5 Ağustos 2011 Cuma

DTK Burkay'la Görüşmeli mi?




Kemal Burkay'ın AKP'nin himayeci organizasyonu ile İstanbul'a getirilmesi yeni bir sürecin zorlandığını gösteriyor. İçini bir türlü dolduramadığı ‘’Açılımı’’ fiyaskoya dönüşen AKP, 12 Eylül referandumu ve 12 Haziran seçimlerinde Kürdistan'da yaşadığı hezimet sonrası, içerde aradığı işbirlikçi Kürt desteğinden umudunu kesince, gözünü yurt dışında yaşayanlara dikti.

Bu süreçte bazı isimler AKP eli ile İstanbul'a kadar da getirildi. Ancak hiçbiri Kürdistan'ın her hangi bir şehrine dahi gidemedi. AKP yanlısı bazı gazetelerde haberleri yayınlandı, siyasal iktidarın bu girişimi de külü ateşinden büyük bir toz bulutu olmanın ötesine geçmedi.

Kemal Burkay ise, havaalanından itibaren devlet himayesinde çıktığı yolda, devrilen AKP açılımını, ”göç yoldu düzülür” düsturuyla omuzlamaya gayret keş bir tablo çiziyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın davetine icabet etmek üzere İstanbul'a geleceği çok önceden deklare edilen Burkay'a, yola çıkmadan üç gün önce Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından bir çağrı yapıldı.

DTK sözcüsü Cemal Coşgun, 27 Temmuz'da yaptığı çağrıda, ”Burkay'ın birikimlerinden faydalanmak için DTK içinde görev almasını istediklerini” dile getirerek kendisini DTK'ya davet etti.

30 Temmuz günü, havaalanında vali yardımcılarından biri tarafından karşılanan Burkay, İstanbul'a ayak bastığından bu yana bu çağrıya herhangi bir yanıt vermiş değil. Nezaketen bir teşekkür dahi etmedi. İstanbul, ”temasları” boyunca her fırsatta AKP iktidarının, ”demokratikleşmeye” olan katkılarını büyük bir minnet ve memnuniyetle karşıladığını anlattı. Stockholm'den başlayarak kurduğu bağların bir nişanesi olarak, Gülen Cemaati'ne de teşekkür etti ama DTK'den gelen davete kulaklarını tıkamayı yeğledi.

Hükümet üyeleri ile kapalı kapılar ardında içeriği gizli görüşmeler yapan Burkay, bu süre içerisinde BDP yöneticileri ile de bir temas kurma ihtiyacı hissetmedi. İstanbul, ”temaslarının” ardından Ankara'da da, ”temaslarda” bulunması bekleniyor. Temasları konusunda tercihini çok açık bir biçimde ortaya koyduğu muhakkak. Bu nedenle, yarın öbürgün Diyarbakır'a gelecek olan Burkay'ın, olası bir görüşme durumunda DTK'nın karşısına hangi sıfatla, kimin adına çıkacağı artık bir muammadır.

Burkay, DTK ile bir Kürt aydını olarak görüşecekse, DTK'nın daveti orta yerde durduğu halde neden geldiğinde ilk öncelikleri arasına bu görüşmeyi almamıştır. Geldiği günden itibaren her fırsatta DTK ve BDP'nin siyasetini eleştirirken, AKP'ye övgüler düzen Burkay, Kürt siyasetinde kimi ne vasıfla temsil etmektedir?

Kesin olan şu ki, önceliği AKP ile ”temasta” gördüğü açıktır. Akil adamlık vasıfları için fazlasıyla yanlı bir siyaset izlediği için, ara buluculuğunun da inandırıcılığı, güven vericiliği şüphelidir. Bu durumda Burkay, DTK ile AKP hükümeti indinde yaptığı ”temasların da ışığında” AKP adına bir araya gelebilir. Ancak buna da ihtiyaç yok. Zira böyle bir durumda DTK'nın muhatabı Burkay değil Başbakan olmalıdır.

AKP hükümetinin, 31 yıl önce gittiği Stockholm'de var olan siyasal nüfuzunu da kaybeden eski bir genel sekreter olarak Burkay'a yüklediği misyonu tahmin etmek elbette zor değil. Ancak Burkay'ın, polis korumasında Kürt sorunun çözümünde katkı sunma çabasını kim samimi bulur? AKP'nin tüm varını yoğunu ortaya dökerek, PKK karşısında bir araya getirmeye uğraşıp bir türlü başaramadığı kendi ”Kürt yapılanmasını” Burkay'la ”başaracağına” olan inancı görünüyor. Burkay'ın da buna teşen olduğu açık.

Halen legal siyaset yürüten üç bin Kürt cezaevlerinde rehin tutulurken, Burkay'ın VİP muamelesi görmesinin esbabı mucibesi de burada saklı. AKP'nin kendisi üzerinden bir hesap yürüttüğü bu kadar aşikar ortadayken bu duruma, ”ağacın kurdu kendinden olur” demekten başka bir izah zor görünüyor.

Halen İmralı'da derin bir tecritte tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın uluslararası bir komplo ile Kenya'dan kaçırılarak İmralı'ya konması orta yerde dururken, Burkay'ın İstanbul'a geliş biçimi ibretlik bir tablo oluşturmakta.

Kandil ve Maxmur'dan gelen, barış gruplarına Habur'da Kürt halkının gösterdiği hüsnü kabul ”kabullenilemez, içlere sindirilemezken” Burkay'ın, AKP'li içişleri bakanı tarafından tahsis edilen dört sivil korumayla dolaşması nasıl açıklanabilir?

Yaratılmak istenen, ”hayati tehlikesi olan önemli kişi” imajı ise Stockholm sokaklarında bir başına iken güvende olan birinin, kendi memleketinde, kendi halkından korunması, kendine siyasetçiyim diyen biri için zül olmalıdır.


Mehdi Atay

Güney Afrikalı Hukukçulardan Erdoğan'a 'Büyük Timsah' Uyarısı


Güney Afrikalı hukukçuların, Kürt sorununa ilişkin hazırladıkları son raporda, çözüm için yedi tavsiyede bulundu. Topun AKP Hükümeti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da olduğunun vurgulandığı raporda, Erdoğan’ın çözüme ayak diremesi durumunda, De Klerk’ten önceki Devlet Başkanı, ‘büyük timsah’ lakaplı P.W. Botha ile aynı kaderi paylaşacağı uyarısı yapıldı.

Yeni Özgür Politika gazetesine göre Güney Afrika merkezli Uluslararası İnsan Hakları Avukatları Heyeti, Türkiye’deki Kürt sorunu ile ilgili üçüncü raporunu yayınladı. Çözüm sürecine girilmesi için 7 tavsiyede bulunan raporda, adım atması gereken tarafın Türk hükümeti olduğu ifade ediliyor. Raporda, Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılacağı garanti edilmeden gerilla güçlerinin silah bırakmasının sağlanılamayacağına vurgu yapılıyor.

Rapor, heyetin üyesi olan Güney Afrika Yüksek Mahkeme Yargıcı Essa Moosa’nın, 18 Nisan-6 Mayıs 2011 tarihleri arasında Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da yaptığı görüşmeler ve edindiği izlenimler doğrultusunda Cape Town Yargıcı ve Güney Afrika Ulusal Demokratik Hukukçular Birliği Başkanı Dr. Joey Moses tarafından kaleme alındı. Nelson Mandela ve Desmond Tutu’nun avukatlığını yapmış olan Essa Moosa, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü yönde herhangi bir ilerlemenin olup olmadığını incelemek üzere gittiği Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da, ‘KCK Davası’nı izlemişti, çok sayıda aktivist, politikacı, belediye başkanı, yerel yönetim temsilcisi, hukukçu, gazeteci, akademisyen ve sivil toplum örgütü temsilcisi ile görüşmüştü.

ERDOĞGAN BOTHA MI, DE KLERK Mİ OLACAK?

22 sayfalık raporda Kürt sorununun çözümü için topun Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan’da olduğu ifade ediliyor. Zira ‘Başbakan Erdoğan dönülmeyecek bir kararı verecek mi?’ başlığını taşıyan bölümde, Apartheid rejiminin son Devlet Başkanı Frederik Willem de Klerk örnek veriliyor. Bu nokta enteresan, zira Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yapmış olduğu son görüşmesinde “Mandela’nın rolünü oynaması için de Klerk de önemli şeyler yapmıştı. Türkiye’de de Klerk rolünü oynayacak kimse yok. Bırakın de Klerk’i, Erdoğan şu anda Çiller rolüne soyunmuş” sözleriyle, çözüm konusunda ilerleme sağlanabilmesi için Erdoğan’ın oynaması gereken rolü vurgulamıştı.

Erdoğan’ın başbakan olarak sorunu ciddiyet ve aciliyetle ele alma yükümlülüğüne sahip olduğuna vurgu yapan raporda, “dönülmeyecek kararı verme cesaretini göstermek zorunda” deniliyor. Ayak direrse, de Klerk’ten önceki Devlet Başkanı, ‘büyük timsah’ lakaplı P.W. Botha ile aynı kaderi paylaşacağına dikkat çeken raporda, devamla şu benzetme yapılıyor: “1985’te P.W. Botha’ya, Güney Afrika’da geri dönülemez kararı verme imkanı verilmişti. Dünya, onun demokratik reformlar ilan etmesini beklerken, o inat etti ve Güney Afrika tarihine adını yazdırma şansını böylece kaybetti. Ardından gelen de Klerk ise bu şansı değerlendirdi.”

DÖNÜLMEYECAK KARARI VERME CESARETİ

Yeni Özgür Politika gazetesi, şu yorumda bulunuyor: “De Klerk, 2 Şubat 1990’da parlamentoda yaptığı çok esaslı konuşmasında, Mandela da dahil siyasal tutsakların serbest bırakılacağını, örgütler üzerinde yasak kararlarının kaldırılacağını, sürgündekilerin dönebileceğini, OHAL’e son verileceği ve hükümeti ile özgürlük hareketleri arasında siyasi diyalog için alan açılacağını açıklamıştı. Dönülmeyecek kararı verme cesaretini gösterdi ve Mandela ile birlikte Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Belki Erdoğan da, Güney Afrika tarihinden ders çıkarıp adını ülkesinin tarihine yazdırabilir.”

Gazeteye göre unutulmaması gereken bir husus, izlenimleri ile raporun zeminini oluşturan Yargıç Essa Moosa’nın kimliği. 1960’lı yıllarda kurduğu avukatlık bürosu ile Apartheid’e karşı hukuk mücadelesini başlatan Moosa, tutukluluk yıllarında avukatlık ettiği Mandela’nın devletle müzakerelerine bizzat şahit olarak, orada da epey zigzaglı ilerleyen süreci bilen ve benzerlikleri görebilen bir isim.

Bu nedenle, raporda yer alan tavsiyelerin ayrı bir önem taşıdığına vurgu yapılıyor. ‘İleriye giden yol’ başlığını taşıyan bölümdeki tavsiyelerin Erdoğan’a ve onun şahsında hükümete yönelik olduğu belirtiliyor. Buradan, sürecin ilerleyebilmesi için görevin tamamen hükümet tarafına düştüğü sonucu çıkarılırken, bu sonucun Abdullah Öcalan’ın son görüşmesinde söylediği “Benim yapacaklarım bitti” uyarısı ile örtüştüğü ifade ediliyor.

ÖCALAN SERBEST BIRAKILMALI

Güney Afrika’da, müzakere sürecinde güvenlik güçleri çevresinden sorunun çözümünü engellemeye dönük ciddi çabaları sonucu, sadece 1989-1994 yılları arasında 8 bin insan hayatını kaybetmişti. Dr. Joey Moses tarafından kaleme alınan raporda, Türkiye/Kürdistan açısından da bu tehlikeye dikkat çekiliyor. Zira, özellikle son 2 ayda yaşanan gelişmeler (vekillerin serbest bırakılmaması, Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi, halka yönelik ölümle de sonuçlanan saldırılar, askeri operasyonlar vs.) bu tehlikenin ne denli reel olduğunu gösteriyor. Raporda, şu vurgu yapılıyor: “Sağ kanatta, özellikle güvenlik güçleri arasında Kürt sorununun çözümünü sabote etmek isteyen unsurlar bulunabilir. Halkın siyasi iradesi, yetkisi olmadan hareket eden böylesi unsurlarca bozulmaması için, bunların nötralize edilmesi şart.”

Raporun son bölümünde ise Abdullah Öcalan’ın konumu ve tutukluluk koşulları ele alınıyor. Öcalan’ın tutuklu bulunduğu müddetçe ve serbest bırakılacağı garanti edilmeden gerilla güçlerinin silah bırakmasını sağlayamayacağına vurgu yapan rapor, aynı durumun Güney Afrika’da da yaşandığına dikkat çekiyor: “O dönem yasaklı olan ANC’nin silahlı mücadele yürüttüğü ve Mandela’nın tutuklu olduğu bir süreçte Apartheid rejimi ve ANC arasında görüşmeler başladı. Düşmanlık, ANC üzerindeki yasak kaldırıldıktan, Mandela serbest bırakıldıktan ve barış komiteleri kurulduktan sonra bir kenara bırakıldı. Barış komitelerinden biri, Mandela öncülüğünde Apartheid karşıtı güçleri temsil ederken, bir komite de de Klerk öncülüğünde Apartheid güçlerini temsil etti. Bu barış komitelerinin işlevi, taraflar arası düşmanlığı sona erdirmek, özgürlük hareketlerinin silahlı güçlerini Güney Afrika Savunma Gücü’ne entegre etmek ve yeni demokratik bir dağılım için müzakere etmekti.”


Sonuç olarak Kürt sorununun çözümü için koşulların hiçbir zaman bu denli olgunlaşmadığı belirtilen raporda, seçmenin meclise sorunu siyasi yollarda çözme yetkisini verdiği ifade ediliyor. Bunun için de, topun Erdoğan’da olduğu vurgulanıyor.

Tavsiyeler şöyle:

- Erdoğan öncelikle devlet yetkilileri tarafından Kürt lideri Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerin siyasi sorumluluğunu üzerine almalı. Heyetin kime karşı sorumlu olup rapor verdiği belli değil. Müzakere süreci siyasi bir mesele olduğundan, siyasi baş nihayetinde sorumludur.

- Türk Meclisi, bütün seçilmişlerin dokunulmazlığını güvence altına alıp, Hatip Dicle’den özür dilemeli. Türkiye böylece mecliste ifadesini bulan halkın iradesi üzerinden siyasi çıkmazı siyasi bir şekilde çözmüş olur.

- Meclis, Kürt sorununun çözümü için meclise tavsiyelerde bulunmakla görevli çok partili bir parlamenter komiteyi kurmalı. Müzakereler için gerekli olan iklimin yaratılması göz önünde bulundurulmalı. Aynı şekilde örgütler üzerinde yasakların iptal edilmesi, siyasi tutsakların serbest bırakılması, siyasi davaların durdurulması, sürgündekilerin dönüşü, yeni ve demokratik bir anayasanın hazırlanması gibi adımlarla, müzakereler önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor.

- Meclis, yeni sivil ve demokratik anayasanın demokratik bir yönetim sistemine denk düşmesini güvence altına almalı. Anayasa, kültür, dil ve inanç farklılıklarını korumalı, anadilde eğitim hakkını içermeli, bütün sivil toplum organlarını koruma altına almalı. Anayasa sürecine bütün azınlık partilerinin katılımı sağlanmalı.

- Anayasa kuvvetler ayrılığı güvence altına almalı. Bütün yönetim aşamaları şeffaf olmalı. Efektif bir idare için yetkiler ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde devredilmeli. Kürt halkına belli ölçüde özerklik tanıyan Lozan Antlaşması ile 1921 Anayasası dikkate alınmalı.

- Erdoğan, kurulması tavsiye edilen çok partili parlamenter komitenin ordu, polis ve diğer güvenlik birimleri gibi PKK ve KNK temsilcileriyle görüşmesini güvence altına almalı. Böylece, bütün tarafları bağlayan ve bütün aktörlerin içinde yer alacağı geniş kapsamlı bir uzlaşma sağlanabilir.

- Erdoğan, bu sürecin bütün yurttaşlar için açık ve şeffaf ilerlemesini sağlamalı. Bu şekilde toplum psikolojik olarak sorunun çözümüne hazır hale de getirilir.

Neden Türkiye’yi Soyanların Telefonları Dinlenmiyor?


Binlerce, belki on binlerce kişinin telefonu dinleniyor Türkiye’de. Basına sızdırılan konuşmalar, iddianamelerde yer alan kaset çözümleri falan bir ipucu ise, bunların neredeyse tamamı AKP’ye hasım kişilerdir: Askerler, gazeteciler, muhalif politikacılar falan.
Nedense, devleti soyanların telefonları dinlenmiyor.

Oysa Türkiye sivil asker devasa yolsuzlukların ülkesidir. Yolsuzluk ölçen uluslararası kuruluşların endekslerinde çok berbat ülkelerle birlikte alt sıralardayız ve buraya Japon yapıştırıcısı ile tutturulmuş gibiyiz. Yukarılara, Singapur, Norveç gibi ülkelere doğru bir yükseliş yok.

Bundan çıkan anlam şudur: İktidara kim gelirse gelsin yolsuzluk azalmadan, aynı düzeyde devam eder. Dirseğini rakı masasına dayayanlarla alnını secdeye değdirenler arasında fark yok. (İnsanı Tanrı’ya dua değil dürüstlük yaklaştırır. Ama bu başka bir yazı konusu.)

Bir süre önce büyük bir yolsuzluk olayını araştırırken üst düzey bir yetkiliden şöyle bir not almıştım:

Milli gelirin yüzde 10’u

“Türkiye de yolsuzluğun büyüklüğü herhalde milli gelirin %10’undan aşağı değildir. Ergenekonlar, kontrgerillalar, istihbarat savaşları bu büyük miktardan pay alma kavgasıdır. Keşke savcı(lar) olay(lar)ı bu boyutu ile soruşturma görüş ve imkânına sahip olsa idi.”

Türkiye’nin milli geliri 850 milyar dolar civarındadır. Bunun yüzde onu 85 milyar dolar eder. Bu her yıl birilerinin cebine haksız kazanç olarak akan paradır. Az değil. Milli geliri 90 milyar doların altında olan yüzden fazla ülke var dünyada.

Hadi diyelim ki bu rakam abartılı. Ki sanmıyorum. Yarısı bile dev bir rakam.

O zaman bu hırsızlık en azından Ergenekonvari bir titizlikle takip edilmemeli mi? Edilmeli, tabii, ama edilmez ve edilmeyecek.
Çünkü bu tür işleri tezgâhlayanlar ile telefon dinleme emrini verenler aynı kişilerdir. Kirli politikacılar ve bürokratlar. Onlara taşeronluk yapan işadamları.


Yolsuzluk cezadan muaf

Politikacıların tamamen bürokratların kısmen dokunulmazlıkları var. İşadamlarının pahalı avukatları ve yargıyı saptıracak servetleri var.
Onun için parasal ölçüye göre en büyük suç türü olan yolsuzluk aynı zamanda en az soruşturulandır. Pratik anlamda “cezadan muaftır” bile diyebilirsiniz.

Geçen gün, Ergenekon iddianamesini karıştırırken, ünlü bir işadamı ile iki orgeneralin bir ihalede doksan milyon dolarlık bir işi yüz elli milyona yaptırıp aradaki altmış milyon doları paylaştıklarına dair bir iddiaya rastladım. Ama ne askerler ne de işadamı kovuşturulmuştu.
Demek ki hükümeti devirmeye yeltenmeyi suç addeden savcılar yolsuzluğa suç gözüyle bakmıyorlardı.

Devletin cebinden onu yönetenler tarafından çalınan paralarla bir Türkiye daha yaratılırdı.

Ama hiç umutlanmayın. Türkiye’de her şey değişir, rüşvet ve yolsuzluk değişmez. Birinci Cumhuriyet, İkinci Cumhuriyet falan yok. Yolsuzluğun aşamaları var.

 Metin Münir

Taraf 'KCK Operasyonları' İçin Hedef Gösteriyor


Taraf Gazetesi 'Demokratik Özerkliğin silah zoruyla' ilan edildiğini iddia ederek, son yılların en büyük yalan haberine imza attı.

Kürt hareketinin tasfiye edilmesi için kirli bir faaliyet yürüten Taraf gazetesi son günlerde yeni bir KCK operasyonu başlatılması için savcılara ve polise yol gösteren yayınlar yapıyor.

İlk KCK operasyonları başlamadan önce gazete, Kürt siyasetçileri KCK yapılanmasının bir parçası olarak gösterip 'sokakların sakinleşmesi' için bir an önce operasyon yapılmasını önermişti.

Psikolojik savaş merkezi gibi çalışan gazete, özellikle köşe yazılarında, istikrarlı şekilde Kürt hareketine yönelik spekülatif bir yayıncılık çizgisi izliyor. Elde somut olgular olmadan, genellikle devlet içi kaynaklara ve PKK karşıtı bazı kesimlere dayanılarak devlet merkezli tasfiyeyi hayata geçirmeye dönük ihbarcılık yapıyor.

Bütün mesailerini Kürtlere akıl vermekle harcayan gazete bu kez de 'Demokratik Özerkliğin' silah zoruyla ilan edildiğini öne sürüyor.

Üstlendiği misyon gereği konjonktürel kampanyalar yürütmekte ve bu amaçla sıkça sansasyonel bir yayıncılık politikasına başvuran Taraf gazetesi dün yayınladığı haberde 14 Temmuz’daki DTK toplantısında, salona gelen ve bellerindeki silahları masaya koyan PKK’linin dikte etmesi üzerine demokratik özerklik ilanı kararı alındığını iddia etti. Gazete iddiasını “deneyimli ve şiddete karşı bir Kürt siyasetçiye” dayandırıyor.

‘AÇIKLAMIYORSA NAMERTTİR’

Taraf’ın bu iddiasına BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık sert tepki göstererek “deli saçması bir asparagas” olduğunu belirtti.

“Bunu hangi Kürt siyasetçisi söylüyorsa, bunu görmüşse açıklamıyorsa namerttir’’ sözleriyle tepkisini dile getiren Sakık ‘’Demokratik özerklik silah zoruyla dayatılan bir talep değil ki. 2005’ten beri bu konuşuluyor, tartışılıyor. O toplantıda binlerce insan var. Böyle birşey yok. Bu işi gölgelemeye çalışıyorlar” diye konuştu.

Müslümanların Dünyayı Değiştiren 20 İcadı

 

Avrupa'da Müslüman göçmenlerin entegrasyonu konusu gündemin en üst sıralarında yer alırken İngiltere'nin önde gelen gazetelerinden The Independent Müslüman mucitlerin Avrupa'yı ve dünyayı nasıl değiştirdiğini anlatan bir haber yayınladı.

Gazetenin haberinde Müslümanların dünyayı değiştiren 20 icadına yer verdi. Haberde İslam dünyasında yaşanan kahvenin bulunması, ilk uçma deneyi, cerrahi aletlerin dizaynı, dolmalakemin icadı gibi gelişmelerin insanlığın yaşamını nasıl değiştirdiği anlatıldı.

İşte Independent'a göre Müslümanların en büyük 20 icadı:

1) Rivayete göre Güney Etiyopya'nın Kaffa bölgesinde Arap bir çoban olan Halid koyunlarının bir bitkiyi yedikten sonra canlandığını gördü. Halid bu bitkiden topladı ve götürüp kaynarak içti. İlk olarak geceleri uyanık kalıp çalışmak ya da dua etmek isteyen Sufi alimler tarafından kullanıldığı tahmin edilen kahve ancak 1645 yılında Venedik'e ulaştı. İngiltere'nin başkenti Londra'daki ilk kahvehaneyi ise bir Türk açtı.

2) Antik Yunan'da insanlar gözümüzden ışınların çıktığını ve bu sayede görebildiğimizi düşünürdü. Dünyada ilk kez ışığın göz içine girerek kırılması sonucunda dünyayı gördüğünü keşfeden 10. yüzyılda yaşamış bir Müslüman alim olan İbni Haytam'dı. Karanlık odayı ve ışık oyunlarıyla görüntü elde etmeyi ilk olarak İbni Haytam keşfetmişti.

3) Satrançın bugün oynanan formu ilk kez İran'da geliştirildi ve buradan Batıya yayıldı. 10. yüzyılda İspanyollar Emeviler aracılığıyla satrançla tanıştı.

4) Wright Kardeşlerin ilk uçma denemesinden 1000 yıl kadar önce 852 yılında Abbas İbn Firnas adlı bir Arap Cordoba'daki Ulucaminin minaresinden tahtadan kanatlarla atladı. Uçmayı umuyordu, tabii uçamadı. Ama tahta kanatların yarattığı paraşüt etkisi sayesinde hafif bir şekilde yere düştü. 875 yılında 70 yaşındayken bu kez ipek ve kartal tüylerinden yaptığı kanatlarla bir uçurumdan atladı. 10 dakika kadar havada kalmayı başardı.

5) Haçlı Seferlerindeki Hıristiyan askerleri gören Müslümanları dehşete düşüren şey onların saldırganlığı değil Avrupalıların çok nadir banyo yapmaları ve vücutlarının çok kötü kokmasıydı. Eski Mısır'da da sabun vardı ancak Araplar bitki yağlarını karıştırarak modern anlamdaki sabunu oluşturdu. Şampuan da bir Arap icadıdır. Şampuan ilk kez İngiltere'ye 1759'da gelmiştir.

6) Sıvıları değişik kaynama noktalarına göre birbirinden ayırma da ilk kez Müslüman bilim insanı Jabir ibni Hayyan tarafından bulundu. Yaptığı deneylerle de modern kimyanın kurucusu sayıldı.

7) Düz hareketi döner harekete çeviren mil sistemi de ilk kez bir İslam bilgili olan El Ciziri tarafından geliştirilmiş ve içten ateşli motorun icadına kadar tüm dünyadaki mekanik cihazların temel presibini oluşturmuştu.

8) Elbiselerin kumaşı ve astarının arasına dolgu malzemesi kullanılması da yine Ortadoğu'da ortaya çıkan bir icattır.

9) Kubbe ve kemer şeklindeki yapılar İslam mimarisinin ürünüdür. Özellikle kubbe mimarisi konusundaki teknikler Avrupa'ya İslam bilginleri aracılığıyla taşınmıştır. İngiltere Kralı V Henry'nin sarayının mimarı da bir Müslümandı.

10) Dünyada bugün kullanılan cerrahi aletlerin tümünün nihai dizaynları Endülüs Emevilerinden El Zehravi'ye aittir. Neşter, kemik testereleri, göz ameliyatı makaslarının da aralarında bulunduğu 200 cerrahi alet modern tıpta da kullanılır. Hayvan bağırsaklarından yaptığı iplikle attığı dikişlerin kendi kendine kaybolduğunu da Zehravi keşfetmiş ve yine hayvan bağırsaklarından ilk kapsülü yapmıştır. 13. yüzyılda İbn Nafis de dolaşım sistemini tanımlamıştır.

11) Rüzgar değirmeni ilk olarak İran'da keşfedilmiş ve Arap ülkelerinde de geliştirilmiştir. Avrupa'da ilk rüzgar değirmeni bundan tam 500 yıl sonra kullanılmaya başlamıştır.

12) İlk aşı da İslam dünyasında geliştirildi. Çiçek aşısının Avrupa'da kullanılmasından 50 yıl önce Osmanlı'daki çocuklar Çiçek hastalığına karşı aşılanıyordu.

13) İlk dolmakalem de 953 yılında ellerini mürekkeple kirletmekten bıkan Mısır Sultan'ın isteği üzerine icat edildi.

14) Algoritma ve Trigonometri de İslam dünyasından Avrupa'ya gitti.

15) Ali İbni Nafi, Irak'tan İspanya'nın Cordoba şehrine geldiğinde Avrupa ilk kez bir öğünde üç çeşit yemek kültürüyle tanıştı. İbni Nafi'nin menüsü çorba, ardından balık ya da et, onun da ardından meyve ve çerezden oluşuyordu. Avrupa'ya ilk cam bardaklar da bu dönemde geldi.

16) Halı da Müslümanlar tarafından Avrupa'ya taşındı. Halı dokumasındaki tekniklerin hemen hemen tümü de Avrupalılar tarafından Müslümanlardan alındı.

17) Modern banka çekinin kökeni de Araplarda kullanılan ve “sak” olarak adlandırılan bir kağıttı. Araplarda eskiden kervan soygunları çok olunca uzak yerlerdeki mallarını insanlar küçük yazılı kağıtlarla satmaya başladı. Dokuzuncu yüzyılda Müslüman bir tüccar Çin'de elindeki “sak”ları bozdurabiliyordu.

18) Dokuzuncu yüzyılda çok sayıda İslam alimi dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylüyordu. Yani Galileo'dan tam 500 sene önce. O zaman yapılan ölçümlere göre dünyanın çapı 40 bin 253 kilometreydi. (gerçek ölçüden 200 kilometre daha az)

19) Araplar barutu ilk kez askeri amaçla kullanmıştır. Özellikle Haçlı Seferlerinde kullanılan roket benzeri patlayıcılar Hıristiyan askerler arasında büyük dehşet uyandırmıştır.

20) Ortaçağ Avrupasında birçok evin bahçesinde tüketim için bitkiler yetiştirilirdi ancak bir bahçe kültürü yoktu. Bahçe dekorasyonu ve düzenlemesi de Avrupa'ya İslam dünyasından taşındı.

Alternatif Eğitime Gülen Operasyonu!


Devrimci Karargah operasyonu adı altında yapılan son polis baskınlarının hedeflerinden biri olan Kadıköy Kültür Kafe’de gözaltına alınan kafe çalışanı ve üniversite öğrencisi Yeşim Kantekin, Fethullah Gülen cemaatine alternatif eğitim ve dayanışma projesi yürüttükleri için hedef olduklarını söylüyor.

30 Temmuz 2011 tarihinde saat 16.00 sıralarında İstanbul Emniyet’e bağlı Terör ile Mücadele’den gelen 10 sivil polis Kadıköy Kültür Kafe’ye girerek eşyaları içeriyi darmadağın etti. Bilgisayarlara, hard disklere, CD’lere, sol içerikli kitaplara el koyan polisler, hiçbir gerekçe göstermeden Kültür Kafe çalışanı ve üniversite öğrencisi Yeşim Kantekin’i de apar topar gözaltına aldı. Dört gün gözaltında tutulan ve serbest bırakılan Kantekin, ANF’ye konuştu. Odak çevresi olarak uzunca bir süredir Fethullah Cemaatçiliğine karşı alternatif eğitim ve dayanışma projesi yürüttüklerini anlatan Kantekin, bu nedenle hedef seçildiklerini belirtti.

POLİS BASKINI

Baskın sırasında yaşananları anlatan Kantekin, şöyle dedi: “Direkt bize kamerayı doğrultarak arama yapacaklarını söylediler. Ellerindeki arama izin kağıdını gösterdiler. O kağıtta benim, Doğan Can Baran’ın ve de başka bir arkadaşın adı yazılıydı. Kafe’nin alt katını, üst katını aramaya başladılar. Odak dergilerine, başka kurumlardan gelen dergilere, bizim yeni çıkmış olan ‘Eğitim ve Dayanışma Hareketi, Seçmeler 1’ kitaplarına el koydular. Bilgisayarlara, CD ve hard disklere el koydular. Arama bittikten sonra yazdıkları tutanağı okuttular bana. Metinde ‘Devrimci Karargah’ örgütü ile ilişkisi olduğu şüphesiyle Yeşim Kantekin’in gözaltına alınması yazılıydı. O anda gözaltına alınacağımı anladım. Benim iddia edilen örgütle bir ilişkim olmadığı için tutanağı imzalamadım. Beni aramaya bindirip önce Yenibosna’daki Adli Tıp Kurumuna götürdüler, ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terör ile Mücadele Şubesine götürdüler.”

Kantekin şöyle devam etti: “Aynı zamanda yaklaşık 30 polis de evime baskın yapmışlar. Kardeşim çalıştığı için evde kimse yoktu. Kapıyı çilingirle açmışlar. Evdeki bilgisayarları, kardeşimin dizüstü bilgisayarını, bütün hard diskleri alıp gitmişler. Bunu haber bile vermeden yaptılar. Evi darmadağın etmişler. Daha neleri aldıklarını tam olarak bilmiyorum ancak bu şekilde insanların evine girip istediklerine el koymaları da kabul edilemez.”

GÖZALTINDA BASKI

Gözaltında baskıya maruz kaldığını söyleyen Kantekin, şunları söyledi: “ Saatlerce nezarethanede tutulduktan sonra sorgu odasına alındım. Bana ilk etapta siyah beyaz bir fotoğraf gösterdiler. Şahsı tanıyıp tanımadığımı sordular. Tanımadığım için hayır cevabını verdim. Daha sonra tekrar nezarethaneye soktular. Birkaç saat sonra tekrar geldiler, bu kez de üniversiteden arkadaşımın fotoğrafını gösterdiler tanıyıp tanımadığımı sordular. Ben de tanıdığımı söyledim. Birden ‘Bunu tanıyorsun da diğer gösterdiğimizi nasıl tanımıyorsun?’ diyerek üzerimde baskı kurmaya çalıştılar. Fotoğrafını gösterdikleri üniversite öğrencisi arkadaşım hakkında bir sürü soru yöneltmeye başladılar. En son kafeye ne zaman uğradığını, nerelere gittiğini, neler yaptığını vs… Sonra tekrar bana dönüp hangi yayınları okuduğumu, nasıl geçindiğimi sordular. Daha sonra Beşiktaş Ağır Ceza’ya çıkartıldım, serbest bırakılmama rağmen cep telefonumu hala geri vermiş değiller.”

POLİSİN GÜLEN HASSASİYETİ

Odak çevresi olarak Fethullah Cemaatçililiğine karşı toplumda alternatif bir eğitim ve dayanışma geliştirmek amacıyla çalışmalar yürüttüklerine ve son olarak bu çerçevede ‘Eğitim ve Dayanışma Hareketi’ adlı kitabı çıkarttıklarına dikkat çeken Kantekin, bu çalışmaların polis teşkilatını rahatsız etmiş olabileceğini vurguladı.

AMAÇ KENDİ SİSTEMLERİNE ALTERNATİF HER DÜŞÜNCEYİ YOK ETMEK

Alternatif bir eğitim yaratma çalışması kapsamında kitap çıktıktan sonra düşüncelerini aktarmak için birçok gazeteci, sanatçı ve aydın ile bir araya geldiklerini anlatan Kantekin, “Çok büyük bir destek aldık. Kadıköy Kültür Kafe’si de bu alternatif eğitime katkıda bulunan bir mekan sonuç itibariyle. Odak’ın hedef alınmasının en önemli nedeninin bu alternatif eğitim çalışması olduğunu düşünüyorum” dedi.

Bugün ilericileri ve devrimcileri hapse atmanın çok daha kolaylaştığını, bir kitabın, bir telefon konuşmasının yeterli sayıldığını hatırlatan Kantekin, “Sudan sebeplerle Kürt devrimcilerini KCK adı altında tutuklarken, sosyalistleri de Devrimci Karargah adı altında tutukluyorlar. Burada amaç muhalif kesimi sindirip susturmaktır. Alanı boşaltıp rahatça kendi sistemlerini halka dayatmaktır. Gözaltılar da bu sindirmenin ve korkutma politikasının bir parçası” diye konuştu.

Daha önce de alternatif eğitim ve dayanışma amacıyla çalışmalar yürüten ve Fethullah Gülen Cemaati hakkında çok sayıda çalışma yapan Eskişehir üniversitesindeki arkadaşlarının hiç sebepsiz tutuklandığını ifade eden Kantekin, “Kendi yerleştirdikleri sisteme alternatif olacak her düşünceyi, her girişimi yok etmeye çalışıyorlar. Buna artık dur demek lazım ” diye belirtti.