5 Aralık 2011 Pazartesi

Sultan Abdülhamit’ten Erdoğan’a Devredilen Osmanlı İktidarı

 
 Osmanlı'nın son dönemlerinde İttihat-Terakkicilerle, Abdülhamit yanlılarının mücadelesi yaklaşık yarım asır sürmüştü. İttihat-Terakkiciler o dönemde yenilikçi gibi görünen ulusalcı bir yapıyı; Abdülhamit yanlıları da daha çok klasik Osmanlıcılık ekseninde İslamcılığı savunuyordu.

Padişah Abdülhamit, yönetimini sağlamlaştırmak için kendisine muhalif bütün aydınları o dönemde tutuklayıp Magosa vb Ege adalarında sürgüne gönderiyordu. Yine Türk basını, sansürle Abdülhamit dönemiyle tanıştı. Kürtler de Abdülhamit döneminde günümüz koruculuk sisteminin o dönemdeki adı Hamidiye Alaylarıyla tanışmışlardı.

Bu iki kesimin mücadelesinden bir dönem İttihat-Terakkiciler galip gelse de, İttihat-Terakkicilerin I. Dünya savaşından yenilgiyle çıkmasıyla birlikte Kemalizm yönetimi devralmış ve bir asırdır da Türkiye'yi bu kesim yönetmekteydi.

Abdülhamit yanlıları da yıllarca yönetimi tekrar devralmak için pusuda beklediklerini, örgütlendiklerini günümüz cemaatçilerinin Abdülhamit'e olan hayranlıklarından biliyoruz. Özellikle dini sohbetlerinde Abdülhamit'in aslında çok iyi bir adam olduğunu, Kemalizm'in onu karaladığından sık sık dile getirmeleriyle Abdülhamit'e olan hayranlıklarını anlayabiliyoruz. Özellikle Fetullahçıların Neo-Osmanlı çizgisi, Abdülhamit döneminden sonra kaldığı yerden devam etme özlemini taşıdıklarını öngörebiliriz.

Türkiye'deki aydın ve sol çevreler yıllardır Kemalizm'in Türkiye'deki demokrasinin önünde büyük bir engel teşkil ettiği gerekçesiyle onlarla mücadele halindeydi. Demokrasinin daha da gelişmesi beklenirken AKP iktidarıyla bir asır daha geriledi.

AKP başa geldiğinde bir asırdır betonlaşmış Kemalizm'i adım adım tarihe gömdü. Bütün kurumları ele geçirdi. Bu kimi çevrelerce demokrasinin gelişmesi noktasında büyük bir gelişme olarak görüldü. Ancak ters giden bir durum vardı ki; AKP, Kemalizm zihniyetini yıktıktan sonra kendi diktatörlüğünü yerleştirdi. Fetullahçı zihniyet, AKP yoluyla adeta Abdülhamit dönemini tekrar yeşertmiş bulunmaktadır. Bugün Türkiye'deki bütün muhalif kesimler tıpkı Abdülhamit döneminde olduğu gibi tutuklanmaktadır.

            Türkiye'deki bütün muhalif kesimlerin sesini kesen AKP'nin önünde tek örgütlü güç olarak Kürtler kalmıştı. Bugün saçma sapan gerekçelerle Kürtlerin bütün kurumları baskı altında; bu kurumların çalışanlarının hemen hemen hepsi içeri atılmış bulunmaktadır.

AKP'nin "KCK" saçmalığını tartışmaya açmak ve bu konuda bir savunmaya gitmek bile saçmalamaktır. Çünkü bunun büyük bir oyundan ibaret olduğu ortadadır. Tek bir gerçek var ki AKP bu ülkede örgütlü tek bir Kürde tahammül etmemektedir.

Ülkenin içinde bulunduğu ortam demokrasi açısından korkunç bir merhalededir. Türkiye bugün demokrasi açısından yüzyıl geriye dönmüştür. Erdoğan Abdülhamit'in mirasını devralarak Osmanlının son dönem diktatörlüğünü devam ettirmiştir.

Bugün Kürtler Padişaha baş eğmediğinden dolayı büyük bir tutuklama kırımıyla karşı karşıyalar. Eskiden padişahın etrafındaki yağcı kesimler, padişaha bağlılıklarını ifade etmek ve kellelerini kurtarmak için "Padişahım çok yaşa!" derlerdi. Kürtler de bugün Padişah Recep Tayyip Erdoğan ve onun şeyhülislamı Fetullah Gülen için; Namık Kemal'in Abdülhamit için söylediği:

Civânmerdân-ı milletle hazer gavgâdan ye bidâd
Erir şemşîr-i zulmün âteş-i hûn-i hamiyetten

(Ey adaletsiz, milletin yiğitleriyle mücadeleden sakın; senin zulmünün kılıcı hamiyet kanının ateşi karşısında erir.)

Erdoğan'ın bu zulmüne çanak tutup alkışlayan çevresindekiler için:

Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denaettir
Köpektir zevk alan, sayyâd-ı bi-insâfa hizmetten

(Dünyada zâlimin yardımcısı, alçaklardır. İnsafsız avcıya hizmet etmekten zevk alanlar, köpektir.)

Kürtler ve demokrasi mücadelesi veren kesimler için:

Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyan ey yâreli şîr-i jeyân bu hâb-ı gafletten

(Ey yaralı kızgın aslan, senin gezdiğin nazlı sahrâlar, zulüm köpeklerine kaldı. Artık bu gaflet uykusundan uyan.)
Demektedir.
                                                                                              Mekselina LEHENG
mekselinaleheng@gmail.com

AKP’nin Yeni Planı TRT Şeş Partisi

Baki Gül -ANF

AKP ve Fetullah Gülen şürekası inşa etmeye çalıştığı faşist ve otoriter rejiminin bir ayağını daha örmeye başladı. Medya, yargı, eğitim, devlet bürokrasisi, emniyet, MİT ve orduyu ele geçiren AKP-Fetullah ikilisi kendisi karşısında direnen kim varsa tasfiye etti. Bu ikiliyle devlete sahip olma üzerinden kemalist bürokrasi ve ordu farklı bir zeminde mücadeleye girişti. Ancak AKP-Fetullah Gülen iktidar bloku ile kemalist elit ve ordunun mücadelesi çok uzun sürmedi. Her ne kadar Ergenekon tutuklamaları çelişkiler dışa vursa da; devletin asli özelliği ve amacı üzerinde bir uzlaşmaya vuruldu. Yani Kürt siyasal hareketine karşı AKP-Fetullah ittifakı ile Ergenekoncu/Darbe yapılanmaları bir noktada uzlaştı. Bu uzlaşmanın karşılığında PKK’ye karşı savaşta yenilmiş ve başarısız olmuş generaller ile onların uzantıları tutuklandı. Ancak Ergenekon’un ana gövdesini oluşturan Ordu, MİT, Emniyet üçlemesi ile AKP-Fetullah iktidar bloku uzlaşarak yoluna devam etti.

AKP ve Fetullah bloku iktidarını kurumsallaştırmak için kendisine yapısal direniş gösteren Kürt siyasal hareketini kuşatıp tasfiye etmeye hız verdi. Bu durumu Özgür Gündem ve Özgür Politika gazetesi Selahattin Erdem “Açılım Kodlu AKP Kuşatması” başlıklı yazısında bu kuşatma planını dört ayağını şöyle özetlemişti:

1- AKP kuşatmasının birinci ayağı, özgürlük isteyen Kürtleri dünyadan ve bölgeden tecrit etmekti.

2- Kuşatmanın ikinci ayağı CHP'deki genel başkanlık operasyonuydu.

3- Kuşatmanın üçüncü ayağı Kemal Burkay'ın Avrupa'dan alınıp Türkiyeye getirilmesi idi.

4- Kuşatmanın dördüncü ayağı ise düğmesine basılan psikolojik savaştı.


AKP’nin kuşatma planının birinci ayağı tutmadı. İran-PKK, Suriye-PKK ve Irak/Federe Kürt Devleti-PKK çatışması ve çelişkisini AKP yaratamadı. Kısmen çatışmalar yaşansa da şu andaki durumda İran, Suriye, Irak/Federe Kürt Devleti Türk devleti ve AKP iktidarı ile önemli bir çelişki yaşamaktadır. Bölgesel güç dengeleri içinde AKP’nin bu politikası tutmadı.

Kuşatmanın ikinci ayağı ise 12 Haziran 2011 seçimlerinde BDP’yi ve demokrasi blokunu başarısız kılmaya dönüktü. Kılıçdaroğlu’nun getirilmesi ile AKP; alevi sol demokrat oyların BDP’ye ve Bloka akmasını engellemek istedi. Belli yönleri ile etkili olsa da BDP-Demokrasi Bloku’nun aldığı oy oranı ve çıkardığı milletvekili sayısı planın bu ayağını da başarısız kıldı.

Bu konuda da AKP-Fetullah iktidar bloku sonuç alamadı.

KEMAL BURKAY TRT ŞEŞ PARTİSİ Mİ KURUYOR?

Ancak AKP-Fetullah iktidar blokunun Kürtleri kuşatma planının üçüncü ayağı ise dikkat çekici. Kemal Burkay’ın Avrupa’dan getirilmesi öyle sıradan ve “masum” bir politika değildi. Dikkat edin Kemal Burkay daha İsveç’te iken masasında Zaman gazetesi yer alıyordu. Burkay uçağa bindiğinde de Zaman gazetesi vardı. Burkay Türkiye’ye indiğinde de Zaman gazetesi vardı. Fetullah Gülen basınının bu özel ilgisi dikkat çekiciydi. Cemaat basınının yanında AKP gazete ve televizyonları da Burkay’ı baş tacı ediyorlardı. Her gün Burkay’ı PKK’yi karalamak demokratik Kürt siyasetinin temel yapısını ise işlevsiz kılmak için özel demeçler alarak kullandılar. Bu süreçte dikkat çekici bir nokta daha var ki bize 15 Şubat 1999 tarihinden sonraki süreci hatırlatıyor. O dönem’de Öcalan yakalanacak, örgütü ile bağ kesilerek işlevsiz hale getirilecek. Örgüt dağınıklık yaşayacak ortaya çıkan Kürt potansiyeline ise yeni siyasal liderlikler ve örgütler yaratılacaktı. O dönemde de Kemal Burkay’ın ismi çokça geçiyordu. Burkay, bu konuda çok fazla renk belli etmedi. Ancak komplonun hedefi tutmayınca Burkay, siyasetten “emekli” oldu.

Ama nedendir 2011 yılının başında emekli olmuş köşeye çekilmiş Burkay yeniden siyasete döndü. AKP’nin TRT 6 ve tasfiyeyi içeren “açılım” politikasının bir devamı olarak Türkiye’ye getirildi. Aldığımız bilgilere göre Kemal Burkay; birçok siyasetçi ile yeni bir oluşum başlatmak için görüşmeler yapıyor. AKP-Fetullah ikilisinin “2012 baharına kadar PKK iyice zayıflayacak, Öcalan ile görüşmeler yaptırılmayacak, binlerce siyasetçi, akademisyen, yazar, hukukçu ve gazeteci tutuklanacak” meydan boş kalacak ve bu boşluğu da Kemal Burkay’ın liderliğinde bir örgütlenme giderecek. Bu yapılanma tamamen AKP ve Gülen güdümünde bir siyaset izleyecek.

Burkay, çevresine bu yönlü yorumlar yapıyor ve hatta 1970’li yıllardan itibaren PKK’nin örgütlediği “kitlesini de geri alacakmış”. Bu siyasal yapının medyası ise TRT 6 olacakmış. Bülent Arınç bu konuda açık bir çek bile sunmuş. Yani siyaset mühendisliği ile Kürtlerin direngen ve özgürlükçü yapısı tasfiye edilecek; yerine AKP ve Gülen işbirlikçiliğine yatan siyaset örgütlendirilecek. Dönemin en önemli özelliği ise Öcalan’a uygulanan tecrit, PKK güçlerine karşı askeri hareket, demokratik siyaset tutuklama, ROJ TV’ye kapatma davası tam da bu dönemde yaşanıyor... Kürtlerin büyük çoğunluğuna konuşma ve siyaset yapma izni verilemezken bazı “Kürtler” yeni parti örgütlemek için faaliyetlerini hızlandırıyor! Yani “AKP hükümeti PKK'yi imha ve tasfiye saldırısını başlatırken Kemal Burkay'ın Türkiye'ye getirilişi boşuna değil” sözü çok önemli bir noktayı işaret ediyor.

AKP ve Fetullah ikilisinin Kürtleri kuşatma ve tasfiye etme planlarının dördüncü ayağı ise Medya. Kürtleri kuşatma planının belki de en önemli yönünü medya oluşturuyor. Bülent Arınç ve Fetullah Gülen sermayesinin emniyet, ticaret ve siyasal telkinlerle kontrol altına aldığı medya; bu kuşatma planının ana merkez üssü. Yapılan operasyonların toplumsal meşruiyeti, gerekçeleri medya üzerinden yaratılıyor. Her gün Kürtler hakkında onlarca yalan ve yanlış haberler bilinçli olarak emniyet ve özel yetkili savcılar tarafından gazetelere servis ediliyor. Aynı haberi, farklı yayın politikasına sahip gazeteler ve televizyon kaynakları aynı başlıklar ve yorumlarla okurlara ulaştırıyorlar. Toplumu tamamen alıklaştıran özellikte bir yaklaşımla bu ayak işletilmektedir. Bunun için Danimarka’nın açtığı dava ile Roj Tv’nin susturulması, Almanya’nın Özgür Politikaya dava açması; Türkiye’den Fırat Haber Ajansına erişimin engellenmesi, Özgür Gündem, Azadiya Welat’ın işlevsizleştirilmesinin hedeflenmesi de bu nedenledir. Yani AKP ve Fetullah Gülen ikilisinin iktidar blokunun Kürdü kuşatma planı böyle sürdürülmektedir.

Peki Kürtler ne yapacak? KCK yetkililerin bu ikilinin Kürtlerin sinir uçları ile oynandığının uyarısını yapıyor. AKP’nin bilirkişileri, cemaatin ulakları kış mevsimine girişle gerillanın eylem ve manevra kabileyetinin zayıflayacağı yönünde yanlış bir hesap içerisinde. Suriye-İran-Irak denklemindeki

Bunun da aracı kuşkusuz medyaydı.

Tayyip Erdoğan, Berlusconi gibi medyaya dayanarak iktidar olmamıştı, fakat hükümet önüne ilk hedef olarak medyayı ele geçirmeyi koydu.

Yine psikolojik savaşa ayar vermek için Tayyip Erdoğan ve Bülent Arınç yoğun çaba harcadı.

Roj TV kapattırılmaya çalışılırken, Türk medyasının yürüteceği psikolojik savaşla gerçekler çarpıtılacak, yalan-yanlış bilgilerle toplum bombardımana tutulacak, böylece bir yandan AKP'nin kirli işleri toplumdan gizlenirken, diğer yandan Kürtler etkilenip bunaltılarak özgürlük mücadelesi vermekten uzaklaştırılacaktı.
Bu kuşatmaya paralel ezme işi de geliştirilen siyasi ve askeri operasyonlarla yürütüldü.

Ancak AKP'nin bu saldırı taktikleri de boşa çıkarıldı.

İmha ve tasfiyeyi amaçlayan askeri ve siyasi operasyonlara karşı Kürt halkının kahramanca direnişi, Kemal Burkay oyununu kolayca bozduğu gibi kirli psikolojik savaşın da maskesini düşürüp etkisiz kıldı.
Peki AKP, boşa çıkan bu planlarından vazgeçti mi? Elbette hayır.

Bugün hala uygulanmaya çalışılan plan da budur. AKP ve yandaşları başarılı olmak için ısrarlarını sürdürüyorlar.

Bu plan temelindeki saldırıların Kürt sorununun çözümünü engellediği, çatışmaları tırmandırdığı, acı ölümlere ve tutuklamalara yol açtığı ortadadır. Yani Hiçbir şey yapmamış, hiçbir sonuca yol açmamış denemez.

Fakat kuşatma ve ezme planının Kürt halk direnişi tarafından başarısız kılındığı da bir gerçektir. Şimdi bunu büyük çoğunluk kabul ediyor.

Bütün bunlar, Açılım kod adlı kuşatma ve ezme planının başarısız kılınmış olduğunun çok açık kanıtlarıdır. Kürtleri kuşatma ve ezme planı çöküş noktasındadır.

Bunun bir başka kanıtı, Tayyip Erdoğanın 'KCK tutuklamaları sürecek' biçimindeki açıklamasıdır. Şimdiye kadar 'Bunu hukuk yapıyor' diyorlardı. Şimdi maske düşmüş, gerçek yüz açığa çıkmış oluyor.

Başka bir açıklık da, Atlantik ötesinde rehin tutulmakta olan Fethullah Gülen'in Kürt soykırım fetvası ile ortaya çıkıyor. Burda da takke düşmüş kel görünmüştür.

ANF NEWS AGENCY

Tatlıses İddianamesinden Komplo Çıktı!

Sanatçı İbrahim Tatlıses’in vurulması olayına ilişkin iddianamede zorlama bir şekilde PKK ve Abdullah Uçmak bağlantısı oluşturulmaya çalışılırken, savcı, olayla ilişkisi olduğu iddiasıyla tutuklanan BDP’li Ruşen Mahmutoğlu için açıkça, “suçlu değilsen kanıtla” diyor.


İbrahim Tatlıses 13 Mart 2011 tarihinde silahlı saldırıya uğramış ve ağır şekilde yaralanmıştı. Henüz kimse fail olarak yakalanmamışken polisin servis ettiği düzmece haberlerle medya olayı PKK’ye yıkmaya çalışmıştı. Saldırıdan sorumlu olarak yakalan Abdullah Uçmak isimli kişinin ülkücü olması, daha önce Tatlıses’le aralarında alacak verecek meselesinden husumet bulunması, Tatlıses’in adamlarınca daha önce ayağından vurulmuş olmasına rağmen savcılar ve medya kanıt olmamasına rağmen olayı PKK ile ilişkilendirmede ısrar ediyor.

TEK "DELİL" NEREDEN GELDİĞİ BİLİNMEYEN BİR MAİL

Dava kapsamında gözaltına alınan Mahmutoğlu’nun tutuklanma gerekçelerinden biri e-posta adresine kim tarafından gönderildiği bilinmeyen bir mail. maviderya@hotmail.com isimli adresten “acil” koduyla Mahmutoğlu’nun mailine atılan e-postada “Silivri partide Nehat Ark. Yarım kalan işi halletsin, hocanın selamı ile git. AKP’ye yaklaşması partiyi sıkıntıya soktu. AKP iş birlikçilerini cesaretlendirdi. Bu halkımıza ihanettir. Kolay gelsin” ifadesi yer alıyor. Ancak Mahmutoğlu verdiği ifadede maili hatırlamadığını, böyle bir mail almadığını, kimin attığını bilmediğini belirtmişti.

Sözü edilen Nihat Şimşek ise daha önce teslim olarak pişmanlık yasasından yararlanan bir itirafçı. Ancak hem Mahmutoğlu, hem de Şimşek, verdikleri ifadelerde birbirlerini tanımadıklarını belirtiyor.
Dosyada dikkat çeken bir başka nokta ise, Uçmak’ın cebinden çıktığı iddia edilen ve üzerinde Mahmutoğlu’nun telefon ve mail bilgilerinin yazılı olduğu bir ilaç kutusu kupürü. Oysa Uçmak evinde yapılan aramada ele geçirilen her şeyi kabul ederken, bu kupürden haberinin olmadığını ve Mahmutoğlu’nu tanımadığını ifade ediyor. Teknik ve fiziki takiplerde de Mahmutoğlu ve Uçmak arasında da hiçbir irtibat bulunamadı.

SAVCI KANAATLERİYLE SABİT BİR İDDİANAME

Uçmak’ın çetesi ve PKK arasında zorlama bağlantılar arayan savcı, bunu da şöyle formüle ediyor:

“Abdullah Uçmak’ın birkaç ay önce cezaevinden çıktığı dikkate alındığında, herhangi bir maddi destek ve yardım almadan bu eylemi yapmasının mümkün olamayacağı, PKK terör örgütünün İbrahim Tatlıses’ten kurtulma planı ile Abdullah Uçmak’ın İbrahim Tatlıses’ten intikam almak istemesi amacının birbiriyle örtüştüğü, böylece Uçmak, hem Tatlıses’ten intikam almak, hem de suç örgütü için gerekli parayı terör örgütünden temin etmek istediği, terör örgütü PKK’nın ise Tatlıses’i öldürterek, Kürt kökenli vatandaşlarımızı korkutmak, farklı sesleri susturmak ve gözdağı vermek istediği, bu şekilde Uçmak’ın ve suç örgütünün de terör örgütü PKK’nın amaçarına hizmet ettiği kanaatine varılmıştır...”

Ancak iddianamenin hemen bir alt paragrafında ise savcı kendi kendisini çürütüyor. Savcı burada ise, “Şüpheli Uçmak ile mağdur Tatlıses arasında 1998 yılına dayanan husumetleri olduğu, bu nedenle Uçmak 2003 yılında tutuklanarak cezaevine girdiği, 2010 yılının eylül ayında cezaevinden çıktıktan sonra yaptığı telefon görüşmesinde, 7 yıl cezaevinde yattığını, bu sefer haraç istemeyeceğini, vuracağını ifade ettiği” anlaşılmıştır diyor. Telefon görüşmesi tapelerinde de Tatlıses ve Uçmak arasındaki husumet, silahlı çatışma, Uçmak’ın yaralanması detaylarıyla yer alıyor. Ancak savcı elinde kanıt olmamasına rağmen saldırıyı PKK ile bağlantılandırmakta ısrar ediyor.

ERBİL’E GİTMEK PKK ÜYESİ OLMAYA YETİYOR

Savcı, Mahmutoğlu’nu suçlu göstermek için kanıt yerine hayal gücünü kullanıyor. Savcı’ya göre, Mahmutoğlu’nun BDP’nin Erbil temsilcisi olması, telefonda hayatını kaybeden bir gerillayla ilgili ifadeler kullanması, PM üyesi olmadan önce telefonda BDP İstanbul İl Başkanı atamasına ilişkin konuşması PKK üyeliği için yeterli. Polisin Mahmutoğlu hakkındaki fiziki ve teknik takibi ise BDP’nin Erbil temsilciliğine atanmasıyla başlamış yani Tatlıses’in vurulmasından çok önce.

KALAŞNİKOF KULLANMASINI BİLİYOR O HALDE PKK’Lİ

İddianamedeki en garip iddialardan biri ise olayın faili olarak tutuklanan Ersun Altun’un PKK’li olduğuna ilişkin iddia. Tatlıses’in aracını tarayanlar arasında olduğu gerekçesiyle tutuklanan Altun için savcı, “Ersin Altun’un daha önceden silah ve silah kullanımı konusunda uzman bir kişi olduğu anlaşıldığı, her ne kadar terör örgütü PKK/KONGRA – GEL ile doğrudan bağlantısı olduğu konusunda delil elde edilmemiş ise de, kalashnikov marka silahı kullanması konusundaki tecrübesi, böyle bir bağlantının olabileceği değerlendirilmiştir...” ifadesini kullanıyor. Savcının iddiası esas alınırsa aynı silahı kullanabilen herkes, TSK mensupları dahi PKK üyeliğinden yargılanabilir.

AVUKAT YENİCE: HUKUK TERSİNDEN İŞLİYOR
Mahmutoğlu’nun avukatı Hasari Yenice ise, iddianame karşısında şaşırıp kaldıklarını belirtiyor.26 Ocak tarihinde ilk duruşması görülecek olan dava için bütün delillerin kendi lehlerine olduğunu belirten Yenice, şunları söyledi:

“Müvekkilimize ilişkin yapılan iddiaların hiçbir tanesi kanıtlanamıyor. Atılan mailin polis tarafından atılmış olabilme ihtimali çok yüksek. Uydurma bir iddianame söz konusu, bu dosya ile hukuk sistemi adeta ilkel bir konuma getiriliyor. Savcı müvekkilimize adeta şunu diyor: Tamam suçlu değilsen bunu kanıtla. Yani hukuk tersinden işlenmeye başlıyor. Oysa bu sistem değişeli asırlar oldu. Müvekkilimiz serbest kalacağından emin. Çünkü ortada delil yok. Abdullah Uçmak gibi bir ülkücü PKK’ye hizmet etmekle itham ediliyor. Oysa kendisi de böyle bir suçlamayı zul sayacağını belirtiyor. Telefon görüşmeleri, teknik takipler ve diğer tüm atıflar havada kalıyor. Hiçbir şekilde Mahmutoğlu ile Uçmak, ya da Şimşek veya diğer zanlılar arasında bir bağ yok. Bunu kanıtlayacak tek delil yok. Ortada düzmece bir dosya, hayal ürünü zorlama bir iddianame var.”