23 Haziran 2010 Çarşamba

Bu Cemaat Kimin Cemaati?


Yeşil Türk Irkçı Cemaatin başı Fetullah Gülen, Gazze olayına ilişkin hem The Wall Street Journal hem de New York Times gazetelerine demeç verdi. 

Gülen verdiği demeçlerde “İsrail devletinden izin alınmalıydı. İsrail otoritesine başkaldırılmamalıydı. En kötü devlet ve en kötü hükümet, devletsizlikten ve kaostan iyidir” dedi. Gülen bu söylemiyle bir taraftan İsrail’in işgalciliğin meşrulaştırırken diğer taraftan en kötü devlet ve en kötü hükümetleri savunarak faşişt-ırkçı- soykırımcı devletlerin bile meşru olduğunu en azgın bir şekilde savunurken, nasıl bir faşist, ırkçı ve soykırımcı zihniyette olduğunu açığa vurdu. Bun zihniyetinden dolayıdır ki, Fetulahçı cemaat Türk, ABD ile İsrail devletleri tarafından destekleniyor. MİT, CIA ile MOSSAD bu isim altında dünyanın her tarafında örgütleniyor. Fetulahçı cemaat bu şekliyle bir nevi MİT, CIA ile MOSSAD’ın sentezi oluyor. Ve üç istihbarat örgütü, bu cemaat kılıfı altında eleman devşiriyor. Bu amaçla Fetullahçı Cemaat, Kürt ve Kürdistan’a ilişkin özel bir misyonla harekete geçirilerek destekleniyor.
 
Kürdistan’da Faşistinden Kemalistine, Ordusundan Türk-İslam Sentezli Türkçüsüne kadar söz konusu Kürtler oldu mu, Kürtlere karşı herkesin desteklediği bir cemaattir Fetullahçılık.
Kürdistan’daki valilerden emniyet müdürlerine, savcısından hakimine, milli eğitim müdüründen okul müdürlerine, generalinden subayına, üniversite rektöründen fakülte dekanına kadar kilit noktalarda Fetullahçı Türk Misyonerleri yerleştirildi ve yerleştiriliyor.

 
Artık Kürdistan’daki devletin işgalci kurumları onlara emanet.
Kürdistan’da devlet terörünü her gün katmerleştiren polis teşkilatı, ağırlıkta Fetullahçı Cemaatten oluşuyor. JİTEM’inden MİT’ine kadar Türk istihbaratı Fetullahçılık adı altında örgütleniyor. Her Cihan Haber ajansı muhabiri JİTEM ile MİT’in doğal bir elemanı. Okullardaki her Fetullahçı öğretmen Türk Özel Kuvvetlerine bağlı bir istihbaratçı. Kendini “deist” yani inançsız diye tarif eden Türk yazarları bile Fetullahçılar ile AKP’nin Kürdistan’da hakim olmasını açıkça savunuyorlar. Bunlardan biri olan Halit Kakınç 12 Kasım 2008 tarihinde Akşam gazetesinde yazdığı “Terörü Gülen ve AKP Çözer” adlı makalede, “Ben istiyorum. Açıkça ifadeden de çekinmiyorum: AKP ile Fetullah Gülen Cemaatinin hassas bölgelerdeki politikasını destekliyorum. Dansözlük yapmadan konuyu irdeleyelim. Dindar sayılmam. Deist’im.Fetullah Gülen’le de hiç karşılmamadım. Bence PKK’yi Gülen ve AKP çözer” diyordu. Ve Kürdistan’da herkesin hangi görüşte olursa olsun AKP’yi desteklemesini, devletinde ordunun işgali altında Kürdistan’ı Fetullahçı Cemaate teslim etmesini hararetle savunuyordu. Bir cemaatin Kürdistan’da örgütlenmesinin açık bir şekilde savunulmasının nedenleri nelerdir?

 
Söz konusu Fettulahçı cemaate Kürdistan’da verilen misyon nedir? Lanse edilmeye çalışıldığı gibi bu cemaatin Gerçek İslam’la bir ilişkisi varmıdır?  Cemaatin lideri nasıl karanlık bir kişiliktir? O’nun Said-i Kurdi’nin öğretisiyle gerçek manada bir alakası var mıdır?  Kürt Özgürlük Hareketi ile Kürt halkına karşı yürütülen Özel ve Psikolojik Savaşta Fetullahçı medyanın bir Özel ve Psikolojik Savaş Karargahı olarak görev yapması ne anlama geliyor?  Herkese Ergenekon yaftasını yapıştıran Fetullah Cemaati mi Kontrgerilla ya da Ergenekonculuğun hassıdır yoksa yaftaladıkları mı görececeğiz. Tüm bu soruların ve daha nice soruların cevabını bu haber dosyasında göreceksiniz.Bizleri takip edin cemaatla ilgile her türlü konuda net bilgilere sahip olacaksınız.

Fetullah: Nurcu Değilim

 
Kitlelere giderken Said-i Kurdi’nin öğretisini kullanarak Nurcuyuz diyen ve hatta hücre evlerini de “Nur Evleri” anlamının eşanlamlısı olan “Işık Evleri” diye adlandıran Fetullah Gülen 1971 yılında açıkça “Nurcu” değilim diyordu.  12 Mart 1971 darbesinde Nurcu diye tabir edilen 53 kişi tutuklandı. Bekir Berk ve diğerleri mahkemede Nurcu olduklarını beyan ettiler,1 yıl ceza aldılar. Fetullah ise Nurcu olmadığını söyleyerek beraat etti. Tüm Nurcu gruplar bir bir tasfiye edilirken, kendisine Nurcu demeyen ama halka Nurcudur diye propangadası yapılan Fetullah Gülen’e tüm yollar ve kapılar ardına kadar açılıyordu. Devletin tekelindeki  tüm imkanlar devreye sokularak örgütlendiriliyordu. Devletin karşısında gibi gösterilipte devleti bire bire temsil eden Fetullah nereden geliyordu?  Aslından hiç bir şekilde Nurcu olmayan bu Nurcu yoksa Said-i Kurdi’nin dediği gibi “Nur postuna girmiş bir düşman” olmasın.

Bir Özel Harp Dairesi Elemanı ve Yeni Feqi Elemanı

 
Erzurum’un Pasinler ilçesinde doğan Fetullah, daha 16 yaşındaki bir feqi iken, Erzurum’da üsteğmen Esat Kesafoğlu tarafından eğitilerek Nur Cemaatine sızdırılınca yıl 1957 yılıydı. 1957 yılından itibaren Nurculuk farklı bir kulvara açılıyordu. Sonradan kendini Said-i Kurdi’nin mirasçısı olarak ilan eden ve tüm ilhamını O’ndan aldığını iddia eden Gülen, Nurculuğu büyük bir Türk Irkçığına dönüştürmeye başladı. Said-i Kurdi hayatta iken, “Kürt olduğu için onunla görüşmek istemedim. Ben bir Kürdün huzurunda diz çöküp elini öpmeyi gururuma yedirmediğim için yanına gitmedim”. 


açıklamasında bulunarak nasıl azgın bir  Yeşil Türk Irkçısı karakterine sahip olduğunu itiraf ediyordu. 1960 yılında Said-i Kurdi’nin Riha’daki mezarını talan eden ve naaşını özel bir uçakla götürüp bilinmeyen bir yere atan Özel Harp Dairesi’nden General Cemal Tural’dır. 1962 yılında İskenderun’da Cemal Tural’ın yanında Özel Harp Dairesinin uzmanlaşmış bir istihbarat elemanı olarak yetiştirilende Fetullah Gülen’dir. Bu öyle tesadüfü bir duruma benzemiyor. Said-i Kurdi’yi mezarsız bırakan Özel Harpçi Tural. Tural’ın yanında da yetişen Gülen.  Ve Tural’ı “iyi bir Türk Milliyetçisidir” diye öven aynı Gülen, Said-i Kurdi’nin mirasçısımıdır yoksa O’nun mezarını ortadan kaldıran Cemal Tural’ın mirasçısıdır? Bu sorunun cevabını birazcık bile aklı ve vicdanı olan bir kimse hiç düşünmeden hemen verebilir.

Fetullah’tan Skandal Risale Çarpıtmaları

 
Said-i Kurdi’nin öğretisini Yeşil Türk Irkçılığının silahına dönüştürerek güç ve otorite kazanan Gülen’in ilk yaptığı icraat, Said-i Kurdi’nin Risale-i Nur metinlerini çarpıtma ve değişiklik yapma icraatıdır. Said-i Kurdi’nin hem kendini Kürt, Kürdistanlı olarak tanımladığı parçalar hem de Kürtelere ilişkin aynı sosyal ve politik ifadeler Gülen tarafından Risale-i Nur metinlerinden çıkarılmış ve yerine vatandaş ya da azeri vb. kavramları ikame edilmiştir.

 
Divan-ı Harbi Örfi’deki Türkleştirmelere bir örnek şöyledir. Kitabın aslındaki ifade: “Ey Asuriler ve Keyaniler’in cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan Arslan Kürtler beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşet ve gaflet sizi garet edecektir” şeklindedir.

 
Fetullah Gülen’in tahrif ettiği hali ise: “Ey eski cihangir Asya Ordularının ahfadı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beşyüz senedir yattağınız yeter. Artık uyanınız sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette yatmakla, gaflet sizi yağma edecektir” şeklindedir. Gülen’in yaptığı tahrifata göre Osmanlı devleti 500 yıl boyunca üç kıtayı işgal etmemiş sanki. Said-i Kurdi 500 yıl boyunca Kürt ve Kürdistan’ın Osmanlı İmparatorluğunun işgali altında kalmasını anlatırken, Gülen ise her şeyi ters yüz etmiş.

 
Fetullah’ın yaptığı tahrifatlar sadece Risale-i Nur’la sınırlı değil. Hızını alamayarak Kürt inkarını, Ali Şeriati çevirilerine de yansıttı.
Gülen’in Kürt inkarı “Prizma 2” adlı yapıtından aleni bir şekilde kendini ele veriyor. Burada Gülen, “Bir kısım sosyologlara göre Yunan Medeniyetinin arkasında da yine Mezopotamya banileri sayılan Türkler ve Kürtler vardır. Bu açıdan bu mevzuda kesin bir kısım deliller ortaya koymamız çok zor olmasına rağmen, Türk Milleti buralardaki temel unsurlardan biri sayılabilinir” diyor. Burada sosyolog derken kastettiği Ali Şeriati’dir.

 
Oysa Şeraiti, 'Medeniyet ve Modernizm adlı orijinal eserinde şu ifadeleri kullanıyor: 'Yunan medeniyetini de hicret eden KÜRTLER'in kurduğu bir medeniyettir. Kürtlerin Yunana gitmeleri ile başlamıştır. Hepsinden önemlisi ve açıkcası 'Çağdaş Amerikan Medeniyetidir. Çok ilginçtir hiçbir zaman Dicle ve Fırat arasındaki yörede beynen nehreyn Batı söz etmiyor. Çünkü bundan söz ederse geliştirdiği bütün nazariye bir anda boşa çıkacaktır. Oysa bütüncü bir gelişme seyri vardır. Daha önce dediğimiz gibi, 'Yunan medeniyetinin kaynağı KÜRTLERE dayanır. Kürtler iki nehir arasında yaşamaktadır. Mezopotamya, dünyanın kültür, medeniyet ve felsefenin merkezidir. Riyazi bilimlerin ilk gelişme gösterdiği yer bu iki nehir arası bölgedir' diyor.

 
Gülen Said-i Kurdi’nin Risale-i Nur ve Ali Şeriati gibi aydınların kitaplarından Kürt ve Kürdistan’a ilişkin ne varsa,  ilkin onları Türkleştirirerek çarpıtmayı zihniyetten başlatıyor. İslamı bir araç, Yeşil Türk Irkçılığını amaç haline getiriyor. İslamiyeti Türk ırkçılığının hizmetine sokuyor. Kürt Özgürlük Hareketinin direnişi sonucunda yenilen katı ulusçu Türk ırkçılığının-Kemalizm, kara Türk ırkçılığı- yerine ırkçılığın inceltilmiş bir tarzı olan Yeşil Türk Irkçılığı-Türk İslam Sentezi- bir versiyonu olan Fetullahçılık üretildi. Şimdiki dönemde iflas eden Kemalizm yerine Yeşil Türk Irkçılığı devreye sokularak daha incelmiş bir tarzda Kürtleri Türkleştirirek soykırımdan geçirme görevi Türk Devleti tarafından Fetullahçı cemaate verildi.

Zihniyet Soykırımın Merkezi Gülen Okulları

 
Fethullah Gülen cemaati bir taraftan Said-i Kurdi öğretisini Türkleştirirken, diğer taraftan da Kürdistan’da kurduğu okullarda, dershanelerde, okuma salonlarında ve Işık Evleri adlı hücrelerde Kürt çocuklarını soykırımdan geçirerek Türkleştirme misyonunu üstlenmiş durumda. Cemaatin okullarında Osmanlı Devletinin devşirme sistemi ile Türk misyonerliğinin yeni döneme uyarlanmış şekliyle eğitim veriliyor. Kürtlerin demokratik ulus temelinde gerçekleştirdiği direnişi kırmak için Kürt halkının geleceği olan çocukları açtığı okullar, dershaneler, okuma salonları ve kuran kursları vasıtasıyla sahte İslamcı cilayla Türkleştirmeye çalışıyor. Kürdistan’da Pan-Türkizm hedefleri doğrultusunda eğitime el atan Fetullahçılar’ın Güney Kürdistan’da açtığı okulların temeli Ergenekoncu Veli Küçük aracalığıyla atılmıştır. Veli Küçük Kürdistan’da “her yere bir Türk karakolu kuralım” yaklaşımıyla hareket ederken, Yeniden Milli Mücadele Örgütünden arkadaşı olan Gülen’de “karakolla birlikte, her yere bir Türk okulu açalım” yaklaşımıyla hareket etti. Bu ittifak sonucunda 1994 yılında Güney Kürdistan’ın Hewler kendinde ilk Fetullahçı okul açıldı. Cemaat 1994 yılından itibaren ırkçı, sömürgeci ve yayılmacı amaç doğrultusunda Güney Kürdistan’da okul sayısını artırıyor. Hewler’de Fezalar Eğitim Kurumu, Işık Dil Merkezi, Işık İlköğretim Okulu, Nilüfer Kız Koleji, Işık Erkek Koleji ve Işık Üniversitesi olmak üzere toplam 6-altı- okulu, Süleymaniye’de Süleymaniye Kız Koleji, Selahattin Eyyubi Erkek Koleji, Selahattin Eyyubi Dil Merkezi olmak üzere toplam 3-üç-, Kerkük’te ise 1 okul ve 1 dil merkezi bulunuyor. Bu okullarda okutulan Kürt çocuklarına ırkçı Türk marşları öğretiliyor ve bu çocuklar Türkçe Olimpiyatları adı altında İstanbul gibi şehirlere götürülüyor, onlara Türkçe şölenler düzenleniyor. Bu amaçla 2009 yılının Mayıs ayı sonunda Türkiye’ye götürülen, Güney Kürdistan’lı Sazgar Darabeg, Bilal Sabri, Muhammed Şakir ve Erdal Hüsen isim öğrencilere Fetullah Gülen’in şiirleri, Türkçe stranlar ve ırkçı marşlar okutularak alkışlandılar.
Cemaat tarafından genelde nerede okul açılıyorsa orada en fazla tanınan ve en fazla değer verilen ne ise ona göre bir isim verilerek hem asıl hedef gizleniyor hem de okul ilgi çekici hale getiriliyor. İsimlendirme konusunda Kuzey ve Güney’de aynı taktik uygulanıyor. Serhat Özel Serhat Liseleri adıyla liseler kuruluyor. Dersim’de Munzur adına okul yapılıyor. Amed ise Sur dershaneleri açılıyor. Ayrıca Kuzey Kürdistan’ın her tarafından EHİ-DER adlı okuma salonları bir ağ gibi kuruldu.

En Zeki Kürt Çocukları Türkleştiriliyor.

 
Cemaat açtığı özel okullarda MİT’in verdiği bilgiler doğrultusunda en zeki Kürt çocuklarını toplayıp eğitme maskesiyle Türklüğe devşiriyor. Bu yöntemle Kürtleri beyin gücünden yoksun bırakıyor. Beyinsel soykırım yapıyor. Ve Türklüğe devşirdiği bu çocuklar ve gençler vasıtasıyla Kürtleri kültürel soykırıma uğratmada avcı kekliği tarzında kullanıyor. Bu konuda özellikle en fazla yurtsever ailelerin çocuklarına el atıyor. Devlet GAP Projesi çerçevesinde ayırdığı bütçenin büyük kısmını bu cemaate aktarıyor. Yani GAP paraları ağırlıkta Fetullah Cemaatine gidiyor. Cemaatte devlettin kendisine aktardığı bu parayla Kürdistan’da okullar, okuma salonları, yurtlar, dershaneler ile kuran kursları açıyor. GAP projesi çerçevesinde kurulan SODES-Sosyal Destek Programı-kurumu tarafından Fetullahçı cemaate bağlı Amed’teki EHİDER’e-Eğitim ve Halkla İlişkiler Derneği- son iki yılda aktırılan para 350 bin TL’dir. GAP projesine ayrılan 14 milyar doların büyük bir kısmı bu mantıkla kullanılıyor. Batı illerinde farklı yöntemlerle devlet eliyle cemaate para veriliyor ve kurulan benzer okullar ve kurumlarla batıdaki Kürt çocuklarıda benzer şekilde tuzağa çekiliyor.

Kürt Çocuklarına İnkar Köprüleriyle Tuzak
Abdurrahman Kurt Başrolde

 
Fetullahçı cemaatin bir taktiğide “Kardeşlik Köprüsü” adı altında Kürt çocuklarını batıya götürerek Türk kültürünü aşılayarak onları öz değerlerinden uzaklaştırmayı amaçlıyor. Sözkonusu Cemaat bu amaçla 2006 yılında Gönül Köprüsü Derneği’ni kurdu. Başkanlığına da AKP milletvekili Abdurrahman Kurt’u getirdi. Bu dernek vasıtasıyla Kürt çocukları toplu halde İstanbul, Ankara, İzmir, Çanakkale vb illere götürülerek cemaate yakınlaştırılarak, öz değerlerinden ve Kürt kimliğinden kopartılmaya, kendini inkar etmeye yönlendiriliyor. Bu soykırım ve inkar projesiyle özellikle ilköğretim 7-8. ve ortaöğretim 1-2. sınıfındaki öğrenciler hedef alınıyor.Yine adı geçen dernek aracılığıyla “Cumhuriye Gezileri” adı verilen turlarla da Kürdistan kentlerinden çocuklar Anadolu ile Trakya illerine götürülüyor.

Fetullah: İslam Dünyası Yoktur. Türklük Ve İslam Eş Değerdir.

 
Bütün bunlar Fetullah Gülen’in deyişiyle“Güney doğu halkını kazanmalıyız” anlayışıyla yerine getiriliyor. Güya ona göre “ Türklerden önce Müslüman olan Kürtler Müslüman olmamışlarda. Kürtler, İslam dinini Fetullah gibi Türklere öğretmemişte. Kürtlere İslamı O öğretecek. Böylece Kürdistani ve Kürdili olmaktan uzaklaştırıp kolayca Türklüğe entegre edecek”.Çünkü Fetullah’ın aynen bire bir ifade ettiğine göre, “İslam dünyası yoktur. Türklük ve İslam eş değerdir. Türklüğün düşüşü İslam’ın düşüşüdür”. Yahudilere göre nasıl tanrının seçilmiş kavmi İbrani Irkı ise, Fetullah göre de İslamın seçilmiş kavmi de Türk ırkı oluyor. Buna Türk Siyonizmi yada ultra ırkçılığı deniliyor.

 
Türk Özel Harp Dairesi’nin ya da Özel Kuvvetleri’nin Türk-İslam Sentezini göre kurduğu Yeşil Türk Irkçı Cemaati olan Fetullahçı Cemaate, Kürdistan’da Kürtleri soykırımdan geçirmede başat rolü verilmiş vaziyette. 1938 Dersim katliamından sonra nasıl ki, Sıdıka Avar Atatürk tarafından Kürt çocuklarına hoşgörü, şefkat, sevgi dağıtmak ve modernleştirmek, ıslah etme kılıfıyla Türkleştirme ile görevlendirdiyse, bu günde aynı görevi daha inceltilmiş bir tarzda Gülen Cemaati yürütüyor. Gülen’in Kürdistan’da eğitime ağırlık vermesinin sırrı söylediği şu sözünde gizlidir. “Bu vatandaşlar kendilerini Türk gibi hissediyorsa o zaman bizleri ayırabilecek hiçbir şey olamaz” diyor. Kürtleri ve çocuklarını açtığı okullar vasıtasıyla kökünden uzaklaştırarak Türkleşmesini ve kendilerini Türk hissetmesini meşru görecek kadar Türk ırkçısı olabiliyor. Söylediği bu söz ve yaptıklarıyla soykırım suçunu işlediği halde bundan Türklük adına mutluluk duyuyor. Gülen’in bizzat talimatıyla Cemaat okullarında Kürçe konuşmak bile yasaklanmıştır. 1930’larda T.C. “Vatandaş Türkçe Konuş” sloganıyla Türkçe’yi yasakladı. Mevcut durumda devletin bu görevini Gülen üstleniyor. Kendi okullardan “Vatandaş, Öğrenci Türkçe Konuş” sloganıyla Kürtleri, Türkleştiriyor. Kısa bir süre önce söz konusu cemaatin Kırgızistan’daki okullarından ayrılan Ali D. Adlı Kürt öğrenci bu konuya ilişkin şunları belirtti. “Türkiye’den gelen öğrenciler arasında özellikle Kürtleri kendi tarafına çekmek için büyük çaba sarfediyorlar. Bir evde en fazla iki Kürt kalabiliyorduk. Daha çok tek kişi kalıyorduk, kendi aramızda Kürtçe konuşmamıza bile engel olunuyordu. Zaten Kürtçe konuştuğumuz için sürekli uyarılar aldık”. Bundan dolayıdır ki Eski MİT’çi Mahir Kaynak “Devlet Güneydoğu ayağını Fethullah Gülen cemaatine havale etmiştir.” diyor.

Türk Genelkurmayı İle AKP’nin Kürdistan’daki Soykırım Cemaati

 
Türk Genelkurmay’ın iki yıl önce “Kürdistan’ı ve Kürtleri Biçimlendirme Planı” ortaya çıkmıştı. Bu plana göre Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi Başkanlığınca, Milli Güvenlik dersi adı altında özel seçilmiş askeri ve sivil elemanlarca Lise ve dengi okullarda Türk Ordusu ile Türklüğe güveni aşalıyacak şekilde hazırlanan CD ve DVD’lerle Türk Milliyetçiliğini yüceltici temaları işleyen seslendirme ve görüntüsüyle öğrencileri etkileyen ders filmleri hazırlanarak seyrettirilmesi planlanmıştı. Ayrıcı Türk ordusuna bağlı üst rütbeli subayların sorumluluğunda aynı doğrultuda “Aydınlatma Timleri’nin” kurularak özel ve psikoloji savaş temelinde propaganda-ajitasyon faaliyetinde bulunacağı belirtiliyordu.
Daha sonra aynı amaçla AKP’nin de Türk Genelkurmayının soykırımcı politikasından zerre kadar ayrılmayan, Kürtleri tasfiye ve soykırımını amaçlayan gizli bir planı ortaya çıkmıştı. Planda Kürt medyasının susturulması, Kürt çocuklarının soykırımdan geçirilerek Türkleştirilmesi ve nüfus artışının önlenmesine kadar farklı soyrımı yöntemleri öngürülüyordu. Kürdistan’daki ÜniversitelerdeTürk milli birliğini güçlendirecek şekilde eğitim müfredatının hazırlanarak verilmesi gerektiği vurgulanıyordu.

 
Kürt çocuklarının erken yaşta Türkçe öğrenmeleri için çok erken yaşta okullara alınması, anaokullarının yaygınlaştırılması, YİBO’ların sayısının artırılması, Kürt Özgürlük Hareketinin psikolojik üstünlüğünün yokedilmesi, Türkçe okuma-yazma kurslarının yaygınlaştırılması şeklinde bir eğitim-öğretim seferberliğinin uygulanacağı açık bir şekilde savunuluyordu.

Söz konusu planda, “Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması konusunun “Bağımsız Kürdistan ve Kürt Ulusu Yaratma” gayretlerinin bir parçası olduğunu, Türkiye’de Türkçeden başka resmi dil ve eğitim dilinin kabul edilemeyeceği uluslarası her platformda ifade edilecektir. Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenimi yapılırken, bunlardan herhangi birinin eğitim-öğretim dili olmasına izin verilmeyecektir” deniliyor. Ve bununla birlikte Gülen Cemaatiyle birlikte Kürt çocuklarının bütünleşme ve kaynaştırılması adı altında Türkleştirmesi hedeflenirken şöyle deniliyordu.

“ Başarılı çocuklara Batı illerindeki kamu ve özel yatılı okullarda kontenjan ayrılacak.     Bölgelerarası yarışmalar/şenlikler düzenlenecek.
—Tatil dönemlerinde Batı illerine ortak geziler düzenlenecek, ortak tarih bilincini geliştirmek amacıyla Çanakkale ve İstiklal Savaşı’nın yaşandığı bölgeler tercih edilecek.
—Kardeş okul kampanyaları düzenlenecek.
— Bakanlık, kurum ve kuruluşların kamplarında kontenjanlar ayrılacak”.

 
AKP’li Abdurraman Kurt’un başkanlığında kurulan ve Fetullahçı Cemaat’a ait olan“Gönül Köprüsü Derneği” nin bu amaçla her yıl binlerce Kürdistan’lı öğrenciyi batıya götürdüğü biliniyor.
Bakın,1992–1994 yıllarında Bedlis’te yaptığı katliamlar ile bunların sonucunda oluşturduğu toplu mezarlarla tanınan ve Gazeteci Ferhat Tepe’yi öldürme emrini vererek katleden General Korkmaz Tağma, 2008 yılında cemaatin düzenlediği Türkçe Olimpiyatlarında, Fetullahçı Cemaatin eğitim politikası için ne diyor. “Gülen Cemaati, Atatürkçülerin 80 yılda yapamadığını 20 yılda gerçekleştirdi. Açtığı okullalar vasıtasıyla “Misakı Milli” sınırları içinde Türkçeyi veTürklüğü hakim kıldı”.

 
Şimdi Fetullahçı Cemaatin en aktif bir üyesi olan Tağma, Misakı Milli sınırlarından bahsederken Güney Kürdistan’ı da içine katarak Kürt çocuklarının Fetullahçı Cemaat tarafından soykırımdan geçirilerek Türkleştirilmesini övüyordu.

İhanetçi ve Ajan Devşirme Okulları

 
5 kıta ve 120 civarında ülkede okulları bulunan Fetullahçı Cemaat’in küresel sermaye ile CIA’nin hizmetinde olduğu biliniyor. CIA elemanlarının öğretim görevlisi kılığında Fetullahçı okullarda eğitim verdiği aşikârdır. Bu çerçevede Özbekistan’daki okullarda görev yapan CIA ajanları ile öğrencilerin 1999 yılında Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov’a karşı planlanan darbede yer almışlardı. Her ülkenin özgünlüğüne göre strateji belirleyen cemaatin Kürdistan’da kurduğu okullara ilişkin ne hedeflediğini Gülen kendi sesinden şöyle açıklıyor. “Şimdi bunların içinde mollalar, hocalar, şeyhler, dindarlar var.Açtığımız okullarda, orada ve kurslarda bunlarla diyalog kurabiliyoruz.Bu, sertlikleri, dalgayı kırma imkanı oluyor.... Esas derdin dermanı olan reçeteyle işin üzerine gitmiyorlar, yanlışlıklar içindeler.Haber toplamak açısından da yanlışlıklar içindeler”.
Türk devleti, 12 Eylül döneminde Amed cezavevinde 31. Koğuş’unda Türk-İslam sentezi düşüncesini savunan ırkçı Yılmaz Yalçıner’i görevlendirerek Kürt çocuklarını kendi öz değerlerine düşmanlaştırıp ajanlaştırarak Hizbul-Kontra tetikçisi yaparken, şimdi de bu görevi Fetullahçı Cemaate veriyor. Bundan dolayıdır ki, Fetullah Gülen özgürlük, eşitlik ve kendi kimliği ile halk olarak varolma mücaddesini veren Kürt halkını açtığı okullar üzerinden bazı ihanetçi şeyhler, esnaf ile kişiliklerle ilişkiler geliştirerek, direnişi kırarak soykırımdan geçirmeyi dalgakıran olarak değerlediriyor Fetullah Gülen. Bunun dışında okullardaki öğrenciler ve öğretim elamanları vasıtasıyla istihbarat toplamayı hedeflediğini açıkça belirtiyor Gülen. Bu söylemiyle MİT’in ve Özel Harp Dairesinin özel bir kolu kapsamında istihbarat toplama, ajanlaştırma ve Kürtleri kültürel soykırımdan geçirerek Türkleştirmek hedefiyle okullar açtığını itiraf ediyor.

Cemaatçi Yök Başkanı: Kürtçe Dili Yok.

 
Türk eğitim ve öğretim sisteminin en üst kurumu YÖK’tür. YÖK’ün başında Fetullahçı Cemaate mensup Yusuf Ziya Özcan var. Özcan, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde-İTÜ- düzenlenen “Yükseköğretimde Kalite” konferansının açılış konuşması ardında basının sorduğu sorularlardan birine cevap verirken şunları söyledi. “Kürt diline bakarsanız, tespitlere göre yüzde 60-70 Farsçadan ödünç aldığını, yine yüzde 20-25 arasında Arapçadan ödünç aldığını ifade ediyorlar. Türkçeden de kelimeler olduğunu biliyoruz”. YÖK Başkanı aslında bu verdiği yüzdeler ve  söylemiyle “Kürtçe diye bir dil yok” dedi. Bilim cahili ve düşmanı Özcan’ın, iddasının tam tersi sözkonusudur. Kürtçe Aryen dil grubunun kök hücresidir. Neredeyse tüm dillerin anasıdır. Kürtçe dilinin  oluşumu hem Farsça hem de Arapça dillerinden çok önceki tarihlere dayanır.Türkçe ise Kürçe bir yana Farsça ve Arapça dillerinden bile binlerce yıl sonra oluşmuştur. Özcan’ın öne sürdüğü argümanın dilbilimiyle hiç bir alakası yok. Türk ırkçığına hizmet ediyor. Kürt dili yok demekle, Kürt halkı yok zihniyetini savunuyor.

 
Amed’te de Fetullahçı zihniyete sahip Rektör Ayşegül Jale Saraç’ın, Dicle Üniversitesi’de Fetullahçı örgütlemeyi ayyuka çıkarması, yurtsever öğretim üyelerini işten çıkarması, en sonda Alternatif Bahar Etkinliklerini düzenlemek isteyen öğrencileri polis çağırtarak işkenceden geçirtmesi ve tutuklatması cemaatin gayesini gösteriyor.
Üniversite’lerde son günlerde Kürt öğrencilere karşı gerçekleştirilen Şerzad Kurt’un ölümü ve onlarca Kürt öğrencinin ağır yaralanmasına neden olan silahlı ve diğer saldıraların arkasında aynı cemaat var.

CIA’nın Emrindeki Fetullahçı Medya

 
ABD’nin Ortadoğu’daki ihanet hançeri Fetullahçı Cemaat, ABD’nin BOP çerçevesinde oluşturduğu “Ilımlı İslam” öğretisi doğrultusunda hareket ediyor. 30 milyar dolar üzerindeki sermaye, onlarca şirket, finans kurumları, bankalar ve medya organlarıyla ABD’nin küresel hakimiyeti için çalışan cemaat ve  lideri Fetullah Gülen, CIA Eski Ortadoğu Sorumlusu Graham Fuller, CIA’nın Balkan politikaları uzmanı George Fidas, ABD’nin Eski Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz, ABD’nin Eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris, ABD Evangelikal Lutheran Kilisesi Arkasan-Oklahama Bölge Sorumlusu v.b. görevlerde bulunanlar tarafından desteklenip, korunuyor. 

Başta12 Eylül darbesinin cuntacıları olmak üzere, tüm iktidarlarca desteklendi. Cemaatin kendisi de askeri cuntayı desteklerken, Özal, Mesut Yılmaz, Demirel, Çiller, Ecevit ve Erdoğan iktidarları döneminde iktidara gelen partilere oy verdi. Her iktidarın Kürtleri imha ve inkar etme politikasını açıkça destekledi ve sözkonusu politikanın bire bir uygulayıcısı oldu. Türk devletinin Kürdistan sürdürdüğü askeri işgal, siyasal soykırım, ekonomik sömürgecilik ile kültürel soykırımın kalıcılaştırılması için, cemaat basını da her hükümetin Kürdistan’da yürüttüğü Özel Kirli Savaşta devlet terörünü meşrulaştırmaya çalıştı. Cemaatin bu kapsamda kullandığı medya organlarının başında Samanyolu TV, Mehtap TV,  Küre TV, Kanal-24, Radyo Herkül, Zaman Gazetesi, Star Gazetesi, Taraf Gazetesi, Aksiyon Dergisi, Sızıntı Dergisi gelmektedir. Kürdistan kentlerinde ise, Amed’te Nur FM, Sêrt’te haftalık yayın yapan Gökkuşağı Gazetesi ve Selam TV, Wan’da haftalık yayın yapan Güncel Gazetesi ile Merkür TV ve Esra FM, Batman’da İrfan Çocuk Dergisi, Agirî’de Ağrı Ekspres Gazetesi, Muş’ta ise Filiz FM yayın yapmaktadır.

Fetullahçı Medya’nın Kürt Düşmanlığı

 
Türk devleti her zaman Kürtleri zihinsel ve kültürel soykırımdan geçirmek için“dozunu kendi ayarladığı” Türk-İslamcı Yeşil Türk Irkçıları ve medyaya ihtiyaç duyarken, bazen irtica hortluyor söylemini kullanmakla asıl amacı gizliyor. Önce Kürtleri kırımdan geçirmek için İslamcılık maskesiyle Fettulahçı dernekler ve medya sahneye sürüyör,  devletin tüm olanaklarını seferber ederek destekliyor. Sonra Fettullahçı tehdit olduğu propogandısını yayıyor. Böyle olmazsa bu kadar Fetullahçı Medya yaygınlaşabilir miydi?
Bunun en tipik örneği 1990 yıllardır. 90 yıllarda onlarca Kürt gazetecisi katledilirken, Kürt gazeteleri bombalanırken, Fetullahçı Medya, Türk ordusuna tetikçilik yapıyordu.

 
Türk Ordusu elinde bir çakı bile olmayan Kürtleri toplu halde katlederken, sözkonusu medya TV’lerinde, gazetelerinde “Mehmetçik 10 teröristi, inlerinde öldürdü” sürmanşeti atılıyordu.90’yıllarda Kürt halkının yükselen özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücaddelesini bastırmak için devlet tümden bir kontgerilla şeklinde örgütlendi. Devletin kendisi kontgerilla devletine dönüştürüldü. Kürt halkının Hizbul-Kontra diye adlandırdığı Hizbullah örgütü de Kürt halkına karşı devlet tarafından örgütlendirilip, korundu, kollandı ve devletin vurucu gücü ile tetikçisi olarak kullanıldı. Devlet tarafından silahlandırılan ,Çevik Kuvvet ve JİTEM merkezlerinde, ordu karargahlarında kontrgerilla tarafından eğitilen Hizbul-Kontra elemanları özellikle 1991-92-93 yıllarında tam bir cinayet makinası gibi çalıştı.O yılllarda Kürdistan şehirlerinde yurtsever-devrimci-demokrat insanlara, hatta devlete mesafeli yaklaşanlara karşı düzenlenen satırlı, silahlı saldırılar, kaçırmalar, kaybetmeler Hizbul-Kontra eseriydi. 2000’den fazla insanı katleden Hizbul-Kontra, kontgerillanın Kürdistan’daki katliamlarının altına attığı imzaydı. Kürdistan kan deryasına döndüren, Türk Özel Kuvvetlerinin bir kolu olan Hizbul-Kontra’nın, Kürdistan’da yaptığı katliamları Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV, “Müslümanların meşru müdafası” diye kamuoyuna yansıtıyordu. General Doğan Güreş, Teoman Koman ve Veli Küçük hangi başlığın atılması gerektiğini söylüyorsa Fetullahçı Medya aynı başlığı atıyordu. Sadece bu değil. Bizzat Fetullah Gülen’in kendisi “her köşe başında Hizbullahi kahramanlar karşınıza çıkabilir” diyerek yurtsever Kürt halkına her türlü soykırımı reva görüyordu. “Kimliğinize sahip çıkmayın, kendinize ihanet edin, Türkleşin, ya kültürel soykırımı ya da Hizbul-Kontra’nın fiziki soykırımını kabul edin” düşüncesini savunuyordu.

Hizbulahi Kahramanlar Oldu Hizbul-Vahşet

 
90’lı yıllarda devletin ve Hizbul-Kontra’nın katliamlarını çarpıtarak veren, çoğunlukla katledilen Kürtleri gerilla diye yansıttan,   bazende devlet ile Hizbul-Kontra’nın katliamlarını PKK yaptı diye veren Fetullahçı Medya şimdi de farklı bir dil kullanıyor.

 
2000 yılında, Hizbul-Kontra’nın korkunç cinayetleri ortaya çıkınca tutum değiştirdi. Zaman, Hizbul-Vahşet başlığını kullandı. Hizbul-Vahşet başlığını kullanmayla birlikte bu defa Ezidi Kürtlerini aşağılamak için “şu şu Hizbul-Vahşet elemanı Ermenistan’dan gelmiş” diyerek, Hizbul-Kontra’nın Ezidi Kürtleri ve Ermenilerle bağlantısını kurarak,  Türk Devleti’nin kontrgerilla devleti olmadığını ve Hizbul-Kontra ile bir bağınının olmadığını yayarak,  bu tarz propogandayla T.C’yi aklamaya çalışıyordu.

 
90’lı  yıllarda, Alternatif ve Özgür Kürd Medyası ölümleri ve işkenceyi, cayır cayır yanmayı, TNT, C-4 kalıplarıyala paramparaça olmayı da göze alarak, bedel ödeyek üzerine basa basa Türk Devletinin kontrgerilla devletine dönüştüğünü Kürdistan ve dünya  kamuoyuna aktarıyordu. Türk ordusunun, Türk Özel Kuvvetlerinin, Türk Polisinin ve JİTEM’in katliamlarını deşifre ediyordu. Alternatif ve Özgür Kürd Medyası dışında Ne duyan vardı.Ne yazan vardı. Ne bilmek istiyen vardı. Ne de gören bir Türk Medyası vardı.

 
Bir bütünen Türk Devletinin katliamlarına rağmen Kürt Özgürlük Hareketi ile Kürt halkının direnişi kırılamayınca iyice afişe olan bazı kontrgerilla elemanları Ergenekon operasyonu kapsamınca gözaltına alınınca ve bunlardan birkaçı tutuklanınca Fetullahçı basın yeni yeni “mal bulmuş Magrip misali” kontrgerilladan bahsetmeye başladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürt Özgürlük Hareketi, üç yaşındaki Kürt çocuğundan yüzyaşındaki Kürt dedesine kadar bilcümle Kürt halkının, başına getirildiklerinden dolayı varlığını çok iyi bildiği ve Türk Devletiyle özdeşleştirdiği Türk Kontrgerillasını sanki yeni görüyordu Fetullahçı Medya.

 
Üstelik ABD’yi yeni keşfetmiş gibi Kürtleri aldatma kahramanlığına soyunuyor. Devletin 200 yıldır Kürdistan’da yaptığı soykırımı gizlemek için herkese Ergenekon yaftasını yapıştırma hinliğine başvuran yine Fetullahçı Medya. Bir taraftan Ergenekon ayrı Türk Devleti ayrıdır yanılsamasını oluşturuyor, bir taraftan da Kürt Özgürlük Hareketi’ni Ergenekonla ilişkilendirme çabasına girecek kadar Özel ve Psikolojik Savaş Medyası olma misyonunuyla hareket edecek kadar ahlaksızca düşebiliyor söz konusu Medya.
Sadece bu mu?

Fetullahçı Medya'da Ne Basın Etiği Var Ne De Vicdan

 
Sayın seyiciler yalnızca Zaman Gazetesinin yaptığı bu iki haber bile bunların nasıl bir münafıklık ile ahlaksızlığın en dibinde seyrettiğini göstermekte yetiyor.
Birinci haber şöyledir.

 
Haber Manşeti: Sünnetsiz Kundakçı DTP Adına Kurban Derisi Toplamış.

 
Bu haber 17 Ocak 2008 tarihinde Zaman gazetesinde yayınlandı. Kurban derisi toplayan birini DTP ile ilişkilendirip, sünnetsiz diyerek Ermeni olduğunu ima ediyor. Türk Devleti 2000’li yıllara kadar özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesi yürüten Kürtler için Ermenidir diyordu. Bu söylemle hem Kürtleri aşağılıyor hem Ermenileri aşağılıyor, hem ırkçılık yapıyor hem de dinsel düşmanlık yayıyordu. Devlet 2000’li yıllardan sonra bu tür anti propogandayı bırakırken, Zaman gazetesi 2008 yılında ırkçı ve dinsel düşmanlık zihniyetini devam ettiriyor. Birde haberde, aynı habere konu ettiği kişiyi araç yakmakla suçluyor. Bununla da DTP hakkında yasal değil şiddet kullanan bir parti imajını bilinç altına yerleştiriyor.
İkinci haber ise şöyledir.

 
Haber Manşeti: Helen Bebek Mucizesi ve Depremde Çocuk Olmak
Haber 9 Mart 2010 tarihinde aynı kelimelerle Samanyolu TV ile Zaman Gazetisi’nde yayınlandı.

15 Günlük Kürt Bebeği Helîn’i Yunanlı Helen Yaptılar

 
Haberin kısa özetinde, “Elazığ’ın Karakoçan ilçesine bağlı Okçular köyündeki depremde, vefat eden annesi ve anneannesinin arasında sağ çıkarılan Helen Yüksel isimli 15 günlük bebeğe akrabaları bakıyor” bilgiler var.

 
Bu haberi Fetullahçı Medya’dan seyreden birileri bunlar ne insancıl haberler yapıyorlar düşüncesine kapılabilme ihtimali yüksektir. Fakat hakikat tam tersidir. İsmi Helen diye verilen kız bebeğin ismi Helen değildir. Bebeğin gerçek ismi Helîn’dîr.İsim Kürtçe’dir. Diğer tüm medya organları kız bebeğe ilişkin haberde bebeğin gerçek ismi olan Helîn ismini kullanırken, Fetullah Gülen’in gazetesi Zaman ve televizyonu Samanyolu TV,  Helen ismin kulandılar. Fetullahçı Medya Yeşil Türk Irkçısı zihniyetine sahip olduğu için Kürtlere düşmandır. Bu nedenle Helîn’î, Helen yapıyorlar. Dini açıdan münafıklık suçunu işliyorlar. Müslüman bir Kürt ailesinin bebeğine Hırıstiyan inancına sahip bir halkın dilinde kullanılan bir isimle kamuoyuna yansıtıyorlar.

 
Kürt Özgürlük Hareketini “Terörist Örgüt”, Önderini  “Terörist Örgütün Başı” şeklinde vererek Kürtleri terörize etmede Doğan Holding medyasını geçmiş durumdalar. Doğan Holding Medyası katı-ulusçu  bir çizgide Türk ırkçılığını körüklerken, Fetullahçı Medya ise diğer uçtan Türk-İslam Sentezci bir çizgide Yeşil Türk ırkçılığını körüklüyor.Daha tehlikeli bir şekilde bir yayın çizgisi izliyor.

STV’deki Tek Türkiye Dizisinin Talimatı Ergenekondan

 
İki yıl önce ortaya çıkan, Türk Genelkurmay’ın Bilgi Destek Planı ve Faaliyeti çerçevesinde 2007 sonbaharından uygulamaya koyduğu “Kürdistan ve Kürtleri Biçimlendirme Planı” adındaki eylem planı biliniyor. Bu plana göre yapılması gerekenlerden biri de medya ve sanatçıların Türk kontgerillasının hedefleri temelinde harekete geçirilmesi ve TSK çizgisinde davranmalarının sağlanması öngürülüyordu.
Planda medyaya ilişkin Genelkurmaya bağlı Bilgi Destek Dairesi Başkanlığının belirlediği çerçevede, nelerin yapılması gerektiği şu maddeler halinde sıralanıyordu.

—Basın mensupları ve medya kanalları düzenli temasla yönlendirilecek, uygun medya organları kullanılarak, uygun yöntemlerle etkin olarak kullanılacak ve yandaş kılınacaktır.
—Bazı sanatçı ve yazarların desteklenmesi ve ön plana çıkarılması,  Ordu ile aynı fikir ve eylemlerde bulunmayanların yıpratılması hedef alınacaktır.

— Uygun sanatçı ve yazarlara eser hazırlatılması, film, dizi ve belgesel çektirilmesi, şarkı besteletirilmesi ve maliyetleri karşılancaktır.

 
Genelkurmayın her konuda yürürlüğe koyduğu bu planı yeterli görmeyen AKP,  Kürtleri tümden soykırımdan geçirmek amaçlı daha tehlikeli olan gizli bir “Kürtleri Tasfiye ve Soykırımdan Geçirme Eylem Planı’nı” 2009 Newroz’undan önce yürürlüğe koymuştu. AKP’nin Soykırım Eylem Planı’nda şunlar vardı.
—Kürt medyasının bastırılması, yurtsever Kürt sanatçıları, yazarları, bilim adamları ve Kürt dostlarının kriminalize edilmesi, tutuklatılması, Kürt halkına karşı özel ve psikolojik savaş yürütmek için özel radyo ve televizyonların teşvik edilmesi bu tür medya organlarını Kürdistan’ın her tarafına yaymak şeklinde bir plan hazırlanıp uygulanmaya konuldu.

 
Genelkurmay ile AKP’nin soykırım planını birer yerine getiren tek medya Fetullahçı Medya oldu.
Özellikle tamda özel ve psikolojik savaşa hizmet edecek şekilde üç dizi çekildi. Üç dizi Samanyolu TV’de yayınlandı.Hala üç dizininde yayını sürüyor.
Söz konusu diziler “Ölümsüz Kahramanlar”, “Kollama” ve “Tek Türkiye” adlı dizilerdir.

 
“Ölümsüz Kahramanlar” dizisinde Türk Ordusu’nun Kürdistan’daki işgal savaşında yer alan askerlerin hikayeleri Türk ırkçılığını hizmet edecek bir tarzda işleniyor. Vatan, bayrak, ırkçılık gibi olgular yüceltilerek Kürdistan’da askerlik yapma, savaşma ve savaşta ölme kutsallaştırılıyor. Savaşta ölen askerler hiç ölmeyen şehitler şeklinde lanse ediliyor. Kürdistan, Türk vatanı olarak gösteriliyor. HPG gerillarıda cahil, vahşi, duygusuz, hiçbir amaca hizmet etmeyen kişilikler olduğu belirtiliyor. Kürt kültürüne karşı düşmanca bir dil kullanılıyor. Kürt ulusal giysilerinin giyilmesi gerilikmiş gibi veriliyor. Bu dizinin yönetmeni Kenan Özyurt adındaki biridir.
“Kollama” dizisinde ise Türk Özel Harp Dairesi’nin en küçük kollarından biri olan Ergenekon Örgütü ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortak amaçlar doğrultusunda hareket ettiği, KÖH’nin Ergenekon tarafından yönlendirildiği imajı veriliyor. Türk devletinin çok yüce, hukuka riayet eden, şeffaf, demokratik ve ak û pak bir devlet olduğu, kontrgerilla ile hiç bir bağınının olmadığı teması işleniyor. AKP’nin Türk devletini çok demokratik bir devlet haline getirdiği, Ergenekon ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin buna engel olmaya çalıştığı vurgulanıyor. Devletin bekası için hukuka göre hareket eden polis karekteri ön plana çıkarılıyor, yine bununla birlikte devletin bekaası için Kürtlerin işkenceden geçirilmesi, katledilmesi gerektiği düşünceside başka bir polis karekteriyle meşru kılınıyor. Polis teşkilatı, huzuru ve emniyeti sağlayan, toplumu kollayıp koruyan ulu bir teşkilat şeklinde yüceltiliyor.
Dizinin senaristleri Nakkaş, yönetmeni Barış Yöş’tür.

Tek Cemaatin “Tek Türkiye” Adlı Emsalsiz Tek Irkçı Dizisi

 
Üçüncü bir dizi olan “Tek Türkiye” dizisinde ise Tek Türkiye, Tek Türk Irkı, Tek Türk Dili, Tek Türk Kültürü, Tek Türk Bayrağı ve Tek Fetullah Gülen Cemaati dışındaki her şey düşman kategorisine alınıyor. Ve ortadan kaldırılmasının zorunlu olduğu fikri ön plan çıkarılıyor. Türk ırkçılığı meşrulaştırılıyor. Kürdistan’da görev yapan doktor, kaymakam ve öğretmenler efsaneleştirilerek kahramanlaştırılıyor, zorluklara direnen, fedakarca hizmete koşan, Kürtleri modernleştiren, aydınlatan görevliler ve idealist Türk misyonerleri olarak karekterize ediliyor. HPG gerillalarını ise geri, barbar, inançsız, domuz eti yiyen ve kutsal bilinen değerlere saldıran ve Kürt halkının özgürlük, direniş ve eşitlik mücaddelesine öncülük eden fedailer değil, Kürt halkını boyunduruk altında bulundurmayan çalışanlar olarak gösteriyor.

 
Tek Türkiye dizisinin yapımcısı Salih Asan, yönetmeni Gürsel Ateş ve Çelik Berksoy, seneristi Ali Kara, Ahmed Günbay Yıldız ve Samin Utkudur.

 
Bu dizi Konya’ya 15 kilometre mesafede bulunan bir köyü çekiliyor. Dizi Genelkurmay’ın talimatı doğrultusunda çekilirken, dizinin silahları da Türk Kontgerilla Örgütü olan Özel Hareket tarafından sağlanıyor. Yalnızca silah desteği verilmiyor, Konya’daki polis teşkilatında görev yapan polisler de dizide figüran olarak rol alıyorlar. Dizinin yapımcısı Salih Asan dizinin amacını açıklarken, “Biz dağa çıkmak üzere olan bir genci bu düşüncesinden vazgeçirebiliyorsak, dağa çıkmış bir insanımızı dağdan indirebiliyorsak dizi hedefine ulaşmış olacak. Bu amaca hizmet etmek için bütün ekibimle gayret ediyorum” dedi.

 
Türk Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ,  her açıklamasında PKK’ye ilişkin hedeflerini belirtirken, gerillaya katılımı kastederek, “dağa çıkışları en aza indirmek ve bitirmek, dağdan inişleri artırmak temel hedefimizdir” diyor.

 
İlker Başbuğ ile “Tek Türkiye” dizisinin yapımcısı Salih Asan’ın hedefler konusunda aynı açıklamada bulunmaları Samanyolu TV’nin kimlerin talimatıyla yayın yaptığı aşikar kılıyor.

 
Dizinin oyuncularında olupta, Şıvan rolünde oynayan Süleyman Karadağ, Haber Türk TV’ye konuk olduğunda dizi için destek verenlere teşekkür etti. Karadağ, Konya Belediyesi, Konya Valiliğine teşekkür ettikten sonra, “Özel Hareketçiler gerçek silahlarıyla bize destek oldukları için onlara teşekkür ediyoruz”dedi.

 
Dizinin yapımcısı Salih Asan ile oyuncusu Süleyman Karadağ’ın belirtikleri Türk Genelkurmayı ile AKP’nin Kürtleri soykırımdan geçirmek için medyaya verdiği görevler çerçevesinde Samanyolu TV’nin nasıl soykırımcı bir rol üstlendiğini açığa çıkıyor.
Şimdi soruyoruz Samanyolu TV bu yayınlarıyla Kontgerillanın bir yayın organı değilse, başka hangi medya organı Kontrgerillanın medya organıdır.

Faşist Bir Kont-Gerilla İmamı Fettulah Gülen

 
Özel ve psikolojik savaş karargahı Fetullahçı ve AKP’li basın bu günlerde herkesi, asker yanlısı, kont-gerilla ya da Ergenekoncu olmakla suçlarken, aslında  liderlerinin ve kendilerinin en hakikiki asker zihniyetliYeşil Kont-gerilla’nın esas karargahı olduklarını gizlemeye çalışıyorlar.Kürtçe’nin Dımılki Lehçesi’de bir söz vardır. “Keçelo nameyê mi nameyê to, kelawa mi sereyê to- Keltoş benim ismim senin ismin, benim külahım da senin kafan da-“ sözün anlamında kirlilikleri ve ayıplarını başkalarına yıkarak kendilerini temize çıkarmaya çalışıyorlar.Liderleri Gülen, ne ise Fetullahçı ve AKP’li basında odur.

Gülen 16 Yaşında Gladio Üyesi

 
Gülen, 1957 yılında Erzurum’da daha 16 yaşında iken Türk Gladiosu elemanı üstteğmen Esat Keşafoğlu tarafından örgütlendirilir ve Gladio elemanı olarak Nur Cemaati’ne sızdırılır. O’nun vasıtasıyla Nur Cemaati, Türk ırkçılığının hizmetine sokulur.
Ankara Mamak’ta acemi birliğinde askerlik yaparken, Albay Reşad Taylan’ın yanında kont-gerilla istihbaratında uzmanlaştırılmak üzere özel bir misyonla telsizci olarak görevlendirilir. Usta birliğindeki askerliğini İskender’unda yapar. Hem de uzmanlaşmış istihbaratçı kont-gerilla elemanı olarak büyük telsizin sorumluluğuna getirilir. Artık ordunun tüm gizli ilişkilerinden haberdardır Gülen. Hemde ikinci ordu komutanı ırkçı general Cemal Tural’ın yanında istihbaratçıdır. Askerlerin herhangi bir camide vaaz vermesi yasakken, kendisine vaaz verme yetkisi verilir.Turan’ın verdiği talimat doğrultusunda İskenderun’da ırkçı vaazlar verir.

Hem Barzani Hem De Kürt Düşmanı

 
Kürt düşmanı ırkçı general Cemal Tural’ı niçin sevdiğini “Küçük Dünyam” adlı kitabında şu sözlerle aktarır. “Cemal Tural 2. Ordu Komutanıydı. Ve hakikaten milliyetçi görünüyordu. Barzani hareketini adım adım takip ediyordu. O günlerde, Güneydoğu’daki bazı evlerde, Barzani’nin resimleri asılıydı. Barzani her an halkı ayaklandırabilir şeklinde şayia vardı. Cemal Tural’a karşı duyduğumuz alaka biraz da Barzani’yi yakın takibe almasından dolayıydı. Şimdi durum ve tutumuza bakınca bir kere daha şu tuhaflıkların karşısında hayrete düşüyorum. Dünkü şaki bugün eller üstünde”.

Gülen:  “Dünkü Şaki Bugün Eller Üstünde”.

 
Evet yanlış duymuyorsunuz, yanlış görmüyorsunuz. Fetullah Gülen, Mustafa Barzani’ye hakaret ediyor.”Dünkü şaki bugün eller üstünde” diyor. Acaba Güney Kürdistan’da Gülen’e  özel arsalar tahsis ederek, Fetullahçı okullar açan ve çocuklarını bu okullara gönderen Barzani’ler, Gülen’in hem Mustafa Barzani hemde Kürtlere düşman olduğunu bilmiyorla mı?

Fetullahçı Okulların Sermayesi CIA’nin Uyuşturucu Paraları

 
Eski FBI danışmanı ABD’li Paul L. William, 29 Nisan’da Pocono Record gazetesinde yazdığı makalede Fetullahçı okulların CIA’nin bir dönem uyuşturucu kaçakçılığıyla elde ettiği paralarla finanse edildiğini ifade ediyor. Yazar Gülen’in bu parayla gelişmekte olan ülkelerin petrol ve doğal gaz rezervlerini kontrol altına alabilmek için Orta Asya ve Kürdistan’da okullar açtığını dile getiriyor.

CIA’nin Şubesini Erzurum’da Açıyor.

 
Fetullah Gülen bununla da kalmıyor. Orduya ve Tural’a övgüler diziyor ve diyor ki, “Tural Paşamız milliyetçi diyorlar. Türk askeri milliyetçi olmayacak da ne olacak. Allah milliyetçilere uzun ömürler versin”. Gülen bunları söylerken General Tural O’nu özel izinle Erzurum’a gönderir. O’nu Erzurum’da CIA’nin bir şubesi olan Komünizmle Mücaddele Derneği’ni kurmakla görevlendirir. Gülen bu görevi yerine getirir. Ve sonra İskenderun’a döner.

Faşişt Cuntadan Şak, Gülenden Tak

 
Orduya bağlı bir kont-gerilla elemanı olan Gulen 12 Eylül öncesinde 1980 Şubat’ında “Anarşistlerin yerlerini devletin asker ve polisine bildirmeyenlerin Allah’ın katında sorumlu olduklarını” belirtir ve toplumun ajanlaşması için vaaz ve fetva verir.
12 Eylül darbesini en çok alkışlayanların başında Fethullah Gülen ve cemaati gelmekteydi. Gülen’in başyazarlığını yaptığı Sızıntı dergisi, 12 Eylül 1980’den sonraki ilk sayısında, darbeye alkış tuttu. Bakın Gülen “Son Karakol” başlıklı yazısında darbeye nasıl selam duruyor: “Karakol, sükunet’in, huzur’un ve emniyetin remzidir. Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz”. (Sızıntı, Ekim 1980, sayı:21)
12 Eylül faşizmini şu sözleriyle meşrulaştırmaya çalışır. “Asker tam zamanında yetişmese bütün millet olarak inkisar içinde ağlamaktan başka çaremiz kalmayacaktı”.
Aslında faşist generallerin kendisini özel misyonla görevlendirdiğini itiraf ederken özgürlük ve demokrasi isteyen gençleri suçlarken şöyle devam eder. “Radikal sol bunlara her yerde faşist paşalar generaller diyorlardı. Bu son hareketin mimarları müspet icraatta bulundular. Kıymetli vatan evlatlarına hizmet etme yollarını açtılar”.

Gülen Kendini Allah, Faşist Evreni Kurtarıcı Melek Yapar

 
“Kenan Evren Cennetliktir. Kucaklayan ve kutsal kurtarıcı bir melektir”.

Gülen’in Tarihi Safsataları.

 
26 Kasım 1989 İzmir Hisar Cami’sinde verdiği vaaz da, Başörtüsü eyleminin arkasında dinsizler ve komünistlerin olduğunu iddia ederek devlete ittiati istiyordu.

Yıl 1995, Jitem Gülen’i Ödüllendirdi

 
Kürdistan’da katliam yapan JİTEM’in ödüllendirdiği tek imam Gülen’dir. 1995 yılında JİTEM’e bağlı “Mehmetçik Vakfı” Kürt çocuklarını Türkleştirmede en önemli misyonu oynayan Gülen’i “Teşekkür Beraatı” ile ödüllendirdi.

Susurluk Çetesinde Bir Veli Küçük Bir De Gülen Başrol De.

 
Her ne kadar inkar etmeye çalıştıysa da ABD’nin 1960’ların sonunda kurduğu “Yeniden Milli Mücaddele Birliği” adlı kont-gerilla örgütünde Veli Küçük ile birlikte yöneticilik yapan Gülen’di. Susurluk çetesinin ortağı şeklinde ismi anılan ve deşifre olan Gülen, Susurluk çetesinin açığa çıkarılmasına karşı çıkarken şunları belirtiyordu.
“Bizim milli birliğimize, milli bütünlüğümüze devlet telakkimize eğer dokunacak bazı şeyler varsa, bu kapı aralanmamalıydı”.

28 Şubat 1997 Darbesi’nin Ortağı ve Şakşakçısı

 
28 Şubat darbesine ilişkin, Yalçın Doğan’a verdiği bir mülakat da Erbakan için: “Hükümeti bırakmalı, ülkeyi daha fazla germemeli”.
Gülen kısa bir süre önce yayınladığı mesajda da Türk ordusunun kendi gözbebekleri ile kendilerini geleceğe taşıyan yegane köprü olduğunu belirterek, Türk ordusunun Kürdistan’ı işgalde bulundurmasını Türklüğün yayılmasına en büyük katkıya sağladığını söylüyordu.

Özgür Bilge

Asker millet anlayışı ve uydurma din, yalan üzerine kurulmuş tarih

‘Kendisini Allah’ın yeryüzündeki kılıcı gibi gören bir toplum için asker millet anlayışı ancak onur vesilesi kabul edilir. İnsanları Müslüman olmaya davet eden, olmadıklarında kahramanca kılıçtan geçirmeyi marifet sayan bir tarih efsanesi...’

Ben çocukluk yıllarımda Kıbrıs savaşı dolayısı ile Kars’da perdelerimizin kapalı tutulduğunu hatırlıyorum. Rumların köylerimizi bombalama ihtimaline karşı ışıkların görülmesini engelleyerek önlem alıyorduk. Türkiye’nin içerisine sürüklendiği güvenlik paranoyasının boyutlarını gözler önüne sermesi açısından önemli bir gösterge. İç düşman algısı ile dış düşman söylemlerinin iç içe geçtiği bir toplumsal psikoloji bizzat devlet eli ile inşa edilmiştir.

Asker millet anlayışı da bu sistematik inşa sürecinin eseridir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ders kitapları, tarih kurumu gibi mekanizmalar aracılığı ile yeni bir tarih hafızası örülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olan ‘Türkler’ için nasıl bir tarih öngörüldüğünü tüm ayrıntıları ile tartışmaya bu yazı yetmez. Savaşlardan ibaret bir tarih ve Orta Asya bozkırlarından yola çıkıp, Avrupa içlerine kadar ulaşmayı savaşçı yeteneklerine borçlu bir kavim.

Müslüman olduktan sonra da neredeyse tüm Arap devletlerinin ordu işlerini üstlenmiş bir millet. Dini referanslara dayandırılmadan meşrulaştırılması imkansız bir tarih tezi bu vesileyle kutsanmış oluyor. Kendisini Allah’ın yeryüzündeki kılıcı gibi gören bir toplum için asker millet anlayışı ancak onur vesilesi kabul edilir. İnsanları Müslüman olmaya davet eden, olmadıklarında kahramanca kılıçtan geçirmeyi marifet sayan bir tarih efsanesi. Tarih felsefesi demeye dilim varmadığı için tarih efsanesi diyorum.

Sanki Türkler tüm dünyayı Müslüman yapmak üzere yaratılmış ve yeryüzünde tek sorumlulukları bundan ibaret. Bu algıya dayanan bir Kuran okuması ve Peygamber anlayışı beraberinde gelmiştir. Hz. Muhammed’in Türkleri övdüğüne dair sözlerinden oluşan hadis kitapları, bu sürecin kolay üretilmiş argümanlarıdır. Baas Partisi temsilcilerinin çıkarttıkları gazetelerin logosuna koydukları “vatan sevgisi imandandır” sözünü, yıllarca hutbelerde hadis olarak okuyan bir ülkede yaşıyoruz. Hutbeleri hazırlayan Diyanet İşleri Başkanlığı. Bu kurumun kuruluş nedeni olarak gösterilen gerekçe, dini yalan ve hurafelerden ayıklamak. Oysa bizzat kendisi hurafe üreten bir mekanizmaya dönüşüyor. Hem de bireysel hayatta çok da anlamı olmayan hurafelerden bahsetmiyoruz. Ağaca bez bağlayıp ondan medet ummaktan öte bir durum söz konusu. Bir toplumun siyasal duruşunu şekillendiren hurafeler söz konusu. Yalan üzerine kurulu bir inanç dünyası inşa etmenin bedeli, türbelerden medet beklemekle kıyaslanmayacak bir anlam ifade ediyor.

Böyle bir psikolojik yönlendirme ortamında, vicdani reddin Müslümanlar için hak olmanın ötesinde görev olduğunu tartışmak zor. Binlerce masum sivil insanın kanına girmiş insanların bulunduğu bir orduda askerlik yapmanın günaha ortak olmak anlamına geleceğini tartışmaya açmak sadece vatana ihanet olarak görülmez aynı zamanda, Peygamber ocağına saygısızlık olarak kabul edilir.

Başörtülü anneleri bile lojmanlara ziyarete geldiğinde haklarında tespit yapılıp ordudan ihraç edilenler, ‘terörle mücadele’ ederken hayatlarını kaybettiklerinde ‘şehit’ ilan ediliyorlar. Yaşayanlara ultra laik, ölenlere din devleti muamelesi yapan bu tür çifte standartlı uygulamalar öncelikle dindar insanlar tarafından masaya yatırılıp sorgulanmalıdır.

Bu psikolojiyi televizyon dizileri ile beslemenin reyting yaptığı bir ülkede yaşıyoruz. Kahramanlık edebiyatını dini argümanlarla süsleyip, sahabe hayatları üzerinden kıyaslar yapmayı tebliğ sanan bir yayıncılık anlayışı var ortada.

Dinin barışa dair emirlerini sadece süslü sözler olarak nutuk atarken kullanan ama hayata egemen kılmak için hiçbir çaba sarf etmeyen bir tutum var karşımızda. Militarist devlet anlayışını kutsal devlet anlayışı ile iç içe geçiren yorumlar dini sohbet programlarının önemli gündemlerinden birisini oluşturuyor. Uydurulmuş bir din ve hayal ürünü bir tarih anlayışı ile hastalıklı bir ruh hali içine sürüklenişimize daha fazla geç kalmadan müdahale edilmesi gerekiyor. Bu müdahaleyi, sağlıklı, komplekssiz bir yüzleşme formatında yapabilmek tek çıkış yolu olarak gözüküyor.

28 Şubat dönemini unutmak için can atan çevreler, orduyu dine saygılı pozisyonda görmek için her türlü pozitif okumayı açıklar. Afganistan’da el Kaide üyesi olarak gösterilip öldürülen sivillerin günahı bile bu yalanı su yüzüne çıkartmaya yeter. İçerde ve dışarıda ortak edildiğimiz girişimler, hiçbir surette dini gerekçelerle meşrulaştırılamayacak boyutta ahlak dışılıkları bünyesinde barındırmaktadır. Filistin’in on yıllardır devam eden dramını bile bile İsrail ordusu ile girilen can ciğer ilişki bunlardan sadece bir tanesidir.

Bütün bu ayıpları sorgulamadan asker millet anlayışını konuşmak mümkün değildir. Tabii böyle bir niyeti gerçekten taşıyorsak.

Finans Kapitalin ‘Yeni’ Ortadoğu Politikası

Yeni_Özgür_PolitikaOrtadoğu’daki devletler, birinci paylaşım savaşıyla yapay oluşturulan devletlerdir. Bir Arap ulusundan 12 devlet 5 de Krallık yaratılmıştır. Bunun pratik ifadesi, bir ulustan 17 tane ulusun yaratılmış olmasıdır. Kürt toprakları dörde bölünerek parçalara ayırılmıştır. Emperyalizmin Ortadoğu politikası 20.yy’da böl yönetti. Bu politika 21. yy’da da hala etkisini koruyor.
ABD NATO’nun şemsiyesi altında Dünya’yı yeniden dizayn etmek istiyor. yeni stratejisinde Baltık alanında üstlenme ve Avrupa’nın askeri politikalarına yön verme yatıyor.Bu strateji ile hem NATO ülkelerini Ortadoğu’nun yeniden yapılandırma şavaşının bir parçası haline getirmek istiyor, hemde AB’nin geliştirmek istediği, bağımsız hareket kabiliyetine sahip askeri yapılanmasını engellemeye çalışıyor.
Ortadoğu’daki İran gerginliğinin İsrail İran arası bir çatışma haline dönüşmeden NATO İran arası bir sürtüşme olarak şekillendirmek istiyor. Körfez’de NATO denetiminde bir ‘güvenlik’ duvarı örmeye çalışıyor.

Yeni bir alan olarak Baltıklar: Rusya Gürcistan’a, oradaki vatandaşlarını koruma gerekçesiyle girdi.Baltık’larda ise oldukça yoğun bir Rus nüfus yaşamakta. Ne ABD, nede NATO’nun Baltık ülkelerinin güvenliğine ilişkin her hangi bir anlaşması mevcut değildir. Fakat Baltık ülkelerinde yapılması planlanan askeri tatbikat hem burayı bir NATO üslenme alanı olarak hazırlamak,hem de olası bir Rus müdahalesine önlem niteliğide taşımaktadır. Esasında amaç Baltık’ları Rus müdahalesinden korumaktan ziyade, Dünya’yı yeniden düzenlemenin bir gereği,sürece müdahil durumda olanların alanını daraltmak.Bu alan ne kadar daratılırsa politikanın uygulanma şansı o kadar artar. Bu müdahillerin başında ise Rusya ve Çin gelmektedir.



ABD ve Avrupa: Doğu Avrupa ile ABD arasında ciddi bir sorun yok, ama Avrupa’ya ABD’nin baskıları var. Baskılar daha çok AB’nin gelişmişlerini bu sürece ABD’nin öncülüğünde dahil etmek içindir.Yani AB’nin kendi başına sürece ilişkin plan ve proğramlar oluşturmasını engellemek bu baskının esas amacı. Bu baskıyıda 1945’ten kalma bir sorunla etkin kılmaya çalışıyor ABD. Washington Avrupa’nın yeterli derecede harcama yapmadığını hep söylüyor. Avrupa müdahalelerde ortaya çıkan harcamaların yüzde 20’sini karşılıyor. Tabiî ki ABD tüm askeri harcamaların yüzde 60’nı karşılıyor. Avrupa’nın yaptığı harcamalar bununla karşılaştırıldığında elbette Avrupa ‘az veriyor’ denebilir. Fakat ABD Dünyadaki askeri silah ve diğer malzemeler satışında da yüzde otuz paya sahip. Yani Dünyada satılan bütün askeri malzemenin yüzde otuzu ABD’nin silah sanayi tarafından karşılanıyor.

ABD’nin şu andaki en büyük talebi, savaşın fiilen sürdüğü Afganistan,Irak, ilerde bunlara eklenecek olan Pakistan ve İran’a Avrupanın daha fazla katkıda bulunması.Ama AB’nin gelişmişleride buna karşılık daha fazla’hak’ talebinde bulunuyorlar. ABD ve AB’nin gelişmişleri arasındaki sorunlar bu konulardan kaynaklanıyor.Bunlarda stratejik önemde olmayan sorunlar.Ortak stratejik düşünce, Dünya’nın ve Dünya’nın içinde de özel olarak Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi gerektiğidir.Bu açıdan bu sürtüşmeler derin ayrılıklara yol açmaz. Zaten Finans Kapital artık uluslar ve sınırlar üstü bir karakter kazanmış durumda.

ABD ve Rusya: Soğuk savaş dönemindeki gibi bir silahlanma yarışı iki taraf içinde anlamlı değil. Rusya eski Nükler silahlarının bakımını yürütmekten dahi zorlanıyor.ABD eski Nükler silahların artık gerekli olmadığını düşünüyor. Çünkü ABD’nin geliştirdiği yeni sistemde, daha etkili, Nükler tahribat gücünden daha güçlü silahlar var. Üstelik bu silahlar Radyoaktif özellikte değil. Mesela Lazer tekniği ve Elektro Manyetik dalgalar bu yeni silahlardan.Bunun dışında hala bilinmeyen ve sızma haber olarak kamu oyunun gündemine zaman zaman düşen, Quantum ve Nano teknoloji ürünü silahlarsa bu bilinmeyenlerden.Bu avantajlarına rağmen ABD Rusya ile anlaşma yapıyor. Çünkü ABD’nin ekonomisi silah sanayi ile ayakta duruyor. Ekonomi büyük çöküntüler yaşadı ve daha yaşayacaktır. Obama yönetimi sağlık reformuyla içerde devasa büyüyen toplumsal öfkeyi bir nebzede olsa frenlemek istiyor. Dünya egemenliği için çırpınan bir güç olarak ABD tarihinin en zayıf ve en kritik döneminden geçiyor. Beyaz Sarayda parafe edilen Nükler silahları azaltma anlaşması Kongredeki Cumhuriyetçiler tarafından engelenebilir. Bunlar Obamayı ABD’nin güvenliğini tehlikeye sokmakla itham edip anlaşmayı imzalamayabilirler.Ayrıca anlaşmanın Senato’dan üçte iki çoğunlukla geçmesi gerekiyor ve Demokratlar bu sayıya sahip değil.

Rusya için ABD’nin Bulgaristan, Çekay ve Polanya’ya yerleştirmek istediği füzeler sorunu var. Ama bu aynı zamanda Rusya’daki askeri kanada da, bir tehlikeye işaret etme fırsatı sunuyor. Diğer bir konu ise Rusya eski SSCB’nin Doğu Avrupa kanadının kendileri için özel bir anlam taşıdığını ve burayla ilgili kendisine danışılmasını istiyor. Silahlar konusunda ise bugün bunlar yerleştiriliyor yarın farklı şeyler yerleştirilir diye itiraz ediyor. Yani Rusya danışma hakkı istemekle aslında veto hakkı istiyor. Eski SSCB’yi kendi alanı olarak görüyor. Ya da onlara geçtiğini kabul ettiği noktada da kendilerinin dikkate alınmasını istiyor.

ABD ve Çin: ABD’nin Çin tarafından satın alındığını söyleyecek kadar ileri giden ekonomistler var. Çin’in ABD devlet tahvilleri stoku 7 ila 12 trilyon dolar arası.Ayrıca Çin’in ABD’de yatırım ve ortaklıklarıda buna eklenince oldukça yüklü bir rakam ortaya çıkmakta. ABD’nin şu andaki krizi aşmanın bir yolu olarak bazı ekonomi uzmanları,ABD’nin develasyona gitmesini,en az yüzde yirmibeş oranında bir develasyonla Çin’e diz çökertilebilineceğini belirtiyorlar. Böylece ya Çin parasının degerini yükseltecek, yada alacaklarını yüzde yirmibeş ve üstü bir kayıpla geri alabilecektir. Fakat gerek ABD devleti, gerekse sistemin öndegelen ekonomistleri bu tür bir girişimi aptallık olarak değerlendiriyor. Bu Çin ve ABD ekonomisinin ne kadar bir birine bağımlı hale geldiğininde bir işareti. Birinin çökmesi otomatikmen diğerinin çöküşüne yol açacaktır. Bu açıdan Çin’de, ABD’de radikal adımlardan kaçınıyorlar.Dünya üzerindeki hegemonya yarışını farklı oyunlarla oynuyorlar.Dünyanın gelişmişlerinin yatırımları artık iç içe geçmiş ve dünyada finans-Kapitalin uluslararası egemenlik planları söz konusu. Finans-Kapitalin felsefesinde ulus, sınır ve ülke kavramı yoktur artık.

Bölgenin durumu: Ortadoğu’nun devletleri, birinci paylaşım savaşıyla yapay oluşturulan devletlerdir. Bu yapay yapılanmanın bir gereği, hep yaratıcılarının kulu kölesi olarak varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Bir Arap ulusundan 12 devlet 5 de Krallık yaratılmıştır. Bunun pratik ifadesi bir ulustan 17 tane ulusun yaratılmış olmasıdır. Kürt toprakları dörde bölünerek sadece Kürt coğrafyası parçalamakla kalınmamış,Kürt ulusal benliği ve kişilik karekterleri param parça edilmiştir. Emperyalizmin 20. yy politikası böl yönetti. Bu politika 21. yy’da da hala etkisini koruyor.Bu açıdan Ortadoğu’da gelişmiş ve güçlü devletlere müsade edilmez. Güçlülük emaresi gösterenlerin başına bir çorap örülür. Zaten buna gerekte yok. Ortadoğu tarihten gelen sosyal ve toplumsal sorunların çözümlenmediği,çözümüne müsade edilmediği bir coğrafya. İslam dini içerisinde ortaya çıkan farklı mezheplerin kanlı kavgaları göz önüne alındığında bu coğrafyadaki sorunların nasıl kangrenleştiği, toleransın ve sağ duyunun nasıl yerini kine ve nefrete terk ettiği, insanların nasıl yaşayan birer çelişkiler yumağına,ama her an patlamaya hazır çelişkiler yumağına dönüştüğünü görmek ve anlamak, anlamdırmak daha kolay oluyor.

Ortadoğu, tarihten gelen hiç bir sorunu çözülmemiş, çözümsüzlük karakterlerinin çözüm olarak algılandığı toplumsal hafızanın hüküm sürdüğü bir alan haline gelmiştir. Dünyanın bütün sorunları,çelişkileri ve kavgalarının kaynağı durumundadır bu coğrafya. Dünyadaki sorunların çözüm siyasetlerini üretmeye çalışan, bu çoğrafyanın sorunlarıyla karşılaşmak zorundadır.Dünya egemenliğine soyunan, bu coğrafyanın egemenliğine soyunmak zorundadır. Dünya demokrasisi şiarı altında ortaya çıkan, Ortadoğu’nun demokratikleştirmenin yollarını bulmak zorundadır. Yoksa dünya’da barışa, Ortadoğu’da normalleşme ve toplumsal huzur ortamına ulaşmak mümkün olamayacaktır. Ulusla arası Finas kapital bu aşamada Ortadoğu’da huzur ve normaliteyi daha gerekli görmüyor. Planını uygulayıp sonuç alıncaya kadar da bu böyle gidecek. Plan başarı ile uygulandıktan sonra, Finans Kapitalin yatırım ve üretimini sorunsuz devam ettirebilmek için ‘iç huzur’ sorunsalına bazı ‘çözümler’ getirilecektir.Ama bu yolun daha başlangıcında sayılırız. Bu, Ortadoğu için, uzun sürecek bir savaş ortamının devamı anlamına geliyor.Tabi Finans Kapital’in ‘Demokrasi ve özgürlükler’ getireceği beklentisi içinde olanlar için bu böyle.Ortadoğu halkları için bu karanlıktan çıkışın yolu, kendi demokratik mücadelesiyle mümkündür.Bu mücadele, uluslar arası Finans Kapital’in uzun erimli savaş planlarına son verecek tek güçtür. Dünya’nın bugünkü muhteşem uygarlığına insanlık ilk adımını Ortadoğu’da attı. Fakat dünya medeniyetleri ve uygarlığı kendi doğum kaynağında boğuluyor. Belki dünyanın her hangi başka bir köşesi bu kadar grift sorunların merkezi olma karakterine sahip değildir. Ortadoğu’nun çelişkiler batağı; Uzay’daki kara delikler misali kendisine yaklaşan her şeyi yutuyor. O kadar bastırılmış büyük bir enerji ki etrafına ışık dahi saçmıyor, yakınında beliren her ışığı kendi çekim merkezinde boğuyor. Emperyalist kapitalist sistemin geliştirdiği ve uluslar arası Finas Kapitalin uzun dönem kulandığı bu durum şimdi kendileri önünde de büyük bir sorun olmaya başlamıştır. Ortadoğu’ya operasyon, işte bu sebepten ötürü, uluslar arası Finans-Kapitalin birinci önceliği olmuştur.

İran’ın avantajları: İran Ortadoğu’da sadece bir gücün üzerine plan yaptığı bir alan değil.ABD’nin İran’ı kendi yörüngesine çekme,olmazsa müdahalede bulunma politikası, AB’nin gelişmişlerinin İran’daki ekonomik politikasıyla, Çin’in çok önemli bir silah pazarı olmasıyla ve Rusya’nın hem silah hemde stratejik konumu itibarıyla verdiği önemle çelişiyor. Bu hem İran’ın konumunu güçlendiren ama hemde, çok farklı çıkar çekişmelerinin sahası olma karakterinden ötürü instabil bir statü de sunan bir durum.Bu da hem ABD ve ortakları, hemde ABD ve dünya egemenlik sahasında söz sahibi olan diğer güçlerle arasındaki çekişmeyi kızıştırıyor. İran’a karşı Ortadoğu’da ABD’nin tavizsiz ortağı İsraildir.Diğer Arap devletleri İran’ın Şii yapısından kaynaklı çelişkilerine rağmen, İran’a karşı askeri bir harekete sıcak bakmıyorlar. Çin ve Rusya’nın hem İranda önemli bir silah pazarı var, hemde Çin İran’dan önemli miktarda petrol almaktadır. Batı Avrupanın gelişmişlerininde İran’da önemli ekonomik yatırımları var.Ayrıca Ortadoğu’da İran eksenli bir savaş bir dünya savaşına yol açmasa bile, Ortadoğu coğrafyasını tümden sarar. Bu da önemli oranda bugünkü ABD’nin yeni Ortadoğu politikasını etkiler, hatta beklenmedik sonuçlara yol açabilir.Bu biraz soğuk savaş yıllarında Orta,Güney ve Latin Amerikada ortaya cıkan zincirleme sosyal başkaldırılar tarzı bir reaksiyona dönüşebilir. Bu sebeplerden ötürü İsrail’in İran müdahalesi ancak bölgede oluşturulmuş geniş bir mütabakatla mümkündür. Bu mütabakatın at başı olarak Türkiye kulanılmak isteniyor.

İran’ın dezavantajları: Çin,uygulanan ambargodan ötürü,batının en yeni silah ve askeri sanayi teknolojisini İsrail üzerinden temin ediyor. Çin için vazgeçilmez bir ticari partner İsrail. İsrail için çok büyük bir silah ve teknoloji pazarıdır Çin.Çin İsrail’le olan bu ilişkilerini gelişi güzel riske etmez. Rusyada İranın önemli bir lobi faaliyeti var fakat İsrail lobisi daha güçlü. Ayrıca Başbakan Putin iyi bir Yahudi dostu. Öte yandan İran kendi içinde sistemden kaynaklı yoğun sorunlarla boğuşmak zorunda. Görülen odur ki Ayetullah’lar bu sorunu akıl yoluyla çözmekten yana değil. İçerde baş gösteren her demokratik kıpırdanmayı ABD oyunu olarak damgalayıp muhalifleri ölümle cezalandırıyor. Kürt’lerin kimlik ve özgürlük taleplerini askeri güçle bastırmaya çalışıyor. Fakat gerek Kürt özgürlük mücadelesi, gerekse toplumsal demokratik mücadele ivme kazanarak gelişiyor. Bu durum İran sistemini zora sokuyor. İç muhalefeti bastırmak, içerde birlik havası yaratmak için İranı’nda lokal bir savaşa ihtiyacı var. İran bu durumda hem başta Suriye olmak üzere, bölgede ABD karşıtı bütün güçleri birleştirebileceğini hesaplıyor. Hizbullah,Taliban, El Kaide ve diğer çevreler bu aliansta rahatlıkla yer alacaklardır. Zaten İran’ın bunlarla her türlü ilişkileri ve askeri desteği mevcuttur. Olası İran eksenli bir Ortadoğu savaşında Rusya ve Çin mevcut ilişkileri itibarıyla tarafsız kalacaklardır. Yani bir dünya savaşı anlamına gelecek fiili bir müdahalede bulunmayacaklar. Çin’in İran’dan petrol alma ve silah satma alanında iyi ilişkileri var. Almanya,Fransa, İngiltere, İtalya ve diğerlerinin İranda ekonomik yatırımları var. Rusyanın aynı keza. Ama bütün bu güçlerin ya İsrail’le (Rusya ve Çin gibi)güçlü ilişkiler var, yada ABD (Avrupa gibi) ile. Öyle veya böyle İran’a karşı olası bir savaş dünya dengelerini sarsar fakat Ortadoğu’daki mevcut dengeleri alt üst eder. Mevcut siyasi sistemlerden hiç biri bugünkü haliyle var olmayacaktır.


Türkiye’nin konumu:
 Türkiye AKP iktidarıyla birlikte hem ABD ile, hemde AB ile bir birinden farklı süreçler yaşıyor.Irak işgaliyle bozulan ilişkiler yeni taviz ve bağımlılık ilişkileriyle onarılmaya çalışılıyor.ABD Türkiye’nin Irak ve İran politikasındaki rahatsızlığını, Türk askerlerinin kafasına geçirdiği çuvallarla duyurdu.Başta efelenmeye çalışan Türk devleti sonunda ABD’nin eteğine sarılmak zorunda kaldı.Çünkü ABD Türkiye’nin yumuşak karnını iyi biliyor. Kürt özgürlük mücadelesine esir düşen devlet, bu sorunu çözme yerine tekrar ülkenin stratejik konumunu ve ekonomik çıkarlarını pazara sürüyor. Fakat kavramadığı şey stratejik konumunu ancak komşularına karşı kullandırabilir. Mesela İran’a, Suriye’ye, Ortadoğu’da ABD’nin hedefinde olan diğer ülkelere karşı. ABD ve Rusya’nın bugünkü ilişkileri daha çok anlaşma eksenlidir.

Türkiye hem dış politikada, hemde iç siyasette, çok bunalımlı bir süreci yaşıyor.ABD’nin Ermeni tasarısını gündeme getirdiği dönem çok önemli.Bu tasarıyla Türk devletine , ‘’ya istediğim gibi davranacaksın yada korktuğun her konuyu gündeme taşırım’’ uyarısında bulunmuştur. Bir yandan da Kürt özgürlük hareketine yönelerek ‘’akıllı olursan bu ihsanlarımı da görürsün’’ mesajı vermiştir. Türk devleti verilen mesajı almıştır.Geri çektiğini söylediği elçisi yine ABD yolunda. Büyük ihtimalle Ermeni tasarısı Senatoya getirilmez yada getirilse dahi geçmez. Bu Lozan’ı hatırlatıyor. İngilizler Kürt kartını, yeni Türk devletini istedikleri her koşulla evet deyinceye kadar elinde bırakmıyor.Yeni Türk devleti bütün tahütleri kabul ettikten sonra Ankara’ya gelen İngiltere’nin Irak komiseri H.Dobbs Atatürke, ‘’Kürtlere Özerklik verme diye bir düşüncelerinin olmadığını’’ iletiyor. Atatürk memnuniyetlerine şu sözlerle ifade ediyor: ‘’Kürtler daha kuşaklar boyu kendi kendilerini yönetme yeteneğinden yoksun kalacaklar.’’ (Ama Hangi Atatürk T.Akyol)

AB sürecinde gelinen nokta her halde imtiyazlı ortaklık olacaktır. AB Türk devletine sadece ekonomik çıkarlar temelinde yaklaşıyor. Demokrasi çok tali bir sorun. Zaten Kürt özgürlük hareketine yönelimleri, ‘terörist’ ilan etmeleri bu amacın bir parçası.Yani Türkiye’nin kanayan yarasının kapanması kimsenin işine gelmiyor; ne ABD’nin nede AB’nin. İçerde başlatılan Ergenekon operasyonu ABD’nin talimatı ve verdiği bilgiler temelinde yürütülüyor.Askeri kanadın ABD ve İsrail yanlısı kesim, kendi içinde rahatsız edici bir hal alan illegal gücünün afişe olmuş bölümünü neşterliyor.Bu işi yapmak Erdoğan kabinesine ihale edildi çünkü en uygun bileşenlerden oluşuyor.Erdoğan Kabinesi Ergenekon operasyonunda sadece taşeron. Nereye kadar gidileceğine ABD ve Ordu karar verecektir. Erdoğan kabinesi ABD,Ordu ve kendi tabanı İslami çevre arasında bir denge sağlamaya çalışıyor.Kendi tabanını memnun edince Ordu ve ABD rahatsız oluyor, ABD ve Ordu’yu memnun edince kendi tabanı ve İslam dünyası rahatsız oluyor. Bu denge politikasının daha ne kadar başarılı olacağı belli değil. Fakat bu politikanın devamı ABD’nin ve Ordu’nun memnuniyetiyle alakalı olduğu açık. Erdoğan’ın Felsefesi ne şiş ne de kebap yansın.Başlattığı bütün girişimleri yarıda bırakması, her işi eline yüzüne bulaştırması bundan.Kürt açılımı Ergenekon operasyonunu dengeleme politikası olarak ortaya atıldı.Ergenekon operasyonunda zorlu etaplar ortaya çıktıkça Kürt’lere yüklenildi ve Kürt’leri kriminalize etmek için her araç devreye kondu.

Dış politikadaki çatışma iç siyaseti işlemez hale getiriyor.İslam tendaslı AKP’nin ‘ılıman’ islam yaklaşımına karşı, askeri kanat ABD ve İsrail yanlısı bir hat izliyor.Bu zaman zaman dış politikada iki versiyonlu bir siyasi resim verirken, içeride toplumsal çatışmalı ortamın zeminini olgunlaştırma şeklinde yansıyor. Kürt özgürlük hareketi ve legal Kürt siyasetine yapılan faşist ve ırkçı devlet saldırıları devlet’in bu iç dalaşının Kürtlere kesilen faturasıdır. Kemalist faşist kesimle, islamcı faşist kesimin kıyasıya bir iktidar savaşını yaşıyor Türkiye. Bunun faturasını içerde Kürtler,demokratlar,sosyalist ve devrimciler öderken, dış politikada da bu fatura ülkenin geleceğine ödetiliyor.Türk devleti birinci dünya savaşından sonra en bunalımlı ve Ortadoğu politikalarında rol almada en zayıf dönemini yaşıyor. Türkiye bir nevi kıskaca alınmış durumda. Dış politikada ABD’ye ve AB’ye ters düşerse darbe tehditiyle, içerde İslama ve Ortadoğu’da islami değerlere ters düşerse kendi tabanını ve İslam dünyasına ters düşmekle karşı karşıya. Bu durum Erdoğan ve kabinesini iki tarfı idare etme, denge politikasına oynamaya yönlendiriyor.Erdoğan dengelere oynarken ortaya çıkan ağır faturaları, Kürt halkına ve Türkiye’nin diğer halklarına ve emekçilerine ödetiyor.Ergenekon operasyonu sürecinde ortaya çıkan, müslüman olmayan dini azınlık ve şahsiyetlere karşı geliştirilen saldırı ve katliamlar,Kürt’lere karşı başlatılan siyasi ve fiziki imha bu planın bir parçası.

Kürtler ve yeni Ortadoğu
Kürtleri Ortadoğu’nun hep kaybedenleri hanesinde ele almak lazım. İmparatorluklar döneminden ulus devletler dönemine kadar Kürtlerin, Kürt orijinli bir kazanımları olmamıştır.Din tercihleri dahi kendilerinin iradesinin ürünü olarak ortaya çıkmamıştır. Müslümanlığı kabul eden Kürtler müslümanlığı ya Arab’ın, ya Pers’in, yada Türk’ün islamı temelinde kabullenmiştir. Kürt İslam inancında Kürt ulusal motifi yoktur. İslamı kabul ettiği egemen gücün motifleri çokça vardır. Bu da Kürd’ün uyumlu etkileşim yoluyla değilde, teslim olma, biat etme yöntemi sonucu oluşturulmuş bir baskıcı inanç yapısına kavuştuğunu gösteriyor. İslami tutuculuğun Kürtlerde daha yoğun olarak görülmesinin sebeplerinden biridir bu durum.

Alparslan’la başlayan, başkasının çıkarı için asker olmak, hala devam ediyor.Daha gerilere gidersek Emevi Abbasi İmparatoluklarının savaşında Abbasi’leri Kürtler iktidara taşımışlardır. Büyük Selahaddin Eyübi Kürtler adına değil Arap’lar adına zaferler kazanmıştır.Bunları daha gerilere götürmek ve yakın tarihte aramak mümkün. Kürtler verilen bir söz için malını ve canını ortaya koyabilmişler. Ama verilen hiç bir sözde yerine getirilmemiş döne döne kandırılmış ve kulanılmışlardır.

Birinci paylaşım savaşında büyük bedeller ödeyen Kürtlerin ‘kazancı,’ dört parçaya bölünmüş bir ülke ve atomlarına kadar parçalanmış bir toplumsal doku olmuştur. Ama uğrunda savaştıkları topraklarda başka ulusların devletleri ortaya çıkmış kendilerine ise onlara kölelik etmek düşmüştür.

Kürtler, bugüne kadar yaşanmış büyük savaşlarda, kazanma ve kaybetmenin kilit rolünü oynamış.Alparslan’ın Romen Diyoejon’e karşı verdiği savaşta,Osmanlının Pers, Pers İmparatorluğunun Osmanlı İmparatorluğuna karşı verdiğ savaşlarda bu hep böyle oldu. Kim Kürtleri kendi yanına çekmişse o kazanmıştır. Birinci paylaşım savaşında da bu böyle. Sömürge statüsüne düşmüş Türkiyenin bir devlet’e kavuşması Kürtlerin sayesinde. Ama ne varki Kürtler her dönem savaşta asker, politikada ise koz olarak kulanılmışlardır. Zorda olan asker, avantajda olansa koz olarak kullanmış ve hala kulanıyorlar Kürtleri.

Birinci,ikinci Körfez ve Irak’ın savaşına kadar uzanan süreçte Kürtler tarihi bir fırsat yakaladılar. Ortadoğu’da birinci paylaşım savaşından kalma sistemler ve dengeler, uluslar arası Finans Kapitalin ihtiyaçlarına cevap olamıyor. Bu bir müdahaleyi zorunlu kılıyor. Müdahaleler kötü olduğu kadar yeni fırsat ve olanaklarda içerirler. Bu en azında Ortadoğu sahasında Kürtler için böyle.

Fakat bu tarihi fırsatın tekrar iyi kulanılmadığı yönünde çokça emare var. Bir kere bu süreç Kürtleri ulusal birliğe yönlendireceğine, sunulan parça ‘kurtuluşu’ ile yetilinerek ulusal bölünmenin politikalarına devam edilmiştir. Kürt ‘kazanımları’ olarak ileri sürülen her şey bölgede egemenlik savaşı yürüten gücün sözlü vaatleri düzeyinde kalmıştır. Kürt çoğrafyasında demografyayı bozmak için 30 yıl süren Kürt tehciri sonucu topraklarından sürülen Kürtler dahi topraklarına geri dönememiş, yada bu olanak yaratılmamıştır. Kürtler uluslar arası ilişkilerde resmiyet kazanacak hiç bir kuruluşta tanınmamış ve temsiliyeti söz konusu değil.BM’lerde Irak devleti bir Arap devleti olarak temsil edilmektedir. Bu devlete karşı gelişecek bir başkaldırı ‘terörist’ ilan edilecektir. Bu Kürtler içinde geçerli.

Araplar güçlü bir konuma kavuştukları taktirde ilk saldırıları Kürtlere olacaktır. Kürtleri bu saldırıya karşı koruyacak hiç bir uluslararası sözleşme mevcut değildir.Ama Irak devletini koruyucu yasalar mevcut. Çünkü Araplar devletleriyle bu örgütlerde temsil ediliyorlar.Kürtleri bu tehlikeye karşı koruyacak tek bir güç vardır. O da ulusal birlik. Ama ne yazık ki Güneyli Kürt siyasilerin yalnış hesapları sonucu,Kürtler bu güvenceden şu an yoksun durumda.

Kürtlerin yönetmedeki beceriksizliklerinden mi,yoksa Kürtlerin ulusal duygularının zayıflığından mı, her nedense kendi toprakları üzerinde dahi tam hakim olamıyorlar. Kürtler Arapların yaşadıkları şehirlerde bir oy dahi almazken, Arap partileri Kürtlerin şehirlerinde kimi yerde çoğunluğu (Musul,Diyala), kimi yerde ise,(Kerkük)Kürtlerle eşit oy aldılar.Kırmızı çizgi olarak ilan ettikleri Kerkük yarı Arap çıktı. Türk devletinin oyunu,Türkmen cephesinin kullanılması...bunların hepsi doğru ama oradaki yenilginin gerekçesi olabilir mi? ABD’nin sayın Barzani’ye vermiş olduğu sözün bu durumda hala bir kıymeti harbiyesi varmı? Bence yok. Kürtlerin kazanımları ve top yekün mücadeleleri büyük bir kuşatmanın ve imha tehditi altında.ABD Ortadoğu’daki muhalifleri (İran, Suriye) kendi yörüngesine çekerse,

Şiddet eksenli olayları bir ölçüde kontrol edilebilecek boyutlara çekerse, o zaman Kürtlere fazla bir ihtiyacı kalmayacaktır. Kürtlerin bu gerçeği görerek elde kart olmaktan çıkıp,bölgenin yeni dengeleri kurulduğu süreçte hesaba katılması gereken bir güç, bir taraf haline gelmesi gerekiyor. Kart ya da koz değilde bir partner olduğunu Kürtler ancak, ulusal birliğini sağlayarak, üst düzeyde ortak ulusal temsiliyetin sağlandığı bir yapıya kavuşmakla sağlayabilirler. Aksi halde yaşanacak kayıplar 1976’da yaşananlardan daha ağır olacaktır.

Türk devleti sayın Barzani’yi Ankara’ya davet ediyor. Bunda yalnış bir şey yok. Fakat Türk devletinin sayın Barzani’yi hangi amaçla çağırdığı ömenli.Kürtleri birbirine karşı kullanmak için bu çağrının yapıldığını bilmek için politika kahini olmak gerekmiyor.Türk devleti,ABD ve NATO şemsiyesi altında, Kuzey Kürtlerinin örgütlü iradesini imha etmek istiyor. Bu imha işine sayın Barzani’de ortak edilmek isteniyor.Bildiğim şu ki, sayın Barzani gerçek bir Kürt yurtseveri. Bu açıdan sayın Barzani’nin bu oyuna alet olmayacağını düşünüyorum. Fakat Kürtlerin chas’lığını sayın Barzani herkesten çok iyi bilir.Kürtlerin sayın Barzani’den beklentisi bu Chas’ları tecrit ve teşhir etmesidir.Kürtlerin ulusal birliğini engelleyen güçlere karşı Kürt ulusal birliği için mücadele etmelidir. Kürt’ün parçada kurtulma şansı yoktur. Parçanın güvenliği ve kazanımlarının teminatı Kürt ulusal birliğinden geçer.

Kürtler Ortadoğuda uygulanmaya konmuş Emperyalist politikaların mağdurları ve kaybedenleri olmak istemiyorsa, zaman kaybetmeden, ulusal birlik için yapılanın en azamisini hemen şimdi yapmalı.Aksi halde imha tehlikesinin en büyüğüne, hemde uluslararası güçlerin desteklediği bir imha ile karşılaşacaklardır.

ALİ ÇATAKÇIN