17 Nisan 2012 Salı

Demirtaş: CPT'nin Sessizliği Manidar!

Partisinin grup toplantısında konuşan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, cezaevlerinde sistematik işkencenin var olduğunu belirtirken, açlık grevleri karşısında başta CPT olmak üzere Avrupa kurumlarının sessizliğinin manidar olduğunu söyledi.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, partisinin grup toplantısında konuştu. Demirtaş, konuşmasına Kutlu Doğum Haftası'na değinerek, "Çoğulcu ve çok kültürlü bir toplum olmanın güzelliklerinden biriydi, Yahudilerin ve Hıristiyanların bayramları da neredeyse aynı zamanlardaydı. Bütün dinlerin bu kutlu günlerini yürekten kutluyoruz" dedi. Turgut Özal'ın ölüm yıldönümü olduğunu hatırlatan Demirtaş, "O dönem Özal'ın Kürt sorununda yapmaya çalıştıkları ile bugünkü hükümetin yapmaya çalıştıklarını kıyaslarsak hükümetin ne kadar geride olduğunu görüyoruz. Bundan dolayı tekrar kendisini rahmetle anıyoruz" diye konuştu.

ROBOSKİ KATLİAMI ÜZERİNDEN 111 GÜN GEÇTİ


Demirtaş, Roboski katliamının üzerinden 111 gün geçtiğini ve her hafta bu katliamı tekrarladıklarını söyleyerek, "AKP Genel Başkanı da 'bu katliam karanlıkta kalmayacak' dedi. Ama 111. gündür tek bir yetkili hakkında soruşturma yok. Özel yetkili mahkeme gizli tutuyor her şeyi. İdari soruşturmada bir şey yok. Meclis komisyonu bir şey yapamıyor. Ne emri veren ortaya çıkarıldı ne de kirli katliamın arkasındakiler ortaya çıkarıldı. Sorumluların bilinmiyor olması tek başına skandaldır. Kendisinin emir komuta altındaki orduya bağlı savaş uçağının kim tarafından kaldırıldığını hükümet bilmiyorsa bu büyük bir skandaldır. Ama çok iyi bildiğini ilk saatten itibaren biz de net olarak biliyoruz" dedi. Sınır ötesi harekat yetkisinin hükümetin elinde olduğunu ve hükümetin bilgisi olmadan savaş uçaklarını sınır ötesine geçemeyeceğini belirten Demirtaş, "Neden bu katliam emrini verdin bunu açıklamak zorundasın. 'Ankara'nın karanlık dehlizlerinde kaybolmaz' diyorsunuz. Doğru sizin karartma isteğinize rağmen bunu karartamayacaksınız. Medya bu katliamı göremedi. Başına ne geleceğini biliyor. Başbakan, medya patronları ile toplantı yaptı. Orada tehditler savurdu. Korkuya dayanarak AKP'ye saygı duyanlar kendilerini gözden geçirsinler" dedi. Hükümete çağrı yapmayan herkesin katliamın sorumlusu olduğunun altını çizen Demirtaş, "Bu sıradan bir oyun değil. İnsanlar parçalandı orada. Biz bunu kapattırmayacağız. Her şeyi deneyeceğiz" dedi.

CEZAEVLERİNDE SİSTEMATİK İŞKENCE VAR

Türkiye'de cezaevlerinde kesintisiz, sistematik bir işkencenin olduğunu söyleyen Demirtaş, tutuklu ailelerinin dertlerini kendilerine ilettiklerini söyledi. Türkiye'de sorun yaşanmayan cezaevi olmadığını söyleyen Demirtaş, "Sincan, Tekirdağ, Osmaniye ve Şakran Cezaevi sistematik işkence yerleridir. 10 kişilik odalarda 30 kişi yaşamak zorunda bırakılıyor. Binlerce siyasi tutuklu cezaevlerinde bu işkenceleri yaşıyorlar. Osmaniye'de açlık grevi vardı. Adalet Bakanı'nın taahhüdü oldu biz de bunu takip edeceğiz" dedi. Osmaniye Cezaevi'nde yapılanların 12 Eylül dönemi ile aynı olduğunu söyleyen Demirtaş, "Revire götürürken başını öne eğip duvar dibinden yürütmeye çalışıyorlar. Orada ki tutsaklar bedenini ölüme yatırdı ve direndi. Şakran Cezaevi'ndeki kadın tutuklulara dönük çıplak arama uygulaması yapılıyor. İnşaat temizliği zorla oradaki tutuklulara yaptırılıyor" dedi.

AÇLIK GREVLERİ

Cezaevlerinde, dışarıda yaşanan siyasi süreçten dolayı yapılan açlık grevlerinin devam ettiğini belirten Demirtaş, "Talepleri İmralı'da tecridin son bulması, müzakere ile barış sürecine geçilmesi ve yeni anayasada Kürtlerin haklarının verilmesidir. Strasburg'da 15 açlık grevcisi ölüm sınırına dayanmış durumda. Hükümetin ve AB kurumlarının sessizliği manidardır. CPT'nin sessizliği de manidardır. İşkence konusunda artık Avrupa'nın bazı kurumlarını hükümet ile suç ortaklığı yaptığı görülmelidir. AB temsilcileri Türkiye'deki durumu doğru görmeli ve kendi kurumlarını doğru bilgilendirmelidir. AB Konseyi ve CPT aksi taktirde suç ortağıdır. İşkenceyi Önleme Komitesi bu işkenceye ortaktır diyeceğiz aksi taktirde" diye kaydetti.

HÜKÜMET BÖLGEDEKİ GELİŞMELERİ OKUYAMIYOR


AKP hükümetinin "Suriye halkına özgürlük getireceğiz" deyip, Türkiye'yi emperyal ülkelerin bataklığına sürüklemeye çalıştığını belirterek, "Suriye'de isyan başladığında Türkiye halen ortak protokoller imzalıyordu. Hükümet bölgedeki gelişmeleri okuyamıyordu. Esed ile güllük gülistanlıktı. O günler 'kardeşim Esed' günleriydi. Obama'nın tavrı sonrasında 'diktatör Esed' tavrı gelişti. Suriye meselesinde Türkiye politikası bocalıyor. ABD, İsrail, İran rahat ama Türkiye başarısızlık nedeniyle en zor pozisyonda olan ülkedir. Bu kadar kamburu olan kendi içinde siyasal, sosyal sorun yaşayan bir ülkenin Suriye ihalesinde kendine emperyalist güç biçmek kadar tehlikeli olan bir şey yoktur. Senin üstüne düşen halkların kendi istediği çözümlere yol açmaktır" dedi. Başbakan Erdoğan'ın Çin ziyareti sırasında neredeyse Suriye'ye savaş açmanın eşiğine geldiğini söyleyen Demirtaş, Başbakan Erdoğan'ın kimseyi bilgilendirmediğini, tek başına savaş açacak gücü kendinde gördüğünü belirtti.

ERDOĞAN, SURİYE’DE ÖZERK KÜRDİSTAN’I DESTEKLİYOR MU?

"AKP camiasında bu kan ve savaş hırsı nedir anlamış değiliz" diyen Demirtaş, Esed'in yeni kan dökmediğini, 50 yıldır diktatörlük ile yönetim gerçekleştirdiğini belirterek, AKP'nin bunları zamanında görmezden geldiğini söyledi. Demirtaş, "AKP Genel Başkanına soruyorum. Suriye'de Kürtler özerklik istiyor. Sen orada Özerk Kürdistan'ı savunuyor musun? Çin'de Uygur Özerk bölgesini savundun. Suriye halkının yanındayım diyorsun. Suriye halkının Özerk Kürdistan isteğini savunuyor musun? Senin derdin başka. Sen orada Kürtler statü almasın diye işgal ederek tampon bölge kurmak istiyorsun. Bunlar bilinmiyor mu sanıyorsun. Yapman gereken şey 'kardeşim Esed' demek yerine kardeşim Kürtler demen gerekiyordu. Sen halklar ile dost olmayı beceremedin. Diktatörler ile dost oldun. Kaddafi de, Mübarek de senin dostundu. El Beşir de senin dostundur" dedi. Türkiye'nin Suriye'deki Kürtlerin statü edinmesini engellemekten başka bir rol uygulamadığını söyleyerek, hükümetin tek derdinin Kürtleri engellemek olduğunu belirtti.

IRKÇI, ŞOVEN İÇİŞLERİ BAKANI

Türkiye'den Suriye'ye dönük saldırıların gerçekleştirildiğini belirten Demirtaş, "Hükümet ve bakanları bu konuda açıklama yapmıyor. Meclis'i bilgilendirmiyor. Milliyetçiliği yükseltmek için de taklacı bakanı görevde tutuyor. İçişleri Bakanı ırkçı ve şoven rolü oynuyor. Hükümet müdahaleyi ağzına almamalıdır. Evet orada rejim değişmelidir. Ama bunu halkların gerçekleştirmesi gerekiyor. Türkiye'de savaş yanlıları dikkatli düşünmelidir" ifadesini kullandı.

KCK DAVASINDAKİ REZALET

Demirtaş, Türkiye'de bahsedilen hak ihlallerinin geçmişe dönük olmadığını, AKP hükümeti döneminde olduğunu işaret ederek, "KCK ana davası bakın bu açıdan semboldür. Orada milletvekilleri, belediye başkanları, kadın temsilciler tutukludur. Daha savunma yapamıyorlar. İddia makamının 7 bin 500 sayfalık saçmalığına karşı savunma yapmak istiyorlar. Orada yargılama sürmüyor. Rezalet sürüyor. Bunların olduğu ülkede Başbakan çıkıp adil yargılamadan bahsedebiliyor. Milletvekili Selma Irmak anadilinde savunmasını yazıp veriyor. Mahkeme başkanı bunu alıp ''dosyaya koymam'' diyor. Bunun adı mahkeme değildir. Özel yetkili mahkemeler AKP'nin hukuk komisyonlarıdır. Bunlar mahkeme değildir" dedi.

YURTTAŞ, BAKAN GİBİ TAKLA ATMIYOR

"KCK" yargılamalarında mahkemelerin İstiklal Mahkemesi zihniyeti ile çalıştığının altını çizen Demirtaş, "Şimdi yeni bir anayasa ile bunları yapacağız diyorlar. Hangi yeni anayasa ile? Bu Meclis'te komisyon kurduğunuz ancak taleplerimizi iletmek istediğimizde yasakların uygulandığı komisyon için mi? Neyi yasaklıyorlar. 4 maddelik bir talebi yasaklıyorlar. Valilerin günahı yok. Böyle bakan ve böyle bir Başbakan var olduğu sürece bunu reva görmeyelim. Sevinmeyi takla atmak olarak gören bakan varken bunlar ne yapsın. Bunlar Başbakan'ı görünce hemen takla atıyorlar ya, vatandaşı da böyle zannediyorlar. Vatandaş öyle sevinmiyor. Sen öyle seviniyorsun. Siz onu (Başbakan) görünce takla atıyorsunuz, milletvekili veya bakan oluyorsunuz" dedi.

ANAYASA, AKP’NİN GÜNDEMİNDEN ÇIKTI

AKP hükümetinin yeni anayasa talebi olmadığını söyleyen Demirtaş, herkesin görüş belirttiğini ancak AKP'nin görüş belirtmediğini vurgulayarak, Başbakan Erdoğan'ın uçağa bindiği zaman görüş belirttiğini uçaktan indiği zaman ise her şeyin unutup gittiğini söyledi. Demirtaş, "Biz yerelleşme derken AKP gitti onca yetkiyi bir bakana bağladı. Bakan şimdi istediği yeri yıkabilir. Anayasaya ihtiyaç kalmadı ki. Toplu sözleşme yasası da istedikleri gibi değişti. AKP yeni anayasayı gündeminden çıkardı. Ama biz özgürlüklerin olacağı bir anayasanın çözüm olacağını gördüğümüz için ısrarımızı sürdürmeye devam edeceğiz" şeklinde konuştu. Demirtaş, "Bakın bu taklacı Bakan 4 belediyemiz hakkında soruşturma başlattı. Niye çünkü çok dilli belediyecilik yaptıkları için. İşte bunların demokrasi standardı budur" dedi.

ANF NEWS AGENCY

Louis Lecoin'ın Ülkesinde 15 Kürt...


Fransa, pasif fakat sonuçları bakımından etkin bir eylemle çalkalanıyordu. Buna sebep olan savaş karşıtı aktivist Louis Lecoin’den başkası değildi. Latin Amerika ile Afrika’nın altını üstüne getiren, kan akıtan ülkesinin sonsuz savaş politikalarına karşı çıkan o yaşlı adam, iktidarın öfkesini üstüne çekmeyi başarmıştı.

Savaşa karşı savaş açan, hükümetin hoşlanmadığı Lecoin; ülkesinin vicdani red hakkını tanıması için 1958 yılında kampanya başlattı. Albert Camus, sonucu görmesine ömrü yetmese de Lecoin’a aktif destek veren isimdi.

Kampanyadan istediği sonucu alamayan Lecoin; 74 yaşında bedenini açlık grevine yatırdı. Zira, o tarihte en az beş bin vicdani retçi hapishaneye tıkılmıştı. Savaşı, asker olmayı reddeden ve ömrünün önemli bir kısmını savaş karşıtı faaliyetlerinden dolayı hapishanede geçiren Lecoin’in açlık eylemiyle Fransa adeta ayaklandı.

Sessiz başlayan ancak sessiz devam etmeyen açlık grevi kamuoyunun desteğini aldı. Eyleme Bernard Clavel, Henri Jeanson gibi tanınmış aydın isimler ve yaygın medya destek veriyordu. Lecoin, açlık grevinin 21. gününde zorla müdahale edilerek hastaneye kaldırıldı fakat tedaviyi reddetti.

Grevinin 22. gününde dönemin Fransa Başbakanı Georges Pompidou, taleplerini kabul ettiğini açıkladı ve tasarının Meclis'e sunulacağını vaat etti. Bu söz üzerine Lecoin eylemine son verdi. Ancak aradan bir yıl geçmesine rağmen hükümet sözünü bir türlü yerine getirmiyordu.

Ağustos 1963 yılında Lousi Lecoin, kararın çıkmaması halinde yeniden açlık grevine başlayacağını açıkladı. Bunun üzerine parlamento 23 Aralık 1963 gününü vicdani red yasasını onayladı. Cezaevlerinde bulunan tüm vicdani retçiler serbest bırakıldı. Sonuç; demokrasi, insan hakları, vicdan hürriyeti adına tam bir zaferdi. Kazanan sadece Fransa’da vicdani red hakkını isteyenler değildi. Dünya demokrasisi ve Avrupa’yı Avrupa yapan değerler de kazanmıştı.

***

1 Mart 2012.

Louis Lecoin’un eyleminden 50 yıl sonra sürgünde yaşayan 15 Kürdistanlı devrimci aynı ülkede, bu kez Strasbourg kentinde bulunan Saint Maurrice kilisesinin bodrum katında bedenlerini ölüme yatırdı. Talepleri; PKK Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a siyasi statü istiyorlar. Kürdistan’a demokratik statünün, Öcalan’a özgürlüğün imkansız olmadığının altını çiziyorlar.

***

4 Nisan 2012.

Eylemciler, Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) binalarının karşısında bulunan Parc d Orangerie ve Droit de l’homme (İnsan hakları durağı) üzerinde biriken binlerce kişiyle buluştu, taleplerini bir kez daha açıkladı.

Fuat Kav, Charles de Gaulle’nin ‘O Fransa’nın vicdanıdır’ dediği Jean Paul Sartre’nin ülkesinde arkadaşlarıyla birlikte giydiği ölüm kefeni içinde Kürdistan adına oradakilere ve dünyaya sesleniyordu: "Eylemimiz ölü ruhlara, susmuş vicdanlara çağrıdır."

Fuat Kav, kendisi ve arkadaşları adına siyasi hayatı boyunca hep yaptığını yapıyor. İmkansız olmasa da zoru istiyordu. Dünyanın çoktan şu ya da bu sebepten dolayı söz konusu Kürtler olduğunda yitirdiği vicdanı ve adaleti talep ediyordu.

Strasburg'da bir kez daha görüldü ki; Kürtler söz konusu olduğunda dünyanın bir de adalet ve vicdan sorunu var.

Peki linç olma pahasına Sartre’nin ülkesine bahşettiği, Fransa'nın gurur kaynağı; o 'vicdan'? O vicdan, neden Elif Akın’ın ülkesi için yitip gitmişti? Nerede Fransa’nın Charles de Gaulle’si? Nerede "Fransa'nın vicdanı"?

***

17 Nisan 2011.

Saint Maurrice kilisesinin bodrum katında eylem 48. güne girdi. Ölüm sınırının kıyısı değil, iki adım ötesi. Yarın 49, ertesi gün 50 olacak. İşte o zaman ne olacağın bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey; her geçen gün, saat, dakika ve saniye ölüme giden yol daha da kısalıyor.

1962'de demokrasi adına önemli bir sınav veren ve Louis Lecoin’u yalnız bırakmayan Fransa insanı, aydını ve yönetimi yeni bir sınavla karşı karşıya. Unutmayalım ki bu sınav sadece Fransa'nın değil, bütün vicdanların sınavı.

Geri dönülmez yolun son kavşağındayız. Durup 15 siyasi eylemcinin ölümünü bekleyemeyiz. Yüreği buna izin vermeyen insanlar zamanla yarışıyor.

Hiç kimse Fuat Kav, Gönül Kaya, Ahmet Çelik, Mecbure Özer, Gülistan Hasan, Nigar Enayati, Emine Benek, Tarık Yusufi, Öner Uludere, Hasan Acar, Ahmet Kılıç, Harun Yılmaz, İmam Yıldız, Kerim Sivri ve Erol Polat’ta ilişkin kötü bir haber almak istemiyor. Bunun için zaman tükeniyor.

Peki yaşanacaklardan kim sorumlu olacak? Şüphesiz bunun tek sorumlusu muhatap kurumlar ve devletlerdir.


*** ***

Onları gördüm.

Bedenleri yorgun, adımları küçülmüştü.

Onları ayakta tutan inançları.

Merhamet dilemiyorlar, lütuf beklemiyorlar. 'Vicdan' ve 'adalet dilenciliği' hiç yapmıyorlar.

Onlar her gün, her saat biraz daha eriyen ve artık taşıyamadıkları bedenleriyle gerçeği işaret ediyorlar: 'Özgürlük’

Büyük ateşin etrafında oturmuş, beyazlar içinde kocaman gülüyorlar.

Ve onlar Louis Lecoin, Albert Camus ve Jean Paul Sartre’nin ülkesinde 'çağımızın altın kalbini’ arıyorlar…

ANF NEWS AGENCY

Cemaat ilkokullarda Öğrencilere Örtünmeyi Dayatıyor

Batman’ın Sason ilçesi ve köylerindeki ilk, orta ve lise okullarında öğrencilerin örtünme, salâvat çekme ve camiye gitmeye zorlandıkları öğrenildi. Bu uygulamaların "ders notlarının yükseltilmesi" ve "hediye" gibi çeşitli teşvikler, uyulmaması halinde ise tehditlerle öğrencilere dayatıldığı bildirildi.

Sason ilçesi ve ilçeye bağlı birçok köy okulunda, birinci sınıftan itibaren tüm sınıflarda kız öğrencilerin okul müdürleri tarafından örtünmeye zorlandıkları iddia edildi.
KIZ ÖĞRENCİLERE ÖRTÜNME DAYATMASI

Konuyla ilgili bize bilgi veren mağdur bir kız öğrenci okul müdürünün kendilerine “örtünürseniz size elbise alacağım ve ders notlarınızı yükselteceğim” dediğini, bu nedenle örtündüklerini söyledi.

Cuma günleri de erkek öğrencilerin okul yerine camiye götürüldükleri öğrenildi. Edinilen bilgilere göre Cuma günleri bazı okullarda ders görülmezken erkek öğrenciler toplu şekilde müdürler tarafından camilere götürülerek, hutbelere katılıyor ve namaz kılmaya zorlanıyorlar.

ERKEK ÖĞRENCİLER CAMİYE…

Kelhasan köyü ilköğretim okulunda eğitim gören ve ismini vermek bir öğrenci şu bilgileri verdi: “Cuma günleri okul müdürümüz B.P., bizleri arabasına bindirerek Tekevler köyünün camisine götürerek Cuma namazını kılmamız için bizi zorluyor.”

GÜNDE 2 BİN SELAVAT

Öte yandan öğretmenler ve müdürler tarafından kız ve erkek öğrencilere tespih ve tespihmatikler dağıtıldığı bildirilirken, günde 2 bin salâvat çeken her öğrenciye bir adet uçlu kalem verileceği ve ders notlarının yükseltileceği vaadinde bulunulduğu öğrenildi. Ancak bunu yapmayan öğrencilere ise ders notlarının düşürüleceği tehdidi yapıldığı bildirildi.

EĞİTİMDE MUHAFAZAKARLAŞMA


AKP iktidarının koalisyon ortağı olarak görülen, polis, yargı ve eğitime geniş bir şekilde sızan Gülen Cemaati’nin, özellikle Eğitim-Sen’li öğretmenlere yönelik operasyonların da ardında olduğundan şüphe ediliyor. KCK adı altında yürütülen operasyonlarda onlarca öğretmen ve yüzlerce öğrenci gözaltına alınıp tutuklandı. Çok sayıda öğretmen de sürgünlere konu oldu.

Nisan başında “Tunceli” Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Durmuş Boztuğ, üniversiteye dışarıdan getirdikleri bazı öğretim görevlilerinin görev sürelerini uzatmadan gönderdiklerini söylemişti. Gönderildiği ifade edilen öğretmenler ise solcu öğretmenlerdi.

Batman’daki dini zorlamaların AKP hükümetinin zorunlu eğitimi kesintili olarak 12 yıla çıkaran teklifinin 30 Mart’ta TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesi sonrasına denk gelmesi dikkat çekti. "4+4+4" ifade edilen tasarı ile okul öncesi eğitimin kampsam dışı bırakılıyor, mesleki eğitim programına Bakanlar Kurulu karar veriyor ve çıraklık eğitimi yaşı 14’ten 11’e düşürülüyor. Sivil toplum örgütleri ise yasanın çocuk yaşta evliliklerin de önünü açacağını belirtiyor.

ANF NEWS AGENCY

Bahreyn’deki Baskı ve Çifte Standart

Patrick Cocburn
 
 
İngiltere ve Amerika’nın Arap Baharı karşısındaki çifte standartlı tutumu, herkesin bildiği gibi belirgin. Ancak hiçbir yere dair ikiyüzlülükleri, her ikisinde de hükümetlerin barışçıl protestoları bastırmak için mümkün olan bütün güvenlik güçlerini kullandığı, muhaliflerin hapsedildiği ve işkenceye uğradığı Bahreyn ve Suriye ayaklanmalarına tepkilerinde olduğu kadar bariz değil.

İş Suriye’ye gelince Barack Obama ve David Cameron, hükümetin baskısına dair şaşkınlıklarını açıklıyorlar ve rejim değişikliğine dair taleplerinde gevezeler. Son zamanlara kadar, askeri müdahale göz ardı edilmemişti. Barack Obama’nın sözcüsünün geçen hafta Bahreyn’de protestocular ile güvenlik güçleri arasında meydana gelen çatışmaların ardından ettiği sözler bunun tersi oldu. Yapabildiği en iyi şey, tarafsız gibi görünerek “polise ve hükümet kurumlarına” yönelik şiddeti ve Bahreyn güvenlik güçleri tarafından “protestoculara karşı aşırı güç ve ayrım gözetmeksizin gaz bombası kullanılmasını” kınamak oldu. Beyaz Saray’ın aynısını Libya ve Suriye konusunda söylemesi halinde ne olacağını düşünün.

Bahreyn sorulduğunda, Cameron ve William Hague (İngiltere Dışişleri Bakanı; ç.n.), insan hakları ihlalleri için hükümetlerinin en hafif fırçasını atıyorlar ve adadaki sınırsız iktidarın keyfini süren al-Kahlifa monarşisi tarafından uygulanan reform programının ciddiyetini vurguluyorlar.

Bahreyn’de uygulanmakta olduğu iddia edilen radikal reform, dün yayımlanan Uluslararası Af Örgütü raporuyla ikna edici bir biçimde itibarsızlaştı: “Yetkililerin aksini iddia etmelerine karşın, al-Khalifa ailesinin iktidarına karşı olanlara yönelik devlet şiddeti sürüyor. Gerçekte, Şubat ve Mart 2011’de hükümet karşıtı protestocuların acımasızca bastırılmasından bu yana ülkede çok fazla şey değişmedi.”

Al-Khalifa ailesinin Af Örgütü’ne ya da Human Rights Watch’un iki hafta önceki çok benzer raporuna aldırış etmeleri olası değil. Bahreynli yetkililer, geçtiğimiz sene iptal edilen Formula-1 yarışının 22 Nisan’da Bahreyn’de gerçekleşmesi muhtemel görünürken, bu hafta sonu şenlenecekler. Bahreyn’in gelecekteki istikrarına dair bir çeşit uluslararası inanç belgesi olan yarışın geri alınmasına büyük önem verdiler.

Ada krallığında hayatın gerçekliği çok farklı. Haklarından mahrum bırakılmış Şii azınlık ile takriben yüzde 70’lik Arap nüfus ve Sünni nüfus arasındaki mezhepsel bölünme neredeyse bütüncül. Mezhepsel öfke ve korkuya gelirsek, Bahreyn şu anda Belfast veya Beyrut’un en kötü halleriyle aşık atıyor ve bunun neden gelişmesi gerektiğine dair çok az neden var. Hükümet belli ki, reformları büyük oranda bir halkla ilişkiler çalışması olarak görüyor. Daha fazla ifade özgürlüğü taahhütlerinin aksine, Af Örgütü, Ocak 2012’den bu yana “hükümetin yabancı gazetecilerin ve insan hakları heyetlerini girişlerini sınırlamaya başladığını” belirtiyor. Birleşmiş Milletler Özel Raportörü’nün işkenceye dair bir ziyaretini de Formula-1 yarışından çok sonraya, Haziran’a dek ertelediler.

Bu iyi biçimde finanse edilmiş halkla ilişkiler faaliyeti işe yarayacak mı? Bahreynli egemenler, Arap Baharı’nın ardındaki en önemli güçlerden olan Katar televizyonu El Cezire’nin, Suriye’deki protestoları duvardan duvara yayınladığı halde, komşu ülkeleri Bahreyn’deki protestoları büyük oranda görmezden gelmesinin avantajına sahip. Ancak gerçek, çoğu Bahreynli Şii’nin kendilerini, ya iş başvurularının reddedildiği ya da hiçbir yetkilerinin olmadığı işlerin verildiği her an yoğunlaşan bir ayrımcılığın kurbanları olarak görmeleri şeklinde ortada duruyor. Geçtiğimiz sene işten atılanlara, Kral Hamad bin Isa al-Khalifa’nın söz verdiği üzere işlerine döndüklerinde çoğu kez çok az iş verildi. Bahreyn İnsan Hakları Merkezi Başkanı Nabeel Rajab, bana şunu söyledi: “Yöneticiler memur, memurlar bekçi oldu.”

Önemli bir açıdan, Bahreyn’de al-Khalifalar ve Suriye’de Esadlar geçen sene iki benzer hatayı yaptılar. Her iki aile de, barışçıl gösterilere ölçüsüz şiddetle aşırı tepki gösterdi, böylelikle engellemeye çalıştıkları mutlak devrimci süreci yarattılar.

Bahreyn’deki protestolar 14 Şubat’ta başladı ve özünde siyasi reform, yurttaşlık hakları ve ekonomik haklar şeklinde devrimci olmayan bir talebi vardı. Bir ay sonra gaddarca bir şekilde bastırıldılar ve protestocular ile hafif bir duygudaşlık bile hapsedilmeye ve işkenceye uğramaya neden oldu.

* Kaynak: www.counterpunch.org sitesinde Patrick Cockburn'un yayınlanan makalesi Gerçeğin Günlüğü'nden Erkan Çınar tarafından çevrildi.