19 Nisan 2011 Salı

Güney Kürdistan’ı Yeniden Okumak-2


Celal Talabani ve ekibi bugün Süleymaniye’deki gösterilere en çok karşı çıkan kesimdir. YNK içindeki diğer gruplar ise sessizliklerini şu an korumaktadırlar.

Celal Talabani ve ekibi bugün Süleymaniye’deki gösterilere en çok karşı çıkan kesimdir. YNK içindeki diğer gruplar ise sessizliklerini şu an korumaktadırlar. Böyle devam ederse YNK tekrar bölünmeyle karşı karşıya kalabilir. Celal Talabani ve ekibinden başka kimse YNK’de kalmayabilir. Bu bölünme yaşanırsa kalan YNK üyeleri ya KDP ile birleşecek ya da KDP’ye katılacaklardır. Ve YNK’yi de daha partileşmeyen Goran hareketi tekrar kurabilir. YNK bir anlamıyla Süleymaniye’deki halk gösterilerini destekleyip desteklememe konusunda ikircikliğe düşmüştür. Bunun için uzun süre sessizliğe büründü. Gösterileri desteklediğini söylese KDP ile stratejik ilişkileri bozulacaktı.

 
Desteklemediğini söylese Süleymaniye halkıyla zaten pamuk ipliğine dönüşmüş ilişkileri bozulacak ve bu tümden YNK’nin sonunu getirebilecekti. Onun için Celal Talabani şahsında sessizliklerini uzun süre sağladılar. Ne de olsa Celal Talabani Irak cumhurbaşkanıydı. Kürdistan’daki işlere Mesut Barzani bakıyordu. Altan alta bu söyleniyordu. Ama KDP ile çıkar ilişkilerini ve rant kapılarını kapatmak istemeyen  bazı YNK’lilerin( Azad cındıyani gibi)  kalkıp Goran’ın elinde silah var, Goran hareketi silahlı bir harekettir demesiyle yeni bir kardeş kavgasını fitillemek için söylenmiş sözlerdi. Özelikle KDP bunun için çok istekliydi. Çünkü KDP’nin gücü karşısındaki güçün elinde bulunan silaha ancak yetiyordu. 

KDP tarihi boyunca hep böyle varlığını sürdürmüştür. Ama bu defa farklıydı. Göstericilerin elinde taş, muahalefetin elinde ise silahın dışındaki araçlar vardı. Başka ağır silahları yoktu. Bu durum KDP’yi oldukça zorluyordu. KDP muhalefetin elinde silahların olması için adeta dua ediyordu. Ama ne yaptıysa başaramadı. YNK’nin bunun için sahaya sürülmesi bile fayda etmedi. Çünkü YNK içinde bazı sesler Goran hareketine ve göstericilere saldırmayacaklarını resmen KDP’ye bildirdi. Hewler’de etkisi olan YNK’li kusret resul basına verdiği mülakatta –silah kullanmayacaklarını ve yeni bir kardeş kavgasına başlamayacaklarını söyledi.  

Meydanına toplanan halk ise zafer işaretleriyle sanki Güney Kürdistan’ı yeni özgürleştirdiklerinin mesajını veriyordu. Goran hareketinin Kürt hükümetinden talep ettiği 17 maddelik taleplerinden farklı olarak göstericilerin sözcüleri herhangi bir partiye bağlı olmadıklarını sadece Kürdistan’da demokratik yasaların çıkmasını, bagımsız yargı organlarının oluşturulmasını, açık-şeffaf bir bütçenin çıkartılmasını, suç işleyenlerin adalete teslim edilmelerini vs.. gibi 7 ve 24 maddeden oluşan taleplerini resmen kamuoyuna duyurdular. Bu maddelere karşı KDP ve YNK’nin fazla yapacağı bir şeyi yoktu. Bu talepleri içi ancak zamana yayarak ve oyalayarak boşaltılabilirdi. Bunu sözde kabul eden beyanlarda bulundular. Ama Süleymaniye’nin Azadi meydanına toplanan halk bir türlü ikna olmadı. 

KDP ve YNK köy, kaza ve şehirlerden topladıkları taraftarlarıyla Süleymaniye, Hewler, Duhok ve Zaxo’da -1991 kurtuluş günleri- adı altında ilk defa kitlesel kutlamalar yaptı. Kutlamalarda bir iki Kürt bayrağı hariç her iki parti kendi bayraklarını kitleye dağıttı. Daha önce devletleşmeyen PKK’yi Kürt bayrağını niye gösterilerinde kullanmıyor diye eleştiren çevreler nedense KDP ve YNK son gösterilerde neden Kürt bayrağı yerine kendi parti bayraklarını daha çok kaldırdıklarını sormadı. Azadi meydanı KDP ve YNK’nin karşıt gösterilerine rağmen boşalmadı, moralsizlik yaratmadı. Ama bu gösteriler Hewler’e ulaşmadığından dolayı KDP rahatlamıştı. Yeni yollar denenmeye başlandı. Gösterinin bir hak olduğunu söylediler. Hero Talabani bu amaçla birçok defa Goran hareketi ile görüşmeye başladı. Goran’a zamanında Yekgırtu İslami partisine yapıldığı gibi güney Kürdistan rant pastasından pay vermeği önerdiler. İktidara ortak ederek böylece güney halkına değişimi isteyen Goran bile kendisini iktidara sattı. 

Gösterilerden vazgeçin demeye getirdiler. Ama azadi meydanına toplanan halk Goran hareketini aşarak halkın iradesi olduklarını ve herhangi bir partinin sözüyle eylemlerine son veremeyeceklerini açıkladı. En kısa zamanda göstericilere ateş açan KDP ve YNK’lilerin yargılanmasını ve adalete teslim edilmelerini istediler. KDP şimdiye kadar bu konuda pratik hiçbir adım atmadı. KDP tarihinde hiçbir kadrosunu yargıya teslim etmemiştir. Yargıya teslim etmesi demek güney Kürdistan tarihinde bir dönüm noktası olacaktır. O zaman KDP hiçbir yerde halka saldırma cesareti göstermeyecektir. KDP içinde yeni çelişkilerin feodal tarzları ortaya çıkacaktır. Bu durum oldukça KDP’yi zorlayacaktır. KDP’ yi değişmek zorunda bırakacaktır. Onun için olsa gerek Azadi meydanına toplanan halk meydanı terk etmeleri için öne sürdükleri 7 maddenin ilk sıralarına halka ateş açan ve çocukları öldüren KDP kadrolarının yargıya teslim edilmelerini koymuştur. 

Bölge başkanı Mesut Barzani halka dönük yaptığı açıklamalarda daha farklı bir üslup kullandı. Halkın özgürlüğünden, yeni reformlardan söz etti. Ama pratik anlamda nasıl ve hangi projelerle bunların hayata geçeceğini belirtmedi. Süleymaniye halkı ikna olmamıştı. Bu arada Hewler’i ve güney Kürdistan’daki gösterileri bastırmakla görevlendirilen asker ve peşmergeler ani bir kararla Kerkük’e gönderildi. Kürtlere baskı yapıldığı ve Arapların Kerkük’ü işgal etmek için Kerkük’e doğru ilerledikleri iddiası KDP ve YNK basınında öne çıktı. Süleymaniye’deki gösteriler ikinci plana itilmek istendi. Kerkük’e giden peşmerge güçleri yaptıkları açıklamada –bekleyin en yakın zamanda halkımıza en güzel müjdeyi vereceğiz- dediler. Halk 11 marta ilan edilmesi düşünülen Kürdistan’ın bağımsızlığı mı yoksa Kerkük ün Kürdistan topraklarına katıldığımı ilan edilecek diye halk bir beklentiye sokuldu. 

Birçok kişi ve çevre Süleymaniye’deki göstericiler için -bir durun Mesut Barzani Avrupa  ve NATO’ya gitmiş bir şeyler olacak-diye beklentilere girdi. Ama Süleymaniye’deki göstericiler  kendi sayelerinde Kerkük ün hatırlandığını ve radikal çözümlere gidildiğini, NATO’nun ve ABD’nin de bunu kabul etmek zorunda kaldıklarını söylediler. Ama her nedense ne Kerkük’ün Kürt coğrafyasına katıldığı ne de 11 Marta bağımsız Kürdistan’ın ilan edildiği müjdesi verilmedi. Belki Hewler ve Behdinan; halk arasında dolaştırılan bu iddialarla sakinleştirildi. Çok geçemeden Kerkük’te YNK’li üst düzey birçok kişi kendi görevlerinden istifa ettiklerini açıkladı. Neden YNK’liler görevlerinden istifa etti? Acaba Kerkük Süleymaniye’nin berdeli olarak YNK tarafından KDP’ ye mi verildi?Süleymaniye olaylarından dolayı KDP YNK’den tavizler istedi. Aksi taktirde Goran hareketi ile birebir görüşeceklerini ve anlaşabileceklerini söyledi. 

Süleymaniye artık Goran hareketinin merkezi oldu dedi. Son kongresinde kırmızı kart yiyen Fadıl Miran’inin tekrar KDP genel sekreterliğine getirilmesinin duyurulmasından hemen sonraki ilk icraatı olası seçimlerde KDP’nin ayrı YNK’nin ayrı listelerle seçime gireceklerini açıkladı. Bu açık açık KDP tarafından YNK’ye yapılmış bir tehditti. Senin yerine Goran hareketiyle hükümeti kursak bu kadar sorun yaşamayız diyordu. Goran hareketi ile KDP’nin ortak görüşmesine karşı olan YNK içindeki Celal Talabani ekibi Kerkük üzeri istenilen tavizleri vermeye hazır olduğunu Kerkük istifalarıyla açıkladı. 

Kerkük’e daha çok hakim olan YNK’nin o zaman ortak kalınması için YNK’nin Süleymaniye yerine Kerkük’ü KDP’ ye vermesi gerekir. YNK iktidarda ve mali bütçeden eskisi gibi pay almak için bu tavizi KDP’ye verdi. Ama YNK içinde bazı rahatsızlıklardan dolayı Valinin durumu netlik kazanmadı. Söylenenlerin aksine NATO’dan barış ödülü alan Mesut Barzani Hıristiyanlara Kürdistan kapılarını açtığı ve barındırdığından dolayı halk arasında barış ödülü aldığı söylendi. Oysa nedeni bu kadar basit değildi. Bunun tarihsel bir alt yapısı vardı.
 
Ayrıca halk hareketiyle sallanan Ortadoğu denklem sahasında yeni figuranlar ve ortaklar gerekiyordu. Gizli ortakların artık gün yüzüne çıkmasının vakti gelmişti. NATO’nun hedefine koyduğu Suriye ve İran’da Kürtler yoğun yaşıyor. O zaman Kürtleri de yeni denklemde ve NATO’ya açık açık ortak etmek gerekiyor.  (Tayyip Erdoğan’ın son Almanya gezisinde da NATO’ya Libya konusunda göstermiş olduğu tepkinin bir sonucu bu ve Kürtlerin Kerkük’e girmelerine onay verilmesi olurken en önemli sonucu ise birgün Kaddafi örneği gibi Kürtlere saldırıp aynı duruma düşmemek için şimdiden gereken mesajları ilgili yerlere verdi. Zaten Libya’nın merkez bankası başkanı gizlice Türkiye’ye gelmişti. Belki de Kaddafi nin paralarını AKP önümüzdeki seçim için kullanabilir) Kürtler içinde devrimci, demokrat ve sosyalist bir güçün ve halk hareketini engellediği ve bundan sonrada çıkmasını engellemek için klasik kürt varlığını dünya kapitalist sistemine entegre etme yoluyla ve kullandırtmak için bu ödül verilmiştir.


Kürt inkarının aşıldığı modern kapitalist sistemde Kürtlere yeni role uygun görev verilmişti.Kürtler bunu demokratik ulusal çıkarları için mi kullanacak yoksa kapitalizmin ve NATO’nun yeni Ortadoğu şemasının hizmetine girerek mi? Bölge Başkanı Mesut Barzani bütün bunların bilincinde ve geçmişten büyük dersler çıkartarak Kürt halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı için sürece gereken cevabı vermenin vaktinin geldiğini bilmesi gerekiyor. Bunun için her dört parçada baş göstermiş Kürt halkının özgürlük mücadelesine destek vermesi ve sahip çıkması güney Kürdistan ve kendi geleceğini de kurtaracaktır..

Güney Kürdistan’da yeni durumlar yeni bir inşa süreciyle yüz yüzedir. Güney Kürdistan’da ilk defa canlı olarak verilen parlamento da hükümetin güvenoyu alması için yapılan oturumlarda konuşan Kürdistan federe hükümetinin başbakanı Behrem Salih ve milletvekillerinin sözleri oldukça ilginçti. Normal ortamlarda söylendiği zaman güney Kürdistan karşıtlığı ile suçlanabilecek itiraflarda bulundu. Nedense bölgedeki Kürt medyası bu konuşmaları görmezlikten geldi. 

Meclis oturumlarında Behrem Salih çok çarpıcı itiraflarda bulundu: “Yolsuzluklar var, bizde tek hükümet değil çift idare, iki asker iki polis iki peşmerge gücü vardır. Çift istihbarat birimi vardır. Partilerin vesayeti vardır. Partilerin kendilerine bağlı askeri güçleri vardır. Peşmerge ulusal güç olamadı. Okulları kimin kapattığını bilmiyorum. Süleymaniye’ye Selahattin’den-Mısıf’den giden asker ve peşmerge güçlerinden haberim yok. Partilere bağlı TV, radyo ve gazetelere halkın bütçesinden para veriyoruz. Bütçede en büyük payı KDP ve YNK alıyor. Kendi aralarında paylaşıyorlar. Bircok şeyden haberim olmuyor. Haberim yok. Gelin hep birlikte bunları düzeltelim. Bana yardım edin. Kürdistan’ı inşa edelim. Kurumlarımızı etkili kılalım vs. O zaman Kürdistan federe yönetiminin başbakanı kim?  Kim Güney Kürdistan’ı yönetiyor? Hükümet başbakan hepsi formalite mi? Güney Kürdistan’ın güvenliğimi daha önemli yoksa KDP ve YNK partilerinin çıkarları mı önemlidir? 

O zaman bu durumun değişmesini istemek güney Kürdistan’ın güvenliğini ve huzurunu bozmaz. Hakim olan her iki partinin çıkarlarını tehlikeye sokacaktır. Kürdistan’ı yeniden inşa etmek artık hiçbir bahanenin arkasına saklanarak ertelenmemelidir. Dünya tekniğinin en yüksek aşamasına geldiği ve iletişim özgürlüğünün hiçbir hududu kabul etmediği günümüzde artık ileriye dönük demokratik projelerle Güney Kürdistan’ı ileriye götürmek özgür Kürt halkının hakkıdır. Umarız bu hakkı hiç kimse, hiçbir parti Kürtlere çok görmez.”
 
Mehmet Botan

Ne Kadar Isyan Edersek, O Kadar Haklıyız!


Yüksek Seçim Kurulu (YSK), BDP’nin desteklediği Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adayları Hatip Dicle, Leyla Zana, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak ve Ertuğrul Kürkçü’nün de aralarında bulunduğu 12 bağımsız milletvekili adayının adaylıklarını iptal etti.

YSK'nin skandal kararını değerlendiren Aysel Tuğluk, Kürtlerin isyana teşvik edildiğini belirterek, ‘’Ne kadar isyan edersek, o kadar haklıyız’’ dedi.

Kürtlerin bir tahammül sınırı olduğuna dikkat çeken Aysel Tuğluk, "Kürtler kurbanlık koyun olarak boyunlarını uzatmayacaklar" diye konuştu.

YSK'nin kararı karşısında güçsüz olmadıklarını belirten Tuğluk şöyle dedi: "O kadar çok tahammüller zorlanıyor ve alan daraltılıyor ki; bunun karşısında ister istemez daha radikal kararlara yönelebiliriz. Artık bunlara 'dur' demeli, kabul etmediğimizi ortaya koymak zorundayız."

Klasik devlet anlayışının Kürtleri radikal kararlara ittiğini ifade eden Aysel Tuğluk, "Biz, nasıl halkımıza birlikte yaşamaktan, barıştan bahsedebiliriz? Onları nasıl inandırabiliriz?" diye sordu.

HEM ASKERİ, HEM SİYASİ ALANDA TASFİYE

"Demokratik siyaset alanı bile çok görülüyor. Dolayısıyla, ne kadar isyan edersek o kadar hakkımız olduğunu düşünüyoruz" diyen Tuğluk, AKP'nin tasfiye ve yok etme politikası uyguladığına vurgu yaptı: "Devletin önceden savaşarak yaptığı yok etme politikası, şimdi hem siyaseten, hem de askeri operasyonlarla sürüyor."

"Durumu kendi içimizde, halkımızla değerlendirecek ve en doğru kararı alacağız" diye konuşan Tuğluk, 'Türkiye'de Kürtlere hukuk olmadığını' kaydetti.

BDP'nin seçimlere sokulmadığını ancak kendilerinin demokratik, barışçıl ısrarlar göstererek bu engelleri aşmaya çalışıp mecliste seslerini duyurmak için bağımsız olarak seçimlere girmeye çabaladıklarını anımsatan Tuğluk, YSK kararıyla birlikte bunun da önüne geçildiğini söyledi.

Bağımsızların Vetosu ve Piyango Adaylık

 
Yüksek Seçim Kurulu(YSK), içinde Hatip Dicle, Leyla Zana, Ertuğrul Kürkçü, Gülten Kışanak, Sabahat Tuncel ve Sırrı Süreyya’nın bulunduğu 12 bağımsız adayı veto etti. Türk devletinin Kürtleri engelleme kurumu çok. Engelleme işi daha bebeklikte alacağınız isimle nüfus memurluğunda başlıyor. Çok yer tutacağı için Türkiye Cumhuriyeti Kürtleri Engelleme Kurumlarının isimlerini izniniyle yazmayayım. Kürtlerin beş bin yıl önceden başlayarak vefat etmiş bütün ataları kalkıp gelse, Türklerin Kürtleri Engelleme Kurumlarıyla başa çıkamaz. Bütün engellerin aşıldığı yerde Türk devletinin sokak kurumları devreye girer:
 
“Mehmet, Türkçe konuş çok konuş!”
 
“Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız!”
 
Yani demem ok ki, Yüksek Seçim Kurulu’nun kararı karşısında öyle hemen heyecanlanmaya, telaşlanmaya, kızmaya gerek yok. Bu tür olaylarda sakin ve enine boyuna düşünüldüğü zaman sağlıklı sonuçlara varılır.
 
BDP yöneticilerinin ilk açıklaması şöyle oldu:
 
“Gerekirse seçimden çekiliriz!”
 
Ben bundan önceki yazımda, seçimlerin bu uyduruk biçimine dilerim bir daha katılma gereği duyulmaz demiştim.
 
Ama bu durum o değil. Benim sözünü ettiğim seçim barajıyla ilgili bir şeydi. Şimdi Yüksek Seçim Kurulu Kürtlerin kimleri seçip seçemeyeceğine karar vermiş bulunuyor. Siyaseti Türk devletinin koyduğu kurallar çerçevesinde oynarsanız, kalenizde bolca Türk devletinin köşe golünü görürsünüz. Onlarda bu tür goller çok.
 
BDP, dolayısıyla bağımsız adaylar seçimden çekilirse ne olur?
 
Hiçbir şey olmaz. Onların yerine Türk partilerinin adayları meclise girer. Hiçbir şey olmamış gibi de beş yıl idare ederler. Bu ara Kürt çocukları Diyarbakır’da, Cizre’de şurda burada biber gazı altında bolca kaldırım dişlerler.
 
Seçime girilmeyebilir. BDP seçime girmeme kararı alırsa, bu kararın etkili olması için Kürtlerin başka kararlar alması gerekiyor. Madem Türkler istemediği Kürtleri seçtirmiyor, o zaman da Kürtlerin Kürdistan’da seçim yaptırmama hakkı oluşuyor. Bu kararı da ancak biliyorsunuz PKK alabilir. Bu karar aynı zamanda savaş kararı anlamına geliyor. Zaten Yüksek Seçim Kurulu’nun kararı Kürtlere karşı bir savaş kararıdır.
 
BDP ve PKK bu durumu değerlendirecektir. Nasıl bir sonuca varılacak bilmiyorum. Ters köşeden atılmış Türk golü karşısında karar vermeleri kolay olmayacaktır. Seçimden çekilseler, Kürdistan’da Türk partilerine seçim yaptırmamaları lazım. Yoksa kararlarının bir anlamı olmaz. Vetolara rağmen seçime girilse bu da aslında yenilgi anlamına gelecektir. Türklerin koyduğu kurallar içinde siyaset yapmak böyle zor bir iş işte.
 
Piyango gibi. Kürt adayların Türk onayından geçmesi piyango çekişline benziyor. Çünkü zaten sabıkasız Kürt yok. Yasak ve inkar cumhuriyetine her itirazınız sabıka anlamına geldiği için, Türk kurumlarının onayından geçme olasılığı da piyango da kazanma olasılığı kadar dar.
 
Kürtler, hakları olan ve başka ulusların çok cesurca aldığı radikal kararlar almadıkça kişisel ve ulusal onurlarının Türk devleti tarafından sıkça rencide edilmesine hep katlanmak durumunda kalacaklar.
 
Türkler kararını vermiş, bizim istediklerimizi seçebilirsiniz diyorlar. Karar çok açık. Net. Karar sorunu olan Kürtlerdir.
 
Ya seçimlere girmeyip seçim yaptırmayacaksınız ya da bu darbeyi başka metodlarla zafere çevireceksiniz.
 
bildiricihasan@hotmail.com
Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir  

Dinamit


Otuz yıl.

Dile kolay, neredeyse yarım asır..


Ve bu otuz yılda yere düşen binlerce can. Ne ki, savaş tanrıları "Yetmez!" kararında anlaşılan.


Kanı durdurmak bir yana, barışa ulaşmanın yolu ille de bir "ulusal boğazlaşma"dan mı geçecek?




Ah, benim saf ve temiz halkım.


Sevinmeye bile yasaklı..

Habur hadisesinde öyle olmamış mıydı.

Kursakta bırakılan coşku.


O ışık,


Karanlık tunelin sonunda hep ışıdığını sandığı ziya, barışı düşlettiren hüzme.


Kızıla boyalı cesetleri yaşamın bir eksiği haline getirecek rüya. Olmadı işte.

Oldurmadılar..

Barış; şiddete öfkeli ruhların bile artık kanıksadığı, kan içicilerin yozuttuğu, içi boşaltılmış kelam.


Yarın Amed İstasyon Meydanında, zindandaki çocuklarıyla kucaklaşmayacak olsa bile Kürt halkının bir coşku patlamasına tanık olacaktı, tüm Türkiye, Dünya.


Ama dedik ya, çok gördüler.


Muştuya yasaklı bir halkız, sevinç boğazımızda bir düğüm hep.


Sevinci çok rahatça men edebiliyorlar, bu doğru.


Önce Habur'da.


Şimdi de Ankara'da.


Yüksek Seçim Kurulu, inanmak istediği demokrasi şöleninde Kürt halkı için de var olması gereken "umutlanma" hakkından mahrum edildi.


Evet sevinç ve coşkusuna yasak koyan bu devlet

Kürt halkının "ÖFKE"sine de engel olabilecek mi?

Bakalım, göreceğiz!

AKP'nin Zihniyeti

Seytana pabucu ters giydirecek kadar, entrika, oyun ve duzenbaz zihniyeti olan bir
AKP islam zihniyetiyle karsi karsiyayiz.

Bu satirlari yazdigim saate 12 bagimsiz adayin ysk tarafinda veto edildigi haberi geldi.

AKP nin temsil ettigi islam tucar, tefeci ve bezirganlardan olusan her ipte oynayan,

Zaman zaman timsah goz yasi doken her kesimi kullanmaya calisan cumhuriyet tarihinin

en tehlikeli basbakaniyla karsi karsiyadir kurd muhalefeti.

Kafasinda kirk tilki dolastiran bir birine kuyrugunu dokundurmayan ustalikla,

Universite sinavlarinda tut gunluk hayatimizin her alanina mudahale eden bir turk islamci
duzenbazlariyla karsi karsiyayiz.

Bu zihniyetin almanyada dolandirgigi millyar euro degerinde halkin parqasi

[kombasan, jetpa, yimpas, denizfeneri] ve nice yolsuzluklar.

Bay recebin isine geldigi zaman yargi bagimsizdir diyor, isine gelmedigi zamanda

yargi kusatma altinda diyor.

Adam lar yillarin iskenceci, istikbaratci h avciyi iceri attiriyor yillarca ugruna mucadele ettigi

sol bir partiye uye olmaktan tutukluyor

Bu su demektir.

Bakiniz h avci gibi birini alir solculuktan tutuklarim kimsenin giki cikmaz
ona gore davranin
Niye yaziyorum bunlari
Orducu, statukocu chp ve ulusal solun yanlis politikalari ve kurd sorununa inkarci yaklasmi
nedeniyle adamlar iktidar oldu
her gun uc bes kisiyi iceri atiyor
Orduya toz kondurmayan ulusal chp neden on iki eylulu sorgulayamaz ey generaller bu sizin eserinizdir diyemiyor.
Adamdaki kafaya bak ygs sinavlari kimin aklina gelir
Felsefeci itfaye eri kimin aklina gelir
Kurd cografyasinda tutuklanan ikibin bes yuz tutuklu
yasakli belediye baskanlari,
veto edilen devrimci demokrat kurd bloku
Sunu cok merak ediyorum taraf ve a altan ne diyecek
AKP den medet uman liboslarin tutumunu merak ediyorum
Kurdler silahtan baska bir seyden anlamiyor diyen duskun kurd tayfasinin tutumunu merak ediyorum
Sivil siyasetin onunu tikayan akp yarin silahlar patlayinca aydinlarin tavrini merak ediyorum

Kurd halki devrimci ve demokrat kesimi, ben insanim diyenin turkiye ve kurdistanda barisi istiyorlarsa yek vucut olup
bagimsizlari var gucumuzle destekleyelim
Statukocu irkci kemalist chp ve yesil fasizm olan entrikaci dolandirici, sahtekar munafik AKP nin dersini verelim

NURHAK PAZARCIKLI/ EINDHOVEN

Sinsi Proje

Bir televizyonun başında yapılabilecek en zor işi yapmaya çalışıyorum. Gündemi anlamak. Arka arkaya sıralanan haberler içinde ülkenin en temel sorunu olanı,
Bir televizyonun başında yapılabilecek en zor işi yapmaya çalışıyorum. Gündemi anlamak. Arka arkaya sıralanan haberler içinde ülkenin en temel sorunu olanı, gündem yaratması gerekeni anlamak için uğraşıyorum. Nedense hep saklanıyor çünkü.
Sonra arka arkaya beş haber geçiyor. Şiddet, parçalanan cesetler, yıllarca toprak altında kalan küçük bedenler v.b. haberler karşısında içim kararıyor ve çekip gidiyorum. Gündemi alsın başını çalsın diyorum. Bana temiz hava lazım.

Bu nasıl bir ülke ki demokrasinin en fazla ‘geliştiği’ (!) dönemde bu kadar insan dışılık yaşanıyor. Acaba demokrasinin yeni bir tanımı yapıldı da biz mi bilmiyoruz. İnsanların kendilerini her şeyin yerine koyduğu bir dönemin ismi mi demokrasi? Bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey var ki o da bu yaşananların nedenini iyi anlamak zorundayız. Birlikte yaşayan, aynı topluluğu oluşturan insanlar arasındaki bu şiddet eğilim anlaşılmaz, en yakını olarak gördüğü, adlandırdığı, uğruna methiyeler dizdiği insanları parça parça edebilen zihniyet çözümlenmez, insan ilişkilerinde ahlakı yırtan, alt üst eden düşünceler analiz edilmezse bu yaşamın çok da anlamı olmayacaktır. Gömülen, parçalanan, katledilen insanlığımız çünkü…

Çünkü er ya da geç bir şekilde sana ucu dokunacaktır yaşananların. Nitekim Kürt toplumu içinde de Türk toplumu içinde de buna benzer yaklaşım ve zihniyetlerin olduğuna yönelik ciddi gözlem ve tanıklıklarımız var. Fakat bu sorun salt Kürt veya Türk toplumlarını ilgilendiren bir sorun değil. İnsan olmakla ilintili bir sorun.
Bunun yanında bu sorunun özellikle son on yıl içerisinde artan bir ivmeyle gelişim kazanmasının tabii ki siyasal sistem ve iktidar politikalarıyla bağlantısının görülmemesini getirmez. Sonuçta insanlar devletin ve hükümetinin yürüttüğü politikaların propagandası üzerinden bir yaşam planı sahibi olmaya çalışıyor. İçinde yaşadığı sosyaliteyi direkt etkileyen, insan yaşam ve psikolojisinde dolaysız etkileme gücüne sahip bir güç bu...
Ekonomi politikalarından tutalım, sosyal, kültürel, siyasal, hukuksal ve daha birçok boyutta toplum yaşamını belirleyen politikaları oluşturanların insansal olarak adlandırdığımız bu sorunun oluşmasındaki sorumluluğu tabii ki birinci derecededir.

Bu genel tespitin yanında AKP hükümetinin yürüttüğü özel savaş rejiminin toplumlara verdiği gizli ve açık mesajların bir yansıması olarak da değerlendirmek gerekir. Çünkü karşımızda yaşanan bu insansal sorunun kendisi… Toplumu oluşturan bireylerde çok ciddi bir karamsarlık ve nihilizm anlayışı yaratan bu olaylar toplumsal dayanışmayı ve ahlakı da zedeleyen bir özellik taşıyor.

Eğer insanlar “gelecek” düşüncelerinden koparlarsa ki postmodernizmin ve liberalizmin temel düşüncesi olan anı yaşa, düşünme, tasarlama, itaat et politikalarının en iyi temsilcisi AKP iktidarının bundaki gücünü görmek, hakkını vermek lazım- birlikte yaşadığı toplumun ahlaki ölçülerini, birlikte yaşama kurallarını çok fazla önemsemeyeceğini görmek zor değil.

Çünkü birey eğer bir gelecek planı kuruyorsa bunu içinde yer aldığı toplumun yarattığı avantajlarla gerçekleştireceğini bilir. En basitinden yakın çevresiyle iyi ilişkiler kurmadan sağlıklı bir ruh dünyasını dahi oluşturamayacağını bilir. Bunun teorisi bir yana herkes bir şekilde tecrübe edindiğinden bundan mümkün mertebe kaçmaya, insanlarla, yakın çevresiyle iyi ilişkiler kurmaya çalışır. En basit günlük ilişkiden tutalım, en kapsamlı ticari ilişkilere değin tüm toplum ilişkilerinde geçerli olan bir kural bu.

Fakat gelecek tasarısı yapamayan bireylerin geçim sıkıntısından tutalım, geleceği karşılayacak kişiliğin, ruh halinin ve toplumsal yaşamdaki rolünün nasıl olması gerektiğine dek maddi ve manevi alanda yaşadığı sıkıntılar çok derin çelişkileri yaratabiliyor.
Kopuşun yaşandığı nokta burasıdır. Yok etmek. Uymak zorunda kaldığı her şeyi hem de…

Gelecek tasarısına sahip olup da bunu gerçekleştirme imkân ve umudunu taşımayanların yaşadıkları daha da karmaşıklaşabiliyor. İsyanı içinde taşıyan fakat bunu yönlendirecek yol bulamayanlar açısından yaşam pamuk ipliğine bağlı kalıyor. Nereden kopacağı, nerede sonlanacağı belli olmayan bir şekilde isyanın yarattığı şiddetin kendini dışa vuracağı mekân aradığı insan psikolojisi bu anlamıyla oldukça da tehlikeli bir konum arz ediyor. Neredeyse ayaklı mayın gibi kendisini patlatacak yer arıyor. “Ne bakıyorsun u…” ile başlayan ve bilmem kaç kişinin öldüğü ya da yaralandığı olayların tetikleyicileri de biraz böyle psikolojiler oluyor.
Amaçsızlaşmış, gelecekten kopmuş, umudu tüketmiş insan psikolojilerinin pratiklerinin düşünce ve mantık ekseninde değerlendirilemeyeceğine inanıyorum. Bu nedenle normal insan açısından oldukça mantıksız gelen, insanın içini kaldırmadığı olaylar yaşanıyor. Tamamen güdüler ekseninde yaşamaya endekslenmiş, kendini baskı altında hisseden, kendini ifade etmekte zorlanan, içinde yaşadığı dünyanın yaşanmaya değmediğini düşünen insanların pratikleri olarak görebiliriz yaşananları.

Fakat bu ortamı ve psikolojileri yaratan, bunun oluşmasını bilinçli bir politika çerçevesinde öngörerek uygulayan siyasi iktidarın da iyi görülmesi gerekir. İnsanları daha güçlü denetim altına alabilmek için parçalamayı, birbirinden uzaklaştırarak kendi dünyalarına hapsetmeyi öngören bu politikalar, insanları dünyanın kendi yaşamları kadar dar olduğuna inandırmaya çalışıyor. 
Toplumsal sorunları çözmek yerine zamana yayarak çürütmeyi esas alan küresel kapitalizmin Türkiye kolu, AKP hükümetinin politikaları Türkiye ve Kürdistan toplumunu ciddi bir şiddet sarmalına sürüklüyor. AKP hükümeti siyaseten uyguladığı kışkırtıcı, şiddeti ve savaşı teşvik eden politikaların yanında bu şiddet ve savaş ortamlarında kullanacağı insan psikolojilerini de hazırlamak konusunda ciddi bir öngörü sahibi.

Toplumu suça teşvik eden ortamları yaratmanın yanında insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde şüpheyi, kuşkuyu derinleştiren politikalar dayanışmayı dinamitleyerek iktidar karşıtı bir toplumsal iradenin oluşmasını da engellemeye çalışıyor. 

Çok titiz, incelikli ve sinsice hazırlanan bu projelerin iktidar açısından ne anlam taşıdığı, yarattığı avantajların ne olduğu konusu ise üzerinde önemle durmayı gerektiren bir husus… Bunun çözümlenmesi bireyin yaşadığı olayları algılaması ve bunun karşısında takınması gereken tutumu görebilmesi açısından da oldukça önemli. 

Belki Orwell’in Büyük Birader’i değil karşımızdaki ama devlet eksenli güvenliğe ihtiyacımız var ve birilerinin bizi kontrol etmesi gerekiyora kadar giden bir yolun taşlarının örüldüğünü görmek lazım gelir. Velhasıl, tehlikeli bir gidiş…

Umut Yeniçağ

AKP Devleti Yeni Suikast Hazırlıkları Yapıyor

AKP tarafından yapılacak olan suikastlar için ön hazırlık yapıldığı, toplumun psikolojisine ve tepkisine yön vermeye dönük yapıldığı bilinmektedir.
 

Son günlerde AKP devletinin işbirlikçi medyası yoğun bir biçimde; “PKK’nin, Mehmet Metiner, Muhsin Kızılkaya, Kemal Burkay, Önder Aytaç, Emre Uslu, Burhan Kuzu, Rojin ve Şivan Perwer gibi ünlü isimlere suikast yapacağı, onlarca suikast timinin Kuzey Irak’tan Türkiye’ye sızdığı, MİT ve polisin bu konuda istihbarat aldıklarını sözü edilen kişilere koruma tahsis edildiği” şeklinde haberler yapmaya başladı.

Bu haberlerin sıradan haberler olmadığı, AKP tarafından yapılacak olan suikastlar için ön hazırlık yapıldığı, toplumun psikolojisine ve tepkisine yön vermeye dönük yapıldığı bilinmektedir.

Bu haber ve yorumlar MİT bünyesinde oluşturulan ‘Psikolojik harekât’ merkezi tarafından yandaş medyaya servis edilmekte ve yönlendirilmektedir. MİT’in servis ettiği bu tür haberlerle yapılacak olan suikastların ön hazırlığı yapılmaktadır.

AKP devleti uzun bir süredir işbirlikçi yaptığı bazı Kürtler üzerinden kirli bir oyunu sahneye sürmeye çalışmaktadır. Sözü edilen kişileri para, milletvekili, şöhret, iş gibi vaatlerle kandırıp PKK ve Kürtler karşısında sahneye sürmektedir. Mehmet Metiner ve Ensarioğlu, layıkıyla yerine getirdikleri PKK düşmanlığının karşılığını, AKP’den milletvekili adayı gösterilmekle almışlardır. Bütün mesele “kimden nasıl nemalanırım” kavgasıdır. 

AKP devleti tarafından arkası sıvazlanan bu kişiler, basın karşısına çıkartılarak “ne kadar PKK ve Kürt düşmanı” olduklarını kanıtlama yarışı içerisine sokulmaktadırlar. Bu şekilde PKK’nin hedefi haline getirilerek suikast planları için uygun koşullar yaratılmaktadır.
İbrahim Tatlıses suikastı öncesinde de böyle bir hazırlık süreci yaşanmış ardından suikast gerçekleştirilmişti. MİT ve AKP devletinin polis istihbaratının organizasyonu olan Tatlıses suikastının senaryosunun iyi hazırlanamaması ve PKK’yi hedef alan yönlendirmenin iyi yapılamaması üzerine yeni bir suikast planı devreye konulmak isteniyor.

Hatırlanacağı üzere 1990 yıllardan itibaren devletin kontrolündeki basın tarafından hedef gösterilen; HEP döneminde Amed il başkanı olan Vedat Aydın, Musa Anter, DEP milletvekili Mehmet Sincar’ın katledildi. Akın Birdal’a yönelik suikast yapıldı. Kürt iş adamları Tansu Çiller çetesinin talimatıyla basın tarafından hedef gösterilerek öldürüldüler. Yine işbirlikçi basının hedef aldığı Kürt sanatçı Ahmet Kaya linç edilerek sürgün edildi. İşbirlikçi AKP basının hedefindeki Ermeni yazar Hrant Dink gazetelerde çıkan haberlerden sonra katledildi.  Basının hedefindeki Ahmet Türk’e yönelik Trabzon’da saldırı girişiminde bulunuldu. BDP milletvekilleri Bengi Yıldız ve Sebahat Tuncel de AKP devlet basının “elini kıracağız” manşetleriyle hedef gösterdiği kişiler arasında yer almaktadır.

İşbirlikçi basın, hedef aldığı veya hedef gösterdiği kişilere yönelik haberler yaparak, AKP’nin JİTEM’i olan Polis istihbaratı ve MİT’in operasyonel faaliyetlerinde uygun koşulların yaratılmasında önemli bir görev üstlenmektedir. Bir süre önce yine işbirlikçi basının “PKK, Mehmet Metiner’e suikast yapacak” haberlerin polis tarafından medyaya servis edildiği açığa çıkmıştı.

Geçmişten beri yapılan bütün suikast ve saldırıların zemin ve koşulları basın tarafından oluşturulmuştur. Tetiği çeken ile hedef gösteren basın aynı merkez tarafından yönlendirilmekte ve birlikte saldırı gerçekleştirilmektedir. Saldırı öncesinde basın üzerinden yapılan hazırlıklar ve sürekli tekrarlar sonucunda toplumun bilinçaltında olayın failleri oluşturulmaktadır.

PKK’nin ciddiye almadığı bu kişilerin son günlerde ısrarla basın üzerinden hedef gösterilmeye çalışılması oldukça dikkat çekicidir. AKP beslemesi basının geçmişten beri “hedef gösterme” faaliyetleri düşünüldüğünde AKP devletinin bu kişilere yönelik suikast hazırlıkları yaptığını ortaya çıkarmaktadır. 

Bu kişilerin PKK ve Kürt karşıtlığından ya da ölüsünden medet uman, bunlarla “PKK’yi köşeye sıkıştırır mıyım” gibi küçük hesaplar içine giren AKP devleti çaresizlik ve çözümsüzlük içindedir. AKP ile işbirliği içinde olan bazı kesimler de bu  “çatıştırma-karalama” siyasetine ortak olmaktadırlar. AKP devletinin “daimi ilişkileri” yoktur, “daimi çıkarları” vardır. Çıkarları gereği bu işbirlikçi kesimleri etrafında tutmaya çalışmaktadır.

AKP’nin işbirlikçi Kürtlerinin PKK ve Kürtler nazarında “beş kuruşluk” değeri yoktur. Suikast haberleriyle işbirlikçi Kürtlerin değeri arttırılmaya çalışılmaktadır. Bazıları bu şekilde meclise sokulmak istenmektedir.

Bir dönem devletin “iyi çocukları” olarak tetik çekenler bu gün “devlet tarafından kullanıldıklarını” itiraf etmektedirler. AKP devletinin etrafındaki işbirlikçi kesimin sonlarının da böyle olma ihtimali yüksektir. Ya AKP’nin JİTEM’i tarafından bir hiç uğruna öldürülecekler ya da işleri bittikten sonra bir köşeye fırlatılıp atılacaklardır.

Özgür Botan

Teknoloji Bağımlılığı Uyuşturucu Bağımlılığıyla Benzer


Yapılan araştırmaya göre, gençler teknolojiden uzak kaldıklarında, uyuşturucu bağımlıları gibi tepki veriyor.

Yapılan araştırmaya göre, gençler teknolojiden uzak kaldıklarında, uyuşturucu bağımlıları gibi tepki veriyor.

ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, gençler cep telefonlarından ya da bilgisayarlarından uzak kalmaları halinde uyuşturucunun bırakılmasının ardından verilen tepkilere benzer reaksiyonlar gösteriyor.

Araştırmacılar, sadece bir gün için tam bir medya karartmasına maruz bırakılan öğrencilerin yüzde 79'unun sıkıntı, huzursuzluk, kafa karışıklığı ve soyutlanma gibi tepkiler gösterdiğini ortaya koydu. Uzmanlar bu tepkilere bağımlılık tedavilerinde, uyuşturucunun alınmamasının ardından rastlandığını belirtiyor.

Öğrenciler, cihazlardan uzak kaldıklarında yoğun bir özlem duyduklarını aktarıyor.

On ülkeden 17-23 yaş arası gençlerin katıldığı araştırmada öğrencilerin 24 saat boyunca cep telefonu kullanmaları, internete girmeleri, televizyon izlemeleri yasaklandı. Sadece kitap okumalarına, ev telefonu kullanmalarına ve günlük tutmalarına izin verildi. Her beş öğrenciden biri, uyuşturucudan uzak kalmış bir bağımlı gibi hissetti. Yüzde 11'i perişan ya da tükenmiş hissettiğini belirtti. Yüzde 19, huzursuz ve sıkıntılı hissettiğini belirtirken, yüzde 11 tecrit edilmiş gibi hissettiğini ifade etti. Sadece yüzde 21, bağlantıyı koparmanın faydalarını hissedebildiğini söyledi. Bazı öğrenciler ise sadece dokunabilmek için telefonlarını yanlarına almak istedi.

Katılımcı öğrencilerden biri, "Ben bir bağımlıyım. Alkol, kokain ya da başka şey istemiyorum... Benim uyuşturucum medya, o olmadan kayboluyorum" derken, bir diğeri, "Kelimenin tam anlamıyla ne yapacağımı bilmiyorum. Mutfağa gidip amaçsızca dolaplara bakmak rutin haline geldi, sanki içki alırmış gibi" diyor.

Araştırmaya öncülük eden Maryland Üniversitesi'nden Susan Moeller, "Teknoloji bugün gençlere sosyal ağ sağlıyor ve onlar tüm hayatlarını bağlantılı olarak geçiriyorlar. Bazıları bir süre teknoloji olmadan yaşamak istediklerini, ama arkadaşları tarafından dışlanabilecekleri için bunu yapamadıklarını söylüyorlar" diyor.

Teknolojinin ilişkileri kesinlikle değiştirdiğini söyleyen Profesör, "Öğrenciler cep telefonları ve diğer cihazlar olmadığında, daha derinlikli muhabbetlere dalabildiklerini söyledi. Çok sayıda öğrenci sohbetlerinde kalitenin ve derinliğin arttığını belirtti" diyor.

Güney Kürdistan’ı Yeniden Okumak-1

Güney Kürdistan’da taşlar yerinden oynadı. Güney istese de artık eskisi gibi olamayacak. Bu hayal bu rüya biterek yerine yeni hayaller ve rüyalar gelecek. Bunlara kim ne kadar hazır?
Güney Kürdistan’da taşlar yerinden oynadı. Güney istese de artık eskisi gibi olamayacak. Bu hayal bu rüya biterek yerine yeni hayaller ve rüyalar gelecek. Bunlara kim ne kadar hazır? Bu rüzgârda kim nasıl savrulacak? Kimler yerinde kalacak kimler gidecek? Bu değişim ve dönüşüm hızlı mı yoksa yavaş mı sürecek? Partilerin, liderlerin, hükümetin, devletin konumu nasıl şekillenecek? 

 KDP ve YNK eskisi gibi sistemlerini koruyabilecekler mi? Halktan habersiz ve gizli yapılan anlaşmaları ne kadar saklayabilecekler? Parti hâkimiyetlerini devletin, hükümetin ve halkın üzerinde eskisi gibi farz kılabilecekler mi? KDP ve YNK suç işlemiş kadro ve üyelerini yargıya teslim edebilecekler mi? Kerkük sorunu KDP ve YNK için can simidi mi yoksa yeni çelişkilerin yeri mi olacak? Süleymaniye ve çevresinde sınırlanan güney muhalefetinin gösterileri güneyi nasıl şekillendirecektir? Gösterilerin arkasında İran mı var? YNK mi gösterileri organize ediyor? Aynı saatlerde bölge başkanı Mesut Barzani’nin İtalya’da NATO tarafından aldığı ödülün anlamı neydi?

60 yıldır güney Kürdistan’ın siyasi yapısını hegemonyasına alan ve son 20 yıldır güney Kürdistan’da yaşamın her alanına Makyavelistçe hükmeden KDP ve YNK’ye tarihinde ilk defa kendilerine karşı güneyde bir halk serhıldanı başlamış bulunmaktadır. Kürt tarihinin entelektüalizm merkezi sayılan Süleymaniye kentinde baş göstere eylemlerden KDP ve YNK’yi çok ciddi bir şekilde etkilemiştir. Süleymaniye’de başlayan gösteriler aynı zamanda YNK’nin de bitişi anlamına gelmektedir! KDP’nin bitişi ise ancak bu gösterilerin Hewler’e ulaşmasıyla sağlanabilirdi! Bunun için KDP Süleymaniye’de başlayan gösterilerden çok ürktü. Önlemlerini buna göre hazırlamaya başladı. Hewler’e ulaşmaması için birçok çevreyi açık ve gizli olarak tehdit etti. Tehdit ettikleri arasında stratejik anlaşma belgesi imzaladığı YNK’de vardı. Süleymaniye’de baş gösteren serhıldanların YNK’den habersiz gerçekleşmeyeceğini ve YNK’ye bağlı güvenlik güçlerinin gereken karşılıgı göstermediğini belirtti. Ardından Goran’a yüklendi. Hewler, soran ve Duhok’taki bürolarını yakarak çembere aldı. Süleymaniye dâhil KDP’nin askeri tedbirlerini gören Goran hareketi ilk başta göstericileri sahiplenmedi. Provokasyon olarak nitelendirdi. Göstericiler ise kararlılıklarını göstererek taleplerini yüksek sesle ve daha kalabalık halk kitleleriyle sokaklara dökülerek gösterdiler. KDP ardından Yekgırtu İslami partisini suçladı. Gösterileri ilk planlayan ve izin alan Yekgırtu İslami partisinin bazı üyeleri hakkında tutuklama kararı çıkartı. Yekgırtu ise geri adım atarak gösterileri desteklemediğini söyleyerek KDP ile görüşmeye başladı. Süleymaniye’deki KDP merkezine taşla saldıran göstericilere KDP’lilerce ateş edildi. Çocuklarında içinde bulunduğu birçok kişi öldü ve yaralandı. Gösterileri ise kısa sürede şiddetlenerek Süleymaniye, Ranya, Çemçemal ve Halepçe gibi yerleşim yerlerine sıçradı. Hewler, Duhok, Zaxo, Akre ve Diana’da olağanüstü önlemler alan KDP güçleri askeri ve silahlı karşılık vermek için anti-propagandaya başladı. Tarihi anlamda bu yönlü tecrübeye sahip KDP geçmiş politikasına tekrar dönebilecek miydi? Kuşkusuz her yurtsever güneyli Kürt aydınının kafasından bu soru geçiyordu? Çünkü geçmişte İran la birlikte Qasımlo hareketine, Türkiye ile birlikte PKK hareketine Saddam’ın tankları ile birlikte Hewler’de YNK’ye karşı savaşarak parti çıkarlarını Kürt ulusal çıkarlarının üstünde tutmasının yakın şahitleri hala yaşıyordu. KDP’de bu bilinçte olsa gerek hemen askeri komutanlarını ve peşmerge güçlerini topladı. Toplantı üstüne toplantı yaptı. YNK’yi de daha sonra bu toplantılara kattı. Halkada şehirlerde ve her şehrin her mahallesinde bulunan istihbarat bürolarının aracılığı ile 11 Mart’ta bağımsız Kürdistan ilan edilecek. İran ve Kürt düşmanları bunu engellemek için Goran hareketini kullanmaktadır diye propaganda yapmaya başladı. Ardından kaynağı belli olmayan yerlerde Goran hareketinin İran ve radikal İslamcı örgütlerle toplantı yaptığını basına duyurdu. Bunu duyan güney Kürdistan halkı ve özelikle Behdinan bölgesindeki halk Goran’a ve Süleymaniye’deki halka yönelik halk arasında sert tepkiler oluştu. Süleymaniye serhıldanına halkın kararlı çıkışını ve PÇDK’nin sahip çıkmaya başladığını gören Goran hareketi ise tekrar Süleymaniye serhıldanına sahiplenerek ipleri eline almaya başladı. PÇDK’nin bazı üyelerinin KDP kadroları tarafından katledilen insanların evlerine yaptıkları ziyaret ve taziyeyi sahiplenme tavrı bazı KDP çevrelerini rahatsız etti. Zaten bundan dolayı KNK üyesi Faik Gulpi hakkında tutuklama karar da bundan sonra çıkartıldı. Hemen Türkiye’ye şikâyette bulundular. Süleymaniye’deki halk olaylarının arkasında PÇDK’nin olduğunu söylediler. Bu bir anlamıyla- sana muhtaç olursam güneyde bulunan askerlerini benim için harekete geçir anlamına geliyordu. KDP’nin Türkiye’den yardım talep etmesi ise NATO’yla yapılan gizli anlaşmaların bir sonucu olarak gelişiyordu. Çünkü NATO sadece devletleri değil NATO’ya yardım eden grup, örgüt ve partileri hatta kişileri desteklemeyi kapsıyordu. NATO Atlantik merkezinin bir görevi de Ortadoğu ve Asya’da bu yönlü faaliyetlerde bulunan ve NATO’ya üstün hizmetlerde bulunan kişi, örgüt ve kurumları karşılıklı korumaktı. KDP ve YNK yine ne olursa olsun parti çıkarlarını yine Kürt ulusal çıkarlarının üstünde tutmak için çabalıyorlardı. KDP yine aynı karanlık ilişkileri çok değil yakın tarihte Hewler’i1996 yıllında YNK’nin elinde almak için Saddam rejimi ile gizli görüşmeler yapmıştı. Tarık aziz Bağdat’taki mahkemede verdiği savunmada belgeleriyle Hewler’e saldırısını ve tanklarla Hewler’e girişlerini Mesut Barzani ve Neçirvan Barzani ile Duhok’ta bizzat yaptığı gizli görüşme esnasında karar altına aldıklarını söyledi. Kürt kamuoyu ne yazık ki bunu es geçti. Zamanı değil diye üstünde durmadılar. Ama ne Mesut Barzani ne de Neçirvan Barzani bunu yalanlayamadılar. Daha sonra Kürt hükümetinin talebiyle mahkeme heyetinden mahkemedeki bazı konuşmaların sansürlenmesini ve TV’de canlı verilmemesini istediler. Gerekçe ise Irak’ın huzurunu ve güvenliğini tehlikeye sokma olarak gösterdiler. Bugüne kadar her türlü ilişkisini ve politikasını gizli kapılar ardında yapan ve karar altına alan KDP Kürt kamuoyuna ise bambaşka konular hakkında bilgi veriyordu. Mele Mustafa’nın mezarını bahane ederek Qasımlo güçlerine İran ile birlikte saldıran, batılı güçlerin Irak’ı yıkmak için YNK’yi kullandığını Saddam’a propaganda yaparak Saddam askerleri ile birlikte Hewler’e girip YNK’ye saldıran, binlerce Kürdü öldüren ve göç ettiren, güney Kürdistan’ın özgürleşmesini istemiyor diyerek PKK’ye Türk askeri ile birlikte saldıran KDP bu defa ne yapacaktı. Süleymaniye’deki halk hareketine ve Süleymaniye Azadi meydanını dolduran halka karşı nasıl bir propaganda başlatacaktı. Hewler’e ulaşmaya çalışan halk serhıldanına karşı tıpkı Kaddafi’nin Libya’da yaptığı propaganda taktiğini kullandılar. Goran’ın ve gösterilerinin arkasında İran’ın ve radikal İslamcı güçlerin olduğunu söylediler. Böylece batılı güçlere; ABD ve Avrupa’ya İran güneyi işgal etmek istiyor, bunun için Goran hareketini kullanıyor diyerek girişebilecekleri her türlü katliamvari saldırılara karışmamalarını ve destek verilmesini istediler. Zaten bunun önizlemesini Süleymaniye olayları sırasında gösterdiler. Mısıfte-Selahaddin’de KDP üst düzey merkezilerinin bulunduğu şehirden Süleymaniye’ye özel kuvvetler gönderdiler.  Süleymaniye’de birçok provokasyon ve nrt kanalını yaktılar. Hewler’e ulaşması halinde ne kadar korkunç olabileceklerinin işaretini böylece verdiler. En büyük rant kapılarının açıldığı ve ekonomik pastalarının döndüğü güney Kürdistan’dan kolay kolay vazgeçmeyeceklerini geçmiş pratiklerini ve şehitlik felsefesine tekrar başvurarak- geçmişte biz çok mücadele ettik, şehit verdik, kazanımlar elde ettik, şimdi bu kazanımlarımızı yok etmek istiyorlar diyerek ortaya koydular. Kürdistan’ın huzurunu ve güvenliğini bozuyorlar, dış güçlerin maşalarıdır diyerek gelişebilecek saldırılarını halkın gözünde meşrulaştırmaya ve halktan destek almaya çalıştılar. Diğer Kürdistan parçalarından ne yazık ki ilk destekler geldi. Güney halkı ise diğer Kürdistan parçalarından iktidara verilen desteği hala anlamış değiller. Şimdi Süleymaniye’deki halk hareketini İran’a bağlamanın hiç vicdanla bağdaşır bir yönü yoktur. Halkın ayağa kalkması ve nedenleri üzerinde durmak gerçeği gösterecektir. Bugün bile Kürt örgütleri içerisinde İran la en iyi ilişkiye sahip KDP ve YNK’dir. İran’ın konsolosluğu Erbil’dedir. KDP ve YNK’nin büroları İran’dadır. Ticari olarak içli dışlılar ve her gün görüşmektedirler. Eğer isterlerse dedikleri gibiyse bir telefonla İran’da idam edilecek Kürt gençlerini idamdan kurtarmak için hemen telefon edebiliyorlar. Çünkü İran’da idam bekleyen Kürt gencini Celal Talabani’nin Ahmed-i Nejad’a açtığı telefon sonucu idam edilmediğini YNK çevreleri haftalarca propagandasını yaptılar. O zaman KDP’nin ortaya attığı Süleymaniye’deki gösterileri ve muhalefet güçlerini İran destekliyor siyaseti yapılmak istenen pratiğe zemin hazırlama propagandası olarak algılamak daha doğru sonuçlara ulaştırırken bunu KDP’nin gizli ilişkilerinden ayırt etmemek gerekir. Diğer tarafta aslında KDP ve YNK bununla batılı güçlere Süleymaniye’deki halk hareketini desteklemeyin İran ile ilişkimizi kesmeyerek ve BM’nin İran’a koymuş olduğu ambargoyu güneyden deldirtme mesajını verdiler.
Batı ile birlikte İran’a karşı aynı cephedeki yerimizi alacağız mesajını ilgili güçlere iletmiştir. Tek şartları Mısır ve Tunus gibi ABD ve Avrupalı güçlerin muhalif güçleri desteklediği gibi Süleymaniye’deki muhalefet güçlerini desteklememeleri olmuştur. Olayların sadece Süleymaniye ile sınırlı kalması ve diğer bölgelere sıçramamasını ise bazı çevreler YNK’nin de gizlice bu gösterileri destekliyor, Goran hareketine gizli destek veriyor söylemlerinden kaynaklanmıştır. Şu unutulmamalıdır ki YNK Goran’ın içinde çıkmadı. Goran YNK’nin içinde çıkmıştır. Dolayısıyla YNK’nin içinde hala Goran hareketine sıcak bakan kişilerin olduğunu ve var olan sistemin gidişatından hiç memnun olmayan üst ve alt düzeyli YNK’liler mevcuttur. Özelikle YNK’nin KDP’nin yedek lastiği gibi hareket ettiğinden dolayı sürekli şikâyette bulunmaktadırlar. Bu kesimlerin gösterilere müsamaha gösterdikleri doğrudur. Zaten en son Celal Talabani’nin Güney Kürdistan’a geldikten hemen sonra kendi partisinde yaptığı toplantıda bazı YNK’li üst düzey kişileri toplantıdan dışarı çıkartarak içimizde hainler olduğunu biliyordum demesi bu durumun bir nebze de olsa ortaya koymaktadır.

Mehmet Botan

Demokrasi Yolunda Meclise Girme


Türkiye’de seçim gündemi milletvekili adaylarının listelerinin açıklanmasıyla birlikte daha da ön plana çıktı. Seçime gidilen yolda partilerin ve adayların profilleri,
Türkiye’de seçim gündemi milletvekili adaylarının listelerinin açıklanmasıyla birlikte daha da ön plana çıktı. Seçime gidilen yolda partilerin ve adayların profilleri, seçim beyannameleri daha çok tartışılacağa benziyor. Fakat bu seçim bunun yanında çok daha önemli bir gerçeğin de tartışılmasını gerekli kılıyor.

Türkiye, parlamenter sisteme geçişinden bu yana meclis devlet olanaklarından nemalanmak isteyen siyasi partilerin egemenliğinde kaldı. Siyasi ve ideolojik güruhların yanında çeşitli kereler gerçekleştirilen darbelerle birlikte askerler de parlamentoda egemenlik kurmaya çalıştı. Nitekim uzun yıllar bu kesimlerin tekelinde kaldı meclis. Halen de bu güç ve etkinlik savaşı devam ediyor. 

Milletin meclisi olduğunu iddia eden bu mekânda halkların gerçek sorunları hiçbir zaman tartışılmadığı gibi, tartışmayı açma potansiyeli olan kesimlerin de meclise girmesi engellenerek iktidar mücadelesi dışındaki her türlü çatışma ve çelişki meclisten uzak tutulmaya çalışıldı. 

Belki de ilk kez geçtiğimiz 2007 seçimleri ardından oluşan mecliste BDP’nin bağımsız adaylarla meclise girmesi ardından zayıf da olsa halkların talepleri, demokrasi istemleri meclis kürsüsünden paylaşılmaya çalışıldı. Tabii ki her türlü hakaret, saldırı ve kayıtsızlığa maruz kalan bu talepler hiçbir zaman somut bir çözüm gücü yaratamadı. 

Meclisi oluşturan sandalyelerin çoğuna sahip düzen partilerinin yeni seçim beyannameleri ne olur ne olmaz diye fazla kafa yormaya da gerek yok.

Sonuç itibarıyla kendilerinin de övündüğü üzere üzerinde ilerledikleri geleneklere bağlılıkları nedeniyle yeniye oldukça kapalı, hatta tepkililer. Hem AKP, hem CHP, hem de MHP devlet imkânlarından daha fazla faydalanmak için oluşturdukları düzen içerisinde siyasal, ideolojik mesajlarını hâkim kılmaya devam edecekler. Dincilik, devletçilik ve milliyetçilik üzerinden ilerleyecek olan düşünceler, karşıtı olarak kuruldukları demokratik hak ve özgürlükleri geliştirecek herhangi bir plan ve proje de oluşturmayacaklardır.

Bilimsel düşünce çerçevesinde olasılık tanımamız gerekse de böylesi bir olasılığın düzen partilerinin geçmişlerine bakıldığında çok da anlamlı olmadığı görülebilir. Sonuçta Kürt sorunu etrafında somutlaşan halkların hak ve özgürlükler sorununu bugüne dek derinleştirerek çürütmeye çalışan, halklar lehine her türlü gelişmeyi engellemeye çalışan bu partilerden çözüm beklenemez. Bu, eşyanın doğasına da aykırıdır.

Bunun karşısında tabii ki bu seçimlerin en önemli değişikliği demokratik ulus bloğunun çekirdeğini oluşturan "Emek, Özir ilki temsil ediyor. Yetmişli yılların başında oluşturulması için çok çaba harcanan fakat bir türlü ortak paydalarda buluşamayan Türk ve Kürt sol hareketlerinin günümüzdeki ardılları tarafından birleşmeye doğru adım atmaları, şüphesiz Türkiye’nin siyasi tarihini etkileyecek önemde bir gelişmedir. 

Çünkü Türkiye siyasi hareketi içine değişik siyasetler önerebilecek bir güç girecektir. Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın “stratejik yaklaşıyoruz” dediği demokratik ulus bloğunun ilk izlenimlerini oluşturan bu blok şüphesiz üreteceği yeni siyasetlerle, uygulamaya koyacağı politikalarla cumhuriyet tarihini etkileyecektir. Tabii sadece seçim ittifakı olarak kalmayıp bu dayanışmayı toplumsal alanda da uygulamaya koyabileceği kadar bunu gerçekleştirebileceğini de eklemeliyiz.

Bir yanıyla böylesi bir bloğun meclise girmesinin ezberleri bozacağı, meclis tartışmalarında demokratik hak ve özgürlüklerin gündemleşeceği tartışmaları daha yoğun yaşatacağı gibi bir sonuca gitmek mümkün olsa da, meclis aritmetiğindeki yeri göz önüne getirildiğinde geçmiş meclisten çok farklı bir sonuç yaratamayacağı da görülmelidir. Bu anlamıyla bu bloğun esas başarısı ya da etkinlik alanı meclis dışındaki alanda yürüteceği mücadelede saklıdır. Sokakta, toplumun içinde bu birlikteliğin amacını, içeriğini, stratejisini topluma empoze edebildiği, halk örgütlülüğünü güçlendirebildiği oranda çözüm gücü olabileceğini görmemiz gerekiyor. Yoksa faşist anlayışların kol gezdiği, en haklı taleplerin bile bastırıldığı, yok sayıldığı, savaş ve şiddette, asimilasyon ve baskıda medet bulan bir milletvekili kalabalığı içinde demokratik çözüm geliştirmek mümkün olmaz.

“Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu”nun desteklediği adayların seçim beyannamelerinde de öyle meclise girdikten sonra şunları şunları yapacağız eksenli söylemlerden ziyade, halklar üzerinde oynanan oyunları boşa çıkarıcı söylemlere ağırlık vermeleri daha yerinde olacaktır. Her kürsü, her miting, her toplantı faşist AKP hükümetinin Kürt sorunu karşısındaki, Türkiye halklarının özgürlük ve emek talepleri karşısındaki oyunlarını deşifre etme platformuna dönüştürülmesi gerekmektedir. 

Kapitalist hegemonyanın Ortadoğu’yu yeniden işgal etme planlarında maşa rolü oynayan bir iktidar karşısında mücadele edecek olan demokrasi bloğunun, bu seçimde aynı zamanda ABD’den AB’ye uzanan siyasi, ekonomik iktidar karşısında mücadele edeceğini görmesi, ideolojik, siyasal alanda bunları dikkate alarak taktik ve proje geliştirmesi önemli olacaktır. 
Seçimlerin işte esasta bu yanının görülmesi önemlidir. Önemli olan seçimleri kimin kazanıp kazanmayacağı, kimlerin meclise girip girmeyeceği değil. İnsan olma mücadelesinin ilk adımlarının atıldığı bu coğrafyada hâkimiyetini kurmak isteyen devletçi iktidarcı sistemin temsilcileriyle, buna karşı toplumsallaşmanın ilk günlerinden bu yana özgürlük mücadelesi yürüten kesimlerin kavgasına tanık olacak bu seçimler. Dayanışmanın, birliğin, kardeşliğin, özgürlük ve demokrasinin taraftarlarıyla tekliğin, parçalılığın, düşmanlığın, katliam ve faşizmin taraftarlarının mücadelesinin en çıplak haliyle görüleceği bir ortam olacak 2011 seçimleri.

Bu anlamıyla Kürt sorununa demokratik barışçıl çözüm üretmek isteyen Türk-Kürt tüm kesimlerin Kürt halkının öncülük ettiği demokrasi mücadelesindeki ısrarı, yaratıcılığı ve inatçılığı bu sürece damgasını vuracak gelişmeleri oluşturacaktır. Demokratik ulusun kuruluşu umutlarını arttıran bu seçim bloğunun toplumun tüm alanlarına yayılarak genelleşmesi, Kürdistan ve Türkiye halklarının yaşadığı tüm sorunlardan kurtulması için önemli bir gelişmedir. Kürt ve Türk halkının kaderini, geleceğini belirleyecek olan seçimler değil, yürütülecek mücadele, gösterilecek irade, eylemsellik ve nihayetinde gerçekleştirilecek devrim olacaktır.

Umut Yeniçağ

MÜSİAD-MİT-AKP Üçgeninde İbrahim Tatlıses Suikastı


Türkiye’ye bütün kapılarını açan Güney Kürdistan’da, 10 milyar dolarlık büyük bir yatırım alanı bulunmaktadır. 
 
Türkiye’ye bütün kapılarını açan Güney Kürdistan’da, 10 milyar dolarlık büyük bir yatırım alanı bulunmaktadır. İnşaat sektörü, alt yapı hizmetleri, elektrik, gıda ve giyim, otomotiv gibi birçok alanda yatırımın yapıldığı bir alan olması açısından sermaye kesimlerinin iştahını kabartmaktadır. AKP eliyle Güney Kürdistan piyasasını tamamen ele geçiren yeşil-İslamcı sermaye MÜSİAD, kendisi dışındaki hiçbir sermaye grubunun Güney Kürdistan piyasasına girmesine izin vermemektedir. Güney Kürdistan’daki en büyük pastayı Gülen cemaatine bağlı şirket ve işletmeler almıştır. Okullar, hastaneler, inşaat sektörü, gıda ve giyim sektörü, lokanta ve kafeteryalar, otel gibi işletmeler Gülen cemaatinin ele geçirdiği alanlardır.


MÜSİAD Karşısına Çıkan Bütün Engelleri Kaldırıyor

MÜSİAD dışında Güney Kürdistan’a yatırım yapmak isteyen büyük sermaye grupları MÜSİAD engeliyle karşı karşıya gelmektedirler. Yatırım yapanlar iflas ettirilerek mali çöküntü içine sokulmakta adeta kaçırtılmaktadır. 2003 yılından beri Türkiye’den Güney Kürdistan’a yatırım yapan şirketlerin büyük bir çoğunluğu yatırdıkları sermayeleri ile birlikte iflas ettirilmiştir.

Güney Kürdistan piyasasını tamamen ele geçiren MÜSİAD, Türkiye’deki en büyük sermaye gruplarından olan TÜSİAD’ın Güney Kürdistan’a girişine izin vermemiştir. 2010 yılının son aylarında TÜSİAD yönetiminin Güney Kürdistan ziyaret edeceği belirtilmişti.  Fakat bir süre sonra ziyaretin iptal edildiği açıklaması yapılmıştı.  Güney Kürdistan’a girdiği iddia edilen patlayıcı yüklü bir araba ile Türk şirketlerine yönelik eylem yapılacağı ihbarı nedeniyle TÜSİAD’ın ziyaretinin ertelendiği belirtilmişti. Daha sonra ‘bombalı araç’ iddiasının AKP ve Fetullah Gülen bağlantılı MÜSİAD’ın MİT ile tezgâhladığı karanlık bir oyun olduğu açığa çıkmıştı. MÜSİAD’ın bomba tezgâhı ile TÜSİAD Güney Kürdistan’a sokulmamıştı. 

MÜSİAD ve AKP hükümeti, TÜSİAD’ın yeni yönetiminden memnun değildir. Özellikle TÜSİAD başkanı Ümit Boyner’in Kürt sorunu konusundaki açıklama ve yaklaşımları AKP hükümetinde rahatsızlıklara neden olmuştur. Demokratik Özerkliğe, iki dilli yaşama, demokratik yeni Anayasa çalışmalarına yönelik TÜSİAD’ın bakış açısı, tekçi zihniyetin temsilcisi AKP hükümetini kaygılandırmaktadır.

AKP hükümetinin TÜSİAD’ı hedef alan açıklamalarının altında bu rahatsızlıklar yatmaktadır. Tayip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün bütün yurtdışı ziyaretlerinde götürülen iş adamlarının çoğunluğu MÜSİAD’ dan seçilmektedir.

Hatırlanacağı üzere 90’lı yılların ortalarında TÜSİAD’ın Kürt sorunu konusundaki açıklamaları dönemin savaş hükümetleri tarafından şiddetle kınanmış ardından TÜSİAD başkanı Sakıp Sabancı’nın kardeşi derin devletin taşeron örgütü tarafından öldürülerek TÜSİAD’a, Kürt sorunu ile ilgilenmemesi konusunda mesaj verilmişti.

 Bu günde AKP eliyle TÜSİAD’ı hedef alan ekonomik ve siyasi saldırılar yapılmaktadır. AKP yandaşı basın üzerinden TÜSİAD hedef tahtasına konmuştur. Basın üzerinden saldırılar yürütülürken diğer taraftan da MÜSİAD tarafından piyasa ambargosu konmaktadır.

TÜSİAD gibi diğer sermaye grupları ve şirketlerin Güney Kürdistan’a girişi MİT tarafından düzenlenen tezgâhlarla engellenmektedir. Bir süre önce Güney Kürdistan’a yatırım yapmak amacıyla Süleymaniye’ye gelen yabancı iş adamlarının kaldığı otel ateşe verilmişti. Çıkan yangında onlarca kişi yanarak ölmüştü. Daha sonra olayın MİT tarafından organize edildiği açığa çıkmıştı.

Rojdi Sait MÜSİAD’ın En Büyük Rakibi

Rojdi Sait Kerkük Kürtlerindendir. Saddam döneminde Irak istihbaratında istihbarat şefi olarak çalışmıştır. Sonra Irak’tan kaçarak Mısır’a yerleşmiş. Mısır’da en büyük mafyalardan biri haline gelmiş. İnsan kaçakçılığı, silah ve uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği gelirle birçok ülkede şirketler kurmuş. 2003 yılından itibaren de Güney Kürdistan’a yatırım yapmaya başlamış. Sahip olduğu servet nedeniyle Güney Kürdistan’da etkili bir güç haline gelmiş. Talabani ailesi ile ortaklıklar kurmuş. Ekonomik gücü nedeniyle siyasette de güçlenmiştir. YNK’nin ve Güney Kürdistan hükümetin desteğini arkasına alan Rojdi Sait, Güney Kürdistan’da MÜSİAD’ın en büyük rakipleri arasında yer almaktadır. MÜSİAD’ın yatırım alanı daha çok KDP alanı olurken Rojdi Sait’in yatırımlarının olduğu yer ise Süleymaniye ve Kerkük’tür. Hewler’de de gücünü artıran Rojdi Sait ile MÜSİAD arasında büyük bir mücadele sürmektedir.

Rojdi Sait’in sahip olduğu şirketler grubunun 9 milyar dolarlık geliri bulunuyor. Rojdi Sait’in Güney Kürdistan’daki yükselişini durduramayan MÜSİAD,  2008 yılında MİT’i devreye sokarak Rojdi Sait’e Dubai’de suikast girişiminde bulunulmak istenmişti. Suikast girişimi, MOSSAD tarafından önceden Rojdi Sait’e bildirildiği için suikast gerçekleştirilememiş, suikast girişiminde bulunan 2 MİT elemanı yakalanmıştır. Daha sonra AKP hükümetinin girişimleri sonucu ve başbakanın Dubai’ye yaptığı ziyaret sonucu yapılan görüşmelerle serbest bırakılmış, olayın basına yansıtılmaması karşılığında Birleşik Arap Emirliklerine yüklü miktarda para ödemek zorunda bırakılmıştı.

Rojdi Sait’e yönelik suikastında başarılı olamayan MÜSİAD, bu seferde AKP hükümeti üzerinden KDP içinde elde edilen siyasi nüfuzunu kullanarak Güney Kürdistan hükümetinden YNK’ye baskı yapılarak Rojdi Sait’e destek vermemesi istenmiş ayrıca büyük ihalelerin verilmemesini ve Güney Kürdistan’a yatırım yapmasının önüne geçilmesi istemişti.

Avrupa’da, İran, Ürdün ve Mısır'da yatırımları ve şirketleri bulunan Rojdi Sait inşaat dışında medya, elektronik gibi birçok alanda şirketleri bulunuyor. Güney Kürdistan’da YNK’den destek gören Rojdi Sait’in Süleymaniye ve Hewler merkezli kurduğu Al-Adel Company Group’un ortakları arasında Talabani ailesinden Abdulkadir Talabani’de bulunuyor.


İbrahim Tatlıses Suikastının Arkasındaki Gerçekler

MÜSİAD ile Rojdi Sait’in Güney Kürdistan’da kurduğu Al-Adel Company Group’un Güney Kürdistan pazarından pay kapma savaşını verdiği dönemde İbrahim Tatlıses, Rojdi Sait’in şirketine yüzde elli hisse ile ortak oldu. İbrahim Tatlıses'e, Türkiye ve Güney Kürdistan’daki bazı kesimler tarafından, MÜSİAD’ın bu ortaklıktan rahatsız olduğunu,  Rojdi Sait ile ortaklığa son vermesini, aksi taktirde başına kötü şeylerin gelebileceği konusunda uyarılarda bulunmuşlardı.

Bütün bu uyarılara rağmen İbrahim Tatlıses, Rojdi Sait ile ortaklığa devam etti. MİT’in taşeron olarak kullandığı ve kirli işlerini yaptırdığı Sauna Çetesi ve Abdullah Uçmak’ın başında olduğu çete tarafından tehdit edilmiş, haraç istenmişti. Abdullah Uçmak’ın MİT tarafından kullanıldığı ve MİT adına bazı kirli işleri organize ettiği Ergenekon’dan cezaevine alınan istihbaratçı emekli askerlerin ifadelerinde de yer alıyordu.

İbrahim Tatlıses, Rojdi Sait ile kurduğu ortaklıkta sorunlar yaşamaya başladı. Türkiye’den getirilen inşaat malzemelerin Habur sınır kapısından geçişlerinde sorunlar çıkartıldı. Türkiye’de malzeme bulmakta zorlandı. Türkiye’den getirdiği ve çalıştırdığı mühendis, mütahit, usta ve işçilerin vize ve oturum işlemlerinde Türkiye’nin Hewler başkonsolosluğu ve Hewler asayişi sorunlar çıkarmaya başladı.

İbrahim Tatlıses’in ortağı olduğu Al-Adel Company Group’un Güney Kürdistan’da aldığı işler arasında 1 milyar dolarlık Süleymaniye Barajı ihalesi de bulunmaktadır. Şirket, Süleymaniye’de 850 konutluk “Kifri Projesi,  Hewler’de “Cennet Bahçesi” adı altında 500 villa, 1000 daire projesi yine Kerkük’te onlarca dönümlük araziye inşa edilecek daireler, villalar ve alışveriş merkezleri projelerinin ihalelerini de aldı.

 
Ayrıca Tatlıses ve Rojdi Sait medya alanında ortaklığa gittiler. United Medya isimli bir şirket kurarak Nil sat uydusundan yayın yapan UM TV isimli bir televizyonda açtılar.

İbrahim Tatlıses’in Rojdi Sait ile ortaklığıyla hızla büyümesi, büyük oranda sermaye edinmesi ve Güney Kürdistan piyasasında sahip olduğu ünü ile yer edinmesi ve özellikle Kürt oluşu MÜSİAD açısından birçok tehlikeyi beraberinde getiriyordu. Rojdi Sait’i durduramayan MÜSİAD, İbrahim Tatlıses’in devre dışı bırakılarak Rojdi Sait ve İbrahim Tatlıses’in MÜSİAD’a rağmen yükselişi durdurulacak ve bunlar şahsında diğer sermaye gruplarına da gereken mesaj verilecekti.

İbrahim Tatlıses’e suikast girişimi ilk değildir. 1994 yılında Tansu Çiller-Doğan Güreş-Mehmet Ağar üçlü çetesinin PKK’ye yardım eden işadamlarına ait yüz kişilik ölüm listesinde İbrahim Tatlıses’inde ismi yer alıyordu. Listede ismini öğrenen İbrahim Tatlıses, çete başı Tansu Çiller’e milyonlarca dolar vererek listeden kendi ismini çıkartmıştı. 94 yılında gerçekleşmeyen öldürme girişimi 17 yıl sonra aynı devlet ve aynı zihniyete sahip hükümet tarafından gerçekleştirilmeye çalışıldı.

Suikastın İçindeki Dikkat Çekici Ayrıntılar

Suikastın hazırlığı ve yapılışına dikkat edildiğinde oldukça profesyonel olduğu anlaşılmaktadır. İstihbarat filmlerini aratmayacak tarzda iyi organize edilmiştir. Ortaya çıkartılışı öyle polisin başarısı da değildir. Suikastı yapanlar olayı kime ihale yapılacaksa ona göre delilleri arkada bırakmıştır.

Suikastta kullanılan arabada GPS sisteminin olduğunun bilinmemesi mümkün değildir. İstanbul’da araba kiralayan bütün şirketler, çalınma vb durumlara karşı kiralık arabalarına GPS taktırmışlardır. Bunun böyle olduğunu herkes bilmektedir. Böyle bir araba kullanılarak birileri adeta ‘fail benim’ demiş ya da dedirtilmiştir. Suikast için çalıntı bir araba ya da plakası değiştirilmiş bir araba kullanmak yerine GPS’i bulunan bir araç tercih edilmiştir. Arabayı kiralayan kişiler Abdullah Uçmak’ın adamlarıdır. Olay sonrasında arabanın plakasının bir şekilde tespit edilmesi mümkün iken bu konuda bir gizliliğe gidilmemiş her şey alenen yapılmıştır. Araba kiralandıktan sonra başka bir birime teslim edilmiştir.

Suikastta kullanılan arabanın temin edilmesinde hiçbir ayrıntıya dikkat etmeyenler olayda kullandıkları arabada hiçbir parmak izi bırakmamışlardır. Yine parmak izleri kullanılan silahta da bulunamamıştır.

Suikast sonrasında, olay yerinden belirlenen hız sınırlarını aşacak şekilde ayrılan arabanın, hız sınırını kontrol eden ve sürücüsünü görüntüleyen kameraların arabanın geçişi sırasında birkaç saniyeliğine kapatılmış olması da dikkat çekicidir. Sadece genel mobese kameralarıyla arabanın markası ve plakasının tespit edilmesine izin verilmiştir.

Bir başka dikkat çekici nokta ise suikastın hazırlık aşaması ve gerçekleşme anıdır. İbrahim Tatlıses’in uzun bir süredir takip edildiği anlaşılmaktadır. Kendisinin, menajeri ve korumalarının telefonları dinlenmiştir.(ki telefon dinleme konusunda Fetullah Gülen Cemaatine bağlı Polis Teşkilatının İstihbarat Dairesinin yetenekleri de sır değil artık) Tatlıses’in bütün programı ve hareket tarzı öğrenilmiştir. Korumaların sayı ve nitelikleri, araçları ve özellikleri, İbrahim Tatlıses’in arabaya bindiğinde nereye oturduğu, koruma arabaların hareket tarzı gibi ayrıntılara dikkat edilmiştir.

Suikasta uğradığı televizyona gelmeden önce korumaların kullandığı iki araçtan biri nedeni bilinmeyen bir şekilde çalışmamıştır. İki araç önlü ve arkalı olarak koruma yapıyordu. Önde koruma aracı olarak giden aracın çalışmaması üzerine daha büyük bir araç ile bütün korumalar birlikte televizyonun bulunduğu binaya gelmişlerdir. İbrahim Tatlıses’in çıkış saati suikast için önceden planlanmıştı. Gece 12.00 sıralarında hem civarda kimsenin bulunmaması hem de yolların boş olması nedeniyle suikastçılara önemli fırsat sunuyordu.
Başka bir şey ise, İstanbul’un göbeğinde neredeyse her noktada polisler bulunmuş olmasına rağmen, herhangi bir olayda polisin birkaç dakika içinde olay yerinde olmasından övgüyle bahsedenler, suikast sonrasında hiçbir polisin orada olmamasını, hiçbir polis aracının son hızla yolda giden bir araca müdahale etmesini sorgulamamıştır.

Suikast silahını kullanan kişinin çok profesyonel ve silaha çok hâkim olan biri olduğu gözden kaçmamıştır. Uzun bir süre cezaevinde yatmış ve daha çok tabancalarla haşır neşir olan birinin hareket halindeki bir arabadan seri atışa ayarlanmış-desteksiz bir pozisyonda hedefini vurabilmesi mümkün değildir. Sokak lambalarının ışığında, uzak bir mesafeden-görüş açısının az olduğu bir koşulda hareket halindeki araçtan uzun namlulu bir silahtan sadece hedefteki arabanın sağ tarafını vurabilmek sıradan bir çete başının işi değildir. Türk ordusundaki subaylardan oluşan bordo berelilerin ve MİT elamanlarının böylesi eğitimlerden geçirildiği bilinmektedir.

Bütün bu tespitlerden anlaşılacağı üzere, suikastı gerçekleştirenlerle suikastı üstlenenler ayrı kişilerdir.

İbrahim Tatlıses Suikastının Sonuçları

Olayın karanlıkta kalması beraberinde birçok şaibeyi beraberinde getireceği ve bundan hükümetin sorumlu olacağı düşüncesiyle suikastı birilerinin üstlenmesi gerekiyordu. Olayın faillerinin hemen açığa çıkarılmasıyla polisin başarısının propagandası yapılacaktı. Buna bir de daha sonra PKK eklendiğinde taşlar yerine oturtulmuş oluyordu. Dikkat edilirse istihbarat örgütlerinin içinde olduğu bütün suikast ve karanlık işlerin hiçbir zaman tek bir amacı yoktur. Yapılan her operasyonun birçok hedefi ve amacı vardır. İbrahim Tatlıses suikastı da böyle bir amaca hizmet ediyordu.

Suikast ardından İbrahim Tatlıses, Güney Kürdistan piyasasından süpürülmüş oluyordu. Rojdi Sait, Tatlıses suikastı ile uyarılıyordu. Suikastı açığa çıkaran polisin başarısı göklere çıkarılıyordu.  Olayın hemen açığa çıkarılması nedeniyle AKP hükümeti ve polis zan altında kalmıyordu. Yine AKP hükümetinin bilgisi dâhilinde yapılan suikast operasyonu ardından Tatlıses, katili tarafından sahip çıkılıyor ve Kürtlerin en yoğun olduğu İstanbul’dan milletvekili adayı yapılmaya çalışıyordu.

Planın en sonunda ise suikast PKK’ye ihale ediliyordu. Suikastla ilgili olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan ve PKK’li olduğu iddia edilen kişilerin Güney Kürdistan’da-Hewler’de BDP temsilciliğinin açılması çalışmalarını yürütenler olduğu anlaşılmıştır. Söz konusu kişilerin sorgularında ise İbrahim Tatlıses suikastı ile ilgili tek bir soru dahi sorulmamıştır. Suikastın PKK ile ilişkilendirme görevini, AKP ve Fetullah Gülen cemaatinin beslemesi; Vatan, Sabah, Zaman, Hürriyet, Habertürk, Star, Bugün, Yeni Şafak gazeteleri ile STV, Kanal Türk, Kanal 7, Kanal 24 televizyonları üslenmiştir.

Tabi bu suikast öncesinde de gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus vardır. Suikastın hedefine ulaşabilmesi için AKP’nin işbirlikçi basını ve her türlü amaç için kullanılabilen kiralık yazarlar üzerinden bazı işbirlikçi-kendine Kürt diyen kişilere tehdit ve suikast yapıldığı iddiaları gündemde tutulmuş, bilinçaltlarında PKK hedef haline getirilmiştir.

Sıradan bir çetenin yaptığı bir suikastın bu kadar AKP’ye yararı olabilir mi? Neresinden bakarsanız bakın hepsinde AKP kazançlıdır. Suikastı gerçekleştirenin uzun bir süre cezaevinde kalmayacağının da garantisi vardır. Bu konuda kimsenin şüphesi olmasın. AKP adına, devlet adına adam öldürenin cezaevinde uzun süre kalmadığı hatta hiç içeri girmediği, öldürdüğü tespit edildiği halde beraat ettirildiği çok iyi bilinmektedir. Hizbul-Kontra tetikçilerini serbest bırakan AKP hükümeti değil miydi?  Kürdistan’da onlarca çocuğu-genci öldürenler AKP hükümeti tarafından serbest bırakılmadılar mı?  “Devlet adına kurşun sıkanlar” her zaman “iyi çocuklar” oldular ve Türk devleti de “iyi çocuklarını” her zaman korudu.

İbrahim Tatlıses suikastını iki gün içerisinde açığa çıkartan AKP hükümetinin başarılı polisleri her nedense devletin para-militer güçleri tarafından öldürülen 17 bin kişinin faillerini bir türlü bulamamaktadır. Hatta kelle avcısı özel timci Ayhan Çarkın gibileri çıkıp katliam yaptığını söylemesine rağmen dokunulmamaktadır.

Bütün bu gerçeklerin İbrahim Tatlıses tarafından iyi araştırılıp anlaşılmasında büyük fayda vardır. AKP ve onun arkasındaki güçlerin-güç mücadelelerinin ne kadar çirkince ve adice yürütüldüğünün bilinmesi gerekmektedir. İbrahim Tatlıses’in hala hayatta olması onun için büyük bir mucizedir. Başına gelenleri iyi araştırmalıdır. Birazcık onur varsa, katilinin yanı başında olduğunu, onu ziyaret eden- elini sıkan ve ona vaatlerde bulunan kişi olduğunu bilmelidir.

Yasin Kılıçkaya

YSK Kararı Türkiye Için Saatli Bomba

 
"Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu" adaylarının YSK tarafından veto edilmesinin "Türkiye için bir saatli bomba" olduğunu belirten Prof. Dr. Doğu Ergil, "Türkiye adına çok üzüldüm. Geldiğimiz aşama bu olmamalıydı. Türkiye'ye yazık ettiler" dedi.

YSK'nin, "Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu"ndan seçime girecek olan 12 vekil adayını veto etmesine yönelik tepkiler sürüyor. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğu Ergil, YSK'nin kararının siyasi bir karar olduğunu belirterek, Türkiye'yi zor günlere sürükleyecek bir oyun olduğunu söyledi. "Bu bir saatlik bombadır" diyen Ergil, "Türkiye adına çok üzüldüm. Geldiğimiz aşama bu olmamalıydı. YSK'nın yerine yeni adaylar olmadan kritik bir zaman diliminde bu kararı vermesi düşündürücü" ifadelerini kullandı.

Birilerinin oynadığı oyuna birilerinin alet olduğunu kaydeden Ergil, "Kimin bu sonucu alet olduğu önemli. Kimin bu komploya alet olduğu çok açık. Türkiye büyük bir tuzağa düşürüldü. Yasa maddeleri falan öne sürülebilir. Ancak siyaset bu ülke sorunlarına çözüm olmayan kurallara riayet etmez. Türkiye'ye yazık olmuştur" şeklinde konuştu.

Başbakan Erdoğan'ın seçim beyannamesini açıklamasının bu kararla bir anlamının kalmadığını belirterek, "Vizyon 2023 değil 13 Haziran 2011 olmuştur. Ondan sonra çok tehlikeli günler gelecek" diyen Ergil, "AKP'nin vaatleri CHP'nin vaatleri bu komplo karşısında anlamsızlaştı. Böylesi bir kararı alanlar bunun sonuçlarına da katlanırlar" diye konuştu.