Hizbullahların tahliye edilmesiyle birlikte özellikle AKP yandaşı basın bir taraftan Hizbullah’ın geçmiş cinayetlerini gerekçelendirmeye ve hafifletmeye çalışırken, diğer taraftan Hizbullah’ı cilalayama başlamışlar.
Sanki önceden bu örgüt yokmuş gibi birkaç yönetici kadrosu dışarı çıkınca Hizbullah’ın bölgede ne kadar güçlü olduğu propagandası yapılmaya başlanmıştır. Çok sınırlı bir çevrede etkisi olan bu grup birden bire neredeyse yüz binleri etkisine almış bir örgüt gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Tüm bunlar bırakılmalarının bir merkez tarafından kararlaştırıldığı ve Kürt Özgürlük Hareketine karşı kullanılmak istendiğini kanıtlamaktadır.
AKP yandaşı siyasal İslamcı basın, Hizbullah tahliyelerinden sonra suçüstü yakalanmıştır. Daha düne kadar Ergenekon’un şöyle üzerine gidiliyor diyenler, böylece Kürtlere sempatik gözükmeye çalışanlar 1990’lı yıllarda Ergenekon denen kirli savaşçıların kullandığı örgütün işlediği cinayetleri hafifletme gayreti içine girmişlerdir.
Birden bire devletin 1990’lı yıllarda Kürtlere karşı yürüttüğü kirli savaş ve kirli yöntemler unutulmuştur. Sanki Kürtlere karşı devletin desteği ve korumasında cinayetler işlenmemiş; PKK'nin tahrik ve baskısı nedeniyle bazı Müslümanlar silaha başvurmuş! Çarpıtma ancak bu kadar olur. AKP ve yandaşı basının her şeyi kendi işine nasıl geliyorsa öyle çarpıttığına en somut örnek bu konuya yaklaşımlarıdır.
PKK Hizbullahçılara saldırmış da bu nedenle bu cinayetler işlenmiş! Bu kuyruklu bir yalandır. Sadece cinayetleri meşrulaştırmak değil, Kürtlere karşı yürütülen kirli savaşın üstünü örtmektir. Ergenekon’u açığa çıkarıyoruz diyenlerin o dönemin kirli savaşını nasıl savunur hale geldikleri bu tahliyelerle ortaya çıkmıştır.
Derin devlet 1990’lı yıllarda gelişen serhıldanlardan ürküntüye kapılmıştır. Kürdistan'ı kaybettiklerini düşünmektedirler. Bu nedenle 1990’lı yıllarda kirli bir savaş yürütme kararı almışlar ve Hizbullah denen bu grubu Kürt halkının üzerine sürmüşlerdir. Kürt halkının Hizbul-Kontra olarak tanımladığı bu kişiler sadece serhıldana katılan yurtseverleri katletmişlerdir. Amaç halkın serhıldana katılmasını engellemektir. Bunun devlet tarafından amaçlandığı ve bu çevrelere işletildiği açıktır.
Şimdi bu yalın gerçeği başka türlü izah etmek ne anlama geliyor? Bu gerçeği açıkça ortaya koymayanlar kirli savaşın hangi boyutuna karşı çıkabilir? Çünkü 1990’lı yıllardaki kirli savaşın en çirkin boyutu Ergenekon denilen derin devletin Hizbullah’ı kullanma boyutudur.
Yine PKK Hizbullah çatışması olabilirmiş! Daha önce de böyle bir çatışma olmadı, şimdi de böyle bir çatışma olmaz. Dün devletin Kürt yurtseverlerine saldırması vardı; yarın da olsa olsa devletin Kürt yurtseverlerine saldırması olabilir. Hiç kimse gerçekleri saptıramaz. Sokaklardaki yurtseverlerin kafasına devlet korumasıyla kurşun sıkmanın “PKK ile bir çatışma” olmadığı açıktır.
Devletin Kürt halkının serhıldanlarını, ayağa kalkışını, Özgürlük Mücadelesini bastırmak için kullandığı kirli savaş yöntemlerini hiç kimse PKK ile çatışma olarak gösteremez. 1990’lı yıllarda Hizbul-Kontra Kürt halkının Özgürlük Mücadelesine arkadan saplanmış bir ihanet hançeridir. O yıllardaki olaylara bir tanım bulunacaksa böyle bir tanım bulunabilir. Hatta ihanet bile denilemez, bizzat düşmanın bir kirli savaş yöntemi olarak değerlendirmek daha doğru olabilir.
Şimdi buna alet olanlar geçmişte kullanıldıklarını anlayıp bundan vazgeçerlerse buna kimse “kötü bir şey yapıyorlar” diyemez. Ama bırakılmaları ve sonrasındaki yaklaşımları her türlü kullanıma açık olduklarını gösteriyor. Siyasal İslamcı basının olayı ele alışı bunun göstergesi olmaktadır.
Taraf gazetesinden Emre Uslu’nun değerlendirmeleri bu bırakılmaların amaçlı olduğunu gösteriyor. Bu adam ve benzerleri Hizbullah’ı Kürt halkına saldırtma gayreti içindedirler. Hizbullah’ı şişirmek için bir seferberlik ilan etmişlerdir. Anlaşılıyor ki bu ve bunun gibi yazarlığı bir örtü olarak kullananlar başka bir merkezin memurudurlar. Zaten Taraf gazetesinde yeşil Ergenekon’un birkaç üyesinin üstlendiği anlaşılmaktadır. Bunlar Taraf gazetesini yeşil Ergenekon’un psikolojik savaş aracı gibi kullanmaktadırlar.
Taraf gazetesinden Emre Uslu’nun değerlendirmeleri bu bırakılmaların amaçlı olduğunu gösteriyor. Bu adam ve benzerleri Hizbullah’ı Kürt halkına saldırtma gayreti içindedirler. Hizbullah’ı şişirmek için bir seferberlik ilan etmişlerdir. Anlaşılıyor ki bu ve bunun gibi yazarlığı bir örtü olarak kullananlar başka bir merkezin memurudurlar. Zaten Taraf gazetesinde yeşil Ergenekon’un birkaç üyesinin üstlendiği anlaşılmaktadır. Bunlar Taraf gazetesini yeşil Ergenekon’un psikolojik savaş aracı gibi kullanmaktadırlar.
Bir de yüksek sosyolojik değerlendirme yapıyorlar. PKK şehir hareketi değilmiş; Hizbullah şehir hareketi olarak daha avantajlıymış. PKK'nin 1980 öncesi ilk örgütlenmesini şehirlerde yaptığı ve güçlendiği biliniyor. Daha 1979 yılında Batman belediye başkanlığını kazanmıştır. PKK'nin ilk çıkışında kadro yetiştirmek ve örgütlemesini gerçekleştirmek için bilinçli olarak aydın gençliğin yoğun olduğu şehir merkezlerini esas aldığı bilinmektedir. PKK'nin tarih değerlendirmelerinde bu açıkça ortaya konulmaktadır. Bunu ilk örgütlenme stratejisi olarak uygulamışlardır. 1990’lı yıllardaki serhıldanlar da PKK'nin kitleselleşmesini sağladığı yıllardır. Bugün de mücadelesini şehirler, kasabalar metropollerdeki halka dayandırarak yapmaktadır. Zaten 1990’lı yıllarda kirli savaş stratejisinin gereği dağlık alanda tek bir köy bırakılmamıştır. Köyler sadece devletin askeri güçlerinin denetim kurabildiği ovalık alanlarda kalmıştır.
Bunları sadece Hizbullah’ı allayıp pullamak isteyenlerin nasıl amaç güttüklerini ortaya koymak için belirtme gereği duyduk.
Hizbullah’ın öyle söylenildiği gibi bir kitlesi yoktur. Aslında belirli bir kitlesi olan AKP bile devlet desteğiyle bu kitleye ulaşmaktadır. Fetullahçılar da bizzat devlet desteği ve korumasıyla Kürdistan’da faaliyet yürütmektedir.
Hizbullah’ın öyle söylenildiği gibi bir kitlesi yoktur. Aslında belirli bir kitlesi olan AKP bile devlet desteğiyle bu kitleye ulaşmaktadır. Fetullahçılar da bizzat devlet desteği ve korumasıyla Kürdistan’da faaliyet yürütmektedir.
Hizbullah da devlet desteğiyle varlığını sürdürüyor. 2000’li yıllarda PKK'nin tasfiye olduğu düşünülerek Hizbullah’ın üzerine gidilmiş ve cinayetleri deşifre edilmiştir. Ancak ne zamanki Kürt Halk Önderinin esaret altına alınmasının PKK'nin tasfiye edilmesi anlamına gelmediği anlaşılınca yeniden çalışmalarına göz yumulmuş ve devletin derinlikleri tarafından desteklenmiştir.
Hizbullahçılar yaptığı açıklamada, biz Kürt yurtseverlerine saldırmayı bırakınca devlet bize operasyon yaptı demiş. Asıl gerçek böyle değildir. PKK'nin tasfiye edildiği düşünülüp işleri bittiği sanılınca operasyonlar yapılmış ve liderleri vurulmuştur.
Hizbullahçılar yaptığı açıklamada, biz Kürt yurtseverlerine saldırmayı bırakınca devlet bize operasyon yaptı demiş. Asıl gerçek böyle değildir. PKK'nin tasfiye edildiği düşünülüp işleri bittiği sanılınca operasyonlar yapılmış ve liderleri vurulmuştur.
Kürt Özgürlük Hareketinin yeniden yükselişe geçtiği süreç aynı zamanda Hizbullah’ın gelişmesine tekrar göz yumulduğu süreçtir. Bırakılmalar ise Kürt Özgürlük Hareketi ile Türk devleti arasındaki hesaplaşmanın kritik bir noktaya geldiği süreçte olmuştur. Daha doğrusu Kürt Özgürlük Hareketinin çözümü dayattığı ve Türk devletinin sıkıştığı bir süreçte bırakılmışlardır.
Hizbullah’ın öyle söylenildiği gibi ne geniş bir kitle tabanı vardır ne de devlet destek vermediği ve göz yummadığı takdirde saldırma gibi bir niyeti ve planlaması olabilir.
Kürdistan'da kitlesi ve gücü var gibi şehir hikâyelerinin ortaya atılması devletin özel savaş merkezinin işidir. Kuşkusuz kısmi bir kitlesi vardır, ama Kürdistan'da en az kitlesi olan bir kesimdir. Zaten AKP'nin Kürdistan'da aldığı oylar bellidir. Kaldı ki AKP'ye oy verenlerin çoğunluğu da Hizbul-Kontra cinayetlerinden rahatsızdırlar. AKP demokrasi getiriyorum, Kürt sorununa el atıyorum diyerek bir kısım Kürtlerden oy almaktadır. Öte yandan Kürt halkının dini duygularını istismar etmesi de diğer bir oy alma nedenidir.
AKP'ye oy verenlerin bile çok az bir kesiminin Hizbullahçılar olduğu düşünülürse Kürdistan'da Hizbullah’ın öyle bir toplumsal gücü olmadığı anlaşılır. Bugün bile devlet gücü ve himayesi olmazsa varlığını hissetmek mümkün olmaz. Zaten Kürt Özgürlük Hareketinin tabanıyla kıyaslanması bile abesle iştigaldir. Kaldı ki Kürt halkı içinde o kadar teşhir olmuşlardır ki belirli bir sınırın ötesinde kitleye ulaşmaları mümkün değildir.
AKP, Fetullahçılar ve Hizbullah olayını devletin Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü mücadeleden ayrı düşünmemek gerekir. Kürt halkının özellikle son kırk yılda yürüttüğü mücadele sonucu devletin Kürtlere karşı klasik mücadele argümanları ve araçları çökmüştür. Gelinen aşamada devletin Kürt Özgürlük Hareketine karşı mücadelede dini kullanmak dışında başka bir imkânı kalmamıştır.
Türk devleti bu nedenle bugün Kürt Özgürlük Hareketine karşı çıplak silahlı gücü dışında siyasal İslamcıları kullanma politikasını devreye sokmuştur. 2007 yılında Dolmabahçe’de Yaşar Büyükanıt-Erdoğan görüşmesi, Kürtlere karşı yürütülen kirli savaş uzlaşmasıyla sonuçlanmıştır
AKP tek başına yetmediği için Fetullahçılar da Kürdistan'da bu savaşın başka bir boyutunu sürdürmektedir. Derin devletle AKP uzlaşması, bunun da yetmediğini görünce Hizbullahçıları serbest bırakmışlardır.
AKP tek başına yetmediği için Fetullahçılar da Kürdistan'da bu savaşın başka bir boyutunu sürdürmektedir. Derin devletle AKP uzlaşması, bunun da yetmediğini görünce Hizbullahçıları serbest bırakmışlardır.
Kürt Halk Önderinin “solu MHP ve 12 Eylül’le bitirdiler; Kürt Özgürlük Hareketini de siyasal İslam’la tasfiye etmek istiyorlar” değerlendirmesi bu nedenle mevcut gerçeği ifade etmektedir.
AKP yaptığı anketlerde Kürdistan'da oy kaybettiğini görmüştür. Kürt kitlesinden umudunu kesmiştir. Bu nedenle bir taraftan Hizbullah’la Kürt kitlesi üzerinde yeni bir oyun oynamak istemekte; diğer taraftan da milliyetçi söylemlerle milliyetçi tabanın oyunu alarak iktidarını ayakta tutmayı düşünmektedir.
Hizbullah’ın bırakılması, devletin, AKP ve Fetullahçılarla siyasal İslam’ı kullanma politikalarına farklı bir kesimi de katarak tamamlamak istemesi olarak görülmelidir.
Hizbullah’ın bırakılması gerçeği ve siyasal İslamcı basın tarafından şişirilmeleri bu konsept çerçevesinde değerlendirilmelidir. Mustafa Karasu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder