BERXWEDAN YARUK *
Türkiye devletinin Kürt’le imtihanı yeni değil. İsyanlar, katliamlar ve farklı çözüm arayışları da hakeza aynı oranda eski lakin biz bu meselenin 2002, yani AKP-Erdoğan muhattaplığı sürecine bakalım.
Tayyip Erdoğan muhabbete “Kürt sorununu düşünmezsen yoktur (2004 Rusya)” biçiminde fantastik bir başlangıç yapsa da bu cümleyi izleyen 11 senelik takvimde yer yer kendini tekzip eden çıkışlarla çıtayı ve sorunu yüksekte tutmaya devam etti. Yer yer sürüncemede bırakarak oyalama taktiği, zaman zaman ise kontrollü kısa süreli savaş hamlesiyle nihayete erdirmek istedikleri tasfiye planı ve başkanlık sistemi havada asılı kaldı.
Yetmezmiş gibi tek başına iktidar olma şansı da riske girdi.
Çetelerle temas, parti binalarına ve cenazelere saldırılar derken son olarak da HDP İstanbul mitingi yasaklandı. Tüm partilerin miting yaptığı ve Erdoğan’ın bizzat “Ne Taksim diye tutturuyorsunuz, buyurun Kazlıçeşme’de yapınız” dediği Kazlıçeşme mitingi ‘gösteri alanı değil‘ denerek yasaklandı. Şimdi ise ‘B planı, C planı’ dedikleri bir savaş konsepti hazırlığındalar.
Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Habur’dan barış grubu üyeleri Türkiye’ye giriş yapmış ve barış turuna başlamıştı. Atmosfer böyle iken yerel seçimlere sakin girildi ve AKP beklediği süreç ekmeğini yiyemediğini DTP’nin artırdığı belediye sayısıyla görüp KCK operasyonlarını başlatmıştı. Anayasa Mahkemesi de geciktirmeden DTP’ye kapatma kararı verip, AKP’ye sürece dönük ‘ara konsept’ sağlama vakti sağlamıştı.
Seçim bitmiş, AKP süreçten de KCK operasyonlarının ilk aşamasından da istediği neticeyi elde edememiş, Suriye meselesi sinyalini vermişti. Beşir Atalay’ın ‘çözüm paketi’ yayımladığı bu süreçte Kürt hareketi de İmralı’dan gelen çağrılara kulak vererek barışa yeniden şans verip ateşkes sürecini uzatmıştı. Ancak Erdoğan Kayseri meydanından “Bizim PKK ile bir arada oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar, bu alçakça iftirayı atanlar hesabını verecek. Biz hiçbir zaman terör örgütüyle masaya oturmadık” diyerek yanıtladı.
Erdal Şafak’ın gazete manşetinden propagandasını yaptığı ve hükümet yetkililerinin de bir seçenek olarak dillendirdiği Sri Lanka modeline Öcalan’ın yanıtı ağır olmuş, KCK cephesi ise savaşa hazırız mesajı vermişti. Oslo görüşmelerinin basına sızdığı, KCK operasyonlarının devam ettiği, PKK’nin Çukurca saldırısının gerçekleştiği 2011 senesi Roboski katliamıyla bitti.
2012 senesinin ilk yarısında Antep patlaması, Şemdinli alan kuşatması ve TSK’nın geniş operasyonları başlamışken KCK yürütme konseyi üyesi Zübeyir Aydar’ın çözüme dönük beyanatları sonrası Başbakan Erdoğan “Biz İmralı olsun Oslo olsun, çok açık net, bu adımları da attık. Görüşmelerle bir şey elde edeceksek, bununla bunu yapalım. Oslo’da olacaksa Oslo’yla bunu yapalım. Onun için de ben MİT Müsteşarı olarak Emre (Taner) Bey zamanında itibaren başlattık görüşmeleri. Sonra Hakan (Fidan) Bey geldi, Hakan Bey’le de aynı şekilde devam ettik dedi ve MİT’in İmralı’ya gidiş gelişleri basına yansımaya başladı.” (Eylül 2012)
PKK’nin elindeki esirleri serbest bıraktığı ve Öcalan’ın silahsızlanmaya dair mesajının Amed Newroz meydanında okunduğu süreçte, AKP ‘Akil insanlar heyeti‘ kurmuş, PKK ise grup grup ülkeden çekilmelere başlamıştı. AKP’nin oyalama
politikasını sürdürdüğü ve Türkiye metropollerinde muhaliflere dönük artırdığı baskı Gezi direnişine vesile olmuştu. Milyonların sokaklardan çekilmediği eylemler İstanbul’dan Amed’e değin yayılmış, polis saldırılarında gençler öldürülmeye başlamıştı. Ülke genelinde eylemlerin ve direnişin geliştiği Gezi süreci aylarca sürdü.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ve “Çözüm süreciyle yakından ilgileneceğim” (Ağustos 2014) demesinin ardından KCK davasında tutuklu yargılananların bir kısmı serbest bırakıldı. AKP’nin önce tutuklayıp sonra serbest bırakma halini bir adım olarak gösterme çabalarına İmralı’dan “Sabır taşı çatladı” çıkışıyla tepki geldi. AKP’nin Suriye ve Irak tezkeresi çıkarmasına, Kürt hareketinin tepki gösterip “Süreç böyle ilerlemez” demesi sonuç vermedi ve tezkere çıktı.
IŞİD’in Kobani’ye saldırılarının başladığı ve Türkiye’nin IŞİD’e destek görüntülerinin medyada paylaşılmaya başlaması ardından Kürt halkı sokaklara indi ve 6-8 Ekim olayları baş gösterdi. 50’ye yakın kişi yaşamını yitirdi. “Kobani düşerse süreç düşer” açıklamasına ise Bülent Arınç “Çözüm sürecine mecbur ve mahkum değiliz” diyerek yanıt verdi. Sürecin nereye evrileceğinin şekillendiği Rojava direnişi günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan “ Kobani düştü düşecek” dedi lakin düşmedi.
Rojava’da Kürt halkının mağlup olmayışı Türkiye’deki çözüm sürecinde Kürt hareketinin elini güçlendirerek Öcalan’ın hazırladığı 10 maddelik yol haritasının Dolmabahçe Sarayı’nda HDP’li heyetle Yalçın Akdoğan ve Efkan Ala tarafından canlı yayında açıklanmasına vesile oldu. Tam bu süreçte Erdoğan’dan yeniden KCK ve Öcalan arasında ayrılık yaratmaya dönük taktiksel açıklamalar gelmeye başladı: “İmralı ile Kandil arasında kopukluk var.” (28 Şubat)
-Çatışmasızlık süreci yaratır seçimlere istikrarla girerek kazanırız ve bu süreçte Suriye planımızı geliştiririz.
-PKK’yi sınır dışına Öcalan çağrısıyla çıkarırız. Süreç sekteye uğrarsa da savaş ülke toprağı dışında gelişir.
– PKK, Öcalan’ın çağrısını uygulamaz ve ülkeden çekilmez ise aralarında kopukluk-anlaşmazlık olduğu propagandası yaparak halkta ve örgütte kopukluğu yaratıp içten parçalarız.
-AKP, Kürt halkına elinden geleni yaptığını anlatıp gücünü-oyunu artırırken, PKK’ye olan destek ise azalır.
Aşağı yukarı hesaplar bu yönde idi ve kağıt üstünde-dört duvar ardında epey de iyi duran bir plandı. Startı verilmişti bu yüzden. Evdeki hesabın sokağa uymaması karşısında ise “Hâlâ bakıyorsunuz, varsa yoksa Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu? Artık böyle bir şey yok! Bir Kürt olarak sen bu ülkede Cumhurbaşkanı oldun mu, oldun… Başbakan çıkardın mı, çıkardın…Ne istiyorsun daha?” (16 Mart), “Bu metnin demokrasi adına neresini kabul edeceğim, o konuların demokrasi ile yakından uzaktan alakası yok. İmralı’ya İzleme Heyeti’nin gönderilmesini yanlış buluyorum. Bu, adanın meşruiyetini artırma adımıdır.” (20 Mart) çıkışları gelişti.
Plan değişikşiğine giden AKP, 3 Nisan’da ‘İç güvenlik paketi‘ni oyladı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ise onaylayarak, “Bunların çözüm süreci diye bir derdi yok. Bunların bu ülkede refah ve huzur diye bir derdi yok! Gerek polis gerek asker gerek jandarma tüm güvenlik güçlerinin, ülkenin dört yanında her an istim halinde olması lazım” mesajını verdi. (15 Nisan)
“Zaman zaman ‘taraflar’ diyorlar. Sen kim oluyorsun da taraf diyorsun? Çözüm sürecinde taraf yoktur devlet vardır. Bir tarafla devlet bir masaya oturmaz. Karşı karşıya oturulan bir masa olması, devletin çöktüğü anlamına gelir. Devlet silah bırakmaz; terörist silah taşırsa devlet de gereğini yapar” (28 Nisan) beyanı ise artık yeni konseptin başlangıcı oldu.
Seçimlerde elde edilmek istenen başarı ise hem yerel seçimlerde dibe vurdu hem de genel seçim evveli HDP’ye yönelen destekle başkanlık planına dair büyük risk oluşturdu. Öcalan ve PKK arasında kopukluk oluşması beklentisi boşa çıktı, aksine bu diyalog süreci bağı güçlü kıldı ki AKP İmralı’yı yeniden tecrite aldı.
Bir önceki yazımda “Ya HDP’ye barajı geçirtmezlerse” demiş, Kürt halkının mücadele yöntemlerini tarihsel arka planıyla aktarmıştım. Bu arka planı sürecin başından
bu yana irdeleyen AKP’nin HDP’ye barajı geçirtmemesi akabinde olası sokak hareketliliğine karşın topyekün bir saldırı hazırlığında olduğu ortada.
Böylesi bir çılgınlığın sonuçlarının ülke geneli için ne denli ağır olacağını önemsemeyen iktidar planı ise savaş zeminini büyük bir korkudan alıyor. Kazan-kazan planlarının ellerinde kalması neticesinde seçimde bir mağlubiyet de yaşarlarsa, imza attıkları her türlü hukuksuzluğun hesabını verme durumunda kalma kaygısı her türlü pervasızlığa vesile olacağa benziyor.
* Gazeteci
Kaynak: http://www.diken.com.tr/akpnin-korkulu-gunleri-surec-ve-devletin-b-plani/
Türkiye devletinin Kürt’le imtihanı yeni değil. İsyanlar, katliamlar ve farklı çözüm arayışları da hakeza aynı oranda eski lakin biz bu meselenin 2002, yani AKP-Erdoğan muhattaplığı sürecine bakalım.
Tayyip Erdoğan muhabbete “Kürt sorununu düşünmezsen yoktur (2004 Rusya)” biçiminde fantastik bir başlangıç yapsa da bu cümleyi izleyen 11 senelik takvimde yer yer kendini tekzip eden çıkışlarla çıtayı ve sorunu yüksekte tutmaya devam etti. Yer yer sürüncemede bırakarak oyalama taktiği, zaman zaman ise kontrollü kısa süreli savaş hamlesiyle nihayete erdirmek istedikleri tasfiye planı ve başkanlık sistemi havada asılı kaldı.
Yetmezmiş gibi tek başına iktidar olma şansı da riske girdi.
Çetelerle temas, parti binalarına ve cenazelere saldırılar derken son olarak da HDP İstanbul mitingi yasaklandı. Tüm partilerin miting yaptığı ve Erdoğan’ın bizzat “Ne Taksim diye tutturuyorsunuz, buyurun Kazlıçeşme’de yapınız” dediği Kazlıçeşme mitingi ‘gösteri alanı değil‘ denerek yasaklandı. Şimdi ise ‘B planı, C planı’ dedikleri bir savaş konsepti hazırlığındalar.
Süreç nasıl başladı?
‘Çözüm sürecinin’ başlangıcı olarak kabul edilen 2009 Oslo görüşmeleri akabinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Çok iyi şeyler olacak” açıklaması yapmış, peşi sıra ise ilk kez ‘Kürdistan‘ kelimesini kullanmıştı (24 Mart 2009). KCK’nin ateşkesi uzatmasıyla karşılık verdiği bu tablo sonrası Demokratik Toplum Partisi lideri Ahmet Türk, Erdoğan’la toplantıya dahil olmuş ve Beşir Atalay ise çalıştaya başladıklarını kamuoyuna duyurmuştu.Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla Habur’dan barış grubu üyeleri Türkiye’ye giriş yapmış ve barış turuna başlamıştı. Atmosfer böyle iken yerel seçimlere sakin girildi ve AKP beklediği süreç ekmeğini yiyemediğini DTP’nin artırdığı belediye sayısıyla görüp KCK operasyonlarını başlatmıştı. Anayasa Mahkemesi de geciktirmeden DTP’ye kapatma kararı verip, AKP’ye sürece dönük ‘ara konsept’ sağlama vakti sağlamıştı.
Seçim bitmiş, AKP süreçten de KCK operasyonlarının ilk aşamasından da istediği neticeyi elde edememiş, Suriye meselesi sinyalini vermişti. Beşir Atalay’ın ‘çözüm paketi’ yayımladığı bu süreçte Kürt hareketi de İmralı’dan gelen çağrılara kulak vererek barışa yeniden şans verip ateşkes sürecini uzatmıştı. Ancak Erdoğan Kayseri meydanından “Bizim PKK ile bir arada oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar, bu alçakça iftirayı atanlar hesabını verecek. Biz hiçbir zaman terör örgütüyle masaya oturmadık” diyerek yanıtladı.
Çukurca ve Roboski…
Erdal Şafak’ın gazete manşetinden propagandasını yaptığı ve hükümet yetkililerinin de bir seçenek olarak dillendirdiği Sri Lanka modeline Öcalan’ın yanıtı ağır olmuş, KCK cephesi ise savaşa hazırız mesajı vermişti. Oslo görüşmelerinin basına sızdığı, KCK operasyonlarının devam ettiği, PKK’nin Çukurca saldırısının gerçekleştiği 2011 senesi Roboski katliamıyla bitti.
2012 senesinin ilk yarısında Antep patlaması, Şemdinli alan kuşatması ve TSK’nın geniş operasyonları başlamışken KCK yürütme konseyi üyesi Zübeyir Aydar’ın çözüme dönük beyanatları sonrası Başbakan Erdoğan “Biz İmralı olsun Oslo olsun, çok açık net, bu adımları da attık. Görüşmelerle bir şey elde edeceksek, bununla bunu yapalım. Oslo’da olacaksa Oslo’yla bunu yapalım. Onun için de ben MİT Müsteşarı olarak Emre (Taner) Bey zamanında itibaren başlattık görüşmeleri. Sonra Hakan (Fidan) Bey geldi, Hakan Bey’le de aynı şekilde devam ettik dedi ve MİT’in İmralı’ya gidiş gelişleri basına yansımaya başladı.” (Eylül 2012)
Paris suikastleri, ‘çözüm süreci’, Amed Newrozu
2013’ün ilk ayında Paris’ten suikast haberi geldi. PKK’nin kurucularından Sakine Cansız’la birlikte iki genç kadın suikaste kurban gitmiş, suikastçinin MİT’le bağlantısı açığa çıkmıştı. MİT’in “İlgimiz yok” dediği suikast sonrası Başbakan Erdoğan sürece ‘çözüm süreci‘ demeye başlamış, Öcalan’la görüşmesi için yeni bir heyet oluşturulmuştu.PKK’nin elindeki esirleri serbest bıraktığı ve Öcalan’ın silahsızlanmaya dair mesajının Amed Newroz meydanında okunduğu süreçte, AKP ‘Akil insanlar heyeti‘ kurmuş, PKK ise grup grup ülkeden çekilmelere başlamıştı. AKP’nin oyalama
politikasını sürdürdüğü ve Türkiye metropollerinde muhaliflere dönük artırdığı baskı Gezi direnişine vesile olmuştu. Milyonların sokaklardan çekilmediği eylemler İstanbul’dan Amed’e değin yayılmış, polis saldırılarında gençler öldürülmeye başlamıştı. Ülke genelinde eylemlerin ve direnişin geliştiği Gezi süreci aylarca sürdü.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ve “Çözüm süreciyle yakından ilgileneceğim” (Ağustos 2014) demesinin ardından KCK davasında tutuklu yargılananların bir kısmı serbest bırakıldı. AKP’nin önce tutuklayıp sonra serbest bırakma halini bir adım olarak gösterme çabalarına İmralı’dan “Sabır taşı çatladı” çıkışıyla tepki geldi. AKP’nin Suriye ve Irak tezkeresi çıkarmasına, Kürt hareketinin tepki gösterip “Süreç böyle ilerlemez” demesi sonuç vermedi ve tezkere çıktı.
IŞİD’in Kobani’ye saldırılarının başladığı ve Türkiye’nin IŞİD’e destek görüntülerinin medyada paylaşılmaya başlaması ardından Kürt halkı sokaklara indi ve 6-8 Ekim olayları baş gösterdi. 50’ye yakın kişi yaşamını yitirdi. “Kobani düşerse süreç düşer” açıklamasına ise Bülent Arınç “Çözüm sürecine mecbur ve mahkum değiliz” diyerek yanıt verdi. Sürecin nereye evrileceğinin şekillendiği Rojava direnişi günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan “ Kobani düştü düşecek” dedi lakin düşmedi.
Rojava’da Kürt halkının mağlup olmayışı Türkiye’deki çözüm sürecinde Kürt hareketinin elini güçlendirerek Öcalan’ın hazırladığı 10 maddelik yol haritasının Dolmabahçe Sarayı’nda HDP’li heyetle Yalçın Akdoğan ve Efkan Ala tarafından canlı yayında açıklanmasına vesile oldu. Tam bu süreçte Erdoğan’dan yeniden KCK ve Öcalan arasında ayrılık yaratmaya dönük taktiksel açıklamalar gelmeye başladı: “İmralı ile Kandil arasında kopukluk var.” (28 Şubat)
AKP’nin ‘kazan-kazan’ siyaseseti
Sürecin başladığı ilk günden bu yana AKP hükümeti ve lideri kendince kazan-kazan siyaseti güdüyordu. Neydi bu kazan-kazan beklentileri peki?-Çatışmasızlık süreci yaratır seçimlere istikrarla girerek kazanırız ve bu süreçte Suriye planımızı geliştiririz.
-PKK’yi sınır dışına Öcalan çağrısıyla çıkarırız. Süreç sekteye uğrarsa da savaş ülke toprağı dışında gelişir.
– PKK, Öcalan’ın çağrısını uygulamaz ve ülkeden çekilmez ise aralarında kopukluk-anlaşmazlık olduğu propagandası yaparak halkta ve örgütte kopukluğu yaratıp içten parçalarız.
-AKP, Kürt halkına elinden geleni yaptığını anlatıp gücünü-oyunu artırırken, PKK’ye olan destek ise azalır.
Aşağı yukarı hesaplar bu yönde idi ve kağıt üstünde-dört duvar ardında epey de iyi duran bir plandı. Startı verilmişti bu yüzden. Evdeki hesabın sokağa uymaması karşısında ise “Hâlâ bakıyorsunuz, varsa yoksa Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu? Artık böyle bir şey yok! Bir Kürt olarak sen bu ülkede Cumhurbaşkanı oldun mu, oldun… Başbakan çıkardın mı, çıkardın…Ne istiyorsun daha?” (16 Mart), “Bu metnin demokrasi adına neresini kabul edeceğim, o konuların demokrasi ile yakından uzaktan alakası yok. İmralı’ya İzleme Heyeti’nin gönderilmesini yanlış buluyorum. Bu, adanın meşruiyetini artırma adımıdır.” (20 Mart) çıkışları gelişti.
Plan değişikşiğine giden AKP, 3 Nisan’da ‘İç güvenlik paketi‘ni oyladı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ise onaylayarak, “Bunların çözüm süreci diye bir derdi yok. Bunların bu ülkede refah ve huzur diye bir derdi yok! Gerek polis gerek asker gerek jandarma tüm güvenlik güçlerinin, ülkenin dört yanında her an istim halinde olması lazım” mesajını verdi. (15 Nisan)
“Zaman zaman ‘taraflar’ diyorlar. Sen kim oluyorsun da taraf diyorsun? Çözüm sürecinde taraf yoktur devlet vardır. Bir tarafla devlet bir masaya oturmaz. Karşı karşıya oturulan bir masa olması, devletin çöktüğü anlamına gelir. Devlet silah bırakmaz; terörist silah taşırsa devlet de gereğini yapar” (28 Nisan) beyanı ise artık yeni konseptin başlangıcı oldu.
AKP kaybediyordu
Neden mi konsepti değiştirdi? AKP’nin her biçimde kazançlı çıkacağını düşünerek başladığı süreç her açıdan elinde kaldı. Suriye’de yürütülen savaş politikası ve desteklenen cihatçı çeteler mağlup olarak mevcut işbirliği TIR’larla deşifre olarak ilerde olası bir yargılanmanın zemini oldu.Seçimlerde elde edilmek istenen başarı ise hem yerel seçimlerde dibe vurdu hem de genel seçim evveli HDP’ye yönelen destekle başkanlık planına dair büyük risk oluşturdu. Öcalan ve PKK arasında kopukluk oluşması beklentisi boşa çıktı, aksine bu diyalog süreci bağı güçlü kıldı ki AKP İmralı’yı yeniden tecrite aldı.
Devletin B planı
AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nın seçim süreci ve sonrasına dönük savaş planı içerisinde olduğu beyanatlar ve somut deliller ile aşikar. 9 Mayıs 2015’de Geçici Köy Koruculuğunun (GKK) lağvedilip kaldırılması tartışılırken Hükümet Şırnak’ta yeni korucu alımları yapmaya başladı. İki hafta geçmeden Cumhurbaşkanı “Devlet B planını C planını devreye koyar. Devletin böyle planları mevcut” (21 Mayıs) dedi.625 milyon liralık yığınak
Son dört ayda 625 milyon liralık savaş yığınağı yapıldı. ‘Çelik yığınağı’ olarak tanımlanan bu hazırlık binlerce polis ve askerin bölgeye gönderilmesi, İsrail’in Filistin’de kullandığı savaş araçlarının alımı, yüzlerce TOMA ve zırhlı araçların pilot kentlere gönderilmesi hazırlığını ve daha fazla detayı kapsıyor. 625 milyonun, Diyarbakır-Şırnak-Hakkari hattına dönüşü ise son iki ayda TOMA, zırhlı araç, polis, gaz bombası ve mermi aktarımında yğzde 180 artış ve hendekleri aşabilen zırhlı ‘kazıcı yükleyici tipi taşıt’ alımı olarak somutlaştı. Bu taşıtın görevi ise 6-8 Ekim olaylarında zırhlı araçların hendekler yüzünden giremediği sokaklara girebilmesinin önünün açılması.Bir önceki yazımda “Ya HDP’ye barajı geçirtmezlerse” demiş, Kürt halkının mücadele yöntemlerini tarihsel arka planıyla aktarmıştım. Bu arka planı sürecin başından
bu yana irdeleyen AKP’nin HDP’ye barajı geçirtmemesi akabinde olası sokak hareketliliğine karşın topyekün bir saldırı hazırlığında olduğu ortada.
Böylesi bir çılgınlığın sonuçlarının ülke geneli için ne denli ağır olacağını önemsemeyen iktidar planı ise savaş zeminini büyük bir korkudan alıyor. Kazan-kazan planlarının ellerinde kalması neticesinde seçimde bir mağlubiyet de yaşarlarsa, imza attıkları her türlü hukuksuzluğun hesabını verme durumunda kalma kaygısı her türlü pervasızlığa vesile olacağa benziyor.
* Gazeteci
Kaynak: http://www.diken.com.tr/akpnin-korkulu-gunleri-surec-ve-devletin-b-plani/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder