Sorunlar ötelendiği zaman veya görmezden gelinip inkar edildiği zaman ortadan kalkmıyorlar. Daha karmaşık ve ciddi boyutlarda kendilerini gösteriyorlar. Bu dünde böyle oldu, toplumsal yasa gereği bugünde böyledir.
Sovyetler Birliği neden çöktü sanılıyor. Yugoslavya durduğu yerde parçalanmadı. Saddam rejimi içte soykırım ve dışa yönelik tehdit politikaları uygulamasaydı ABD veya başka bir güç askeri müdahalede bulunabilir miydi? Tunus, Mısır, Libya, yemen ve Suriye’de 40 yılı aşkın dikta rejimleri olmasaydı, halk isyan eder miydi? İran ve Çin’in akıbeti ise daha sarsıcı olacak.
Kürt ve Kürdistan sorunu da böyledir. Geçen her zaman sadece sorunu ağırlaştırmıyor. Aynı zamanda Kürtlerin bütün hatlarda rejimden ve Türk sömürgeci sisteminden kopuşuna yol açıyor.
Ancak ne yazık ki iktidar gibi Türk ‘aydın’, fikir insanı ve siyaset sınıfı bu devasa sorunu ve Türkiye’nin birikmiş sorunlarını bütünüyle görmüyor. Göremiyor. Hatta görmek istemiyor.
Daha da ötesi birçoğu rejimin ve onun şimdiki uygulayıcısı AKP’nin yaptığı her türlü baskı, şiddet ve çağdışı uygulamalarını ‘kabul edilebilir’ fikrini yayıyor. Bu bir hastalık gibi her tarafı sarıyor.
Birde buna Türk ‘aydın’, fikir ve siyaset insanların meseleleri izah ederken ‘Türkiye’nin hassasiyetlerine’ vurgu yapmaları ve ‘dış faktör’ algılaması eklenince çıplak Kral giyinik olduğunu sanıyor. Çıplak Kral dalkavuk terziler tarafından her gün yeniden ama yeniden giydiriliyor. Böylelikle sorun çözülmüş oluyor!
Ama hayat öylemi?
Hayatın kendi yasaları tüm sübjektif yargı ve müdahalelere rağmen işliyor. Hatırlanır. Erdoğan ‘düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur’ demişti. Hayat ona böyle bir sorunun olduğunu gösterdi. Ve Erdoğan ünlü Kürt sanatçısı Brader Musikî’nin ‘Türk karakolu’ diye nitelendirdiği TRT6’nın açılışında üç kelimede olsa Kürtçe konuşmak zorunda kaldı.
Erdoğan daha üç-dört yıl önce Güney Kürdistan yönetimini ‘aşiret reisleri’ diye küçümsüyordu. 2007 yılın da sınır ötesi tezkere meclise gelmeden bir hafta önce bir cuma namazı çıkışında Hewler’i tehdit ederek ‘hadlerini bilsinler. Yoksa gereği yapılır’ diyordu. Ne oldu? Hayat onu Hewler’e, Federal Kürdistan’a gitmeye, küçümsediği Mesut Barzani’ye ‘sayın başkan’ demeye mecbur kıldı.
Şimdi Newroz’da alanlara inen ve son derece kararlı bir şekilde siyasi iarede beyanında bulunan, özgürlük, demokrasi ve çözüm taleplerini dile getiren milyonları da görmüyor. İnkar ediyor. Yok sayıyor. Hatta onun dalkavukları bu muhteşem Kürt isyanını ‘ekzotik’ bir ‘topluluk’ olarak göstermek için ter döküyor.
Erdoğan kulla ile Allah arasına girecek kadar ileri gidiyor. Kürtlerin kendi dillerinde ibadet etme hakkına ipotek koymak istiyor. ‘Cuma namazı kıldılar, kutsal dinimizin arasına bölücülüğü soktular’ diyecek kadar dinden-imandan çıkıyor.
Kürtlerin sivil itaatsizlik hareketini başlatmasından sonra AKP’liler-ki bunlar oldukça çeşit çeşitlik gösteriyorlar-aptalca hayatın kendisi ile ters düşen yeni ‘argümanlar’ geliştirmeye çalışıyorlar.
Örneğin Türkiye, ‘Mısır, Tunus, Libya değil’ diyorlar. Doğru değil. Onların Kürt ve Kürdistan sorunu diye bir sorunları yoktu bu hale geldiler. Olsaydı bir Yugoslavya olacaklardı. Suriye ve İran bunun için bıçak sırtında duruyor.
Ya Türkiye ne yapacak?
Son yüzyılı halklara karşı soykırımla kapatmış ve halen ret ve inkar politikalarını devam eden bir rejimin geleceği olabilir mi? Türkiye daha ne zamana kadar bir ateş topu olan Kürt ve Kürdistan sorunu ile yaşamaya devam edecek? Esas soru budur.
İşte esas olan ıskalanıyor. Gözden mümkün olduğunca uzak tutulmak isteniyor. Şimdi AKP’nin, yani rejimin yaptığı her şeyi ‘kabul edilebilinir’ sınırları içinde görme, kabul ettirmeye çalışılıyor. Bu bir akıl tutulması değilse eğer, resmen dalkavukluktur. AKP’nin kirli savaş politikalarına destek ve ortak olmaktır.
Mesele..
Ahmet Şık’ın yayınlanmış ‘İmamın Ordusu’ adlı kitabı yasaklanınca, bir ‘kurgu’ içersinde yasakçı zihniyete sahip çıkmak ya da ‘Avrupa Birliğine rezil olduk’ türünden bir yaklaşım göstermek böyle bir şeydir.
Veya Türk başbakanı Recep tayip Erdoğan’ın Güney Kürdistan’a yaptığı ‘zorunlu’ geziyi iç politikada bir malzeme olarak sunmak ve Hewler ziyaretini ‘Barzani’den AKP’ye seçim desteği’ olarak yorumlamak, Türkiye-Kürdistan ilişkilerinde toz-pembe bir tablo çizmek, böyle bir şeydir.
Bin dereden su getirerek farklı bir Kürt, farklı bir Kürt Özgürlük Hareketi algılaması yaratmaya çalışmak, bunun için manipülasyon ve her türden dezinformasyona başvurmak böyle bir şeydir. .
Örneğin Ahmet Altan’ın Hatay’da 7 PKK gerillasının kurulan bir tuzak sonrası katledilmesini ‘normal’ görmesi, Taraf gazetesinin ‘Genç PKK’liler rahatsız’ manşetiyle katliama davetiye çıkarması böyle bir şeydir.
Bu bazıları için abartılı gelebilir ama Altan Hatay katliamına ilişkin yazısında AKP’nin politikasını çok ince bir şekilde ‘kabul edilebilinir’ buluyor. 7 gerillanın on iki gündür “termal kameralarla” izlenildiklerini yazdıktan sonra vicdan sınırlarını da zorlayarak ‘gerekçeler’ aramaya başlıyor.
Altan’ın gerekçeleri hazır; Bir; ‘öldürülen gerillalar öyle sıradan militanlar’ değilmiş. İki; ‘Yedisinde de üst düzey PKK komutanlarının taşıdığı M16 tüfeklerle, A4 patlayıcıları’ varmı. Üç; ‘neden “A4 patlayıcıları” taşıyan bir grup PKK’lı Amanos dağlarında’ dolaşıyormuş.
Altan bu gerekçeleri ileri sürerek resmen katliamı AKP adına ‘üstlenmiş’ olmuyor mu acaba? Ya bilmediği bir alanda, gereksiz ve bir o kadarda günahı fazla olan bir analiz yapıyor, yada kendisine sunulan ‘kurgu’ üzerinden hareketle bin dereden su getirerek katliamı mazur görüyor. Kabul edilebilir buluyor. Her ikisi de felaket ve tiksindirici.
Türk ‘aydını’, fikir insanları ve siyaset sınıfı AKP’nin sınır tanımaz faşizmini ‘olabilir’ kılmak için güçleri yetmeyince bu kez ‘protez akıllı’ Kürtlere başvuruyor. Türk basının ‘söyleşi ustaları’ dişine göre adam seçiyor. Karşısına alıyor. Konuşturuyor. Bir anlamda zeka testine tabi tutuyor.
Böylelikle sanal, hayatta ve Kürdistan’da karşılığı olmayan bir Kürt olgusu yaratmak isteniliyor. Bu zeka testine tabi tutulan ve ‘protez akıllı’ AKP milletvekili Abdurrahman Kurt resmen kendi vicdanını siyaset pazarına sunarak, tekrardan milletvekili olabilmek için kargaların dahi güleceği şeyler söylüyor. İddia ediyor. Kurt yüzde 10 barajını savunmak için traji-komik bir duruma düşüyor.
Kurt halkını ’balık hafızalı’ sayarak seçim barajını AKP getirmedi diyor. Doğru. Ama peşinden yalanı savuruyor. Baraj ‘AK Parti gibi partilere karşı kuruldu ama BDP için kurulmadı’ diyor. Farz edelim ki öyle. Ama Erdoğan’ın en ‘atıl Kurt’u burada durmuyor. Bu kez Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin yıllardır talep ettiği, AKP hükümetinin ise 9 yıldır hiç yanaşmadığı, hatta geçtiğimiz ay Erdoğan’ın ‘baraj bugünde olacak, yarında olacak’ demesine rağmen, işi götürüp Ergenekon’a bağlıyor.
Ve kelimenin gerçek anlamıyla seviyesizlik yapıyor. Beş para etmez bir demagojiyle ‘bugün ki tartışmanın arkasında Sabih Kanadoğlu'nu, Tansel Çölaşan'ı, Ergenekon'un avukatı CHP'yi görüyorum’ diyor. Ve 12 Eylül faşist rejiminin Kürtlere karşı getirdiği yüzde 10 barajını, milletvekili seçilebilmek için savunuyor. Kendisinin ve Kürdistan’dan seçilen AKP’li vekillerinin yüzde 10 barajından dolayı oy hırsızı olduğunu unutarak.
Sovyetler Birliği neden çöktü sanılıyor. Yugoslavya durduğu yerde parçalanmadı. Saddam rejimi içte soykırım ve dışa yönelik tehdit politikaları uygulamasaydı ABD veya başka bir güç askeri müdahalede bulunabilir miydi? Tunus, Mısır, Libya, yemen ve Suriye’de 40 yılı aşkın dikta rejimleri olmasaydı, halk isyan eder miydi? İran ve Çin’in akıbeti ise daha sarsıcı olacak.
Kürt ve Kürdistan sorunu da böyledir. Geçen her zaman sadece sorunu ağırlaştırmıyor. Aynı zamanda Kürtlerin bütün hatlarda rejimden ve Türk sömürgeci sisteminden kopuşuna yol açıyor.
Ancak ne yazık ki iktidar gibi Türk ‘aydın’, fikir insanı ve siyaset sınıfı bu devasa sorunu ve Türkiye’nin birikmiş sorunlarını bütünüyle görmüyor. Göremiyor. Hatta görmek istemiyor.
Daha da ötesi birçoğu rejimin ve onun şimdiki uygulayıcısı AKP’nin yaptığı her türlü baskı, şiddet ve çağdışı uygulamalarını ‘kabul edilebilir’ fikrini yayıyor. Bu bir hastalık gibi her tarafı sarıyor.
Birde buna Türk ‘aydın’, fikir ve siyaset insanların meseleleri izah ederken ‘Türkiye’nin hassasiyetlerine’ vurgu yapmaları ve ‘dış faktör’ algılaması eklenince çıplak Kral giyinik olduğunu sanıyor. Çıplak Kral dalkavuk terziler tarafından her gün yeniden ama yeniden giydiriliyor. Böylelikle sorun çözülmüş oluyor!
Ama hayat öylemi?
Hayatın kendi yasaları tüm sübjektif yargı ve müdahalelere rağmen işliyor. Hatırlanır. Erdoğan ‘düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur’ demişti. Hayat ona böyle bir sorunun olduğunu gösterdi. Ve Erdoğan ünlü Kürt sanatçısı Brader Musikî’nin ‘Türk karakolu’ diye nitelendirdiği TRT6’nın açılışında üç kelimede olsa Kürtçe konuşmak zorunda kaldı.
Erdoğan daha üç-dört yıl önce Güney Kürdistan yönetimini ‘aşiret reisleri’ diye küçümsüyordu. 2007 yılın da sınır ötesi tezkere meclise gelmeden bir hafta önce bir cuma namazı çıkışında Hewler’i tehdit ederek ‘hadlerini bilsinler. Yoksa gereği yapılır’ diyordu. Ne oldu? Hayat onu Hewler’e, Federal Kürdistan’a gitmeye, küçümsediği Mesut Barzani’ye ‘sayın başkan’ demeye mecbur kıldı.
Şimdi Newroz’da alanlara inen ve son derece kararlı bir şekilde siyasi iarede beyanında bulunan, özgürlük, demokrasi ve çözüm taleplerini dile getiren milyonları da görmüyor. İnkar ediyor. Yok sayıyor. Hatta onun dalkavukları bu muhteşem Kürt isyanını ‘ekzotik’ bir ‘topluluk’ olarak göstermek için ter döküyor.
Erdoğan kulla ile Allah arasına girecek kadar ileri gidiyor. Kürtlerin kendi dillerinde ibadet etme hakkına ipotek koymak istiyor. ‘Cuma namazı kıldılar, kutsal dinimizin arasına bölücülüğü soktular’ diyecek kadar dinden-imandan çıkıyor.
Kürtlerin sivil itaatsizlik hareketini başlatmasından sonra AKP’liler-ki bunlar oldukça çeşit çeşitlik gösteriyorlar-aptalca hayatın kendisi ile ters düşen yeni ‘argümanlar’ geliştirmeye çalışıyorlar.
Örneğin Türkiye, ‘Mısır, Tunus, Libya değil’ diyorlar. Doğru değil. Onların Kürt ve Kürdistan sorunu diye bir sorunları yoktu bu hale geldiler. Olsaydı bir Yugoslavya olacaklardı. Suriye ve İran bunun için bıçak sırtında duruyor.
Ya Türkiye ne yapacak?
Son yüzyılı halklara karşı soykırımla kapatmış ve halen ret ve inkar politikalarını devam eden bir rejimin geleceği olabilir mi? Türkiye daha ne zamana kadar bir ateş topu olan Kürt ve Kürdistan sorunu ile yaşamaya devam edecek? Esas soru budur.
İşte esas olan ıskalanıyor. Gözden mümkün olduğunca uzak tutulmak isteniyor. Şimdi AKP’nin, yani rejimin yaptığı her şeyi ‘kabul edilebilinir’ sınırları içinde görme, kabul ettirmeye çalışılıyor. Bu bir akıl tutulması değilse eğer, resmen dalkavukluktur. AKP’nin kirli savaş politikalarına destek ve ortak olmaktır.
Mesele..
Ahmet Şık’ın yayınlanmış ‘İmamın Ordusu’ adlı kitabı yasaklanınca, bir ‘kurgu’ içersinde yasakçı zihniyete sahip çıkmak ya da ‘Avrupa Birliğine rezil olduk’ türünden bir yaklaşım göstermek böyle bir şeydir.
Veya Türk başbakanı Recep tayip Erdoğan’ın Güney Kürdistan’a yaptığı ‘zorunlu’ geziyi iç politikada bir malzeme olarak sunmak ve Hewler ziyaretini ‘Barzani’den AKP’ye seçim desteği’ olarak yorumlamak, Türkiye-Kürdistan ilişkilerinde toz-pembe bir tablo çizmek, böyle bir şeydir.
Bin dereden su getirerek farklı bir Kürt, farklı bir Kürt Özgürlük Hareketi algılaması yaratmaya çalışmak, bunun için manipülasyon ve her türden dezinformasyona başvurmak böyle bir şeydir. .
Örneğin Ahmet Altan’ın Hatay’da 7 PKK gerillasının kurulan bir tuzak sonrası katledilmesini ‘normal’ görmesi, Taraf gazetesinin ‘Genç PKK’liler rahatsız’ manşetiyle katliama davetiye çıkarması böyle bir şeydir.
Bu bazıları için abartılı gelebilir ama Altan Hatay katliamına ilişkin yazısında AKP’nin politikasını çok ince bir şekilde ‘kabul edilebilinir’ buluyor. 7 gerillanın on iki gündür “termal kameralarla” izlenildiklerini yazdıktan sonra vicdan sınırlarını da zorlayarak ‘gerekçeler’ aramaya başlıyor.
Altan’ın gerekçeleri hazır; Bir; ‘öldürülen gerillalar öyle sıradan militanlar’ değilmiş. İki; ‘Yedisinde de üst düzey PKK komutanlarının taşıdığı M16 tüfeklerle, A4 patlayıcıları’ varmı. Üç; ‘neden “A4 patlayıcıları” taşıyan bir grup PKK’lı Amanos dağlarında’ dolaşıyormuş.
Altan bu gerekçeleri ileri sürerek resmen katliamı AKP adına ‘üstlenmiş’ olmuyor mu acaba? Ya bilmediği bir alanda, gereksiz ve bir o kadarda günahı fazla olan bir analiz yapıyor, yada kendisine sunulan ‘kurgu’ üzerinden hareketle bin dereden su getirerek katliamı mazur görüyor. Kabul edilebilir buluyor. Her ikisi de felaket ve tiksindirici.
Türk ‘aydını’, fikir insanları ve siyaset sınıfı AKP’nin sınır tanımaz faşizmini ‘olabilir’ kılmak için güçleri yetmeyince bu kez ‘protez akıllı’ Kürtlere başvuruyor. Türk basının ‘söyleşi ustaları’ dişine göre adam seçiyor. Karşısına alıyor. Konuşturuyor. Bir anlamda zeka testine tabi tutuyor.
Böylelikle sanal, hayatta ve Kürdistan’da karşılığı olmayan bir Kürt olgusu yaratmak isteniliyor. Bu zeka testine tabi tutulan ve ‘protez akıllı’ AKP milletvekili Abdurrahman Kurt resmen kendi vicdanını siyaset pazarına sunarak, tekrardan milletvekili olabilmek için kargaların dahi güleceği şeyler söylüyor. İddia ediyor. Kurt yüzde 10 barajını savunmak için traji-komik bir duruma düşüyor.
Kurt halkını ’balık hafızalı’ sayarak seçim barajını AKP getirmedi diyor. Doğru. Ama peşinden yalanı savuruyor. Baraj ‘AK Parti gibi partilere karşı kuruldu ama BDP için kurulmadı’ diyor. Farz edelim ki öyle. Ama Erdoğan’ın en ‘atıl Kurt’u burada durmuyor. Bu kez Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin yıllardır talep ettiği, AKP hükümetinin ise 9 yıldır hiç yanaşmadığı, hatta geçtiğimiz ay Erdoğan’ın ‘baraj bugünde olacak, yarında olacak’ demesine rağmen, işi götürüp Ergenekon’a bağlıyor.
Ve kelimenin gerçek anlamıyla seviyesizlik yapıyor. Beş para etmez bir demagojiyle ‘bugün ki tartışmanın arkasında Sabih Kanadoğlu'nu, Tansel Çölaşan'ı, Ergenekon'un avukatı CHP'yi görüyorum’ diyor. Ve 12 Eylül faşist rejiminin Kürtlere karşı getirdiği yüzde 10 barajını, milletvekili seçilebilmek için savunuyor. Kendisinin ve Kürdistan’dan seçilen AKP’li vekillerinin yüzde 10 barajından dolayı oy hırsızı olduğunu unutarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder