9 Şubat 2011 Çarşamba

Anadilde Okul, Medya ve Katılım

Yeni_Özgür_Politika‘’Yabancı bir ülkede anadili yaşatmanın temel yolu, anadilde okulların var olması, anadilde basın-yayın yapılmasıdır. Romanya’da Macar dilinde bu okul ve yayınlar vardı. Hatta Romanya’da Macar dilinde eğitim veren 3 ayrı üniversitemiz var. Umarım, sizler de yakında bu imkanları elde edersiniz.“
Macar filozof ve siyaset bilimci Gaspar Miklós Tamás, yıllarca Romanya’da Macar azınlığın bir üyesi olarak yaşadı. Bir azınlık olarak dışlanma, hor görülme ile karşılaştı. Ancak bir süre sonra Romanya’da üniversiteler açtılar, basın-yayın organları kurdular. Böylece Romanya’da iki dilli yaşam başlamış oldu. Tamás ile bu deneyimlerinden de yola çıkarak, Avrupa ülkelerinin azınlık politikasını, iki dilli yaşamı konuştuk. Varolan yasalara rağmen azınlıkların hala baskı ve sansür ile karşılaştığını belirten Tamás, „Çünkü Kürtler, Avrupa’da bir güçtürler. Tertiplenmiş, örgütlenmiş ve bilinçli, başı dik bir güçtürler. Bu da kimi siyaseti ve medyayı korkutur“ dedi. Tamás, yabancı bir ülkede anadilin korunması için, anadilde okulların ve basın-yayın organlarının olması gerektiğini belirtti.

Avrupa’nın azınlık politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa’nın sosyal ve siyasal alanda bir güven yapılanması var. Yani temel yasalarında Avrupa, kendilerine sığınan ve bu ülkelerde yaşayan azınlıkları korumak ile görevlidir. Kimi azınlıklar kendi ülkelerinde sansür ve baskı yaşıyor. Bu azınlıklar, Avrupa’da sansür ve baskılara karşı koruma altına alınır; istedikleri gibi yaşamaya izin ve destek verilir. Ve toplumsal gelişim ancak böyle sağlanır. Hatta bu konuda kendisini son derece insancıl göstermeye çalışan bir Almanya’yı çok iyi biliriz.

Her yönden göçmenlere maddi-manevi imkan sağladığını savunan ve bunu her siyasi platformda dile getiren bir Almanya var. Entegrasyon, Almanya’da son yıllarda çok gündem oldu. Fakat Entegrasyon yani uyum kimi topluluklarda dize gelmek (erimek) demek oluyor. Tabii ki bu dize gelmeyi hiçbir halk istemez, arz etmez. Sizler de bunu zaman zaman yaşamışsınızdır; kimi yerde entegrasyon kimi yerde ise asimilasyon istenmektedir. Bazen ise entegrasyon ile asimilasyon arasında çok ince bir fark, çizgi vardır ve o çizgi zaman zaman fark edilmez bile. Bunun için entegrasyon yerine ‘Partizipation’ yani katılım demek daha doğru olur.

„Avrupa, azınlıkları, sansür ve baskılardan koruma ile görevlidir“ dediniz. Bu çok ilginç bir tespit. Avrupa’da bir azınlık basın organı olan Yeni Özgür Politika gazetemize yönelik bir sansür girişimi var. Bu bağlamda Avrupa’da basın özgürlüğü ve sansürünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Almanya’da tanınmış aylık sol basın bültenlerine abone olduğum için bu konuyu okumuştum. Avrupa’da hiçbir azınlığa karşı basın sansürünün uygulanması doğru bir yaklaşım değil. Bu, temelinde etik değildir. Gazeteniz gibi azınlık basın organlarına karşı çıkmak yerine, aslında onları desteklememiz gerekir.

Ayrıca Türkiye ve Irak’ta siz Kürtlerin kovuşturulmaları bir gerçek. Ve eğer bu bir gerçek ise, bazı ülkelerde kovuşturulan azınlıklar var ise, böylesi bir basın organı demokratik cemiyet tarafından desteklenmeli. Hatta daha ileriye doğru bir adım atılmalı. Kendi ülkelerinde ifade ve basın ihlallerine maruz kalan azınlıklara, Avrupa Birliği tarafından maddi destek verilmesi gerekir.

Basına sansür ile neyi amaçlamak istiyorlar? Eğer Fransızlar, Almanlar, İngilizler kendi basınlarını buralarda yayabiliyorlar ise, bu ülkelerde yaşayan diğer azınlıklar bunu niye yapamasınlar ki? Kompensasyon dediğimiz olay burada önemli. Eğer birilerinin dezavantajları var ise, onlara avantaj sağlamamız gerekir. Böyle yapılmalı.

Memleketiniz Macaristan’da bu konuya yaklaşım nasıl? Azınlık hakları orada korunuyor mu?
Macaristan bir asimilasyon ülkesidir. Orada yaşayan etnik azınlıklar, kendi dillerini yaşayacak ve yaşatacak durumda değil. Fakat örneğin Macaristan Hükümeti, Romanya gibi ülkelerde Macar dilinde gazete ve yayınevlerini desteklemiştir. Yani Macaristan, başka ülkelerde Macar dilinde yayın yapılmasını desteklemiş ve teşvik etmiştir. Bu geçmişte böyleydi. Romanya gibi ülkelerde Macar dilinde güçlü bir yayın ağı vardı. Fakat şimdi aşırı milliyetçi bir Macaristan Hükümeti oluştu. Bu olumsuz oluşum ile birlikte Macaristan Hükümeti, Romanya’da Macar dilinde çıkan yayınları artık desteklemedi. Niye desteklemedi? Çünkü bu gazete ve dergiler sağcı yani milliyetçi değillerdi; demokrat ve sol yayınlardı. Ve gün geldi, bu demokratik gazete ve dergiler, maddi sıkıntılardan, Macaristan’ın Romanya’ya karşı uyguladığı diplomatik baskılardan dolayı tek tek kapatıldı.

Bana göre Avrupa’nın her bir ülkesinde azınlık hakları konusunda sorunlar var. Bu ülkeler, kendi basın ve yayın organlarına yüksek rakamlarda bağışlar yaparken, azınlıkların yayınları desteklenmiyor. Bu sorumsuzluktur, bu eşitsizliktir. Soruyorum size; bir toplumun kendi anadilinde yazılmış yayın organı, görsel yapılanması yok ise, o toplum nasıl hayatta kalabilir ki?

Siz de bu tür sorunlar yaşadınız mı?
Evet. Ben 30 yıl boyunca Romanya’da yaşadım. Romanya’da Macar azınlık grubunun bir mensubu olarak yaşadım. Bu eşitsizliğin temel amacı, o azınlığı asimile ederek yavaş yavaş yok etmektir. Bunu da kendisine ‘demokratım’ diyen bir ülke yapmamalıdır. Hiçbir ülkede, dünyanın hiçbir yerinde öncü bir kültür (Leitkultur) yoktur. Fakat kimi ülkeler böyle düşünürler. Böyle düşünen zihniyet faşist düşünmektedir. Öncü kültür zihniyeti tümden asimilasyon ister, azınlıkların kendi dillerini eritmek ister, kültürleri yok etmek ister, diz çöktürmek ister. Buna karşı sert tepki ve duruş sergilenmelidir. Her azınlığın, her topluluğun kendi anadilinde yaşamak, dilini ve kültürünü yaşatma hakkı vardır.

