Cahit Mervan
Yazının başlığının kışkırtıcı geldiğini biliyorum. Ancak bu başlığın Kürdistan ve Türkiye’de gerçek manada, onurlu bir barış isteyenleri de heyecanlandırdığını ve bu el sıkışma olmadan da bu topraklara barışın gelemeyeceğini de biliyorum. Öte yandan gerçek manada, tarafları tatmin eden, herkesin hakkını hukukunu gözeten barış görüşmesi başka nasıl sonuçlanabilir ki, eğer taraflar açıktan el sıkışmayacaksa, tokalaşmayacaklarsa?
Bir kaç aydır başlayan, Kürdistan kamuoyunu olduğu kadar Türkiye kamuoyunu da heyecanlandıran, dünya siyaset merkezleri tarafından da yakın takibe alınan İmralı Süreci’nin varması gereken doğal sonuçta bu olsa gerek.
BARIŞ İÇİN TOKALAŞTILAR
Müzakerelerin barışa dönüştüğü, savaşın bittiği bütün örneklerde böyle oldu. Güney Afrika’da Nelson Mandela 27 yıllık tutsaklığın ardından bizzat dönemin başkanı Frederik Willem de Klerk tarafından karşılandı ve eli sıkıldı.
Benzeri bir tablo, birkaç asırdır kanlı bıçaklı olan İngiltere-İrlanda arasında ortaya çıktı. İngiltere hükümeti ile İrlanda Kurtuluş Ordusu İRA arasında süren 20 yıllık barış süreci, nihayet İngiltere kraliçesinin bir ‘teröristin’ elini sıkmasıyla noktalandı.
Yaklaşık bir yıl önce IRA liderlerinden Martin McGuinness ile İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth el sıkıştı. Tören o kadar ince hazırlanmıştı ki kraliçe Elizabeht İrlanda’nın ulusal renklerinden yeşili çağrıştıran bir elbise giyerek jest yapmıştı.
Güney Afrika ve İrlanda barış görüşmeleri bu görüntülerle noktalanırken Çeçenistan veya Tamil sorununda kanlı sahnelerle noktalandı. Birinci grupta yer alanlar bir anlamda karşılıklı olarak ‘egolarını’ yenmiş, barış ve çözüm için gerekli iradeyi göstermiş ve sonuca gitmişlerdi. Hem ülkeleri için, hem de benzeri ‘kofilikler’ yaşayan başka ülkeler için hafızalarda hoş anıların oluşmasına neden olmuşlardı.
Ancak aynı şey Çeçenistan-Rusya barış görüşmelerinde elde edilemedi. Sovyetler Birliği’nin 90’lı yılların sonunda dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan’ın, Rusya ile yaptığı barış görüşmeleri hüsran ve yıkımla sonuçlandı. İlk önce 1996 yılında Çeçen lider Cahar Dudayev bir füze saldırısıyla öldürüldü.
RUSYA-ÇEÇENİSTAN ÖRNEĞİ
Rusya’nın Çeçenistan yönetimiyle gizli barış görüşmesi yaptığı sırada, ABD haber alma örgütü CİA’nin yardımıyla Dudayev’e tuzak kurduğu sonradan ortaya çıktı. Yaygın söylentiye göre ABD Dudayev’e kullanmak üzere NEC marka sahra uydu telefonunu, dönemin Türk başbakanı Necmettin Erbakan aracılığıyla ulaştırdı. İddiaya göre Erbakan farkında olmadan Dudayev’e telefonu hediye etti. Ancak ABD daha sonra uydu telefonun kodlarını Rusya’ya verdi. Rus füzesi bu uydu telefonuna kilitlendi ve Dudayev öldürüldü. Bunu daha sonra diğer Çeçen liderlerin öldürülmesi izledi.
Çeçenistan yerle bir edildi. Türkiye ise PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Rusya’dan çıkarılmasına karşılık bu katliam karşısında üç maymunları oynadı. Böylelikle Rusya Çeçenistan’da ‘Roma Barışı’(Pax Romana) olarak da adlandırılan güçlünün barışını kanlı bir şekilde tesis etti!
SRİ LANKA MODELİ FELAKET GETİRDİ
Diğer bir örnek ise Kürdistan’dan hayli uzakta, Hint Okyanusu’ndaki Sri Lanka’ya ait. Bu örneğin adı bile var: ‘Sri Lanka modeli.’
Oslo görüşme ve müzakere sürecinin 2011 yılının ortalarında sona ermesiyle birlikte başta da Gülen cemaatinin yayın organlarının dillendirdiği Sri Lanka modeli Çeçenistan gibi kanlı bir süreci öngörüyor.
Sri Lanka devleti Tamiller ile ‘gerçek’ manada 2000 yılında Norveç’in arabuluculuğuyla barış görüşmelerine başladı. Ancak Sri Lanka ordusu ile Tamiller’in özgürlüğü için mücadele veren Eelam Özgürlük Kaplanları arasında ateşkes iki yıl sonra sağlanabildi. Hatta Sri Lanka ve Tamiller arasında 9 Ocak 2003’te bir barış anlaşması dahi imzalandı.
Ancak müzakere ve barış anlaşmasına rağmen Sri Lanka devleti verdiği sözü tutmadı. Yer yer askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Dahası Tamil Eelam Özgürlük Kaplanları’nı siyasi olarak parçalama yoluna gitti.
Sri Lanka devleti, Tamiller’i ezmek için hep fırsat kolladı. Çünkü Sri Lanka devleti barışa inandığı için değil, uluslararası güçlerin stratejik çıkarları gereği bu işe koyulmuştu. Bölgede bir ‘sessizlik’ isteniyordu. Sri Lanka’nın istikrarı her şeyden çok da ABD için önemliydi. Bu nedenle barış görüşmeleri bir tuzaktı.
Ancak beklenmedik bir gelişme daha sürecin gidişatını etkiledi. 2004 yılının sonunda Tsunami felaketi en çok Tamiller’in yaşadığı bölgeyi vurdu. Sri Lanka hükümeti bu doğal afet karşısında elini ovarak oturdu. Hatta uluslararası yardımların bu bölgeye ulaşmasını engelledi. Böylelikle Tsunami felaketini siyasi sonuçları olan bir krize dönüştürmeyi başardı.
Ve Sri Lanka devleti uluslararası desteği de arkasına alarak, aslında başında itibaren inanmadığı barış sürecini tek taraflı olarak sonlandırdı. Tamillere karşı 2008 yılının sonunda ateşkesi tek taraflı geçersiz saydı ve çok büyük bir askeri operasyon başlattı. Binlerce sivil katledildi. Yüzlerce Tamil gerillası bu çatışmalarda yaşamını yitirdi. Hareketin lideri Prabhakaran infaz edildi.
Hem İrlanda-İngiltere barış süreci, hem Güney Afrika barış sürecinin aksine Çeçenistan-Rusya ve Sri Lanka-Tamil görüşmeleri mutlu sonla noktalanmadı. Hatta çoğu zaman barış görüşmeleri ve yapılan anlaşmalar kağıt üzerinde kaldı. Güçlü olanın ilk fırsatta barış sürecini bozmasıyla kanlı bir dönem tekrardan başladı. Veya Sri Lanka ve Rusya örneğinde olduğu gibi askeri gücü elinde bulunduran devlet, bölgesel ve uluslararası koşulları kendi lehine avantaj saydığı zaman kanlı ‘temizlik’ hareketine başladı.
PKK KUMAŞI YEDİ KEZ ÖLÇÜYOR
Yrd. Doç. Nazan Üstündağ’a göre ‘dünyada 1990 ile 2012 arasında gerçekleşen 102 barış sürecinde 585 anlaşma imzalanmış.’ Ancak 585 anlaşmanın çoğu hayata geçmemiş. Hayata geçen anlaşmalarda bile birçok alan egemen devlet tarafından ihlal edilmiş.
Hal böyle olunca İmralı barış sürecinin geleceği ve akıbeti bugünden tartışılıyor.
Bu süreç Kürtlerin doğuştan gelen ve devredilemez haklarının iadesiyle tamamlanacak mı? Kürtler bu barış sürecinin sonunda özgür olacaklar mı? Yoksa AKP hükümeti seçim, Çankaya hesapları mı yapıyor? Bölgesel ve uluslararası gelişmeler mi Erdoğan’ı barış masasına oturması için ‘mecbur’ kılıyor? Ve dahası bütün bunlar Türk devletinin Kürtlere kurduğu bir tuzak mı?
Bu ve benzeri sorulardan dolayı olsa gerek yazar Adil Bayram, Özgür Gündem gazetesinde yayımlanan ‘süreç tartışmaları’ başlıklı son makalesinde Kürt tarafının titizliğine dikkat çekerek, ‘PKK çok daha dikkatli ve sabırlı. Kumaşı kesmeden önce yedi kez ölçme yöntemini izliyor’ diye yazıyor.
Söylemek gerekir ki Adil Bayram’ın dikkat çektiği titizlik ve hassasiyet Kürt halkında da mevcut. Özellikle Türk medyasının İmralı’da üzerinde varılan ‘mutabakat belgesine’ ilişkin sorumsuzca atıp tutması, olacakları tek taraflı lanse etmeye çalışması halkta en çok ‘güven sorununu’ tartışmaya açıyor.
ERDOĞAN ÖCALAN İLE TOKALAŞMAYA KENDİSİNİ ALIŞTIRSA İYİ OLUR
Bir sır değil. Kürt halkı Erdoğan ve hükümetine karşı müthiş bir güvensizlik duyuyor. Örneğin halk ilan edilecek bir ateşkese Türk devletinin uymayacağını ve geri çekilme için atması gereken adımları atmayacağına inanıyor. Hatta 99’daki geri çekilme sürecinde olduğu gibi Türk ordusunun kalleşçe operasyonlar yaparak gerillayı darbelemek isteyeceğine inanların sayısı hayli yüksek.
Aslında Paris katliamı, Roboski katliamına ilişkin açıklanan inceleme rapor, Türk başbakanı ve bakanlarının tutumu, Türk medyasının klasik psikolojik savaş yönetmelerini barış sürecinde de devrede tutması bu güvensizliği artırıyor. Bu nedenle Türk tarafının hızla paradigma değişikliğine gitmesi gerekiyor. Güven verici adımlar atması ve söylemler geliştirmesi gerekiyor. Bu olmadan barış sürecinin ilerlemesi mümkün görünmüyor.
Ve eğer barış olacaksa şimdiden Erdoğan’ın belki birkaç ay içinde değil ama, gelecek yakın bir zamanda hem Abdullah Öcalan’ın hem de PKK liderlerinin elini sıkmaya, onlarla tokalaşmaya kendisini alıştırması gerekiyor.
Buna inanması gerekiyor. Çünkü barış için başka bir yol yok. Eğer savaş istemiyorsa.
Yazının başlığının kışkırtıcı geldiğini biliyorum. Ancak bu başlığın Kürdistan ve Türkiye’de gerçek manada, onurlu bir barış isteyenleri de heyecanlandırdığını ve bu el sıkışma olmadan da bu topraklara barışın gelemeyeceğini de biliyorum. Öte yandan gerçek manada, tarafları tatmin eden, herkesin hakkını hukukunu gözeten barış görüşmesi başka nasıl sonuçlanabilir ki, eğer taraflar açıktan el sıkışmayacaksa, tokalaşmayacaklarsa?
Bir kaç aydır başlayan, Kürdistan kamuoyunu olduğu kadar Türkiye kamuoyunu da heyecanlandıran, dünya siyaset merkezleri tarafından da yakın takibe alınan İmralı Süreci’nin varması gereken doğal sonuçta bu olsa gerek.
BARIŞ İÇİN TOKALAŞTILAR
Müzakerelerin barışa dönüştüğü, savaşın bittiği bütün örneklerde böyle oldu. Güney Afrika’da Nelson Mandela 27 yıllık tutsaklığın ardından bizzat dönemin başkanı Frederik Willem de Klerk tarafından karşılandı ve eli sıkıldı.
Benzeri bir tablo, birkaç asırdır kanlı bıçaklı olan İngiltere-İrlanda arasında ortaya çıktı. İngiltere hükümeti ile İrlanda Kurtuluş Ordusu İRA arasında süren 20 yıllık barış süreci, nihayet İngiltere kraliçesinin bir ‘teröristin’ elini sıkmasıyla noktalandı.
Yaklaşık bir yıl önce IRA liderlerinden Martin McGuinness ile İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth el sıkıştı. Tören o kadar ince hazırlanmıştı ki kraliçe Elizabeht İrlanda’nın ulusal renklerinden yeşili çağrıştıran bir elbise giyerek jest yapmıştı.
Güney Afrika ve İrlanda barış görüşmeleri bu görüntülerle noktalanırken Çeçenistan veya Tamil sorununda kanlı sahnelerle noktalandı. Birinci grupta yer alanlar bir anlamda karşılıklı olarak ‘egolarını’ yenmiş, barış ve çözüm için gerekli iradeyi göstermiş ve sonuca gitmişlerdi. Hem ülkeleri için, hem de benzeri ‘kofilikler’ yaşayan başka ülkeler için hafızalarda hoş anıların oluşmasına neden olmuşlardı.
Ancak aynı şey Çeçenistan-Rusya barış görüşmelerinde elde edilemedi. Sovyetler Birliği’nin 90’lı yılların sonunda dağılmasıyla bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan’ın, Rusya ile yaptığı barış görüşmeleri hüsran ve yıkımla sonuçlandı. İlk önce 1996 yılında Çeçen lider Cahar Dudayev bir füze saldırısıyla öldürüldü.
RUSYA-ÇEÇENİSTAN ÖRNEĞİ
Rusya’nın Çeçenistan yönetimiyle gizli barış görüşmesi yaptığı sırada, ABD haber alma örgütü CİA’nin yardımıyla Dudayev’e tuzak kurduğu sonradan ortaya çıktı. Yaygın söylentiye göre ABD Dudayev’e kullanmak üzere NEC marka sahra uydu telefonunu, dönemin Türk başbakanı Necmettin Erbakan aracılığıyla ulaştırdı. İddiaya göre Erbakan farkında olmadan Dudayev’e telefonu hediye etti. Ancak ABD daha sonra uydu telefonun kodlarını Rusya’ya verdi. Rus füzesi bu uydu telefonuna kilitlendi ve Dudayev öldürüldü. Bunu daha sonra diğer Çeçen liderlerin öldürülmesi izledi.
Çeçenistan yerle bir edildi. Türkiye ise PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Rusya’dan çıkarılmasına karşılık bu katliam karşısında üç maymunları oynadı. Böylelikle Rusya Çeçenistan’da ‘Roma Barışı’(Pax Romana) olarak da adlandırılan güçlünün barışını kanlı bir şekilde tesis etti!
SRİ LANKA MODELİ FELAKET GETİRDİ
Diğer bir örnek ise Kürdistan’dan hayli uzakta, Hint Okyanusu’ndaki Sri Lanka’ya ait. Bu örneğin adı bile var: ‘Sri Lanka modeli.’
Oslo görüşme ve müzakere sürecinin 2011 yılının ortalarında sona ermesiyle birlikte başta da Gülen cemaatinin yayın organlarının dillendirdiği Sri Lanka modeli Çeçenistan gibi kanlı bir süreci öngörüyor.
Sri Lanka devleti Tamiller ile ‘gerçek’ manada 2000 yılında Norveç’in arabuluculuğuyla barış görüşmelerine başladı. Ancak Sri Lanka ordusu ile Tamiller’in özgürlüğü için mücadele veren Eelam Özgürlük Kaplanları arasında ateşkes iki yıl sonra sağlanabildi. Hatta Sri Lanka ve Tamiller arasında 9 Ocak 2003’te bir barış anlaşması dahi imzalandı.
Ancak müzakere ve barış anlaşmasına rağmen Sri Lanka devleti verdiği sözü tutmadı. Yer yer askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Dahası Tamil Eelam Özgürlük Kaplanları’nı siyasi olarak parçalama yoluna gitti.
Sri Lanka devleti, Tamiller’i ezmek için hep fırsat kolladı. Çünkü Sri Lanka devleti barışa inandığı için değil, uluslararası güçlerin stratejik çıkarları gereği bu işe koyulmuştu. Bölgede bir ‘sessizlik’ isteniyordu. Sri Lanka’nın istikrarı her şeyden çok da ABD için önemliydi. Bu nedenle barış görüşmeleri bir tuzaktı.
Ancak beklenmedik bir gelişme daha sürecin gidişatını etkiledi. 2004 yılının sonunda Tsunami felaketi en çok Tamiller’in yaşadığı bölgeyi vurdu. Sri Lanka hükümeti bu doğal afet karşısında elini ovarak oturdu. Hatta uluslararası yardımların bu bölgeye ulaşmasını engelledi. Böylelikle Tsunami felaketini siyasi sonuçları olan bir krize dönüştürmeyi başardı.
Ve Sri Lanka devleti uluslararası desteği de arkasına alarak, aslında başında itibaren inanmadığı barış sürecini tek taraflı olarak sonlandırdı. Tamillere karşı 2008 yılının sonunda ateşkesi tek taraflı geçersiz saydı ve çok büyük bir askeri operasyon başlattı. Binlerce sivil katledildi. Yüzlerce Tamil gerillası bu çatışmalarda yaşamını yitirdi. Hareketin lideri Prabhakaran infaz edildi.
Hem İrlanda-İngiltere barış süreci, hem Güney Afrika barış sürecinin aksine Çeçenistan-Rusya ve Sri Lanka-Tamil görüşmeleri mutlu sonla noktalanmadı. Hatta çoğu zaman barış görüşmeleri ve yapılan anlaşmalar kağıt üzerinde kaldı. Güçlü olanın ilk fırsatta barış sürecini bozmasıyla kanlı bir dönem tekrardan başladı. Veya Sri Lanka ve Rusya örneğinde olduğu gibi askeri gücü elinde bulunduran devlet, bölgesel ve uluslararası koşulları kendi lehine avantaj saydığı zaman kanlı ‘temizlik’ hareketine başladı.
PKK KUMAŞI YEDİ KEZ ÖLÇÜYOR
Yrd. Doç. Nazan Üstündağ’a göre ‘dünyada 1990 ile 2012 arasında gerçekleşen 102 barış sürecinde 585 anlaşma imzalanmış.’ Ancak 585 anlaşmanın çoğu hayata geçmemiş. Hayata geçen anlaşmalarda bile birçok alan egemen devlet tarafından ihlal edilmiş.
Hal böyle olunca İmralı barış sürecinin geleceği ve akıbeti bugünden tartışılıyor.
Bu süreç Kürtlerin doğuştan gelen ve devredilemez haklarının iadesiyle tamamlanacak mı? Kürtler bu barış sürecinin sonunda özgür olacaklar mı? Yoksa AKP hükümeti seçim, Çankaya hesapları mı yapıyor? Bölgesel ve uluslararası gelişmeler mi Erdoğan’ı barış masasına oturması için ‘mecbur’ kılıyor? Ve dahası bütün bunlar Türk devletinin Kürtlere kurduğu bir tuzak mı?
Bu ve benzeri sorulardan dolayı olsa gerek yazar Adil Bayram, Özgür Gündem gazetesinde yayımlanan ‘süreç tartışmaları’ başlıklı son makalesinde Kürt tarafının titizliğine dikkat çekerek, ‘PKK çok daha dikkatli ve sabırlı. Kumaşı kesmeden önce yedi kez ölçme yöntemini izliyor’ diye yazıyor.
Söylemek gerekir ki Adil Bayram’ın dikkat çektiği titizlik ve hassasiyet Kürt halkında da mevcut. Özellikle Türk medyasının İmralı’da üzerinde varılan ‘mutabakat belgesine’ ilişkin sorumsuzca atıp tutması, olacakları tek taraflı lanse etmeye çalışması halkta en çok ‘güven sorununu’ tartışmaya açıyor.
ERDOĞAN ÖCALAN İLE TOKALAŞMAYA KENDİSİNİ ALIŞTIRSA İYİ OLUR
Bir sır değil. Kürt halkı Erdoğan ve hükümetine karşı müthiş bir güvensizlik duyuyor. Örneğin halk ilan edilecek bir ateşkese Türk devletinin uymayacağını ve geri çekilme için atması gereken adımları atmayacağına inanıyor. Hatta 99’daki geri çekilme sürecinde olduğu gibi Türk ordusunun kalleşçe operasyonlar yaparak gerillayı darbelemek isteyeceğine inanların sayısı hayli yüksek.
Aslında Paris katliamı, Roboski katliamına ilişkin açıklanan inceleme rapor, Türk başbakanı ve bakanlarının tutumu, Türk medyasının klasik psikolojik savaş yönetmelerini barış sürecinde de devrede tutması bu güvensizliği artırıyor. Bu nedenle Türk tarafının hızla paradigma değişikliğine gitmesi gerekiyor. Güven verici adımlar atması ve söylemler geliştirmesi gerekiyor. Bu olmadan barış sürecinin ilerlemesi mümkün görünmüyor.
Ve eğer barış olacaksa şimdiden Erdoğan’ın belki birkaç ay içinde değil ama, gelecek yakın bir zamanda hem Abdullah Öcalan’ın hem de PKK liderlerinin elini sıkmaya, onlarla tokalaşmaya kendisini alıştırması gerekiyor.
Buna inanması gerekiyor. Çünkü barış için başka bir yol yok. Eğer savaş istemiyorsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder