7 Eylül 2012 Cuma

Gerilla Eylemleri AKP’nin Sonu mu?

 BAKİ GÜL

Daha baştan söylemekte fayda var: Gerilla mücadelesine karşı AKP’nin askeri güvenlik politikaları da sonuç veremez. Dağ hükmünü vermiş. Kürtler direnecek, AKP yenilecek. Ne Erdoğan’ın kabadayı kaba gururu ne de çevresindeki düşünce ve konuşma ishali olmuş danışmanları AKP’yi ve Recep Tayyip Erdoğan’ı kurtarmaya yetmeyecek.

Kendi gözlerimle gördüğüm “KALEKOL” ve “KARAKOL” yapılanmaları askerin başarısı için çok fazla sonuç veremez. Sınır hattında Silopi’den başlayan ve Hakkari’ye kadar uzanan hattaki karakollara baktığınızda sıralı ve kümeli bir tablo karşınıza çıkıyor. Karakollar, karakolları koruyan tepeler, yol kontrolleri için Türk ordusu konumlanmış durumda. Bazı ilçelerde ve kentlerdeki yurttaşların iki katı nüfusa sahip askerler mevzilendirilmiş durumda. TSK’nin sahip olduğu teknik ya da niceliği onun büyük bir ordu olamayacağı gerçeğini de ortaya çıkarmış durumda. Bütün tekniğe sahip karakollara baskın yapan gerillaların ele geçirdiği belgelerde çok ilginç detaylar var. Örneğin 200 kişilik bir askeri birlikte bir gece için 98 asker nöbet tutuyor. Termal kameralar çalışıyor. Merkezi istihbarat, ABD desteği, gözetleme kuleleri, ağır silahlar, tanklar, panzerler ve daha birçok olanak ile korunan karakollar ve askerler, gerillanın mücadelesi karşısında ağır kayıplar vermeye devam ediyor.


AKP’nin orduyu kendi emrine alması, Özel Tim ve polisleri de gerilla karşısında etkin kullanma çabasına özel paralı askerleri de dahil etmesi sorunu çözmüyor. Türk ordusu daha doğrusu Türk devletinin gerilla karşısındaki askeri ve siyasi performansı şu ana kadar büyük bir başarısızlığın göstergesi durumunda.  Zaten geçtiğimiz günlerde Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın savaşta yaşanan asker kayıplarının gizlenmesini itiraf etmesi de bunu gösteriyor.


Çünkü Şîtazin, Oramar eylemi ile başlayan gerilla eylemleri Şemdinli, Çukurca, Eruh ve Beytülşebap hattında devam etti. Amed, Dersim gibi eyaletlerde de gerilla eylemleri kesintisiz ve çeşitli haller alarak sürdü. 15 Ağustos 1984 ile başlayan gerilla savaşı son yıllarda farklı bir hal aldı. Gerilla eylemleri geniş bir alana yayılıyor. Eylem içinde eylem gerçekleştiriliyor. Eylemlerin kesintisizliği, yaygınlığı ve gerillanın alan hakimiyeti konusunda 30 yıllık sürecin en önemli dönemleri yaşanıyor. 

 
Medya savunma alanlarında konuştuğum HPG Komuta Konsey üyeleri, çeşitli düzeylerdeki gerilla komutanları gerillanın her alanda inisiyatifli olduğuna vurgu yapıyor. Yaşanan sürecin özellikleri üzerine konuşurken dikkatimi çeken önemli özellik ise gerilla yapısının motivasyonu. Gerilla kendisini bütün yönü ile yaşanan sürecin başarısına kilitlemiş durumda. Bütün gerilla yapısının –en azından benim tanık olduğum gerilla birlikleri içerisinde- hazırlık düzeyi en ileri düzeyde. Gerilla planlı, programlı, neyi ne zaman yapacağını biliyor. İdeolojik ve askeri olarak geldiği düzey önceki dönemleri aşan özellikte. 


Gerilla mevzilerini ve birliklerini dolaşırken de bunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Gerilla komutanlarının anlatımlarında “gerillanın araziye hakimiyeti, komuta düzeyindeki birikimi ve 30 yıllık tecrübe, genç katılımların yoğunluğunun getirdiği dinamizme” dikkat çekiliyor. Ve tabii ki AKP’nin öfke uyandıran zulüm politikaları gerillaları daha da radikal kılıyor. Bunun çok açık bir şekilde görülmesi gerekiyor. Belki tekrar gibi olacak ama konuştuğumuz her gerilla, gerilla komutanları ve KCK yetkilileri savaşın bu hale gelmesini şöyle anlatıyor: “AKP’nin 10 yıllık iktidarı boyunca Kürtleri oyalaması ve her fırsat gördüğünde gerilla üzerindeki kitlesel katliam girişimleri, halk üzerindeki baskıları ve en önemlisi de İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit bu savaşın derinleşmesinin temel gerekçesidir.”


Gerçekten de AKP Kürt sorununun geldiği düzeyi en önemlisi de PKK gerçeğini iyi bilmiyor. Kendisini yanıltan düşünce ve strateji üreticilerinin fabrika hatası taktikleri sadece R. Tayyip Erdoğan’ı hasta edebilir. Abdullah Gül’ü hastaneye yatırır. İ. Naim Şahin’e saçmalama ortamı, Bülent Arınç ile Cemil Çiçek’i ise birbirine salar. Çünkü AKP stratejik bir yanlışın içindedir. Seçimlerde aldığı yüzde 50’lilik oranına dayanarak Kürdistan’da sömürgeciliği tazeleme girişimi AKP’nin gerçek yüzünü de ortaya çıkarmış durumdadır. Kürtler ne CHP’nin iflas eden inkar ve imha sistemini ne de AKP’nin derinleşmiş özel savaş politikalarını kabul edecek durumda değildir. Gerillalar sadece kendi gücünü ispat aşamasında değil, başarıyı yaratma aşamasındadır.

1
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

‘Bordo Bereliler Sahaya İniyor’ Propagandası

AHMET KAHRAMAN

İki aya yakın zamandan beri süren şiddetli bir savaşın cephelerinde, Türk ordusu giderek içe kapanıyor, eski çağ kalelerini andıran kışlalara sıkışıyordu.

 Bizim gazete önceki gün, Türk Başbakanı Erdoğan’ın bir zamanlar, Türk halkına moral gücü verme tertibinden, şimdi çetecilikten tutuklu olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la, kum torbalarının ardına sinip, poz verdiği mevzilerin, gerillaya geçtiğinin fotoğrafı vardı. Önde gerilla liderleri, arkada bir kaç gün öncesine kadar Türk bayrağının çekili olduğu direkte, Kürdistan bayrağı…


Gerilla karargahı, Beytüşşebap’ta Türk devletinin temsilciliği Kaymakamlığa girildiğini, ancak Kaymakamın yakalanamadığını açıklıyordu. Türk medyası öğleden sonra „kayıp“ Kaymakam’ın bulunduğunu müjdeliyordu. Kaymakam, gerilla şehre girince, bir zırhlı araçla kaçmış, askeri kışlaya sığınmıştı. Kendisi hayatta, sağlığı da yerindeymiş.


Yine gerilla, Türk tarafının Beytüşşebap’taki asker ve polis kaybını 54 olarak veriyor, 22 tanesinin de kimliğini açıklıyordu. Ele geçirilen ve imha edilen silahların yanı sıra bir helikopter düşürülmüş, ikisi de ağır yara almıştı.


Türk basınında, savaşın bu cephesine ilişkin olarak, valinin vaziyeti kurtarma adına „şehri ele geçiremediler“ propagandasından başka tek kelime yoktu.


Oysa, gerillanın açıklamasından anlaşıldığı üzere şehir ele geçirilmiş, Türk ordusu kışla duvarlarının gerisine kadar kovalanıp, orada sıkıştırılmış, kalma planı olmadığı için sonra çekilmişlerdi.


Türk okurun, bütün bunlardan hiç haberi olmadı. Çünkü, basın okurun değil sivil iktidarın, AKP iktidar da askeri gücünün emrindeydi. Generaller, dünyayı, 1920’lerdeki yerinde duruyor sanıyordu. Gazeteler yazmaz, televizyonlar ses vermezse, hezimetten kimsenin haberi olmaz, onlar „Türk’e Türk Propagandası“ tertibinden yüksekten atmaya devam edeceklerdi.


O nedenle, „müflis tüccarın eski defterleri karıştırması“ misali, Atatürk’ün Takriri Sükun sansürüne sığınmış, gerçeği saklama emri vermişlerdi.


Hasan Cemal, dünkü yazısında „iflas etmiş tüccar“ hallerini şöyle yazıyordu:


„PKK konusunda 1990’larda Genelkurmay yönlendirirdi medya dahil her şeyi. Bugün sivil iktidar yapıyor bu işi. Yeni olan galiba bu. Asker sessiz, ‘sivil otorite’nin emrinde. Fakat askeri otoritenin bir noktayı yerli yerine oturttuğunu sanıyorum. Bu da, Ak Parti iktidarının PKK konusunda artık çoktandır ‘askerin yörüngesi’ne oturduğu gerçeğidir.“


Hasan Cemal, basının okuru dolandırıp kandıran dalkavukluğu, kendisinin de yazdığı „Milliyet“ten başlayarak örnekliyordu:


„(Milliyet) Haber manşetin altına doğru çekilmiş, fazla büyütülmeden verilmiş, Cumhurbaşkanı’yla Başbakan’ın tepkileri eklenmiş haberin spotuna. (...) Sabah’ta Beytüşşebap haberi birinci sayfada neredeyse gözükmüyor, saklanmış sanki. Zaman’la Star da farklı değil. PKK’nın saldırı haberi, birinci sayfanın eteklerine doğru verilmiş. Bugün ise manşetin altına sıkıştırmış. Anlaşılan bu gazeteler, Başbakan Erdoğan’ın ‘medya terör propagandası yapmasın!’ ‘ricası’na uyuyorlar.“


TC böyle geldi, dünden bugüne. Herkes birbirine yalan söyledi. En tumturaklı yalanı kıvıran, başlara baş olmada hep birinci geldi; nimet başlarında bağdaş kurdu. Basın da beslenmeye karşılık gerçeklere örtü oldu.


Türk medyası yazmayınca, asayış mükemmel, savaş yok, iktidarın yalanları sultandı.


Türk medyası, „bordo berelileri“, bugüne kadar elinden geleni ardında bırakmış ve sanki sonunda kum torbalarının gerisine sığınmamış gibi, yeni yok edici olarak gösteriyor, „dişe diş mücadele dönemi başlıyor“ başlığıyla lanse ediyor, övüyordu.


 Oysa, „bordo bereliler sahaya iniyor“ başlığı da dalkavuk medyanın iflas etmiş tüccarın başka bir defterini karıştırmasından ibaretti. Yeni gibi gösterilenlerin yeni bir tarafı, niteliği yoktu. Onlar, 1990’larda kurumuş kan rengi bereleriyle, 1990’larda Kürdistan’da „savaştayız“ göstersine çıkmış, kadın ve çocuklara namlu ateşlemiş, savunmasız köyleri yakıp yıkarak, kendilerine yakışan üne kavuşmuşlardı.


Dünyanın ayıplamasından sonra yıkıma ara verdiler ama, oradan hiç ayrılmadılar.


 AKP, tek yenilik olarak onları, „profesyonel ordu“ diye, öldürme deneyimli paralı askerlerle takviye etti. Başlarına da hiddetli, şiddetli diye General Galip Mendi’yi getirdi. Başbakanın beyninin yarısı olan Yalçın Akdoğan, Generalin „özellikleri“ nedeniyle bu göreve seçildiğini söylüyordu.


 „Özelliği“ne baktım, bütün ötekiler gibi Özel Harp'çıydı. AKP Ergenekonuna devşirme eski Ergenekoncu yani. Vicdanlardaki sabıka dosyası ise Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın kanıyla lekeli. Katil diye suçlanmıştı, Adalı ailesi tarafından. O zamanki komutanı da Hasan Kundakçı’ydı. Türk basını onu, „Kürdistan fatihi“ namıyla „Tamburalı Paşa“ diye parlatmış, sonra kaçakçılık dosyası ve mafya liderleriyle aynı kaptan yerken çekilmiş fotoğraflarıyla de, sureti tarihe geçmişti. 


Bu satırların yazıldığı sıralarda, Türk Başbakanı Kürtlere ve temsilcilerine söverek, sövgülerini yalanlarla süsleyerek, kafadarlarına moral veriyordu.


Özgürlüğüne koşan halka küfür ve hakaret çaresizlik, bordo bereli öldürücüler ise denenmiş nafileliktir. 

Ya Antep’te Değil de Afyon’da PKK Varsa...

VEYSİ SARISÖZEN

Afyon’da askeri cephanelik infilak etti. Otuza yakın asker can verdi. Yaralılar var. 

Cephaneliği kim patlattı?


Sol omzumda duran melek kulağıma fısıldıyor; “haydi bu defa da sen bu işi PKK’nin üstüne yık! Hadi hadi, durma, ‘PKK’nin hain sabotajı’ diye manşet at, şöyle yaz: ‘Patlamadan üç saniye, on salise sonra, Türk polisinin aldığı istihbarata ve hemen onüç saniye sonra yakalanan bir itirafçının itiraflarına göre, PKK’lı teröristler Afyon’da ordumuzun cephaneliğine, şu anda İstanbul Çamlıca tepesinde gerillalık yapan Hüsnü kod atlı teröristin temin ettiği bir canlı maytapla sabotaj yapmıştır’…Ne duruyorsun, yazsana…”


İnsanın yazası geliyor.


Neden derseniz, çünkü Türk medyası Antep’te yaptığının aynısını burada yapıyor.  Cephanelik havaya uçmuş. Meydan can pazarına dönmüş. İtfaiye, etrafa saçılan el bombaları her an patlayabilir korkusuyla yangına bile müdahale edememiş. Hiç kimse, hiçbir uzman olay yerine girememiş, medyatörler konuşuyor:


“Sabotaj yok…”


“PKK sabotajı değil! Kaza..”


“Ordumuzun cephaneliğini PKK teröristleri havaya uçurmadı…Zaten uçuramazlar…”  “25 askerimizi kalleş teröristler şehit etmedi…Zaten edemezler…”


Başbakan diyor ya; “ne bu muhabbet?”


PKK’yi “aklamak” için bu çaba, bu hız, bu cehit, bu aculluk, bu heveskarlık da neyin nesi? Neler oluyor? Medyanın aklı başına mı geldi? Hükümet uslandı mı? İçişleri Bakanı her taşın altında PKK ararken, bu koca Afyon tepesinin altında nasıl oldu da PKK’yi böyle kaybediverdi?


Belki bu işi de PKK yaptı? Belli mi olur? Örneğin, “PKK’nin hain planını gerçekleştirmek için askere giden falanca, Kandil’den Özgür Gündem haberlerinin satır arasında verilen ve MİT tarafından çözülerek ortaya çıkarılan bir şifreyle harekete geçti ve cephaneliğin bacasından içeriye attığı sigara izmaritiyle etrafı kan gölüne çevirdi; hain terörist yakalandı ve sigara izmaritindeki parmak izlerinin bu haine ait olduğu kanıtlandı” desek inandırıcı olmaz mı? Bugüne kadar hep böyle haberlere inanmadınız mı?


Ama, hayır… Bu defa medya böyle yapmadı. PKK’yi “akladı”…


Nasıl akladı?


Buyurun okuyun:


“Afyonkarahisar’ın Ataköy Kışlacık Köyü’nde konuşlu 500. İstihkam Ana Komutanlığı Deposu’nda meydana gelen patlamadan yaralı olarak hastaneye kaldırılan asker, dehşet dolu anları anlattı. Bir sabotaj olmadığını söyleyen yaralı asker ‘Biz cephane istifliyorduk. Bende 50 metre ileride namaz kılıyordum. O esnada patlama oldu. Arkadaşlarım nerede bilmiyorum 30’a yakın arkadaşım vardı. Patlamanın nedeni  sabotaj değildir. Biz cephane istiflediğimiz için ters giden bir olay oldu sanırım onunla ilgili bir durum oldu’ dedi.”


Gördünüz mü? Demek ki, kahraman Mehmetçik, cephaneliğin 50 metre uzağında namaz kıldığı sırada patlayan cephaneliğin, bir “terör” ya da “sabotaj” sonucu patlamadığını, muhtemelen “vahiy” yoluyla anlıyor ve medyamız da, hemen anında PKK’yi, hayret edilecek bir inandırıcılıkla “temize çıkarıyor.”


Bu maskaralığı içinize sindiriyor musunuz?


Eğer bu patlama, diyelim ki, falanca sivil yerleşim yerinde bir benzinlikte gerçekleşseydi ve sonuçta yarısı çocuk ve kadın otuz sivil yaşamını yitirseydi, şimdi PKK’yi “temize çıkaran” bu medya ne yapardı?


Haber yapardı.


Nasıl bir haber yapardı?


Şöyle bir haber yapardı:


“Teröristler benzin deposunu havaya uçurdu; patlamada yarısı çocuk ve kadın otuz sivil yurttaşımız şehit düştü; benzin deposunun 50 metre uzağındaki mescitte namaz kılan emekli polis Naim, ‘benzin deposu kazayla değil, PKK’li teröristler tarafından havaya uçuruldu, ben o sırada 50 metre ötede namaz kılıyordum, teröristin gölgesi seccademin üzerine düştü, eşkalinden bizim mahalledeki PKK’li Memo olduğunu anladım’ diyerek hain saldırının perde arkasını muhabirimize anlattı…”


Böyle olmadı. Hükümet, Genelkurmay, polis, medya “cephaneliği PKK havaya uçurdu” demedi. Antep’te “nedeni PKK” diyen Genelkurmay “nedeni belli değil” dedi. Antep’te “PKK yaptı” diyen Bakan Veysel Eroğlu, hemen “kaza” dedi. Antep’te “PKK terörü” diyen medya “namaz kılan askerden” söz etti.  Dedim ya, sol omzumdaki melek beni PKK yaptı desene diye kışkırtıyor. Yanılmışım.


Ben solumdaki melek konuşuyor sanırken, meğer Emekli Tümgeneral Haldun Solmaztürk konuşuyormuş. Siz de dinleyin dediklerini:


“Bu mühimmat düşmekle patlamaz. Fünye kısmı ayrıdır, bomba kısmı ayrıdır. Bunlar ayrı paketlerde taşınır. Haliyle böyle bir patlama olmaz. Kazaysa bu akıl almaz bir kaza...


Açıkça söylüyorum saat 21.15’te bu patlamanın kabul edilebilir bir tarafı yok. O saatte sayım olmaz. Bunu hiçbir asker kabul edemez.


Burası en üst düzeydeki depodur. Sadece uzmanlar bulunur. Er bulunmaz.


Sıradan herhangi bir asker bile bu saatte 21.15’te bunun yapılmayacağını bilir. Çünkü gece burada suni aydınlatma yapmak gerekir. Savaşın içinde değilken acil olarak niye gece sayım yapılsın.


* 25 şehit var. Gece, karanlıkta, dar bir alanda 25 asker biradadaysa buna kaza denemez.


Bu kadar sayıda insan gece mühimmat elden geçeriyorsa bunun kabulü mümkün değil. Kaza mı değil mi? PKK yapmadı diyemeyiz tıpkı kaza değil diyemeyeceğimiz gibi.”


Ben “PKK yaptı” demiyorum. General diyor…

Karayılan'dan Önemli Açıklamalar: Asıl Taşeron AKP'dir

AKP hükümetinin gerilla eylemleri için son dönemlerde sıkça öne sürdüğü "dış güçlerin parmağı var" iddiasına yanıt veren KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan "PKK, Ortadoğu'da kendi onuru ve kendi gücüyle ayakta durabilen belki de tek örgüttür. Kimsenin yörüngesine girebilecek bir hareket değiliz" dedi. Bölgede asıl taşeronun AKP olduğuna dikkat çeken Karayılan, İran ile çatışmaların başlama ihtimali bulunduğunu söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ANF'ye verdiği röportajın bugünkü bölümünde çarpıcı mesajlar verdi. AKP hükümetinin Kürdistan'da yürüttüğü özel savaş politikaları konusunda halkı uyaran Karayılan'a Ortadoğu ve Batı Kürdistan'daki gelişmeler, İran ile birinci yılına giren ateşkesi, BDP'lilerin gerillalarla kucaklaşmasını ve yarın Almanya'da yapılacak 20. Uluslararası Kürt Kültür Festivali'ni sorduk.

AKP'nin özel savaş politikaları da sürüyor. Özellikle son dönemlerde Kürdistan'a binlerce imam gönderdiler. AKP'nin bu tür girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi sanırım Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yeni Kürt politikasını sadece AKP belirlemiyor. Bir de Fethullah cemaati vardır. Onların da bu siyasetin geliştirilmesinde belirgin bir rolü olduğu anlaşılıyor. Bunların iddiası şu; işte geçmişte Kemalistler yanlışlar yaptılar, laiklik temelinde dini de devre dışı kıldılar, işte toplumu baskı altına aldılar, hatta işte Dersim katliamını yaptılar. Böylece işte örgüt bundan yararlandı ve örgütü tasfiye edemediler. Yani kendinden öncekileri böyle değerlendirip eleştiriyorlar. İşte biz PKK’yi, özgürlük hareketini alt edecek, tasfiye edecek yöntemler geliştireceğiz diyerek siyaset yürütüyorlar. Nedir yöntemleri? Geliştirilmiş bir özel savaş, psikolojik savaş, derinleştirilmiş psikolojik savaştır. Yeni yöntemleri budur.

Bir taraftan bazı aile çevrelerinin mal mülk imkanlarını yaratma, zenginleştirme, diğer taraftan dini, Kürt halkı ekseriyeti diyelim kendi dini inançlarına bağlı bir halktır, gerek Alevisi, gerek Sünnisi inancı güçlü bir toplumsal gerçekliği temsil ediyor. Êzidi olanlar zaten onlar göçertilmiş, Kürdistan’da çok azı kalmış. Yani bunu kullanma, bunu, yani halkımızın inanç duygularını bu anlamda sömürgeciliğin alt yapısını oluşturmada alabildiğine kullanma siyasetidir. Bununla birlikte özellikle gençlik üzerinde çok yoğun durma, yani imkanlar sunma, okutma, gel dershane, yurt ve burs gibi. Bu şekilde yol ve yöntemlerle, cemaatler yoluyla, işte bilmem değişi vakıflar yoluyla Kürt gençliğini ehlileştirme, yani asimilasyona tabi tutmadır.

Bütün bunlar olmadığında da, bütün bunlara gelmeyenlere de eroine, esrara, tinere, kapkaççılığa bulaştırma, yani böyle bir derinleştirilmiş psikolojik savaş vardır. Ben arkadaşlara şimdi şunu söylüyorum; gelip katılan gençler var. Ben diyorum o gençlerin şahsında yeni de olsa, aslında zafer vardır. Niye zafer var? Yani önünde bu kadar tuzak var. Bu kadar tuzaktan, düşürme tuzaklarından kurtulup da buraya kadar gelebilen kişiye bravo. Bravo ona. Ha belki yara bere içerisinde de olmuş olabilir. O hiç önemli değil, biz onu tamir etmeliyiz, yaralarını sarmalıyız. Yani kişiliği darbelenmiş olabilir, herhangi bir şeye bulaşmış olabilir. Çünkü bulaştırıyorlar. Bulaştırıyorlar yani, kendilerine bağlıyorlar, kendilerine bağlı olmayanı da farklı kötü yollara sevk ediyorlar.

Bunlara da gelmeyeni zaten sürekli polis baskısı, sürekli takip, sürekli cop, sürekli tazyikli su altında diyelim sindirmek istiyor. Bütün bunlara gelmeyen, mesela şimdi diyelim gençlik var, üniversitelerde, mahallelerde, onlara dönük de sürekli polis baskısı vardır. Bu polis baskısından, bu düşürme tuzaklarından, bu kendine bağlama oyunlarından kurtulup buraya gelene de gerçekten bravo. Bugün Kürt gençliği bunu yoğun bir biçimde gerçekleştiriyor. Yani derinleştirilmiş bir psikolojik savaş durumu var. İşte AKP ile Fethullah cemaati biz böyle PKK’Yi marjinalleştiririz diyorlar. Dini kullanacak, bu yöntemleri kullanacak, mal mülk işte birçok kişiye veriyor, satın alıyor diyelim, bazılarını öne çıkarıyor. Biliyorsunuz, isimlerini söylemek istemiyorum. Hemen kendilerine oradan pay çıkarırlar, bizi tehdit etti diye. Fakat bilinen tipleri, toplumda ihanet eden, bireysel ve ailesel çıkarı için gelmiş olduğu toplumsal gerçeğine sahip çıkmayan veya sahip çıkıyorsa da onun teslim alınmasını esas alan, teslim alınması için çaba gösteren kesimler hep oluyor. Bu sadece Kürt toplumunda değil, bir Filistinlilerde de o kadar kişi çıktı, başka toplumlarda da vardır. İşbirlikçiler, yani Kürt toplumundaki işbirlikçileri öne çıkarıp, böylece toplumu teslim alma, direnen kesimleri marjinalleştirme politikası yürütüyorlar.

İkide bir çıkıp diyorlar ki; bilmem PKK baskı yapıyor da, baskıyla bir siyasi parti oy alıyormuş. İnsaf ya, insaf siz bu kadar tuzak ve bu kadar baskı geliştiriyorsunuz. Köy köy, mahalle mahalle bu kadar baskıcı güçleriniz vardır. Ona rağmen, yani banka kredilerinden, devletin olanaklarından, okul imkanlarından yararlanmak istemeyen, fedakarlık yapanlar yurtseverlik çizgisini bugün yürütüyor. Onlar risk göze alarak işte gidip kendine yakın gördüğü partiye oy veriyor. Bu konuda baskı uygulayanlar kendileri, ama sanki biz uyguluyormuşuz gibi, hep gösteriyorlar. Ama bir baskı kalksa, gerçekten bu sömürgecilik, sömürgeciliğin böyle bütün boyutlarıyla toplumu cendereye alma sistemi sona erdirilirse, Kürt halkının nasıl tercih yapacağı açık ortadadır. Ona rağmen bugün yarısından çoğu tercihini koymuş bulunuyor. Bu çok anlamlı ve çok değerli bir tutumdur.

Bu politikaların sonuç alacağını düşünüyor musunuz? Buna karşı Kürtler neler yapmalı?


Gerek Ergenekon’un önceki uygulamaları, o vahşi şiddet politikası, gerek günümüzde yeşil Ergenekonun sadece şiddeti değil, her biçimde zengin, kendilerine göre yani yöntemlerle bu toplumu teslim alma politikaları sonuç almayacaktır. Çünkü bunun karşısında Önder Apo’nun da geliştirdiği bir felsefe vardır. Nedir bu? Kendine sahip çıkma, iradene sahip çıkma, insanlığına sahip çıkma, mal mülke değil, onuruna sahip çıkma felsefesidir. Önder Apo’nun geliştirdiği bu felsefe bugün Kürdistan kadınında önemli bir düzey kazanmıştır. Kürdistan gençliğinde yaygın gelişen bir felsefe bir duruş biçimidir, onurlu bir duruştur.

Kariyer için, bilmem mal mülk için, ailesel ve bireysel çıkarlar için kendini satma değil, kendinde ısrar etme, insanlığına sahip çıkma, diline sahip çıkma, doğasına sahip çıkma, gerçeğine sahip çıkma ve zulme karşı durma, ne pahasına olursa olsun zulme karşı duran bir iradeli insan yetiştirme felsefesini Önder Apo bugün Kürdistan’da geliştirmiştir. Ve hareketimiz bu felsefeye dayanarak bugün bu gücü gösteriyor, bu direnişi geliştirebilmektedir. Dolayısıyla sömürgeciliğin geliştirdiği mal mülk felsefesine dayanan politikasıyla, devrimin geliştirdiği insanlığına sahip çıkma, onuruna sahip çıkma, kültürüne sahip çıkma, geleceğine sahip çıkma bugün çatışıyor. Çatışan bu iki felsefedir esasında, ama biz insanlığın kazanacağına inanıyoruz, güçlüce inanıyoruz.

"ORTADOĞU'DA ONURUYLA ÇALIŞAN TEK ÖRGÜTÜZ"

Diğer taraftan hareketinizin eylemleri, aktivitesi arttığında Erdoğan ‘Dış güçler, destekleyenler var, batılı güçler’ diyor. Her gerilla eyleminde bir dış güç arama modası, argümanı nedir, ne derece doğrudur?

Şimdi Türk devletinde baştan beri bir hastalık haline gelen bir durum var. Nedir bu? Her Kürt halkının bir kalkışması, bir isyanı olduğunda dış mihrak derler. Dış mihrak, dış parmak, yani hep dışarıyla bağlantılı değerlendirmişlerdir. Çoğu zaman da gerçekte de, mesela cumhuriyet dönemindeki Kürt isyanlarında dış destek falan yoktur. Ağrı isyanında kısmi Hoybun yoluyla belli bir temas olsa da Fransa ile ama esasında sunulmuş bir destek yoktur. Hiçbir Kürt isyanına dışarıdan destek verilmiş değildir, Kuzey Kürdistan’da. Ama Türk devleti hep dış mihrak teorisini topluma empoze etmiştir. Şimdi de aynı şeyi yapıyor.

Hareketimiz Ortadoğu bölgesinde kendi onuru, kendi haysiyetiyle, kendi gücüyle ayakta durabilen belki de tek örgüttür. Biz öyle kimsenin yörüngesine girebilecek bir hareket değiliz. Bizim kendi yörüngemiz var, kendi paradigmamız ve kendi çizgimiz vardır. Sanki biz birilerinin taşeronu olmuşuz. Kendisi resmi bir biçimde taşeronluk yapıyor. İşte uluslararası güçlerin bir taşeronu biçiminde bölgede rol oynuyor. Kalkıp bizi işte başka güçlerin, işte Suriye’nin, bilmem İran’ın taşeronu gibi yansıtmaya çalışıyorlar, bu külliyen yalandır.

Halkımız şunu bilmeli; biz Kürdüz, bu devletlerin hiçbirisi de öyle bize güvenip destek verme durumunda değildir. Çünkü biliyorlar ki, bizim güçlenmemiz, onların da yarasına dokunur. Bu nedenle öyle bir şey yoktur. Ha kendisi Suriye’ye karşı savaş açmış, yani günümüzde mesela şimdi Türkiye-Suriye arasında bir tek Kürdistan bölgelerinde sınır var, başka yerlerde sınır kalmamış ki. Arabalar zaten Kilis’ten kalkıp Halep’e gidiyor, Halep’ten gelip Kilis’e geliyor, yani sınır adeta kaldırılmıştır. Yani bir savaş durumu vardır. Türkiye bu savaşta bir taraftır. Hemen otomatikman diyor Suriye de o zaman bana karşıt olanları destekliyor. Öyle bir şey yoktur. Ama şu oldu; daha önce bu iki devletle bize karşı ittifak yapmışlardı. Şimdi bu ittifakları tabii bozuldu. Neden bozuldu? Çünkü uluslararası dayandıkları eksen farklıdır, mihverleri farklıdır. Dolayısıyla karşı karşıya gelmiş oldular ve onlar hemen otomatikman diyorlar ki, işte o zaman bu diğer güçler destekliyor.

"İRAN İLE HER AN BİR ÇATIŞMA SÜRECİ BAŞLAYABİLİR"


Halbuki gerçeği şudur: gerçekten yani burada şunu söyleyebilirim, yani İran ile biz bu dönemde PJAK’ın çatışmaması için adeta milim üzerindeyiz, çünkü her an bir çatışma sürecinin başlama olasılığı gündemdedir. Ama nasıl mesela diyorlar ki, işte PJAK güçlerini çekti, yok PJAK işte şöyle oldu, böyle oldu. Hayır, 5 Eylül 2011'de PJAK ile yapılan ateşkesin üzerinden bir yıl geçti. İran devleti de önemli oranda buna uyuyor. Geçmişte bizim Türkiye’de defalarca ilan ettiğimiz ateşkesler vardı ve Türk devleti buna uymuyordu. Ama İran şimdi buna uyuyor. Fakat yer yer çatışmalar oluyor, o çatışmalar neredeyse bazen büyük bir çatışmaya ve ateşkesin bozulmasına dönüşecek düzeye de geliyor. Dolayısıyla yani öyle bir görüşme, ittifak durumu söz konusu değildir. Ne İran’la, ne Suriye’yle, ne de başka bir güçle, elbette biz büyük bir hareketiz, herkesle şöyle veya böyle bir ilişkilenmemiz olabilir, ben bunu tümden reddetmiyorum, ama biz kendi özgücümüze dayanıyoruz. Ha şimdi diyorlar niye büyüdü?

Sen kendin diyalog sürecini bozdun, kendin savaş ilan ettin. Erdoğan’ın kendisi Temmuz ayında savaş ilan etmedi mi? Yani şimdi İmralı’da tam 400 gündür ağırlaştırılmış bir tecrit, bir işkence var. Kim bunu meşru gösterebilir? Bu bir savaş değil midir yani? Bu bir savaştır. Bu Kürt siyasetçi yakasından tutulup içeri atılmış, sorgusuz sualsiz, bu bir savaş değil midir? Kürdistan’da savaş yasaları geçerlidir. Kendisi bize karşı savaş ilan etmiş, öte yandan diyor ki neden PKK’nin eylemleri artmış? PKK’nin eylemleri tabii ki artar, sen buna yol açtın. Sen kendin operasyon yapıyorsun, insanları tutukluyorsun, bir halkın önderine, sen istediğin kadar önder sayma, terörist başı de, ama biz biliyoruz ki, bu yeryüzünde ezilen bütün toplumlar, halklar mücadelelerini yürütürken, egemen devletler onlara hep terörist demişlerdir.

'TÖRERİSTLİK HALK İÇİN MÜCADELE İSE BİZ TERÖRİSTİZ'

Türk devleti geçmişte Şex Said’e, Seyit Rıza’ya ne dedi? Eşkıya dedi, şaki dedi. Şimdi bize de terörist diyor. Diyebilir. Eğer terör kendi halkı için mücadeleyse, kendi dili için, kültürü için, varlığı için, toprakları için mücadeleyse evet biz oyuz. Ama gelgelelim ki, esas terörü uygulayan, Kürdistan’da uygulayan devlettir, Türk devletidir, biz değiliz. Şimdi yani terör niye arttı diyorlar. Sen devlet terörünü geliştiriyorsun, sen bu kadar insanı tutukluyorsun, sen bir halkın, üç buçuk milyon insanın imza altına aldığı, ‘Bu benim siyasal irademdir’ dediği bir Önderliği hukuksuz, ahlaksız bir biçimde tecride alırsan, bu savaş değil midir? Peki hangi TC devleti yasalarında bir tutuklunun bir yıl boyunca tecrit altına alınması diye bir şey var mıdır? Bunu kim yapıyor? Bunu Tayyip Erdoğan’ın ferdi kararıyla uyguluyorlar. Niye bu görülmüyor ki? Bu bir savaş, bir saldırıdır bu. İmralı’da bugün bir saldırı var. Buna karşı tabii Kürdistan Özgürlük Hareketi de kendini savunacak, meşru savunma hakkı vardır.

Kendini savunacak, savunma savaşını devrimci halk savaşı perspektifi ile başarıya taşımanın yollarını arayacak tabii. Şimdi yaptığı budur. Yani artma bu nedenledir. Kendileri neden olmuşlardır. Şimdi, biz tabii bölgenin mevcut değişim havasından elbet yararlanırız. Bu bir gerçektir. Bölgede bugün herkes özgürlük diyorsa, demokrasi diyorsa, bölge sistemi yıkılıyorsa, biz 90 yıldır bu bölge sistemine karşı halk olarak hep direnmişizdir. Güney’de direnmişiz, Doğu’da direnmişiz, Kuzey’de direnmişiz, Batı’da direnmişiz. Kürt halkı bu sistem kurulduğundan bu yana bu sisteme karşı mücadele vermiş bir halktır. Çünkü bu sistemden çok büyük trajediler yaşamış, büyük zararlar görmüş bir halk aynı zamanda. Katliamlar yaşamış bir halktır. Buna karşı hep direnmiştir. Bugün de direniyor.

Eğer sistem yıkılıyorsa, daha fazla direnişini yükseltecek ve o da artık özgürlüğüne kavuşacaktır. Bir de şu var; varlığı tehdit altında olan bir halkız. Soykırım kıskacındayız biz. Şimdi diyelim ki, anadilde eğitim hakkı verilmezse, ve bu ilelebet olursa, bu halk olarak kültürel olarak varlığını sürdürebilir mi, dil olarak varlığını sürdürebilir mi? Bu mümkün değildir. Bir yerde anadilde eğitim yapılmadığı müddetçe orada asimilasyon var demektir.

Asimilasyon bugün yaygınlaştırılarak, farklılaştırılarak yaşamsallaştırılmak istenilmektedir. Esası budur. Yani bundan dolayı gelişen, Kürt halkının öz dinamiklerine dayalı bir biçimde gelişen mücadeleyi farklı yerlere bağlayarak topluma yansıtma yanlıştır, bir çarpıtmadır. Böylece Türk toplumunu şimdi yanlış sürekli empoze ediyorlar, manipülasyondur. Şimdi Türk toplumu bizi doğru tanısa belki farklı yaklaşır, ama sürekli dışa bağlı, vay bize sürecimize çomak soktu, bilmem benim dilim varmıyor o kelimeleri söyleyeyim de, binbir türlü suçlama ile diyelim bizi böyle göstererek o zaman Türk toplumunun normal insanları da doğal olarak tepki gösterir tabii.

"DUA ETSİNLER PKK DİYE BİR ÖRGÜT VAR"

Türk medyasında ise yoğun bir şekilde bir propaganda var. Hatta son dönemlerde tv ekranlarına çıkan PKK uzmanlarının sayısında da artış var. Onların değerlendirmelerini nasıl buluyorsunuz?

Şimdi bu durumlar AKP döneminde daha fazla arttı. Önceden de vardı, yani mesela Kürdistan’a dönük devlet politikaları, gerçek politikalar hep toplumdan gizlenmiştir. Daha bugün açığa çıkıyor işte, Şark İslahat planından tutalım, en son hani Ecevit’in arşivinde bulunan o yarbayın hazırladığı, 1961 darbe ardından geliştirilen Kürt politikasına ilişkin rapor. Şimdi yeni yeni, parça parça açığa çıkıyor. Türk devleti Kürdistan’daki esas politikasını her zaman Türk toplumundan gizlemiştir. Açıklık yoktur yani. Zamanında ‘Kart kurt’ dediler. Bunu kim söyledi? Akademisyenler söyledi. Bilime de kast etme vardır. Bilim suçu işleme vardır.

Şimdi bu son dönemde bazı yeni yetmeler ortaya çıkmış, bakıyorsun daha gencecik, adının önünde prof unvanı var. Yani akademisyen güya, ama bayağı yalan söylüyor. O gün ben tesadüfen bir programı izlerken, sanırım Mehmet Özmen diye bir profesör, yani kendi savını kanıtlamak için, ispatlamak için yalan söylemek zorunda değilsin. Ne diyor? Diyor; ‘Ben bizzat PKK’lilerle görüştüm. İlk kez bunu açıklıyorum.’ Zaten öyle de söylüyor. "PKK’liler bana dediler ki, gelişen bu Suriye durumundan dolayı biz Oslo’da masayı ters çevirdik". Sen nerede PKK’lilerle görüştün? Kim, hangi PKK’li bunu sana söyledi? Yani güya bizim işte Suriye eksenli bir çıkış yaptığımızı ispatlamak için, kalkıp bunu söylüyor. Yalan yani.

Ondan sonra bir Kürt var, galiba Mazhar Dağlı. Hem de zaman zaman Kürtçe konuşuyor. Yani bir kişi kendi gerçeğine, kendi toplumuna ters düşer de, ama bu kadar da değil yani. Onun o yalana dayalı teorileriştirdiği şeyler, Kürtlere ilişkin, Kürdistan’a ilişkin, yani insan ona bakınca gerçekten de ihanetin yüzü ne kadar çirkindir görüyor. Bu biçimde manipülasyonla toplumu farklı bilgilendirerek, tamamen çarpıtarak farklı bir şey oluşturmak istiyorlar. Halbuki gerçekler farklıdır. Bu konuda gerçeklerin topluma doğru yansıtılması halinde sorun çözülür, ben ona inanıyorum.

Şimdi mesela ikide bir deniliyor ki, Erdoğan da en çok onu kullanıyor, anket yaptık diyor. Şimdi bu anketler neyin ürünü? Sen toplumu sürekli Kürt halkı, Kürt Özgürlük Hareketi hakkında yanlış bilgilendiriyorsun, manipülasyon yapıyorsun, öcü gibi gösteriyorsun, düşman gösteriyorsun. Bunu düşman gösterdin mi, tabii ki en sıradan bir şeye bile halk tepki gösterir. Şimdi AKP’nin politikasını yönlendiren nedir? Bu anketlerdir. Anketlerin dayandığı zemin nedir, manipülasyona dayalı ırkçı, faşist bir zihniyettir, şovenist bir bakış açısıdır. Ben şuna inanıyorum; Anadolu’da git bir köylüye, Kürt sorunu nedir, ne değildir, doğru dürüst anlat, destekçi olur. İkide bir diyorlar ki, işte PKK Kürt-Türk çatışmasını yaratmak istiyor. ya bizim saflarımızda bir kere bu kadar Türk arkadaşımız vardır. Dua etsinler ki, PKK gibi bir hareket vardır. Halkların kardeşliğini esas alan bir hareket vardır. Bizim öyle bir durumumuz yoktur. Yani Kürt-Türk çatışmasını geliştirmek isteyen başkadır, PKK bunu önlüyor. Eğer Önder Apo 1999 yılında esir alındığında o çıkışı yapmasaydı, o zaman işte Kürt-Türk kavgası olurdu. Yani halkların birbirine kırdırılması ideolojik olarak bizim karşı olduğumuz bir şeydir, kalkıp bizi bununla suçluyorlar.

Antep olayı oldu mesela. Yok işte PKK yaptı, yok PKK şunun bunun şeyi olarak bunu yaptı. Şimdi PKK final sürecine girmiş bir harekettir. Kürt toplumunun tümünü kazanmak istiyor ve Türkiye toplumunun da ekseriyetinin desteğini almak istiyor. Böyle bir konsepte sahip bir hareket, kalkıp da çarşı ortasında bir bomba patlatır mı? Böyle bir planlama, böyle bir karar alabilir mi? Yapmışsa kendine ters düşer. Şimdi böyle çarpıtarak, bütün gerçekleri ters yüz ederek nereye gidecekler? Diyelim bu konuda, özellikle de bu AKP yetkililerinin üslubu, tarzı toplumu karşıtlaştıran bir tarzdır. O akademisyen adı altında piyasaya sürülmüş olan taslakların hepsinin üslubu öyledir. Kürt düşmanlığını geliştirmedir. Başka bir şey değildir.

Oysa ki biz halkların kardeşliğini geliştirmek istiyoruz. Bir arada eşit özgür yaşama düzeyini yaratmak istiyoruz, böyle bir düşünce, böyle bir bakış açısını toplumda yaymak istiyoruz. Türkiye toplumunu kazanmak istiyoruz biz, Türkiye halkını kazanmak istiyoruz biz. Emekten yana olan, haktan yana olan tüm Türkiyeli insanların Kürt sorununda çözümden yana tavır almasını istiyoruz. Bu açıdan ben özellikle mesela Türkiye’deki samimi Müslümanları, samimi inanç sahibi, Alevi olsun, Sünni olsun, bütün kesimleri bu konuda duyarlı yaklaşmaya çağırıyorum. Yine tüm gerçek demokratları, gerçek solcuları, çünkü solun bir kısmı da ulusalcı, ırkçı bir çizgiyi yürütüyor, artık ona sol demek de zaten doğru olmaz, ama gerçek solcuları ve gerçek inanan insanların Kürt halkıyla bir arada nasıl yaşanır diye tartışmasını istiyorum. Kürt toplumu sizinle birlikte bir arada yaşamak istiyor ama siz onu ezmek istiyorsunuz. Dilini yasaklıyorsunuz, kültürünü yasaklıyorsunuz, onun Önderliğini yok etmek istiyorsunuz, manipülasyonla, yalan dolanla farklı göstermek istiyorsunuz. Bu böyle olmaz.

"ETA YANLIŞ YOLDA, ONLAR GİBİ DEĞİLİZ"

Eğer siz bu toplumla kardeşçesine yaşamak istiyorsanız, o zaman eşit davranırsınız. Dilini, kültürünü de kullanır. Bunun gibi birçok halklar var Avrupa’da, mesela Avrupa’yı her konuda örnek alıyorsunuz madem, Avrupa’da birçok halklar var, bir arada yaşıyorlar. Mesela Bask diyorlar, o gün başbakan da Bask örneğinden bahsediyor. Bask’ta bir yazar cevap vermiş, Bask’ta ne var? Bask’ta Basklıların parlamentosu var, anadil eğitim hakkı var, güvenliği var, bayrağı var. Her şeyi var. ETA’ymış. ETA yanlış bir çizgide gidiyor zaten. Tabii ki toplum desteklemez. Biz öyle değiliz. Benim bugün burada savunduğumu, dağ başındaki çoban da savunur, şehir içindeki bir esnaf da savunur. Kendi kimliğine sahip çıkan her Kürt, benim burada savunduğumu orada savunur. Ben farklı bir şey söylemiyorum. Bunun için biz toplumsal bir hareketiz ve bizi bu toplumsallıktan da hiçbir zaman düşüremezler. Çünkü bizim amaçlarımız, bizim istemlerimiz toplumun amaçlarıdır. Biz toplumumuz için vardır.

Ayrıca bazen onlar da diyor; ‘İşte bu PKK’liler aslında fazla uzun yaşamıyor, bilmem ne’ Evet, yani bizim saflarımıza katılan herkes kendini halkının geleceği, özgürlüğü, refahı için, eşitçe, özgürce ve insanca bir yaşam için kendisini feda eden insandır. PKK’lilerin temel ideali budur. Kendisi için değil, toplumu için mücadeleyi yürütmektir, hizmet etmektir. Bu gerçeğin görülmesi lazım. Ama bunun görülmemesi için kırk dereden su getirerek yalan dolanla bizi hep farkı gösteriyorlar, bunu da işte çeşitli akademisyen adı altında kişilerle, özel savaş uzmanlarıyla hep yapıyorlar maalesef.

"BDP'LİLERLE KUCAKLAŞMA DUYGUSALDI"

HPG'nin bir yol kontrolünde BDP’lilerin gerillalarla kucaklaşması olayı için ise Türk medyasında Bir sürü anlam çıkarıldı ve en son dokunulmazlığın kaldırılması olayına kadar vardı. O kucaklaşmayı nasıl karşıladınız?


Şimdi BDP’lilerin orada sergilediği tutum bana göre Kürt halkında tabii ki, olumlu karşılanmıştır, hatta halkın gönlünde taht kurmuştur. Bu bir gerçektir. Yani bir siyasetçi ile gerillanın kucaklaşmasının halkımız için önemli bir mesajdır ve anlamı vardır. Ama bu demin dediğim manipülasyondan dolayı, toplumun farklı şekillendirilmesinden dolayı, Türkiye ortamı için düşünüldüğünde tabii ki aynı sonuç ortaya çıkmaz. Bu konuda bana göre BDP’liler daha fazla Türkiye gerçeğini göz önünde bulundurmalı. Onlar öyle sanıyor ki, Türkiye toplumu, Türkiye demokratik, her şeyi konuşabilir, ama öyle değildir. Bu ülkede faşist ve ırkçı bir zihniyet iktidardadır. Bunu topluma da egemen kılmak istiyor. Böyle bir ortamda senin nerede ne yapacağını, ne konuşacağını bilmen lazım. Bu konuda daha duyarlı yaklaşımlar gerekli diye düşünüyoruz.

Yoksa orada onların yaptığı gayet normal bir şeydir. Kürt toplumu gayet duygusal bir toplumdur, Kürt insanı çok duygusal bir insandır. Toplumun içerisinde de herkes kabul eder ki kadın daha fazla duygusaldır. Orada bir duygusallık, bir duygu fırtınası olmuştur. Bir karşılaşma, bir kucaklaşma yaşanmıştır. Vay bu niye böyle olmuştur diye feryat koparmaları anlamsızdır. Şovenizmin dışa yansımasıdır. Ne olmuş yani insanlar karşı karşıya gelmiş? İnsanlık bir tarafa mı atılacak yani? Bir de yani eğer gerçek anlamda biz bir arada günün birinde yaşayacaksak, senin de kabul etmen lazım, oradaki o gerilla öyle senin dediğin gibi bir katil değildir. O kendi halkının özgürlüğü için kendini feda etmiş özgür bir insandır.

Kısaca tabii farklı bakış açıları var, onlar farklı yaklaşabilir. Ama çok abarttılar. Bazı şeyleri AKP böyle abartarak hamle yapmak istiyor. bir onu öyle hamleye dönüştürmek istediler, bir de Antep olayını hamleye dönüştürmek istediler. Bilinçlidir. Mesela dikkat edin, her iki olayda da bütün AKP’nin belli başlı bakanlarının hepsi konuşmuştur. Çünkü karar var, bunu hamle yapıp, bu konuyla sıkışmadan kurtulmak istiyorlar. Halkımızın gelişen haklı, meşru mücadelesi karşısında sıkışmıştır, politikası sonuçsuz kalmıştır, bocalıyor, ezberleri bozulmuştur, bu tür şeyleri de kullanarak böyle, haklılığını göstermek, doğruluğunu göstermek, sıkışmışlıktan kurtulmak için alabildiğine kullanıyor. Bence AKP bunu bilinçli abarttı, kullandı. Yoksa bir duygusallık, normal bir şeydir. Fakat yine de burası Türkiye’dir, herkes ona göre adım atmak durumundadır.

Şunu da söyleyeyim, biz o birimin davranışını da yerinde görmedik, onun için sanırım ilgili makamlar o birim komutanını görevden almışlardır. Yine hemen hepsi için bir rapor isteme süreci de başlatılmıştır. Neden? Çünkü onlar orada bir asker gibi daha resmi durmaları gerekirken, onlar da o duygusallık fırtınasına kapılmışlardır. Daha temkinli, daha metin olabilmeliydiler diye o arkadaşlar üzerine eleştiri vardır. Bir duygusallık atmosferi oluşmuştur aslında, bir yerde anlam vermek de mümkün. Ama HPG kendi kuralları çerçevesinde o tutumu eleştiriyor, tabii daha çok kendi açısından bunu yapıyor, BDP’lilerin tutumu açısından değil, onların tutumu bize göre normaldir. Demin dediğim çerçevede normaldir diyorum. Ama kendi açısından HPG ayrıca eleştirel bir biçimde ele almıştır.

"BU SORUN 206 YILDIR VAR"

Bu kadar detaylı ve titizlikli üzerinde duruyorsunuz. Peki son dönemlerde yine akil insanlar topluluğu, bazı kurumların çağrısı var. Bu sürecin içerisinde böylesi çağrılar, bu girişimler, bu konudaki yorumlarınız nelerdir?

Şimdi, çözüme dönük, gerçek anlamda çözüme dönük atılacak adımları biz olumsuz görmeyiz. Fakat çözüm zihniyetinin oluşması lazım. Akil adamlar bileşimini geliştirmek isteyenler önce şunu bilmeli; bir kere İmralı’daki uygulama hukuk dışı ve ahlak dışıdır. İnsanlık dışıdır. Bunu normal görmemeli, bu normal değildir. İkincisi devlete ve hükümete çözüm zihniyetini geliştirmek, onun alt yapısını oluşturmak önemlidir. Buna bakmak gerekiyor. Şimdi başbakan Erdoğan tam da 1 Eylül barış gününün gecesinde yaptığı bir mülakatta ne diyor? Kürt sorunu, Kürt meselesinin bir mesele olarak varlığını kabul etmiyorum diyor. Bu artık aşılmıştır. Ortada PKK sorunu var, siyasi Kürtçülük vardır diyor. Bu ne demek? Bu, PKK var, siyasi Kürtçülük var, bunları da şiddetle yok edeceğim demektir. Zaten o anlama gelen terimler de kullandı. Yani savaşı daha da tırmandıracağını o mülakatta söyledi başbakan. Ve bir de Kürt sorunu diye bir sorun yok dedi. Bir de ben kabul etmem diyor. Bilime ters bir şeydir. Bir şey varsa, sen kabul etsen de etmesen de yine vardır. Eğer sen sorumlu bir kimseysen, gerçeğe göre yaklaşman lazım. Bu sorun vardır.

Bu sorun 206 yıldan beri vardır. Yani ta daha 1806’da Koysancak’ta Abdullah Babanzade’nin oradaki valiyi hançerlemesiyle başlayan Kürt sorunu bugüne kadar vardı. Ha Osmanlı döneminde bir biçimde esnetiliyordu, çünkü Osmanlılar Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesine onay veren bir sistemi esas alıyorlardı ve bir biçimde gidiyordu. Ama cumhuriyet döneminden bu yana, tamamen retçi, tamamen her şeyi yok sayan inkarcı bir siyaset esas alındı ve o siyasetle günümüze geldik. Şimdi sen, inkarı inkar ediyorsun, yani inkarın inkarını esas alıyorsun ve diyorsun ki, artık Kürt sorununda ret vardır, inkar vardır demeyi kabul etmiyorum. İnkar etmeyi de inkar ediyorsun. Bu daha derin bir şeydir. Nasıl gitti bu sorun? Bu toplumsal bir sorundu? Yani kendine göre işte bir TRT 6 açmış, yani bir de sabote etmek için seçmeli ders vb. şeyler yapmış, diyor sorun aşılmıştır. Bu, sorunla alay etmekten öte aslında ırkçılık, Kürt hakikatını tanımama tutumudur.

"AKP'NİN ZİHNİYETİDE ÇÖZÜM YOK"

AKP'nin sorunu acaba cahillikten mi kaynaklanıyor, Kürt toplumu ve tarihini tanımama konusunda?

Elbette tabii. O da var tabii. Yani mesela teorisi nedir? Diyor, herkes Türk milletidir, Türk milleti içerisindedir. Biz ne diyoruz? Bizim çözümümüz nedir? Önderliğimiz bu konuda yol haritasında geniş açmıştır. Biz demokratik ulus diyoruz. Onlar millet diyor. Hadi millet diyelim, demokratik millet, gerçi bize göre millet demek biraz milliyetçiliğe kayar, bunu istiyoruz. Demokratik ulus çözümü diyoruz. Demokratik ulus çözümü nedir? Yani Kürtler de olur, Türkler de olur, Araplar da olur, başkası da olur, herkes kendi anadiliyle, kendi gelenekleriyle, kendi toplumsal hakikatiyle var olur, ve birlikte bir ulus olunur. Bu olabilir; demokratik ulus. Biz böyle çözüm öneriyoruz. Onlar diyorlar yok; tek millet, tek dil, tek devlet, tek bayrak, tek din. Tekçilik faşizmdir, Hitlerizm'dir başka bir şey değildir. Yeni dönemde çağımızda eğer biz bir arada birlikte yaşamak istiyorsak, demokratik ulus eksenini esas almamız lazım. Böyle olur, böyle olmazsa o zaman parçalanma olur. Başka yolu yoktur.

Bu anlamda şimdi AKP’nin temsil ettiği zihniyette çözüm perspektifi gözükmüyor. Bunu geliştiren insanlar bunu dikkate almalı. Önce mesela o sözünü ettiğim panelde başbakana soruyorlar böyle bir akil adamlar şeyini geliştirir misiniz diye. O da diyor ki siz geliştirin, biz de destek sunalım, ama hangi temelde, Kürt sorunu diye bir sorun yok diyor, sorunu çözme olarak kabul etmiyorum diyor. PKK baskısı altında olan Kürtlerin sorunu var, o Kürtlerin sorunlarını çözmek için akil adamları desteklerim diyor. Böyle çarpıtma mı olur ya? Yani şimdi basın da hep işliyor, diyor, ‘Siz geliştirin, biz destekleriz’ başbakan diyor ki, PKK’nin baskısı altındaki Kürtlerin sorununu çözmek için akil adamları geliştirin biz destekleriz. Kürt sorunu için demiyor, çünkü adam Kürt sorununu inkar ediyor. Bu açıdan bunun zemini ne kadar olur bilemem. Ama biz çözüme dönük adamlara kapalı değiliz. Onu söyleyebiliriz. Fakat gerçeklik de budur. Bunu hesaba katarak yola çıkarlarsa, belki elle tutulur bazı sonuçlara gidebilir. Bir de böyle bir bileşimin içerisinde tutarlı insanların olması da önemlidir. Hayatı boyunca PKK düşmanlığı yapmış insanların içinde olduğu bir bileşim nasıl akil adamlar olur, o da tartışmalık bir konudur. Çünkü öyle isimler de geçiyor. Kısaca biz gerçek anlamda eşitlik temelinde, Önder Apo’nun özgürlüğü Kürdistan halkına statü perspektifi temelinde çözüme varız. Bunun dışındaki farklı dayatmaları ne biz ne de Kürt halkı artık kabul etmeyecektir.

Batı Kürdistan’daki duruma tekrar dönersek, çünkü o bölgeyi çok da iyi biliyorsunuz, uzun yıllar orada da kaldınız. Batı Kürdistan’da şu anki durum ne, geleceği ne olabilir?

Batı Kürdistan’daki gelişme tabii Suriye’deki iç savaş çerçevesinde olanakların ortaya çıkmasıyla yaşanan gelişmelerdir. Yani orada Kürt halkı tabii gayet doğru bir politikayla mücadelesini yürüttü. Kendisini taraflara kullandırtmadı. Yani ne öyle rejime karşı mücadelede kendisini öyle harcama, ne de öyle muhalefetle herhangi bir ters düşme değil, kendine göre rejimin değişmesini isteyen, demokrasi isteyen, özgürlük isteyen, demokratik bir Suriye, ama özerk statü almış bir Kürdistan’ı savunan bir çizgiyi izledi. Bu çizgi doğru bir çizgiydi. Kendini güçlendirmeydi. Bunda kuşkusuz bizlerin de katkısı vardır. Yani genel hareketin yürüttüğü, özgürlük mücadelesinin yürüttüğü mücadeleden şu veya bu düzeyde etkilenme, ya da diyelim yararlanma durumu da olmuş olabilir. Ki vardır da. Ama genel olarak batı Kürdistan’daki halkımız bilinçli bir halk, bilinçli bir toplumdur. Kürt yurtseverliğinde derinliğe sahip bir toplum, örgütlü bir yapı, nitekim kendi aralarında kurdukları ulusal birlik perspektifi de çok önemlidir. O açıdan şu anda kendi birliklerini kurmuş ve önemli bir takım yerleşim alanlarında kendi sistemlerini, öz yönetimlerini kurmaya çalışmaktadırlar. Bu gayet doğal, normal bir şeydir.

Herhalde yeni Suriye böyle merkezi, katı bir Suriye olmayacaktır. Belli ki Suriye federatif bir Suriye olacak, ademi merkeziyetçiliğin esas alındığı bir Suriye olacak. Bu Suriye’de Kürtler de kendi kimlikleriyle bir biçimde yer alacak. Şimdi Türkiye buna karşı da çıkmak istiyor. sen buna da karşı çıkarsan, önce Güney Kürdistan’a da karşı çıktın, o zaman Kürt düşmanlığın ayyuka çıkmış demektir. Kürt düşmanlığı ile Türkiye bir yere gidemez. Türkiye ne zaman nerede bir önemli tarihsel adım atmışsa, bunu Kürt düşmanlığı temelinde değil, Kürt dostluğu temelinde yapabilmiştir. Bu çok önemli tarihsel bir tecrübedir. Ama ne yazık ki bugünkü liderlikler bunu dikkate almıyor. Yani Osmanlı tarihine bakın, Selçuklulardan Osmanlıya kadar sürekli, hatta Atatürk’ün çıkışına bakın, sürekli Kürt desteğiyle bunlar yapılmıştır. Şimdi Türkiye de Ortadoğu bölgesinde bir çıkış yapmak istiyor, bölgesel bir güç olmak istiyor, bunu da Kürt karşıtlığı temelinde yapmaya çalışıyor. Yapamaz, başaramaz. Kürt karşıtlığıyla çöker. Çünkü Kürtlerin köklü bir temeli var ve mevcut Ortadoğu siyasetinde de bir yeri vardır.

"BATI KÜRDİSTAN'A MÜDAHALE OLURSA, SAVAŞ YAYILIR"

Halbuki kendi Kürt sorununu çözüp Kürt dostluğu temelinde eğer bu söz konusu ettiği bir güç olma, bölgesel bir güç olmayı önüne koysa, o zaman belki başarma şansı olabilir. Ama Kürt karşıtlığı temelinde böyle bir şeyi yapması mümkün değildir. Bir de oradaki halk, herhangi bir el uzatma durumunda, kendini savunabilecek imkanlarına sahiptir. Kendisini organize etmiştir. Ayrıca öyle bir saldırı durumu ki Türkiye şimdi hep tampon bölge diyor, Suriye’deki mültecileri adeta bunun için çekmeye çalıştı. Şimdi belki zorlanıyor ama adeta çekmeye çalıştı. Reklamını yaptı o kampların, herkesi çekmeye çalıştı ki, tampon bölge kararını BM’de çıkarabilsin diye. Şimdi seksen binin üzerinde insan geldi, BM öyle bir kararı çıkarmadı. Türkiye tek kaldı. Zaten iki üç gündür hep bu tartışılıyor, tek başına kaldı. Yani aslında bu AKP sadece bize karşı mücadelesinde başarısız kalmadı, Ortadoğu politikasında başarısız bir performans sergiledi. Dolayısıyla şimdi amacı nedir? Amacı tampon bölge kararını aldırtmadır. Bu temelde belki oradaki oluşmuş Kürtlerin öz yönetimine bir biçimde el uzatma, bir biçimde müdahale etmedir.

Oraya müdahale ederse o zaman savaş tüm Kürdistan’a yayılır. Sadece Batı Kürdistan'da olmaz. Tüm Kürtler buna karşı çıkar. İstanbul’daki Kürt de çıkar, Ankara’daki Kürt de, İzmir’deki Kürt de, kuzeyin her yerindeki Kürtler de bir biçimde buna karşı direnerek cevap vermek durumunda kalır. Yani bu daha tehlikeli bir şey olur, kısaca onu söylemek istiyorum. Ama şimdiki politikaları böyledir. Halbuki orada yaşanan şey gayet doğal, normal bir şeydir. Suriye rejimi artık çözülüyor, o çözülme çerçevesinde oradaki Kürtler de kendini yönetme temelinde sistemlerini kuruyorlar, demokratik bir sistemdir. Niye ondan rahatsız oluyorlar ki? Şimdi diyorlar ki, bir yalan da koyuyorlar, Suriye oradan çekilmiş, onlara vermiş. Öyle bir şey yok. Kaldı ki çok yansımadı ama benim bildiğim kadarıyla birçok yerde çatışmalar oldu, Suriye’nin yaşadığı kayıplar oldu, oradaki savunma güçlerinin, PYD’nin kayıpları oldu. Bir de bunu da zaten hep ters çeviriyorlar, "BAAS rejimi PYD’ye bırakmış" diye. Öyle bir şey yok. Kaldı ki birçok yerde çatışmalar yaşandı ama tabii Suriye de Kürtleri direkt karşısına almak istemiyor, Kürtler de bana göre Suriye’yi bu aşamada böyle hemen karşıya alan, öne atılan bir politikayı yürütmemesi gerekir. Neden? Çünkü Kürtlerin orada sayısal azlığı vardır. Güçler iktidar savaşını yürütüyor, Kürtler bir hak arayışı içerisindedir. Dolayısıyla öne atılmasına, yani Kürtlerinki silahlı mücadele değil, siyasal mücadeledir. Bana göre bu doğru bir politikadır. Yani Suriye’ye karşı öyle silahlı mücadeleye girme biçiminde değil, kendini savunmalıdır. Özgücünü esas almalıdır. Aynı şekilde dış müdahalelere arka çıkmamalıdır. Suriye toplumu kendini kendisi değiştirmelidir. Bunun mücadelesini yürütüyor zaten. Bu anlamda Kürt halkı oradaki diğer dinamiklerle bir dayanışma içerisinde tabii süreci götürmelidir. Nitekim şimdiki politikası da öyledir. Ben o politikayı doğru görüyorum.

"AVRUPA'DA BÜTÜN KÜRTLER FESTİVALDE BULUŞMALI"

Son olarak Avrupa’daki Kürtler, sürgündeki Kürtler için 20. festivallerini yapacaklar. Avrupa'da yaşayan Kürtlere çağrınız nedir?

Ben şimdiden uluslararası Kürt kültür ve sanat festivalini selamlıyorum, özellikle Avrupa’daki tüm yurtsever Kürdistanlıların bu festivale iştirak etmelerinin önemli olacağını düşünüyorum. Bu nedenle tüm Kürdistanlıların katılması çağrısını yapıyorum. Neden? Çünkü gerçekten Kürt halkının özgürlük davası, mücadelesi bugün çok tarihi bir aşamada seyrediyor. Bugün Önderliğimiz, halkımız, gerillamız, tüm özgürlükçü dinamiklerimiz bir direniş içerisinde. Gerillanın başlattığı bir hamle durumu var. Bunun paralelinde yurt dışındaki tüm Kürdistanlıların da diplomatik siyasi hamledir, kendini örgütleme hamlesidir ve bir de destekleme hamlesini daha fazla geliştirmesi gerekmektedir.

Şimdi hep tartışıyoruz, konuşuyoruz ya, PKK’ye kim destek veriyor, kim destek vermiyor türünden, sürekli karşı tarafın iddiaları oluyor, bizim cevaplarımız oluyor. Gerçek şu ki halkımız kendi kendine yeterli oluyor, kendi devrimini besliyor. Bu sadece Avrupa’daki halkımız için geçerli değil, tüm Kürdistan’daki halkımızın bu konuda gösterdiği büyük fedakarlıklar vardır. Evlatlarını veriyor, maddi imkanlarını sunuyor, yani gerçekten tarih ileride bunu çok yazacak. Yoksul bir halkın kendi kıt imkanlarıyla bir devrim hareketini nasıl yaşattığını tarih yazacaktır. Çünkü bugün yaşanan gerçeklik budur. Ama bunda Avrupa kitlesinin çok büyük bir rolü vardır. Avrupa’daki Kürdistanlı kitlelerin Kürdistan’daki devrimin gelişmesinde gerçekten önemli bir rolü olmuştur.

Ben eminim ki bu tarihsel aşamada da bu rol daha fazla oynanacaktır. Bizim beklentimiz halkımızdan bu konuda çok daha fazla vardır. Tüm yurtseverler, demokratik kurum ve kuruluşlar, bu dönemde gerçekleşen etkinliklere en güçlü bir biçimde katılarak Kürt halkının uluslar arası alandaki sesini en iyi bir biçimde temsil edebilmelidir. Bu açıdan bu festivale de böyle güçlü katılarak sesini yükseltmeli, Önderliğe sahip çıkma, gelişen büyük tarihi direnişe sahip çıkma, onu destekleme anlamında bu festivale güçlüce katılmalıdır diye düşünüyorum. Bu temelde Avrupa’daki yurtsever kitlemizi en içten duygularla selamlıyor, kendilerine üstün başarılar diliyorum.


ANF

KCK Halep Katliamını Kınadı: Saldırılar Karşılıksız Kalmayacak

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, Halep’te Kürt mahallesinde en az 20 kişinin katledildiği hava saldırını şiddetle kınayarak, “Herkes bilmeli ki Batı Kürdistan’da yaşayan Kürdistan halkı yalnız değildir” dedi. KCK, Güney Kürdistan’a yönelik hava saldırılarını da kınayarak “hiçbir saldırının karşılıksız kalmayacağını” söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada şunlar belirtildi:

“Suriye Ordusu’nun savaş uçakları tarafından, Halep’in daha çok Kürtlerin yaşadığı Şêx Mexsud Mahallesi’ne dönük dün yapılan bir hava saldırısı sonucu 20 Kürdistanlı yaşamını yitirerek şahadete ulaşmış, çok sayıda kişi ise yaralanmıştır.

Çatışmaların başından bu yana sürekli yapıcı yaklaşmış olan Kürt halkı, Kürt haklarının da kabul edildiği demokratik bir Suriye için siyasal yöntemlerle mücadele yürütmüş olan haklı davaya sahip olan bir halktır. Buna rağmen bu çatışma süreci içerisinde çeşitli dönemlerde Kürt halkına dönük saldırılar gerçekleşmiş ve en son Şêx Mexsud Mahallesi’nde yapılan bu saldırıyla katliam boyutuna çıkarılmıştır. Biz bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz.

Herkes bilmeli ki Batı Kürdistan’da yaşayan Kürdistan halkı yalnız değildir. Tüm Kürtler onların arkasında her zaman duracaktır. Suriye’de savaşan tarafların Kürt halkını hedeflememeleri, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi isteyen siyasi duruşunu doğru anlamaları önem taşımaktadır. Biz biliyoruz ki, bu parçadaki değerli yurtsever halkımız, yurtseverlik bilinciyle dolu, özgürlük aşkıyla yaşayan bir halk olarak kendi içinde geliştirdiği örgütlülük ve birlikle kendini savunabilecek güçtedir. Ancak bu tür provokatif saldırılara karşı halkımızın daha fazla dikkat etmesi ve daha etkili tedbirlerle kendini savunması da gerekmektedir.

Bu vahim olayda şahadete ulaşan, aralarında çocuk ve kadınlarında bulunduğu tüm yurtseverlerimizin aileleri ile tüm Batı Kürdistan halkına başsağlığı diliyor, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Birer özgürlük şehidi olarak bu değerli yurtseverlerimizin anılarının özgürlük mücadelesinde yaşatılacağına olan inancımızı belirtiyor, Batı Kürdistan’da yükselen kutsal özgürlük mücadelesini selamlıyor ve onların arkasında olduğumuzu vurgulamak istiyoruz.

Ulusal-demokratik birliğini kurmuş, bölgesel meclislerini inşa etmiş olan Batı Kürdistan halkımızın özgürlük ve demokrasi yürüyüşü önünde hiçbir gücün engel olamayacağını belirtmek istiyoruz.

Aynı biçimde Kuzey Kürdistan ve Güney Kürdistan’a dönük uçak saldırılarını mütemadiyen sürdüren Türk devleti en son Kandil’e gerçekleştirdiği saldırıda sivil alanları hedeflemiş, bu saldırısında 2 yurtsever insanımızı yaralarken değerli Kandil halkının malvarlığına önemli zararlar vermiştir. Yine dün gece 00.00-01.30 saatleri arasında Türk devletinin savaş uçakları Xakurkê alanına yönelik bir saldırı gerçekleştirirken bu sabah 05.30-06.00 saatleri arasında ise Şemdinli’nin Goman Tepesi ile Şikêra Sipî alanlarını uçaklarla bombalamıştır. Yapılan tüm bu hava saldırılarıyla halkımızın bağ ve bahçeleri önemli oranda tahrip edilmekte, halkımıza önemli maddi zararlar verdirilmekte ve halkımız bölgeden göçertilmek istenilmektedir.

Yapılan tüm bu saldırıları da şiddetle kınıyor, hangi parçaya dönük olursa olsun, Kürdistan halkına dönük yapılan hiçbir saldırının karşılıksız kalmayacağını, Kürt Özgürlük Hareketi’nin her parçada Kürt halkını savunabilecek güçte olduğunu ve gereken cevabı verebilecek performansa sahip olduğunun bilinmesi gerektiğini belirtiyoruz.

Halkımızın engin öfkesi ve özgürlük mücadelesinin yürüyüş temposu altında sömürgecilik ezilecek, zulüm değil haklı davanın sahipleri kazanacaktır.”


Halep'teki katliama Kürtlerden sert yanıt 

Halep/Qamişlo - Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’teki Kürt mahallesine düzenlenen hava saldırısında hayatını kaybedenlerin sayısı 20’ye yükselirken, 54 kişi de yaralandı. Halk Meclisi, bu saldırının cevapsız kalmayacağını duyururken, YPG güçleri Kobani çevresindeki tüm askerleri çıkarttı.

Perşembe akşamı Kürt mahallesi Şeyh Maksud’a düzenlenen hava saldırısında hayatını kaybedenlerin sayısı 20’ye yükseldi. Ölenlerin tümünün Afrin nüfusuna kayıtlı oldukları bildirildi. Saldırıda 3’ü ağır 54 kişi de yaralandı. Yaralıların birçoğu diğer Kürt mahallesi Eşrefiye’deki hastanelere kaldırıldı.

Mart 2011’de başlayan ayaklanmalardan bu yana ilk kez Suriye rejimi bir Kürt mahallesine hava saldırısı düzenliyor.

SURİYE ÖZGÜR ORDUSU KONTROL NOKTASI

20 kişinin cenazesi dün akşam Halep’ten Afrin’e doğru yola çıkarıldı. Ancak Batı destekli Suriye Özgür Ordusu’nun denetimindeki bir noktada kimlik kontrolü için durduruldu. Cenaze konvoyu Hiretan mahallesinde kısa süre bekledikten sonra, kimlik kontrolü yapılmadan yoluna devam etti.

Aralarında PYD’nin de olduğu çok sayıda Kürt örgütünün bünyesinde barındıran Batı Kürdistan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM), katliamı sert bir dile kınayarak, Suriye rejiminin “histeri içerisinde” olduğunu söyledi. TEV-DEM, Kürtlerin barışçıl gösterilerine rağmen, savaşa itildiği tespitinde bulunurken, halkı koruyacak güçte olduklarının altını çizdi. TEV-DEM, demokratik özerklik projesinin hayata geçirilmeye devam edeceğini vurguladı ve gençlerin sivil savunma güçlerine katılmaya çağırdı.

HALK MECLİSİ: SALDIRILAR CEVAPSIZ KALMAYACAK


Batı Kürdistan ve Kürtlerin yaşadığı diğer alanlardaki yönetim işlerini yürüten Halk Meclisi de bir açıklama yaparak katliamı kınadı. Halk Meclisi, “Rejim katliamlarla halkların taleplerine karşılık veriyor. Şeyh Maksud’daki olay da bir kez daha Esad rejiminin hiçbir meşruiyetinin kalmadığını gösterdi. İyi bilinmeli ki, Kürt halkı bu saldırılar karşısında sessiz kalmayacak ve kendisini koruyacaktır” dedi.

YPG KOBANİ’DEKİ REJİM GÜÇLERİNİ ÇIKARDI

Güvenliği sağlayan Halk Savunma Birlikleri (YPG) yaptığı yazılı açıklamada, Suriye rejimine bu katliamın bedelinin “ağır bir şekilde ödetileceğini” belirtti. Katliamı kınayan YPG, “Hayatını kaybedenlerin kanı yerde kalmayacak ve misilleme eyleminde bulunulacak” dedi.

YPG katliamdan sonra Kobani kenti etrafındaki tüm rejim güçlerinin çıkarıldığını bildirdi.

Bugün Batı Kürdistan halkı her hafta yapılan Cuma yürüyüşleri için yeniden sokaklara çıkıyor. Katliam nedeniyle bu haftaki Cuma yürüyüşlerinde Halep Katliamı lanetlenecek.

Suriye’deki Kürt nüfusu 3,5 milyon olarak tahmin ediliyor. Bunların 600 bini başkent Şam’da, 600 bini de Halep’teki Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerine yaşıyor. Batı Kürdistan’da olduğu gibi bu mahallelerin güvenliği de Halk Savunma Birlikleri (YPG) tarafından sağlanıyor.

38 GÖZALTI

Suriye rejiminin Kürtlere yönelik saldırıları son günlerde arttı. 2-5 eylül tarihleri arasında Qamişlo ve Şam’da toplam 38 Kürt gözaltına alındı. Şam’da 5 Eylül’de 5 Kürt işçi gözaltına alınırken, aynı gün Qamişlo ile Dirbesiye arasında aynı aileden 5 kişi, 3 Eylül’de Qamişlo’da asker kaçağı olduğu iddiasıyla 25 kişi gözaltına alındı. Buna karşılık Kürt güçleri de 8 polisi gözaltına aldı. Gençlerden bazıları serbest bırakıldı. 2 Eylül’de yine Qamişlo yakınındaki bir küçük kentte 3 Kürt genci rejim tarafından gözaltına alındı. Kürt güvenlik güçleri de askeri bir karakola baskın yaparak, 5 askeri gözaltına aldı. Rejim güçleri, Kürt gençlerini serbest bırakmak zorunda kaldı. 




ANF

Karayılan, Erdoğan'ı Gediktepe'ye davet etti

BEHDİNAN - AKP hükümetinin Ortadoğu'dan değişen dengelerden dolayı Kürtlerin özgürlüklerine kavuşmasından korkuttuğu için bir 'ezme konseptini' devreye soktuğunu söyleyen KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Erdoğan'ı Gediktepe'ye davet etti. ANF'ye konuşan Karayılan " Erdoğan, Gediktepe’ye gelip orada kamuoyuna görüntü verirse o zaman onun bütün söyledikleri doğru bizimki yalan" dedi.

Temmuz ayında Şemdinli'de başlayan gerillanın yeni savaş tarzı Botan'a yayılırken, gözler Kandil'de. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan gerilla denetim bölgelerinin Zağroslar'dan Dersim'e kadar geniş bir coğrafyada bulunduğunu belirtti. Kürt hareketine dayatılan yeni konsept karşısında 'Devrimci Halk Savaşı'nı başlattıklarını söyleyen Karayılan, ANF'ye verdiği söyleşide önemli mesajlar verdi.

AKP hükümetinin geçtiğimiz yıl Kürt halkının özgürlük dinamiklerini zayıflatma kararını aldığına dikkat çeken Karayılan, "Amaç şuydu; yani bölge yeniden dizayn edilirken, işte bölgede bugün bir özgürlük ve demokrasi havası var, Bundan Kürt halkının yararlanmamasıdır" dedi. Karayılan ile İmralı'da Öcalan'a yönelik bir yıldan fazladır süren tecridi, Şemdinli'den başlayan gerilla hareketi ve Batı Kürdistan'daki gelişmeleri konuştuk.

Yoğun bir süreçten geçiyoruz. Bu sürecin temel özelliği nedir? Bütün gözler Medya Savunma Alanları’nda. Kandil, bu süreci nasıl tarif ediyor?

Bu süreç hiç kuşku yok ki, mücadele tarihimizin en önemli stratejik bir sürecidir. Aslında sadece bizim hareketimiz ve halkımız için değil, tüm Türkiye ve hatta bölge halkları için önemli bir süreç yaşanıyor. Kürdistan’da yaşanan gelişmeler de bu genel gelişmelerle bağlantılı bir biçimde yaşanmaktadır. Şimdi sürece nasıl gelindi konusu tabii ki önemli bir konu. Biz aslında Kürt sorununu barışçıl-diyalog yöntemiyle çözmek istiyorduk. Bunun için çok çeşitli çabalar sergilendi.

Başkan Apo defalarca açıklamalar yaptı, yine hareketimiz hakeza deklarasyonlar yayınladı, birçok çaba sergiledi. Nihayetinde bildiğiniz gibi yaşanan bir oslo ve İmralı süreci vardı. Esasında biz bu temelde sorunu köklü bir biçimde çözmeyi stratejik bir yaklaşım olarak ele aldık. Fakat sonuç itibarıyla bütün boyutlarıyla anlaşıldı ki, karşı tarafın yani devletin zihniyetinde Kürt sorununun çözüm perspektifi yoktur. Kürtleri, özgürlük hareketini, değişik manevralarla oyalayıp, nihayetinde marjinalleştirme ve tasfiyeye uğratma vardır. Bunu biz o diyalog sürecinde çeşitli biçimlerde algıladığımız gibi, daha sonrası alınan tavır, tutum ve bugün ortaya koydukları zihinsel çerçevesi durumun böyle olduğunu açıkça gösteriyor.

'SÜRECİ AKP BİTİRDİ'

- O dönemde de uyarmıştınız yani oyalama…

Kuşkusuz. Yani bu konuda Türkiyeli bazı gözlemciler de aynı sonuca gitmişlerdir. Yani TC Devleti adına hareket eden AKP hükümetinde çözüm zihniyeti oluşmuş değildir; bir çözüm perspektifi olmadığı anlaşıldı. Mesela "Demokratik Açılım" dediler, ne olduğu anlaşılmadı. O kadar tartışma yapıldı, tartışmalarda maddeler halinde uzlaşılan noktalar sonuç itibarıyla ortaya çıkıyordu. Hiç birisini uygulamadılar. Nihayetinde bu durumu bir biçimde netleştirmek için Önderliğimiz tarafından sunulan protokollere de zaten cevap vermeyip, süreci bitirdiler. Şimdi neden bitti? Türkiye tarafı hep sürekli bizim bitirdiğimizi söylüyor, bu doğru değil.

Bölgede yaşanan gelişmeler önemli gelişmelerdir. Bölge yeniden dizayn ediliyor. AKP devleti Oslo sürecinin geliştireceği bazı sonuçlara dayanan Kürt hareketinin güçleneceğini düşünerek çark etti aslında. Öncesinde de yoğunlaşmış zihinsel bir alt yapısı yoktu ve bir de bu Ortadoğu’daki gelişmeler türkiye’deki bu politikayı doğrudan etkiledi. Ne yaptı? Daha önce AKP biraz Batı güçlerine dayanarak, biraz da yerel bölgesel güçlere dayanarak bize karşı bir mücadele yürütüyordu. Yani bir ayağı İran ve Suriye ile ittifak, bir ayağı da ABD ve NATO’yla ittifak politikası vardı. Hatta Bu çerçevede İran’la ortak oluşturdukları konsept vardı, 2011 yılının ortalarına kadar. İran bunun için Kandil’e saldırdı. Eğer başarılı olsaydı farklı sonuçlar ortaya çıkabilirdi. Ama orada AKP hükümeti karar verdi, bir tercih yaptı. Paradigmayı değiştirdi.

"AKP'NİN PLANI ÇÖZÜM DEĞİL, EZMEDİR"

İbreyi hangi yöne değiştirdi ve bundan hareket olarak nasıl etkilendiniz?

Kararını Batı ülkeleriyle birlikte hareket etme yani taşeron görevini üslenme, bu temelde Oslo sürecini tümüyle bitirme, İmralı görüşmelerini sonlandırma ve Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme, Kürt halkının özgürlük dinamiklerini zayıflatma kararını aldı. Bunu AKP geçen yıl aldı. Hatta seçimden önce kendi milletvekili aday listesini buna göre hazırladı. Çünkü politikasında Kürt Özgürlük Hareketi ile herhangi bir çözüme gitme değil onu ezme vardı. Amaç şudur; yani bölge yeniden dizayn edilirken, işte bölgede bugün bir özgürlük ve demokrasi havası var. Bundan Kürt halkının yararlanmamasıdır. Bunun için PKK’nin zayıflatılması gerekir. PKK’ye yönelim aslında bu çerçevede kararlaştırılmış yeni bir konsepttir. Eğer bu konuda bölgesel güçler yani İran ve Suriye daha fazla ümit vermiş olsaydı belki onlarla da bir biçimde hareket edebilirdi.

Zaten onlarla birlikte 8 yıl bize karşı savaş yaptı. Ama oradan ümidi kesti, baktı ki ABD’nin öncülüğünde Batı sermayesi bölgeyi dizayn etmede kararlıdır; Türkiye ondan yana yerini aldı ve bu temelde hareketimizi de tasfiye etmeyi gündemine koydu. Hatta bu konuda muhtemel ki, batı güçlerinden almış olduğu sözler var. Zaten bu çerçevede kendisine verilen ileri teknoloji, istihbarat, vb. şeylerde de artma durumu söz konusudur. Dolayısıyla bu yönelim aslında öyle Silvan’daki bir eyleme dayanarak geliştirilmiş bir eylem değil, bir paradigmasal değişimdir.

Kürt halkının özgürlük dinamiklerini zayıflatma girişimidir. Onun için başlangıçta İmralı’da Önder Apo’ya karşı ağırlaştırılmış bir tecrit politikası ve psikolojik işkence yöntemleri gündemleştirildi, Onun için o tarihten bu yana Kürt siyasetine karşı geliştirilen siyasal soykırımın temposu daha da arttırıldı ve onun için Kürt halkına dönük çeşitli biçimlerde şiddet yöntemleri kullanıldı ve diyelim bir faşizm pratikleştirildi. Bir çok yerde insanlarımız-gençlerimiz çeşitli vesilelerle katledildi. Yani çeşitli vesilelerle baskıcı sindirme politikası gündeme girdi. Bu paralelde geçen yıl gerillaya karşı da zaten Tamil örneğini tartıştılar. Yani AKP’nin tüm yandaş köşe yazarları bunu sık sık gündeme getirdi. İşte Tamil gerillaları nasıl Sri Lanka devleti tarafından tasfiye edildiyse aslında PKK’nin de o biçimde yani Batı’nın da sağlayacağı ileri teknoloji ve istihbarata dayanarak bunun bu biçimde tasfiye edileceğini varsayarak hareketimize karşı bir topyekun savaş geliştirildi. Şimdi bunun üzerinden aslında 1 yılı aşkın bir zaman geçiyor. Bu geçen bir yıl içerisinde AKP’nin politikası sonuç aldı mı? Hayır.

"DİRENİŞİMİZ AKP'NİN EZBERLERİNİ BOZDU"

AKP 2012 baharında kolu kanadı kırılmış bir PKK hedefliyordu. Ancak her alanda büyük direnişle karşılaştı. İmralı’da başlayan direniş gerilla sahasına, toplumsal sahaya, Kürt hareketinin sahalarına nasıl yansıdı ve AKP hedeflediği sonucu neden alamadı?

Şimdi bize karşı bir topyekun savaş süreci başlatıldı ve bu dalga dalga bütün alanlara yaydırıldı. Mesela dikkat edin, bütün Kürt dinamiklerini, bilinçli-örgütlü kesimleri, kimlikli duruşa sahip bütün çevreleri hedeflendi. Yani basın-yayın çevreleri, kültür çevreleri, hukuk, siyaset, sivil toplum çevreleri yani toplumun kolunu-kanadını kırma hareketi geliştirildi. Önderliği de tecrit ederek, yani Önderlik üzerinde sistematik bir psikolojik baskı oluşturarak, sözüm ona Önderlikle hareketin bağlantısını kesip, işte harekette bir kontrolsüzlük gelişeceğini hesapladı. Belki de zaman zaman ortaya atıyorlar ya, bilmem şu kişiler, bu kişiler, farklı gruplar varmış gibi göstererek. Aslında o bir beklentidir, hareketimizde öyle bir şey yok.

Fakat anlaşıldığı kadar öyle bir beklenti yaratmak istiyor

Evet. Öyle bir beklentiyi gündemleştiriyor. Yine Kürt siyasetine karşı çok yoğun bir baskı uyguladı. Beklentileri parçalanmadır. Bazılarının teslim olmasını sağlamadır. Bu anlamda Kürt siyaseti de hakikaten direniş gösterdi. Bütünlüğünü ve birliğini korudu. Hem zindandakiler, hem de dışarıdakiler bu tutumu aldı. Bu hakkı teslim etmek gerekiyor. Yani bir bütün bir direniş süreci Kürdistan’da gelişti. Gerilla başlangıçta bazı kayıplar verdi. Bu, yanılgılı bazı yaklaşımın sonucu verilen bazı kayıplardır. İşte siyasal süreç vardı, diyalog süreci. Bir biçimde tüm arkadaş çevresi biliyordu, bir beklenti vardı.

Bu beklenti nedeniyle gerilla kurallarında derinleşme, gerillalaşmada böyle tüm kuralları hareket tarzını yeterli düzeyde uygulamada yaşanan yetersizlikler sonucu. Yani işte devlet istihbarat alabildi, bir kısım birlikler, alanlarla ilgili. Kışın ortasında karda bunlara dayanarak yeri tespit edilmiş gruplara karşı vahşi ve insafsızca yönelimler gerçekleştirerek işte Garzan’da, Cudi’de, Bingöl’de bir takım birliklerimiz darbe aldı. Ama bu demek değil ki PKK artık güçsüzleşecek. PKK hareketinin yani 30 yıllık bir savaş deneyimi vardır; örgütsel deneyimi vardır, siyasal deneyimi vardır. Hızla tabii hareket kendisini toparladı. Gerilla sahasında toparladığı gibi aslında siyasal alanda yurtdışında yurt içinde genelde sürece girişte gecikme yaşanmış olsa da, bir takım yetersizlikler olsa da kendisini toparlayabildi.

Özellikle bahar aylarından, Newroz’dan bu yana başlayan süreç tamamen bir direniş sürecidir. Yani önderliğimizin İmralı’daki direnişi çok tarihseldir, çok anlamlıdır. Yine Kürt siyasetinin direnişi anlamlıdır. Halkımızın fedakarlığı çok değerli ve gerillanın özellikle de bahardan beri göstermiş olduğu performans sürecin aslında nasıl şekilleneceğini göstermektedir. Şimdi hareketimizin geliştirdiği bu direniş süreci, AKP’nin ezberlerini bozdu, hesaplarını boşa çıkardı ve politikalarında başarısız kaldı. Onun için zaman zaman iç tartışmalarında boşluk yaratılmış olduğundan bahsediyorlar; işte Cemil Çiçek’in çıkışı var filan. Yani şimdi belli ki AKP’nin o kendisini çok bilinçli sayan bir takım çevreleri, işte o danışmanlar grubu filanların oluşturdukları teorilerin boşa çıkma durumu var.

"DEVRİMCİ HALK SAVAŞI AŞAMASINDAYIZ"

Kürtlerin direnişinin AKP’nin içinde ortaya çıkan siyasi krizde payı var mıdır?

Siyasi kriz var, çünkü hesapları doğru çıkmadı. Bir yanıltmayı yaşadıkları açığa çıkmış bulunuyor. Çünkü yani Kürt halkını, onun özgürlük mücadelesini ve PKK hareketini doğru değerlendiremeyen, onun dayanmış olduğu dinamikleri göremeyen herhangi bir güç tabii ki doğru politikalar da geliştiremez. Biz bunu hep söyledik. Biz dedik ki, kan dökülmesini istemiyoruz. Burada bir halk var. Bu halkı göreceksiniz. Ve biz bu sorunun barışçıl yöntemlerle çözülebilmesi için çıtayı en aşağıya indirdik. Bunu doğru anlayın, bunu yanlış değerlendirmeyin. Yıllardır bunu söylüyoruz ama bu sözlerimize değer vermediler; dolayısıyla hesapları boşa çıktı. Kürdistan Özgürlük hareketi gelişimini sürdürecek. Şimdi bizim yürüttüğümüz, onların geliştirdiği topyekun savaşa karşı bir savunma savaşıdır. Savunma direnişidir.

Devrimci Halk Savaşı, özü itibarıyla savunma savaşının gelişen saldırıları boşa çıkarması ve karşı hamleyle zafere yürüme perspektifidir. Şimdi biz o aşamadayız. Mademki siz diyalogla barışçıl yöntemlerle çözüme gelmediniz ve bizi yok ederek, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm dinamiklerini tasfiye ederek Kürt halkını köleleştirmek istiyorsunuz, o zaman buna karşı Kürt halkı da direnecektir. Kürt halk Önderliğinin direnişçi tutumu tüm toplumda dalga dalga gelişecek, derinleşecek ve gerillada bu başarılı bir performans biçiminde pratikleşecektir. Bunun önüne kimse geçemez.

Bu tabloda Batı Kürdistan'daki gelişmeleri nereye koyuyorsunuz?

Mademki bölgede herkes özgürleşiyorsa Kürtler de özgürleşir. Yani AKP’nin yeni dönemde ortaya çıkışı şudur: İşte herkes değişecek, diyelim, Ortadoğu’da yeni bir düzenleme durumu gelişecek ama Kürtlerin statüsü olduğu gibi kalsın. Hayır efendim. Kürtler de artık özgürleşmek istiyor. Yani şimdi bu sistem 1923 Lozan Anlaşmasıyla imza altına alınmış bir sistemdir. Bu sistem artık aşılıyor. Çöküyor bu sistem. Bu sistem çöküyorsa Kürtler de bu sistemin yarattığı inkar siyasetinden kurtulacaktır. Bunun önüne geçemezler. Bu, tarihin bir akışıdır.

Tarihin akışının önüne hiç kimse geçemez. Yani AKP’nin çabaları beyhude çabalardır. Elbette ki Batı Kürdistan’daki Kürtler özgürleşecek. Şimdi şöyle bir şey . Yani oradaki Az Az şehrine destek sunuyor. Orada Mımuc vardır, Cerablus vardır, Bab vardır, herkes kendi yerini denetime alıyor. Kürtler de Afrin’de Kobani’de yönetimi ele geçiriyor, “vay niye Kürtler orada yönetim oldu” diyerek isyan bayrağını çekiyorlar. Saldıracağız diye tehditler savuruyorlar. Yani bu bir Kürt düşmanlığıdır. Tüm halkımız bunu bilmeli. PKK’nin bugün sömürgeciliğin geliştirdiği bu saldırıya karşı yürüttüğü direniş, ulusal değeri çok büyük olan bir direniştir. Tüm Kürtler için çok anlamlıdır. Çünkü eğer PKK’nin bu şimdiki direnişi varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma direnişidir. Bugünkü direniş olmasa Kürtleri köle sistemine tabi tutacaklar.

Bütün Kürtler bunun farkında mı?

Yani inanıyorum ki, önemli oranda farkında. Giderek bu gelişecek. Yani PKK’nin sömürgeciliğe karşı Kürt iradesini bu biçimde direnişle savunma, sahiplenme ve gerçekleştirdiği iradeleşme düzeyi tüm parçalarda etkisini gösterecektir. Batı Kürdistan’da PKK yoktur, fakat bu ruh vardır. 15 Ağustos ruhu vardır, direniş ruhu vardır. Kendi kimliğine sahip çıkma, özbenliğine sahip çıkma ve iradeleşme ruhu vardır orada. Bunu kimse inkar edemez.

Önderliğimizin o kadar çabası, orada çalışmaları olmuştur. Ama biz PKK olarak orada değiliz. Bu bir ruhtur, Kürdistan’da artık gelişmiştir, gelişecek toplumsallaşmış bulunuyor. Bunun görülmesi gerekir. Bu görülmeden, işte Kürt sorunu yok, PKK sorunu var, onu da bilmem güçlü bir teknolojik üstünlük, istihbarata dayalı yöntemlerle yok edeceğiz diye ortaya çıkmak ve savaşın yaygınlaştırılması başka bir sonuç yaratmaz. Biz bunu defalarca söyledik ama nihayetinde tercih meselesidir. Kendi tercihlerini böyle yaptılar. Yani onlar bir yüzyıl daha Kürtleri egemenlik altında tutma konseptine dayalı olarak böyle bir politikayı bugün karar altına almış bulunuyorlar ama bunun hayata geçmesi ve başarılı olması da mümkün değildir.

"ZAĞROS'TAN DERSİM'E GERİLLA DENETİMİ VAR"


Peki, gerilla cephesinde Şemzinan, Çelê, Beytüşşebap, Botan’a kadar ve birçok alanda gerillanın inisiyatifi var. Savaş cephesinde neler yaşanıyor? Özellikle birçok kaybı gizleme uğraşında. Bu hatta neler oluyor, gerilla neler yapıyor?


Mevcut durumda yaşanan süreç yeni ve bir üst aşamadır. Evet, şimdi Türkiye’de hani çokça tartışılıyor, vur-kal diyorlar. Biz aslında onu vur-kal biçiminde demedik, yani gerilla genelde vur-kaç tarzını uygular ama belli bir düzeye geldikten ve bir yoğunlaşmayı yaşadıktan sonra her yerde değil ama birçok yerde vurup mevzilenme, adım adım denetim sahasını genişletme tarzına geçer. Gerilla bugün Zagros, Botan, Dersim’de bir takım eyaletlerde artık denetim sahasını güçlendirme, hareket sahasını, biz buralara gerilla bölgeleri diyoruz. Gerilla bölgelerini oluşturma sürecini başlatmış bulunuyor. Kuşkusuz bu her yerde olmayacak. Yani birçok yerde yine hareketli gerilla olacak.

Gerillanın gizlilik kuralları her koşul altında zaten geçerli. Gerillanın hareketlilği yine her koşul altında geçerli ama bazı yerlerde yarı hareketlilik olur, tam hareketlilik değil. Yani biz sabit bir mevzii savaşına çakılmıyoruz. O bazı siyasetten anladığını söyleyenler hemen panellere çıktılar, “PKK mevzii savaşına giriyor, bunu kaybeder” bilmem ne. Biz bu konuda bir şeyleri bildiğimizi söylüyoruz, onu söyleyeyim. Ben çok şey söylemek istemiyorum. Ama şunu söyleyeyim: biz de yıllardır bu siyaset ve savaş sanatları üzerinde yoğunlaşıyoruz. Ben burada her şeyi söyleyecek değilim, söylemem de. Gerek de yok. Ama gerilla artık Kürdistan’ın bazı bölgelerinde adım adım denetimini güçlendirecek, geliştirecektir; bazı bölgelerinde de çok hareketli bir performans gösterecektir. Yani bu konuda işte değişik şeyler oluyor. Yok işte mevziiye çakılma, yok şehri ele geçirme... Hep dediler, gelip Şemdinli’yi alacaklar da alamadılar.

Taktikten, savaştan anlamıyorlar yani. Biz öyle hemen o tür durumlara girmeyiz. Yani o biraz işin propaganda yanıdır. İşte hep, biz güçlüyüz de PKK güçsüz. İşte Şemdinli’ye gelip girmek istedi de büyük ve güçlü istihbaratımız hemen fark edip tedbir aldı da işte bilmem boşa çıkardı. Öyle bir şey yok. Kimse öyle yani bir şeye girmedi. Hayır. Gelişen şey çok sakin, çok adım adım gelişecek. Bir gazeteci gitmiş bir tepede bilmem bir masada kahve içiyormuş. O ne yazar ki? Sen nasıl oradasın?

Bakın size bir şey söyleyeyim: Türkiye kamuoyu biliyor mu Çukurca’nın nüfusu ne kadardır? 9 bindir. Çukurca’daki asker sayısı ne kadar? 18 bin. Siz bu biçimde varsınız Kürdistan’da. Bir sivil insana karşı 2 askeri güç dikerek varsınız. Zorla varsınız. Ama bu zorla siz ne zamana kadar varlığınızı sürdüreceksiniz. O beyefendi, bir de Şemdinli’deki askeri birlikleri hele bir gezsin de ne kadarmış. Oradaki halkın 2 katı sayısı var mı, yok mu? 2 katıdır. Şemdinli’de de öyledir. Yani şimdi bu biçimde bir askeri yoğunlukla bile siz denetim sağlayamayacaksınız.

Bugün gerillanın denetimi birçok yerde gelişmiş bulunuyor, daha da gelişecektir. Ben şu tartışmaya gelmem yani. Pek sevmiyorum, aslında basın bunu böyle yaptı, bizim basın da biraz öyle şey yaptı. Yani yok, denetim var, yok yok. Var, yok. Olur da olmaz da. Ama bugün Kürdistan’ın her yerinde gerilla etkinliğini sürdürüyor. Başbakan’ın kendisi demiyor mu, işte bizim bilmem yetkililerimizi kaçırıyorlar, şunu şöyle yapıyorlar, bunu böyle yapıyorlar. Bunları nerelerde yapıyoruz biz? Bunu Dersim’de, Bingöl'de, biz bunu Amed’de Garzan’da Serhat’ta yapıyoruz. Sadece Şemdinli değil ki. Ve artık türk ordusu birçok yere giremeyecektir, girmiyor ve giremez de. Bu bir gerçek yani. Şimdi ben böyle çok açık meydan okurcasına bir taktik savaş geliştirmek durumunda değilim. İşin propaganda yanına da hiç önem vermem. İşin esası işin taktik yanıdır. Taktiksel olarak biz bu taktiği derinleştirecek, geliştirecek ve sonuçta denetim alanını güçlendiren bir düzeyle sonuç almayı esas alacağız. Ama bunu çok değişik, iç içe taktiklerle yapmak mümkün. Yoksa gidip bir tepe tutmak ve orada bir bayrak dikmekle olmaz tabii. Yani bunu çok zengin, çok yönlü taktiklerle yapmak gerekiyor. Eğer biz böyle zengin taktiklerle başarılı bir biçimde, şimdiye kadar iyi yürüyor. yürüyen süreci sürdürürsek o zaman herkes görür nasıl sonuçlar ortaya çıkar.

"ERDOĞAN, TEKRAR GEDİKTEPE'YE GELSİN"

Tayyip Erdoğan "Ben o bölgeye gideceğim, gezeceğim" diyor. Öyle bir şey yok diyerek sürekli aksini iddia etmeye çalışıyor

Erdoğan 2010 senesinde Şemdinli’ye geldi. Genelkurmay Başkanı’yla birlikte Gediktepe’ye gelip çevreye baktı, kontrol etti. Şimdi de o tepeye gelsin. Eğer T. Erdoğan, TC’nin başbakanı olarak Gediktepe’ye gelip orada kamuoyuna görüntü verirse o zaman onun bütün söyledikleri doğru bizimki yalan. Yok, oraya gelmeyip de gidip Şemdinli’nin ya da Kürdistan’ın başka bir yerlerinde dolanıp Gediktepe’ye gelmezse o zaman dediklerinin hepsi yalandır, bizimki doğrudur. Ben bunu söylüyorum. Biz demiyoruz ki Şemdinli’yi tümüyle kurtardık ama Şemdinli’nin bir çok alanı tabii ki denetimimiz altındadır. Dediğim yere gelsin, 2 yıl önce kendisi geldi, şimdi de gelsin. Onu söylüyorum.

O bölgedeki savaş bu kadar net ve somut bir durum mu?

Evet, net ve somut. Şimdi bu bir savaştır. Yarın ben bakarım ki orada zarar edeceğim, oradan çekile de bilirim. Bu bir savaştır. Geçmiş savaş ustaları savaşın bir tür ticaret gibi olduğunu belirtmişlerdir. Yani sen nerden nasıl kar sağlarsan onu öyle geliştirirsin. Şimdi bu da bir devrim, bir halk hareketidir. Hangi taktik girişimden fayda sağlıyorsa onu geliştirir. Diyelim, bugün böyle bir taktik süreç hareketi, Kürt halkını güçlendiriyorsa bunda derinleşir ama yarın farklı bir durum olur, farklı taktikler de gündeme gelebilir. Onun için şimdiden her şeyi peşinen söyleyemeyiz, söylersek de pek doğru olmaz. Gelişmelere göre süreç boyutlanacaktır, onu söyleyebilirim.

"HALKIMIZA ÖNEMLİ GÖREVLER DÜŞÜYOR"

Yalnızca askeri anlamda baskılara karşı bir direnme değil, siyasi anlamda da sömürgeci kurumları işlevsizleştirme gibi bir durum söz konusu. okul boykotu, askere gitmeme, vergi vermeme gibi. Bu konuyla ilgili genel sürecin karakteri nedir?

Bir kere herkes şunu iyi bilmeli. Özellikle de yurtsever halkımız. İçinde yaşadığımız günler ve süreç çok tarihi bir süreçtir. Bugün bölgedeki gelişmeler bölgeyi köklü bir değişime ve yenilenmeye doğru götürüyor. Biz halk olarak da bu değişim sürecinde artık bu sömürgeci kölelik sistemine son vermeyi önümüze koymak durumundayız. Koymuş bulunuyoruz ama herkes anlamalı ki bütün yurtsever kesimler bunu adam akıllı, ciddi bir biçimde gündemine koymalı. Bu süreç bir fırsattır. Bunun 2 boyutu var: Birincisi bölgedeki genel gelişmeler. İkincisi hareketimizin gelip dayandığı nokta.

Yani hareketimiz işte demokratik, barışçıl yolların hepsini tecrübe etti, denedi. Bununla birlikte bir yoğunlaşmayı yaşadı. Açıkça söylersem bir güçlenme düzeyini yakaladı. Hem hareketin gelip dayandığı nokta var, hem de bölgede yaşanan gelişmeler var. Bu ikisinin gelişmesi Kürdistan’da güçlü bir sinerji ve devrimsel çıkış anlamına gelmektedir. Böyle olması gerekir ve biz böyle gündemimize koymuş bulunuyoruz. Önderliğimizin İmralı’da başlattığı direniş, Kürt siyasetinin ve halkımızın bugüne kadar sergilediği direniş ve gerillanın bugüne kadar göstermiş olduğu performans bunun alt yapısının ne kadar gelişmiş olduğunu bize gösteriyor. Biz artık başarabiliriz. Önüne geçemezler. Batı Kürdistan’da önüne geçmek istiyorlar. Geçseler bile sonuç alamazlar. Toplumsallaşmış bir gerçeklik var.

Güney Kürdistan’ı kabul etmek durumunda kaldılar, kaldı ki şimdi de stratejik ilişki kuruyorlar. Orası bir Kürt federasyonudur, statü var. Kuzey’de niye statü olmasın? 20 milyon Kürt orada. 5 milyonun olduğu Güney’de statü var ve devlet bunu tanıyorsa niye Kuzey’e tanımıyor. Önder Apo’nun özgürlüğü, Kürdistan'a statü hedefi güncel bir hedeftir. Biz buna yürümek durumundayız. Şimdi bu konuda gelinen noktada artık herkes elini taşın altına koymak durumunda. Yani her yurtsever, her aile, her gencimiz, her kadınımız, her esnafımız, işadamımız, her emekçimiz ve çalışanımız bilmeli ki bu tarihi bir süreçtir. Kendisi de üstüne düşen görevi yapmalı. Çözüm için her türlü yolu denedik, şimdi gelinen noktada direnmeliyiz. Çözüm direnişten geçiyor.

Erdoğan'ın son açıklamaları ortada. Yani o da gösteriyor ki biz direnmeliyiz. Şimdi halk nasıl direnmeli? Evet gerilla bugün çok önemli tarihsel bir hamleyi başlattı. Kürdistan gençliğinin gerilla saflarında sergilediği performans hepimizi etkiliyor. Beni şahsen çok etkiledi. Güçlere gidiyoruz, güçlerin temel eleştirisi nedir biliyor musunuz? “Niye eyleme katılmıyoruz?” Eyleme gidiyor, diyor niye en öne girmiyorum. Medya Savunma alanında kalmış, diyor niye biz Kuzey’e en keskin çatışmaların olduğu yere gitmiyoruz. Yani bir fedakarlık ve bir fedailik gelişmiş. Bu çok önemli bir durum.

Eylem içinde eylem yapanlara tanık olduk..

Evet, yüksek bir fedai ruh var. Herkes kendini feda etmek istiyor. Çok tarihsel bir şey bu. Bu 1 kişi değil, 2 kişi değil, 100 kişi değil, binlercedir. Binlerce fedai. Zafer için çok büyük bir olanaktır. Bu anlamda biz artık başarıya yürüyeceğiz. Ama başarıya yürürken halkımız ne yapmalı? Bir kere Kürdistan gençliği bilmeli ki bu tarihsel süreçte rolünü oynamalı, katılım yapmalı. Ben Kürdistan gençliğine çağrı yapıyorum: Bu dönem tarihsel bir süreçtir, olağanüstü bir dönemdir, sıradan bir dönem değildir, görevlerinize sahip çıkın, katılın. Bulunduğunuz yerde mücadeleye katılın, gerillaya katılın. Bu dönem bizim kendimizi güçlendirme dönemidir. Uyuya kalma dönemi değildir. Geleceğimiz buna bağlıdır. Bir bu. İkincisi, madem ki biz çözümün ana halkaları olan bazı isteklerde bulunuyoruz. O isteklerimizi şimdiden uygulayalım.

Devlet illa versin de biz yapalım değil; şimdiden yapalım. Nedir bunlar. İşte biz diyoruz ki iki dilli yaşam. Yani Kürtçenin de ikinci bir resmi dil olması. O zaman hiçbir Kürdistanlı, devlet yetkilileriyle Türkçe konuşmasın, Kürtçe konuşsun. Devleti Kürtçe konuşmaya zorlayalım. Evet, devlet şimdiye kadar inkar etti ama bizimle barış içinde, bir arada yaşamak istiyorsa artık Kürtçe konuşmalı. O vakit, biz devletle Kürtçe konuşalım. Yani biz Türkçeye karşı değiliz, bak ben Türkçe konuşuyorum. Herkesle, toplumla Türkçe de konuşuruz ama resmi makamlarla Kürtçe konuşalım.

İkincisi, okullar birer asimilasyon odağıdır. Okullarda çocuklarımızı, gençlerimizi okutarak Türkleştireceğini geliştireceğini düşünen sömürgeci zihniyet buna dayanarak anadilde eğitim hakkını vermiyor. Seçmeli diyor boşa çıkarmak için. Birileri bunları hak olarak görüyor. Hayır, biz meşru olan hakkımızı boşa çıkarma taktikleri olarak görüyoruz o seçmeli ders benzeri şeyleri. Öyledir zaten. Esas Kürt halkının istemini boşa çıkarmak için tutuyor diyor seçmeli ders yaptık. İsmini bile söylemiyor. Hayır efendim.

Bu bir toplumdur, bir halktır. Tarihi derinliğine dayanan ve bir geçmişi olan bir halktır. Zengin bir dili vardır, kendi anadiliyle eğitim görecektir. Anadiliyle eğitim görme hakkı bir insanlık hakkıdır. Bugün yeryüzünde kabul edilmiş bir haktır bu. Ama Türkiye bu hakkı tanımıyor. Bir insanlık hakkını, meşru bir hakkı çiğniyor yani. O zaman biz çocuklarımızı okula göndermeyelim. Gençler gitmesin. Bir yıl gitmesin canım. Gitmeyelim. Yurtseverler artık böyle davranmalı. Bu önemli bir şey. Mademki tarihsel bir süreçteyiz, o zaman bu tarihsel sürecin gereklerini her yurtsever, ben Kürdüm diyen her bir kimse uygulamalıdır, bize göre.

Şimdi bir savaş var; Kürtler diyor biz barış istiyoruz ama öbür yandan herkes gençlerini cayır cayır askere gönderiyor. Sen askere gönderdikçe tabii o savaş rantçılarının eli güçleniyor. Onlar da barışa gelmiyor işte. Gördük yani. O kadar çaba sarfettik, sonuçta vurdular masayı devirdiler. O zaman Kürtler çocuklarını askere göndermemeli. Kürtler demeli ki bu devlete, şimdi savaş var, ben gidip de kardeşlerimi öldüremem, vicdani ret böyle toplumsallaşmış bir biçimde farklı bir toplumsal tavır olarak gündeme girmeli. Vicdani retçilerin eylemi kendi başına anlamlı bir şey. O ayrı bir konu. Fakat toplum olarak böyle bir tutum alınmalı. Biz gitmiyoruz, barış olsun gideriz desin. Hayır, biz bu savaşa gençlerimizi göndermiyoruz, gençler de desin ki biz gitmiyoruz. Bu üçüncü bir yol.

Diğeri, mahkemelere kimse gitmemeli. Tutuklu olanları zaten kolundan tutup getiriyorlar. O ayrı. Onlar da zaten Kürtçe konuşmalı. O anlamda bu KCK davası adı altında tutuklanan Kürt siyasetçilerinin kendi anadilinde savunma yapma tutumu ve kendilerini anadillerinde savunma istemeleri çok önemli. Ben buradan onların bu eylemini selamlıyorum. Bu dönemde 2 önemli ulusal tutumdan bahsetmek mümkün: Bunların birisi, bu siyasi tutsakların ısrarlı bir biçimde mahkemelerde kendi anadillerinde savunma yapma tutumudur. Bu konuda gösterdikleri cesaretlice çıkış ve yurtsever tutumdur. İkincisi de Kürdistanlı dindarların Sivil Cuma Namazları adı altında göstermiş oldukları çok değerli, çok anlamlı, İslam dinine de uygun düşen ve kendi gerçeğine de sahip çıkmayı esas alan oradaki tutumdur. Sivil Cuma Namazları adı altında yani din yoluyla asimilasyona meydan vermeyen ya da onaylamayan bir tutum olarak çok anlamlı ve çok değerli bir toplumsal tutumdur.

Sivil cumalar da en uzun süren eylem olarak tarihe geçti

Evet. Bu iki tutum gerçekten değerlidir. Tüm Kürdistan halkı bu iki tutum üzerine gerçekten düşünmelidir. İşte bu noktada yani mahkemelere gidilmemelidir. Kendi sorunlarımızı kendi içimizde çözelim, kendi kurumlarımızı oluşturalım, bölge meclislerimizi oluşturalım, toplumsal sorunlarımızı çözme komisyonlarımızı oluşturalım. Kendi sorunlarımızı kendi içimizde çözelim, sömürgeci mahkemelerin kapısında sürünmeyelim. Bu bir tutumdur. Tutuklu olanları da getiriyorsa onlar da kendi anadillerinde konuşmalı.

Son şey, devletle ilişkileri sınırlamak ve vergi vermemektir. Belki bunun karşısında çok ceza keserler ama bu çok tarihsel bir davadır, bir toplumsal davadır, bir ulus davasıdır. Dolayısıyla herkes bu konuda biraz risk göze almalı, fedakarlık yapmalı. Eğer bugün Kürt toplumu bu tutumu bu belirttiğim 5 noktada tutum koysa, geliştirse bu savaşı durdurur. Şimdi herkes diyor ki çözüm olsun. Çözüm böyle olabilir.

Şimdi şu var: Karşı taraf diyor ki PKK silah bıraksın, PKK teslim olsun, Kürtler bize dahil olsun. Bu asla mümkün değildir. Ne mümkün değil? Yani Kürtlerin Türk milleti içerisinde Türkleşmesi Kürtler açısından artık mümkün değildir. Asimilasyon başarısız olmuştur. 1925’ten bu yana geliştirilen Kürtleri Türkleştirme siyaseti sonuç almamıştır. Belki bazı yerlerde Antep’te, şurada burada bazı sonuçlar almış olabilir, onu yadsımıyorum. Ama gerçek şu ki, bu toplumun ezici yoğunluğu Türkleşme noktasında değildir. Kendi ulusal kimliğinde duruş sergileyen bir pozisyona sahiptir. Dolayısıyla o şey mümkün değildir. Sen eğer bunu kabul edersen, o zaman silah tartışılabilir. Yani o vakit bu sorunun çözümü, ya da barışın gelmesinin yolu nedir? Barışın gelmesinin yolu Kürtlerin kendilerini kabul ettirmeleridir. Çünkü karşı taraf diyor ki ‘Sen yoksun’ yok etmek istiyor. Madem Kürtler yok olmayı kabul etmiyor, orta yerde durmamalı, o zaman varlığını kabul ettirmelidir. Varlığını kabul ettirmek için de böyle toplumsal tutum almalıdır. Aslında bu bir çeşit sivil itaatsizliktir. Bence bu çok zor değildir. Biz kimseye demiyoruz; işte çıkın meydanlara savaşın, bilmem meydanları tutun, bilmem işte kalkın, şunu yapın bunu yapın, hayır diyoruz ki, madem ki biz Kürtler bugün meşru bir dava yürütüyorsak, meşru hakkımızı talep ediyorsak, bu meşru haklarımızı kendimiz şimdiden kullanalım. Devletin bu sömürgeci siyasetini reddetme anlamına gelen bir tutum alalım, ulusal toplumsal bir tutum alalım. Çözüm böyle gelir. Yani gerillanın hamlesi paralelinde yurtsever demokratik kurum ve kuruluşların, Kürt halkının ve Kürt halkının dostlarının böyle toplumsal bir tutumu teşvik etmesi, örgütlemesi, geliştirmesi beraberinde tabii ki sömürgeciliği işlemez hale getirecek ve dolayısıyla çözümü de gündemleştirecektir.

Yarın:

- AKP, derinleştirilmiş psikolojik savaş yürütüyor.

- Biz kimsenin yörüngesine girebilecek bir hareket değiliz.

- ETA yanlış bir çizgide, onlar gibi değiliz.

- Avrupa'daki Kürtler festivalde buluşmalı.


ANF