Kendimden örnek vereyim. Küçük yaştan itibaren Romanya’da azınlık okullarına gittim, anadilimde eğitim gördüm, ünivesiteyi kendi dilimde okudum ve bugüne geldim. Bakın bana, analfabet (okur-yazar olmayan) olmadım ve başarısız da olmadım. Yani bu tespitin en iyi örneği benim. Ailem beni iki dilde büyüttü. İki dilli büyüme -ki bu bilimsel bir tespittir- zekayı geliştiren bir olgudur. Ben de İngiliz bir kadın ile evlendim. Çocuklarımız iki dilde -İngilizce ve Macarca- büyüdü. Ben, Romanya’da yaşadığım sürece Macaristan Hükümeti, Romanya’da anadillerin yaşatılması için düzenli mücadele verdi, maddi ve manevi destek verdi. Anadil bir kültürün temelidir. Bundan dolayı anadilin mutlaka yaşanması ve yaşatılması gerekir.

Sizce yabancı bir ülkede, anadil nasıl yaşatılmalı?
Bunun temel yolu anadilde okulların var olması, anadilde basın-yayın yapılması, anadilde radyo-televizyon yayını yapılması... Size yine kendi deneyimimden örnek vereyim. Romanya’da Macar dilinde bu okul ve yayınlar vardı. Hatta Romanya’da Macar dilinde eğitim veren 3 ayrı üniversitemiz var. Macar dilinde sunum yapan 6 adet tiyatro var. Ki, günümüzde Romanya’da birbuçuk milyon Macar yaşıyor. Aslında birbuçuk milyon Macar için 6 tiyatro azdır. Bu imkanlar bizlere verildi. Bunlar çok önemli imkanlardır. Umarım, sizler de yakında bu imkanları elde edersiniz.

Kürtçe, Türkiye’de bile hala ‘bilinmeyen bir dil’ olarak adlandırılıyor, inkar ediliyor. Ancak BDP’li belediyeler iki dilli yaşama geçiyor. Tabelaları vb. iki dilli yapıyorlar. Bu girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu girişim sembolik açıdan çok önemli. Bakın, sizinle bir anımı paylaşayım.1978 yılında siyasi nedenlerden dolayı Romanya’dan Macaristan’a sınırdışı edilmiştim. 1980 ile 1990 yılları arasında Romaya’ya geri dönemedim. 1990 yılında ise, siyasi değişimden sonra tekrar Romanya’ya giriş yapmak istedim. Romanya ile Macaristan sınırında Horabiya (sınırkent) isimli kentin tren istasyonunda bir tabela gördüm. Tabelada kentin ismi Romanca ve Macarca yazılmıştı. İki dilde yazılı bu tabelayı görünce, sevinçten gözyaşlarım aktı. Böylece Romanya hükümeti ve halkı, varlığımızı, yani biz Macarları eşit vatandaş olarak kabul etmiştir.

Bu gelişim aynı zamanda şunu göstermiştir; devletin gücü sadece çoğunluğa ait değildir. İki dilli yaşama geçiş önemli bir adımdır. Sembolik bir ‘ben buradayım’ çağrısı yapılmalıdır. Bu azınlıkların onurları için de önemlidir. Sadece kabul edilme değil, resmi yani kamuoyu karşısında kabul edilmek önemlidir. Herkes bu kabulü görmeli, dinci sağcılar, faşistler bile görmeli.

Avrupa’da Kürtler başta olmak üzere birçok azınlık, sadece kötü haberlerde gündem olurlar. Kürtler de, medya aracılığı ile kriminalize ediliyor. Buna ne demeli?
Bu sizler tarafından doğru bir tespit. Doğrusu ben de bunu izledim. Ama olayı şu şekilde, dikkatle algılamak gerekir; İstenilmeyen bir güç potansiyeli fark edildiği anda, o güç potansiyeli küçümsenmeye, yok sayılmaya, yanlız ve izole edilmeye çalışılır. Kürtlerin de durumları aynen böyle. Avrupa’da niçin Kürtler olumlu gelişmeleri ile haber olmuyor? Niçin sadece kötü haberler çıkınca herkes bunu okuyabiliyor? Çünkü Kürtler, Avrupa’da bir güçtürler. Tertiplenmiş, örgütlenmiş ve bilinçli, başı dik bir güç. Bu da kimi siyaseti ve medyayı korkutuyor.

Peki Kürtler bu olumsuz konumdan nasıl çıkabilirler? Medyada kirminalize edilmeyi engellemek için ne yapılmalı?
Bana göre daha güçlü olan ilk adımı atmalıdır. Güçlü ile kastım çoğunluktur. Yani önemli olan bilek gücü veya maddi güç değildir. Önemli olan sayı gücüdür. Yani bir ülkede çoğunluk kim ise, azınlıklara destek olmak ve çeşitli imkanlar sağlamak zorundadır. Tabii ki bunun yanında Kürtlerin de tutumları önemlidir. Kürtler de kendilerini izole etmesinler. Fakat izolasyondan çıkmanın temel ve ilk adımı, çoğunluğun bu desteğidir. Bu bir halkın kültürel teşviki için her ne kadar önemli ise, aynı zamanda can güvenliği için de önemlidir.

Bizler de Romanya sokaklarında ‘Macarlar dısarı!’ sloganlarını duyduğumuzda korktuk. Kimi zaman kendimizi ve haklılığımızı kanıtlamak için bürokratik alanlarda yarıştık, siyasi platformlarda konuştuk. Romanya’da okul tarih kitaplarında ‘Macarların şiddetli ülkelere karşı uyguladıkları işgallerini’ okuyunca moralmen burkulduk. Bu, bizim için sembolik bir aşağınlama oldu. Kimilerimiz bunun altında siyasi bir amaç hissettik. Buradaki amaç ise toplumun bütünlüğünü bölmek, hoşgörüsünü kırmak ve insanları birbirlerinden ayırmaktı. Bizleri incitmek istediklerini hissedebiliyorduk. Eğer bir insanı, halkı kırma amacı, incitme amacı hissedilirse, o halklar arasında dostluk da samimiyet de ister istemez azalır. Bu da bölünmeye yol açar. Bunu tarih kitapları üzerinden, kimi medya organları üzerinden, filmlerde belli sembolleri sunarak, yıllık geleneksel sokak ve halk şenliklerinde, hatta kimi şarkılar üzerinden uygulamaya çalıştılar. Fakat şansıma çevremde beni ve ben gibilerini sevenler çoktu. Yani dışlanmayı, aşağlanmayı ve ‘farklı’ göz ile bakılmayı kendi yaşamımda hisseden biriyim. Beni derinden üzen o yılları asla unutamam. Bunu sanırım her azınlık bir şekilde yaşamış ve halen kim bilir, belki de kimileri yaşamaktadır. Bu bana acı veriyor, beni üzüyor. Ondan dolayı hep şunu savunurum: Her ne kadar destek önemli ise, toplumsal aydınlatma da o kadar önemlidir.

Gaspar Miklós Tamás kimdir
Filozof ve siyaset bilimci Gaspar Miklós Tamas, 1948 yılında dünyaya geldi. 1972 yılında Babes-Bolyai Üniversitesi’nden mezun olan Tamás, Budapeşte Üniversitesi’nde (ELTE) öğretim görevini kabul ederek, Macaristan’a göç etti. Daha sonra siyasi fikirlerinden dolayı görevinden alınan Tamás, 1989 yılında Macar Parlamentosu’na liberal üye olarak seçildi. 1994 yılından profesyonel siyaset hayatına geçiş yaptı. Tamás, Macar Akademisi Felsefe Enstitüsü Başkanlığı’nın yanısıra Columbia, Oxford, Chicago, Georgetown, Yale ve diğer üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı. Paris, Viyana, Washington ve Berlin’de misafir araştırma görevlisi olarak çalıştı. 30 Mayıs 2009’da Macaristan Yeşil Sol Partisi’nin Başkanlığı’na seçilen ve geçtiğimiz günlerde Macaristanda Soros Vakfı tarafından „Yaşam Boyu Başarı Ödülü“nü alan Tamás; siyasi, felsefe ve sosyal teoriler üzerine kitaplar yayınladı. Tamás’ın eserleri, 12 ayrı dile çevrildi.

NİHAL BAYRAM

Hiç yorum yok: