15 Eylül 2011 Perşembe

Said-i Nursi Üzerine...


Said-i Kürdi” diye tanınır; ancak Kürtlerden çok Türklere hizmet eder. Fakat karşılığı sürgün, hapis ve işkence olmuştur. Öz olarak Said-i Nursi sadece asi bir dindardı... Said-i Nursi, Bitlis’in Hizan ilçesi İsparit nahiyesine bağlı Nurs köyünde 1873 yılında doğmuştur. Ancak doğum tarihiyle ilgili farklı tarihler söz konusudur. Said-i Nursi, bölgenin ünlü alimlerinin yanında medreselerde din eğitimini görerek 1894’te daha genç yaşta, zeka ve kabiliyetiyle ehli ilim kesiminin dikkatini çekmiş ve Bediüzzaman (çağın güzelliği) lakabıyla anılmaya başlanmıştır.

Hayatına yön veren rüya

Hayatına yön veren ve ömrünün sonuna kadar bağlı kaldığı bir rüyasından sözedilir. Bu rüyasını çeşitli zamanlarda hep söylemiştir. Rüyasında peygamberi (Hz. Muhammed) gördüğünü ve ondan ilim talep ettiği belirtilir. Peygamber de “Ümmetimde soru sormamak şartıyla sana ilmi Kuran verilecektir” diyor. Bu rüyaya bağlı kalarak yaşamı boyunca hiç kimseye sıradan bir soru dahi sormadığı söyleniyor. Birçok alimlerle girdiği münazaralarda hep üstün gelir. Bunun en büyük nedeni de dini kitaplarla birlikte bilim kitaplarını da okumadır. Ezber gücü çok güçlü hatta 90 cilt kitap ezberlediği söyleniyor.

Mekteplerde din, medreselerde fen okutulmalı’

Kendi deyimiyle diğer kitapların okumasını, “Bu kitaplar Kuran’ın hakikatlerine ulaştıran basamaklar oldu” biçiminde yorumlamıştır. En büyük hayali Doğu Üniversitesi’nin açtırmasıdır. Dahası bölgede okulların açılmasının geciktiğini belirtiyor. İstanbul’a gidip padişahla görüşmek istiyor. “Neden padişahla görüşmek istiyorsun” sorusu üzerine şöyle bir cevap veriyor: “Padişah’la görüşüp mekteplerde din dersleri, medreselerde ise müspet fen dersleri okutulmasını teklif edeceğim” diyor. Bu şekilde “Mektepler dinsiz olmaktan; medreseliler ise taassuptan kurtulacaktır” diyerek, Sultan Abdülhamit’e bir dilekçe ile talepte bulunur.

Mehmet Akif ve İttihatçılarla ilişkisi 

Sonradan Abdülhamit ile görüşmesi esnasında yaptığı konuşma nedeniyle belli bir süre tımarhaneye atılır. Ve ardından ilk askeri mahkemede yargılanır. Yapılan kimlik tespitinde mahkeme başkanının “Sen hangi Kürt aşiretine mensupsun?” sorusuna verdiği cevap: “Sen hangi Tatar aşiretine mensupsun? Ben Osmanlıyım… Benim Kürtlüğüm doğduğum ve büyüdüğün yerin halkına verilen isimdir” olur. Birçok konuda Said-i Nursi ile Mehmet Akif Ersoy aynı düşüncede ve ittifak halindedir; bu benzerlik özellikle medeniyet anlayışında kendisini göstermektedir. Said-i Nursi’nin dindarlığı ile birlikte siyasal görüşü de kendini gösterir. Bir süreliğine Selanik’te ittihatçılarla tanışmış, onlarla dostluk kurduğu bir gerçektir. “İttihat ve Terakki ittifak etmiştin neden ayrıldın?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver bey gibi adamlarla şimdi de müttefikiz.”

Ademi merkezi’liğe karşıtlığı

O dönemin şartlarında Prens Sabahattin, “ademi-merkeziyet” fikrini ortaya attığında (ki belki imparatorluğun ömrünü uzatacak fikirdi), İttihat Terakki mensupları tarafında çok ağır saldırılara maruz kalır. Bu saldıranların başında gelenlerden biri de Said-i Nursi’dir. Prens Sabahattin’e uzun bir mektup göndererek bu fikrine karşı özetle şöyle diyor: “Muhtelif ırk, din ve milletler önce muhtariyet, daha sonra istiklal isteyeceklerdir.”

31 Mart olayı ve tutukluluk

Osmanlı ve cumhuriyet tarihinde “irticai hareketinin ilki olarak tanımlanan 31 Mart (1909) olayında bu olayı tertipleyenlerin İttihat-Terakkiciler olduğuna dair söylentiler mevcut. Said-i Nursi’nin çeşitli yatıştırıcı girişimleri olsa da, o dönemde “Volkan” gazetesinde çıkan yazıları nedeniyle 31 Mart olayının tahrikçisi olarak bir rol oynadığı iddiasıyla tevkif edilerek cezaevine konulur. Said-i Nursi, bundan sonra artık kendini tamamen dine verir.

Osmanlı kumandanı Said-i Nursi

Said-i Nursi beraat ettikten sonra İstanbul’u terk ederek Van’a gitti. Ardından birçok yeri gezdikten sonra 1911’de Şam’a gitti; orada da birçok münazaralara, seminerlere katıldı. Şam’dan Beyrut’a geçerek tekrar İstanbul’a geldi ve “Medreseetuz-zehra”adını verdiği idealindeki şark üniversitesini kurmak için tekrar çalışmalara başladı. Bu esnada dünya bir çalkantı içerisindedir. Osmanlı “hasta adam” olarak tanımlamaktadır. Doğu’dan 1912’deki Balkan savaşlarına katılmak için gelen milis kuvvetlerinin başına Said-i Nursi komutan olarak atanır. Dahası kendisine “Teşkilat-ı Mahsusa”da önemli görevler verilmiştir. Bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı’nın öncüsü olan “Teşkilat-ı Mahsusa” tarafından cihat fetvası adı altında bildiriler dağıtılır. Söz konusu “Cihat fetvası”nı bizzat Said-i Nursi’nin Kuzey Afrika’ya kadar gidip dağıttığı söylenmektedir. Said-i Nursi, Van’a gelerek bir milis alayı teşkil ederek eğitmeye başlar. Said-i Nursi artık bir hocadan çok bir Osmanlı kumandanıdır. 1915 tarihinden itibaren milis alayının başı olarak fiilen çatışmaya girer. Zaten milis teşkilatının kurulma fikrini Enver paşa, Said-i Nursi’ye teklif etmişti.

Enver paşayla dostluk, Sibirya’ya sürgünlük

Daha öncede Enver paşa ile dostluğu vardı. Enver paşayla birlikte Kafkas cephesinde Sarıkamış faciasını birlikte yaşarlar. İki sefer yaralanan Said-i Nursi en son Ruslara esir düşerek Sibirya’ya götürülür. Üç talebesiyle birlikte artık Rusların elindedir.
1917 Ekim devriminin gerçekleşmesiyle birlikte Said-i Nursi, Rusya’dan tekrar İstanbul’a gelir. Pasaport vazifesini gören resmi belgeden Said-i Nursi şöyle tanınıyor:
İsmi: Said Mirza Efendi
Rütbesi: Fahri kaymakam
Kıtası: Gönüllü Kürt Süvari Alayı.
Tabiiyeti: Osmanlı
İstanbul’a dönüşü ardından, şimdi İslam Akademisi diyebileceğimiz “Dar-ül Hikmet”te kaymakam olarak görevlendirilir.

Kürdistan’ı teşkil etmek değil, Osmanlıyı ihya edelim’

I. Dünya Savaşı ardından birçok yer gibi İstanbul da İngilizlerin işgali altındadır. Osmanlı İmparatorluğu dağılmaktadır. İmparatorluktan ayrılarak kendi devletini kuranlar arasında Ermeniler de bulunmaktadır. Her ulusun kendi devletini kurma girişimleri Kürt aydınlarını da etkiler. Mevlanazade Rıfat Bey, imparatorluğun dağılmasının kaçınılmazlığını görünce yakın çevresiyle bir Kürdistan kurma tartışmasına girişiyor ve Said-i Nursi’ye bir mektup yazıp fikrini soruyor. Bu mektuba cevaben Said-i Nursi şunu diyor: “Rıfat bey, Kürdistan’ı teşkil etmek değil; Osmanlı İmparatorluğu’nu ihya edelim. Bunu kabil edersen canımı bile feda ederek çalışırım.”

Osmanlıdan umudunu keser, mecliste törenle karşılanır

Yine “Kürt Teali Cemiyeti’nin Başkanı Abdulkadir’den gelen Kürdistan’ı kurma teklifini, Türk Milletinin Müslümanlığını gerekçe yaparak reddeder. 1920’lerde “Kuvva-i Milliye” karşıtı fetvaya da Said-i Nursi karşı çıkmıştır. Bu yaklaşım onun Osmanlı’dan umudunu kestiğine işaret eder. Nitekim bunu duyan Mustafa Kemal onu Ankara’ya çağırır. Ankara’ya 1922’de gelen Said-i Nursi’ye mecliste karşılama töreni yapılır. Birçok temenni içeren on maddelik bir beyanname yazarak meclise sunar. Nursi’nin temennileri ağırlıkta İslam ve adaletle ilgilidir.

Şeyh Sait isyanına karşı çıkar ama devlete yaranamaz

Said Nursi, tekrar Van’a giderek 1923’te Van’ın Çaravaiz köyünde ve Erek dağındaki bir manastırın harabesinde ibadet etmeye başlar. Yanında birkaç talebesi de vardır. 1925’te Şeyh Sait’in isyanı başlar. Daha önce Kürdistan’ı kurma fikrine karşı çıkan, bu sefer de Şeyh Sait’in isyanına karşı da “Böyle Şeriat istemek olmaz” deyip ilgisiz kalır. Buna rağmen bulunduğu yerden bir askeri birliğin denetiminde alınıp İstanbul’a sürgün edilir. Üzerinde bölgenin kıyafetiyle İstanbul’dan Burdur’a oradan Isparta’nın Barla nahiyesine nakledilir. Uzun süre Barla’da gözetim altında tutulur. Birçok eserini bu sürgün hayatında yazar.

‘Dindar cumhuriyetçi’

1935’te Said-i Nursi ve talebelerine yönelik tutuklamalar başlar. 120 Talebesiyle birlikte Eskişehir Hapishanesine gönderilir. Bir beyanatında kendisine yönelik baskıların “Dinsizlik ile dindarlık mücadelesi” olarak belirtir. Kendisini dindar bir cumhuriyetçi olarak mahkemede savunduğu kayıtlara geçmiştir. Onbir ay hapis yattıktan sonra jandarma refakatinde Kastamonu’ya gönderilir. Artık davaların çoğu yazdığı kitaplarla ilgilidir. 1943’te Ankara’ya getirilir ve tevkif edilir. Ankara mahkemesinde yaptığı savunmada şöyle diyor: “Ben her şeyden evvel Müslüman’ım ve Kürdistan’daki hizmetim Türklere olmuş ve hayatımın çoğu Türklerin içinde geçmiştir.”

Rejime aykırı fikirler’den dolayı yine tutuklu

Ankara’dan Denizli’ye gönderilen Said-i Nursi orada hapishaneye konulur. 126 Nur talebesinin tutuklanmasının gerekçesi Sait Nursi’nin yazdığı “Nur Risalesi”dir. 15 Haziran 1944’te Denizli Ağır Ceza Mahkemesi Said-i Nursi Hakkında beraat kararı verir. Beraat etmesine rağmen bir otelde gözetim altında tutulur. Ağustos sonlarında tekrar Afyon Emirdağ’a gönderilir. Yine gözetim altında tutularak 1948-23 Ocak tarihinde bir baskınla Said-i Nursi, on beş kadar Nur talebesiyle birlikte polis nezaretinde Afyon’a getirilir. “Siyasi bir cemiyet kurma, rejime aykırı fikirler neşretmek, siyasi bir gaye takip etmek”le suçlanarak tutuklanıp Afyon cezaevine konulur ve 20 ay ceza verilir. Said-i Nursi tahliye olduktan sonra da Afyon’da bir eve yerleştirilip gözetimde tutulur. Esasında kendisi her ne kadar bir Türk’ten daha Türk görüyorsa da, sürekli gözetim, sürgün ve hapishanelerde olmanın en büyük nedeninden biri onun bir Kürt olmasındandır.

Kürtlerden çok Türklere hizmet etmişimdir’ 

Kendisi bunu fark ettiğini ve bütün mahkemelerde karşına çıktığını görüyor bu nedenle bütün resmi kayıtlarda kendi ağzıyla bunu hep tekrarlamıştır: “Kürtlerden çok Türklere hizmet etmişimdir.” Hatta bir yerde şunu diyor: “İsmim Said-i Nursi iken hep benden Said Kürdi olarak söz ediyorlar ve bu beni rahatsız ediyor” İki ay sonra polis nezaretin de Emirdağ’a gönderiliyor.

Celal Bayar’a kutlama mesajı, Kore savaşına destek

Demokrat Parti’nin 1950 yılında iktidara gelmesiyle deyim yerindeyse demokrasi devri başlıyor. Dönemin Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar’a kutlama mesajı gönderir. Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesini destekler ve bir talebesini de oraya gönderir. Kısa süreliğine Eskişehir’e gelerek bir otelde kalır. Oradan Isparta’ya gider. Bir davası nedeniyle İstanbul’a çağrılır. 27 yıl sonra tekrar İstanbul’a gelir. Mahkeme son celsede beraat kararını verir. Üç ay İstanbul’da kaldıktan sonra Emirdağ’a oradan Eskişehir bir müddet sonra Isparta’ya gider; ömrünün son yılların talebeleriyle oradan geçirmek ister. Türkiye ile Irak arasında 1955 yılında işbirliği antlaşması imzalandı.

CENTO ismi verilen bu pakta daha sonra İngiltere, Pakistan ve İran da üye olarak katıldı. ABD ise gözlemci sıfatıyla yer aldı. Sait Nursi bu paktı desteklediğini ve bu konuda duyduğu memnuniyeti Celal Bayar’a yazdığı bir mektupla bildirir. Afyon Mahkemesi 1955’te “Risale-i Nur”u iade eder. Diyanet incelenmesi sonunda mahkeme bu kararı vermiştir. 1957’de yapılan seçimlerde DP’yi desteklediği duyulur. Bediüzzaman’ın eserleri artık matbaalarda basılabilir hale gelmiş; üzerinde baskının kısmen de olsa hafiflemesiyle artık seyahat etmeye ve vaazlar vermeye başlar.

Sadece asi bir dindardı...

Ani bir kararla özel arabasıyla Urfa’ya gideceğini belirtir. Ancak bunun gizli tutulmasını söyler. Sağlık durumu ciddi boyutta, yaşı ilerlemişti. Urfa’ya varıldığında durumu kötüleşir. Said-i Nursi’nin Urfa’ya geldiğini öğrenen Emniyet Amiri bizzat kendisi gidip, bulunduğu otelde talebelerine derhal şehri terk etmesini söyler. Emrin Ankara’dan geldiğini söyler. Daha tartışmalar sürerken; Bediüzzaman vefat eder. Urfa’da defin edilir. Daha sonra mezarı açılıp naşı bilinmeyen bir yere nakledilir. Sonuç olarak “Said Kürdi” diye tanınır; ancak Kürtlerden çok Türklere hizmet eder. Fakat karşılığı sürgün, hapis ve işkence olmuştur. Öz olarak Said-i Nursi sadece asi bir dindardı...

NEVZAT ÇAPKIN / Siirt E-Tipi Cezaevi

Hiç yorum yok: