Engin Erkiner
Hükümete yabancı ülkelere yönelik askeri harekat iznini veren tezkere TBMM’den geçti.
Sorunların görüşmeler yoluyla çözümlenmesini isteyen çok kişi tezkereye ve savaşa karşı çıktı, bu amaçla gösteri yaptı.
Bunlar güzel gelişmelerdir ama...
Erdoğan ve AKP yine istediğini yaptı.
Gündemi değiştirdi, dikkati istediği noktaya çekti ve bu arada ana sorunu da perdeledi.
Öncelikle belirtmek gerek:
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik önemli bir işgal harekatına girmesi mümkün değildir.
Yapabileceği küçük sınır ötesi operasyonlar düzenlemek, topraklarına düşen top mermilerine karşı misillemede yapmak, Suriye’deki isyancıları desteklemek, MİT vasıtasıyla ülke içinde değişik faaliyetler göstermektir.
Bunları aylardan beri zaten yapmaktadır ve bunun için TBMM’den tezkereye ihtiyacı da yoktur.
Türkiye’nin aylardan beri yaptıklarının ötesinde Suriye’ye yönelik önemli bir askeri operasyona girmesi, ülkenin bir bölümünü işgale yönelmesi mümkün değildir.
Şu basit nedenle ki:
Suriye ile Rusya Federasyonu arasında saldırmazlık antlaşması vardır.
Rusya Federasyonu Tartus’ta büyük bir deniz üssüne sahiptir ve Suriye’nin şu veya bu oranda işgal edilmesine açık olarak karşıdır.
İran da aynı tutumda bulunmakla birlikte burada asıl önemli olan Rusya Federasyonu’dur.
Türkiye’nin Rusya ile askeri olarak boy ölçüşmesi mümkün olmadığına ve hükümet ve ordu da bunu iyi bildiğine göre; Meclis’ten geçen tezkereyi gereğinden fazla ciddiye almak, AKP ve MHP’nin ucuz kabadayılığına prim vermek olur.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Suriye’nin merkezinde bulunduğu 21. yüzyılın ilk dünya savaşına daha yakından bakalım.
21. YÜZYILIN İLK DÜNYA SAVAŞI
Dünya savaşı, küresel çapta etkinliği bulunan ülkelerin tamamının ya da önemli bir bölümünün bir savaşta karşı karşıya gelmeleri anlamına gelir.
Geçtiğimiz yüzyılın ortalarından başlayarak büyük güçler arasındaki savaş değişmiş, doğrudan savaşın yerini temsilciler aracılığıyla savaş almıştır.
Nükleer silahların insanlığı yok edebilecek gücü nedeniyle büyük güçlerin açıkça karşı karşıya gelmesini birbiriyle rakip olanlar bile istemiyor. Büyük güçler topyekün savaş yerine belirli bölgeyle sınırlı olarak temsilcileri vasıtasıyla savaş yürütüyor, bölgedeki etkinliklerini artırmaya çalışıyorlar.
Bu savaşın bilinen örneklerinden bir tanesi 1970’li yıllarda Angola’da MPLA ile UNITA arasındaki savaştır. Ülkede egemenlik için savaşan iki örgütten ilki SSCB, ikincisi ABD yanlısıydı.
Güney Afrika’nın o zamanki ırkçı yönetimi ülkeye asker göndererek UNITA’yı desteklerken, Küba da askerleriyle MPLA’yı destekliyordu.
ABD ve SSCB de yandaşlarına her türlü askeri malzemeyi veriyordu.
Suriye’de ise durum şöyledir:
Bir tarafta Esad yönetimini destekleyen Rusya Federasyonu, Çin ve İran bulunurken; diğer yanda ABD, Fransa, İngiltere, Suudi Arabistan ve Türkiye bulunuyor. (İki tarafta bulunanların sayısı çoğaltılabilir ancak bu kadarı yeterlidir.)
Suriye’de ordu ile isyancılar arasındaki savaşta aktif yer alanlardan bir tanesi İran ise, diğeri Türkiye’dir.
Türkiye’nin aktifliğinin önemli bir nedeni İran ile bölgesel güç olma yarışı ise, diğeri de Ortadoğu’nun yeniden belirlenen etkinlik haritasında olabildiğince büyük yer tutmaktır.
İran ise Suriye’nin ardından sıranın kendisine geleceği bilinciyle tutumunu belirliyor.
AKP’NİN KABADAYILIĞI
Bu tabloda normal olmayan şudur:
AKP, kendisini Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme yıllarında, örneğin 15.-16. yüzyıllarda olduğunu sandığından olsa gerek, güçler dengesini gücünün üzerinde zorluyor.
Erdoğan ecdadının değişik kıtalardaki savaşından, "Suriye’yi işgal edebileceklerinden" söz ediyor.
ABD ve NATO ise ihtiyatlı konuşuyorlar, itidal tavsiye ediyorlar ve AKP’ye “haydi saldır, arkandayız” demiyorlar.
Herkes hesabını yapıyor, gücünü rasyonel şekilde değerlendiriyor ve ona göre tutum alıyor.
ABD, Rusya Federasyonu ile doğrudan savaşa girmeyi kesinlikle düşünmüyor.
Rakibinin bölgesel etkinliğini olabildiğince geriletmeyi hedeflerken ihtiyatı da elden bırakmıyor.
ABD bile böyle hareket ederken AKP’nin resmen horozlanması komik oluyor.
MHP ile birlikte bu horozlanmayı içerde halka pazarlayabilirler, ama ülke dışında durumu biraz olsun analiz edebilen insanları sadece güldürüyorlar.
GÜNDEM NASIL SAPTIRILIR?
Erdoğan ve AKP’nin tezkere ile gündemi saptırmayı başardığını kabul etmek gerek.
Gerilla karşısında aylardan beri başarı gösteremeyen ordu, tezkere sayesinde yeniden cengaver kimliğine bürünmüştür.
Tezkere’nin amacı Suriye ile savaşmak değildir.
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olarak bugüne kadar yaptıklarından çok daha fazlasını yapabilmesi, açık işgale yönelmesi mümkün değildir.
Böyle bir yönelimi ABD bile desteklemez.
Savaşa karşı protestolar olmayan bir tehlikeye, Suriye ile savaşa karşı çıkmaya yöneltilmiş, bu arada asıl amaç gölgede kalmıştır.
O zaman tezkerenin asıl amacı nedir diye sorulabilir.
Tezkerenin asıl hedefi Suriye değil, Kürtlerdir.
Tezkerede askeri harekatın hedefi olacak “yabancı ülkeler”den söz ediliyor, özel olarak Suriye belirtilmiyor.
Bu ülkelerden bir tanesi Suriye’dir ve öteki ülkenin Irak olduğunu anlamamak ise mümkün değildir.
Yunanistan, Rusya Federasyonu ya da İran olamayacağına göre, başka hangi ülke olabilir?
Türkiye, ABD ile anlaşırsa Irak’a yönelik geniş kapsamlı askeri harekata girebilir.
Sınır ötesi operasyonlar, bombalamalar zaten sürekli olarak yapılmaktadır.
BATI KÜRDİSTAN’DA DURUM
Tezkerenin ikinci hedefi Batı Kürdistan’dır.
Türkiye bu bölgede özerkliği kabul etmeyeceğini açıklamıştır.
Batı Kürdistan’a müdahalenin iki yolu vardır:
Birincisi; tampon bölgedir.
Türkiye aylardan beri sınırın Suriye tarafında Kürtlerin bulunduğu alanın bir kısmını da kapsayan "tampon bölgenin gerekliliğini" savunuyor.
Tampon bölge demek, rejime karşı savaşan muhalif güçlerin bu bölgede yoğunlaşması, Esad güçlerinin giremediği bu alanı askeri olarak çıkış yapılan asıl alan olarak kullanmasıdır.
Çok parçalı Suriye muhalefeti de Kürtlerin özerkliğine karşıdır.
Muhalefet tampon bölgede yoğunlaştığında, bu alandaki Kürtlerin özerk örgütlenmesini de bastırmaya yönelecektir.
Türkiye’nin tampon bölgedeki hesabı budur.
İkincisi; savaşın pat durumundan çıkması ve bir tarafın belirgin olarak ağır basması durumunda, ağır basan tarafla Kürtlere karşı anlaşmaktır.
Bu taraf muhalefet olursa, Kürtlere saldırmaları kışkırtılacak ve destek olunacaktır.
Esad tarafı ağır basarsa, Türkiye’nin Kürtlere karşı Esad ile anlaşmaya yönelmesi uzak bir ihtimal değildir. Sonuçta böyle bir anlaşma iki tarafın da yararınadır.
TÜRKİYE’NİN BATI KÜRDİSTAN’DAKİ ROLÜ
Esad yönetimi yıllarca Kürtlerin önemli bir bölümünün vatandaşlık haklarını bile tanımamıştı.
Ülkedeki dışarıdan da desteklenen ayaklanma karşısında sıkışınca önce zorunlu olarak vatandaşlık haklarını tanıdı. Yetmedi, ordu birliklerinin Halep’e çekilmesi gerektiğinden ve ek cephe açmamak düşüncesiyle Kürtler Suriye ordusu tarafından önemli oranda hedef alınmadı.
Ortaya çıkan boşluğu değerlendiren Kürtler de değişik yerleşim birimlerinde yönetimi ele geçirdiler.
Bu durum geçicidir ve Batı Kürdistan’da Kürtlerin kendi silahlı güçlerini süratle oluşturmaktan başka güvencesi yoktur.
AKP kurmayları Batı Kürdistan’ın ortaya çıkmasında kendi rollerini gördükçe sinirden kendi kendilerini yiyorlardır.
Suriye’de merkezi yönetim önemli oranda zayıflamadan Batı Kürdistan’da özerklik ortaya çıkamazdı. Esad yönetiminin otoritesinin zayıflamasında Türkiye etkili olmuş ve hiç istenmeyen bir sonuç ortaya çıkmıştır.
Bu durum, AKP kurmaylarının dış politika konusunda ne kadar “uzman” olduklarını da gösteriyor.
Kürt sorununda olduğu gibi dış politikada da AKP’nin uzun vadeli planı yoktur. Büyük işlere heveslenmekte, bir takım alanlara dalışlar yapmakta, hüsrana uğrayınca da gündem değiştirerek kendini kamuoyuna başka türlü satmaya çalışmaktadır.
MİT’in yıllardan beri Suriye’de iyi örgütlü olduğu dikkate alınırsa, AKP’nin bu ülke hakkında bilgi eksiği bulunmadığı söylenebilir.
Eksik olan; bilginin değerlendirilmesi, bilginin değişik elemanlarının iç ilişkilerinin bulunması ve buradan hareket ederek belirli bir eylem yapıldığında bunun muhtemel sonuçlarının hesaplanmasıdır.
Ülke içinde kendinizi satmayı becermeniz, ülke dışında başarılı olmak anlamına gelmiyor.
Sonuçta savaşa karşı olan, barış isteyen herkesin daha dikkatli olması, AKP’nin adımlarını iyi değerlendirmesi, karartılmaya çalışılan gerçek hedefleri sergilemeye önem vermesi gerektiğini belirteceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder