4 Ekim 2012 Perşembe

Karayılan: Artık İmralı’da Görüşme Olmaz

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, görüşmelerin eskisi gibi yürütülmeyeceğine dikkat çekerek “görüşme olacaksa artık İmralı’da olmaz. Önderliğin sağlık-güvenlik-özgür hareket koşulları yaratılırsa görüşme olur. Kürt sorununu kalıcı biçimde çözmenin yolu budur” dedi. Karayılan, BDP’li parlamenterlerin tutuklanmasının da savaşı derinleştireceği uyarısında bulundu.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, son dönemdeki görüşme tartışmalarını, AKP’nin 4. Kongresi’ni, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ‘BDP’yle görüşmem’ beyanlarını, Kürdistan’da yürütülen özel savaş uygulamalarını ANF’ye değerlendirdi.

Oslo sürecine stratejik yaklaştık. . Kesinlikle silahları tümüyle devre dışı kılmaya dönük çok ciddi bir karar sahibiydik” diyen Karayılan süreci AKP’nin sonlandırdığını yineledi. Görüşmelerin eskisi gibi yürütülemeyeceğini söyleyen Murat Karayılan, “görüşme olacaksa artık İmralı’da olmaz” diyerek Kürt Halk Önderi Öcalan’ın sağlık-güvenlik-özgür hareket koşullarının yaratılmasını istedi.

Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın 'BDP’yle görüşmem' söylemlerine de, “Bu sorunun bileşenleri sorunu çözer. Ne PKK’siz ne İmralı’sız, ne de BDP’siz çözemezsiniz” şeklinde yanıt verdi.

Karayılan, Kürdistan’da Kürt kurumlarını pasivize etme yönünde özel savaş uygulamalarına da dikkat çekti. Sözkonusu uygulamaların adresi olarak da Gülen Cemaati ve Fethullah Gülen’i işaret etti. Karayılan ANF’nin sorularını yanıtladı.

Son dönemlerde görüşme tartışmaları var. Mehmet Öcalan İmralı’ya gitti görüştü, ancak AKP bunu çok farklı bir şekilde yansıtıyor. Nedir yaşananlar, kamuoyunun bu görüşmeden ne anlaması gerekiyor?


Önder Apo üzerinde dünyada eşi benzeri olmayan bir tecrit sistemi, psikolojik baskı ve işkence sistemi var. Bununla birlikte son dönemde çeşitli dedikodular yaydırıldı. Bunun üzerine bir aile görüşmesi yapılmış oldu. Bu görüşme tecridin kaldırıldığı ya da aşıldığı anlamına gelmiyor. Her tutuklunun ya da hükümlünün yasal, doğal ve evrensel hakkıdır ailesiyle ya da avukatlarıyla görüşmesi. Ama tabii Önderliğimiz için bu yasaklanmıştır. Sanırım çeşitli istekler, baskılar sonucu kardeşiyle bir kere görüşmesi sağlanmış, o kadar.

Şimdi bundan hareketle adeta bir hamle yapılmak istendiği anlaşıldı. AKP'nin Kürt sorunu konusunda çözüme dönük hiçbir kararları olmamasına rağmen, yani sorunun çözümünün zihinsel altyapısı bulunmamasına rağmen sanki 'yeni bir süreci başlatacaklarmış' izlenimi yaratılmak isteniyor. Bu, AKP’nin, Tayyip Erdoğan’ın öteden beri sıkça başvurduğu bir taktik. Kamuoyuna 'ümit verme' şeklindeki bir taktik. Bununla birlikte ‘gerekirse İmralı’yla görüşürüz, Oslo görüşmesi de olabilir’ şeklindeki ifadeler aslında çok eklektik, altı boş, herhangi bir doğrultu içermeyen ifadeler.

Yani Türkiye devleti böyle bir karar almışsa, Kürt sorununu çözme kararındaysa o zaman projesini ortaya koyar. Kürt sorununun muhatapları, bileşenleri bellidir. Bir taraftan yasal Kürt siyasetini temsil eden 'BDP ile oturmam, onlarla görüşmem, bir arada yürüyemeyiz' diyeceksin; öbür taraftan 'PKK ile Oslo’da görüşürüm' şeklinde sözler söyleyeceksin. Bu bir çelişki değil mi? Gerilla ile merhabalaşan parlamenterin dokunulmazlığını kaldıracaksın, içeri atacaksın; gerillayla da 'uzlaşacağım' diyeceksin! Bunun samimiyeti nerede? Açık ki bu bir taktik, hamlesel bir çıkıştır.

‘OSLO SÜRECİNE STRATEJİK YAKLAŞTIK’

Başbakan Tayyip Erdoğan görüşmeyi biz bitirdik diye de itiraf ediyor…

Biz birçok kez sürecin nasıl geliştiğini ortaya koyduk. Oslo görüşmelerinde samimi davrandık. Sonuna kadar ısrarcı olduk. Bu sorunu artık köklü bir çözüme kavuşturmak istedik. Kesinlikle silahları tümüyle devre dışı kılmaya dönük çok ciddi bir karar sahibiydik. Stratejik yaklaştık. Önderliğimizin hareketimizin yaklaşımı buydu. Ancak Türk tarafı bu görüşmeleri anlamsız bir şekilde sonlandırarak topyekun savaş ilan etti. Şimdi güvenlik politikaları diyorlar. Güvenlik politikası ne demek? Savaş ilanı, savaşla ortadan kaldırma tutumu, kararı demektir. Yani Tayyip Erdoğan bu kararı aldı. Seçimleri kazandı. Yüzde 50’den fazla oyla iktidara geldi. İşi bitti. Adeta kendini kaybedercesine bu kez ‘siz kim oluyorsunuz ben sizi ezerim’ dedi. İşte o zaman AKP’ye yakın çeşitli yazarçizerler Sri Lanka-Tamil örneğini verdiler. Yani bizi şiddetle ortadan kaldırma kararı alındı. Şimdi diyelim bu kararı değiştirmişse, ki değiştirmek zorundadır. Çünkü şiddetle bizi yok edemezler, tersine onlar kaybeder. Bu kesin ve nettir. Bizim bu konuda hiçbir kuşkumuz yoktur. Halkımız da bunu görecek, kamuoyu da görecek. Yani silah zoruyla şiddet yöntemiyle 'PKK’yi gerileteceğiz, Kürt toplumunu sindireceğiz, bastıracağız' teorileri boşunadır, tutmaz. 30 yıldır nasıl tutmadıysa bundan sonra hiç tutmaz. Çünkü bizim de dayandığımız bir alt yapı var. Tecrübe ve birikim var. En önemlisi halk desteği var. Konjonkturel duruma bağlıyorlar. Onla da bir alakası yok. AKP Hükümeti protokolleri cevapsız bırakmasaydı ve savaş kararı almasaydı, istediği kadar bölgede farklı gelişmeler yaşanmış olsun kararımız değişmezdi. Bazıları öyle yansıtıyor ki bölgedeki konjonkturel durum bize bazı şeyler vaat etmiş de, bundan yararlanmak için biz savaşmak istemişiz! Öyle değil. Başbakan zaten mülakatlarında kendisi itiraf etti. ‘Baktık iletişimde samimiyetsizlik var sona erdirdik” dedi. Onunla da neyi kastediyorsa, hâlbuki biz aynısını savunuyoruz. Devlette samimiyet yok. Devlet bizimle görüşmeleri yürütüyor fakat çözüm zihniyeti yoktur, çözüm kararı yoktur, çözüme dönük hiçbir pratik adım atmıyor diyoruz. Duvar gibi bir devletle karşılaşmış olduk. Şimdi görüşmeler kiminle olursa olsun, aynı zihniyetle olacaksa sonuçsuz kalır. Bu açıdan eskinin tekrarı olmaz. Yine eski zihniyetle, çözüm projesi olmadan, herhangi bir perspektife ulaşılmadan diyalog yapacağız görüşeceğiz demenin hiçbir anlamı yoktur.

‘ARTIK PARALEL İKİ GÖRÜŞME OLMAZ’

Şunu söylüyoruz: Kürt sorununda silahla değil siyasetle çözüm kararı alınmışsa o zaman bunun yolu bellidir. Bunun yolu diyalogdur. Biz PKK olarak Kürt tarafı olarak diyaloga açığız. Görüşmeye de açığız. Hatta ilk görüşmeleri biz de yapabiliriz. Ama esas olarak bizler yani mevcut mücadeleyi yürüten Kürt dinamikleri, gerek yasal siyasal alanda olsun, gerek gerilla kırsal alanda olsun bu mücadeleyi yürüten tüm bileşenler tek muhatap güç olarak Önder Apo’yu görüyor. Bu kesin, nettir. Önder Apo öteden beri söylediğimiz gibi muhataptır. Ancak eskisi gibi paralel iki görüşme olmaz. Eskiden şöyleydi: Bir İmralı görüşmesi oluyordu, aynı heyet gelip bir de Oslo’da görüşme yapıyordu. O mektup meselesi de oradan çıktı. Önderlik o görüştüğü görüşmenin sonuçlarını bir mektuba yazar, o heyet gelir mektubu bizim heyete verir. Yani Oslo, İmralı görüşmelerinin bir devamı olarak yürütülüyordu. Şimdi bu biçimde görüşmelerin başarıya gitmeyeceği anlaşılmıştır. Yani iki şeyin değişmesi lazım: Bir, devletin bir çözüm projesi olması gerekiyor. İki, aynı sistemle olmaz! Eğer görüşme yoluyla başarı sağlanmak isteniyorsa muhatabın -ki Önderliktir bu- koşullarının değişmesi gerekiyor. Anlaşılıyor ki görüşme olacaksa artık İmralı’da olmaz. Önderlik kendisi koymuştur: Sağlık-güvenlik-özgür hareket etme koşullarının yaratılması lazım. Devlet bunları yaratırsa, Önderlik görüşür. Diyalog yöntemiyle sorunun köklü bir biçimde çözümü imkân dâhiline girer. Eğer gerçekten Türkiye devleti Kürt sorununu kalıcı bir biçimde çözmek istiyorsa yolu budur.

‘ÇÖZÜM İSTİYORSANIZ BU HALKIN ÖNDERLİĞİNİ TANIYACAKSINIZ’


Başbakan bir taraftan ‘gerekirse İmralı’yla görüşürüz’ diyor, diğer taraftan da ‘Öcalan’a ev hapsi olamaz’ diyor. 'Şehit ailelerinin yüzüne nasıl bakacağım' diyor. Bu olacak şey mi? Siz Türkiye toplumunu o asker ailelerini manipülasyonla, yalan yanlış bilgilerle şartlandırmışsınız. Geçmişte tüm isyan önderlerini idam ettiniz. Ama Kürtler boyun eğmedi, mücadelesini sürdürdü. Belki bir 5 yıl on yıl bastırıldı katliamlar ve soykırımlarla, ama bugün Kürt toplumu bilinçlendi. Çağdaş bir düşünce sistemiyle Önderliksel bir gerçekleşmeyi yaşıyor. Ve Önderliğiyle karşınızda duruyor. Ne bebek katili? Bebek katili kimdir herkes biliyor. Biz Laç deresi Katliamı’nı mı unuttuk. Zilan deresini mi unuttuk, kim kimi katliamla suçluyor. Biraz vicdana gelelim, gerçekçi olalım. Topluma yalan empoze ediyorlar. PKK sizin bu topraklarda uyguladığınız katliamların sonucu olarak ortaya çıkmış bir özgürlük hareketidir. Topluma gerçekleri yansıtırsak sorun kalmaz. Türk devleti, hükümeti kendi toplumuna doğru izahat yaparsa kimsenin tepki göstereceğini sanmıyorum. Zaten şimdi de yapılan anketlerde toplumun yarısı görüşme yoluyla çözülsün diyormuş, yarısı da karşıymış. Demek ki medya doğru yayın yaparsa, belli başlı liderler doğru konuşurlarsa Anadolu halkı gerçeği kabul edecek vaziyettedir. Hangi sıradan köylümüz, Türkiye köylüsü kendi dilinin, tarihinin yasaklanmasını ister. Kimse istemez. Kürt halkına yapılan zulmü yapılan soykırımı hiçbir vicdan sahibi insan kabul etmez. Sen onlara “aynı şey gelip sana uygulansa kabul eder misin” diye sorsan yok der. Devletin kayıtlarında da ifade edildiği gibi, '29. İsyandır bunu bastıracağız' dediler. Bunu 20 yıl önce söylediler ama günümüze kadar bastırılmadığı ortada. Bir halk var, Kürt Halk Önderliği var. Eğer siz Kürt halkıyla barışı bir arada kalıcı çözüme ulaşarak yaşamak istiyorsanız siz bu Önderliği kabul etmek zorundasınız. Etmezseniz biz savaşırız, Kürt halkı savaşır.
Devletin akıllardan silinemeyecek düzeyde vahşi baskıları yaşanmıştır bu ülkede. Şimdi de çeşitli biçimlerde bu baskı devam ediyor. Belli kesimleri sindirilmiş olabilir ama önemli bir kesimi bugün direniyor. Bu kitleye ne diyeceksiniz. Ve biz bu kitleden güç alıyoruz direniyoruz işte. Bir gücüz, bir gerçeğiz, bir halkız. Bazıları diyor ki; 'PKK Kürt halkının tümünü temsil etmiyor'. Bazı işbirlikçi kesimler 'bizim adımıza konuşamazsınız' diyor. Biz Kürt halkı adına yola çıkmışız, kendi kitlemiz adına konuşuyoruz. Yeryüzündeki bütün ulusal kurtuluş hareketleri yüzde yüz tüm toplumu temsil etmiş değildir zaten. Çünkü sömürgeciliğin baskısı vardır, şiddeti vardır korkan sinenler olabilir. Çeşitli baskılarla işbirlikçi kesimler de olabiliyor. Bu her yerde olmuştur. Kürdistan’da da vardır. Ama biz iyi biliyoruz ki halkımızın ezici çoğunluğu özgürlüğünü istiyor. Büyük çoğunluğu anadiliyle eğitim hakkını istiyor, kendi kendini yönetmek istiyor. Bu zulme, soykırım politikalarına yeter artık diyor. Bu biçimde büyük bir halk kitlesi var karşınızda. Eğer siz bu kitleyle barışmak, bir arada yaşamak istiyorsanız onun Önderliğine de doğru yaklaşmanız gerekiyor. Bu biçimde ancak kalıcı çözüme gitme koşulları oluşur.

‘BU SORUN TAKTİKLERLE ÇÖZÜLMEZ’

AKP kongresini yaptı. Kongrede 2023, 2071 tarihlerini verdi. AKP kongresinde ortaya çıkan tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz. Kongrenin Kürt sorunuyla ilgili verdiği mesajlar sizce nedir?

Türkiye’de bazı yazarçizer çevresi hep “AKP, Kürt sorununun çözümüne ilişkin bazı iyi adımlar attı, iyileştirmelerde bulundu” der. AKP’nin iktidara gelişinin üzerinden 10 yıl geçti. Kürt sorunu zaten 90’larda çözüm aşamasına gelmişti. Sonrasında Önderliğimizin İmralı’da yaptığı açılım çözüm zeminini olgunlaştırdı. AKP geldi, bunun üzerine oturdu ve çözmedi. Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımı Kürt sorununu basitleştiriyor. Hâlbuki Kürt sorunu Türkiye’nin en temel sorunudur. Cumhuriyet kurulurken Kürt-Türk birlikteliği temelinde kurulmuştur. Kürtler temel bir unsurdur, kurucu unsurdur. Ama Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra o zamanki konjonkturel koşulların da belki dayatmasıyla sırt dönülmüştür Kürtlere. Önceden dost saydıkları, birlikte mücadele ettikleri insanlar idam edilmiştir. Sorguya çekilmiştir, bastırılmıştır. İhanete uğramış bir halk yani Kürt halkı. Cumhuriyet yönetimi göçertmeyle, Mecburi İskân kanunlarıyla, Şark Islahat planlarıyla Kürt halkını bitireceğini, tüketeceğini, asimile edeceğini sandı. Dersim Katliamı, Zilan Katliamı niçin oldu? Palu, Genç, Hani Katliamları niçin oldu, Mutki, Sason Katliamı niçin oldu? Kürt toplumunu Türkleştirmek için oldu. Bunu başaramadılar. Gelinen noktada başarılamayan bir şeyde ısrar etmek anlamsızdır. Çatışma yaratır, savaş yaratır.

Tayyip Erdoğan 2023 hedefi koyuyor. 2023 hedefinde Kürt sorununun çözümü var mı, yok! Nasıl müreffeh bir Türkiye yaratacak? Bu sorun artık bu biçimde, bu tarzda, bu taktiklerle çözülemez. Siz sürgün etmişsiniz, bastırmışsınız, tutuklamışsınız katliamdan geçirmişsiniz ona rağmen Türkleşmemiş. Bu halk bugün kendi kültürüne, diline, gerçeğine mücadeleyle, bedel ödeyerek sahip çıkan bir durumdadır. Bu gerçeğin görülmesi gerekiyor. Şimdi taktiksel şeylerle çözeceğini sanmak ne kadar doğru. Tayyip Erdoğan’ın yaptığı budur. Kongre öncesi umut yarattı, ' yeni açılımlar olacak, görüşmeler olabilir' dedi. Herkes sandı ki bu kongrede Kürt sorununun çözümü için geniş bir açılım yapacak. Bir perspektif ortaya koyacak. Böyle bir şey çıkmadı. Bazıları 'es geçti' diyor. Es geçmedi aslında. Kongrede bizim tabanımıza seslendi. 'Artık yeter deyin, PKK’ye başkaldırın' dedi. 'Tasfiye edelim' dedi. Tasfiye çağrısı yaptı. Hani çözüm, hani görüşme olacaktı? Düşünce sistemi demek ki budur.

‘EN DOĞAL HAKLARI AZ AZ VERECEĞİM DİYOR’

Kongre öncesi biz KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı olarak Başbakan’ın açıklamalarına yazılı bir cevap verdik. Onun doğruluğu ortaya çıktı. Yani Tayyip Erdoğan taktik yapıyor, taktiksel bir hamle geliştiriyor. Aslında oyalamadır, çözüm zihniyeti amacı yoktur. Çözüm olsa o zaman kendi konuşmasında buna yer verir. Bunun çerçevesini çizer. Çünkü bu Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel sorunudur.

Başbakan 2023 diyor, 2071 diyor. Böyle uzun vadeli bir hedef koyuyor, peki bu nasıl bir Türkiye olacak? Ortada temel toplumsal bir sorun var, bunu nasıl çözeceksin bunu açıklaman gerekmez mi? Yazılı bir belge sunmuşlar. Orada bazı ifadeler yer alıyor. Bu tür şeyler Kürt sorununun çözümünü provoke etme tutumudur. Kürt halkı anadilde eğitim hakkı istiyor, Kürt halkı tüm ülkelerde farklı diller nasıl bir arada yaşıyorsa, öyle bir statü istiyor. Böyle bir statüyü tanıyacağına onu boşa çıkaracak birtakım şeyler ortaya atıyor. Neymiş seçmeli ders, savunma hakkı verecekmiş mahkemelerde. Bu halkın doğal hakları vardır. Niye onları az az vereceğim diyorsun. Ne zaman vereceği de belli değil. Eğer yakın gelecekte bunu düşünüyorsa niye konuşmasında buna yer vermedi. O belgede bir iki cümle ile bir iki maddeyle yer verilmiş. Buna kim inanacak? Ne zaman, nasıl olacak, ortada cayır cayır bir savaş var. Bunu nasıl durduracaksın; girişimin, projen nedir? Bir kere 90 yıllık bir sorun var. Daha öncesi de var ama Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kesintisiz devam eden bir sorundur. Daha ciddi daha samimi bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu şekilde taktiksel yaklaşımlarla, Kürt tarafını sürekli zayıflatmanın hamlesel çıkışlarıyla bu sorun çözülmez.
BDP SİLAHLARIN BIRAKILMASI KONUSUNDA MUHATAP DEĞİL


Örneğin, Meclis açılıyor, bir AKP’li parlamenter BDP’ye yükleniyor. Ne kadar vicdansızlar. BDP diye bir şey kalmadı ki! Bütün il başkanlarını, parti meclis üyelerini, sempatizanlarını, üyelerini, 8 bin kişiyi içeri atmışlar. Geriye parlamenterler kalmış sadece. Kaldı ki 7 parlamenter de içeride. Şimdi dışarıdaki parlamenterlerin de dokunulmazlıklarını kaldırıp içeri atmanın yolunu arıyorlar. Tutuklayamadığınız bir parlamenterler kalmıştı şimdi onları da tutuklayacaksınız. Başka ne kaldı. Siz Kürt siyasetine soykırımı dayatıyorsunuz. Birkaç kişi kalmış, size teslim olmadıkları için onlara da saldırıyorsunuz, yapılan bu. Hani vicdan, empati duygusu nerde?

İkide bir, 'BDP neyi yapmış neyi yapmamış' diyorlar. Bir kere BDP silahlı güç değil, yasal bir parti. Kürt tarafının bir bileşeni, siyasal bir bileşenidir. BDP, PKK’ye öneriler yapabilir, görüş sunabilir. Şimdi siz diyorsunuz ki ille de diğer Kürt bileşeni olan silahlı güçlere karşı açıklama yapsın. Silahların bırakılması konusunda kendisini muhatap yapsın!

Nasıl yapsın? BDP silah bırakma konusunda karar verecek bir yapılanma, örgüt, organizasyon değil ki. BDP Türkiye’nin yasalarına göre kurulmuş, demokratik yasal bir partidir. Ama Kürt sorununda bir bileşendir. Kürtleri birbirine kırdırtma taktiği, sömürgeci egemenlik anlayışı halen hâkimdir. Daha önce ‘BDP ile görüşürüz, PKK ile görüşmeyiz’ diyorlardı. Şimdi tam tersini söylüyorlar.


‘NE İMRALI, NE PKK, NE BDP OLMADAN SORUNU ÇÖZEMEZSİNİZ’


BDP olmadan bu sorun çözülmez. Bu sorunun bütün bileşenleri sorunu çözer. Siz ne PKK’siz çözebilirsiniz, ne İmralısız, ne de BDP’siz çözebilirsiniz. Çünkü bunlar bu sorunun bileşenleridir. Ama herkesin yer aldığı bir kulvar var, herkesin bir misyonu var. Kürtlerin yasal siyaseti de var, silahlı mücadelesi de var. BDP için ‘iradesi yok, karar veremiyor, Kandil’e bağlı’ diyorlar. Bana göre mevcut durumda Türkiye’nin en demokratik partisi BDP’dir, Emek ve özgürlük bloğudur. BDP organları bir sorun olduğunda oturur tartışır, karar verirler. Demokratik bir şey. Bizim için de hep ‘Stalinist bir örgüttür’ derler. Ama biz bir kararı almak için onca toplantı yaparız. Örneğin benim bir karar almam için 4-5 toplantı yapmam, herkesin görüşünü onayını almam lazım. Hiçbir kararı ben tek veremem, vermem de. Sistemimizde tartışma kültürü var. Neden kongrelerimiz bir hafta sürer. Çünkü herkes görüş belirtiyor, tartışıyor. Bir de AKP kongresini gördük; tek adam örgütü! Bir kişi, konuşmayı kendisi yapıyor, kararı kendisi veriyor. Merkez Yürütme Kurulu’nu kendisini belirliyor. Seçimi kendisi yapıyor. Öbürleri sadece oyluyor, onaylıyor yani.

Hüseyin Çelik diyor bu çok demokratik…


Bunun neresi demokratik. Hüsnü Mübarek’in de partisi vardı o da seçime giriyordu. Cumhuriyet’in kuruluşunda tek parti dönemi vardı, Atatürk de aynı şeyi yapmıyor muydu? O demokratik miydi? Şimdi çokça eleştirdikleri Beşar Esad yapmıyor mu? Yani AKP siyaseti tek adam siyasetidir. Giderek bir tiranlığa dönüşüyor. Kimsenin konuşma gücü bile yoktur. Siz kendi içinizde konuşma, tartışma gücünü bile göstermiyorsunuz, her gün tartışan BDP’ye saldırıyorsunuz. Neymiş onlar demokratik değilmiş, dışarıya bağlıymış! BDP kendi kararlarını alır, ama Kürt bileşenleri birbirini gözetir. Biz hiçbir zaman BDP’ye şu kararı al diye talimat vermiş değiliz, onlar da bize veremez. Ama biz onları gözetiyoruz, onlar da bizi gözetiyor, herkes Önder Apo’yu gözetiyor. Kürtler artık bir siyaset geleneğine sahipler. Bu anlamda bir güçtürler. Siz bu siyaseti, gücü artık öyle geriletemezsiniz. Bir kere Tayyip Erdoğan’ın Kürtleri birbirine kırdırtarak zayıflatma taktiğinden vazgeçmesi lazım. Güney’i Kuzey’le, Kuzey’i kendi içinde tartışarak zayıflatacağım demek klasik bir sömürgeci taktiktir. Kimse bunu yutmaz artık. Eğer siz sorunu çözecekseniz, sorunun bileşenleri var, herkesin bu çözüm sürecinde oynayacağı bir rol var. Muhatap bellidir, oturup tartışılır bir çözüm perspektifi ortaya çıkarılır. Biz buna varız. Ama çeşitli taktiklerle oyalama, kamuoyunda ümit yaratıp Kürt kitlesinin mücadele gücünü zayıflatma, psikolojik savaş çerçevesinde taktiksel hamlelere de kimse prim vermez artık.

Tam bu noktada AKP’nin bu kongresinden sonra önümüzdeki dönem demokrasi güçlerinin, Kürt halkının AKP politikalarına karşı tutumu ne olmalı?


Türkiye’de barıştan demokrasiden yana olan tüm kesimlerin bu dönemde rol oynamaları çok önemli. Çünkü belli ki AKP savaşa devam edecek. Çeşitli siyasi diplomatik hamlelerle de Kürt siyasetini zayıflatma taktiğini esas alacak. Kimse buna aldanmamalı, bu oyuna gelmemeli. AKP savaşı durdurma kararı almış değil. Sınır ötesi tezkereyi de yine onaylayacaklar. Belli ki özgürlük hareketini zayıflatmak daraltmak için çeşitli taktiklerle bir yönelim olacak. Siyasi diplomatik ve askeri çeşitli yönelimlerle sonuç almaya çalışacaklar. O açıdan bu tür tartışmalar gelişiyor. Özü yoktur, içi boştur. Bir oyalama taktiğidir. Barıştan yana olan demokratik tüm kesimler, hümaniter çevreler bu tutuma karşı çıkmalı. Çünkü bu tutum ikiyüzlü bir tutumdur. Çünkü bu tutumda çözüm yoktur. Çünkü bu tutumda savaş vardır. Kimse buna aldanmaz ve direnir tabii. Biz direneceğiz. Daha samimi, daha gerçekçi, projeye dayalı adımlara ihtiyaç vardır. Böyle teğet geçip birkaç lafla işi götüreceğini sanıp ardından farklı yollarla Kürt Özgürlük Hareketi’ni zayıflatma hamleleri geliştirmek eskinin yok edici imha edici siyasetinin devamıdır.

90’LARI AŞAN BİR SAVAŞ SÜRECİ VAR


Sıkça 90’lara mı dönüyoruz deniliyor. 1990’lı yılları çok aşan bir süreç, bir savaş var. Şimdi her gün Şırnak’ta, Hakkâri’de, Bingölde, Dersim’de savaş yok mu? Her tarafta savaş var, AKP gidiyor şatafatlı bir kongre yapıyor. Bir kere bu ülke savaştadır, sen buna hangi cevabı veriyorsun. Senin projen nedir. Ülke bir taraftan yanıyor, bu ülkenin çocukları ölüyor. Tayyip Erdoğan kendi geleceğinin hesabını yapıyor. Bu kongre zaten Cumhurbaşkanlığının zeminini hazırlama kongresine döndü. Bu kongre neyin mesajını verdi; ben varım devam ediyorum ama farklı unvanlarla, Tayyip Erdoğan bu mesajı verdi. Yani tamamen bireye endeksli, kendi geleceğini belirleme doğrultusunda bir yapılanma söz konusu. Öbür yandan da ülke savaş içinde. Herkes bu konuda bir şeyler söylemesini beklerken oralı olmadı. Tersine Kürtlere artık yeter deyin dedi. Biz Edi Besê, artık yeter diyoruz. Yeter bu zulme, yeter bu baskıya diyoruz. Bizim söylemimizi kalkıp kendisi kullandı. Bütün aydınlar, dürüst, vicdan sahibi demokratik çevreler AKP’nin bu ikiyüzlü, çifte standartlı, samimi olmayan, dürüst olmayan, gayri ciddi yaklaşan tutumuna karşı tavır almalıdır. Şu aşamada çatışmaların daha fazla tırmanmasının önüne böyle geçilebilir. Bu ikiyüzlü yaklaşımın önüne geçmek gerekiyor. Çünkü bu siyaset çok büyük tahribatlar yaratıyor. Birkaç Kürdü yanına alıyor, bir iki zayıf tipi buluyor onlarla işi yürüteceğini sanıyor. 35 katrilyon yatırım yaptığını iddia ediyor. Bu ekonomik bir sorun değil ki, bu bir ulusal sorundur. Bir dil sorunu, kültür sorunu, bir halkın varlık sorunudur. Bizim varlığımız tehlikededir. Ve varlığımız üzerindeki tehlike de kalkmış değildir.

Bu konuda barıştan yana olan tüm kesimlere çağrı yapıyorum. Bu tutuma karşı tavır alınmalı. Görülüyor ki bu tutum olduğu müddetçe herhangi bir biçimde bir yumuşamanın, barışın gelişmesi mümkün değil. Gerçeği doğru görmek önemlidir. Kimsenin duygusal yaklaşıp da iyimser fotoğraflar çizmesine gerek yok diye düşünüyorum. İyimser olmak gerekiyor ama gerçekçi olmak zorundayız. Bu zihniyet savaş zihniyetidir. Bu zihniyet aldatma taktikleriyle üstesinden gelme zihniyetidir.

SİLVAN’I AKP BÜYÜTTÜ GEREKÇE YAPTI


İkinci bir Silvan olayıyla süreç sabote edilebilir mi şeklinde söylemler var buna ne diyorsunuz?


Bu tamamıyla bir özel savaş söylemi. AKP liderleri 'görüşme olabilir’ dedi diye savaş mı durdu? Ateşkes mi oldu ki İkinci Silvan olsun. Her tarafta savaş var. Aslında Silvan olay yapıldı. Mesele neydi; AKP o dönem seçim taktikleri nedeniyle bizlerle diyalogu sürdürdü, ateşkeslerin sağlanmasını böylece gerçekleştirdi. İşi bittikten sonra ayağını masaya vurdu. Gerekçe arıyordu. İki gerekçe ortaya çıktı aynı günde. Tesadüfen aynı günde oldu. Kürt siyaseti özerklik ilan etti. Aynı gün Silvan eylemi oldu. Aslında eylem değil çatışmaydı. Şimdi eğer Erdoğan ‘Kürt siyaseti, DTK Kongresi toplandı, özerklik ilan etti. Onun için ben bu süreci sona erdiriyorum’ deseydi, daha fazla eleştiri alırdı. Silvan olayını büyüttü, hâlbuki ondan önce de benzer olaylar vardı. Silvan olayını gerekçe yapıp o süreci bozdu.

Çünkü kararı vardı, şiddetle yok etme kararı vardı. Kaldı ki bunu kendisi de söyledi en son diyaloglarında. Şimdi deniyor ki 'İkinci Silvan olur mu?' O zamanki gibi bir ateşkes, diyalog süreci yok ki ortada. Şu anda savaş devam ediyor. Saldırıya geçtiler, bugün itibariyle Şemdinli’de operasyon var, Çukurca’da operasyon var. Her gün Silvanlık olaylar yaşanıyor, yaşanabilir. Ama bunu da manipüle ediyorlar. Savaşın ağır tahribatlarını mümkün olduğu kadar topluma yansıtmama taktiğini bir biçimde yürütüyorlar. Basına ‘PKK’nin yararlanmaması için görmeyin, göstermeyin, görmezden gelin’ diyorlar. PKK yeni bir örgüt değil ki, bu propagandalara ihtiyaç duysun. PKK çözüm sürecinde bir hareket. Büyük bir hareket. PKK kendisini yansıtabilir. Mesele şudur, bu savaşın tahribatını kamuoyundan Türkiye halkından gizlemektir. Her gün o kadar cenaze gidiyor. Ve bunların onda birini gösteriyorlar. Öbürlerini ailelerine gizli teslim ediyorlar. Biliyoruz, mesela bazı yerlerde büyük çatışmalar oluyor. Onlarca kayıp oluyor. Gizleniyor. Fazla kayıp oluyor diye sevinmek durumunda değiliz. Ben şunu söylüyorum, bu savaşın yarattığı büyük tahribatlar vardır. Zaiyat vardır, AKP bunu manipüle ediyor, bunu göstermiyor. Ve başbakan bunu açıkça da söylüyor. PKK’ye propaganda olur diyor. Aslında kendi kararının yarattığı tahribatlar açığa çıkmasın diye bunu söylüyor. Çünkü bu süreç tümüyle AKP’nin kararı temelinde gelişmiştir. Bu süreci biz bozmuş değiliz. Bu süreci onlar geliştirmişlerdir. Bunun üzerine bu savaş oluyor.

SAVAŞI BİZ DÜŞÜNMEDİK, BARIŞ İÇİN SAMİMİYDİK

İmralı’da, Oslo’da o kadar görüşmeden sonra savaşı biz düşünmedik. Bazıları 'hazırlıklıydılar' diyor. Elbette ki her ihtimali gözettik. Bizim de bir tecrübemiz var. Görüşme sürecinde bizi ikna edecek bir samimiyet göremedik. Onun için temkinli yaklaştık. Olası tehlikeli durumları düşünerek hazırlık yapmadık değil. Ama biz hiçbir zaman savaşı geliştirme yanlısı değildik. Kesinlikle barış için sonuna kadar samimiydik. Başbakan’ın 'iletişimde samimiyetsizlik vardı' dediği tam tersidir. Kendisinde samimiyetsizlik vardı. Bu kesin, net, tarihsel bir gerçekliktir.

Avrupa’da Kürdistanlıların birçok kampanyası var. Ama tutuklamalar devam ediyor, savaş şiddetli birşekilde devam ediyor. Kürt medyasına karşı baskılar var bu konuda neler söyleyeceksiniz?


Bize karşı topyekun savaş derken bu savaş sadece silahlı güçler tarafından yürütülmüyor. Yani sadece ordu, polis yürütmüyor. Her biçimde bastırma, ezme, sindirme tarzında kapsamlı bir yönelim durumu söz konusudur. Tutuklama furyası, soykırım operasyonları bir savaştır. Kürt siyasetine karşı bir savaştır. Zaten savaşı sadece silahların sıkılması olarak gösterip de, “bu dursun benim diğer alanlardaki savaşım sürecek” şeklindeki oyuna da gelmeyiz. Bu bir savaş tabii ki. 8 bin Kürt siyasetçisi içeride. Bir de parlamenterleri içeri atacağız diyorlar.

PARLAMENTERLERİN TUTUKLANMASI SAVAŞI DERİNLEŞTİRİR

Parlamenterlerin de içeri atılması ne demektir? Kürt halkına karşı sürdürülen savaşın derinleştirilmesi, yaygınlaştırılması, kapsamlılaştırılması demektir. Hem parlamenterleri içeri at, hem de 'PKK ile diyalog kurup ateşkes, uzlaşma yapacağım' de! Böyle bir şey olamaz. PKK bu halkın temsilcisidir. HPG, bu halkın savunma gücüdür. Bu kadar insan tutuklanırken, bu kadar saldırı ve baskı Kürt gençliğine, Kürt kadınına, Kürt emekçilerine dayatılırken savunma güçleri buna tavırsız kalamaz. Kürtler de varlığını korumak için direnir. Dolayısıyla savaş ideolojik, siyasi, kültürel, diplomatik, ekonomik ve silahlı olarak sürdürülüyor. Toplumumuz bunun karşısında tabii ki uyanık olmalı, donanımlı olmalıdır. Kamuoyu da şunu bilmeli; bize karşı yürütülen savaş sadece silahla değil her biçimde yürütülüyor. Tüm devlet imkânları ortaya konuluyor. Avrupa‘da da bize karşı çeşitli saldırıların gelişmesini sağlamak için tüm siyasetini ortaya koyuyor Erdoğan. Davutoğlu’nun tüm çabası her bir ülkede bize karşı karar çıkartmaktır. Kürtlerin basın yayın organları hedefleniyor. Yasal dernek faaliyetleri hedefleniyor. Kürtlerin varlığı hedefleniyor esasında. Mesele budur. Gerek yurtdışında gerek yurtiçinde Kürt halkının da vereceği cevaplar vardır. Direnmesi gerekiyor.

GÜLEN CEMAATİ BOZGUNCULUK YAPIYOR

Bir noktaya dikkat çekeyim; Kürdistan’da çok yoğun bir psikolojik savaş eşliğinde bir de polisiye faaliyet vardır. Polisiye faaliyetleriyle Kürt demokratik kurumlarını, toplumsal örgütlenmelerini boşa alma, pasivize etme, içinde sorunlar yaratma son dönemde fazlasıyla artmış bulunmaktadır. Bu konuda özellikle Yeşil Ergenekon biçiminde örgütlenen Fetullah Gülen Cemaati, ki bu cemaat olmaktan çıktı farklı bir organizasyondur bana göre, şimdi bu cemaatin çalışmalarıyla Kürdistan’daki Kürt yurtsever demokratik kurumlarını değişik biçimlerde etkileme, içine sızma, çelişkiler yaratma, dedikodu geliştirme, böylece enerjisini içe yöneltme, içe dönük sorunlarla tüketme taktiği vardır. Ben bu konuda tüm halkımızı, çalışanları özellikle uyarmak istiyorum. Yani sorunlar vardır. Çalışan kadroların, yurtseverlerin yetersiz yaklaşımları tutumları olabilir. Fakat müthiş bir dedikodu, insanları yıpratma, ortamı güvensiz kılma, insanlar arasında güvensizlik yaratma faaliyeti vardır. Ve bunu yeşil Ergenekon geliştiriyor. Bu bir ajan faaliyetidir. Bir yerde bir Kürt kurumu varsa içine sızıp yalan yanlış bilgiler yayıp insanları birbirine karşı güvensiz kalma, insanları birbiriyle uğraştıracak bir tablo yaratmak için her türlü yöntemi geliştiriyorlar. Herkes buna karşı uyanık olmalı. Bu da savaşın bir biçimidir. Bu bir hinliktir, fesatçılıktır hainliktir. Şimdi Fethullah Gülen’in görevi Kürdistan’daki kurumlar içinde fesatçılık geliştirmektir. Bana gelen bilgiler var; Gülen bizzat kendisi bu işleri denetleyip organize ediyormuş, bizzat kendisi. Bunun belgeleri var. Bu sıradan bir şey değil tabii. Direnen var olmak isteyen bir toplumu sindirme, etkisiz kılma, güçten düşürme, teslim alma faaliyeti bugün kapsamlı bir biçimde yürütülmektedir. Tüm yurtseverler bunun farkında olmalı. Buna karşı tavır tutum içinde olmalı. İç sorunları kendi içinde şeffaf bir biçimde tartışarak çözebilmeli. Sorunları sürüncemede bırakmamalı. Bu yaygın biçimde geliştiriliyor. İç sorunlar üretiliyor. Yetersizlikler kullanılıyor.

İçine girdiğimiz süreç çok önemli tarihi bir süreçtir. Mücadelemiz bazı gerçekleri ortaya çıkardı. AKP’nin geçen yıl imha etme, şiddetle güçten düşürme kararını boşa çıkardı. Bu konuda AKP’nin yürüttüğü politika geliştirdiği hamleler başarısız kaldı. Kürdistan özgürlük gerillasının kahramanca direnişi çok büyük önemli tarihsel bir hamleyle sömürgeciliğin konseptini boşa çıkardı. Bu, kendisiyle önemli bir gelişme zeminini yaratmış bulunuyor. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi yeni tarihsel bir aşamaya böylece geçmiş bulunuyor. Bu aşama artık çözüm aşamasıdır. Her yurtsever barıştan yana, özgürlükten demokrasiden yana olan herkes, Türkiyeli Kürdistanlı demokratlar daha sorumlu yaklaşmalı diye düşünüyoruz. Herkesin sorumlu yaklaşması durumunda artık sonuç alma sürecine girilmiştir. AKP ne kadar taktik yaparsa yapsın bunlar tutmaz. Artık Kürt sorunu çözülecek. Bu konuda tarihsel bir süreç var. Tarihsel akışı kimse durduramaz. Kürt halkı da özgürleşecektir bu topraklarda. Bugün Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi rüzgarı varsa, esiyorsa bunda Kürt halkının direnişi ve mücadelesinin rolü çok fazladır. AKP Kürdistan’ın diğer parçalarında statüyü hazmetmemiş olsa bile kabul ediyorsa, o zaman Kuzey Kürdistan’da da kabul etmek zorundadır. Gelinen noktada Kürt Özgürlük davası tarihsel bir sürece girmiştir ve artık başarıya gidecektir. Özelikle son 4 ayda gerillanın göstermiş olduğu performans, Batı Kürdistan halkımızın gerçekleştirdiği devrimsel çıkış, alan hakimiyeti temelinde yaşanan gelişmeler Kürdistan’daki özgürlük mücadelesini yeni bir aşamaya taşımıştır, artık kimse bu aşamadan geriye götüremez. İlerleyecek ve başarı kazanacaktır.


ANF

Hiç yorum yok: