7 Nisan 2012 Cumartesi

Kürdistan'da 'Taca Zêrîn'

Amed Dicle
 

Kürdistan...

***

Leyla Altan Batmanlı bir kadındı...

Savaşın, zulmün, katillerini gözleriyle gördüğü faili meçhullerin sokaklarında cirit attığı kentini 18 yaşında terk etti.

Dağa çıktı...

Dağlarda, kentlerde çalıştı, çatışmalara, pusulara düştü...

Gün geldi Avrupa'ya gitti, sonra tekrar ülkesine, geldiği yere doğru yol aldı...

***

Perihan Parlak Adıyamanlı bir ailenin kızıydı..

Ailesi henüz o yokken Adana'ya göç etmişti.

Metropol ellerinde büyüdü, sonra yönünü dağlara verdi...

13 yıl dağda kaldı.

Annesi onu; mahallede üniversiteye giden ilk kadın, ailenin en zeki çocuğu olarak tanımladı.

***

Rojda Afrin ise, Güneybatı Kürdistan'ın Afrin kentindendi. Perihan gibi ülkesinden uzakta Halep'te büyüdü.

Sonra "insanın ülkesi özgür olmadan, kadınları özgür olmaz" dedi ve ülkesinin kuzey dağlarına gitti..

12 yıl gerillacılık yaptı...

***

Selma Avcı'nın ailesi, on yıllar önce kendisinin bile bilmediği tarihlerde Mardin'den İç Anadolu'ya göç ettirilmişti.

Selma göçün tarihini ve hikayesini bilmiyordu ama genç yaşlarda sebebini idrak etmişti..

Onun bir ülkesi vardı...

Ve 18 yaşında iç Anadolu'dan yola çıkarak Kürdistan'a gitti..

11 yıl gerilla olarak dağlarda dolaştı.

***

Meyaser Orbay, yani Diljin Cilo daha şanslıydı. Çünkü o ülkesinin kalbinde Hakkari'de doğup büyüdü.

Sokaklarda gördüğü, tanık olduğu zulme boyun eğmedi, 17 yaşında tuttu yolunu dağların...

Annesi onu 14 yıl görmemişti...Cenazesini gördüğünde Meyaser 31 yaşındaydı.

***

Ayşe Ehmed Ranya'lıydı.

Güney Kürdistan serhildanı onun kentinde başladığında Ayşe 11 yaşındaydı.

Kürdistan'da çizilen yapay sınırları hiç bir zaman tanımadı yönünü Kuzeye Verdi.

O da on bir yıl dağlarda kaldı…

***

Özlem Atsak Van'lı, Mizgin Aratemur Batman'lıydı...

Henüz 3 yaşındayken babası zindana atılmıştı...

Asuman Mucel Silvan'lı, Şükran İmaç Bitlis, Gurbet Altun Sason'luydu...

Welat ve Şehriban Argış Kozluklu amca çocuklarıydılar...

Devletin baskı ve zumünden dolayı çocuklukları göç yollarında geçmişti...

Bir ay arayla gerillaya katıldılar...

Dağda henüz bir seneleri dolmamıştı...

***

Gülistan Basutçu barış aktivistiydi...

Canlı mertallere ( kalkan ) katıldı. Aktiviteleri suç sayıldı. Taraf olmak durumunda kaldı tarafını seçti ve 7 yıl dağda gerillacılık yaptı.

***

Asiye Gündüz de Gülistan gibi Batman'lıydı. Dağda kaldığı zamanlarda mektup yazmayı severdi.

Kim bilir kaç mektup yazdı ama sadece iki mektubu ulaştı.

Birisinde şöyle diyordu;

Annem

Bir gün kızıl güneş doğduğunda

Çiçekler açıp nergisler koklandığında

Gökyüzünde güvercinler uçtuğunda

Kurşun yerine güller atıldığında

İsyan yerine özgürlüğün sesi çıktığında

Düşman yerine kardeşlik çıktığında

Ve bir gün herkes evde olduğunda

Gelicem annem gelicem bir gün...

***

Asiye ve diğer kadın arkadaşlarının yolları Bitlis'in Hizan ilçesinde kesişti.

Her biri ayrı bir parçadan gelmiş, ayrı hikayeleri, yad edilecek anıları, özlenecek tanıdıkları vardı.

Ama aynı amaç için bir aradaydılar.

Onlar Özgür Kürdistan'ın kendileriydiler…

Uğrunda ölebilecek amaçları vardı ve bu amaç onları kendi halklarının kalbinde ölümsüzleştirdi….

Asuman Mücel'in annesinin deyimiyle Kurdistan'da "Taca Zêrîn" oldular…

ANF NEWS AGENCY

Akın Birdal: Türkiye Bir Suikastler Tarihidir

AMED - İHD ve kayıp yakınlarının "Kayıplar bulunsun failler yargılansın" sloganıyla her hafta düzenlediği oturma eylemine devam edildi. DTK Daimi Meclis Üyesi Akın Birdal, "Türkiye bir suikastler tarihidir, tarihimizle yüzleşmeliyiz" dedi.

İHD Diyarbakır Şubesi tarafından her cumartesi "Kayıplar bulunsun, failler yargılansın" sloganıyla düzenlenen oturma eylemi 165. haftasında Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirildi. Eyleme; kayıp yakınları, DTK Eş Başkanı ve Diyarbakır Bağımsız Milletvekilli Aysel Tuğluk, BDP Iğdır Milletvekilli Pervin Buldan, CHP Milletvekili Rıza Türmen, DTK Daimi Meclis Üyesi Akın Birdal, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Diyarbakır Baro Başkanı M. Emin Aktar, İHD Genel Başkan Öztürk Türkdoğan, Yazar Nuray Mert, Yıldırım Türker, Banu Güven, faili meçhul cinayete kurban giden HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın'ın eşi Şükran Aydın ve sivil toplum örgütleri temsilcileri katıldı.

İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, bu güne kadar bu mücadeleyi yürüttüklerini ve bundan sonra da büyük bir kararlılıkla devam ettireceklerini belirtti. Ardında kısa bir açıklama yapan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan da, "Bir söz vardır ki, adalet iyileştirir. Aslında bu bir adalet arayışı veya bu bir mezar arayışıdır. İnsan hakları mücadelesi, kayıplar bulununcaya ve Hakikat Komisyonu kuruluncaya kadar devam edeceğiz" dedi.

TUĞLUK: YÜZLEŞMEYİ SAĞLAYACAĞIZ

DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk ise, bu topraklarda çok büyük bedeller ödendiğini belirterek, "Biz bu bölgede yaşanan acıları unutmayacağız. Bunu kin ve nefrete dönüştürmek istemiyoruz. Bütün kayıpları devletin önüne koyacağız. bu yüzleşmeyi sağlayacağız. Bu şekilde vicdanlarımızın rahat olması mümkün değil" diye konuştu.

TÜMEN: ACI SADECE TOPLUMUN DEĞİL MECLİS'İN DE OLMALI


Tuğluk'un ardında konuşan CHP Milletvekili Rıza Türmen, bu acının sadece bölgenin acısı olmadığının aynı zaman bir insanlık acısı olduğunun altını çizdi. Türmen, "Ancak bu acı paylaşılırsa azalır. Ortada çok büyük bir insan hakları ihlali vardır. Faillerin bulunması gerekli. Bunun için Meclis'te bir Hakikatler Komisyonu kurulmalı. Bu acı sadece toplumun değil Meclis'in acısı da olmalı" diye belirtti.

BİRDAL: TARİHİMİZLE YÜZLEŞMELİYİZ

DTK Daimi Meclis Üyesi Akın Birdal da kayıpların bulunmasına Hasan Ocak'la başladıklarını belirterek, Hasan Ocak'ı kimsesizler mezarlığında bulduklarını hatırlattı. Birdal, "Kaybedilenler sadece sizin yakınlarınız değildir. Kaybedilmelerinin nedenini bulup ortadan kaldırmak gerekiyor. Sizler kayıplarınızı kar kış demeden arıyorsunuz. Bu ülkede kaybedilmiş vicdanı, adaleti, insan haklarını, özgürlüğü, barışı arıyorsunuz. Türkiye bir suikastler tarihidir. Tarihimizle yüzleşmeliyiz" dedi. Birdal, insan haklarına dayalı hiç kimsenin muhalif olmaktan, Kürt olmaktan kaygı duymadan yaşadığı bir ülke arayışında yol alması gerektiğini vurgulayarak, Türkiye'de halkların eşit ve özgür olacağına inandığını söyledi.

Gazeteci Yazar Nuray Mert ise, meselenin burada toplanmak olmadığını belirterek, asıl meselenin kayıpların izini sürmek ve bununla yüzleşmek olduğunun altını çizdi.

Açıklamadan sonra 5 dakika oturma eylemi yapıldı.

'TÜRKİYE, KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN GEÇMİŞİYLE YÜZLEŞMELİ'

Batman'da da İHD ve kayıp yakınları tarafından her hafta Gülistan Caddesi'nde yapılan "Kayıplar bulunsun failler yargılansın" eylemi bu hafta da devam etti. Eyleme İHD MYK Üyesi Nihat Ekinci ve kayıp yakınları katıldı. Ekinci yaptığı açıklamada, Kürt sorununun adil çözülmesi için Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğini belirterek, "Bu kadar kayıp, failli meçhul, köy yakmalarına neden olan bir sürecin sonucunda siyasi operasyonlarla bu sorunu çözemeyeceksin" dedi.

Açıklamadan sonra eylem yapılan 5 dakikalık oturma eylemi ile son buldu.

ANF NEWS AGENCY

Türk: Yüzleşmek İçin Kürdistan’daki Katliamlar Ortaya Çıkarılmalı

AMED - DTK'nin düzenlendiği "Faili Meçhuller ve Kayıplar" çalıştayında konuşan DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, kirli ve kanlı dönemlerin üstünü örterek demokrasinin gerçekleşmeyeceğini belirterek, “Geçmişle yüzleşmek istiyorsak, bugün Kürt coğrafyasında Kürdistan'da yaşanan acıların ve katliamların ortaya çıkarılması gerekir" dedi.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından Sümerpark Resepsiyon Salonu'nda gerçekleştirilen "Faili Meçhuller ve Kayıplar " konulu çalıştay başladı. Çalıştaya çok sayıda yazar, gazeteci, akademisyen, hukukçu, kayıp yakını, sivil toplum örgütü temsilcisi, sendika ve siyasi parti temsilcisi katıldı. Çalıştayın açılış konuşmasını yapan DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, bugün büyük acıların yaşandığı bir dönemi tartışmak için burada bulunduklarını kaydederek, sorunlar üzerinde yoğunlaşarak kayıpları, faili meçhul cinayetleri toplumun gündemine taşıyarak, yeniden bir demokratik gelecek yaratabileceklerini belirtti.

‘İKTİDARIN TARTIŞILDIĞI HER DÖNEM FATURA KÜRTLERE ÇIKARILMIŞTIR’


Türk, toplumda bir duyarlılığın yaratılmaması durumunda sistemi değiştirme şansına sahip olamayacaklarını dile getirerek, "Çok iyi biliyoruz ki, kirli kanlı dönemlerin üstünü örterek demokrasiyi gerçekleştiremeyiz. Bugün dünyaya baktığımızda İspanya'da, İtalya'da, Şili'de, Paraguay'da ancak çeteler, kontrgerilla örgütleri ortaya çıkartılarak ve hesap sorularak demokrasi gerçekleştirilmiştir. Biz de Türkiye'de yıllarca acıları yaşayan bir toplum olarak bütün bu kirlilikleri, çeteleri ortaya çıkarmak durumundayız, zorundayız. Bu bizim bir insanı sorumluluğumuzdur, demokrasiye inancımızın gereği olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. Tabi ki, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana büyük acılar yaşandı. Olağanüstü dönemlerde bu acıların faturası devrimcilere, emekçilere ve her şeyden önce de Kürtlere çıkartıldı. Çünkü Kürtler, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin gözünde sistemin gözünde potansiyel bir tehlike olarak kabul edilmiştir. Her zaman tartışmalar yaşandığında Kürtleri sindirerek, susturarak ve cezalandırarak ancak ayakta kalabileceklerini düşünmüşlerdir. Bugüne geldiğimizde yine aynı şeyi görüyoruz. Milliyetçi duyguların kabardığı veyahut iktidarın tartışıldığı her dönemde fatura Kürtlere çıkartılmıştır" dedi.

‘DİYARBAKIR ZİNDANI

1980 darbesi ile başlayan bir sürecin Kürtler için "felaket dönemi" olduğunu kaydeden Türk, Diyarbakır zindanlarında o vahşetin tanığı, izleyen, gören ve sanığı olduğunu vurguladı. Türk, o dönemde yaşananlardan dolayı insanların zindanlardan çıkma ihtimalinin olmadığını sözlerine ekleyerek, şunları söyledi: "Bazen yarabbi canımızı al da bu işkenceden bu zulümden kurtulalım diyorduk. Ve yanı başımızda birçok insanımızın cesetleriyle karşılaştık. O manzarayı belleğimizden hafızamızdan silmedik. 12 Eylül'de Diyarbakır zindanında tahliye olduktan sonra öyle bir korku yaratılmıştı ki, şahsen 56 marş ezberlemiştim. Tahliye olduktan sonra da kendi köyüme geldiğimde gece yatağımda o marşları tekrarlıyordum. Unutursam bir gün tekrar cezaevine girersem onlarla karşı karşıya kalırım diye geceleri bazen uyumadan o marşları tekrar tekrar tekrarlayarak, unutmamaya çalışıyordum."

12 EYLÜL POLİTİKALARI DEVAM EDİYOR

Zulüm politikalarının Kürtler açısından farklı sonuçlarının gelişmesine neden olduğunu aktaran Türk, "Kürtlerin özgürlük mücadelesini büyütmesine gelişmesine katkı sağladı. Kürtlerde bir halk olmanın, bir ulus olmanın bilincini de geliştirdi. Bu gerçeği de görmek lazım. Ancak bu geliştikçe devletin politikası 12 Eylül politikası ile sınırlı kalmadı. Bu politika bugüne kadar sürdürülmekte ve Kürtleri sindirmeye çalışan bir siyasetin çalışıldığını hale görmekteyiz. Bir tarafta Ergenekonlarla dava açılırken, bir taraftan demokrasiden söz edilirken, diğer tarafta bakıyoruz ki, binlerce Kürt siyasetçisi, gazetecisi, hukukçusu yine zindanlarda. Yani Kürtler geçmişte ölümle, katliamlarla tehdit edilirken bugün zindanlara atarak, susturarak, sindirerek, yürütülen bir politikanın farklı versiyonu olarak önümüzde duruyor. Demokratik bir Türkiye'yi istiyorsak ve düşünüyorsak şeffaflaşmayı düşünüyorsak, halkların kardeşliğini düşünüyorsak ve gerçeklerin ortaya çıkması ve geçmişle yüzleşmek istiyorsak bugün Kürt coğrafyasında Kürdistan'da yaşanan acıların ve katliamların ortaya çıkarılması gerekir" dedi.

1915’TE BAŞLAYAN KATLİAM SÜRECİ

Ergenekon davasından birçok çete başı ve kontrgerilla başı olanların yargılandığını, ancak bunların sadece Balyoz, Andıç davalarıyla yargılandığına dikkat çeken Türk, Ergenekon'un ortaya çıkarılması için Cemal Temizöz ve Atilla Uğur'un halka sorulmasını ve kaç insanın ölümüne neden olduklarının ancak o vakit ortaya çıkabileceğine vurgu yaptı. 1915'lerden beri başlayan bir katliam sürecinin olduğunu hatırlatan Türk, "Bugün Ermeni katliamlarından Şeyh Sait isyanına, Dersimdeki katliam ve son dönemdeki Kürt halkının genel olarak hedef alındığı ve katledildiği dönemlere baktığımızda, 224 tane toplu mezarın ortaya çıkarıldığını biliyoruz. Ve bu toplu mezarlarda 3 bin 8 insanın tespit edildiğini biliyoruz. Ancak bu hükümetin devletin demokratik bir adımı olarak değerlendirmemek lazım. Halkımızın, sivil toplum örgütlerimizin, vicdan sahibi insanlarımızın ve duyarlı insanlarımızın duyarlılığı sonucunda ortaya çıkmış bir manzaradır. Bu nedenle bugün yapılacak olan çalıştayımız Türkiye halkına Kürt halkına vereceğimiz çok önemli mesajlar ve yeni bir sürecin başlaması için önemli bir şans olarak görmek gerekir" diyerek sözlerini bitirdi.

ÇALIŞTAYDA ÜÇ BAŞLIK TARTIŞILACAK

"Faili Meçhuller ve Kayıplar" çalıştayı üç konu başlığı ile ele alınacak. Çalıştayın ilk konusu "Faili meçhuller ve kayıplar gerçeği", ikinci konusu "Mağdurların adalete erişim önündeki engeller" ve son konusu da "İdari, sosyal ve siyasal sorumluluk" olacak.

Açılış konuşmasının ardından çalıştay basına kapalı olarak devam ediyor. Yazar Ali Bayramoğlu, Murat Çelikhan, Hilal Kaplan, Cengiz Çandar, Yıldırım Türker, Nuray Mert, Banu Güven, İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, DTK Eş Başkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Prof. Dr. Mithat Sancar, BDP milletvekilleri Demir Çelik, Halil Aksoy, Esat Canan, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, Diyarbakır Barosu Başkanı M. Emin Aktar, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Nazan Üstündağ, KESK, TİHV, Adli Tıp Uzmanları Derneği, YAKAY-DER, MEYA-DER, Tabip Odası, Diyarbakır, Batman ve Şırnak baroları gibi çok sayıda isim ve kurum temsilcisi çalıştaya katılıyor.

ANF NEWS AGENCY

AKP’den Erken Seçim Atağı

Normal koşullarda aynı yıl yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve belediye başkanlığı seçimleri için ‘çifte sandık’ kurulmayacak. 2014 yılında yapılacak yerel seçimler 6 ay öne çekilecek.

Anayasa değişikliği gerektiren bu proje için muhalefet partileriyle temas başlarken, 2013’te belediye, 2014’te cumhurbaşkanlığı, 2015’te ise milletvekilliği seçimleri yapılacak.

Anayasa gereği her 5 yılda bir mart aylarında yapılan yerel seçim tarihinin öne alınmasının temel gerekçesi, kampanya döneminin kış aylarına denk gelmesi.

Yerel seçim tarihi olarak en ideal dönem sonbahar ayı görüldüğü için anayasa değişikliği ile seçim tarihinin ekim veya kasım ayına kaydırılması planlanıyor. Bu durumda kampanya dönemi yaz mevsimine rastlayacak.

Yerel seçim tarihini öne alma konusunda düşüncesini netleştiren AKP, muhalefet partileri CHP, MHP ve BDP ile temaslara başladı.

CHP, Abdullah Gül’ün görev süresinin 2014’te dolacağı ve yeniden aday olamayacağına ilişkin yasayı Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştı. Mahkemeden iptal kararı çıkarsa, 2012 Ağustos ayında cumhurbaşkanlığı seçimi zorunlu olacak.

Normal koşullarda ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 7 yıllık görev süresi 2014 Ağustosu’nda doluyor. Yerel seçim tarihi de Mart 2014. AKP istediği değişikliği yaparsa yerel seçimler ekim veya Kasım 2013’te yapılacak. Milletvekilliği seçimlerinin tarihi de 2015 yılının haziran ayı.

ANF NEWS AGENCY

Talabani: Haşimi Ülkeyi İzinsiz Terk Etti

Irak Cumhurbaşkanlığı Ofisi, hakkında tutuklama kararı bulunan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’nin Irak’ı izinsiz terk ettiğini açıkladı.

El Hayat gazetesinin haberine göre Irak Cumhurbaşkanlığı Ofisi yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’nin cumhurbaşkanlığının izni olmadan Irak’ı terk ettiğini bildirdi.

Haşimi’nin Cumhurbaşkanı Celal Talabani’ye bazı Arap ülkelerini ziyaret edeceğine ilişkin bir mektup gönderdiği ancak Talabani’den gelecek cevabı beklemeden Irak’tan ayrıldığı ifade edildi.

Açıklamada, Tarık Haşimi’nin ülkeden ayrıldıktan sonra verdiği röportajlarda Irak’tan ayrılışının Iraklı yetkililerin onayıyla olduğuna dair ifadeleri reddedilirken, Iraklı bazı politikacılar, Talabani’den Tarık Haşimi’yi ülkeyi izinsiz terk ettiği için cumhurbaşkanı yardımcılığından azletmesini istedi.
Haşimi’nin de üyesi olduğu el-Irakiye İttifakı Sözcüsü Meysun ed-Demluci ise Tarık Haşimi’nin Katar’a ve Suudi Arabistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştirdiğini belirterek, “Haşimi hala cumhurbaşkanı yardımcısıdır, anayasaya saygı duyulmasını isteyen herkes öncelikle Tarık Haşimi’ye saygı duymalıdır” dedi.

Demluci ayrıca Haşimi’nin Federe Kürdistan Bölgesine geri döneceğini belirterek Kürdistan Bölgesel yönetiminin onu kabul etmeyecekleri yönündeki haberlerin gerçek dışı olduğunu söyledi.

ANF NEWS AGENCY

Botaş Hattında Bir Patlama Daha; Bu Kez Paralel Hatta


Şırnak'ın İdil İlçesi'nde dün gece BOTAŞ Petrol Boru Hattı'nda patlama meydanı geldi.

İdil (Hezex) İlçesi'nde BOTAŞ'ın Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru hattında geçtiğimiz gün meydana gelen patlamaların ardından dün gece saat 03.00 sularında İdil ilçe merkezine yaklaşık 4 kilometre uzaklıktaki baraj gölü yakınlarında bir patlama daha meydana geldi. Söz konusu patlamanın BOTAŞ'ın paralel hattında meydana geldiği öğrenilirken, patlamanın yaşandığı bölgeye çok sayıda asker sevk edildi. İkinci bir patlama ihtimaline karşın bölgede bomba araması yapılırken, petrol akışının kesildiği boru hattında BOTAŞ yetkililerinin çalışma başlattığı öğrenildi.

Önceki gün aynı bölgede BOTAŞ hattında üç ayrı yerde meydana gelen patlamayı HPG üstlenmişti.

ANF NEWS AGENCY

Davutoğlu Tampon Bölge Sözü Vermiş!


Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Cuma günü Suriye muhalifleri ile yaptığı toplantıda, Annan Planı’nın başarısız olması durumunda, Suriye sınırında tampon bölge oluşturacakları sözünü verdiği bildirildi.

El Arabiya televizyonu, Suriyeli muhaliflere dayandırdığı haberinde BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan'ın planının başarısız olması durumunda Ankara'nın Suriye sınırında tampon bölge oluşturacağını duyurdu. Haberde tampon bölgenin Arap Birliği’nin desteği ile kurulacağı belirtildi.

Muhaliflerden hukukçu Behiye Mardini’ye dayandırılan haberde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun cuma günü muhalifler ile yaptığı görüşmede, Annan Planı’nın başarısız olması durumunda Türkiye'nin Suriye sınırında tampon bölge oluşturma sözü verdiği ifade edildi.

Ahmet Davutoğlu’nun dün BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ile yaptığı görüşme ardından gelen açıklama da tampon bölge sözünü doğrular nitelikte. Davutoğlu, Suriyeli mülteciler sorununun ‘uluslararası bir sorun’ haline geldiğini belirterek, bu konuda yardıma ihtiyaç duyabileceklerini söylemişti. Türkiye’ye göç edenlerin sayısının 24 bine ulaştığını belirten Davutoğlu "Oradan gelen kardeşlerimize her türlü desteği vermeye hazırız, vereceğiz, veriyoruz... Ancak uluslararası toplumun da artık bu gerçeği görmesi lazım. Artık uluslararası toplumun da bu mülteci akınıyla ilgili olarak çok net bir tutum alması önemli" dedi.

Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın 6 maddelik Suriye barış planına sıçak bakmayan Türkiye uzun dönemdir, açıktan destek verdiği Özgür Suriye Ordusu’nun hareket alanı olan Türkiye-Suriye sınırında tampon bölge oluşturmak istiyor. ''Çatışmadan kaçan sivilleri koruma'' adı altında oluşturulmak istenen tampon bölge ile esas olarak silahlı muhalifler için korunaklı üstlenme ve harekat alanının oluşturulması hedefleniyor. Muhalifler, temel taleplerinden biri olan Türkiye yanısıra Lübnan ve Ürdün sınırlarında oluşturulacak tampon bölgelerle Suriye ordusunda çözülmeyi hızlanacağına inanıyor.

BM ŞAM’I SÖZÜNDE DURMAYA ÇAĞIRDI

Bu arada, BM Güvenlik Konseyi, Suriye'yi ateşkes konusunda verdiği sözleri tutmaya çağırdı. Konsey bildirisinde Esad yönetiminden 10 Nisan'a kadar kent ve kasabalardan askerî birlikleri ve ağır silahları çekmesi istendi. Bildiride, bu adımların yerine getirilmesinden sonraki 48 saat içinde ateşkesin başlaması çağrısı yer aldı.

Suriye, 1 Nisan'da Kofi Annan'ın 6 maddelik barış planını kabul etmişti. Konsey şimdi Suriye'den verdiği sözü "acil ve görünür şekilde" yerine getirmesini istiyor. Plana göre ateşkesin 12 Nisan sabahı yürürlüğe girmesi gerekiyor.
Suriye, plan doğrultusunda askerleri kentlerden çekeceğini söylerken, ‘sivilleri korumak için’ polis gücünün ise kalacağını belirtiyor. Suriye'nin BM temsilcisi Beşar Caferi ateşkese en büyük tehdidin silahlı muhalefetten geldiğini belirterek, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın muhalifleri silahlandırdığını söyledi. Caferi, "İçişlerimize müdahalelerin durmasını istiyoruz. Bu ülkeler silahlı gruplara silah veriyor. Bu uluslararası hukukun ihlalidir" dedi.

ANF NEWS AGENCY

Naim Şahin'e Gaz Sıkılsa…

Skandal ve akla ziyan açıklamaları ile gündemden düşmeyen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, göz yaşartıcı gaz kullanımına ilişkin yazılı soru önergesine verdiği yanıtta, gaz bombalarının sözleşmelere uygun kullanıldığını ve sağlık üzerinde kalıcı etki bırakmadığını ileri sürdü.

BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın, göz yaşartıcı gaz kullanımına ilişkin yazılı soru önergesini yanıtlayan Bakan Şahin, Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde olan göz yaşartıcı gaz silahlar ve mühimmatlarının, bütün modern ülke güvenlik teşkilatlarında kullanıldığını söyleyerek gerekçelendirdi. Şahin’e, aynı gazların bütün diktatör ve baskıcı ülkelerde de kullanıldığını hatırlatmak gerek.

Şahin, söz konusu mühimmatların, gerek kanuna aykırı olarak düzenlenen gerek sonradan kanuna aykırı hale dönüşen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, özel maharet gerektiren operasyonlarda ve benzeri eylemlerde; topluluğu dağılmaya zorlamak, belirli istikametlere yönlendirmek ve güvenlik güçlerine karşı yapılan direnişi kırmak amacı kullanıldığını savundu.

Bu silahların “Göz Yaşartıcı Gazlar ile Gaz Maskelerinin Kullanımı Kursu” alan personel tarafından, “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı”na uygun olarak kullanıldığını iddia eden Şahin, Türkiye'nin 1997 yılında taraf olduğu Kimyasal Silahlar Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde “göz yaşartıcı gaz mühimmatının insan sağlığı üzerinde kalıcı bir etki bırakmama” şartı arandığını savundu.

GAZ BOMBASI ÖLDÜRÜCÜ BİR SİLAH OLARAK KULLANILIYOR

Oysa Türkiye taraf olduğu sözleşmeleri açıkça ihlal ediyor. Zira gaz bombaları bugüne kadar çok sayıda insanın canını aldı. En son 18 Mart günü İstanbul’daki Newroz kutlamaları sırasında polisin gaz bombaları BDP’li yönetici Hacı Zengin’in ölümüne yol açtı. 27 Mart 2011’de Van İl Genel Meclis üyesi Yıldırım Ayhan göğsüne çarpan gaz bombası nedeniyle hayatını kaybetti.
31 Mayıs 2011’de Hopa’da 54 yaşındaki bir emekli öğretmen gaz bombasından etkilenerek yaşamını yitirdi. Aynı yıl 27 Mayıs’ta Diyarbakır’da aşırı ve keyfi gaz bombası kullanımı bir kişinin daha hayatına mal olmuştu.
SÖZLEŞMELER AÇIKÇA İHLAL EDİLİYOR

Bu tabloya bakıldığında gaz bombası doğrudan öldürücü bir silah olarak Türk polisi tarafından kullanılıyor. Türkiye göstericilere karşı en yoğun ve şiddetli gaz kullanımına başvuran ülkelerden biri olarak dikkat çekiyor. En ufak hak talebi, yoğun gaz saldırısına maruz kalırken, eylemciler tam bir polis terörüyle karşı karşıya kalıyor.

Kimyasal gaz kullanımında Türkiye sadece göz yaşartıcı gazlar değil, doğrudan kitle imha silahları da kullanıyor. İnsan hakları örgütlerinin raporlarından elde edilen bilançoya göre 1994 ile 2011 arasında 40 dolayındaki operasyonda 470’i aşkın PKK militanı kimyasal silahlarla katledildi.

Gaz bombası tahriş ve gözlerden yaş akmasına yol açan kimyasal bir madde. Öldürücü olarak değerlendirilmeyen gaz bombaları, daha az zehirli kimyasal madde içerdiği için tercih ediliyor.

Kısa vadede gaz bombalarının sağlık üzerindeki etkisi:

-Solunum sorunları, solunum yollarında tahriş

-Bulantı, hatta kusma

-Gözyaşı akıntısı

-Spazm

-Göğüs ağrısı

-Deri yangıları ve alerji

Gaz bombalarının etkisi sıcak ve nemli havada daha da ağırlaşıyor

Sağlık üzerinde uzun vadede yarattığı etkiler:

-Solunum yollarında nekroz (doku çürümesi)

-Sindirim sisteminde nekroz

-Akciğerde ödem

-İç kanamalar (böbreküstü bezlerinde kanama)

ANF NEWS AGENCY

Ferhat Encü: AKP ve Devletin Oyunuyla Karşı Karşıyayız

Ankara - Roboski katliamının tanıklarından ve katliamdan sonra 3 defa gözaltına alınan Ferhat Encü, AKP’nin katliamın sorumluluğunu üzerinden atmaya çalıştığına dikkat çekerek, “12 Eylül’ü yargıladığını söyleyen AKP, kendi iktidarı dönemine bakmayıp, Roboski’yi görmeyip farklı yerlere çekiyor. Genelkurmay’ın raporu da devletin resmen katliamı üstlendiğini gösteriyor. AKP, samimi olmadığı gibi olayı da kendi üzerinden atmaya çalışıyor. Siyasi sorumluluğunun olmadığını söylüyorlar. İktidarda olan sizsiniz, sorumlu da sizsiniz. Devletin oyunlarıyla karşı karşıyayız” dedi.

Roboski’ye Adalet Platformu, Roboski Köyü’nden Ferhat Encü’nün katılımıyla katliama ilişkin İHD Genel Merkezi’nde basın toplantısı gerçekleştirdi. Platform adına açıklama yapan Nuran Aktay, Genelkurmay Başkanlığı’nın TBMM İnsan Hakları Alt Komisyonu’na verdiği raporda sunulan “operasyon sınırdışı harekat kurallarına göre yapıldı” ifadelerinin komisyon tarafından yetersiz bulunduğu ve sorulan sorulara yanıt verilmediğine dikkat çekti.

AİLELER GÖÇ EDİYOR

Katliamın sorumlularının şimdiye kadar ortaya çıkarılamamasının kendilerini kaygılandırdığını ifade eden Aktay, “Katliamdan sağ kurtulan Servet Encü ailesini de alarak Kürdistan Federe Bölgesi’ne göç etti. Diğer aileler de olay çözülmezse göç edeceklerini söylüyor. Buradan sorumlulara sesleniyoruz; vatandaşının, ülkesini neden terk ettiğini sorgulamayan bir devlet, demokratik devlet olamaz. Devletin demokratik olmadığı ülkelerde ise vatandaşlar kendilerini güvende hissetmez. Katliamın sorumlularının bir an önce bulunarak yargılama sürecinin başlatılması, böylece toplumun adalet talebi bir an önce karşılığını bulmalıdır” dedi.

AKP KORKU İMPARATORLUĞU YARATIYOR

İHD MYK Üyesi Metin Uzunöz, 12 Eylül davasının görüldüğü manidar bir süreçten geçildiğini kaydederek, “AKP, davaya müdahil oldu. Ancak AKP, devlet eliyle bir katliamın yapıldığı dönemin iktidarı. Roboski bir örnek. Orada köylüler katliamdan bu yana baskı altında. Ferhat Encü 3 defa gözaltına alındı. 12 Eylül rejimi halen devam ediyor. AKP, kendi vesayetini oluşturup, egemenlik alanını genişletiyor. Korku imparatorluğu yaratıyor. Ancak biz de Roboski’ye adalet gelene kadar olayın takipçisi olacağız” diye konuştu.

İHD MYK Üyesi Selma Güngör de Türkiye’nin kendi yurttaşına karşı “sınır ötesi” harekat gerçekleştirdiğini dile getirerek, AKP’nin meclisten geçirdiği ve süresi 1 yıl olan sınır ötesi harekat kararının geri alınmasını istedi. “Meclisi göreve çağırıyoruz. Bu kararı derhal geri almalıdır” diyen Güngör, geçim için çalışan insanların suçlu gösterildiğini vurguladı. Güngör, benzer katliamların yaşanmaması isteniyorsa sorumluların ortaya çıkarılıp yargılanması gerektiğini söyledi.

‘SİYASİ SORUMLULUK İKTİDARDA OLAN AKP’NİN’

Katliamın insanlık suçu olduğuna dair açıklamaların sıkça yapıldığını ifade eden katliamın tanıklarından Roboski Köyü’nde yaşayan Ferhat Encü, AKP Hükümeti’nin “ileri demokrasi, hak, hukuk” söylemlerine atıfta bulunarak, şunları söyledi: “AKP, 12 Eylül’ü yargıladığını söyleyip, bundan sonra kimsenin elini kolunu sallayarak darbe yapamayacağı yönünde demeçler veriyor. Kendi iktidarı dönemine bakmayıp, Roboski’yi görmeyip farklı yerlere çekiyor. Genelkurmay’ın raporu da devletin resmen katliamı üstlendiğini gösteriyor. Nasıl baktıklarını da gösteriyor. AKP, samimi olmadığı gibi olayı da kendi üzerinden atmaya çalışıyor. Siyasi sorumluluğunun olmadığını söylüyorlar. İktidarda olan sizsiniz, sorumlu da sizsiniz.”

Sivil toplum örgütlerinin de katliama olan kayıtsızlığını da eleştiren Encü, “Sanki orada hiçbir şey olmamış gibi yaklaşıyorlar. Bırakın insanları, 60’a yakın hayvan telef oldu. Farklı yerlerde bir köpeğe taş atıldığında kıyameti koparanlar nerede? Oradakiler Kürtlerin katırı olduğu için mi sessiz kalınıyor?” dedi.

AKP VE DEVLETİN OYUNLARI


Göç ile ilgili bir soruya da yanıt veren Encü, şu hususlara dikkat çekti: “Katliam olduğundan beri dile getiriliyor göç. Bu kasten yapılmış bir katliam. Bir ay içinde sorumluların adalete teslim edileceği inancındaydık. Ancak bırakın bunu özür bile dilenmedi. Devletin oyunlarıyla karşı karşıyayız. Ötekileştirme durumuyla karşı karşıyayız. Bu durumda da kendi toprağımızda yaşamanın bir anlamı kalmadı. Akrabalarımızın olduğu yere göç etmek istediğimizi belirtmiştik. Hak, hukuk, adalet olmazsa, bunu topluma aşılamazsanız orada yaşam zorlaşır.”
ROBOSKİ HALKI ADALET İSTİYOR

Aktay da son olarak şu hususlara işaret etti: “Roboski’ye sosyal işlerden yetkililer gidip, oradaki her aileden bir kişinin memur olacağını söylüyorlar. Ancak Roboski halkı bunu kabul etmedi. Hatta katliam öncesinde kaymakamlıktan sosyal yardımlar alan köylüler, bunu da istemiyor. Çünkü adalet arayışı içerisinde oldukları bu süreçte bu tarz şeyleri kabul etmiyorlar. Roboski halkı ‘köyümüz en modern şehir haline de getirilse, adalet olmadıkça hiçbir şeyin kıymeti olmayacak’ diyor.”
ANF NEWS AGENCY

PAJK: Yeşil Faşist İdeoloji İflas Ediyor


Behdinan - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi (PAJK), olağan meclis toplantısında “özel savaş hükümeti AKP’nin ve Fetullah Gülen cemaatinin din maskesini kullanarak halklar ve kadınlar üzerinde her türlü münafıklığı geliştirdiğini” belirterek, “bu yeşil faşist ideolojinin toplumsal sorunlarının gerçek kaynağı olduğu ve giderek bu ideolojinin iflas ettiği” değerlendirmesinde bulundu.

Olağan PAJK meclis toplantısının 26-30 Mart tarihleri arasında gerçekleştiği bildirildi. Toplantıya ilişkin bir açıklama yapan PAJK Meclisi, “siyasal, örgütsel ve ideolojik durumu değerlendirerek önemli bir kararlaşma düzeyi açığa çıkardıklarını ve planlamaya gittiklerini” belirtti.

YENİ TASFİYE PLANI

Açıklamada, şöyle denildi: “Toplantımız öncellikle bölgede ve dünyada yaşanan gelişmeleri değerlendirmiştir. Kapitalist modernite güçlerinin Ortadoğu bölgesinde oluşturduğu iki yüzyıllık ulus-devlet statüsünün hem bölgenin tarihsel toplumsal gerçeğiyle bir türlü uyuşmaması ve derinleşen toplumsal sorunlara yol açması hem de kapitalist modernite güçlerinin çıkarları önünde giderek engel konuma gelmesi nedeniyle Ortadoğu’da yaşanan çatışma ve çelişkiler bir nevi üçüncü dünya savaşını aratmayacak niteliktedir. Yaşanan çelişkilerin ulus-devletler arasındaki çelişkilermiş gibi görünse de temel çelişki ve çatışmanın toplumsal güçlerle kapitalist modernitenin iktidarcı güçleri arasında yaşandığını belirtebiliriz. Bölgede yaşanan etnik, dini vs. gibi gözüken çatışmaların aslında bölgenin kapitalist modernite güçleri tarafından yeniden dizayn edilmek istenmesiyle birebir bağlantılıdır. Çatışma ve çelişkilerin yoğunlaştı bölgemizde Kürt halkının statüsünün ne olması gerektiğine ilişkin toplantımız önemli tartışmalar geliştirmiştir. Uluslar arası ve bölge güçleri yeniden dizayn edilen Ortadoğu’da Kürtleri statüsüz bırakarak, Önderliğimize ve özgürlük hareketimize karşı yeni bir tasfiye planını devreye koymuştur.”

Bu tasfiye planın amacının Öcalan’ın geliştirdiği yol haritasını etkisizleştirmek olduğuna dikkat çeken PAJK Meclisi şunları ifade etti: “Toplantımız bu tasfiye planının amacının, Önderliğimiz tarafından hem Kürt halkı için hem de Ortadoğu halkları için ortaya koyduğu demokratik ulus çözümüne karşı geliştirildiğini ve Önderliğimizin oluşturduğu yol haritasını etkisizleştirmek olduğunu dile getirmiştir. Bu tasfiye planıyla on beş yılı bulan İmralı işkence sistemiyle başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halkları önderliksiz bırakılmak ve sahte önderlikler ortaya çıkarılmak istenmektedir. Bu tasfiye planını boşa çıkarmak için toplantımız, Kürt halkının özgürlük statüsünün Önder Apo’nun özgürlüğünden geçtiğinden hareketle öncellikle “Önder Apo’yu Özgürleştirelim, Soykırıma Son Verelim” sloganıyla geliştirdiğimiz hamleyi yeni bir aşamaya kavuşturarak devrimci halk savaşı temelinde direnişimizi zirveye taşırarak tüm çalışmalarımızı buna göre örgütlememiz ve mücadelemizi yükseltmemiz kararına ulaşmıştır.

Uluslar arası komplocu güçlerin yeni dönemde sadece özgürlük hareketimizi ve yarattığımız değerleri tasfiye etme peşinde olmadığı, tüm Kürtleri Ortadoğu’daki gelişmeler temelinde statüsüz bırakarak teslim almaya ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştığı bilinmektedir. Bu planlara karşı tüm Kürt halkının ve Kürt siyasi güçlerinin demokratik ulus temelinde ulusal birliğini sağlaması her zamankinden daha fazla bu dönemde hayatiyet kazanmıştır. Ulusal Kürt Kadın Konferans’ının bu nedenle demokratik ulus anlayışı ve özgürlük ilkeleri temelinde gerçekleştirilmesi ve buna öncülük etmemiz toplantımızda kararlaştırılan diğer bir konu olmuştur.”


YEŞİL FAŞİST İDEOLOJİ SORUNLARIN GERÇEK KAYNAĞI

Açıklamada devamla şu ifadeler yer aldı: “Toplantımız, önemli bir gündem maddesi olarak ideolojik mücadelenin Önderliğimizin Demokratik Toplum Manifestosu temelinde geliştirdiği tüm Savunmalarının esas alınarak daha güçlü yürütülmesi kararına gitmiştir. Özellikle özel savaş hükümeti AKP’nin ve Fetullah Gülen cemaatinin din maskesini kullanarak halklar ve kadınlar üzerinde her türlü münafıklığı geliştirdiği, bu yeşil faşist ideolojinin toplumsal sorunlarının gerçek kaynağı olduğu ve giderek bu ideolojinin iflas ettiği toplantımızda değerlendirilmiştir. Önderliğimizin Savunmalarında kapsamlıca ortaya koyduğu demokratik toplumun geliştirilmesi için entelektüel, ahlaki ve politik görevlerin yerine getirilmesi, bunun için her düzeyde kurumlaşmanın ve örgütlenmenin daha fazla geliştirilmesi toplantımızda alınan diğer önemli bir karar olmuştur.

AKP VE GÜLEN CEMAATİ KADIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİ KIRMAYI AMAÇLIYOR

2011 yılında kadın özgürlük mücadelesinde büyük ve önemli bir direnişin açığa çıktığını belirtebiliriz. Gerek toplumsal alanda ve gerekse de gerillada bu direniş sürece damgasını vurmuştur. Kürt kadının mücadelesine yönelik saldırıları pervasızca geliştiren, kendisini Ortadoğu’da her açıdan sözde model ve alternatif olarak gören AKP ve Gülen cemaati, Kürt kadınlarının öncülüğünde gelişen kadın özgürlük mücadelesini kırmayı amaçlamaktadır. Kürdistan Özgür Kadın Hareketi’nin mücadelesi Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu siyasi yaşamını, biçimini etkilemekte, zorlamakta ve esas model haline gelmektedir. Bu nedenle özel savaş hükümeti AKP 2011 yılında da, kadın özgürlük hareketini yalan ve kirli haberlerle hedeflemiş, kadına karşı her türlü şiddeti reva görerek kadın katliamlarını artırmış ve bunu örtbas etmek için her türlü yöntemi geliştirerek kendi kirli yüzünü gizlemeye çalışmıştır. Toplantımız Kürt toplumu ve Kürt kadının ulaştığı özgürlük bilincini daha da güçlendirmesi ve kendi sistemini inşa çalışmalarını derinleştirmesi ve tüm mücadele sahalarında; eğitimden tutalım politika yapmaya kadar meclis, komünler oluşturmaya, ekonomik alandan öz savunma gücünü geliştirmeye kadar varan bir örgütlülük düzeyinin yaratılması kararlaşmasına gitmiştir.
EN RADİKAL MÜCADELEYİ DİRENEN GENÇLİK VERECEK

Gerçekleştirdiğimiz toplantımızda Kürt gençlerinin, sürece mücadele yöntemlerini daha güçlü ve zengin kılarak öncülük etmesi gerektiğini değerlendirmiştir. AKP başta olmak üzere, Kürdistan’ı işgal eden tüm güçlerin, kadınlara uyguladığı gibi gençliğin de ruhunu teslim alarak gençliği umutsuzluğa mahkum etmek istediği bilinmektedir. Buna karşı en radikal mücadeleyi yine direnen Kürt gençliği verecektir. Ancak kendini yakma, kendine zarar verme PAJK’ın ve PKK’nin yaşam ve mücadele anlayışına, eylem çizgisine ters düşmektir. Bu tür eylemler bize acı, düşmana moral vermektedir. Bu temelde kendini yakma, kendine zarar verme yerine düşmanın ve işgalci güçlerin kurumlarını hedef alarak her türlü eylemi geliştirme, gerillaya katılımı sağlayarak gerillayı büyütme ve gelişecek tüm serhıldanlara öncülük etmek esas hedefimiz olmalıdır.

2011-2012 mücadele yılımızda büyük kahramanlık temelinde şehit düşen Çiçek, Rozerin, Ruken, Bınewş, Arjin, Berfin ve onlarca yoldaşın öncülük düzeyinde yarattığı boşluklar bizlere önemli sorumluluklar yüklemektedir. Şehit yoldaşlarımızın mücadeleyi bıraktıkları yerden devam etmek onur borcumuz olacaktır. Toplantımız 2012 yılını başta Önderliğimize, halkımıza ve gerilla güçlerimize karşı geliştirilen her türlü yönelime, işkence ve katliama karşı AKP faşist hükümetinden intikam alma ve özgürlük mücadelemizi yükseltme temelinde güçlü kararlaşma düzeyini ortaya koymuş ve 2012 yılında devrimci halk savaşını geliştirmek için önemli kararlara ve planlamalara gitmiştir.”


ANF NEWS AGENCY

KJB: AKP, Uluslararası Güçlerin Vazgeçilmez Maşası


Behdinan - Kürdistan Kadın hareketi KJB, AKP rejiminin Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren uluslararası güçlerin vazgeçilmez maşası haline geldiğini belirterek, “Günlük olarak AKP zulmünden çekmeyen yok!” dedi. KJB, AKP rejiminin tüm sahtekârlıklarını deşifre etmek ve halkların özgürleşmesinin elverişli koşullarını daha güçlü yakalamak için tarihi fırsatların olduğuna dikkat çekti.

Yazılı bir açıklama yapan KJB Koordinasyonu, baskı ve yasaklara rağmen PKK lideri Abdullah Öcalan’ı 4 Nisan doğum gününde sahiplenenleri selamladı: “Halklar ve kadınlar için özgürlüksel doğuşu ifade eden ve aynı zamanda sürekli bir yaşama dönüştürmenin temel mücadele gerekçesi anlamına gelen 4 Nisan’ı tüm baskı ve yasaklara rağmen her biçimde sahiplenenleri sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz.”

Açıklamada şöyle denildi: “‘Önder Apo’yu özgürleştirelim, soy kırıma son verelim! Hamlesi’nin en önemli durağı olan 4 Nisan’ın anlamı elbette ki sadece bir güne sığdırılamaz. Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde başlatılan hamle, 8 Mart ve Newroz’la birlikte yaygınlaşarak ve yeni bir nitelik kazanarak sürmektedir.4 Nisan bu niteliksel gelişmenin en yumuşak karnıydı. Bir yıla yakındır Önderliğimiz koyu bir tecritlik koşullarındadır. Tüm çabalara rağmen koşullar hala değişmemiştir.

Dayatılan uluslararası konseptin gerici-intikamcı karakterinin AKP şahsında geldiği son noktadır bu. Ancak, bu vahşi uygulamaların Önderlik şahsında bir bütün olarak toplumu nasıl sardığını ve her kesimi hedefleyen bu düşmanlığın ne kadar onur kırıcı olduğunu ve korkunç sonuçlara yol açtığını hepimiz iliklerimize kadar yaşıyoruz. Buna karşı görkemli eylemsellikler de gelişmektedir. Fedakârlık, zorlukları göğüsleme azmi az değildir. Bu konuda başta analar, kadın yoldaşlar olmak üzere halkımız büyük çaba sergilemektedir. Fakat bütün mücadele dinamiklerimizi yerinde ve zamanında, daha tedbirli harekete geçirerek gerici zihniyeti sarsan ve devletin pervasızlığına dur diyen tarihi anları yakalamak zorundayız.”


“Günlük olarak AKP zulmünden çekmeyen yok!” diyen KJB şöyle devam etti: “Önderliğimiz üzerinde uygulanan koyu tecritlik koşullarındaki bu ısrarın ne anlama geldiğini Kürdistan ve Türkiye toplumunun önemli bir bölümü görmektedir. Yine devletin içte ve dışta içine girdiği çirkin çıkar ilişkilerinin günlük olarak nasıl bir bedele yol açtığını bizzat yaşayarak tanık olmaktadır. En çok da kadınların ve çocukların bu ağır bedeli ödemektedir. Bu gidişatı durduracak bir tek şey var: O da Önderliğimizin özgürlüğüdür! Tecritlik, yüreğimizin özgürlük sesinin sonsuz yayılmasına bent oluşturamaz! Milyonlar buna dur demek için meydanlardadır. Demokratik ve özgür çözümün belirleyen gücü olarak önderliğimiz, daha fazla bu tecritlik konumunda kalamaz! Yakaladığımız büyük hakikatin öncü- militan savaşçıları olarak sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Bulunduğumuz her alanda, Kürdistan’ın her parçasında hamlemizi aynı azimle ve ruhuna uygun bir şekilde geliştireceğiz.

AKP devletleştikçe siyasal-İslam emperyalizmi gelişmekte, uluslar arası güçlerin taşeronluk görevi daha çok artmaktadır. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren uluslararası güçlerin vazgeçilmez maşası haline gelen AKP’nin içte Kürt halkının Önderliksel mücadelesine karşı yürüttüğü büyük düşmanlık, tüm topluma ve Ortadoğu halklarına daha katmerli yansımaktadır. Halkların özgürleşme taleplerine ve gelişen özgür-birliğine karşı duyduğu korku AKP’yi, her türlü gerici ilişki ve işbirliğine çanak tutar hale getirmiştir. Bu korku,egemen sistemin Ortadoğu’da yarattığı hükümranlığın tek alternatifi olarak gelişen Demokratik modernite paradigması ve onun öngördüğü halkların demokratik konfederal sisteminden duyulan korkudur.Uluslararası gericiliğin önemli dayanağı olan TC –AKP’sinin sadece Kürdistan halkı açısından değil,Türk, Fars ve Arap halkları açısından da ne kadar tehlikeli rol oynadığını son Suriye politikasıyla daha net görülmektedir. İçerde her gün gerilla katliamı, işçi katliamı, tutuklama, işkence, manipülasyon, işsizlik, yoksulluk, sefalet ve yasaklarla topluma savaş açmış ve devlet faşizmini dayatmışken, dışarı da hangi halkın sorununu çözecek! Bu kocaman bir yalan ve iki yüzlülüktür. Kendine bağlı paramiliter güç odakları oluşturarak mezhep çatışmaları ve halklar arası düşmanlık yaratma ve kan siyasetiyle yeni vurgunlar yapma, iktidarına biraz daha ömür biçme gibi ahlaksızca bir çıkar savası yürütmektedir.

Bu vesileyle son Cudi şehitlerimizi saygıyla anıyor. Değerli Ailelerine ve tüm halkımıza başsağlığı diliyoruz. Hamlemizi bu yiğit yoldaşlarımızın anısı temelinde yükselteceğimizi ifade ediyoruz.

Özgürlük mücadelemizin öncü gücü olan Kadın Hareketimiz, AKP’nin sahte İslam, sahte demokrasi, sahte kardeşlik ve diğer tüm sahtekârlıklarını deşifre etmek ve gerçek anlamda cinslerin, Kültürlerin, dillerin, inançların, kısaca halkların özgürleşmesinin elverişli koşullarını daha güçlü yakalamanın tarihi fırsatları içindeyiz. Hamlemiz, bu başarı ve zaferi gerçekleştirecek dinamizmi yaratmıştır. Gerisi, doğru ve kesintisiz öncülüktür.”


ANF NEWS AGENCY

PYD Lideri Salih: SUK’a da Esad’a da Karşıyız

Batı Kürdistan’ın en büyük partisi, Demokratik Birlik Partisi (PYD)’nin lideri Müslüm Salih İsveç’in Gävle ilinde “Gävleborg Demokratik Halk Meclisi”’nin düzenlediği bir konferansa katıldı. Konferansta bir konuşma yapan Salih “adım adım hedeflerimize ulaşıyoruz’’ dedi.

Batı Kürdistan’da amaçlarının demokratik özerkliği gerçekleştirmek olduğunu belirten Salih Kürt halkının bunu gerçekleştirecek bilinç, olgunluk ve kararlılıkta olduğunu vurguladı.

Gelinen aşamada Kürt Halkının PYD önderliğinde kendi kurumlarını oluşturduğunu, adım adım hedeflerini gerçekleştirdiğini söyleyen Salih, “Ortadoğu yeniden şekillenirken Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dışlanan Kürtlerin bu kez haklarını alacaklarından kimsenin süphesi olmasın” şeklinde konuştu.

Salih, PYD hakkında yapılan spekülasyonlara da açıklık kazandırdı ve PYD’nin çok yönlü bir saldırı altında olduğuna dikkat çekti.

Partilerine karşı çok bilinçli bir karalama kampanyası yürütüldüğünü vurgulayan Salih, emperyalistler ve Türkiye’nin denetimi altında bulunan Suriye Ulusal Muhalefeti’ne hem de Esat rejimine karşı olduklarını özellikle vurguladı.

Partilerin Esat rejimine karşı tutumunun herkes tarafından bilindiğini hatırlatan Salih “Suriye’deki rejim kesinlikle değişmelidir” dedi.

ANF NEWS AGENCY

El Cezire’de Suriye Krizi

Katar merkezli El Cezire televizyonu Beyrut bürosundan 5 muhabir Suriye’deki gelişmelerin doğru yansıtılmadığı gerekçesiyle istifa etti. Geçen ay istifa eden eski çalışanların anlattıklarına göre, Suriye ve Libya ile ilgili gerçekmiş gibi gösterilen haberler, El Cezire’deki editörlerin kendi fikirleri ve gerçekler, montaj yoluyla gizleniyor.
İstifa edenlerden savaş muhabiri Ali Haşim, yaklaşık 5 ay önce canlı yayında Suriye ordusunun Lübnan sınırını bombaladığına ilişkin haberi yalanlayınca kanaldan ayrılmasının istendiğini söyledi.
Yapımcı Ahmet Musa ise El Cezire’de çalışmanın her muhabirin hayali olduğunu ama bu hayalin “depresyon”a dönüştüğünü belirtirken, istifa eden bir başka muhabir de “Gerçekleri bu kadar uzun süre gizlediğimiz için üzgünüm” dedi.

Muhabirlerden Hasan Şaban’ın da haberlerle ilgili şikâyetlerini dile getirdiği e-postaların sızdırılması üzerine kanaldan ayrıldığı bildirildi.

Bir başka gazeteci olan Ebu Salih’in de Suriye’nin Humus kentinde küçük bir çocuktan ağır yaralanmış gibi yapmasını istediği, muhaliflerin öldürdüğü sivillerle ilgili görüntülerin askerler tarafından yapılan katliam gibi sunulduğu da suçlamalar arasında.

ANF NEWS AGENCY

Halkların Demokratik Kongresi

Siyasetçi kimliği yanı sıra özellikle alternatif medya alanında önemli çalışma ve düşünceleri olan Türkiye'nin 40 yıllık siyasi hayatında adından sıkça söz ettiren Hakların Demokratik Kongresi sözcüsü BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile HDK, yeni bir anayasa çalışmaları ve Türkiye'de Kürt sorunu hakkında görüşlerine başvurduk.

Türkiye'de, AKP elliyle ırkçılığın tırmandırıldığı bir ortamda Halkın Demokrasi Kongresi'nin çalışmaları belli bir sonuç veriyor mu? Bunun somut yansımaları oluyor mu?

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ilk toplantısını 15-16 Ekim'de Ankara'da yapmıştı. Şimdi ikinci toplantısını bütün Kongre delegeleri ile Mayıs'ın ikinci haftasında gerçekleştirecek. Bu ilk altı ay Halkların Demokratik Kongre'si kendisini örgütlemesi ve kendi organlarını oluşturması ve olduğu yerlere tutunması için önemliydi. Bunlar gerçekleşti. Şuan bizim yüz yirmi kişiden oluşan bir genel meclisimiz var. Yirmibeş kişilik bir yürütme kurulumuz, altı kişiden oluşan bir daimi divanımız var. Dolayısıyla bu mekanizmalar işliyor. İşlemeye de devam edecek. İkinicisi HDK'nin yerel ayaklarının sağlamlaştırılması meselesiydi. Çünkü biz Kongre'ye giderken her ne kadar yerel meclisler esası üzerinde hareket etsek de bu meclisler çoğu kez elde bulunan hazır unsurlardan gerçekleşti. Fakat tabanda aşağıdan yukarıya tamamen mahalelerden, sokaklardan, ilçelerden, kurumlardan gelerek değil, daha çok Emek Demokrasi ve Özgürlük blokunun tabanını oluşturan siyasetlerin üzerinden mutabık kaldığı kişilerden oluşmuştur. Şimde bu dönem bunların birçok yerde aşağıya doğru derinleşmesi bir kalıcı faaliyetler olmayan yerlerde bu kalıcı faaliyetler için yeni imkanlar aranmasıyla geçti. Tabi burda bir eşitsiz gelişim var. Mesela Kürdistan'da HDK batıya göre daha yavaş gelişiyor. Çünkü Kürdistan'da aslında dişinden tırnağına kadar örgütlü bir toplum var. Dolayısıyla HDK'nin ne işine yarıyacağına dair somut bir kanaat oluşmadı. Daha çok karma nüfus olan illerde, ilçelerde görünürlülük kazanıyor. Ama daha yoğun Kürt nüfusunun yaşadığı yerlerde HDK esasen BDP'den ibaret. Bunun dışında zaten örgütler ya da siyasi hareketler yok. Bu nedenle şöyle diyebilirim. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokunun nispeten önemli seçim başarılar kazandığı İstanbul ve Çukurova'da daha çabuk işlemeye başladı. Diğer yerlerde de bu taban örgütleri kurulmaya devam ediyor. Tabloyu göreceğiz. Biz bu dönem içerisinde HDK'nın özellikle bu KCK tutuklamaları ve diğer sardırılara karşı 'Bir ses çıkar' kampanyası yürüttük. Bununla görünür kılmaya çalıştık. Fakat bu daha çok kent merkezlerinde basın açıklamaları ile sınırlı kaldı. Bütün bu tabloyu tam olarak görmemiz için Mayıs'taki Kongreyi beklememiz lazım. O yüzden şöyle bir örnek vereyim. Türkiye'de süperlige çıkan takımların ilk hedefi kümede kalmayı garantilemek. İlk altı ayda kümede kalmayı başardığımızı düşünüyorum.

Bu Kongre'ye şuanda Kürtler dışında Türkiye'deki diğer halkların bakışı nasıl? Şimdi bunu bu kadar genellikle konuşamayız. Bir kere diğer halklar halk olduklarını farkındalar mı? Siyasetten farkındalar mı?

O kadar emin değilim. Dolayısıyla işte Kürtlerin dışında Türkler Abazalar, Araplar, Süryaniler; Ezidiler; Lazlar, Gürcüler diye devam edebiliriz. Tabi bir halk olma iddiasını ve kimliğinin nispeten daha belirgin olduğu kesimler var. Kimler politik olarak daha gelişmiş birde sayıca nüfusları küçük olsa bile kültür mücadelesi yürüten kesimler var. Şimdi bunların önemli bölümü Halkların Demokratik Kongresi'nin kendileri için bir imkan olup olmayacağı hakkında henüz yeterli fikre sahip değiller. Ama bu kültür ve kimlik mücadalesi sürdüren halkların radikal demokrat ve solcu kesimleri zaten. Başından beri HDK ile ilişkililer. Lazlar, Araplar öyleler. Çerkezler, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler öyleler. Bir Süryani milletvekilimiz de var. Süryani cemaatinin dikkatini Bloka, dolayısıyla Kongre'ye çekmiş durumda. Ancak burada Kürt halkının olduğu gibi gürül gürül akarak Kongre'ye doğru geldiğini söylersek doğru olmaz. Durumu abartmış oluruz. Ama bütün bu kesimlerde aslında HDK'den ziyade Blok'un seçim başarısı henüz onların dikkatinde olan şeydir. HDK vücut buldukça ortaya, çıktıkça kendileriyle bir faaliyet yürütmeye başladıkça bu faaliyetlerini aktaracak bir mekanizma aradıkları nispette Kongre'yle temasa geçeceklerdir. Ancak dediğim gibi ilk altı ay henüz yerinde tutunmak ve olgunlaşmakla geçtiği için bu kesimlerin faaliyetleri ile birebir uğraşıldığını söyleyemem.

Kongre kendisini yerleşim birimlerine göre nasıl örgütlüyor? HDK'nin geleceğe ilişkin yeni bir örgütlenme anlayışı ve modeli var mı?

Şimdi biz HDK'yi esasen bir meclis hareketi olarak götürüyoruz. Ve bundan da daha öteye gidemez diye düşünüyorum. Çünkü HDK kendisi bir örgüt değil. Yürüyen mücadele eden siyasi, kültürel, iktisadi, toplumsal cinsiyete dair ekolojiye dair, inanca dair hareketleri ve örgütlerin ortak faaliyet zemini. Dolayısıyla bu örgütlerin her biri nekadar iş görüyorsa yapıyorsa Kongre onların toplamı kadar toplamında bir fazla iş yapabilir. Ya da buna ortak bir karekter kazandırabilir. Dolayısıyla HDK'nin kendisinin birşey yapması diye birşey yok. HDK birşeyler yapanların toplam faaliyeti demek. O nedenle HDK, yukarıdan güdülerek bir netice almasından ziyade aşağıda sürüp giden bir mücadeleyi koordine etmesi olabilir. Biz bu açıdan yerleşim birimlerinde yani mahalle, ilçe ve il meclisleri temeli üzerinden hareket ediyoruz. Mesela bu İstanbul'da bölge meclislerin iş yaptıklarını ve çalıştıklarını biliyorum. İstanbul'da üç seçim bölgesi var. Bu bölgeler temelinde örgütlenme İstanbul'da faal gidiyor. Bunların ilçelere inmesi zaman alıyor. Ama merkez politik olarak gelişmiş ilçelerden işleyen birimleri var. Belli ki burada bir görünürlülük kazanmış durumda. Mesela Mersin'in dahil olduğu onbirinci bölge var. Mersin, Adana, Osmaniye, ve Antakya'dan oluşuyor. Mersin'de ve Antakya'da nispetten ete kemiğe bürünmeye başladı. Fakat Adana ve Osmaniye'de o kadar değil. Dolayısıyla eşitsiz bir gidiş var. Ama dediğim gibi burada en önemli mesele HDK'yi meydana getiren yapılar ve bireysel inisiyatiflerin faaliyetlerin kendi kendilerine nasıl götürdükleri ile ilgili. Örneğin x örgütü eğer Mersin'de bir faaliyet yürütmüyorsa Mersin'de HDK'nin onun yerine faaliyet yürütmesi diye birşey olamaz. Ama buralarda yürüyen sosyal mücadelenin içinde HDK'nin bütün bileşeleri yer alıyor. Örneğin Akkuyu'daki nükleer santrale karşı protesto faaliyetleri içinde bütün HDK'nin bileşenleri yer alıyor. Dolayısı ile orada HDK'nin adı görünmese bile HDK'nin maddesi orada. Mersin il meclisi bu tür çalışmaları yürütüyor. Meclis esasında, siyasi kuruluşların içlerine, bireylerin davranışlarına karışmıyoruz. Onlar programa nasıl yaklaşıyorlarsa ona göre meclisde yer alıyolarlar.

Demokrasi güçlerinin değişik azınlıklar, halklar ve değişik katmanlara ulaşıp onları HDK etrafında örgütlemelerinde yaşanan eksiklikler nedir?

Kısmen birinci soruda açıkladım. Eksiklik doğrusu şurada çok olabilir. HDK'nin varlığı ve maksatları hakkında bu kesimleri kulağı ve gözü yeterince bizim tarafımızda açılmamış olabilir. Bu HDK'nin görünürlüğüne dair bir genel eksiklikle ilgilidir. Öte yandan bizim halklar komisyonumuz var. Bunun düzenleyeceği çalışmalarla bunlara giderek daha etkin ve geniş bir biçim de ulaşabiliriz. 

Geçen yıl Çerkezlerin de anadilleri ile eğitim ve yaşamın diğer alanlarında kendilerini ifade etme yönünde istemleri kamuoyuna yansıdı. Kürtlerin mücadelesi onları nasıl etkiliyor?

Kürt mücadelesi Türkiye'deki bütün hak temelli mücadeleleri olumlu etkiliyor. Örneğin bu sadece kültür ve kimlik gruplarının değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyetçilik, ekoloji, inanç gruplarını da olumlu etkilediğini düşünüyorum. Türkiye'de Çerkezlerin yanı sıra Lazların da bu süreçten olumlu etkilendiğini biliyorum. Kendi kültürü ve kendi kimliği için mücadele etmenin bu kolektif halklar için mücadele etmenin hem mümkün hem de gerekli olduğuna dair somut göstergelerdir. İkincisi ise Kürt Özgürlük mücadelesinin genel olarak bir sol hat izlemesi dolayısıyla aynı şey bu kesimlere de yansıyor. Her kesimin milliyetçisi olduğu kadar enternasyonalisti de var. Bütün bu halk topluluklarının hak mücadelelerinde genellikle solun etkin olduğunu görüyoruz. İster Lazlar olsun, ister Çerkezler olsun, ister Gürcüler olsun. Çünkü genel olarak milliyetçi kesimler AKP ile yakınlaşarak bir tür din kardeşliği üzerinden kimlik iddalarını sürdürebileceklerini ümit ediyorlar. Ama kendilerini ayrı bir halk, ayrı bir topluluk olarak ifade edebilmek için çaba gösterenler daha çok solcular. HDK onlar için oldukça uygun bir ortam.

Türkiye'de yeni anayasa tartışmaları var. Daha demokratik ve halkların kabul edebileceği bir anayasa konusunda HDK’nin fonksiyonu ne olabilir?

Şimdi HDK'nin fonksiyonundan önce bir kere 'Türkiye'de yeni bir anayasa ihtiyacı yaygın olarak hissedilebiliniyor mu' sorusuna cevap vermek gerekirse, bence bu heycan hissedilmiyor. AKP 2011 seçimlerinden önce Oslo müzakereleri sürdüğü dönemde birçok problemin bir anayasal yenileşme ile aşılabileceğini düşünüyor. Fakat açılım dedikleri şey milliyetçi duvarlara çarpması, zaten aslında bir güvenlik siyaseti olarak sürdürülmüş olması dolayısıyla akamete uğramasından sonra aslında AKP bir anayasa arayışı içerisinde değil. Geçmişten kalan bir söylem olarak bu devam ediyor. Mecliste bir hazırlık komisyonu var. Çeşitli kesimleri dinliyor. Ama yeni bir anayasa yapma heyecanı yok. İki sebepten bence bu heyecan yok. Siz bir yandan bir savaş yürüteceksiniz, öbür taraftanda özgürlük diye konuşacaksınız. Bir yandan savaşı sürdüreceksiniz, öte yandan demokrasi ve insan haklarından bahsedeceksiniz. İkisi birden yapılamıyor. O nedenle ben yeni anayasa çalışmaları denilen şeyin olduğu yerde saymak anlamına geldiğini düşünüyorum. Bu şartlar altında yeni bir anayasa yapmanın ön koşulları olmadığı için bunun gerçekleşemeyeceğini düşünüyorum. Ön koşular hepsinden önce var olan anayasa çerçevesinde demokratik hakların örgütlenme, ifade ve siyasi faaliyet haklarının önündeki engellerin kaldırılmasının çok önemli olduğu kanaatindeyim. Örneğin ayrılma hakkı üzerine bir tartışma yürütmek yasal değil ise o zaman nasıl özgürlükçü bir anayasa üzerine tartışabilirsiniz. Ya da devletin var olan düzeninin değiştirilmesi ve onun yerine başka bir şeyin konulması için görüş beyan etnek suç olmaktan çıkarılmadıkça bir özgür anayasa tartışması nasıl yapılacak. O yüzden kitleler başımıza bir şey gelir diye anayasa meselesinde topa girmiyorlar. Açıkçası ben bu nedenle yeni bir anayasa heyecanını memlekete göremediğim gibi ben de böyle bir heyecan hissetmiyorum.

'Kürtler tüm engelleri aşacak'

Siyasetçi kimliğiniz yanında gazeteci kimliğiniz de var. Özellikle alternatif medya ya da barış gazeteciliği alanında önemli düşüncelerinizde var. Türkiye'de Özgür Gündem'in kapatılması, gazetecilerin tutuklanması ve Roj Tv'nin kapatılması konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Tabi şimdi Özgür Gündem yeniden açıldı. Yasak kararı kaldırıldı, ama Türkiye'de AKP kendisinden önceki bütün gerici hükümetlerin girdiği yola kaçınılmaz olarak girdi. Halkla savaşmaya karar verdiğiniz zaman halkın sesini ve itirazını dile getiren her şeyi susturmanız gerekiyor. Bunun bir yolunu hükümetler her zaman buluyor. Çünkü ellerindeki konuyla bağlantılı olarak ellerindeki anayasa ve bu anayasaya bağlı olarak ortaya çıkmış olan diğer bütün yasalar ifade özgürlüğünü kısıtlamak üzerine. Dolayısıyla basın ve ifadeye yönelik yasaklar AKP döneminde özellikle yargının hükümetin elinde bir silaha dönüşmüş olması dolayısıyla sürdürülüyor. Ancak Türkiye'de zaten şöyle bir şey var; Mahkeme yaygın medyada yapılıyor, savunmada sokakta yapılıyor. Eğer mehkeme çok haksız ve sokak çok göçlü ise o zaman bu kararlar ortadan kalkabiliyor. Burada alternatif medya çok büyük önem kazanıyor. Mesela Özgür Gündem'in kapatılmasına dair bütün bilgiler yaygın medyadan ziyade, sosyal medya, çeşitli iletişim araçlarında, twiterde süren tartışmalar, çağrılar ve bunlara ayak uyduran sokaktaki basın emekçileri ve onları destekleyen demokratik kuruluşların, uluslararası basın örgütlerinin dayanışması sayesinde oldu. Ben Özgür Gündem'in kapatılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni durumdan, özellikle alternatif medyanın, sosyal medyanın bizim için neden en hakiki mecramız olduğunuda bize gösterdiğini düşünüyorum.
'Press' filmini herkes izlemeli

Roj Tv'nin kapatılması tabi bunu aşan bir şey. Sadece medya tartışması değil. Roj Tv'nin ondan önce Medya ve Med Tv'nin bugünkü haliyle Nûçe Tv'nin Kürtlerin uluşlaşmasının en önemli mekanizmalarından biri olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin uluslaşması sadece Türkiye ya da Kürdistan'ın diğer parçalarında değilde Kürtlerin yaşadığı her yerde cereyan eden bir süreç. Dünyadaki bütün Kürtleri birleştiren en önemli iletişim ortamı Roj Tv'dir. Burada herkes birbirinin sesini duyuyor, birbirini görüyor, birbirinin faaliyetlerinden haberi oluyordu. Bu onları ortak bir kimliğe büründürmede çok belirleyici bir rol oynadı. Bence Kürtleri bir arada tutan çok önemli iki faktör var, bunlardan birisi Öcalan diğeri de Roj Tv'dir. Öcalan'ı sustursalarda o eski sesi Roj Tv'de devamlı çıkıyor. Roj Tv'nin hedef alınması çok önemli, çünkü Roj Tv'nin yayını Avrupa'da olduğu için Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinin de bir göstergesi durumunda. Ne yazı ki şunu söyleyebiliriz; geçmişte daha çok kendi ülkelerindeki insan hakları, sosyal haklar, siyasi haklar yürüten örgütlerin baskısı altındakı hükümetler şimdi son krizle birlikte bu örgütlerin baskısından genel olarak kurtuldular. Muhafazakar ülkeler Türkiye ile ilişkilerini bütünü ile kar esası üzerinden ve bölgesel egemenlik esası üzerinde sürdüren hükümetlerin eli giderek güçlendi. O yüzden Roj Tv üzerindeki yasaklar ve kendi yerel mevzuatını aşan şeyler. Kararların verilebilmesi bu sayede oldu. Rasmussen'in NATO genel sekreteriliğine Türkiye'nin verdiği onayla, Danimarka'nın Roj Tv'ye yaptığı baskı arasında bir bağ olduğunu görmemek için akıldan yoksun olmak lazım. Öyle de olsa bile yerleşmiş kurumlar, yerleşmiş bir adalet anlayışı olduğu içinde aslında mahkeme tam manasıyla Roj Tv'yi kapatamadı. Bunu daha çok ticari kurumlar aracılığıyla yaptı. Yayın vermiyoruz, lisans vermiyoruz vb. mahkeme burada problem olduğunu söylüyor. Ben tüm bu engellemelere rağmen Kürtlerin görsel, işitsel, yazınsal ve internet basınının tüm bu güçlükleri aşabileceği kanaatindeyim. Kürt basının tüm zorluklara büyük bir sabırla göğüs gerdiğini görüyorum. Bu kurumlarda çalışan birçok genç arkadaşımızın gözlerindeki heyecandan bunu görebiliyoruz.

Tabi ki bu süreçte yaşanan hengameler Nûçe Tv'nin yayın kalitesine biraz yansıdığını düşünüyorum. Eskiden kültür eğlence, eğitsel programların yapılmasında imkanlar varken, şimdi sadece bir haber kanalı olarak çalışmak zorunda kaldı. 24 saatin bu şekilde doldurulabilmesi için haber üretme kapasitesini aşıyor. O yüzdende zorlandığını görüyorum. Ama bunu aşacaklarına inanıyorum. Orada yapılacak çok iş olduğunu biliyorum. Demokrasi açısından Özgür Gündem'in açık olmasının ne kadar önemli olduğu görüldü. Demokratlar bu konuda yanında yer aldılar. Gazeteciler ifade özgürlüğünün yanında yer aldılar. Bu medya açısından tarihi bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyet gazetesi bu kapatma kararını manşetine taşıdı. Cumhuriyet gazetesi tarihinde ilk kez olarak Özgür Gündem'in yanında yer aldığına tanıklık ediyoruz. Türkiye'de hem demokrasi mücadelesi, demokratik vicdan gazetecilik camiasında özgürlükçü medyanın yanında durmaya insanları zorladı. Buda siyasetin başarısıdır diye düşünüyorum. Şöyle ya da böyle doğru haber yayılmasının yolunu buluyor. Bunun için geçtiğimiz sene birçok sinema ödülünü alan 'Press' filmini herkes izlemeli. Bu gazetecilik geleneğinin nasıl doğduğuna dair özgür bir anlatım.

Özgür Gündem'e, Nuçe Tv'ye ve Yeni Özgür Politika gazetesine başarı dileklerimizi yoluyoruz.

MEHMET ZAHİT EKİNCİ

Başbakan’ın Vicdanı mı, Cüzdanı mı?



Hüseyin ALİ
Türkiye’nin Suriye politikası tam anlamıyla keçi can derdinde kasap yağ derdindeki deyime benziyor. Her ne kadar Tayyip Erdoğan “biz başkaları gibi petrol ya da çıkarla ilgilenmiyoruz” dese de yalan söylediği açıktır. Sadece insani ve vicdani bakıyoruz, demesi tamamıyla demagojidir. Aksine Suriye’de çatışmalar şiddetlensin, ölümler artsın, böylece dış askeri müdahale erken olsun isteğiyle yanıp tutuşmaktadır. Çatışma ne kadar şiddetlenir ve içinden çıkılamaz hale gelirse bize ihtiyaç duyarlar demektedir. Şu anda Suriye’de çatışmaları körükleyen esas güç Türk devletidir. Amiyane deyimle yangına körükle gitmektedir.

Türkiye şimdiye kadar bölgedeki tüm diktatörleri destekledi. Diktatörler coğrafyası Ortadoğu’da sıfır sorun politikası izledi. Türkiye’nin tek derdi bölge ülkelerinin kendisinin Kürt karşıtı politikasına destek vermesini sağlamaktı. Dış politikada tek ilkesi buydu. Bu nedenle Esad’la dostluğu hiçbir ülkenin olmadığı kadar ilerletti; ortak bakanlar kurulu toplattı. Hatta Şengay ülkeler topluluğu kuracağını söylediler. Eğer Arap Baharı denen gelişmeler olmasaydı, dış güçlerin politikası bugünkü kadar netleşmeseydi Türkiye bu “despot kardeşliğine” devam ederdi.


Türkiye şimdi Suriye yönetiminin bir numaralı düşmanı oldu. Sabah akşam Suriye’nin nasıl insan katlettiğini söylüyor. Dünyayı müdahaleye çağırıyor. Başka bir ülkenin lideri bunu söylese anlarız. Ama her gün Kürtlere kan kusturan bir ülkenin başbakanı söyleyince trajikomik oluyor. Tayyip kadar despot ve hiçbir faşistin söylemeyeceği insanlık dışı sözler söyleyen bir yönetici tarihte görülmemiştir. Dünyada kadın da olsa çocuk da olsa gerekeni yaparız deyip talimat verip birçok çocuğun ölümüne sebep olan kaç yönetici var bu dünyada?


Türk devleti insanlar gösteri yapmasın, sokağa çıkmasın diye yüz binlerce polisten oluşan bir toplum karşıtı ordu örgütlemiştir. Yüz elli bin olan polis sayısı AKP hükümeti döneminde üç yüz bine çıkmıştır. Bir ordunun kullanacağı düzeyde araç, gereç ve silahla donatılmıştır.  Suriye’deki tank sayısından fazla panzer ve toma denen zırhlı araçlara sahiptir. Diğer araçları saymıyoruz bile. 


Tüm bunlar beş on kişi bir araya gelip gösteri yapmasın diye örgütlenmiştir. Dünyanın parası toplumsal muhalefeti engelleme araçlarına ve örgütüne yatırılmıştır. Bırakalım kendine demokratik diyen ülkeleri, hangi despot ülkede toplumsal hareketleri bastırmak için böyle bir örgüt kurulmuştur. Böyle bir toplum karşıtı mekanizma oluşturulmuştur? Öyle ki boğanın kırmızı şal gördüğünde saldırması gibi 20-30 kişi bir araya geldiğinde bu toplum karşıtı güç saldırıya geçiyor.

Bu kadar polis, silah, araç ve gereç başta Kürtler olmak üzere toplumsal muhalefeti bastırmak için alınmıştır. Türk devleti toplumsal muhalefeti ezme üzerine şekillenmiş bir polis devletidir. Artık Suriye ya da başka bir ülkedeki gibi toplumsal muhalefeti ezmek için askere ihtiyacı yoktur. Suriye’de Türkiye’deki gibi bir polis örgütü olmadığı için ordu devreye girmiştir. Yoksa Türkiye’de Suriye’deki ordu gibi polis her gün zulüm için devrededir. İyi eğitildiği için az ölümle bu işi kotarmaktadır. Başka yerde on on ölüyorsa, Türkiye bir bir, iki iki öldürerek aynı işi yapmaktadır.


Amed’de 2006’da halk devletin Kürt halkının özgürlük mücadelesini zorla, silahla bastırma politikasına karşı alanlara, sokaklara çıktı. Bu, en büyük Kürt şehrinin isyanıydı. Bu durum karşısında başbakan hangi emri verdi? Çocuk da olsa kadın da olsa vurun demedi mi? Polis ve asker derhal harekete geçmedi mi? Enes Ata ve Abdullah Duran başta olmak üzere birçok çocuk Amed’de, Batman’da ve Kızıltepe’de katledildi. Göstericiler silahsızdı, ölen çocukların bir kısmı da evinin önünde ya da balkonda otururken vuruldu. Amed’deki gösteriler Suriye’deki gösterilerden on kat daha barışçıldı; ama AKP hükümetinin yaklaşımı ne oldu? Belediye başkanı ve başka aracılar araya girerek halkı ve gençleri evlerine gönderdi. Eğer göstericiler evlerine çekilmeseydi başbakan Esad’tan daha zalim olurdu. Kadın da olsa, çocuk da olsa ezerim diyen birisi kadar zalim kim olabilir? AKP kuyrukçusu olanlar ve kendine liberal diyenler bu sözleri fazla irdelemedi.


2006 Amed halk isyanından sonra terörle mücadele yasası(TMK) deli dumrul yasası haline getirildi. Muhalif olunduğu an ne yapılırsa yapılsın zindanın boylanacağı bir yasa çıkarıldı. Yeter ki hükümet karar versin! Herkes suçlu ilan edilip zindana atılabilir. İşte KCK tutuklamaları göz önündedir.


Ne Suriye’de ne de başka bir ülkede böyle bir yasa ve böyle tutuklamalar vardır. Suriye’deki tutuklamaların gerekçesi vardır, ama Türkiye’dekilerin yoktur. Çünkü tutuklamak için gerekçeye gerek yoktur. İstihbarat örgütü şu muhaliftir, toplum için kötü örnektir dediği an hapsi boylar. Böyle bir ülkenin başbakanın Suriye’ye insanlık dersi vermesi trajikomik olduğu kadar tüm dünyayla ve insan aklıyla alay etmektir. Herhalde Tayyip ben iyi hatibim, her türlü yalanı söylerim, gerçeği tersyüz ederim, herkes bunu yutar, diyor. Evet, tabanı ve kuyrukçuları yutmaya hazırdır, ama artık Tayyip iktidarının zulüm uygulamalarını herkes görüyor. Demagoji ve laf cambazlığı artık eskisi gibi para etmiyor. Yalanların kuyruğu açıkta kalıyor. Mızrak çuvala sığmıyor.


Erdoğan’ın korkusu Suriye’yi kaybetmektir. Derdi insan hakları değildir. Suriye konusunda erken ötmüş, bu nedenle mevcut iktidarın bir an önce düşmesini istiyor. Öte yandan İhvan-ı Müslim(Müslüman Kardeşler)’le Kürtlerin hak/statü kazanmaması konusunda anlaşmış. İhvan-ı Müslim’in etkili olmadığı bir Suriye istemiyor. Türkiye için Esad’ın düşmesi yeterli değil. Yeni Suriye’de kendi istediği gibi bir hükümet olmalıdır. Avrupa Birliği ve Araplarla aynı doğrultuda düşünmemesi de bu nedenledir.


Türkiye ekonomisi Güney Kürdistan parası ve Arap dünyasından gelen paralarla kendini toparladı. Irak’ta petrol gelirinin dörtte biri Güney Kürdistan’a ait. Güneye ayrılan bu fonun yüzde yetmiş beşi Türkiye’ye gidiyor. Belki de daha fazlası. Bu Türkiye için çok önemli bir gelir. Yine Suriye de sömürge haline gelmişti. Suriye üzerinden Arap dünyasına da açılıyordu. Eğer Suriye’de kriz uzun sürer ve istediği bir iktidar ortaya çıkmazsa Türkiye’nin ekonomik dengeleri sarsılacaktır. Tayyip’in bağırmasının en önemli bir nedeni budur. Diğeriyse herkesin bildiği gibi Kürtlerin hak elde etmesini engellemektir. Yoksa Tayyip’in insani ve vicdani kaygısı yoktur. Ne böyle bir zihniyeti ne de yüreği vardır. Çıkarı gerektiğinde bir artist gibi gözyaşı döken karaktere sahiptir.


Tayyip Kürt muhalefetini bastırmak için her yolu deniyor. Kürtler sokağa çıktığında nasıl yaklaştığı biliniyor. 4 Nisan’da ne yaptığını dünya gördü. Böyle bir örnek dünyada ilktir. Türkiye’deki muhalif gösteriler Suriye’dekinin dörtte biri olsa AKP iktidarı gözünü kırpmadan kadın ve çocuk demeden vurur. Roboski hala açığa çıkmadı. Başka bir ülkede uçaklarıyla bu kadar sivil öldüren başka bir iktidar var mıdır?


Tayyip, Esad’tan daha fazla otoriter ve despot bir liderdir. Sadece karakterleri bile incelense bu sonuca varılabilir. Tek farkı, AKP’nin arkasında dış desteği var, muhalefet üzerindeki zulmüne göz yumuluyor. Bir farkı da bastırma araçlarını dünyada hiçbir ülkede olmadığı kadar geliştirmiş olmasıdır.

Kapatma, Dayak Atma, Öldürme: Ve Müzakere İle Teşvik

Veysi SARISÖZEN
Başbakan geçtiğimiz gün İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşmayla üç temel konuda ne yapacağını açık bir dille ortaya koydu. “Müzakere” konusunda BDP’ye karşı tutumunu; demokratik kitle hareketleri konusunda BDP’li parlamenterlere karşı tutumunu; “katliamlar” konusunda gerillaya karşı tutumunu bu toplantıda dünyaya ilan etti.

Uzun lafa gerek yok. Başbakan bu konuşmada “BDP’yle müzakere” etmeyeceğini; “parlamenterlere saldıracağını” ve “kanlı katliamlarla savaşa devam edeceğini” herkesin anlayacağı, en liberal AKP yanlısı iyimserlerin bile kafasının alacağı, “yeni strateji PKK ve Öcalan’ı dışlıyor ama BDP’yi muhatap alıyor” diye utanmaz lafları edenlerin  suratını kızartacağı bir kabalık, nobranlık, hotzotçuluk üslubuyla anlattı.


PKK’nin “uzantısıyla müzakere” lafındaki şu “uzantı” kepazeliğini “sineye” çeken ve BDP’yi “AKP’yle müzakereye”, sanki bu müzakere kapısı açıkmış gibi teşvik edenlerin şu satırları bir kere daha okuması şart:


“Kalkıyor genel başkanları veya eşbaşkanları diyor ki: Eğer bu işi çözmek istiyorsanız, oturalım konuşalım. Neyi konuşacağım sizinle? Sizin bir defa kendi iradeniz var mı? Siz kendi iradenizle hareket etme özgürlüğüne sahip misiniz? Siz kendinizi idare etmiyorsunuz, sizi Kandil, İmralı idare ediyor. Böyle bir durumda olan bu yapı, nasıl olacak da karşısında bir siyasi iradeyle oturacak, bunu konuşacak. Bu kafada değil, bu anlayışta değil, oturur müzakere ederiz ama iraden varsa. Ortaya karar koyabileceksen, eğer koyamayacaksan bizim artık kaybedecek vaktimiz yok.”


Başbakan bu “irade, Kandil ve İmralı’dan yönetilme” laflarını ne zaman etti? Tam da Selahattin Demirtaş’ın “biz kimsenin uzantısı da temsilcisi de değiliz” demesinden sonra etti. Demek ki, “kendinizi idare edin, öyle konuşalım” lafına verilen “biz kendimizi yönetiyoruz, o halde konuşalım” yanıtını “yetersiz” buldu. Ne istiyor Başbakan? BDP İmralı ve Kandil hakkında kendisi gibi konuşsun mu istiyor? Konuşmayacağını biliyor. Başbakan çoktan aldığı kararı “vaktimiz yok” lafıyla artık açıklama aşamasına geldi.


“Vaktimiz yok” lafı, KCK iddianamesinin BDP’yi kapattırmak için Başbakanın “emriyle” yazıldığının kanıtıdır. Başbakan BDP’ye “vaktimiz yok, ya teslim olun, ya da sizi kapatacağım” demiştir.


Başka? Ahmet Türk’e yapılan saldırının “peşine” düşmeyen medya yöneticileri ve köşebazlar, en çok da liberallik adına “PKK’nin peşinde” dolananlar, Başbakan’ın “dokunulmazlığı” olan BDP’li parlamenterlerin “polis tarafından dayak yemesi” hakkındaki laflarını da ibretle okusunlar:


“Küstahça polisle kavga ediyor, sonra diyor ki ‘milletvekili dayak yedi.’ Polisle kavga eden sensin, kitleyi polise tahrik ediyor, polisin üzerine saldırtıyorsun. Emniyet güçleri de bir yere kadar dayanıyor ve ardından kendini korumak için müdahale ediyor.”


Utanıyor musunuz? Hala bu Başbakan sıfatlı kişiyi desteklemeyi içinize sindiriyor musunuz? AKP devletleşti ve Erdoğan Demirelleşti... Anladınız mı?


Ve siz “silahın miadı doldu” diye bağıranlar, “silahları bırakın” diyenler, “içimiz yanıyor, canımız acıyor, üzüntüden ölüyoruz, kederlere gark oluyoruz, hem ölen polise ağlıyoruz, hem ölen gerilla yüzünden hıçkırıklara boğuluyoruz” diyen sizler... Okuyun bakalım sizin Başbakanınızın “rikkatli, hisli, vicdanlı, sulhperver, insan sever” laflarını:


“15 kadının öldürüldüğü mağaranın resimlerini güvenlik güçleri bana gösterdi, o resimleri gördüm... Ben, o mağaraya girdiğinde akıbetinin ne olacağını bilmeden, o mağaraya inancıyla giren ve orada bu neticeleri alan güvenlik güçlerini milletim adına kutluyorum, kendilerini tebrik ediyorum.”


Cemaatçilerin suratlarındaki beşuş ifadeyi görüyorum, matruş suratlarındaki manayı anlıyorum. Burun delikleri kıpırdıyor, kan kokluyorlar. “Müzakerecilere karşı güvenlikçi” polis yazarların yanaklarında açan güllerden de kan kokusu etrafa yayılıyor. Normaldir. Herkes görevini yapıyor. İyi de, ey siz sevgili demokrat, solcu, liberal AKP yanlısı insanlar, ve ey “polis için de gerilla için de” aynı gözyaşını dökenler... Hükümeti “barışçı”, PKK’yi “savaşçı” ilan edenler. Ve Kürdü “tedip” edip, “terbiyeye” davet edenler, onu “elini tetikten çek” diye azarlayanlar... Nasılsınız? İyi misiniz?


Bu konuşmada “müzakere” lafı kadar iki yüzlü bir laf var mı? “PKK ve Öcalan’la değil de, BDP’yle” şu ve bu “şartlar” yerine gelirse “müzakere” edecek olan kişi böyle konuşur mu?


Parlamenterlere “dayak atan” polisleri ve bir mağarada 15 gencecik kadını öldüren Özel Harekatçıları öven, Ahmet Türk’e atılan yumruktan en küçük bir üzüntü duymayan, 15 kadının ölümünden “artık bu kanı gelin birlikte durduralım” sonucunu çıkarmak yerine dökülen kanı övgü konusu yapan bir Başbakanla “neyin müzakeresini” yapacaksınız?


12 Eylül’ün yargılandığı bir ülkede, Başbakan “parlamenter döven” polisi ve 15 kadını öldüren askeri alkışlıyor. Ve BDP’yi “acelemiz var” diyerek kapatmaya hazırlanıyor.


Ve arkasından da, “yeni savaş stratejisini”, “yeni teşvik politikasıyla” birleştirerek, Bölge halkına “kanlı bir rüşvet” teklif ediyor; “İmralı ve Kandil’i satarsan müzakere, BDP’yi satarsan teşvik...”


Ne demişti Atatürk: “Türk milleti asildir.”


Kürt milleti de asildir...