıyor
olmasının Gülen ve cemaatini rahatsız etmeye başlayacağı da açıktır.
Hele bunlardan bazılarının Gülen hareketi aleyhine propagandalarını
yurtdışına da taşıdıkları ve cemaatin “ılımlı” imajını yer yer
zedelemeye başladıkları düşünülürse Gülen’in bir şeyler yapması da
kaçınılmaz olacaktı.
Son günlerde “Fethullah Hoca’nın ilk kez bir çıkışını beğendim”
diyen çok sayıda kişiyle karşılaştım. Yani AKP hükümetini “baş sorun”
görenler, tıpkı RP dönemlerinde olduğu gibi Gülen üzerinden Erdoğan ve
arkadaşlarını zayıflatmayı düşünmeye ciddi ciddi başladılar. Bu
anlamda, amacı bu olmasa bile, Gülen’in bir-iki cümleyle karşısındaki
blokta gedik açabildiğine şahit olduk. Eğer bu tür çıkışlarını
sürdürürse, örneğin diyelim ki İran krizinde hükümetin tutumuna belli
ölçülerde gölge düşürürse çok ilginç gelişmelere tanık olabiliriz.
Kardeş değil kuzenler
Tam da bu noktada Gülen’in İsrail krizi üzerinden hükümete belli
mesajlar verip vermediğini tartışabiliriz. Son günlerde muhafazakâr
medyada, Gülen’in sözlerinin hükümeti zor durumda bıraktığını
kabullenmekle birlikte sorunun büyütülmemesi gerektiği konusunda çok
yazı çıktı. Bunların tümünün ana fikri “düşmanlarımızı
sevindirmeyelim”di. Gerçekten tek bir konu üzerinden AKP hükümeti ile
Gülen hareketi arasındaki ittifakın sona ermesini beklemek isabetsiz
olacaktır. Ama bir çatlağın oluştuğu da aşikârdır.
Zira AKP ile Gülen hareketi çok farklı geçmişlere ve yaklaşımlara
sahiptir. Örneğin AKP adımlarını küresel sistemi gözeterek atmakla
birlikte, kimi durumda ona “rağmen”, hatta bazen ona “karşı” hareket
ettiği de olmaktadır. Gülen cemaatininse güç odaklarına “rağmen”, hele
onlara “karşı” stratejiler geliştirdiği pek görülmez.
Kısacası bazılarının sandığı gibi AKP ile Gülen hareketi arasında
bir “kardeşlik” bağından söz edilemez, olsa olsa “kuzen” olduklarını
söyleyebiliriz. Hal böyle olunca bu iki odak arasında ittifaklar
kurulabilir ve herhangi birinin çıkarlarının tehdit altına girmesi
durumundaysa bu ittifaklar pekala bozulabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder