Aslında biraz uzunca bir demokratik birikim ve hazırlık yapılmış olsa bir demokratik devrime bile yol açabilecek saatlerde
yaşıyoruz.
Ama Demokratik bir
Devrim olmayacak, olamaz. Çünkü bu birikimi ve hazırlığı yok. Örgütsel
değil, fikri hazırlığı yok her şeyden önce. Michelet Fransız İhtilalı
Tarihini anlatırken,
devrimin aslında çok önceden nasıl kafalarda olgunlaşıp gerçekleştiğini
çok güzel anlatır.
Devrimler önce insanların kafasında olur, sonra gerçekleşirler. Türkiye’de insanlar henüz demokrat değil. Bu nedenle olmayacak.
Ama olaylar demokratik bir devrimin olabilirliğinin bir göstergesi ve belki bir habercisi.
*
Mısır’da Tahrir’de
olanları El Cezire’nin canlı yayınlarından izleyerek neredeyse dakikası
dakikasına yorumlar yapmış, sonradan neredeyse hepsinin doğruluğu ortaya
çıkan, öngörülerde
bulunmuştuk. ( http://demirden-kapilar.blogspot.com/2011/02/msr-tahrire-uzaktan-yorumlar-ve.html
)
O zaman olaylardan çok
uzakta çok dolaylı bilgilere dayanıyorduk ve yazdıklarımızın dil farkı
nedeniyle herhangi bir şekilde olaylar üzerinde etki yapması olasılığı
neredeyse
sıfırdı.
Şimdi ise durum birazcık farklı.
Birincisi İstanbul’da
yaşıyoruz. Dolayısıyla doğrudan görme, içine katılma, doğrudan
izlenimler edinme, nabzını daha doğrudan tutma şansımız var.
İkincisi ise dil bariyerleri, engelleri yok. Küçük de olsa yazılanların bir etkide bulunması olasılığı bulunuyor.
*
Yıllardır İşçi
hareketinin ve Yeni Sosyal Hareketlerin eğilimlerini, derslerini
incelemeye sistemleştirmeye, hafızaya kaydetmeye çalıştım. Şimdi yine
onları bir kontrol etmenin,
sağlamanın zamanı.
Bu nedenle olaylar
devam ederken, hem ağaçlardan ormanı kaybetmeyen, hem küçük
belirtilerden genel eğilimleri çıkarmaya çalışan analizler yapmaya
çalışalım.
Her halde gelişmelere en iyi katkıyı böyle yapabilirim diye düşünüyorum.
Şu an gitsem
Beyoğlu’na, ya da her yerde kendiliğinden ortaya çıkan toplanma
yerlerinden birine, belki egemen ruh hali hakkında daha fazla doğrudan
gözlemim olabilir; ama orada
artık “amca sen kenarda dur” diyen gençlerin yanında ayak bağı veya
sadece bir tek birey olmaktan öteye giden bir şey yapamam. Ama
bilgisayarın başında oturarak, bir şeyler yazarak, bazı şeyleri
paylaşarak, yayılmasına ve duyurulmasına katkıda bulunarak; kimi
küçük yorumlarla insanların aklına belki bir fikir düşürmeye çalışarak
daha fazla katkıda bulunabilirim gibi geliyor.
Tabii bunun da bir
optimum dengesini bulmak gerekiyor. Olayların da nabzını elden
bırakmamalı, nefesini de hissetmeyi boşlamamalı. Fazla da eve
tıkılmamalı.
*
Ancak dün gece ev bile biraz sokak gibiydi.
Oturduğum ev
Kadıköy’de, Tepe Nautilus denen bir AVM’ye (Alış Veriş Merkezi
demekmiş. Uzun yıllar uzak kalınca insan kısaltmaları anlayamıyor ve bir
süre sonra acaba bu nedir
diye düşünmeyi bırakıyor. Görüyor ama merak etmiyordum bu kısaltmayı.
Gezi Parkı vesilesiyle bu kısalmayı da öğrenmiş bulundum.) yakın.
Aslında Kadıköy’ün merkezine yakın ama yanı zamanda hem anayolların
ortasında, hem de biraz mahalle gibi bir yerde. Minibüslerin
egzoz sesinden ve gerekli gereksiz çaldıkları düdüklerden başka bir şey
duyulmaz normal olarak.
Kadıköy genellikle
şehir orta sınıflarının eğilimlerinin en açık biçimde yansıdığı ve
örgütlü olduğu yer. Güçlü bir CHP ve Ulusalcı etki her yerde duyuluyor.
Ankara’ya giden E5
karayolunun üstü, iç kısmı, yoksulların semtleridir AKP’ye oylarını
verirler. Tabii Kürtlerin olduğu yerlerden BDP’ ye de çıkar. Altı,
denize yakın tarafı
CHP’li.
Üsküdar ve Kadıköy
birer sembol olarak alınabilir. Üsküdar Müslüman’dır, Kadıköy Türk.
Üsküdar Türk’tür, Kadıköy kozmopolit. Üsküdar Kadıköy’dür Kadıköy
Beyoğlu.
Dün gece sanırım saat
iki civarı Beyoğlu’ndan eve geldim. Televizyonu ve İnternet’i açarak
haberlere bakıyordum. Kim neyi nasıl veriyor, bilip duymadığımız neler
olmuş öğrenmek
için.
(Gündüz berbattı bu
bizim cenahın alternatif geçinen televizyonları. Çünkü böyle zamanlarda
aslında Mısır ayaklanmasında El Cezire’nin gördüğü türden bir işlev bile
görebilecek
olan, IMC TV ve Hayat TV gibi televizyonlar, gün boyu, normal gereksiz
ve içeriksiz programlarını yapmaya devam ediyorlardı bürokratik bir
vurdumduymazlık içinde. Hâlbuki gündüz canlı yayınlar ve bağlantılar ile
hareketlenmeye hız ve güç verebilirler, herkes
için iyi bir bilgilenme ve haberleşme kaynağı olabilirlerdi. Diğer
Televizyonlar zaten hak getire. Bereket İnternet ve Sosyal Medya var.
Eksikliği bunlar doldurdu biraz olsun. Temel örgütlenme ve haberleşme
kaynağı internet ve sosyal medya.
İnternette en işlevsel
olan, Facebook’taki Ötekilerin Postası sayfası idi. İnsanlar cep
telefonlarından kısa mesajlarla bulundukları yer ve saatte ne gibi
gelişmeler olduğunu doğrudan bildiriyorlardı.
Aslında olaylar hakkında
en doğrudan (ve biraz akıllıca elenirse hatta güvenilir
bile denebilir) bilgi ve haberleşme kaynağı internet. Hükümet ara ara
sosyal medyayı da durduruyor. Dün gece çeyrek saat kadar Facebook’ta
haberleşme kesilmişti. Ve şu an itibarıyla bile IMC ve Hayat, bu
olayların gelişimine nasıl bir katkıda bulunuruz diyen
bir paradigma açısından bir yayın yapmıyorlar.)
IMC ve Hayat geç de
olsa biraz ayıkmışlardı. Türkiye’nin ve İstanbul’un farklı yerlerinden
insanların hala sokaklarda olduğuna dair haberler ve bağlantılar
yayınlanıyordu.
Kadıköy’de de bir
toplanma ve gösteriler olduğunu duymuştuk. İskele’nin oralarda
toplanılmış. Oradan burası yürüyerek çeyrek saat. Birden dışarıdan
sesler gelmeye başladı gece
sabah sabahın üçü ya da üç buçuğu. Beş yüz kadar kişilik bir kalabalık.
Arkasında bir de araba konvoyu, Koşuyolu tarafından gelip, Kadıköy’e
gidiyorlardı sloganlar atarak. Aralarında birkaç Türk bayrağı vardı,
ulusalcıların Simgesi. Ama sloganlar genellikle
antifaşist idiler. Tabii anti AKP sloganlar da vardı. Ama daha ilginci
evlerden gelen yankıydı. Göstericiler geçerken evlerin ışıkları yanıyor
ve destek için tencere çalanlar oluyordu. Birkaç kişi de Türk Bayrağı
astı. Sonra yavaş yavaş uzaklaştılar.
Türkiye’de ilk kez, bir
şehirde ve bir yerde değil, her yerde ve birçok şehirde insanlar
sokaklarda ve bütün bunlar sabaha karşı oluyor. Böyle bir şey olmadı
daha önce.
*
Gösterilere şehir orta
sınıfları damga vuruyor. Onların şehirli, modern ve demokratik
karakterli kültürü özellikle biçimlerde etkisini hissettiriyor. Ama
bunlar aynı zamanda
şimdi politik olarak oldukça tutucu ve hatta gerici özelliklere
sahipler. Bu onların demokratik özlemleri olmadığı anlamına gelmiyor. Bu
özlemler bir iki sorun üzerinde yoğunlaşınca ve demokratik hedeflerle
birleşmeyince demokratik bir karakterden yoksun oluyor.
Kürt hareketinde ise,
demokratik özlemler nispeten daha derin ve sistematik sayılabilir. Ama
orada da Şehirli, modern ve demokratik bir kültürün eksikliği
hissediliyor.
Bu durum bir doku
uyuşmazlığı yaratıyor. İki tünlü sentez olabilir. Şehir orta
sınıflarının gerici ve anti demokratik programı ve sloganları ile Kürt
hareketinin köylü, ataerkil
kültürünün ittifakı. Bu bir felaket olur. Ama eğer Şehir orta
sınıflarının veya Batı’nın demokratik ve Modern Kültürü ile Kürt
Hareketinin Demokratik program ve hedefleri birleşebilirse bir devrim
olabilir.
Bu olasılığın çıktığı
an, Ortada neredeyse Sırrı Süreyya ve Ertuğrul Kürkçü’den başka kimse
olmaması bir rastlantı mı? Değil. Ancak he Kürt hareketi bunu
değerlendirecek basireti
gösterebiliyor ne de şehir orta sınıfları. Ama bu köprübaşı çok önemli.
Buradan çıkabilir bir şeyler çıkacaksa.
*
Bu Erdoğan’ın
aptallığından Allah razı olsun. Daha önce yazmıştık Erdoğan’ın aslında
kendi sınıfının çıkarları açısından bile çok kötü ve başarısız bir
politikacı olduğunu,
olayların ona yardım ettiğini, şanslı olduğunu. Şimdi daha net
görülüyor.
Önce 1 Mayıs’ı
yasaklayarak ve İstanbul’un dört biryanında bağlantıları kapayıp her
yerde gaz bombası atarak, 1 Mayıs’ta sadece Taksim’i değil, bütün
mekânı, bütün İstanbul’un
yaşamını, bu yaşamın damarlarını politikleştirdi ve bugünkü
politikleşmenin yolunu açtı
Sonra insanların içkisini politikleştirdi.
Sonra köprünün adıyla Alevileri.
Sonra sermaye ve zenginlikten başka bir şey düşünmeyen sözü ve eylemiyle Müslümanların bir kısmını.
Kürtler zaten radikalleşmiş bekliyorlardı.
Ve en son, ben karar
verdim yaparım diyerek, en sıradan demokratik hakkını kullanan insanları
şiddetle sindirmeye çalışarak, vicdanları yaraladı.
Artık mazlum değildi, bir zalime dönüşmüştü.
Böylece farklı demokratik sorunlardan dolayı duyarlık gösterip de birleşemeyenleri birleştirdi ve öfkeyi biriktirdi.
Ama bunlar bile yetmeyebilirdi böyle bir mobilizasyona.
Birçok koşul daha üst üste geldi.
Sırrı Süreyya’nın
Dozer’in önüne atlaması ve durdurması hem zaman kazandırdı hem de
insanlara değişik bir politika ve politikacının örneğini sundu.
Sırrı Süreyya, hem Kürt
hareketinin demokratik eğilimlerinin hem de 60’lı ve 70’li yılların
demokratik hareketlerinin ve yükselişlerinin bir armağanıydı.
Bu yeni yükselişe hem öncü hem de katalizatörlük oldu.
Aslında Recep Tayyip,
kendisi akıllıca taktikler uygulasa, hatta hiçbir şey yapmasa, üzerine
ölü toprağı örtülmüş bu insanlar hiç yerinden kımıldamazlardı. Taksim’de
hiçbir
şey yapmaması yeterdi. Orada direnenler bir süre sonra yorulur. Yaz
tatili başlar eylemciler başka yerlere gider ve eylem tavsar istediğini
yapabilirdi AKP.
Keza bundan sonra bile,
çıkıp direnişçilerle görüşeceğiz, yerel halka soracağız vs. gibi bir
şeyler söyleseydi bile yatıştırabilir ve tecrit edebilirdi
direnişçileri.
Hatta Cuma sabahı
saldırmayıp Pazartesi’ye kadar bekleyip, taktik olarak biraz akıllıca
yöntemlerle saldırsa, mesela gaz atmadan o şiddet kullanmayanları karga
tulumba götürse
falan, hem muhtemelen hafta sonu orada oluşacak panayır havasının
fotoğraflarıyla dünyaya Türkiye’nin ne kadar demokratik bir ülke olduğu
propagandasını yapabilir karnesine bir puan daha attırabilir; hem de
pazartesi herkes işine gücüne gideceğinden böylesine
bir tepkinin örgütlenmesinin fizik koşulları da bulunmazdı.
Ama ne oldum delisi
olunca ve bir de zerrece demokratik bir gelenek ve özlem olmayınca böyle
olur bir de acele edince, işe böyle şeytan karışır.
Cuma sabahı saldırınca
Cuma, Cumartesi ve Pazar gibi koca üç günü bir derinişin örgütlenmesi ve
kendini göstermesi için adeta bir altın kâse içinde sundu direnenlere.
İnsanın iyi ki böyle
aptal düşmanlarımız var, yoksa nasıl bizleri tekrar ayağa kaldıracak,
sokakları şenlendirecek bir olanağı kırk yıl beklesek bulamazdık
diyeceği geliyor.
*
Evet, R.T. Erdoğan
aslında her biri demokratik bir özlemden kaynaklanan farklı tepkileri
birleştirdi ama Erdoğan’ın bu fiilen birleştirdiklerinin birleşmiş bir
demokrasi programları,
tahayyülleri ve kavrayışları yok.
1 Mayıs yasaklanıyor
ama 1 Mayıs’a gelenler ve o gün mücadele edenler, 24 Nisan hakkında
susuyorlar. Aleviler Yavuz Sultan Selim’e kızıyor ama onun bir Türk
padişahı da olduğu
için o ismin verilmiş olduğu gerçeği karşısında susup bu yönden de bir
eleştiri yapmıyorlar. Kültürel olarak tanımlanmış bir Türk
Milliyetçiliği, yani biyolojik, ırkçı ve orta Asya’dan gelmeye
dayanmayan; daha modern ve esnek, kültürel, yani buranın binlerce
yıllık halk ve uygarlıklarının mirasçısıyız diyecek bir Türk
milliyetçiliği bile örneğin, niye Fatih’ten sonra Yavuz koydunuz da niye
Jüstinyen ya da Kostantin koymadınız diye karşı çıkabilirdi mesela
böyle bir Köprü adına. Ama Aleviler, sadece kendi duyarlıkları
açısından tepki gösterdiler. Demokratik bir duyarlık açısından hiçbir
şey söylemediler. Bu yokluk, demokratik bir programdan ve hedeflerden
yoksunluğun bir yansımasıydı.
BDP’liler bir öneride
bulundular, Yunus Emre niye olmadı diye. Bu bile demokratik bir eleştiri
değildi ve Türk tarihiyle adlandırılmasında bir sorun görmüyorlardı.
Gerçekten demokrat
hedefleri olanlar ise bir dille, kültürle, ırkla tanımlanmış bir ulusun
değil, demokrasinin ve aydınlanmanın tarihi üzerinden, Sokrates veya
Buda veya Lumumba
veya Kant veya Bach köprüsü olmaması bakımından eleştirip karşı
çıkabilirlerdi. Bu tür eleştiri ve yaklaşımların, böyle bir tarih
anlayışının yokluğu demokratik bir program ve anlayışın bulunmamasının
bir yansımasıdır. Bu düşünceler tüm bu farklı duyarlığı
olan muhalefetlerin hiç birinin içine işlememişti. Bunun için bir
demokratik program ve düşünce altyapısı yoktu.
Bu hareketi demokratik
bir zemine çekebilecek tek odak Kürt Hareketinin demokratik kanadı (PKK
ve Öcalan) olabilir. Ama Kürt hareketi öylesine milliyetçiliğin baskısı
altında
ve öylesine kültürel olarak modern şehirli insanların dünyasına uzak ki,
buna en yakın iki kişinin (Sırrı ve Ertuğrul) sağladığı çok elverişli
çıkış noktası ve köprübaşına rağmen, tam bir körlük ve çapsızlık içinde
kaldı. Bari şimdi biraz uyanıp bir şeyler
yapsalar.
Dün olaylar olurken
Selahattin Demirtaş veya başka birinden tek bir söz. Elbette karşı
değillerdir ve memnundurlar ama olayı etkileme, daha radikal ve devrimci
demokratik bir
zemine çekme, Kürtler ve Şehir orta sınıfları arasındaki oluşmuş uçurumu
kapatmak için bu imkândan yararlanma ve bunun için derhal inisiyatif
gösterme yeteneği gösteremedi zerrece. Örneğin dün İstanbul’daki bütün
Kürtleri bu hareketi desteklemeye, çağırabilirdi.
Ulusalcıların bayrakları ve faşistlerin elleriyle yaptıkları bozkurt
işaretlerinin yanında Apo’nun da resimleri, Kürtlerin renkleri de
olabilirdi örneğin.
Elbette birçok insan
vardı olaylarda Kürt hareketinden veya bu hareketi destekleyen. Ama
politik olarak yoktu Kürt hareketi. Bugün bu saatlerde bile hala yok.
Ahmet Türk’ün
rezalet bir beyanatından başka bir şey yok. Hâlbuki böyle dönemde bütün
Kürtlere de seslenmesi gerekmez mi Taksim’de buluşalım diye. Yani
demokratik bilinci en gelişmiş, başka sorunlara en duyarlı hareket bile
iki eski 68’li ve 78’li vekili olmasa ortada yok.
*
Ancak Türkiye’deki
insanlar henüz demokrat değim. Elbette hepsi özünde bilinçsizce
demokratik özlemlere sahiptirler, ama bunu sistematik ve genel bir
programa dönüştüremedikleri,
bu anlayış insanların anlayışlarının, düşüncelerinin derinliğine iyice
nüfuz etmediği için ne farklı güçler birleşebilmekte ne de belli
konjonktürlerde bir araya geldiğinde devrimci ve demokratik dönüşümlere
yol açmadan yok olup gitme eğiliminde olmaktadır.
Bu sefer de muhtemelen böyle olacak gibi görünüyor.
Böyle olmaması için
ise, bir bilgisayar, bir internet bağlantısı ve yazılarımızı
yayınladığımız birkaç grup ve Bloktan başka bir araç yok elimizde.
Demir Küçükaydın
Demir Küçükaydın
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder