Bir zamanlar “büyük” olduğunu düşünenler, küçüldükçe megalomaniye
(büyüklük hastalığı ya da aşağılık kompleksi) yakalanırlar. Etrafa kof
bir büyüklük taslarlar. Etraf onlarla dalga geçer. Fakat bu hastalık
duyularını o kadar felç etmiş ki olup biteni görüp duyumsamazlar.
TC
devleti şimdi tam da böyle bir durumu yaşıyor. Bu hastalığın diğer adı Faşizmdir. Bu hastalık, devlet kurulurken mayasına işledi. Çünkü öncülü
Osmanlı devleti, kılıç ve işgal üzerinden geniş bir coğrafyaya
yayılmıştı. Ömrünün son demlerinde ise Batılıların deyimiyle “hasta
adam” durumuna düşmüştü. Bu hastalık, ateşli bir faşizme dönüştü ve
İttihat-Terakki olarak yüzeye vurdu. Osmanlı yıkılıp da onun genetik
devamı olarak kurulan Türk devletinde ise bu hastalık karşımıza Kemalizm
olarak çıktı. Fakat paralelinde yürüyen, onun tarafından bastırılan ve
gölgede kalan Osmanlı “saltanat-hilafet” artığı bir yapı da kendisini
hep his ettirdi. Osmanlının son dönem iktidar yapısındaki bu çatallanma
kendisini revize ederek TC’de sürdü.
Kendilerini ideolojik olarak “farklı” gerekçelere dayandırsalar da bu kliklerin genetik yapıları aynıydı. Bir madalyonun iki yüzüydüler. İkisi de megalomani müptelasıydı. Bu “büyük”lük kompleksini tatmin etmek için ise yeterli büyüklüğe sahip değildiler. Bu yüzden hep dış büyüklere dayandılar. Örneğin Mustafa Kemal ilkin Sovyetlerin gölgesine sığınmayı denedi. Fakat burada yeterlice tatmin olmamış olacak ki Anglo Sakson çizgisine yanaştı. Ardılları da önce İngilizler, sonra da ABD’ye dayandılar. O gün bugündür de ABD ile güya “müttefik”ler. Fakat ABD gibi bir ızbandut ile yaşamanın da bedeli olacaktı. Bu da bulunulan alanda onun jandarmalığını yapmaktı. TC devletinin ömrünün büyük kısmı bu jandarmalıkla geçti. Hatta bunun için eğitimden de geçti. İlk eğitim merkezi ABD’nin Florida eyaleti oldu. Öncü kişi Alparslan Türkeş idi. Gizli ders kitabının adı da “Sahra Talimnamesi” idi.
Gün oldu
devran döndü ve bu sefer kendilerine “muhafazakar” adını, yanına süs
olarak da “demokrat” etiketini koyan Osmanlı hilafet artığı iktidar
kliği başa geçti. Oyun değişmedi. Sadece aktörler ve replikler değişti.
Bir de eğitim merkezi değişti. Merkez derken ülke olarak değil eyalet
olarak! Yani Florida oldu Pensilvanya. Türkeş’in görevini Fetullah Gülen
devraldı. Gizli kitabın adı da “BOP ve Ilımlı İslam” oldu. Madalyonun
iki yüzü demiştik ya Türkeş ile Gülen’i iyi tanıyanlar, ikisinin de ruh
ikizi olduğunu iyi bilir.
Türk devleti böylesi “değişim”ler
geçirirken Kürt halkına yaklaşım açısından herhangi bir değişim olmadı.
Sadece nicel açıdan bir değişim söz konusu oldu. Söz konusu
megaloman-faşist yapıdan kaynaklanan asimilasyon, soykırım, katliam ve
tecavüzün dozajı arttı yani. Kısacası TC ilk günden beri hep TeCavüz
devletiydi.
Pensilvanya’da oturan “ABD-CIA Şeyhülislamı” Fetullah
Gülen, ABD ve ordusu “düzenli bir biçimde” İslam dinine hakaret edip
Kur’an-ı Kerim’i yaktığında tek laf etmezken, onur savaşı veren Kürt
halkına “lanetler” yağdırmakla meşgul…
Bu “lanetli vaazlar”ı huşu
içinde dinleyen CIA Şeyhülislamının asker-polisleri de ilk iş olarak
Kürde saldırıyorlar. Önce Roboski köyünde 34 gencecik Kürdü katlettiler.
Bu öncenin de sayılamayacak kadar çok öncesi var elbette. Son olarak da
Pozantı’da Kürt çocuklarını, kendi ürünleri olan “muhafazakar
sapıklar”ın içine attılar. Hatırlanırsa AKP’nin lağım “gazete”lerinden
“Akit”in yöneticilerinden biri de böyle bir “tür” idi.
Pensilvanya’dan dalga dalga gelen “lanetli vaaz”lar peş peşe Kürt çocuklarını ve gençlerini vuruyor. Şeyhülislamın askerleri kendilerine örnek olarak ABD askerlerini alıyorlar. Örnek aldıkları eğitmenleri bu konuda son derece tecrübeliler. Yıllardır Guantanamo, Irak, Afganistan ve daha pek çok yeri bu konuda laboratuar olarak kullandılar. Şimdi o laboratuardan çıkan dersleri, Fetullah ile Tayyip’in askeri ve polisi Kürdistan’da uyguluyor.
Ve “Müslüman”lar, “solcu”lar, “devrimci”ler ve diğerleri sus pus…
TeCavüz
iğrenç yapılardan kaynaklanır. Bu yapı, Pozantı deşifre olduğundan bu
yana ortaya koyduğu pratiklerle de TeCavüzü sahiplendiğini ortaya koydu.
Dolayısıyla onlardan “vicdan”, “utanma”, “ar” ya da “haya” gibi
tutumlar beklemek beyhudedir. Onuru olanlar utanır. Bu anlamda
Pozantı’daki çocukların kamera ve fotoğraf makinelerinden yüzlerini
gizlemeleri anlamlıdır. Ama kelimenin gerçek anlamında Kürt çocukları ve
gençleri utanılacak hiçbir şey yapmadı. Güzel yürekleri ve yüce
onurlarıyla halkının özgürlük mücadelesinde ön saflarda yer aldılar. Bu
onur ve güzellik onlara da Kürt halkına da yeter. Lağıma dönüşmüş
TeCavüz devletinin medya organlarından yüzünü eksik etmeyen
yaratıklardan onur ve utanma beklemek ise gerçekçi değildir.
Gerçekçi olan onur savaşçılarının tüm pislik, lağım ve onur yoksunu yapıları layık oldukları yere süpürecekleridir…
Akif Roj
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder