4 Ekim 2011 Salı

HPG Gerillasının Cenazesinde 120 Gözaltı

Maraş'ın Pazarcık ilçesinde Türk ordusunun pususu sonucunda yaşanan çatışmada hayatını kaybeden HPG gerillası Sadık Kaya'nın (Rojhat) cenaze töreninin ardından 120 kişi gözaltına alındı.

Kaya'nın cenazesinin Güneykent Mezarlığında defnedilmesinin ardından Türk polisinin kitleye saldırdı. Gaz bombalası, tazyikli su ve coplarla saldıran polise kitle de taşlarla cevap verdi. Olaylar sırasında çok sayıda kişinin yaralandığı ve 120 kadar kişinin gözaltına aldındığı bildirildi.

Bu arada olaylar sırasında bir polisin bıçakla yaralandığı haber veriliyor.

KCK'den AKP Faşizmine Karşı Direniş Çağrısı

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı bugün Diyarbakır ve İstanbul merkezli gerçekleştirilen gözaltı dalgasına sert tepki gösterdi. Operasyonların bir saldırı ve zulüm siyaseti olduğunu ifade eden KCK, AKP’nin faşizan saldırılarına karşı direniş çağrısı yaptı.

Açıklamada ayrıca Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın protokollerin varlığını inkar etmesi de “protokollerin varlığının bir yalan olduğunu söylemenin kendisi bir yalandır” şeklinde değerlendirildi.

AKP'nin Kürt sorununu şiddet, şantak ve baskıda karar kıldığını ifade eden KCK, bizzat Erdoğan'In başını çektiği yoğun bir karalama ve psikolojik savaş eşliğinde yürütülen saldırı dalgasının yurtsever kimlikli bütün kesimleri tehdit eder hale geldiği tespitinde bulundu.

GÖZALTINA ALINANLARLA KCK'NİN İLİŞKİSİ YOK

Operasyonların amacını esas olarak Kürt halkını siyasetsiz bırakma, sindirme ve köle bir statüyü kabul ettirme olarak nitelendiren KCK açıklamasında “Bu insanların birer KCK ilişkisi oldukları iddiası, AKP ve Gülen Cemaati’nin büyük bir yalanı, onlara bağlı polisin uydurduğu safsatadan başka bir şey değildir” denildi.

Açıklamada devamla şunlar belirtildi: “KCK adı altında tutuklanan Kürt siyasetçilerinin KCK yapılanması ile hiçbir ilişkileri yoktur. Bunun hiçbir belgesini ortaya koyamazlar. Çünkü böyle bir şey yoktur. Tamamen Kürt halkını ve siyasetini teslim almaya, boyun eğdirmeye dönük sömürgeciliğin bayat bir uydurmasıdır. Her türlü hukuk normlarını ayaklar altına alan doğrudan yapılmış bir saldırı ve zulüm siyasetidir.”

ÖCALAN'A TECRİT AHLAK DIŞI

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'a yönelik tecrite de dikkat çekilen açıklamada “AKP devletinin, Kürt Halk Önderliği ve yanında bulunan devrimci tutuklulara uyguladığı hukuk ve ahlak dışı tecrit ve işkence sisteminin nasıl keyfi bir uygulama olduğu, bizzat Başbakan’ın itiraflarıyla açığa çıkmıştır. Aynı zamanda Başbakan, “ailesiyle görüşüyor” diyerek açık açık yalan söylemekte hiçbir beis görmemiştir. Açık ki Önderliğimize ve Kürt siyasetçilerine karşı yürütülen uygulamaların hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Hakim olan şey, tamamen baskı ve şantajın kullanılması ile sonuç almaya dönük sömürgeci hukuk yasalarıdır. Bunun altında da yalan ve iftira vardır” denildi.

PROTOKOLLERİN VARLIĞININ YALAN OLDUĞUNU SÖYLEMEK YALANDIR


Tayyip Erdoğan'ın Öcalan ile Türk devleti arasındaki görüşmeler sonucu oluşturulan protokollerin varlığını inkar etmesine de değinilen KCK açıklamasında “Önder Apo’nun kaleme aldığı ve hareketimizin de kısa bazı eklemeler yaparak kabul ettiği Kürt sorununun barışçıl demokratik çözüm esaslarını belirleyen ve 3 başlık altında toplanan protokollerin hazırlandığı ve hükümete sunulduğu bir gerçektir. Ama bu protokoller Başbakan tarafından cevapsız bırakılmış, bunun ardından ise baskı ve şiddet yöntemi devreye konulmuştur. Bu protokollerin Başbakan tarafından imzalanmadığı doğrudur, ancak görüşmelerin bir sonucu olarak protokollerin ortaya çıktığı inkar edilemez. Buna rağmen protokollerin varlığının bir yalan olduğunu söylemenin kendisi bir yalandır” belirlemelerinde bulundu.

VAKIF İDDİALARI TEMELSİZ

Erdoğan'ın Alman vakıflarına yönelik açıklamaları konusuna da dikkat çeken KCK açıklamaları şu şekilde değerlendirdi: “Kendi karşıtlarını etkisiz kılmak için her türlü yöntemi kullanma alışkanlığına sahip olan Başbakan Erdoğan, CHP ve BDP belediyelerinin kredi anlaşması yaptığı bir Alman vakfının hareketimize de fon aktardığı imasında bulunmuştur. Bu, tamamen doğru olmayan bir çarpıtma ve yalandır. Bırakalım böyle bir yardımı, Alman devletinin Avrupa’daki Kürtler arasında hareketimizin yardım toplamasını engellemek için Türk sömürgeci pratiklerini aratan cinsten uygulamalarda bulunduğunu herkes bilmektedir. Bu nedenle Başbakan’ın bu konudaki iddiaları temelsiz ve gerçeğe dayanmamaktadır.”

KCK açıklamasında devamla şunlar belirtildi: “AKP, bütün bunları Kürt halkı öz yönetim hakkını istediği için yapmaktadır; Kürt Halk Önderliği ve Özgürlük Hareketi tarafından kirli siyaseti açığa çıkarıldığı ve başarısız kaldığı için yapmaktadır. Esas amacı, Anayasa yapımından önce özgürlük hareketini geriletmek, Kürt siyasetini baskılamak, Kürt toplumunu bastırarak teslim olmuş, sessiz ve hareket edemez bir hale getirmektir. Ancak Kürt halkının örgütlülük ve bilinç düzeyini hesaba katmayan ve 30 yıldan beri uygulanan şiddet politikasının iflas etmesini göz önünde tutmayan bu politikanın sonuçsuz kalacağı kesindir.

Tamamen yalana ve yoğun bir psikolojik savaşa dayanan AKP’nin saldırıları, asla sonuç almayacak; halkımızın haklı ve doğru yolda ilerleyen, görkemli özgürlük yürüyüşünü hiçbir güç durduramayacaktır. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin büyük emek ve yılların deneyimine dayanan mücadelesi ve önlenemeyen gelişmesi karşısında sıkışan ve çözümsüzlükte ısrar eden AKP’nin sömürgeci refleksleri gittikçe tüm yurtsever halkımızı hedeflemektedir. Başarısız kalmanın ruh haliyle pervasızlaşan bu saldırgan ve faşizan politikasına karşı hiçbir Kürt yurtseveri sessiz kalmamalıdır.

SALDIRILARA TEPKİ KONULMALI

Bugün İstanbul’da 80’in üzerinde Kürt siyasetçisinin gözaltına alınmasıyla birlikte Amed ve Derik’te de çeşitli gözaltına almalarla sürdürülen saldırı dalgasının genişletilmesiyle zirveye çıkarılan bu zulüm siyasetiyle, Kürdistan ve Türkiye’deki tüm barış ve demokrasiden yana olan güçlerin sessiz kalamayacağı tehlikeli bir süreç başlatılmak istenilmektedir. Bu gerçekler ışığında Kürdistan’da, başta gençlik ve kadın olmak üzere tüm yurtsever-demokratik kurum ve kuruluşları, AKP’nin Kürt halkını iradesizleştirmeye, geleceğini karartmaya dönük bu hoyratça gelişen faşizan saldırılarına karşı toplumsal tepkilerini her yerde ortaya koymaya ve sessiz kalmamaya çağırıyoruz.

Bilinmeli ki, halkımızın öz örgütlenmesi, toplumsal direnişi ve büyük serhildan hareketinin AKP’nin faşizan uygulamalarına dur demesiyle çözüm gelecek, başarı ancak bu temelde sürdürülecek güçlü bir direnişle mümkün olacaktır. Yurtsever halkımızın özgürlük iradesinin kırılamayacağını herkese göstermenin gününün geldiğini bilerek ve bu temelde sürece katılarak sonuç almak için büyük bir özveri ve fedakarlıkla yürümek temel bir görev haline gelmiştir.”

Operasyonlar 'Siyasetten Çekilmemiz' İçin Yapılıyor

Kürt siyasetçilere yönelik gerçekleştirilen siyasi operasyonlara tepki gösteren BDP Diyarbakır İl Başkanı M. Ali Aydın, operasyonlarla "Siyasetten çekilin" baskısı yapıldığını söyledi. Tutuklamalara karşı tek bir adım dahi geri atmayacaklarını belirten Aydın, "Direnişe devam" dedi.

BDP Diyarbakır İl Örgütü, aralarında belediye başkanlarının da bulunduğu Kürt siyasetçilere yönelik gözaltı ve tutuklama furyasını protesto etti. BDP İl binası önünde düzenlenen açıklamaya, BDP'li ilçe belediye başkanları, il ve ilçe yöneticileri, belediye meclis üyeleri ve ESP Diyarbakır İl Başkanı Ramazan Karakaya'nın yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.

BDP Diyarbakır İl Başkanı M. Ali Aydın, Türkiye siyasi tarihine kara bir leke olarak girecek bir süreçten geçtiklerini işaret ederek, "Demokrasi, hukuk ve evrensel değerlere sığmayan siyasi operasyonlar devam ediyor" dedi. "Bir halkın demokratik siyaset yapma azmine saldırı, utanç vericidir" diyen Aydın, son 3 haftada dört belediye başkanlarının tutuklandığını dile getirdi. Aydın, "Demokrasi tarihinde görülmedik bir biçimde Kürtler gözaltına alınıyor. Hukukçular bu hukuksuzlukları görmeli. Son sürece hangi açıdan bakılırsa bakılsın, faşizmin pratik uygulamasıdır" dedi.

‘SİYASETTEN ÇEKİLİN BASKISI YAPILIYOR’

"İş çığırından çıkmıştır" diyen Aydın, "Eskiden parti kapatmalar vardı; ama şimdi parti kapatmak kadar arkadaşlarımız gözaltına alınıyor. 'Siyaseten çekilin' baskısı yapılıyor. Şu iyi bilinmeli ki Kürt halkı iradesine sahip çıkacaktır. 70'lik annelere, dedelere de kalsa bu mücadele devam edecektir. Bu süreçlere karşı göğsümüzü gere gere direnmeye devam edeceğiz" diye konuştu. Aydın, çözüm için Öcalan ile müzakerelerin sürdürülmesi, askeri ve siyasi operasyonların durdurulması ve tutuklanan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılmasını istedi.

OPERASYONLARLA UYANDIK

BDP İstanbul İl Örgütü, İstanbul'da sabah saatlerinde gerçekleşen PM üyeleri, İl ve İlçe yöneticilerinin gözaltına alındığı "KCK" adı altında yapılan operasyona Beyoğlu'nda bulunan İl binası önünde yaptığı açıklama ile tepki gösterdi. Protesto eylemine BDP PM üyeleri Şamil Altan, Ayla Yıldırım ve Medeni Kırıcı'nın yansı sıra EMEP, ESP, ÖDP, 78'liler Federasyonu ve Türkiye Barış Meclisi gibi siyasi parti ve oluşumların temsilcileri de katılarak destek verdi. "Baskılar bizi yıldıramaz" sloganının atıldığı eylemde açıklama yapan BDP İstanbul İl Başkanı Hüseyin Çalışçı, İstanbul'da da aralarında BDP PM üyeleri, il yöneticileri, ilçe başkanları ve Kürtlere ait kurum yöneticilerinin de bulunduğu Kürt yöneticileri hedef alan operasyonlarla güne uyandıklarını söyledi.

"Hukuk dışı" olarak nitelendirdiği operasyonları şiddetle kınadıklarını söyleyen Çalışçı, operasyonların sorumlusunun ise, her konuşmalarında partilerini hedef gösteren AKP Hükümeti kurmayları ve Başbakan Erdoğan'ın kendisi olduğunu söyledi. AKP'nin kendisi için "dikensiz gül bahçesi" yaratmak istediğini ifade eden Çalışçı, "BDP ve Blok milletvekillerinin 1 Ekim de Meclis' e giderek yemin ettikleri bir süreçte bu operasyonun yapılmış olmasını partimize karşı bir provokasyon olarak değerlendiriyoruz. BDP milletvekillerinin Meclis'e dönmeleri toplumun tüm kesimlerinde demokratik siyasetin önünün açılacağı, Kürt sorununun demokratik çözümü noktasında büyük bir umut yaratmışken, bu operasyonların yapılmış olmasının demokratik siyaset kanallarının kapatılmasına yönelik bir provokasyon ve Meclis de halkın iradesinin temsiline yönelik bir tahammülsüzlük olarak görmekteyiz" dedi.

‘GEMLİK YÜRÜYÜŞÜ ENGELLENMEK İSTENİYOR’

Operasyonun amacının ise, "Türkiye'deki sol, sosyalist ve tüm muhalif kesimlerle yapılacak olan Demokratik Kongre'ye ve TUHAD-FED tarafından düzenlenen tecride karşı Gemlik'e yapılacak olan 'Barış Yürüyüşü' olduğunu" belirten Çalışçı, yapılan operasyonların hedefine ulaşmayacağını ve mücadelelerini tüm kararlılıklarıyla sürdüreceklerini söyledi. Kamuoyuna duyarlılık çağrısı yapan Çalışçı, Kürt siyasetçilerin gözaltı işlemlerinin ardından çıkartılacakları Adliye önünde Kürt siyasetçilere destek vermeye çağırdı. Protesto eylemi basın açıklamasının ardından "Baskılar bizi yıldıramaz" sloganları ile sonlandırıldı.

GÖZALTINA ALINANLARIN İSİMLERİ

Diyarbakır'da gözaltına alınanlardan 21 kişin isimleri şöyle: Derik Belediye Başkanı ve DTK Koordinasyon Kurulu Üyesi Çağlar Demirel, Eski BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Erkan Pişkin, Amed Kent Meclisi Sözcüsü Zübeyde Zümrüt, BDP Kadın Meclisi'nden Fatma Kaşan, BDP Diyarbakır İl Başkan Yardımcısı Mehmet Aksünger, İl yöneticileri Ahmet İlan, Nesip Gültekin, Mehmet Güzel, Burhan Karakoç ile eski İl Yöneticisi Resul Erkaplan, Dr. İlhan Diken, Abdurahim Sertbaş, Bağlar Belediye Meclis Üyesi Ali Alkan, BDP üyeleri Ahmet Yerlikaya, Necla Korkmaz, Büyükşehir Belediyesi çalışanı Gafur Şen, BDP çalışanı Atilla Koca, Mehmet Ermiş, Serdest Tan, Azadiya Welat Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni ve gazetenin yazarı Tayyip Temel ve ismi öğrenilemeyen 2 kişi.

Ergani İlçesi'nde de gözaltına alınan ve isimleri öğrenilen 5 kişinin isimleri ise şunlar; İl Genel Meclis Üyesi Ahmet Kınık, Ergani eski İlçe Başkanı Mehmet Duman, Şemsettin Kaplan, Arif Aslan ve Ali Aslan.

BDP: AKP İle Yarın Görüşmemiz Yok

BDP'nin AKP ile yarın sabah görüşeceğine ilişkin haberlerin gerçeği yansıtmadığı bildirildi.

BDP Genel Merkezi'nden yapılan bilgilendirmede, "Bazı haber kanlarında BDP'nin AKP ile yarın saat 11.00'da görüşeceği yönünde haberler geçmektedir. AKP'ye yarın için verilmiş bir randevu söz konusu değildir" denildi.

Aydoğan: Gözaltı Terörünün Talimatını Erdoğan Verdi

BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, AKP'nin başlattığı gözaltı terörünün zamanlamasına dikkat çekerek, "Hem Gemlik yürüyüşü hedeflenmek isteniyor, hem de yeni çatı çalışmasna katılımlar engellenmek isteniyor" dedi.

Roj TV'den Erdal Er'e konuşan BDP'li Nursel Aydoğan, bugünkü gözaltı terörünün talimatının bizzat Erdoğan tarafından verildiğini söyledi. "Başbakan televizyonlara çıkıyor, 'hepinizi alacağız, operasyon yapacağız, siyaset yapacak kimse kalmayacak partinizde' anlamında konuşuyor" diyen Aydoğan, Kürt siyasi hareketinin güçlenmesine tahammül edemediğini vurguladı: "Bölgede oy oranımız giderek artmakta. Son çatı partisi çalışmalarımızla birlikte inanılmaz bir ilgi yaratıldı. Tüm bunlar AKP tarafından tespit ediliyor; korku ve panik ortamı yaratarak toplumun yeni çatı partisinden uzaklaştırılması hedefleniyor."

Ayrıca operasyonun zamanlamasına değinen Aydoğan, şöyle dedi: "Birkaç gündür Gemlik'e yapacağımız yürüyüş planlanıyor. Ayın 8'inde hem tecrite hem de bütün olarak demokratik çözüm için Gemlik'e doğru yola çıkılacak. Operasyonun bugüne alınması yürüyüşün katılımını azaltmak ve engellemekle ilgilidir."

Kürt halkının sabrının taşdığını söyleyen Aydoğan, "Bu zamana kadar beklenti vardı; bizim meclise dönüşümüzle ilgili demokratik çözümle ilgili bir beklenti vardı. Bu operasyonla artık ben bu beklentinin de bittiğini düşünüyorum" dedi.

YÜRÜYÜŞ ENGELLENEMEYECEK

BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, son olarak Gemlik yürüyüşüne çağrı yaptı: "Biz bu yürüyüşe çok büyük anlam biçiyoruz. Hem özü hem de katılım itibariyle çok önemsiyoruz. Bu operasyonun sonuç vermeyeceği bilinmeli. Pazar günü Gemlik'te olacak şekilde yola çıkacağız. Halkımız da sokağa çıkmalı, eylem alanlarında olmalıdır."

Kürtler Sistemden Tümden Çekilmeli mi?

 
Cahit Mervan
 
 


Meclis açıldı. BDP boykottu sonlandırdı. Meclise döndü ve milletvekilleri yemin etti. Kamuoyunun barış ve yumuşama yönündeki beklentileri ise yirmi dört saat dahi sürmedi.

Barış yerine savaş, diyalog yerine ret ve inkar politikasının devem edeceğini Türk başbakanı Recep Tayip Erdoğan açıktan ilan etti.

Erdoğan, Makedonya ziyareti dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı. Daha doğrusu yeni savaş konseptini açıkladı.

Medya sadece Erdoğan’ın yarım ağızla dillendirdiği ‘PKK ile görüşmeler tekrardan başlıya bilir’ manasına gelen sözlerini ön plana çıkardı. Ancak Erdoğan bu açıklamalarıyla BDP’nin meclise dönmesiyle birlikte izleyecekleri politikayı, daha doğrusu kirli oyunu ve kurdukları tuzağı açıkladı.

ERDOĞAN SAVAŞ İLAN ETTİ

Erdoğan her şeyden önce günlerdir gerilim ve çatışmanın nedeni olan PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik sistematik tecrit politikasını üstlendi. Bununla kalmadı Asrın Hukuk bürosu avukatlarını hedef gösterdi.

Erdoğan yeni konseptine uygun olarak İmralı’da kendisinin gönderdiği heyet ile Öcalan arasında varılan mutabakat protokolünü inkar etti. ‘Devlet-İmralı PKK arasında bir protokol asla söz konusu değildir. A’dan Z’ye yalandır’ dedi.

Erdoğan yeni savaş konseptine uygun olarak BDP ve PKK’nin Kürt halkını temsil etmediği iddiasında bulundu. BDP’nin ‘zor kullanarak halktan oy aldığını’ iddia etti. KCK operasyonları adı altında Kürtlere karşı yürütülen sürek avına sahip çıktı. Bizzat talimatını kendisinin verdiğini ima etti.

Bununla da kalmadı tutuklanmayan belediye başkanlarını, meclis üyelerini hedef aldı. İşi bir adım daha ileri götürerek bazı Alman vakıfların BDP ve CHP’li belediyeler aracılığıyla ‘PKK’ye para aktardıklarını’ kuyruklu yalanını üfürdü.

Kandil’i tekrardan hedefe oturtarak, askeri operasyonların süreceğini, ‘PKK’yi minimize etmenin de bedeli var’ diyerek aslında yeni katliam politikalarını, sürgün ve tehcir politikalarını, örneğin Hakkari, Şırnak gibi özgürlük hareketinin çok güçlü olduğu alanların boşaltılması için planlarının olduğunu ima etti.

Kısacası BDP’nin meclise dönmesi, yeni anayasa tartışmaları ve yeni bir yumuşama dönemi beklenirken Erdoğan’ın Kandil’den, Öcalan’a, BDP’den, Alman vakıflarına, Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından, belediye çalışanlarına, Kürtlerin tümüne yönelik yaptığı açıklamaların ne anlama gediği bugün daha net anlaşılmış oldu.

Türk polisi ve özel harekat timleri eş zamanlı olarak yeni bir siyasi soykırım operasyonu başlattı. İstanbul, Diyarbakır, Batman, Ankara, Derik ve Kurtalan'da aralarında BDP Genel Başkan Yardımcısı Erkan Pişkin, Genel Sayman Yardımcısı Salih Yıldız, Derik Belediye Başkanı Çağlar Demirel, DTK ve kent meclisleri yöneticileri, BDP PM üyeleri, il yöneticileri ve ilçe başkanlarının da aralarında bulunduğu yaklaşık 150 Kürt gözaltına alındı.

Erdoğan’ın talimatına uygun olarak Derik belediye başkanı Çağlar Demirel’in evi özel hareket timleri tarafından basıldı. Evinin kapsı kırıldı ve kendisi gözaltına alındı.

Hiç kimse kendisini kandırmasın ve bu devlet terörüne alışmasın. Eğer gerekli tavır, Türk devletinin ve onun hükümetinin anladığı dilden olmazsa, bunun peşi gelecek.

Kürdistan dağları daha çok bombalanacak. Kara harekatı başlayacak. Erdoğan’ın son konuşmasında açıktan hedefe koyduğu Amed, Wan ve Hakkari belediye başkanları ve çalışanları tutuklanacak. DTK yöneticileri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, gazeteciler, aydınlar, tutuklanacak.

Hatta şuan mecliste yemin edip göreve başlayan bazı milletvekilleri de taciz edilecek, uygun ortam bulunursa gözaltı ve tutuklamaları gündeme gelecek.

ERDOĞAN TUZAK KURUYOR

Amaç çok açık: askeri ve politik olarak zayıflatılmış, izole edilmiş bir PKK. Kolu kanadı kırılmış ve kriminalize edilmiş bir BDP. Tutuklama, gözaltı ve medya yoluyla yıpratılmış meşruluğu tartışma götüren bir DTK, bölünmüş parçalanmış Kürdistani birlik ve tabi ki İmralı’da sistematik tecritte tabi tutulan bir Kürt önderi Öcalan.

Sonuç olarak zayıflatılmış, güçten düşürülmüş, meşruluğu tartışama götüren bir Kürt hareketi ile müzakere yapmak. Kürtlerin taleplerini sıfırlayarak, şiddet, soykırım ve terör politikalarıyla ‘barış ‘ sağlamaktır.

Erdoğan ve ekibin amacı ve hedefi budur. Hiç şüphe yok ki yeni anayasa uzlaşma hikayeleri, demokrasi falan-filan söylemleri bu kirli ve kalleşçe olan tuzağı gizlemek içindir. Bu tuzak görülmelidir. Hiç kimse bu tuzağa düşmemelidir.

Bu kirli ve bir o kadar kalleşçe olan tuzağı boşa çıkarmanın, AKP devletinin Kürtlere karşı her alanda uyguladığı terör ve şiddet dalgasını savurmanın, Kürtlerin kolektif haklarını elde etme, onurlu ve adıl bir barışı sağlamanın bir den fazla yolu vardır.

Kürt hareketi hiçbir komplekse kapılmadan olan biteni doğru analiz etmeli, bugüne kadar denenmemiş olan yol ve yöntemleri de devreye koyabileceğini göstermelidir.

KÜRTLER BU SİSTEME MAHKUM DEĞİL

Kürtler sistemden tümden çekilmeli mi? Şimdi esas soru budur.

Evet. Kürtler, çözüm ve eşit birlikte yaşama koşullarının yaratmak için tümden sistemden çekilmeyi gündeme almalılar.

Kürtler barışçıl ve demokratik çalışma alanlarını, her şeyden önce kendilerini korumak, oynanan oyunu ve tuzağı boşa çıkartmak için geçici olarak ‘boşaltmayı’ gündeme almalıdır.

Daha da ötesi bu kirli oyunu bozmak, AKP’nin tuzaklarını boşa çıkarmak için: Parlamentodan çekilmeliyi, bütün belediye başkanların, belediye meclis üyelerin, il genel meclis üyelerin toplu istifasını, BDP’yi kapatmayı, DTK’yi fes etmeyi, Kürdistan’daki bütün dernek, kurum ve kuruluşların kapısına kilit vurmayı tartışmalıdır.

Tüm bileşenleriyle, kadrolarıyla yer altına çekilmeyi ve ‘dağa çıkmayı’ gündemine almalıdır.

Yürüyüş, miting gibi pasif direniş eylemlerinden vazgeçmeyi, gelişmelerle ilişkin bildiri ve açıklama yapmamayı, Türk TV ve gazetelerini her türlü şekilde boykot etmeyi gündemine almalıdır.

Yasal olanı değil, meşru olanı, legal olanı değil, illegal olanı, ovayı değil, dağı, barışçıl yöntemleri değil meşru savunmayı tümden gündemine almalıdır.

Türk devletini Kürdistan’da gayri meşru ilan etmeyi, Türk devletini temsil eden güçleri Kürdistan’da ‘istenmeyen kişi ve güç olarak’ ilan etmeyi gündemine almalıdır.

Kürler Kürdistan Özgürlük hareketinin bütün bileşenlerine kirli oyunlar ve tuzak hazırlamakla meşgul AKP’yi yalnızlığa itmeyi becere bilmelidir.

Kürtler Türk sistemini öylesine boşaltmalılar ki Erdoğan ve ekibin kirli oyunu boşa çıksın ve kurduğu tuzağa kendisi düşsün. Kendisiyle konuşacak, müzakere yapacak kimseyi bulamasın.

Kışanak: Diz Çökmeyeceğiz!

BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Başbakan Erdoğan’ın cebinde binlerce kişilik bir siyasi infaz listesinin bulunduğunu belirterek, “10 bin kişiyi de gözaltına alsanız biz sizin önünüzde diz çökmeyeceğiz” dedi.

Grup toplantısında konuşan BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak, 1 Ekim'e kadar sürdürdükleri boykotun "Türkiye’nin rayından çıkmakta olduğunu herkese göstermek için" yapıldığını söyledi.

KCK adı altında Kürt siyaseti tasfiye etmeye yönelik sürdürülen operasyonlara dikkat çeken Kışanak, "Bu sabah kalktığımızda yine bir siyasi soykırımla karşı karşıya kaldık. Partimizin eski ve yeni yöneticileri şu an gözaltında. AKP polisi Kürt avına çıkmış durumda" dedi.

Erdoğan'ın Çiller’leştiğini belirten Kışanak, "Bir zamanlar Tansu Çiller’in cebinde 100 kişilik bir infaz listesi vardı. Erdoğan’ın cebinde de binlerce kişilik bir siyasi infaz listesi var" dedi.

Seyit Rıza'nın 'Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun' sözlerini hatırlatan Kışanak, sözlerini şöyle sürdürdü: "10 bin kişiyi de gözaltına alsanız biz sizin önünüzde diz çökmeyeceğiz. Şimdiye kadar 5 bin yönetici ve çalışanımız gözaltına alındı. Erdoğan çıkıp listesini açıklasın, en önce de BDP/Blok milletvekillerini tutuklasın. Seçmenlerimizi tehdit etmesin."

Başbakan Erdoğan’ın seçimlerde aldığı yenilgi yüzünden BDP’li belediyeleri hedef aldığını belirten Kışanak, Çatışma sürerken sivil ve demokratik bir anayasa yapılamayacağını kaydederek, "Demokratik bir anayasanın teminatı BDP ve Blok’tur. Meclis açılır açılmaz savaş kararı almak anayasa sürecini sabote etmektir" diye konuştu.

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın iki aydır kimseyle görüştürülmediğine dikkat çeken Kışanak, "Başbakan ‘Gerekirse Öcalan’la yeniden görüşürüz’ diyor. Sayın Başbakan, ne zaman gerekecek? Daha kaç gencin ölmesi, kaç ananın ağlaması gerekiyor? Biz senin keyfini beklemek istemiyoruz" dedi. Kışanak, Kürt sorununun çözümü için 8 Ekim Cuma günü Türkiye’nin dört bir yanından Gemlik’e yürüyeceklerini de belirterek, "Bu yürüyüş müzakerenin önünü açmak için önemli bir adım olacak" diye konuştu.

İstanbul'da Gözaltına Alınanların Sayısı 83'e Yükseldi

İstanbul'da 'KCK' adı altında yapılan operasyonlar sonucunda şu ana kadar 7 BDP PM üyesi, 18 ilçe başkan, eşbaşkan ve yöneticisi ile sayıları 58'i bulan parti üyeleri, kurum yöneticileri, belediye meclis üyeleri ve Özgür Gündem Gazetesi Editörü Kazım Şeker olmak üzere 83 kişinin gözaltında bulunduğu öğrenildi.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polislerce İstanbul'un 18 ilçesinde "KCK" adı altında gerçekleştirilen eş zamanlı operasyonlar sonucunda ulaşılan en son bilgilere göre, aralarında BDP PM üyeleri, il yöneticileri, ilçe başkanları, parti üyeleri ile Kürtlere ait bazı kurum yöneticileri ve basın çalışanlarının da bulunduğu 83 kişinin gözaltına alındığı öğrenildi. Özel harekat timlerinin desteğiyle yapılan ev baskınları sonrası gözaltına alınanlar Yenibosna Adli Tıp Kurumu ve Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde sağlık kontörlünden geçirilmelerinin ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Operasyonda gözaltına alınan isimlerin evleri didik didik aranırken, evlerinde ulaşılamayan bazı BDP'li yöneticilerin eşleri gözaltına alındı. Baskınlarda Özgür Gündem Gazetesi Editörü Kazım Şeker de bu sabah evinden çıkarken polisler tarafından gözaltına alındı.

Gözaltına alınanlar isimlerden ulaşılabilinen isimler şu şekilde:

BDP PM üyeleri: Hülya Yer, Çiğdem Kılıçgün Uçar, Cesim Soylu, Gıyasettin Mordeniz, Emine Çaynak, Songül Çelik ve Deniz Zarakolu

İstanbul eski ve yeni İl Yöneticileri: Dursun Yıldız, Ayşe Berktay, Aydemir Anlı, Mehmet Kaymaz, Nural Doğan, Pınar Tarlak, Mehmet Beyazıt, Aziz Tunç, Felemez Erkan, Şehmus Erol, Cafer Selçuk, İsmail Adanmış, Osman Akdağ (Batman'da alındı)

Bağcılar: İlçe Eşbaşkanı Eşref Yaşar ve parti üyesi Ahmet Demirsoy

Bahçelievler: İlçe Başkanı Faruk Tur

Gaziosmanpaşa: İlçe Başkanı Arif Yılmaz

Arnavutköy: İlçe Başkanı Galip Ateş

Sancaktepe: İlçe Başkanı Çiçek Arınç

Güngören: İlçe Başkanı Talip Mikailoğulları

Ümraniye: İlçe Başkanı Asuman Ergün

Şişli: İlçe Başkanı Metin Eren

Esenler: İlçe Başkanı Mehmet Tayyip Aslan

Küçükçekmece: İlçe Başkanı Salih Baykal

Üsküdar: İlçe Başkan Yardımcısı Mehmet Şerif Mergen

Esenler: Esenler İlçe Başkanı Mehmet Tayyip Aslan ile parti üyeleri Şeyhmus Aydın ve Üzeyir Kutun

Bayrampaşa: DTK üyesi Hikmet Kaymaz, BDP İlçe Yöneticisi Cumali Kaya ve ismi öğrenilemeyen 2 kişi

Sultangazi: Aynetu Bulut, Hatice Vural, Songül Çayırlı, Gülşen Çayırlı, Aziz Tülay, Selahattin Tekin, İhsan Yelez, Muzaffer Güzel

Avcılar: İlçe Başkanı Hikmet Duman

Tuzla: İlçe Yöneticileri Faik Taşkaya ve Yüksel Gözde

Maltepe: BDP üyesi Akgül Bozdağ

Kâğıthane: İlçe Yöneticisi Üzeyir Akbulut

Beyoğlu: İlçe Eşbaşkanı Fatma Dikmen, 2. Eşbaşkan Hayri Eser'in eşi Cemile Eser ile YAKAY-DER Yöneticisi Kemal Aydın, Tutuklu Aileleri Derneği (TUAD) yöneticisi Lütfiye Gürbüz, Özgür Gündem gazetesi çalışanları Kazım Şeker ile Türkan Ökmen, Ülker Özatik, Abdulhakim Süzgeç, Canşah Çelik, PM üyesi Songül Çelik, Cahit Özmaya ile eşi Semra Özmaya, Arnavutköy Belediye Meclis Üyesi Hatice Ural, Vahap Nas, İsmail Erdoğan, Yunus Akbaş ve Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) üyesi Önder Dişlioğlu'nun gözaltında bulunan isimler arasında olduğu öğrenildi.

BDP'ye Siyasi İnfaz Operasyonu: 6 İlde 123 Kişi Gözaltına Alındı

İstanbul, Diyarbakır, Batman, Ankara, Derik ve Kurtalan "KCK" adı altında çok sayıda eve düzenlenen baskınlarda, aralarında BDP Genel Başkan Yardımcısı Erkan Pişkin, Genel Sayman Yardımcısı Salih Yıldız, Derik Belediye Başkanı Çağlar Demirel’ın de bulunduğu 123 kişi gözaltına alındı.

Diyarbakır'da "KCK operasyonu" adı altında düzenlenen ev baskınlarında şu ana kadar yaklaşık 40 kişinin gözaltına alındığı öğrenildi. Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatı ile yapılan ev baskınlarında gözaltına alınanlar arasında BDP'li belediye başkanları, BDP il yöneticileri, BDP Kadın Meclisi ve Kent Meclisi üyeleri bulunuyor. Mardin ile çevre illerde de düzenlenen baskınlarda gözaltına alınan kişilerin Diyarbakır'a getirildiği öğrenildi.

Gözaltına alınanlardan bazılarının isimleri şöyle: Derik Belediye Başkanı ve DTK Koordinasyon Kurulu Üyesi Çağlar Demirel, BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Erkan Pişkin, Amed Kent Meclisi Sözcüsü Zübeyde Zümrüt, BDP Kadın Meclisi'nden Fatma Kaşan, BDP Diyarbakır İl Başkan Yardımcısı Mehmet Aksünger, İl Yöneticileri Ahmet İlan, Nesip Gültekin, Mehmet Güzel ile eski İl Yöneticisi Resul Erkaplan, Dr. İlhan Diken, Abdurahim Sertbaş, Bağlar Belediye Meclis Üyesi Ali Alkan, soyadı öğrenilemeyen TUHADFED çalışanı Derviş, BDP üyeleri Ahmet Yerlikaya, Necla Korkmaz, Azadiya Welat Gazetesi Eski Genel Yayın Yönetmeni ve gazetenin yazarı Tayyip Temel.

MİLLETVEKİLİNİN EVİNE BASKIN

Öte yandan BDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan'ın Diyarbakır'daki evine de baskın düzenlendiği, ancak kimsenin gözaltına alınmadığı öğrenildi.

İSTANBUL'DA 80 GÖZALTI

İstanbul'da sabah saatlerinde İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polisler, çok sayıda eve eş zamanlı baskınlar düzenlendi. "KCK" adı altında Kürt yöneticileri hedef alan operasyonlar Bağcılar, Esenyurt, Arnavutköy, Üsküdar, Beyoğlu, Şişli, Gaziosmanpaşa, Bayrampaşa ve Sultangazi ilçelerinde yoğunlaştı. Ulaşılan bilgiye göre, aralarında BDP PM üyeleri, il yöneticileri, ilçe başkanları ve Kürtlere ait kurum yöneticilerinin de bulunduğu 83 kişi gözaltına alındı. Baskınlarda evler didik didik aranırken, gözaltına alınanlar Aksray Vatan Caddesi'nde bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

ANF’ye konuşan BDP İstanbul İl Başkanı Avukat Hüseyin Çalışır, şu anda kadar 80 kişinin gözaltında alındığını söyledi.

Gözaltına alınanlar arasında bulunan bazı BDP'li yönetici ve kurum başkanlarının isimleri şöyle:

BDP PM üyeleri Hülya Yer, Çiğdem Kılıçgün Uçar ve Deniz Zarakolu, BDP İstanbul İl yöneticileri Dursun Yıldız, Aydemir Anlı, Mehmet Kaymaz, Nural Doğan, BDP Bahçelievler İlçe Başkanı Faruk Tur, Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Arif Yılmaz, Arnavutköy İlçe Başkanı Galip Ateş, Sancaktepe İlçe Başkanı Çiçek Arınç, Üsküdar İlçe Başkan Yardımcısı Mehmet Şerif Mergen, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) üyesi Hikmet Kaymaz ve YAKAY-DER Yöneticisi Kemal Aydın.

BATMAN, DERİK VE KURTALAN’DA 3 GÖZALTI


Batman'da Zin Parkı'nda DTK Batman Sözcüsü Osman Akdağ sivil polisler tarafından gözaltına alındı. Siirt'in Kurtalan İlçesi'nde Belediye Meclisi bağımsız üyesi Mehmet Koyuncu da gözaltına alındı. Mardin'in Derik İlçesi'nde ise, Derik Belediye Başkanı ve DTK Koordinasyon Kurulu Üyesi Çağlar Demirel gözaltına alındı. 3 kişinin de Diyarbakır'a götürüleceği belirtildi.

ANKARA’DA 1 GÖZALTI

Ankara'da ise, BDP Genel Sayman Yardımcısı Salih Yıldız, evine yapılan polis baskını ile gözaltına alındı. BDP çalışanı Mahmut Polat'ın da evine baskın düzenlendi.

AKP’li Ajanlar Güney Kürdistan’da Cirit Atıyor


Güney Kürdistan şehirlerinin tamamına çeşitli görünümler adı altında yerleşen AKP’ye bağlı 2 bin civarındaki sivil ve askeri Türk ajanları...

Türkiye’de iktidarı ele geçiren AKP cuntası, bir taraftan Kürdistan ve Türkiye şehirlerinde,  Kürt siyasetçilere yönelik siyasi soykırım operasyonlarını sürdürürken diğer taraftan Kürdistan dağlarında HPG gerillalarına karşı paralı-özel ordusu ile imha operasyonları düzenliyor.

Kürtlere karşı içerde yürütülen imha operasyonları, “sınır ötesi” adı verilen Güney Kürdistan’ın işgal edileceği operasyon hazırlıklarıyla devam ettirilmek istenmektedir. Bu amaçla Güney Kürdistan şehirlerinin tamamına çeşitli görünümler adı altında yerleşen AKP’ye bağlı 2 bin civarındaki sivil ve askeri Türk ajanları, “işgal operasyonu” için istihbarat çalışmaları yürütüyor.

Son dönemde Türk istihbaratına bağlı ajanların Çarqurne, Ranya, Sengeser, Qeladize ve Koye alanlarında istihbarat faaliyetlerini artırdığı, buradaki gizli binalarına yeni elemanlar alınırken alandaki inşaatlarda da “işçi” görünümü altında ajanlar faaliyet yürütüyor.

Medya savunma alanları dışındaki şehirlere yerleşen Türk istihbarat elemanları, buralarda PKK’ye karşı KDP ve YNK’nin desteğini alabilmek için yoğun faaliyetlerde yürütüyorlar.

 7 - 10 Eylül günlerinde sivil giyimli 3 Türk istihbarat subayı Süleymaniye ve Hewler’de çeşitli parti temsilcileri ile bazı gizli temaslarda bulundu.

Özellikle PKK’ye karşı istihbarat faaliyetlerinin merkezi durumuna gelen AKP’nin Hewler konsolosluğunun, Medya Savunma Alanlarına yönelik Türk savaş uçaklarının başlattığı hava saldırılarının hemen öncesinde, Türk istihbaratıyla çalışan tüm kişi ve kurumlara, “PKK’nin yönelim ve saldırılarına karşı tedbir ve önlem almaları” konulu bir uyarı yazısı gönderdiği iddia ediliyor.
AKP’nin Hewler konsolosluğunun açılması başına AKP yandaşı-Gülen Cemaatinin gönüldaşı Aydın Selcen’in getirilmesi ardından, geçmiş yıllarda Türk ordusundan “irticacı” oldukları gerekçesiyle atılan bazı asker ve subayların, Güney Kürdistan’daki Gülen cemaati okul ve kurumlarında çeşitli görevlere getirildiği söyleniyor.

Goran Akreyi

Suyu Kurutmak


Adil BAYRAM
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son dönemlerde artan tehdit ve bağırmaları Kürtler üzerinde ciddi bir etki bırakır mı? Zor görünüyor! Zira Kürtler artık bu tür tehditlerden etkilenmeyecek kadar bilinçli ve örgütlü.

Peki Başbakan’ın Kürt halkına ve özellikle kadınlarına yönelik “PKK’ye karşı direnin” çağrısı karşılık bulur mu? Neredeyse imkansız gibi! Çünkü Kürtlerde çocuğu PKK’li olmayan aile bulmak bile çok zor.


Dolayısıyla Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tehdit ve çağrıları çözümleyici olmadığı gibi, bir güçlülük işareti de olmuyor. Çünkü çoğunlukla zayıflık ve zorlanma işareti olarak yorumlanıyor. Yani Nazım ne güzel de söylemiş, “Mussolini çok korktuğu için çok bağırıyor” diye!


Peki Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık sık tekrarlamaya başladığı PKK’ye yönelik “Cinayet şebekesi, taşeron” gibi kavramlar Türk ve Kürt toplumlarını etkiler mi? Bana göre bu da çok zor bir şey! Zira insanlar sorarlar: Madem cinayet şebekesiydi, o halde Oslo salonlarında neyi tartışıyordunuz?


Diğer yandan, son dönemlerde artan çatışma ve acılı olaylar nedeniyle medyanın hemen PKK’yi suçlamasına, daha olayların aydınlatılmasına bile fırsat vermeden PKK karşıtı propaganda yapmasına, basıncılık ve Kürt sorununun demokratik çözümü açısından bir değer verilebilir mi? Bence verilemez! Çünkü, “Vur abalıya” misali basit propagandadan öteye geçmemektedir. Esas olarak da gittikçe yoğunlaştırılan psikolojik savaşı ifade etmektedir. Tam da Başbakan’ın ve hükümetin çağrısına cevap olmaktadır.


Son aylarda yoğunlaşan çatışmaların kaygı verici düzeye ulaştığı bir gerçektir. Fakat sorunu sadece son aylardaki silahlı çatışma olarak görmek hiçbir çözüm üretmemektedir. Zira mevcut silahlı çatışma durumu bir anda ve durduk yerde ortaya çıkmamıştır. Bunun bir öncesi ve yaratan etkenleri vardır. Ancak öncesi ile birlikte ele alınır ve mevcut çatışmaları yaratan nedenler giderilirse silahlı çatışma sorunu çözülebilir.


Son günlerde öğrendik ki, yaşanan çatışma öncesinde Devlet-PKK görüşmesi varmış. Bu görüşmeler her nedense tıkanmaya uğramış. Sonrasında da malum savaş durumu gelişmiş. Anlaşılıyor ki mevcut çatışmaların gelişmesinin bir nedeni bu.


Fakat tek neden olarak bu görülemez. İkinci bir neden olarak da yaşanan siyasi mücadele var. Zira 14 Nisan 2009’dan beri ikibuçuk yıldır Kürt demokratik siyasetine yönelik bir bastırma ve tasfiye operasyonu yürütülüyor. Sadece siyasi nedenlerle ikibuçuk yılda dörtbine yakın insan tutuklanmış! Son altı ayda tutuklanan insan sayısı 1350! Bunların bir kısmı seçilmiş belediye başkanı, bir kısmı milletvekili! DTP kapatılmış, BDP’nin kapatılması da yolda. Her gün onlarca insanın tutuklanması devam ediyor. AKP hükümetinin yürüttüğü bu sindirme ve tasfiye operasyonuna karşı Kürt halkı yediden yetmişe müthiş bir direniş gösteriyor.


Peki yaşanan silahlı çatışmalar bu siyasi saldırıdan kopuk ele alınabilir mi? Hayır, alınamaz. Demek ki son aylarda yoğunlaşan silahlı çatışmaların ikinci önemli nedeni, AKP’nin Kürt demokratik siyasetine yönelik yürüttüğü sindirme ve tasfiye operasyonudur. Bu operasyon da esas olarak bir “Suyu kurutma” uygulamasıdır.


Bilindiği gibi, suyu kurutma taktiği, gerilla hareketlerine karşı geliştirilen bir kontrgerilla taktiği olmaktadır. Buna “Bataklığı kurutma”, “Denizi kurutma” da denmektedir. Esası gerilla-halk ilişkisini koparmayı, gerillayı halktan tecrit etmeyi, bunun için de halkı yok etmeyi ifade etmektedir. “Balığı tutabilmek için suyu kurutmak” denmektedir. Yani gerillayı bulup yok edebilmek için halkı yok etmek anlamına gelmektedir.


AKP hükümetinin 14 Nisan 2009’dan bu yana Kürtlere karşı uyguladığı politika suyu kurutma taktiği olmaktadır. Kürt halkına ve demokratik siyasetine yönelik uygulamalar tamı tamına böyledir. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son tehditleri ve Kürt halkına yönelik çağrıları da bu politika temelinde değerlendirildiğinde bir anlam bulmaktadır. Bir yandan baskı, diğer yandan çağrı! Kamçı-şeker politikası oluyor bu.


Aslında suyu kurutma taktiğini ilk olarak AKP hükümeti de uygulamıyor. Bu taktiği ilk olarak Kenan Evren cuntası uyguladı. Türkiye genelinde 1970’li yıllarda gelişen
sol devrimci hareketleri tasfiye edebilmek için bu taktiğe başvurdu. Özellikle sol hareketlerin geliştiği yörelerin, mahalle ve kasabaların halkını boşaltmayı esas aldı. Buralardaki halkın bir kısmını tutukladı, bir kısmını büyük şehirlere göçertti, bir kısmını da yurtdışına yöneltti. Böylece halk tabanını kurutarak sol hareketleri tasfiye etmeye çalıştı.

Suyu kurutma taktiğini ikinci olarak 1993-94 yıllarında Demirel-Çiller-Güreş yönetimi uyguladı. Doğal olarak bu sefer taktik sadece Kürtlere karşı uygulandı. Çünkü gerilla hareketi Kürdistan’da gelişmişti. Dağda mücadele veren gerillayı halk desteğinden yoksun kılabilmek için, özellikle kırsal alanda, köylere yönelik uygulandı. Bu dönemde 4000 civarında köyün çeşitli yöntemlerle boşaltıldığı biliniyor. Kürt köylülerinin bir kısmı “PKK’ye yardım ve yataklık”tan ya katledildi ya da tutuklandı, bir kısmı şehirlere göçertildi, bir kısmı da yurtdışına kaçırtıldı. Kürtler bu biçimde köysüz toplum haline getirildi.


Üçüncü olarak da bu taktiği AKP hükümeti 14 Nisan 2009’dan bu yana uyguluyor. Kürt demokratik siyasetini tutuklayarak ve örgütlülüğünü dağıtarak Kürt sorununun siyasi çözüm zeminini kurutmaya çalışıyor. PKK’yi bu biçimde toplumdan ve siyasetten tecrit etmek ve yenilgiye uğratmak istiyor. PKK de işte bunu kabul etmiyor ve direniyor. Son aylardaki kaygı verici çatışmalar işte bu nedenle ortaya çıkmış bulunuyor. Çatışmaların şehre, toplumun içine yönelmesi de bu gerçeği ifade ediyor.


Şimdi bu noktada AKP hükümetinin şapkayı öne koyup derin derin düşünmesi lazım. Geçmiş tecrübeyi sadece “Nerede hata yapıldı?”, “Bu taktiği ben başarılı nasıl uygularım” yaklaşımıyla değil, tüm sonuçlarıyla birlikte irdelemesi gerekli. En azından son ikibuçuk yıllık kendi pratiğinin sonuçlarını irdelesin! O zaman görecek ki Kürt demokratik siyaseti bitmiyor, dolayısıyla PKK bitirilemiyor, çünkü koskoca Kürt halkı bu mücadeleyi yürütüyor!


Kenan Evren cuntası suyu kurutma taktiği kapsamında insanların bir kısmını hapse koyar, şehirlere sürer ve Avrupa’ya yollarken, az bir kısmı da Ortadoğu’ya-Filistin’e gitti ve PKK buradan gelişti.


Demirel-Çiller-Güreş çete yönetimi Kürt köylerini boşaltma kapsamında toplumun bir kısmını katleder veya hapse koyar, şehirlere sürer ve yurtdışına kaçırtırken, bir kısmı da dağa çıktı ve Güney’e geçti. Kürt direnişi işte bu temelde halklaştı ve tüm Kürtleri kucaklar hale geldi.


Şimdi AKP hükümeti Kürt demokratik siyasetini tutuklayarak Kürtleri bitireceğini mi sanıyor? Büyük yanılgı işte burada! AKP hükümeti her bir kişiyi tutukladıkça yerine on kişi geçiyor. Şehirde gösteri yapamayan Kürt genci dağa çıkıp savaş yapıyor. Yani neredeyse “gerillayı AKP büyütüyor” diyesi geliyor insanın!


Geçmişte bu görüşü dillendirenler daha çoktu. Gerekçe olarak da, AKP iktidarı “Ordu-PKK çatışmasını istiyor” deniyordu. “Kendini bu çatışma ortamında beslediği” söyleniyordu. Doğru veya yanlış, ama bu da bir görüştü. Fakat artık AKP-Ordu ayrımı kalmadığına göre, o halde AKP eski siyaseti izleyemez. Buna bir de Oslo görüşmeleri eklenirse, bu durumda AKP hiç kimseyi çatışmaya ikna edemez. İşte AKP’nin ızdırabı buradadır. İşte Başbakan, bu durumun yarattığı zorlama nedeniyle bu kadar bağırmaktadır.


Bu gerçeği artık tüm demokratik güçler görmelidir. AKP zorlanmış ve demokratikleşmenin önü açılmıştır. O halde yaratılan demokratikleşme imkanlarını değerlendirebilmek ve ülkemizin ihtiyaç duyduğu demokrasi hamlesini geliştirebilmek gerekir.

Yeni Rota Tayinleri

M.Ali ÇELEBİ
Ortadoğu’da dipten gelen dönüşüm dinamiği, kanlı müdahalelere ve dışarıdan yönlendirme çabalarına rağmen ivme kazanıyor. Suriye ve Yemen’de iki ordu anlaşmışçasına operasyonlarına hız vermesine, onlarca kişiyi katletmelerine rağmen direniş bayrağı sokakları, barikatları dolaşıyor. Eylülün son diliminde Filistin’de ve BM Genel Kurulu için liderlerin toplandığı New York’ta hararetli tartışmalar yaşandı. Güney Kıbrıs adına Noble Energy şirketinin Afrodit olarak adlandırılan 12. parselde petrol sondajına başlaması Akdeniz’de Türkiye, Yunanistan’ın da bulunduğu yakalarda dalga boylarını yükseltti. İran’la Türkiye arasında ilişkiler yeni bir mecraya giriyor. Kimin fırtınanın neresinde olduğuna bakalım.

İran-Türkiye:


İran ile Türkiye Kürt hareketine karşı ortak politikalar üretiyordu. Enerji alışverişi gelişiyordu ve Kürtlere karşı paralel politikalar üretiliyordu. Ancak tarih iki ülke arasında Eylül 2011’in bir dönüm noktası olduğunu yazacak. İlişkilerde yeni rotayı belirleyecek parametrelerden biri ABD-Türkiye arasında 2 Eylül’de açıklanan ve 14 Eylül’de imzalanan radar anlaşması olacak. (13 Eylül’de ABD, Türkiye’deki üslerin tamamlayıcısı olarak Romanya’ya füze kalkanı konuşlandırılmasına ilişkin anlaşma imzaladı.) ABD’nin 2011 sonuna kadar Türkiye’de (Kürecik) füze kalkanı sistemi çerçevesinde radar sistemi kuracak olmasının yaratacağı gerilim döngüsü Libya-Ankara sürecinin benzerine dönüşecek gibi. Radarın hem kendisine yönelik, hem İsrail’i korumaya dönük olduğunu kaydeden İran, radar için uzlaşma kararının açıklandığı aylül başında Kandil’e yönelik Türkiye ile eşgüdümlü harekat yaptığı (Kandil’e karşı Türkiye hava, İran kara harekatı yapıyordu) için sessiz kalmıştı. Şimdilerde Tahran yönetimi pozisyonu “büyük bir stratejik hata”, “çifte standardının
net bir örneği” diye tanımlayıp “İran, dünyada ve bölgede silahlanma yarışı yaratacak her türlü eylemi kınamaktadır. İran, o kadar belirleyici bir kararın karşısında sessiz kalamaz çünkü bu adım, İran’ın füze kabiliyetini azaltmaya yöneliktir” diyor. Örneğin İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerdi, “Müslüman ülkeler NATO’nun çıkarlarına hizmet etmemeli” derken, İran Dışişleri Bakanı Ahmet Vahidi “İran’ın ulusal çıkarlarına yönelik herhangi bir saldırıyı hoş görmeyeceğini” söylemesi yabana atılmamalı. Başbakan Erdoğan ise Obama’nın Kürecik’e radar üssü izni verildiği için teşekür etmesinden övünerek bahsediyor.

Suriye-Türkiye-Rusya:


Erdoğan’ın Ortadoğu gezisi ilişkilerde dönüm noktası oldu. Erdoğan köprüleri atmak için gezi atmosferini seçti ve 20 Eylül’de BM oturumları için gittiği New York’ta Obama ile yaptığı görüşmede bu konuda da ABD takdirini aldı. Görüşme sonrası


Beşar Esad’la irtibatı kestiğini belirterek “Bu noktaya gelmeyi hiç arzu etmezdik, ama ne yazık ki Suriye yönetimi bizi böyle bir karar
alma noktasına getirmiştir” demesi bundan. Biçilen rol gereği Libya’dan sonra Suriye’ye karşı hamlelerde de ABD’nin yanında olacakları sözü, hem İran hem Suriye’ye karşı radar üssü izni vermeleri hasebiyle Erdoğan, karşılığında Obama’dan Kürt hareketine karşı casus uçaklar Predator’lar bekliyor. Pratik dışarıya karşı demokratik mesajlar içeriye karşı ise militarist şiddetin süreceğini gösteriyor. Suriye Kürtlerine karşı Obama’dan ne istendiği de malum. Esad yönetimi buna karşı halkları yok sayma siyasetinden vazgeçer mi göreceğiz. Esad’ın 25 Eylül itibariyle Türkiye’den her türlü ithalatı yasaklamasının ardından karşılıklı gelecek adımların stratejik sonuçları olur. Bunun Akdeniz’deki enerji arama krizine ve Rusya’yla ilişkilere yansıması da beklenebilir. Hem radar hem Akdeniz’deki sondaj krizi, hem Şam’a Türkiye’nin yaptırımları Suriye’de üsü olan Rusya’yı yeni rotalara sevkedecektir.

Filistin-İsrail:


BM Kasım 1947’de Filistin için bir plan oylamıştı. Kabul edilen 181 sayılı kararda topraklarıdan Filistin ve İsrail iki devlet olacaktı. Bu taksim planına göre Kudüs’e uluslararası statü veriyordu. 1 Ocak 1948’e kadar iki devletin kurulması, Kudüs’ün de BM Vesayet Konseyi tarafından yönetilmesi, Yafa kentinde Filistinliler için yerleşim yeri belirlenmesi, İngiliz ordusunun çekilmesi kararlaştırılmıştı. Bu nedenle Filistin Komisyonu BMGK’ye kararı uygulamasını tavsiye ediyordu. Arap ülkelerinin karşı çıkmasının rüzgarıyla Filistinliler kabul etmemişti planı. Mayıs 1948’de İsrail kuruluşunu ilan etti, Mayıs 1949’da BM üyesi yapıldı. Filistin hâlâ üye olamadı. 1948 savaşından bu yana milyonlar yerlerinden oldu. 64 yıl sonra 23 Eylül’de Abbas yönetiminin BM’ye bağımsızlık başvurusundaysa 1967 sınırları çerçeve idi. Nereden nereye... Son kozunu oynayan Abbas bundan sonra Türkiye’den çok şey bekleyecek. İsrail-Ankara kapışmasına gelirsek, Obama, AKP yönetimine Ortadoğu’da yüklediği misyonun ancak İsrail’le açıktan takışırsa karşılık bulacağını biliyor. Kontrollü kapışma başkanlık seçiminde işine de yarayacak. PKK, radar üssü, NATO-İsrail istihbarat paylaşımı gibi konularda mekanizma ise bir süre gizli işletilecek gibi.


Kıbrıs-ABD:


Kıyılarında 13 parsel belirleyen Güney Kıbrıs adına ABD Noble enerji şirketinin 12. parsel Afrodit’te sondaja başlaması, Türkiye, Yunanistan, ABD, Rusya ve Akdeniz’e komşu diğer ülkelerin dikkatlerini buraya çevirdi. Gerilim silahlı çatışmaya dönüşür mü tartışmasının alevlenmesi durumun ciddiyetini gösteriyor. 2003’ten beri Mısır, İsrail, Lübnan’la anlaşmalar yapan Güney Kıbrıs’ın sondaja başlaması ABD’den bağımsız değil. Ankara’nın efelenip Piri Reis gemisini Akdeniz’e çıkarması bir sonuç doğurmaz. ABD Dışişleri Bakanlığı da “Amerika Kıbrıs’ın enerji kaynakları arama hakkına destek veriyor. Bir Amerikan şirketinin rol alması da olumlu bir gelişme” diyerek Ankara’nın kulağını çekti zaten. Yani yol ABD’nin penceresinin önüne geldiğinde parmaklar çözülecek, taş yere düşecek.

Paradigmada Geleceğin Stratejisi, Günümüzün Siyaseti

Ehmed PELDA
Dünyanın en büyük yeraltı su kaynaklarının merkezi artık Arap coğrafyasıdır. Petrolden sonra gelecek açısından daha bir hayati değer kazanan suyun yeraltında olanının önemli miktarı bu toprakların altında yatıyor.

Sudan’dan başlayıp Kuzey Afrika’ya dek bütün çöl bölgesi geleceğin en büyük güneş enerjisi türbinlerine sahne olacak. Yani elektrik enerjisi direkt buradan üç kıtaya yayılacak.


Bir dönem maden fakiri kara parçaları şimdi tersi bir durumla karşı karşıyalar. Örneğin petro kimya sanayinin ihtiyacı olan temel maddelerin üretim kaynağı, metallerin büyük bölümünün üretim merkezi Avrupa, ABD, Japonya ve Çin olmaktadır. Çünkü sanayideki geri dönüşüm yöntemiyle yığılmış hurdalar, plastikler, yapı malzemeleri tekrar üretime dönüşütürülmekte ve kullanımı yaygınlaşmaktadır.


Gıda sektöründe soğuk kutup bölgeleri, çöl bölgeleri üretime uygun hale gelecektir. Isıtma soğutma ya da koruma teknikleri buna kolaylıkla fırsat verecektir. Ayrıca bir birim alandaki zemin üzerine inşa edilecek çok katlı ve hareketli bant sistemiyle birkaç katı fazla üretim yapmak mümkün olacak.


Teknik ve insan gücü rekabet halinde görülmektedir. Robotların gelişmesi el emeğiyle çalışan insan gücünün çalışma alanlarını kısıtlamaktadır. Ama yazılım, programlama, planlama, ya da geri dönüşüm sistemleri insanlar için yeni çalışma ve istihdam alanları yaratmaktadır. Yani işsizlik değil iş alanlarının değişimi söz konusu olacaktır.


Teknolojide bireylerin eğitimi, integrasyonu ve kullanımı çok hızlı gelişecektir. Çünkü sistemler kendi işleyişlerini de izah edecek programlara sahip olacaklardır. Sadece insan unsuru son karar merci, inisiyatif sahibi olarak rol oynayacak, makineler üzerinde belirleyici olacaktır.


İşte gelecekteki bu noktada olasılıkların günümüzdeki izdüşümlerine bakmamız lazım. Haliyle Arap Baharı’nın önünün açılması, Libya’ya askeri müdahalenin gerçekleşmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Çünkü güneş enerjisi ve su kaynaklarına hakimiyetin gelecekteki yolu bugün buradan geçmektedir.


Arap Baharı yoluyla bu süreç ilerlerken El-Kaide’nin de artık rolü kalmıyor. Başta Usame Bin Ladin ardından diğer liderler bir bir tasfiye ediliyor. Çünkü Orta Asya’dan Pakistan’a, Afganistan’dan Irak’a, Kürdistan’dan Türkiye ve Sudan’a değin Batı dünyasının siyasi, askeri ve ticari belirleyiciliği egemen hale geldi.


Yine Akdeniz ısınıyor. Denizin dibinde yatan doğalgaz bir biçimiyle yeryüzüne çıkacak, Batı sanayisinin hizmetine girecek. Bu artık kaçınılmaz bir dönemeçtir. Rusya’ya bağımlılık ileride bu kadar kolay sürdürülebilir değildir. Dolayısıyla Kuzey Afrika, İsrail ve Avrupa kıyıları bu konsept dahilinde sisteme uyumlu hale gelmişken, Suriye’nin bu kafayla devam etmesinin ya da Türkiye’nin bütün dayılanmalarının hiçbir maddi zemini yoktur. Bu sistemler, siyasal yapı mekanizmaları aşılacaktır. Zaten bundan dolayıdır ki kimse Türkiye’nin blöflerini ciddiye almadığı gibi, pay sahibi olma istemini de çok ciddiye almıyor ve bundan dolayıdır ki geleceğin stratejik hesaplamalarında
masa başına oturtulmuyor.

Körfez merkezli Arabistan, İsrail, Mısır mekandaki yeni belirleyici aktörler. Eğer zor yoluyla ya da dönüşüm çerçevesinde bir integrasyona gidebilirse İran da önemli bir aktör olarak Batı dünyasının bölgedeki partneri olarak öne çıkacaktır. Bu durumda Şia, Sünni, Yahudi ve Hıristiyan dünyası daha uygun bir biçimde kapital merkezli ekonomik dünyaya dahil olacaklardır.


En zayıf halka Türkiye’dir stratejik ürün sahibi değildir. Sadece turizm ve tarihi miras büyük rol oynamaktadır. Kürdistan bölgesinin stratejik boyutu da bölgenin kapital merkezli dünya sistemine siyasal integrasyonu ile minimalize olacaktır.

Kontr-Medya ve Andıç ile Arınç

Veysi SARISÖZEN

Şu anda en tehlikeli oyun, “sivilleri PKK öldürüyor” manşetleriyle oynanıyor.

Öldürülen siviller
kim?

Öldürülen siviller Kürt. Onlar Kürt Özgürlük Hareketi’nin dostları, destekleyicileri, sempatizanları.


Bu “sivilleri PKK öldürüyor” manşetleri AKP derin devletinin “sivilleri öldürmesini” teşvik etmek anlamına geliyor.


Çünkü Kürtlerin yaşadığı yerlerde, oyların Hakkari’de olduğu gibi yüzde doksanlarda seyrettiği kentlerde PKK’nin kendilerinden yana insanları öldürme siyaseti izlediği iddiasına kimse inanmıyor.


İnanmıyor ama, medya “PKK kadınları öldürüyor” dediğinde, bunun bir tek anlamı oluyor: Öldürün, PKK’nin üstüne atın, biz de “PKK öldürdü” diyeceğiz.


Bu suç ortaklığıdır.


Medya bunu böyle yaparken, Başbakan ne diyor? O da aynı lafları tekrarlıyor. “Kadınları öldürüyorlar.”


Neden öldürüyorlar?


O kadınlar Başbakan’ın Kadın Kolları militanları mı?


Burada mantıktan eser yok.


Savaşın şehirlere doğru yayıldığı şu günlerde eğer medya bu kafayla giderse, bilinmeli ki, her çatışmada devlet güçleri daha fazla sivil insanı hedefleyecektir. Ertesi gün “PKK sivilleri öldürdü” manşetlerine güveneceklerdir.


Psikolojik savaşın en tehlikeli, en ahlaksız, en vicdansız biçimi sivillerin kanı üzerinden yapılan propagandadır.


Bu propaganda sayesinde, şu anda Kürtlerin yaşadığı her yerde, devlet güçlerinin sivilleri katletmesi için büyük bir ortam yaratılmıştır.


O nedenle, şehirlerdeki çatışmalarda sivillerin yaşamını yitirmesinden “PKK sivilleri öldürüyor” manşeti atan medya sorumludur.


Gazeteler ve TV’ler elbette “şehir çatışmalarını” haber yapacaklardır. Ama bu haberlerinde psikolojik savaş yöntemlerine itibar etmemeleri, geleceğin barışı için gereklidir. Çatışmalarda hedef alınarak değil, talihsiz rastlantılarla yaşanacak sivil kayıplarını şu ya da bu tarafın “canavarlığı” ile ilgili propaganda malzemesi olarak kullanmak yerine, eğer gerçekten savaşın bitmesini istiyorlarsa, bu kayıpları “savaşın ağır sonuçları” olarak okura ve izleyiciye duyurmalılar. Böylece kamuoyunda, savaşın şu ya da bu tarafına karşı değil, bizzat savaşa karşı bir öfke yaratmalıdırlar.


Şu sıralar pek çok yazar “savaşta önce hakikat ölür” sözünü tekrar ediyor.


Hakikat nedir? Örneğin, bir şehir içi çatışmada, siviller öldüğünde, taraflardan biri diyorsa ki, “bu sivil ölümleri, bizim militanlarımızın büyük bir hatası sonucu olmuştur”, bu durumda “hakikat ölmüyor, yaşıyor” demektir.


Ama, bir başka şehir içi çatışmada siviller öldüğünde, yukarıdaki açıklamayı yapan taraf “siviller bizim değil, polisin ateşiyle öldü” diyor ve siz hâlâ o sivillerin ölümünden, daha önceki sivil ölümlerini kendi hatası olarak üstlenenleri suçluyorsanız, hem yeni sivil ölümleri için “kendi topraklarında savaşmayanları”, öldürülen her sivilden dolayı, “örgütün bir yandaşını kaybettiğini” düşünenleri teşvik ediyorsunuz, hem de “hakikati öldürüyorsunuz.”


Neden bunları yazdığıma gelince...


Bildiğiniz gibi vaktiyle, bu ülkede medya “andıçlanıyordu.” Yani askeri vesayet güçleri medya üzerinde “andıçlarla” vesayet kuruyorlardı.


Şimdi durum değişti. Medyanın üzerinde yeni bir “vesayet” türü ortaya çıktı. Andıçlama yerine Roj TV’nin tabiriyle Arınçlama geldi... Malum bu zat hükümet adına medyadan sorumlu Başbakan Yardımcısı’dır. Şimdi Arınç, medyayı toplayıp, onları topyekün imha savaşına hazırlamak için “Arınçlama” hazırlığı içinde.


AKP’ye göre, medya PKK’nin eylemlerini olduğu gibi yansıtarak, onun amacına hizmet ediyormuş. Medya sayesinde PKK güçlü görünüyormuş. Eğer medya bunların eylemlerini görmezse, bunlar mahvolurmuş.


Bu bilinen bir şablon. Bu, “Terör örgütleri sansasyonal eylemleri medya vasıtasıyla kendilerini tanıtmak amacıyla yaparlar, o halde onların eylemlerini duyurmazsak, güç toplayamazlar, izole olurlar” anlayışının eseri.


Terör örgütleri söz konusu olduğu zaman bu saptama pek yersiz sayılmaz. Az sayıda militanın bir araya gelerek, halkın dışında sisteme karşı bombalı, silahlı eylemlerle kendilerini tanıtma ihtiyacı bilinen bir şeydir.


Ama Kürt sorununda böyle bir durum yoktur. Çünkü ortada bir “silahlı propaganda örgütü” yoktur. KCK denilen örgütsel sistem, Arınç’ın aklında kalan “terör örgütlerine” benzemiyor. Diyelim ki, Arınç, medyayı arınçladı. PKK eylemleri “minimize” edilemese de, bu eylemler hakkında haberler “minimize” edildi. Ne olur?


Aslında iyi olur. Türk kamuoyu nefret propagandasıyla kışkırtılmamış olur.


Ama bu yöntemin Fırat’ın doğusunda hiçbir işe yaramayacağını, bu medya ister küçültsün, ister büyütsün, onun yayınlarının Kürt coğrafyasında PKK’nin “büyümesi ya da küçülmesiyle” ilgili hiçbir sonuç alamayacağını Arınç’ın düşünmesi gerekir.


Türk medyası Kürt kamuoyunu şekillendirme gücünü ve yeteneğini yitirmiştir.


O böyle gücünü yitirdiği için, onun boşluğunu doldurmak amacıyla teşvik edilen, “bavullar dolusu belgelerle” desteklenen gazeteler ise, Kürt kamuoyuna “gerilla kılığına girmiş kontra” gibi sızma şanslarını adm adım yitirdiler.


Medya artık “Türke Türk propagandası yapan” ve Türk kamuoyunu çürüten bir devlet aygıtıdır.