18 Şubat 2013 Pazartesi

Beşinci Yılında Zap Operasyonu-1


'Sıcak Takip Operasyonu' adıyla ilki 25 Mayıs 1983’te başlayan sınır ötesi kara operasyonlarının sonuncusu 21 Şubat 2008 tarihinde 'Güneş Operasyonu' ismiyle düzenlendi. HPG Anakarargahını hedef alan operasyon 29 Şubat günü geri çekildi. Günlerce süren çatışmalar ve HPG gerillalarının direnişine sahne olan bu 8 günlük operasyonun sonuçları, Türk devletinin Kürt sorunuyla ilgili gidişatını bugüne kadar belirler nitelikte bir dönüm noktası oldu.

Zap operasyonu, ne düzenlenen ilk ve kapsamı en geniş kara ve hava operasyonuydu, ne de askeri açıdan diğer operasyonlardan daha sarsıcı bir bilançoya sahipti. Bir konvansiyonel savaş olarak adlandırılan 1992 Güney Savaşı, 1995’teki Çelik Harekatı, 1997’de tüm yıla yayılan operasyonlar en geniş sınır ötesi kara operasyonlarıydı. Kapsam ve asker katılımı itibarıyla 2008 yılındaki operasyonu kat be kat aşan bu kara operasyonlarının temel hedefi yine Zap’tı. 

2008 operasyonunu önemli kılan ve yol açtığı sonuçlarla ciddi değişimleri tetikleyen, Türk devletinin 2007 yılına dayattığı saldırıların ölüm kalım savaşı düzeyine ulaşmasıydı.

ZEHİRLENME…

Bu konseptin başlangıç noktası uluslararası bir komplo sonucu İmralı adasına getirilen ve tek kişilik hücresinde o dönem sekizinci yılını yaşayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik zehirleme olayıydı. Tek kişilik bir hücrede sekiz yıl boyunca ağır tecrit, izolasyon ve işkence altında tutulan Öcalan’ın fiziki imhasını gözeten bu saldırı başta Kürt halkı olmak üzere ulusal ve uluslararası kamuoyunda büyük tepki aldı.

Kürt Halk Önderi’nin zehirlendiği bilgisinin tüm kamuoyuna ulaşması ardından dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt saldırı konseptinin ikinci ayağını erkenden deşifre etmek zorunda kaldı. ABD gezisinden yeşil ışık alan Büyükanıt “Türkiye, tarihinin en kritik sürecini yaşıyor” diyerek yeni saldırı dalgasının psikolojik zeminini hazırlamaya koyuldu. 17 Şubat 2007 tarihli konuşmasında “PKK ile ilgili büyük bir oyun başlamak üzere, perde açılıyor” derken, 12 Nisan’da ağzındaki baklayı çıkardı: “Sınır ötesi operasyon gereklidir!”

GERİLLA ATEŞKESİ DEVAM EDERKEN

'Sınır ötesi operasyonla gerillaların merkez üslerinin imha edileceği'nin söylendiği sırada gerillalar halen ateşkes pozisyonundaydı. 1 Ekim 2006 tarihinden itibaren tek yanlı ateşkes durumuna geçen gerillalar 2007 yılı başında da bu pozisyonlarını koruyorlardı. Yani Türkiye’yi zorlayan bir savaş durumu ya da gerillaların yönelttiği bir saldırı ortada yoktu.

Bu ateşkesi çeşitli çevrelerin öneri ve talepleriyle Kürt sorununun demokratik barışçıl yollarla çözülmesi için ilan ettiklerini açıklayan HPG yetkilileri bu konudaki samimiyetlerini geçen süreçte göstermişlerdi. Fakat bu talepler hakkındaki gerçek daha sonra açığa çıkacaktı.

ABD’nin 'özel PKK koordinatörü' Ralston, “Türkler bu sözcüğü sevmezse de PKK’ye ateşkes yaptırdık, ateşkeste Barzani’nin katkısı çok oldu” demişti. Daha sonra Kürt Halk Önderi’nin “içime sinmemişti” sözleriyle bir oyun olduğunu, kandırmaya dayalı bir girişim olduğunu belirttiği bu ateşkesin geniş imha konseptinin bir parçası olarak kullanılan bir taktikten öte anlamı olmadığı bizzat ateşkesi talep edenlerin ağzından doğrulanmıştı.

Oldukça hassas bir dönemden geçen Ortadoğu’da Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yönelik operasyon planı birçok kesim tarafından tepkiyle karşılandı.

Federal Kürdistan Parlamento Başkan Yardımcısı Kemal Kerkuki, "Kürdistan bölge topraklarına yapılacak bir operasyon, Irak devletine savaş ilanıdır" demişti. Neçirvan Barzani’nin açıklaması ise Türk devletinin esas hedefi konusunda farklı ipuçları veriyordu. Daha önce defalarca denendiğini ancak sorunun bu şekilde çözülmediğini söyleyerek sınır ötesi operasyonun sonuç almayacağını belirten Barzani, “Ancak Türkiye’nin Kerkük ile ilgili bir sorunu varsa diyalog yoluyla çözebileceklerini” kaydetmişti.

Sınır ötesi operasyonun tam da Kerkük’te referandumun tartışıldığı bir süreçte gündeme getirilmesini kendilerine yönelik bir saldırı olarak değerlendiren liderlerden bir diğeri de Mesut Barzani’ydi. Barzani, Türk yetkililerinde tepki uyandıran sözlerle, “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” demişti.

KCK ve HPG ise yayımladıkları açıklamalarla topyekûn bir savaş ilanı olarak değerlendirdikleri sınır ötesi operasyonun daha önce denenmiş operasyonlar gibi başarısız olacağını belirtmişlerdi. Bunun yanında operasyonun belirtilenin aksine PKK’ye karşı değil tüm Kürt kazanımlarını hedeflediği ifade edilmiş ''Güney’deki halkımızın kazanımlarını ve umudunu yok etmeye dönük hiçbir hesap ve saldırıya izin vermeyeceğiz’’ denilmişti. Yine KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan Türk devletinin yeni girişimini “bunlar macera peşinde” şeklinde değerlendirmişti.

DOLMABAHÇE GÖRÜŞMESİ

AKP’nin büyük çoğunluğu sınır ötesi operasyon fikrini desteklerken, kimi kaygılı ve temkinli yaklaşımlar da görülebiliyordu. Ordu karşısında zayıf olan AKP, 27 Nisan muhtırası ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle de zor durumdaydı. Bu durumu nasıl aşabileceği konusunda da net değildi.

Muhtıranın hemen öncesinde, 12 Nisan’da Büyükanıt yaptığı konuşmada “Güneye yapılacak bir operasyon için siyasi irade ve meclis kararı gerekiyor” demiş, siyaset kurumunun, yani AKP hükümetinin kendi çizgisiyle birleşmesini talep etmişti. Bu konuşmaları Fransa’da yayın yapan Le Figaro gazetesi Erdoğan’a yönelik bir uyarı olarak değerlendirmişti.

Uyuşmazlık ve anlaşmazlıkların kamuoyu gündemini işgal ettiği bir süreçte Büyükanıt ve Erdoğan 4 Mayıs 2007 tarihinde Dolmabahçe sarayında bir araya geldi. Kürt inkarı ve imhasını öngördüğüne kesin gözüyle bakılan görüşmede uzlaşma yakalanmış, Büyükanıt’ın sözünü ettiği ‘siyasi irade’ oluşmuştu!

Daha sonra bu görüşme ''Orduyla AKP Hükümeti arasında varılan mutabakat'' olarak adlandırılacak ''birkaç yıl sonraki Ergenekon operasyonlarına varan sürecin de nedeni'' olduğu anlaşılacaktı. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan Ordu-AKP mutabakatı temelinde AKP’nin Silivri’de Ergenekoncu olarak yargılanan Beyaz Türkçü imha politikasının Yeşil Türkçü Yaşizme dönüştüğünü belirtiyordu.

BÜYÜKANIT FİTİLİ ATEŞLEDİ LİNÇLER PEŞİSIRA GELDİ

Türk devleti Dolmabahçe görüşmeleriyle sınır ötesi kara operasyonu önündeki görüş ayrılıklarını gidermiş, saldırının kapsamını netleştirmişti. Bunun yanında saldırının zeminini güçlendirmek ve olası bir saldırı karşısında Kürtler ve demokratik kamuoyu nezdinde gelişebilecek toplumsal refleksleri kırmak amacıyla kimi planlar devreye konulmuştu. Fitili ateşleyen yine dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ve ekibi oldu.
Genelkurmay, gece yarısı yayımladığı bir bildiride “Yüce Türk milleti gereken duyarlılığı göstermeli” denilerek, halka “Teröre karşı kitlesel refleks gösterme” çağrısında bulunmuştu. 8 Haziran günü yayımlanan bildiride ''barış, özgürlük ve demokrasi gibi kavramların PKK’nin argümanları olduğu ve bu eksende çalışma yürüten tüm kurumların bu çalışmalarından vazgeçmesi'' istenmişti.

Türkiye ve Kürdistan’daki tüm sivil toplum örgütlerini hedef haline getiren bu açıklama ardından Mayıs ayında gerçekleştirdiği 5. Kongra Gel Genel Kurulu’nda ismini Koma Civakên Kurdîstan (KCK) olarak değiştiren Kürt Özgürlük Hareketi de bir açıklama yayımladı. “Bir taraftan güney bombalanıyor, diğer taraftan ırkçı saldırılara start veriliyor” tespitinin yapıldığı açıklamada bildirinin “Kürt halkına karşı linç çağrısı” olduğu vurgulandı.

Meclis’te ise Kürt halkına topyekun saldırının yasal zemini hazırlanıyordu. Polisin yetkilerini genişleten yasa Meclis’ten geçirildi. Hemen ardından Hakkari, Şırnak ve Siirt illerinde sivil hareketi yasaklayan sıkıyönetim uygulamalarını anımsatan yasak kararı çıkarıldı.

Emniyet Müdürlüğü aynı dönemde 123 özel harekâtçı timi, sıkıyönetim ilan edilen Şırnak, Siirt ve Hakkâri’ye göndererek “ihtiyaca göre sayının bin kişiye ulaşabileceği”ni duyurdu. Sadece polis değil Valilere de yeni “yetkiler” tanınmıştı.

Kürt illerindeki Valilere ''gerektiğinde sokağa çıkma yasağı ilan edebileceği'' yetkiler tanındı.

Uygulamanın nerelere kadar gidebileceğini Dönemin Elazığ Valisi Muammer Muşmul’un vahim sözleri gösteriyordu. Muşmul,  “PKK’lıyı buldunuz mu baltayla kesin” diyordu.

Gece yarısı bildirisinde göreve çağrılan faşist kesimlerin ilk pratiği ise Eskişehir’de yaşandı. DTP Eskişehir il binası ateşe verildi. Bu saldırıdan iki gün önce de Sakarya’da iki Kürt genci Ahmet Kaya posterli tişört giydikleri ve Gündem gazetesi okudukları için linç girişimine maruz kalmıştı. Hırsını alamayan linç girişimcileri, Sakarya DTP il binasına Molotof atarak binayı ateşe vermişlerdi.

İRAN KONSEPTE DAHİL OLUYOR

Tasfiye konsepti sadece içerideki ayaklarıyla değil bölgedeki diğer güçlerle ortaklaşa yürütülüyordu. Kürtlere karşı savaşta ABD, İsrail, İngiltere desteğiyle yetinmeyen Türk devleti bölgesel ittifakları da devrede tutmak istiyordu. Irak’ta yayın yapan Es Sabah gazetesinin 16 Haziran tarihli haberinde ''İran’ın, PKK’nin Güney Kürdistan sınırındaki kamplarının bombalanması ve PKK’nin kendi topraklarına geri çekilme yollarının kapatılması konularında Türkiye ile işbirliği yaptığı'' yazıyordu.

Aynı gün The Guardian gazetesinde yayımlanan röportajında KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık sınır ötesi operasyonun bir Kürt karşıtı hedef içerdiğini ifade etmiş, bölgesel planlara öncelikle Güney Kürdistan’daki yönetimi hedeflediğini, ikinci amacının da Kerkük referandumunun yapılmasını engellemek dikkat çekmişti. Büyükanıt’ın olduğunu belirten Bayık, “PKK, Büyükanıt’ın tehdit öncelikleri arasında ancak üçüncü sıradadır” demişti.

Haber kısa bir süre sonra Xakurke, Xınere ve Kandil’in birçok noktasına yönelik obüs ve havan saldırıları ile doğrulandı.

Temmuz ve Ağustos aylarında yoğunlaşan topçu saldırıları yanında kimi sınırı aşma girişimleri PJAK gerillalarınca durdurulan İran ordusunun saldırıları karşısında KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan bir açıklama yayımlayarak İran’ın saldırılarının, Türkiye’nin koordinatörlüğünde yürütülen konseptin bir parçası olduğunu belirtmiş, bu saldırı konseptine karşı da tüm Kürtleri dayanışmaya ve ortak bir strateji altında birleşmeye çağırmıştı.

Irak Başbakanı Nuri Maliki ve Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık El Haşimi de yaptıkları açıklamalarla İran ordusunun bombardımanlarına tepki göstererek İran’ın bu tutumunu kınadılar. Güney Kürdistanlılar ise Süleymaniye’den başlamak üzere tepkilerini gösterilerle dile getirdiler.

ŞENGAL KATLİAMI, BEYTÜŞŞEBAP PROVOKASYONU

Kerkük sorunu nedeniyle zaten oldukça gergin olan Güney Kürdistanlılar, Türk devletinin sınır ötesi operasyon hedefi nedeniyle de kendilerini büyük bir baskı altında hissediyorlardı. Bu dönemdeki en önemli olaylardan biri olan ve 15 Ağustos günü Güney Kürdistan’ın Şengal bölgesinde Êzidî Kürtleri hedef alan bombalı saldırıyla da bu baskı fiziki katliama dönüştü. Kürtleri ve kazanımlarını hedefleyen topyekun bir saldırı konseptinin varlığı artık kesinleşmişti.

Kürt karşıtı konseptin PKK’yi hedef göstererek yaptığı yönelimlerinden biri olarak düzenlenen bu saldırının PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı tarih olan 15 Ağustos’un yıldönümünde gerçekleşmesi oldukça dikkat çekiciydi.

30 Eylül günü yeni bir provokatif saldırı bu kez Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde gerçekleşmiş, bir minibüsün taranması sonucu içinde 7 korucunun da olduğu 13 Kürt öldürülmüştü.  Çiçeği burnundaki yeni cumhurbaşkanı Gül daha olayın ayrıntılarına vakıf olmadan saldırıyı “Terörün gerçek yüzünü bütün acımasızlığıyla ortaya koyan insanlık dışı saldırı” olarak adlandırması açıktan bir yönlendirme olarak hafızalarda kaldı.

HPG’nin yaz aylarında Türk ordusuna karşı yükselttiği savunma savaşından yola çıkılarak koruculara karşı düzenlenen bir saldırı olarak yansıtılmaya çalışılan bu olay görgü tanıklarının ifadeleri sonucunda açıklığa kavuştu. Olaydan hemen sonra bölgeye askeri helikopterlerin inip kalktığını ve olayı gerçekleştirenleri alarak uzaklaştırdıklarını ifade eden köylüler yine olay yerinde ordunun kullandığı çok sayıda boş konserve kutusu ile su şişelerinin bulunduğunu anlattı.

KCK, Beytüşşebap katliamına ilişkin yaptığı açıklamada katliamın sorumlularının AKP hükümeti, Cumhurbaşkanı Gül ve ordu olduğunu belirtmiş, Türk devletinin Kürdü Kürde kırdırma politikası tutmadığı için bu tür katliam ve provokatif girişimlerde bulunduğunu ifade etmişti. Katliamın KCK’nin 1 Ekim 2006 tarihinde ilan ettiği tek taraflı ateşkesin birinci yıldönümüne bir gün kala gerçekleşmesi ise kimi çevrelerce ateşkes sürecine dayatılan provokasyon olarak adlandırdı.

ATEŞKESE GECİKMİŞ ‘CEVAP’: TEZKERE

Ateşkesin birinci yıldönümüne bu şekilde gelindi. Yıldönümü vesilesiyle bir açıklama yayımlayan KCK, barışçıl çözümün gelişmemesinin tek sorumlusunun AKP hükümeti ve Türk ordusu olduğunu belirtmiş, ayrıca ateşkes çağrısı yapan güçlerin de sorumluluklarının gereğini yerine getirmediğini ifade etmişti.

Hükümet ve ordu, ateşkesin yıldönümünde ateşkese olumlu bir cevap verme bir yana tüm yıl boyunca gündemde olan sınır ötesi operasyona imkan tanıyacak tezkere üzerinde yoğunlaşıyordu. Giderek ısınan atmosferde sınır ötesi operasyonun anlamsızlığı ve faydasızlığı dillendirilmeye devam edilse de Türk devleti aksini iddia ediyor, tehditler savuruyordu. Erdoğan tam da bu dönemde “ABD binlerce kilometre uzaktan gelip Irak’ı vurduğunda, kimseden izin istemedi” diyerek orduyla vardığı mutabakata destek istiyordu.

17 Ekim günü DTP dışındaki tüm siyasi partilerin uzlaşması temelinde TBMM genel kurulunda 507 oyla kabul edildi. Tezkere oylamasında sadece DTP’liler 19 “hayır” oyu kullandı.

Karar çıkmış sıra somut hazırlıklara gelmişti. İlk iş, savaşın yaratacağı yükü karşılayabilecek para kaynağını bulmaktı. 2008 bütçesinden savunma bütçesine düşen pay 13 milyar YTL’den 18 milyar YTL’ye çıkarıldı. Böylece rutin operasyon ve saldırıların dışında 2007 Ekim ayı ortalarından itibaren geçerli olmak üzere yürütülecek savaşa 5 milyar YTL gibi bir kaynak ayrılmış oldu.

KCK’DEN İYİ NİYET GİRİŞİMİ

Bütçenin açıklandığı gün KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı “Kürt sorunu şiddetle değil, mevcut sınırlara dokunulmadan demokrasi içinde çözülmesi gerekir. Kürt halkı, bir halk olmaktan kaynaklı doğal haklarını istiyor. Türk devleti ise saldırgan pozisyonundan hiç çıkmadı. Türk ordusu ve devleti şiddetten vazgeçerse biz her zaman çözüm projesini görüşmeye hazırız” açıklamasıyla ivme kazanan çatışmalara rağmen barışçı bir çözümün mümkün olduğunu belirtti. Hemen birkaç gün sonra da (4 Kasım 2007) gerillaların Oramar’da esir aldıkları 8 asker iyi niyet göstergesi olarak serbest bırakıldı.

Fakat bu iyi niyet gösterisi ve barışçıl tutum karşılık bulmamıştı. Yaşar Büyükanıt KCK açıklamasına hızlı bir şekilde yanıt vermiş, “Bize acı çektirenlere hayal bile edemeyecekleri yoğunlukta acı çektireceğiz” diyerek Kürt halkını ve PKK’yi tehdit etmişti.

‘ORTAK DÜŞMAN’

Türk devlet yetkililerinin icazet ve destek turları tezkere sonrasında daha da yoğunlaştı. Bu turların en önemlisi ve kader belirleyecek olanı ise 5 Kasım 2007 günü dönemin ABD Başkanı George Bush ve Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan arasında yapılacak görüşmeydi. Beklendiği üzere Türk devletinin saldırılarına izin veren Bush, bir adım daha öteye giderek PKK’yi ''ABD, Irak ve Türkiye’nin ortak düşmanı'' ilan etti.

''İstihbarat paylaşımı ve teknolojik yönelimi öngören, sonuç alınması durumunda da kara operasyonuna geçilebileceğini'' belirten Bush’un konuşmasıyla neredeyse eş zamanlı bir şekilde gerilla denetimindeki Medya Savunma Alanları üzerinde İnsansız Hava Araçlarının (İHA) keşif faaliyetlerinin startı verildi.

ABD kendini Türk devletine ''yardımcı olan, destek sunan bir güç'' pozisyonunda gösteriyordu. Fakat 5 Kasım görüşmelerinde kimi farklı plan ve konseptler de oluşturulmuş, ABD çıkarları garantiye alınmıştı.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, ABD’nin, Türkiye’yi Ortadoğu planlarının bir parçası olarak kullanmak için bu desteği verdiğini belirttikten sonra şunları söylüyordu: 

“Operasyon, ABD’nin Ortadoğu’ya da Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) temelindeki müdahalesini biraz daha ilerletme amacını güdüyordu. 

AKP’yi bölge politikası doğrultusunda daha iyi kullanabileceği bir çizgiye çekmek yanında, daha çok da Türk genelkurmayını ABD politikaları doğrultusunda bölgede hareket eder, AKP’nin geliştirdiği ilişki ve ittifaklara uyan bir çizgiye çekmeyi hedefliyordu.”

LEGAL SİYASET DE HEDEFTE

ABD’den onay aldıktan sonra daha da cesaret kazanan Kürt karşıtı cephe Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da siyaset yapan, mecliste grubu bulunan DTP’ye ve milletvekillerine yönelik baskılarını arttırdı. Bush-Erdoğan görüşmesinin üzerinden daha dört gün geçmeden MHP lideri Devlet Bahçeli “hazır PKK hedefe konmuşken legal siyaset de tasfiye edilsin” anlamına gelen bir kampanya başlattı. 9 Kasım günü yaptığı konuşmada “DTP, PKK’nin maşasıdır” diyen Bahçeli, “Bölücülükle ilgili suçlarda dokunulmazlık kalksın” diyerek meclis açılışında ellerini sıktığı DTP’li vekilleri hedef almıştı.

Cumhuriyet Başsavcısı da bu görüşleri pratikleştirerek 16 Kasım 2007 tarihinde DTP’nin kapatılması için Anayasa mahkemesine başvurdu. ''Devletin vatanı ve ülkesi ile bölünmez bütünlüğü aleyhinde faaliyet yürütmek, özerklik talep etmek ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın talimatlarına göre hareket etmek''le suçlanan DTP’de siyaset yürüten Ahmet Türk, Osman Özçelik, Fatma Kurtulan, Aysel Tuğluk, Sebahat Tuncel, Sevahir Bayındır, Selahattin Demirtaş ve İbrahim Binici hakkında da ''siyaset yasağı'' isteniyordu.

Diğer yandan ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği DTP dışındaki bazı “Kürt” çevreleriyle 28 Kasım günü kahvaltılı özel bir toplantı yapmıştı. Toplantıya AKP’li milletvekilleri, Fazilet Partisi, KADEP ve HAK-PAR temsilcileri katılmıştı. AKP Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan toplantının medyada işlenmesine tepki göstererek bu tür toplantıların “normal” olduğunu iddia etmiş, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson da ''PKK’nin düşman olduğunu'' tekrar ederek ''tasfiye edilmesi gerektiğini'' dikte etmişti.

İLK KAPSAMLI SALDIRI

Dış desteği alan, içteki muhalefeti bastıran ve tüm hazırlıklarını tamamlayan Türk devletinin sınır ötesi harekatının ilk önemli adımı 2 Aralık günü geldi. Hakkari’nin Çukurca ilçesi sınır hattında bulunan karakol ve askeri üslerdeki topçu bataryaları Zap ve Zap’a bağlı Çemço alanına yönelik kapsamlı bir havan, obüs ve katuşa saldırısı düzenledi.

ABD ve İsrail yapımı Heron ve Predatör tipi İHA’ların yirmi dört saat keşif yaptığı Medya Savunma Alanları’ndaki bu ilk saldırıyı 16 Aralık gecesi saat 01.00’de Kandil’den Zap’a kadar olan tüm gerilla alanlarında 50’nin üzerinde savaş uçağının katıldığı hava saldırısı izledi. İlk atışlarda Kandil alanında bir tepede bulunan 5 gerillanın yaşamını yitirdiği saldırıda en fazla zararı bölgede yaşayan köylüler gördü. Saldırılarda 2 sivil yaşamını yitirmiş köylülere ait çok sayıda arazi, ev ve bahçe zarar görmüştü.

Türk savaş uçaklarının Medya Savunma Alanları’na düzenlediği bombardımanla eş zamanlı olarak İran sınır hattına yakın gerilla bölgeleri İran ordusu tarafından bombalanmıştı. İran devleti, ''Türk devletiyle PKK’ye karşı her konuda ortak mücadeleye hazır olduklarını'' açıklamıştı.

KARA OPERASYONU DENEMESİ

Medya Savunma Alanları’nın büyük bir bölümünü kapsayan hava saldırısının ertesi günü (17 Aralık) bu kez Türk ordusu Xakurke’nin Geliye Reş bölgesinde özel askerlerden oluşan 500 kişilik bir birlikle tank, kobra helikopter ve savaş uçakları eşliğinde bir kara operasyonu düzenledi.

Topçu atışlarıyla güvenli bir koridor oluşturarak ilerlemek isteyen Türk ordusu 3 ayrı yerde gerillalarca vurulmuş, 8 asker öldürülmüş, 4 asker de yaralanmıştı. Nokta baskını tarzında gelişen operasyon, aldığı darbe sonucunda 19 Aralık günü sonuçsuz bir şekilde geri çekilmek zorunda kalmıştı.

Türk devletinin bu saldırıları nereye ve ne zamana kadar sürdüreceği konusunda oldukça yoğun tartışmalar yaşanıyordu. Türkiye’nin hem bölge, hem de uluslararası güçler tarafından kaygıyla izlenen saldırılarının sonucu kestirilmeye çalışılırken herkes tarafından ''baharla birlikte yapılması düşünülen operasyonun kapsamı'' tartışılıyordu.

Duran Kalkan, bu iki buçuk aylık süreyi askeri deyimle bir “yumuşatma hareketi” olarak adlandırıyor; bu saldırıları ''Zap operasyonuna gidişte gerillayı kendi kamplarında vuran, darbeleyen, rahatsız eden, taciz eden, dolayısıyla da dengesini, mevzilenmesini yıpratmaya, bozmaya götüren çabalar” olarak değerlendiriyordu.

Dönemin HPG Anakarargah Komutanı Bahoz Erdal da“hedefi baskı altında tutabilmek ve diğer yandan hazırlıklarını tamamlamaya çalışma” olarak adlandırıyordu.  

Erdal, ayrıca bu sürece denk gelen ve kışa doğru oldukça yükselen direniş hamlesine de dikkat çekiyordu: “AKP’nin uluslararası ve bölgesel güçlerle oluşturduğu bu imha konsepti karşısında hareketimiz de 2007 yılında hazırlıklar ardından büyük bir direnişe geçti. Siyasi, toplumsal ve askeri alanda Êdî Besê hamlesini başlattı. Tarihi bir direniş sergilendi. Bir yandan demokratik siyasi alanda, diğer yandan Türk ordusunun operasyon ve saldırıları karşısında gerilla güçlü bir direniş sergiledi. Bu direniş hamlesi 10’ncu ayda Şehit Adıl arkadaşın gerçekleştirdiği Gabar eylemiyle başladı ve Oramar eylemiyle de doruğa ulaştı. Yılsonuna gelindiğinde AKP hükümeti ve Türk ordusunun saldırıları bir düzeye gelmiş fakat onun karşısında da hareketimizin ve Kürdistan gerillasının büyük direnişi bu saldırılara bir darbe vurmuştu. Bir yere kadar etkisiz kılmıştı. Kışa bu şekilde girdik.”

DEVAM EDECEK…

ANF

Hiç yorum yok: