EFRÎN (DİHA) - YPG Genel Komutanı Sipan Hemo, Türkiye'nin
Kürtlerin Suriye'de herhangi bir hak elde etmemesi için ABD'ye birçok
taviz verdiğini ve uluslararası koalisyonun YPG ile olan ilişkilerini
kesmeye çalıştığını söyledi. Hemo, Türkiye'nin "güvenli bölge"
oluşturmak istediği ve kendine bağlı tugaylar gönderdiği Cerablus'u
halkların talebi doğrultusunda özgürleştireceklerini belirtti. YPG'nin
DAİŞ yerine yeni bir çeteci oluşuma izin vermeyeceğini dile getiren
Hemo, DAİŞ ve AKP ilişkilerinin çok derin olduğunu, ellerinde bu
ilişkiyi kanıtlayan çok sayıda belge bulunduğunu kaydetti. Hemo,
Türkiye'nin Ahrar-u Şam'a teslim ettiği savaşçılarının başına herhangi
bir şeyin gelmesi durumunda bundan Türkiye'nin sorumlu olacağını
söyledi.
YPG Genel Komutanı Sipan Hemo, Türkiye'nin DAİŞ, El Nusra ve Ahrar-u Şam
çeteleri ile ilişkilerine, Ezaz-Cerablus hattına ve YPG'nin bundan
sonraki pozisyonuna dair DİHA'ya açıklamalarda bulundu.
'DAİŞ'i Cerablus'tan söküp atacağız'
Girê Spî'nin özgürleştirilmesinden sonra gözlerin Ezaz ve Cerablus
hattına çevrildiğini ifade eden Hemo, bölge halkının Kobanê ve Efrîn
kantonlarının birleştirilmesini talep ettiğini söyledi. Girê Spî'yi
halkların talebi doğrultusunda özgürleştirdikleri gibi Cerablus'u da
özgürleştireceklerini dile getiren Hemo, DAİŞ'in oradan da sökülüp
atılacağını ve Kobanê üzerindeki saldırılarının son bulacağını belirtti.
Cerablus'tan Kobanê Kantonu'na saldırılarından kaynaklı YPG'nin kendini
savunma hakkı kapsamında kentin özgürleştirileceğini söyleyen Hemo,
Ezaz için böyle bir durumun söz konusu olmadığını, orada DAİŞ'in
bulunmadığını, Ezaz'da bulunan güçlerin ÖSO ya da diğer gruplara bağlı
olduğunu ve onlarla iletişim halinde olduklarını ifade etti. Başlarda
tehlike arz edebilecek bir durumun bulunmadığını dile getiren Hemo,
gelişmelerin şimdi seyrini değiştirdiğine vurgu yaptı.
'Suriye, İran ve Türkiye bölgeye müdahale etmek için görüştü'
YPG'nin üstlendiği rolün bazı bölge devletlerini rahatsız ettiğine
işaret eden Hemo, özellikle Türkiye'nin Girê Spî hamlesinden çok
rahatsız olduğuna dikkat çekti. Rojava'da meydana gelen gelişmelerin
Kürdistan'daki tüm parçaları etkilediğini ve Türkiye açısından da yeni
gelişmeler ortaya çıkardığını ifade eden Hemo, "Eğer Cerablus ve diğer
bölgeler de Girê Spî gibi alınsaydı, bu mesele daha farklı bir aşamaya
taşınabilirdi. Rojava topraklarına müdahale de edebilirlerdi. Onun için
Suriye, İran ve Türkiye bu bölgelere müdahale etmek için görüşmeler
yaptılar" dedi.
'Türkiye'nin amacı Rojava'nın önünü kesmek'
Türkiye'nin koalisyon güçlerinin YPG'ye verdiği desteği kendilerine
verilmesini talep ettiğine değinen Hemo, Türkiye'nin koalisyon
güçlerine "DAİŞ'e karşı savaşı biz yapalım, o bölgelere de ÖSO ve
Türkmen grupları yerleştirelim" dediğini ifade ederek, "Ama gerçekte
amaç bu değildir. Asıl amaç Rojava'nın gelişmesinin önünü tıkamaktır.
Bunu başka bir renge büründürerek, yapmak istiyorlar. Koalisyon güçleri
bu oyunun farkındadır. Onlar de kendilerince bir gayret içerisindeler.
İyi biliyorlar ki DAİŞ, Nusra ve diğer çetelerin baş destekçisi
Türkiye'dir. Bu yüzden onlar da çeşitli yollarla Türkiye'yi bu sürece
çekmeye çalışıyorlar ki çetelerin önünü alabilmek için. Bunu hem
çetelere karşı tedbir geliştirmek, hem de çetelere darbe vurmak için
yapıyorlar" diye konuştu.
Türkiye ve ABD bazı konularda anlaştı
Türkiye'nin de kendine göre planları olduğunu söyleyen Hemo, Türkiye'nin
bölgede bütün politikalarını Kürt karşıtlığı üzerinden kurguladığını
belirtti. Türkiye'nin "Biz her şeyden vazgeçebiliriz, her şeyi de
satabiliriz. Gereken bütün belgeleri imzalayacağız. Uluslararası
güçlere gereken her hizmeti yapacağız. Fakat Kürtlerin hiçbir şekilde
gelişim imkanı elde etmemesi gerekiyor" noktasında olduğuna dikkat çeken
Hemo, bu noktada da ABD ve Türkiye'nin bazı durumlarda anlaştığını
ifade etti. Hemo, şunları kaydetti: "Anlaşmaya göre Türkiye, DAİŞ ve
terörist güçler karşıtı savaşın içine girecek. Buna karşı koalisyon
güçleri de, özellikle ABD, Türkiye'nin Kürtlere karşı savaşında tolerans
tanıyacak. Bizim takip ettiğimiz ve yansıtılanlara baktığımızda ortaya
bu çıkıyor. Fakat şunu belirtmek istiyoruz. Bu planın ömrü çok azdır.
Gün geçtikçe bu plan su yüzüne çok net bir biçimde çıkacaktır. Bu iki
kuvvet birbirlerinin geliştirmek istediği planlar karşısında
birbirlerine engel çıkarıyor. Bu da onların dostluklarının kısa
olacağını gösteriyor. Biz istiyoruz ki bu plan bir an önce ortaya çıksın
ki savaş daha fazla derinleşmesin, ölümler olmasın. Yaptıkları planın
süreci başlamıştır. Türkiye devleti çok kirli bir oyunu Türkmenler yolu
ile devreye koymuş bulunmaktadır. Onun için YPG'de çağrıda bulunarak,
Türkmenlerin geleceğinin Suriye ve Rojava halkı ile birlikte ortak
inşasında olduğunu açıkladı. Türkmenler Türkiye'nin kirli oyunlarına
alet olarak, geleceğini inşa edemez."
Türkiye ABD projesini tasfiye etti
ABD'nin Suriye topraklarında Eğit-Donat programı çerçevesinde
geliştirmek istediği projeye de değinen Hemo, bu program çerçevesinde
ABD ve Türkiye'nin kendi planları kapsamında bu güçleri hazırladığını
aktardı. Türkiye'nin ABD'nin programı kapsamında hazırladığı 30'uncu
Tümen'i sınırdan geçirerek, El-Nusra çetesine teslim ettiğini dile
getiren Hemo, Türkiye'nin çok açık bir biçimde bu gücü tasfiye ettiğini
belirterek, ABD'nin Suriye'de geliştirmeye çalıştığı politikayı
engellediğini kaydetti.
Sultan Murat El-Nusra çetesi ile ittifak yaptı
Türkiye'nin kendi politikaları kapsamında hazırladığı ve Ezaz'a soktuğu
Sultan Murat ve Fatih Sultan Mehmet adlı tugayların, gidip El-Nusra
çetesi ile ittifak yaptıklarını belirten Hemo, bu ittifaka göre
Nusra'nın bölgede bulunan bütün noktalarına bu grupların
yerleştirildiğini anlattı. Hemo, bunun Nusra tarafından doğrulandığını
belirterek, bunun Türkiye ve Nusra'nın eskiden beri bir
birlikteliklerinin olduğunu gösterdiğini söyledi.
'Bölgede DAİŞ'in yerine yeni çetelere müsaade etmeyiz'
Bu senaryonun DAİŞ'in bulunduğu bölgelerde de devam edeceğine dikkat
çeken Hemo, "Soran bölgesi ve Cerablus'ta göstermelik bir savaş
çıkaracaklar. Ondan sonra DAİŞ bu bölgelerden çekilecek ve bölgenin
Sultan Murat ve Fatih Sultan Mehmet tugayları tarafından
özgürleştirildiği söylenecek. Türkiye Kobanê ve Efrîn arasında bulunan
bölgede bu politikayı hayata geçirme gayretindedir. Ama uluslararası
siyaset ve politikalara göre bu yaklaşım başarıya ulaşamayacaktır. Bizim
de bu bölgeye yönelik planlarımız var. Belki Girê Spî kadar çabuk
olmayabilir. Bölgenin konjonktürel durumu göz önündedir. Kimse Kürtler
olmadan bölgede bir politik sürece gidemez. Biz de burada derin bir
politikaya giderek, net sonuçlar almak istiyoruz. Eğer bu bölgede
Suriye'de demokrasiyi savunan ya da dostlarımız olan güçler bulunsa
bizim açımızdan sorun yaratmaz. Eğer orada DAİŞ'i kaldırıp, yerine başka
bir DAİŞ getireceklerse bizim için büyük bir sorundur. Biz de
güvenliğimizi almak ve kantonları birleştirmek için savaşırız. Ancak bu
şekilde Rojava'nın toprak bütünlüğünü savunabiliriz" şeklinde konuştu.
'DAİŞ Erdoğan ilişkisi çok derin'
Türkiye'nin DAİŞ'i vurduğu haberlerinin gerçeği yansıtmadığını belirten
Hemo, böyle bir şeyin hiçbir zaman yaşanmadığını ifade ederek, DAİŞ'in
bulunduğu alanlara hiçbir şey yapılmadığını, aksine YPG'nin vurulduğunu
söyledi. Türkiye'nin DAİŞ'le olan ilişkilerinin gün yüzüne çıkmasından
dolayı DAİŞ'i bölgeden çekerek yerine getireceği yeni güç ile emellerine
ulaşmaya çalışacağını kaydeden Hemo, DAİŞ ve Nusra gibi çetelerin
Türkiye'yi kendine en yakın olan ülke olarak gördüklerine işaret etti.
DAİŞ ve AKP ilişkilerinin çok derin olduğunu, ilişkilerinin gün yüzüne
çıkarılanlarla sınırlı olmadığını aktaran Hemo, Erdoğan'ın biraz
araştırılması halinde bu ilişkinin Afganistan, Suudi Arabistan ve
Katar'a kadar uzanacağını kaydetti. Hemo, ayrıca Ahrar-u Şam çetesine
değinerek, Türkiye'nin bu örgüte yabancı olmadığını ve ilişkilerinin de
yeni olmadığını aktararak, çetenin tüm kadrolarının Irak ve Afganistan
savaşında yer alan kişiler olduğunu ve bölgede siyasi olarak Nusra'dan
daha etkili olduklarını söyledi.
Türkiye DAİŞ, Nusra ve diğer çetelerle Antep ile Kilis'te görüştü
Son dönemlerde Antep'te MİT, Nusra ve Türkmen gruplar arasında toplantı
yapıldığını, buna paralel olarak Kilis'te de MİT, DAİŞ ve Türkmen
gruplarının toplantı aldıkları bilgisini paylaşan Hemo, çok yakında
Türkiye-DAİŞ ilişkilerine ilişkin yeni belgeler yayınlayacaklarını
duyurdu. Ellerinde Türkiye'nin DAİŞ çetesi ile yaptığı kirli oyunlara
dair birçok belgenin bulunduğunu da ekleyen Hemo, çok kirli oyunlar
olduğu için paylaşmaya savaş ahlaklarının el vermediğini ifade etti.
Nusra'ya uyarı!
Türkiye'nin 6 YPG savaşçısını Cilvegözü Sınır Kapısı'ndan Ahrar-u Şam
örgütüne teslim ettiğini hatırlatan Hemo, Türkiye'nin uluslararası
anlamda savaş suçu işlediğini aktardı. Bunun kabul edilecek bir durum
olmadığını vurgulayan Hemo, arkadaşlarının başına bir şey gelmesi
halinde bunun sorumlusunun Türkiye devleti olduğunu belirtti. Hemo, son
olarak 14 Ağustos'ta El-Nusra çetesi tarafından alıkonulan YPG Efrîn
Komutanlığı Dış İlişkiler Sorumlusu Cemal Qasım'ın serbest
bırakılmasını, aksi durumda Nusra'ya sert bir şekilde cevap
vereceklerini kaydetti.
'Raqqa'yı halklar ile birlikte özgürleştireceğiz'
Rakka'nın Suriye halkının zengin bir şehri olduğuna dikkat çeken Hemo,
DAİŞ'e karşı nerede olursa olsun savaşacaklarını kaydederken bunu
devrimci hareketler, Arap, Süryani ve Türkmen halkı başta olmak üzere
diğer halklar ile birlikte yapmak istediklerini belirtti.
Amed DİCLE
Dönemin BDP milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata'nın 3 Ocak
2013 tarihinde İmralı adasına giderek Abdullah Öcalan ile görüşmesi,
Öcalan ile devlet yetkililerinin ondan bir süre önce başlattıkları
diyaloğu yeni bir aşamaya getirmişti.
27 Temmuz 2011 tarihinden itibaren Öcalan'dan haber alınamıyordu ve
BDP'li vekiller bu atmosferde İmralı'daki görüşme masasına oturdular.
Öcalan, bu görüşmeye hazırdı, nasıl bir süreci başlatacağını önceden
hazırlamıştı.
Konuya şöyle bir giriş yaptı:
'Bu süreç Özal, Erbakan ve Ecevit döneminden bu yana devam ediyor.
Yirmi yıldır uğraşıyoruz. Son iki buçuk yılda kesildi. Beni 14 yıldır
çürütmek için uğraştılar. İmha temelli geldiler, gelecekler de. Bu
süreci sabote etmek isteyenler de olacak. (Bu cümleden tam bir hafta
sonra Sakine Cansız ve arkadaşları Paris'te katledildi) Burada her
toplantı yapıldığında gerilla kayıpları bildiriliyor. Böyle mesaj
veriyorlar. Tabii heyetle (devlet heyeti) yaptığımız görüşmeler
önemlidir. Sürecin bundan sonraki gidişatına ilişkin bir mektup
yazacağım. Mektubu hazırlarken, bir yöntem önereceğim. Gerillanın
çatışmasızlık ortamına girmesi için parlamentoda kanunla kurulacak bir
komisyon gerekiyor. Hakikat Komisyonu denebilir, Uzlaşma veya Yüzleşme
Komisyonu da denilebilir...
...Gerillanın çekilmesi halinde halka yönelik şiddeti engellemek amacıyla kurulacak barış konseyi gereklidir.'
Öcalan, bu sözleri, 3 Ocak 2013'de saat 10 sıralarında, karşısında
oturan Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata'ya söylediğinde, devlet heyeti de
görüşme masasının diğer ucundaydı. Daha önce ve sonrasında olduğu gibi,
Öcalan'ın ve görüşmecileri arasındaki tüm konuşmalar devlet görevlileri
tarafından not ediliyor, ses ve görüntü kaydı yapılıyordu. Yani, gerek
devlet heyetinin ayrı ve gerekse HDP heyetinin İmralı adasında yaptığı
yüzlerce görüşmenin tüm detayları, Devletin arşivinde mevcuttur.
Ve Öcalan, bu görüşmelerinin tümünde, çözüm için tarafların yapılması
gerekenleri, kendi misyonunu ve sürecin yasal işleyişini masada tuttu.
Tıkanmalara müdahale etti, hükümete ve PKK hareketine yönelik sert
eleştirilerde bulundu. Bu süreç zarfında, kendi çözüm paradigmasını PKK
hareketine anlatmak için 15 mektup yazdı. Değişik vesilelerle gönderdiği
açık mesajlarla sürecin gelişmesi için yoğun bir emek harcadı.
Öcalan, konuşmasının devamında süreçten beklentilerini şu şekilde özetledi:
‘Biz, Kürtleri demokratik bir ünite haline getirmek istiyoruz.
Türkiye Anayasasında ve yasalarda bu olmadan barış olmaz. AKP buna gerek
yok diyor. Peki, biz nasıl yaşayacağız? Yirmi milyon insanın yasal ve
anayasal ifadesi olmadan biz nasıl yaşayacağız? Bu nedenle bir eylem
planı çıkarıyorum.’
Öcalan, kendini dinleyen ve not alan her iki heyete dönerek tasarladığı eylem planını şu şekilde ifade ediyordu.
1- Çatışmasızlık ortamının sağlanması...
2- Anayasal ve Yasal süreç.
3-Normalleşme süreci.
Öcalan, bu başlıkların içeriğini açımlayarak KCK yönetimine bir
mektup şeklinde iletti. KCK de fikirlerini yine bir mektupla İmralı
adasında gönderdikten sonra, Öcalan, 13 Şubat 2013 tarihinde üç aşamalı
eylem planını devlet heyetine sundu. Bu eylem planı aynı zamanda
Kandil'e de gönderilecekti.
Öcalan'ın el yazısıyla hazırladığı 22 sayfalık 'Demokratik Barışın
eylem planı' belgesinin birinci aşaması 7, ikinci aşaması 5, üçüncü
aşaması 7 maddeden oluşuyordu.
Öcalan, birinci aşamada, tarafların sürecin selameti için
kullanacakları dilin önemine dikkat çektikten sonra, aynı başlığın
ikinci maddesinde ise aynen şöyle diyordu:
Taraflar arasında ana ilkelerde anlaşılmak kaydıyla en geç Haziran
2013 tarihine kadar çatışma alanlarından anlamlı bir geri çekilme
hedeflenmektedir.
Devamında ise, hükümetin hiç bir zaman yanaşmadığı ve yerine getirmediği temel beklenti yazılıyordu.
‘Çekilmenin önündeki engellerin kaldırılması ve yasal boşlukların giderilmesi acilen sağlanmalıdır.’
Öcalan, birinci aşamanın 4. maddesinde, 'çekilme sırasında ve
sonrasında doğacak boşluğu denetlemek için meclis tarafından bir
komisyonun kurulması ve buna bağlantılı olarak Akil İnsanlar Grubunun
teşkil edilmesi' gerektiğini öneriyordu.
Öcalan, 'çatışmasızlık sürecinin başarıyla tamamlanması halinde'
ikinci aşamanın başlayacağını yazmıştı. Anayasal ve yasal güvencelerin
gerçekleşeceği bu aşama sonbahara kadar tamamlanacaktı.
Öcalan, AKP hükümetinin görmezden geldiği ve aksini pratikleştirdiği ikinci aşamadan beklentilerini ise şu şekilde belirlemişti:
Anayasal adımlar. Bunun için öncelikle, sorun teşkil eden belli başlı
maddeler üzerinde uzlaşı sağlanması, başta seçim kanunu ve siyasi
partiler yasası olmak üzere, bazı temel yasaların
demokratikleştirilmesi, yerel demokrasinin tanınması açısından öncelikle
AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın koşulsuz imzalanması...
Öcalan, 'vatandaşlık tanımının etnik ve dinsel bağlamdan
ayrıştırılmasını' istiyor ve 'kimliklerin özgürce ifade edilmesi ve
yaşatılması garanti altına alınmalıdır' diyordu.
Sürecin hızlı ve ortak aklın gelişimi açısından akademik, medyatik ve
sivil toplum örgütleriyle iletişimin kurulması, güvenlik ve sağlık
birimlerinin yetkinleştirilmesi gerektiğinin altını çizen Öcalan,
anayasal ve yasal süreç için yapılacak konferans-toplantı türü
organizasyonların önemine dikkat çekiyordu.
Öcalan, 'ikinci aşamanın başarıyla tamamlanması sağlanmadan, üçüncü
ve son aşama olan normalleşme sürecine geçilemez' diyordu. 'Bu aşamada,
silahlı güçlerin güvenliği ve denetimi için bazı uluslararası güçlerin
desteği aranabilir' önerisinde bulunuyordu.
'Demokratik barışın eylem planı' başlıklı taslakta, Öcalan, üçüncü
aşamayı 7 madde şeklinde formüle etmişti. 'Bu aşamanın temel amacı
normal yaşama geçiştir, savaş ortamından kalıcı barış ortamında güvenlik
içinde yaşamla bütünleşmelidir' şeklindeki vurgudan sonra, silah
bırakma sürecine ilişkin aynen şöyle yazmıştı:
'Silahların bırakılması varlıksal ve özgürlüksel olarak Kürtlerin sorununun çözümüne kavuşturulmasına bağlıdır.'
Öcalan, hazırladığı bu eylem planının bir taslak olduğu ve tarafların bunu ortak bir metne dönüştürebileceğini söyledi.
İmralı'da devlet adına görüşmelerde bulunan heyet, bu taslağı kabul
ederek, gereken adımların atılacağına dair taahhütte bulundu. KCK
yönetiminin de bazı kaygılarla birlikte taslağa olumlu cevap vermesi
üzerine, Öcalan, Newroz 2013'teki tarihi mektubuyla 'geri çekilme
çağrısı yaptı.'
Murat Karayılan 25 Nisan'da basın toplantısı düzenleyerek, 8 Mayıs'ta
geri çekilmeye başlayacaklarını açıkladı. Süreç senkronize bir şekilde
devam edecekti. 8 Mayıs 2013'te ilk gerilla grubu geri çekilmeye
başladığından birkaç gün sonra Bülent Arınç, 'cehennemin dibine
gitsinler' diyerek, sözcüsü olduğu hükümetin tavrını açıkladı. Oysa
hükümetten beklenen bu değil, yasal adımların atılması ve ikinci aşamaya
geçmek için hazırlık yapmasıydı.
2.BÖLÜM
Tarih 15 Eylül 2013...Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan İmralı adasındaki görüşmeye
gittiklerinde, Öcalan, mevcut sürecin bir yıllık değerlendirilmesini
yapacağını belirtiyor. Bu görüşmeden bir hafta önce 9 Eylül'de, KCK,
AKP'nin ayları çarçur ederek sürecin ikinci aşamasına geçmemek için
direndiğini ve çözüm için adım atmadığını gerekçe göstererek geri
çekilme sürecini durdurduğunu açıklamış.
Demirtaş, görüşmenin başlangıcında bu haberi Öcalan'a ilettiğinde, 'haberim var... değerlendireceğim' yanıtını alıyordu.
Abdullah Öcalan, sürecin artık yeni bir formatta devam etmesi
gerektiğini, bu zamana kadar devam eden sürecin diyalog olduğu,
diyalogun fazlasıyla yapıldığını belirterek şunları söylüyor:
'Artık bu sürece müzakere süreci diyeceğiz. Olursa tabii. Hükümete
bağlı, yazılı ve sözlü olarak hükümete ilettim. Eğer kabul ederlerse
Ekim ayıyla birlikte müzakere sürecini başlatacağız.'
Evet bu sözler yaklaşık iki buçuk yıl önce 15 Eylül 2013'te İmralı
adasında Abdullah Öcalan tarafından söyleniyor. Ve tabii ki Öcalan,
KCK'nin geri çekilme kararını ise şu cümlelerle onaylıyor:
'AKP oyalamayı seviyor. Bana göre Kandil neyi varsa 1 Haziran'a kadar
bitecekti. Önderlik olarak ben böyle öngörmüştüm. Ama Kandil'in de
haklı gerekçeleri var. Pusulama yaptılar, karakol yaptılar, köylü
katliamları yaptılar, geri çekilme için yasa çıkarmadılar. Askeri amaçlı
barajlar yaptılar. Kandil haklı olarak tedbir aldı.'
Öcalan, konuşmasının bu noktasında, devleti temsilen görüşmede bulunan yetkiliye dönerek şöyle diyor:
'Sayın yetkili, ben 1 Haziran derken yasa çıkarılır, kamyonlarla bir
aylık yolu 12 saatte giderler diye düşündüm. TV'lere çıkıp 'Yok, APO 1
Haziran demişti, örgüt dinlemedi' diyorlar. Bunlar kanat takıp mı
gidecekti. Nasıl gidecekler? Hükümet akıllı olsaydı, 1 Haziran'da
biterdi.'
Öcalan daha sonraki görüşmelerin birinde, yasa çıkarmadan geri
çekilme çağrısı yaptığı için 'özeleştirisini vererek', hükümetin çözüm
için atılan bu büyük adımı istismar ettiğini ve fırsatı kaçırdığını
belirtiyordu.
Bu görüşmeden bir süre sonra, Öcalan'ın sürece yaklaşımını ve AKP
hükümetinin ciddiyetsizliğini bir basın toplantısıyla eleştiren
Selahattin Demirtaş’ın bizzat Erdoğan'ın talimatıyla bir daha İmralı
adasına gitmesi engellendi.
Öcalan'ın hazırladığı ve her görüşmede tarafların görüş ve
önerilerini dikkate alarak revize ettiği çözüm için eylem planı bir
türlü hayata geçmiyordu. Zira müzakere süreci henüz başlamamış ve
hükümet bunun için adım atmıyordu. Aksine, sadece Hakkari bölgesinde bu
süreç zarfında 189 Karakol yapılmış, Amed, Dersim ve bir çok bölgede
yüzlerce karakol ve kalekol inşaatlarının ihalesi TOKİ'ye verilmişti.
Öcalan'ın, insani olarak oldukça önemsediği hasta tutsakların durumunda
bir gelişme olmadığı gibi, tedavileri bile engelleniyordu. Öcalan'ın ve
PKK hareketinin çözüm için attıkları adımlar ve iyi niyet çabaları, bir
zaafiyet olarak değerlendirilip, derinden bir askeri ve siyasi saldırı
hazırlıkları yapılıyordu. Bu hazırlıklara karşı direnen halka
saldırılıyor, sivil insanlar katlediliyordu.
KCK ve İmralı'ya giden HDP heyeti bu durumdan rahatsızlıklarını dile
getirip, hükümetin çözüm için değil, tasfiye hazırlıklarını yaptığını
sürekli açıklıyorlardı. Öcalan, hükümet bu süreci değerlendirirse mevcut
Ortadoğu kaosundan Kürt Türk birlikteliğinin çıkacağını ve bu
sinerjinin bölgeye olumlu anlamda müthiş bir etki yapacağını
düşünüyordu. Süreç değerlendirilmez ve çözümsüzlük dayatılırsa büyük bir
kırılmanın olacağını sürekli HDP ve devlet heyetine iletiyordu. Bu
büyük kırılmanın olmaması ve savaşın derinleşmemesi için yapılması
gerekenleri ayrıntılarıyla taraflara iletiyordu.
Eylül ve Ekim aylarındaki görüşmede 'süreç artık yeni formatta devam
etmeli' diyen Öcalan, 2014 Newroz’una kadar müzakerelerin başlaması ve
adım atılması için değerlendirmelerde bulundu. Sürecin artık istediği
gibi gitmeyeceğini gören hükümet, rutin devlet heyeti dışında, İmralı
adasına üst düzey bir siyasi yetkilisini göndererek, gereken siyasi ve
yasal adımların atacağına dair taahhütte bulundu.
3. BÖLÜM
Devam edecek....