21 Kasım 2011 Pazartesi

Fetullah Gülen Haberlerinin Kaynağı ve Kurtuluş Tayiz

BAKİ GÜL

Bir süredir Fetullah Gülen ile ilgili haberlere özel bir ilgi var. Gülen'in Kürtlerle ilgili son konuşması bu haberlere olan ilgiyi daha da artıyor. Cemaatle ilgili haberlerin medyada yer alma biçiminde ise göze çarpan özellikler var. Birincisi Kürt medyasında Fetullah Gülen'le ilgili haberler eleştirel bir biçim ve içerikle verilmekte. Bu eleştirellik hali belli ki başta Gülen cemaatini ve onun taraftarlarını bayağı zorlamış durumda. Ancak Gülen'in Kürtler için "5 bin de olsa 50 bin de olsa öldürülmeli. Gerektiğinde kökleri kurutulmalı" sözü doğal olarak Gülen'i daha fazla sorgulamamızı, bu sözleri geçmiş-bugün-gelecek açısından tahlil etmemizi zorunlu kılmaktadır. Bu durumun da cemaatin pek de hoşuna gitmeyeceği malum.

Ancak bu hoşa gitmeme durumunu cemaatin gazeteleri ve yazarlarının ifade etme biçimi ve oluşturdukları savunma mekanizmaları Fetullah Gülen'in haksızlığını daha fazla ortaya koymaktadır. Şöyle ki; Gülen ile ilgili eleştirel haberlerde hemen "bu haberlerin kaynağı Ergenekon, Oda tv, 28 Şubat" vb hatırlatmaları ikna edici değil. Özellikle Kürt medyasında Roj Tv, Fırat Haber Ajansı, Özgür Politika gazetelerinde yer alan haberlere bakıldığında Gülen ile ilgili haberlerin kaynağının yüzde 75 cemaatin kendisi. Yani yaptığı konuşmaları. Geriye kalan yüzde 25’lik bölümünün yüzde 15 ise Zaman gazetesi, Aksiyon, Sızıntı dergileri, Fetullah Gülen'in kitaplarından alınıyor. Geriye kalan yüzde 10 ise Fetullah Gülen cemaatinden ayrılan ya da bu cemaatin baskılarını eleştiren kişi ve kurumların açıklamaları yer alıyor. Diğer yüzdelik ise sosyal medya ve anonimleşen kaynaklar olarak tasnif edilebilir.

GÜLEN HABERLERİ HANGİ KAYNAKTAN GELİYOR?

Örneğin, Fetullah Gülen'in herkul.org sitesinde ve Zaman gazetesinde yer alan son konuşmalarından biri Kürtler için çok dikkat çekiciydi. Çünkü o konuşma sadece normal cemaat üyeleri veya taraftarlarına yapılmış bir konuşma değildi. Gülen, PKK merkezli Kürt sorununa devlet politikası oluşturuyor. İzlenmesi gereken stratejiyi de maddeler halinde örneklerle sıralıyordu. Özellikle AKP hükümetine şu telkinlerde bulunuyordu: "Eğitimciler, sağlıkçılar, istihbaratçılar, emniyet mensupları, irşad ekipleri Kürt illerine gitmeli. Ev ev gezmeli. Çocukları örgütlemeli. O toplumun alyuvarlarına ve akyuvarlarına nüfuz etmeli. Dini Türkleştirmek için daha fazla kullanmalı. Adliye personeli, savcılar daha titiz çalışmalı. Hatta bu ekipler ölümüne gitmeli. Dağa çıkış böyle engellenebilir.

Fetullah Gülen bu konuşmalarla sınırlı kalmıyor "sayıları kaç ki 500, 5 bin ya da 50 bin farketmez. Etrafı kuşatılıp toptan ortadan kaldırılabilir.” Desteklediği 12 Eylül askeri darbesinden örnek veren Fetullah Gülen, "o zaman binlerce kişi içerde öldürüldü. Kimsenin gıkı çıkmadı" diyor. Hatta kendisini dinleyenlere "Sizi masaya çekip müzakere yapıyorlar. böyle olmaz" diyor. Bu tarz konuşmasıyla karşısındakilerin muhtemelen MİT, AKP Hükümetinden ve bazı medya organlarından temsilciler olduğu iddiası da büyük bir olasılık. Çünkü kendisinden bu konuda "yardım istemeye" gelenlere yapılan bir konuşma bu. Gülen konuşmasında "Ben oralarda başarılı oldum. Yurtlarla, yardım kuruluşları ve yatırımlarla" diyor.

Bu konuşmaları Zaman ve Radikal gazetelerinin yazarları "Fetullah Gülen'in Kürt açılımı" olarak yansıttılar. Ve hemen bu konuşmaya paralel bir şekilde KCK operasyonlarına hız verildi. Hüseyin Gülerce, Ekrem Dumanlı, Eyüp Can, Emre Uslu, Önder Aytaç, Mahmut Övür ve benzeri yazarlar da bu açıklamayı açık/örtük savundular. Star, Yeni Şafak, Taraf, Sabah ve Akit gibi gazeteler de bun paralel yayınlar yaptılar. Ve ardından Tayyip Erdoğan da açıklamalarında "Bizden kimse iyi niyet beklemesin, bu operasyonlar devam edecek" dedi. Çukurca'da bombardımanla onlarca gerillanın katledilmesi de bu döneme denk geliyor. Yani Fetullah Gülen'in açıklamaları ile yürütülen savaş politikalarında müthiş bir paralellik hatta aynılık var. Bunu anlamamak için de ancak "kör ve cahil" olmak gerekir.

FETULLAH GÜLEN AKP’Lİ YETKİLİLERE SESLENİYOR!

İkincisi; Fetullah Gülen'in bu açıklamaların arkeolojisi yapıldığında önümüze geçmişteki referansları çıkmaktadır. Gülen'in özellikle askerle olan ilişkisi, 12 Eylül Askeri Faşist askeri darbesini sahiplenip destek yazıları Sızıntı dergisinde açık olarak yer alıyor. "Son karakol" argümanı ile orduyu batıya ve muhalif güçlere karşı kutsal bir güç olarak tanımlıyor. Yani biraz arşiv araştırması da yapıldığında Fetullah Gülen'in bu konuda yediği haltlar ve ettiği laflar da bir hayli fazla ortaya çıktı. Ki daha sonraları Emniyet Teşkilatına sızma çabaları, her iktidar ile kurduğu bağ da Fetullah Gülen'in tipik bir karakteri haline gelmiş durumdadır. Bu açıdan da biraz incelendiğinde Fetullah Gülen'in son AKP iktidarında güçlü bir temsille yer aldığı görülecektir. Örneğin gidin Ankara'ya araştırın bakanlıkların personel daire başkanları açıkça parsellenmiştir. Hatta Emniyetteki bilgileri AKP'nin hizmetine böylesi bir anlaşma ile verdiklerini söyleyenler de var. Bu konudaki işaretler ise Önder Aytaç ve benzerlerini gösteriyor. Cemaat yazarlarının ve taraftarlarının Beşir Atalay ile tepkisinin kökeninde de bu var. Özellikle Kamu Güvenliği Müsteşarlığı konusunda sert bir pazarlığın geçtiği Beşir Atalay'ın bu konuda esneme yapmaması Mehmet Baransu, Emre Uslu, Önder Aytaç gibi cemaat yazarlarının hep eleştiri hedefi yapıldığı görülüyor. Yani bu konularda Cemaatin yayınlarını, yazarlarını biraz yakından takip ederseniz de birçok bilgiye ulaşabilirsiniz.

Üçüncüsü ise Fetullah Gülen Cemaatinin faaliyetinden etkilenen, olumsuzluklar yaşayarak uzaklaşanların yaptıkları açıklamalar.

CEMAATİN BİR HAFTALIK İCRAATININ SONUÇLARI

Örneğin Dersim'de geçtiğimiz günlerde 4 öğretmen istifa etti. İstifa gerekçeleri ise çarpıcıydı. Fethullah Gülen'e ait olduğu belirtilen Munzur Eğitim Kurumları Anadolu Lisesi, Anadolu Fen Lisesi, Munzur İlköğretim Koleji'nde çalışan personel, Alevi inancına yönelik aşağılayıcı yayınlar ve yaklaşımlar olduğunu iddia ederek istifa etti. Okulda 2 yıl çalıştıktan sonra istifa ettikleri duyuran 4 personel okul yöneticilerinin işçilere ve öğrencilere yönelik tutum ve davranışlarına tahammül edecek güçlerinin kalmadığını söyledi.

Yine "İlerde hakim ve savcılık sınavına girerse yardımı olur" denilerek ailesinin yönlendirmesiyle Fetullah Gülen Cemaati'nin evlerinden birine yerleşen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi R.A., referandumda 'evet' demediği için 'kızağa', annesiyle Kürtçe konuştuğu için 'sorguya', erkek arkadaşlarından gelen 'Komünist Manifesto'yu oku' mesajı yüzünden de sokağa atıldı.

İzmir'de Fetullah Gülen Cemaati'ne ait olduğu belirtilen evde kalan üniversite öğrencisi Cemil Yıldız, ailesi ile Kürtçenin Zazaki lehçesi ile konuştuğu için küfür ve hakarete maruz kaldığını belirtti. Darp edilen Yıldız'ın açıklamaları ajanslarda yer aldı.

Gülen'in Kürtlere ilişkin yaptığı açıklamalara sert tepki veren Batman Din Alimler Derneği (BADER) Başkanı İzzettin Ege, Kürtleri katletmekten bahsedenlerin Kürt çocuklarına cemaat evleri açarak örgütlemesinin riyakarlık olduğunu söyledi. Ege Gülen için, "Sabah ellerine tespih akşam silah alarak insan katlediyorlar. Bırak televizyon karşısında sahte gözyaşı dökmeyi" diyerek tepki gösterdi.

Gülen'in açıklamalarına islam toplumunun farklı temsilcilerinden de tepkiler geldi. Örneğin Fethullah Gülen ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürtlere yönelik fetva çıkardıklarını ve bunun Müslümanlıkla hiç bir ilgisinin olmadığını belirten Nakşibendi şeyhi Abdulrahman Nakşibendi, İslamiyet maskesiyle Kürtlere uygulananların Sadam'ın yaptığı enfallerin devamı olduğu söyledi. Şeyh Nakşibendi, Kürtlerin barış çağrılarına ise sürekli savaş ile karşılık verildiğini belirterek, bunun da İslamiyet ile açıklanamayacağını dile getirdi.

Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Daha da detaya indiğimizde Gülen cemaatinin Kürdistan'daki dershane, okul ve yardım kuruluşlarından çok fazla olumsuzluk haberleri çıkabilir.

ZAMAN GAZETESİ: FETULLAH GÜLEN’E NE KONUŞTUĞUNU BİLMİYOR!

Şimdi gelelim Fetullah Gülen Cemaatinin bu haberlere ve yorumlara tepkisine. Birincisi; Cemaatin gazeteleri, televizyonları "Hoca Efendi öyle demek istemedi" diyerek savunmaya geçiyor. Açık açık bir halkın kökünün kurutulmasına çağrı yapan Fetullah Gülen'e mi inanalım size mi? Bu zevat belki farkında değil ama Hoca Efendi'yi yalancılık ve ne söylediğini bilmemekle suçluyor. Dolayısıyla cemaat yazarları bu argümanı bırakmak durumundadır.

İkincisi; Fetullah Gülen'in yazarları sıkıştığında başkalarının söylemlerini, yazılarına manşetlerine çıkararak bakın işte "bunlar Ergenekon'un komplosu" diyerek ortamı bulandırmaya çalışıyorlar. Bu argüman belki Türk medyasından bazıları için geçerli olabilir ama; bunu Kürt medyasına söylemek acayip bir ucuzluktur. Çünkü bizler açısından Ergenekonların renk farkları ne oldukları gerçeğini hiç değiştirmiyor. Ha beyaz Türkçüleri hak kara Türkçülerin ha yeşil Türkçülerin ergenekonu! Çok fark yok. Çünkü Fetullah Hoca Efendi Alman medyasına verdiği bir demeçte "Bizim Kemalizmle sadece nüans farkımız var" diyordu. Bu nedenle bu ucuz yakıştırmayı da geçeceksiniz. Daha fazla çalışıp daha iyi bir argüman bulmak durumundasınız.

KURTULUŞ TAYİZ KİMDİR VE HANGİ KİTABI OKUMALI?

Üçüncüsü ise Taraf gazetesinde yazan Kurtuluş Tayiz ya da Sabah'taki Emre Aköz gibilerin yazdıkları. Şimdi bu durumları Fetullah Hoca Efendi ve zevatı savunamazken "tavşanın suyunun suyu" halindeki bu yazarların Kürt medyasındaki Fetullah Gülen haberlerini Ergenekon göndermeli yorumlarına ne demeli? Cemaatin medya ve siyasal gücüne güvenerek kendilerine neyin zırhını oluşturmak isterler? İnsan merak ediyor doğrusu. Bir de bu yazıları yazanlardan Kurtuluş Tayiz'in Taraf'ta Ahmet Altan ve Yasemin Çongar'a PKK ve Kürt masası bilirkişiliği yaparak yalan ve yanlış bilgileri gagaladığını sanırım Ahmet Altan'ın kendisi de biliyordur. Geçmişte Kürt siyaseti ve kurumlarında yer almanın rantını pazarlayarak "PKK ve Kürt bilirkişiliği" yapılmasının Kürt mahallesindeki karşılığının ne olduğunu Kurtuluş Tayiz çok iyi bilir. Toplumsal bir geleneğimizdir bu. Geçmişini satışa sunma ve pazarlama da denilebilir. Kurtuluş Tayiz çok büyük bir cahillik daha yapmaktadır ki, bu haberlerin Oda Tv, 28 şubat vb. referanslarla ele alması ise tam bir kurnazlık. Yukarıdaki haberlerin bütün kaynaklarına bakınız neler göreceksiniz. Dolayısıyla Kurtuluş Tayiz'in acilen okuması gereken bir kitap var. Cemaatin pisliğini değil Kurtuluş Tayiz'in yediği haltları anlatıyor. Sadece hangi kitapta ve kaçıncı sayfada yer aldığını Kurtuluş Tayiz'e buradan ileteyim ki fazla zorlanmadan o bölümü bulabilsin. Kitabın yazarı Muzaffer Ayata. Kitabın ismi "Yaşam geçitinde 20 yıl" Yayın Evi "Mezopotamya yayınları" Yayınlandığı tarih Temmuz-Ağustos 2010. Kurtuluş Tayiz ile ilgili çok önemli bölümün yer aldığı sayfa: 173

Artık gerisi Kurtuluş Tayiz'e kalmış. Kendisi mi köşesinde ne olduğunu yazar, başkaları mı orasını bilemem. Ama söyleyeceğim şu ki, basit hayat popülerliliği ve Kürt siyasetinin kurumlarından aldığınızı satarak geçiminizi sağlamak bir yere kadar kabul edilebilir ama fazlası işbirlikçi/ajan ve provokatörlüğe kadar sizi götürebilir. Bunun tarihsel örnekleri var. İtirafçılarla yatıp kalkarken Cem Ersever gibilerin yanında çıkanlar çok oldu! Yani başkalarını Ergenekon ve kontrgerilla ile ilişkilendirmeye çalışırken kendinizi gizliyor olabilme ihtimali bir hayli yüksektir.

Karayılan’dan Suriye’deki Kürt Muhalefetine Önemli Mesajlar

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Suriye ve Batı Kürdistan’daki son gelişmeler konusunda önemli mesajlar verdi. Suriye’deki Kürt muhalefetinin dikkatli olması, bölgeyi yeni bir sürecin beklediğini ve Kürtler için tarihi fırsatların ortaya çıktığını belirten Karayılan, ‘’Kürtler kendisini bütün olasılıklara hazır hale getirmeli. Öz savunmalarını geliştirmeleri” çağrısı yaptı.

Suriye’deki Kürt muhalefetine ise “hata yapmamaya özen gösterin” çağrısı yapan Karayılan “Kürt muhalefeti hata yapmamaya çok özen göstermeli. Kürt parti ve gruplar dış güçlere kendisini kullandırmamalı” dedi. Dün Serê Kaniyê kentinde onbinlerce kişinin katılımıyla toprağa verilen KCK üyesi Rüstem Cudi için de Karayılan “Böyle değerli bir militanın ölümü Kürt halkı için büyük bir kayıptır” diyerek Batı Kürdistan’ı Cudi’nin anısına sahip çıkmaya çağırdı.

BÖLGEYİ YENİ BİR SÜREÇ BEKLİYOR

Roj TV’de dün akşam Kürtçe yayınlan “Bernama Taybeti” (Özel Program)’ın konuğu olan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Suriye, Batı Kürdistan ve bölgedeki gelişmeler konusunda açıklamalar yaptı. Bölgede yaşayan halkların başkaldırısını yerinde gördüklerini ve bunu desteklediklerini söyleyen Karayılan, ancak dış müdahalelere karşı olduklarını vurguladı. Halkların demokrasi getireceğine inandıklarını belirten Karayılan şöyle konuştu:

“Halklar kendi demokrasilerini getirmediği takdirde müdahale eden dış güçler, kendilerine bağlı rejimleri yeniden inşa ederler, zaten eskiden de öyleydi. Bu yüzden bölge halkının iradesi ve gücüyle demokrasi gelişmeli. Gelişmeler şunu gösteriyor; ne olursa olsun rejimler artık değişecek. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bölgeyi yeni bir süreç bekliyor.”

Ortadoğu’da en fazla baskı gören halkların başında Kürt halkının geldiğine dikkat çeken Karayılan devamla şu değerlendirmeyi yaptı: “Kürtlerin ülkesi dörde bölündü, kimlikleri inkar edildi. 90 yıl boyunca yaşadıkları her yerde inkar ve imha politikası dayatıldı. Eğer en fazla demokrasiye ihtiyaç duyan halklardan söz edilecekse, bunun başında şüphesiz Kürt halkı gelecektir. Her ne kadar dış güçler müdahale etmek isteseler de halkların gerçek demokrasiye kavuşacakları günler yakındır. Buna öncülük edecek olan da Kürtlerdir.”

SURİYE’DEKİ KÜRTLER FIRSATLARI İYİ DEĞERLENDİRMELİ

Suriye’de sıcak günlerin yaşandığını hatırlatan Karayılan, son gelişmelerle birlikte Batı Kürdistan için doğan tarihi fırsatlara dikkat çekti. Bu parçada yaşayan Kürtlerin bazı haklar elde ettiğini söyleyen Karayılan şu uyarılarda bulundu:

“Burada önemli olan şudur; bu fırsatlar iyi değerlendirilmelidir. Ancak öyle görünüyor ki bazı sorunlar yaşanıyor. Her şeyden önce oradaki halkımız fedakar ve yurtsever bir halktır, Kürdistan’ın diğer parçaları için önemli hizmetlerde bulunmuştur. Küçük bir parça olabilir, fakat hem yurtseverliği, hem de bilinç ve anlayış düzeyi ile burada yaşayan halkımız çok değerlidir. Buradaki halkımız birliğini oluşturarak kendisini sisteme dayatmalıdır. Ancak öyle görünüyor ki, bazı oyunlar var.

Şunu hatırlatmakta yarar var; 1945’ten 1963’e kadar Suriye’de birçok kez rejim değişti. Ancak Kürtler bundan hiçbir şekilde istifade etmediler. Şimdi ise yine benzer şekilde Suriye ve Batı Kürdistan için tarihi bir fırsat söz konusudur. Kürtler burada temel yasal haklarını elde edebilir, bir halk olarak tanınabilir. Fakat bunun için Kürt birliğinin, bir Kürt stratejisinin sağlanması gerekiyor. Şimdi herkes bir tarafa çekiliyor, böyle olmaz.”


Suriye’deki bazı muhalif gruplara dış güçlerin özellikle de Türkiye ve AKP’nin müdahalesinin söz konusu olduğunu belirten Karayılan, “Şu anda kurulan ulusal meclisin Kürtlere bakışı, iktidarınkinden farklı değil. Kürtlerin durumu hiçbir şekilde gündeme gelmemiş” dedi.

BATI KÜRDİSTAN HALKI TAVIR ALSIN

Kürtlerin gündem dışı bırakılmasında AKP’nin büyük bir rolü olduğuna dikkat çeken Karayılan, AKP’nin bölgedeki politikalarını ise şöyle yorumladı:

“AKP, hiçbir şekilde Batı Kürdistan’da Kürt kimliğinin tanınmasını istemiyor. AKP, 20 milyon nüfusluk Kürtlerin kimliğini tanımıyor, inkar ediyor, nasıl 2 milyon Kürdü tanıyacak. Örneğin Meclisi Vatan, AKP’nin şemsiyesi altından çıkmalı, Kürtlerin demokratik haklarını tanımalı. Bölgedeki güçler şunu iyi anlamalı; Ortadoğu’da Kürtsüz demokrasi asla mümkün değil. Kürtlerin temel haklarını inkar edeceksiniz, sonra da demokratım diyeceksiniz.

Heyeti Temsil’in Kürtlere yaklaşımı biraz daha iyi. Burada önemli olan Kürt kurum, kuruluş, grup ve partilerin birliğidir. Muhalefet gidip İstanbul’da toplanıyor, bu nasıl bir çelişkidir? İstanbul, Kürdistan’ı işgal etmenin merkezidir. Geleceği düşünmeden, ani hareket eden örgütler, oynan oyunlar konusunda duyarlı olmalı. Tam bir politika ve birliğin oluşturulmaması yüzünden Batı Kürdistan’da parçalı bir Kürt siyaseti var. Batı Kürdistan halkına bu parçalı politikaya karşı tavır almaya çağırıyorum.”


Batı Kürdistan’da bir Kürt birliğinin sağlanmasının hayati öneme sahip olduğunu önemli vurgulayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan bu konuda ise şu uyarıda bulundu: “Biri Ankara, bir Bağdat’a giderse olmaz, böyle birlik olmaz. Birliğin olursa şimdiki rejim de seni dikkate alır. Herkes tercihini doğru yapmalı. Suriye’de Kürt muhalefeti, özgür vatandaşlık, demokratik özerklik projelerinden yana olmalı. Kürt muhalefeti hata yapmamaya çok özen göstermeli.”

ÖZ SAVUNMA GELİŞTİRİLMELİ

Suriye’de sivil gösteriler yerine artık silahlı çatışmaların başladığını ifade eden Karayılan’a göre muhalefetin silahları Türkiye’den gidiyor. Suriye’de sürecin gittikçe hassas bir hal aldığına dikkat çeken Karayılan “Kürtler burada kendilerini heba etmemeli, hemen bir taraf olmamalı. Tabii Kürtler saldırı yerine öz savunmasını geliştirmeli. Halk da bunu esas almalı. Kürtler kendisini başkası için kurban etmemeli. Çünkü bazı güçler Kürtleri kullanmak istiyor” dedi.

2004 yılında bazı ırkçı grupların eliyle Kürtlere karşı şiddet uygulandığını hatırlatan Karayılan “Şimdi tek tük Kürtlere yönelik saldırı dışında, Suriye’nin diğer bölgelerine göre Kürdistan’da büyük saldırılar meydana gelmedi. Öyle görünüyor ki rejim Kürtleri karşısına almak istemiyor. Kürtler de bu durumu doğru kullanmalı. Bu her zaman öyle sürecek diye bir şey yok tabii, Kürtler kendisini bütün olasılıklara hazır etmeli” şeklinde konuştu.

“RUSTEM CUDİ’NİN ŞEHADETİ KÜRT HALKI İÇİN BÜYÜK BİR KAYIP”

Karayılan, Türk ordusunun Ekim ayında gerilla alanlarına yönelik saldırılarında hayatını kaybeden ve dün Batı Kürdistan’ın Serê Kaniyê kentinde onbinlerce kişinin katılımıyla toprağa verilen KCK üyesi Rüstem Cudi (Rüstem Osman) için ise şunları söyledi:

“Batı Kürdistan’dan saflarımıza yüzlerce gerilla katılmış, büyük fedakarlıklar ve destanlar yazarak büyük bir rol oynamışlardır. Bunların arasında Rüstem ve Şilan yoldaşlar KCK Yürütme Konseyi üyeleriydiler. Hatta Rüstem arkadaş PKK Meclisi’nin de üyesiydi. Böyle bir şahadet bizi derinden üzmüştür, hala da kabullenmekte zorlanıyoruz. Kürdistan’da yaşamını halkına feda eden insanlar çok değerlidir. İşte şehit düşen arkadaşlarımız böyle arkadaşlardı.

Rüstem arkadaşımızın ideolojik bir derinliği de vardı. O, aynı zamanda PKK ideolojik merkezinin koordinatörüydü. PKK’nin ideolojik, bilimsel ve hatta sanat cephesinde güçlenmesi alanında sorumluluk almıştı. Derindi ve ilke sahibiydi. Böyle yetişmiş, bilinçlenmiş militanlar kolay kolay ortaya çıkmıyor.


RÜSTEM ARKADAŞI TANIMAK BÜYÜK BİR ONURDU

Rüstem arkadaş, yüzlerce kadroyu eğitiyor, yetiştiriyordu. Böyle kadroların şahadeti Kürt halkı için büyük bir kayıptır. Böyle kayıpların yeri hemen doldurulamaz. Ama onlara da bir sözümüz var; silahlarını ve bayraklarını yerde bırakmayacağız, anılarına sahip çıkacağız. Rüstem arkadaşı 20-25 yıldır tanıyorum. Böyle arkadaşları da görmek ve onlarla birlikte mücadele etmek de bizim için büyük bir onurdur. Aynı zamanda bu aileleri için de büyük bir onur olmalı. Böyle şahadetler hem bizim, hem bütün Kürdistan ve özellikle de Batı Kürdistan için bir mücadele çağrısıdır.”

Suriye, Türkiye Sınırını Askeri Bölge İlan Etti

Suriye sınırında Türkiye’nin tampon bölge oluşturma planına karşı Şam yönetimi harekete geçti. Ankara’nın planından rahatsız olan Esad yönetimi, Türkiye sınırını kapalı askeri bölge ilan etti.

El-Minar kanalının verdiği bilgilere göre Suriye ordusu Türkiye sınırında askeri birliklerini konuşlandırma çalışmalarına başladı. Şam yönetimi, yasak bölgeye giriş çıkışların sadece ordunun izni ile mümkün olduğunu bildirdi.

Türkiye’nin beş kilometre derinliğine kadar tampon bölge oluşturma planına karşı duyulan rahatsızlıktan dolayı böyle bir çalışma başlatıldığı öğrenildi.
Geçtiğimiz günlerde Türk devletinin gerginliğin arttığı Suriye topraklarına beş kilometre derinliğinde tampon bölge oluşturma planı açığa çıkmıştı. Yine Ankara yönetiminin Suriyeli silahlı muhalifleri koruma altına almak istediği belirtilmişti.

Türkiye İran Raporu İçin ‘Evet’ Oyu Kullandı

Birleşmiş Milletler, Suudi elçisine suikast ve Atom Enerjisi Kurumu’nun İran raporu için hazırlanan kınama tasarılarını onayladı. İran’a yeni yaptırımların kapısı açan tasarıya Türkiye ‘evet’ oyu vermesi dikkat çekti.

BM Genel Kurulu’nda, Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Adil El Cubeyr’e suikast planı yapılmasını kınayan karar tasarısı kabul edildi. Suudi Arabistan tarafından 193 üyeli BM Genel Kuruluna oylama için sunulan tasarıya, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 106 ülke “evet” derken, 9 ülke “hayır” oyu kullandı, 40 ülke de çekimser kaldı.

ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Susan Rice oylamadan sonra yaptığı açıklamada, sonucun büyük bir başarı olduğunu, İran’la birlikte karar tasarısına ‘hayır’ oyu veren diğer 8 ülkenin hiçbirinin Arap ya da Müslüman ülke olmadığını söyledi. Latin Amerika ülkelerinden Küba, Venezuela, Nikaragua, Ekvador, Bolivya ile Kuzey Kore, Ermenistan ve Zambiya tasarıya “hayır” oyu kullanırken, çekimser kalan ülkeler arasında Rusya, Çin ve İsviçre de yer aldı.

Bu arada BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu(UAEK) da İran’ın atom bombası üretmeye yönelik gizli çalışmalar yürüttüğünü ortaya koyan son raporu onayladı. Bu karar tasarısı ise 32 lehte, iki aleyhte ve bir çekimser oyla kabul edildi.

Tayyip Erdoğan'a Savaş Gazı

Cahit Mervan

Bugün Kürdistan’ın bir çok merkezinde yine halk devletsiz bir Cuma namazı kıldı. Kendi diliyle ibadetini yaptı. Kendi diliyle dualarını söyledi. Birlik ve dayanışma çağrısı yaptı.

Sahte Müslümanlar ise bu mübarek günde de kin ve nefreti, ırkçılık ve Kürt düşmanlığını öne çıkarmada, yalan ve kara propaganda yapmakta hiçbir mahsur görmedi.

Hükümetin talimatıyla Kürtlere karşı birleşen ve her türlü kara propagandayı mubah sayan Türk basını bu kutsal günde de kirli manşetlerle okuyucunun karşısına çıktı.

İşte onlardan bazı örnekler…

Gülen cemaatinin yalancı ajansı olarak ün yapan Cihan Haber Ajansının yaptığı sözde bir araştırma, yine aynı cemaatinin resmi yayın organı Zaman gazetesinde manşete çıkmış. Zaman ‘Halkın yüzde 87’si yeni anayasadan umutlu’ manşetini atmış.

Ancak haberin alt spotlarına bakıldığın da bu araştırmanın aslında AKP hükümetinin Kürtlere karşı yürüttüğü kirli savaşı perdelemek için yapılmış çakma bir araştırma olduğu anlaşılıyor. Sözde halk AKP’nin ‘terörle mücadele’ politikasını da aynı oranda destekliyormuş. Zaman bu manşetin hemen yanında her zaman olduğu ‘talimatlar Kandil’den geliyor’ başlıklı yalan bir haber koymayı da ihmal etmemiş.

Türk hükümetinin kendi insanına, memuruna ne kadar önem verdiği, daha doğrusu hiç önem vermediği ise Haber-Türk gazetesinde manşet olmuş. HPG gerillaları tarafından alı konulan öğretmenlerin devlet tarafından maaşlarının ödenmemesini Haber-Türk ‘PKK kaçırdı maaşları kesildi’ sözleriyle manşete çekmiş. Hükümet dalkavukçuluğunda Gülen cemaatinin gazeteleriyle yarışan Haber-Türk bu manşetiyle istemeyerekte olsa Erdoğan’ın gözünde askerin, memurun 20 kuruşluk dahi öneminin olmadığını göstermiş. Doğrusu kullandığı resmi dili bir taraf koyarsak Haber-Türk ilk kez bir işe yaramış. Bir farkla ANF ve DİHA’nın ilk kez yayınladığı bu haberde kaynak belirtme gereği duymamış

Necmettin Erbakan'ın siyasi çizgisine ihanet ettikten sonra hızla tiraj kaybeden, 3-4 bin tiraja inen ve AKP’nin el atından beslemeye başladığı Milli gazete de bu mübarek Cuma gününde de yalan ve kirli bir manşetle okuyucunun karşısına çıkmış. Kürt hareketini karalama ve gözden düşürmek için her dönem iktidarların başvurduğu yalana Milli gazetede sahip çıkmış. PKK’yi Suriye rejiminin taşeronu olarak lanse etmeye çalışmış. Düzmece ve masa başında yapıldığı her halinden belli olan bu haberde, son günlerin modası gereği televizyonumuz ROJ TV’ye çamur atma da ihmal edilmemiş.

Erdoğan’ın emir eri gibi hareket edene Türk medyası Erdoğan’a bugünde ‘padişahım çok yaşa‘ türünden gaz vermeye devam etmiş. Hemen hemen bütün gazeteler ABD’nin önde gelen dergilerinden TİME’nin Erdoğan’ı kapak yapmasını birinci sayfalarına taşımışlar. Hürriyet, Milliyet, Taraf gazeteleri ise açıktan Erdoğan’a Suriye üzerine yürümesi için teşvik edici kışkırtıcı ve de gaz verici manşetler atmışlar.

'Müslüman kardeşler'in lideri Riyad Şifka’ya dayandırılan iddiaya göre Suriye halkı batı koruması yerine Türkiye’yi tercih ediyormuş. Konuya ilişkin Hürriyet ‘Türkiye gelsin’, Taraf ‘operasyonu Türkiye yapsın’, Milliyet ‘biri gelecekse Türkler gelsin’ manşetlerini atmışlar.

Osmanlının zulmünü yaşayan Suriye halkının ve Arapların Türkiye’yi isteyip istemediği ayrı bir konu olsa da Erdoğan hükümetinin Suriye konusunda da Kürtler üzerinden kirli bir pazarlık içinde olduğu ortaya çıktı.

Örneğin İngiliz Guardian gazetesi, ‘Esad karşıtı kanatta kalan Ankara'nın bu tavır değişikliğinde Washington'un baskısının ve Kuzey Irak'taki PKK kamplarına düzenlenen sınır ötesi operasyonlara göz yummasının payı olabileceğini’ belirtti.

Tabi ki Erdoğan’ın emir eri olan Türk basınında bu türden haberler yer almıyor. Çünkü onlar gerçek yerine yalan, doğru analiz yerine kara propagandayı tercih ediyorlar. Gerçeği yazacaklarına çıplak kralı giydirmek peşindeler...

Fransa ile Türkiye Arasında Savaş İttifakı

Ankara’ya ziyarette bulunan Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppé, Suriye rejimi için “artık çok geç” olduğunu söylerken, rejime karşı “yaptırımları ağırlaştırmanın zamanının geldiğini” ifade etti.

TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı ve AKP İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır ile yaptığı görüşmenin ardından açıklamada bulunan Alain Juppé, “Rejimin bir reform programına angaje olmak istemediğini ve şimdi çok geç olduğunu düşünüyoruz” dedi.

Fransız Dışişleri Bakanı, Suriye krizi konusunda Türkiye ile Fransa’nın yaklaşımlarının birbirine yakın olduğunu belirterek, birlikte çalışacaklarını ifade etti.

TAMPON BÖLGEYE ONAY MI VERDİ?

Türkiye’nin Suriye sınırında bir tampon bölge oluşturma niyeti konusunda ise için Juppé şöyle dedi: “Buna Türkiye’nin karar vermesi gerekiyor. Uluslar arası bir eylem çerçevesinde bunun yapılması gerektiğini düşünüyoruz.” Juppé, bağlayıcı tedbirler alma yetkisinin sadece BM Güvenlik Konseyi’nde olduğunu sözlerine ekledi.

İki günlük ziyaret için dün İstanbul’a gelen Juppé, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile de görüştü. Bugün bir kez daha Davutoğlu ile görüşme gerçekleşti. Fransız bakan Türkiye ziyareti ardından başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere Ortadoğu turuna çıkacak.

YAPTIRIMLARIN AĞIRLAŞTIRILMASININ ZAMANI GELDİ

“(BM) Güvenlik Konseyi’nin şu ana kadar açıklama yapmaması normal değil” diyen Alain Juppé, baskının devam etmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi. Rejimin reform çağrılarını dikkate almadığını savunan Alain Juppé, “Yaptırımları arttırmak için çabalarımızı birleştirmenin zamanının geldiğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.

Juppé, Çin ve Rusya’yı ima ederek, “Bugün bir karar alınmasını engelleyenlerin realitenin bilincine varacağını umuyorum” dedi ve BM Güvenlik Konseyi’nin de bu konuda kendisini ifade etmesini istedi. Fransız bakan, bu organizasyondan halen bir açıklama gelmemesinin “kabul edilemez” olduğunu söyledi.

ASKERİ MÜDAHALE BM YETKİSİYLE OLUR

Olası bir iç savaşın felaket olacağını belirten Fransız bakan, Suriye muhalefetini de silahlı ayaklanmaya başvurmaktan kaçınmaya çağırdı. Fransa’nın Suriye’ye tek taraflı bir müdahaleye karşı olduğunu belirten bakan, böyle bir müdahalenin ancak BM Güvenlik Konseyi’nin yetkisi çerçevesinde olabileceğini sözlerine ekledi.

Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ise şöyle dedi: "Türk-Arap formu 2 gün önce Fas'ta toplandı. En önemli mesele bu kanın biran önce durması için Suriye üzerindeki baskıların artmasıdır. Arap Ligi'nin Suriye'ye teklif ettiği; gözlemci göndermek ve bütün şehirlerde askerlerin çekilmesini gözlemci bulundurmak suretiyle bir kontrol mekanızması oluşturmak masadaki en önemli teklifti. Türkiye olarak Arap Ligi'nin bütün girişimlerine destek verdik ve gereken her türlü katkıyı yapacağız. Eğer bu olumlu karşılık bulmazsa o zaman bir takım tedbirlerin uygulanması gerekir. Çünkü hiç kimse dünyanın gözü önünde orduyla şehirlere giyip halka silahları yöneltemez. Artık herşey dünyanın gözü önünde oluyor. Öncelikli hedefimiz Arap Ligi insiyatifi ile birlikte bu adımların atılması ve akan kanın durdurulması. Saldırılar devam ederse özellikle ekonomik başta olmak üzere bir takım tedbirlerin alınması gerekir ki bu katliama son verelim. Şu an önemli olan Arap Ligi'nin teklifinin karşılık bulmasıdır."

"Özgür Suriye Ordusu" Türkiye’den Destek Alıyor


Suriye'de Beşar Esad yönetimine karşı silahlı mücadele başlatan “Suriye Özgür Ordusu”nun liderlerinden Yüzbaşı İbrahim Mecbur Türkiye’den destek aldıklarını söyledi. Demokratik Değişim İçin Ulusal Komitesi Başkan Yardımcısı Salih Muhammed ise, Türkiye muhaliflere silah verdiğini söyledi.

Beşar Esad muhaliflerinden oluşan ve çoğunluğu ordudan firar edenlerin oluşturduğu "Özgür Suriye Ordusu" isimli milis gücü örgütlenmesinin liderleri Hatay’daki kamplarda kalıyor. Örgütün önde gelen liderleri Albay Riyad el Esad ve İbrahim Mecbur da kampta kalanlar arasında.

Suriye’de 14. Askeri Birliğinde Topçu Tugayın üst amiriyken, 12 Haziranda muhalefet saflarına geçen Yüzbaşı İbrahim Mecbur ANF’ye konuştu. Mecbur, ilk başta “Özgür Subaylar Hareketi”ni, daha sonra rütbesiz askerlerle birlikte “Suriye Özgür Ordusu”nu kuruduklarını ifade etti.

MECBUR: TÜRKİYE’NİN SURİYE MUHALEFETİNE YAKLAŞIMI OLUMLU

Türkiye sınırlarına yakın köyler ve Cisir el-Şağur bölgesinde etkili olduklarını kaydeden Mecbur, Şam yönetimine bağlı askerler ile söz konusu bölgede çatışmaların yaşandığını, son olarak Cisir el-Şağur bölgesinde 35 Suriye askerinin firar edip kendilerine katıldığını söyledi. Hedeflerinin güvenlik güçleri olduğunu vurgulayan Mecbur, ‘’Biz, rejime karşı halkı savunmak ve güvenliğini sağlamak için firar ettik ve silahlandık. Siyasetçi değil askeriz. Suriye halkının yararına ne gerekirse onu yaparız” dedi.

Suriye muhalefetiyle ilişki içinde olduklarını, ancak kimseden emir almadıklarını öne süren Mecbur, “askeri dış müdahaleye karşı olduklarını ancak siyasi ve insanı yardım desteğini de geri çevirmeyeceklerini” söyledi. Mecbur, Türkiye yetkilileriyle görüştüklerini ve destek aldıklarını belirterek, ‘’Türk yetkililerle iletişime geçtik. Ancak bu sadece insani yardımlar için idi. Türkiye’nin muhalefete yaklaşımını olumlu buluyoruz” diye konuştu.

Suriye ordusu içinde görevini sürdüren subaylarla bağlantıları olduğunu vurgulayan Mecbur, şöyle devam etti:

“Elimizde büyük miktarda ağır cephane bulunmaktadır. Rejimin elindeki silahları da pusu kurarak elinden alıyoruz. Biz büyüyen bir gücüz, tanksavar da olmak üzere elimizde büyük miktarda ağır cephane bulunmaktadır ve her gün elimize yeni cephane ve teçhizat ulaşıyor’’ dedi.

MUHAMMED: SİLAHLI MÜCADELE ESAD’IN İŞİNE YARIYOR

ANF’ye bilgi veren Demokratik Değişim İçin Ulusal Komitesi Başkan Yardımcısı Salih Muhammed ise barışçıl gösterilerin azaldığını bunun yerine ülkede silahlı mücadele yürüten grupların ortaya çıktığına dikkat çekti. Müslüman Kardeşler’in de silahlı mücadeleye başladığını belirten Muhammed, hemen her gün ülkenin farklı kentlerinde asker ve polislere silahlı saldırılar düzenlendiğini kaydetti.

Ordudan kaçan Özgür Suriye Ordusu militanlarının silahlı mücadeleye başlamasının Esad’ın işine geldiğini savunan Muhammed, “Çünkü sokaklara dökülen kitlelerin her zaman uluslararası alanda bir meşruluğu olur. Ancak silahlı mücadele yürüten gruplarla mücadele etmek Şam’ın uluslararası toplum karşısında elini biraz daha güçlendiriyor. Ve henüz olgunlaşmamış bir silahlı muhalefeti marjinalleştirmek Esad’a göre kolay” diye konuştu.

Muhammed de, Suriye içindeki silahlı mücadelenin Türkiye tarafından desteklendiğini belirterek, ‘’Hem Müslüman Kardeşler’e hem de Türkiye sınırında bulunan Özgür Suriye Ordusu’na Ankara lojistik ve silah desteği sağlıyor. Hatta sınırda kamp kurma kurmak girişimleri var” dedi.

RUSYA: KOMŞULARINDAN SURİYE’DEKİ MUHALİFLERE SİLAH YOLLANIYOR

Rusya Haber Ajansı’na hafta başında konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise Suriye'de ayaklanan muhaliflere kaçak silah sevkiyatının Türkiye üzerinden yapıldığını belirtti. Lavrov, "Kimsenin reddetmediği, pek az yorum yaptığı bir gerçek var: Suriye'ye kaçak yollardan, Türkiye, Irak ve diğer ülke topraklarından silah yollanıyor ve silahlı radikal güçler barışçı yollardan protesto yapan insanları kullanıyor. Böylece hükümeti provoke etmeye çalışıyorlar" dedi.

Suriye Politikasına Karşılık PKK Operasyonları mı?

İngiliz Guardian gazetesi, ‘Esad karşıtı kanatta kalan Ankara'nın bu tavır değişikliğinde Washington'un baskısının ve Kuzey Irak'taki PKK kamplarına düzenlenen sınır ötesi operasyonlara göz yummasının payı olabileceğini’ belirtti.

BBC Türkçe Servisi’nin Türkçeleştirdiği İngiliz Guardian gazetesinde Jonathan Steele imzalı yazıda, Suriye’de ‘kanlı iç savaş’ ihtimalinin giderek büyüdüğünü belirterek, Muhaliflerden oluşan Ulusal Geçiş Konseyi'nin uluslararası askeri müdahale çağrısının tehlikeyi daha da artırdığına dikkat çekiyor.

Jonathan Steele, hiç zaman kaybetmeden uluslararası arabuluculuk mekanizmalarının devreye girmesi gerektiğini ve bu süreçte rol alabilecek adaylarından birinin de Türkiye olduğunu ancak yaz aylarında bu yönde çaba gösteren Ankara'nın sonuç alamadığını belirtiyor.

Türkiye'nin bölgede İran ve Arap Sünni rejimlerle arasını iyi tutma açmazında kaldığını söyleyen Steele, süreç içinde Esad karşıtı kanatta kalan Ankara'nın bu tavır değişikliğinde Washington'un baskısının ve Kuzey Irak'taki PKK kamplarına düzenlenen sınır ötesi operasyonlara göz yummasının payı olabileceğini belirtiyor.

Arabuluculuk konusunda en önemli aktörün Arap Birliği olabileceğini söyleyen Steele, "Birlik bağımsız Araplardan oluşan bir komisyon kurarak, Suriye'deki gerilimin taraflarıyla konuşabilir ve Lübnan'daki iç savaşı sonlandıran 1989 Taif görüşmeleri benzeri bir çözüme ön ayak olabilir. Ancak her şeyden önce Arap Birliği'nin Amerika, İsrail ve Suudilerin körüklediği İran karşıtı histeriyi reddetmesi gerekiyor. Hem de acilen, çünkü bir iç savaşın vahşetine tanıklık etmeye çok çok yakınız" diyor.

ETKİLENECEK TEK ÜLKE TÜRKİYE

Bir diğer İngiliz gazetesi olan Times’ın siyaset editörü Roger Boyes ise Batılı ülkelerin Suriye'de yaşanabilecek dağılmanın Ortadoğu dengelerini alt üst edebileceği endişesiyle Libya'dakinin aksine müdahaleden kaçındığına dikkat çekti. Suriye'de yaşananlardan doğrunda etkilenecek tek NATO üyesinin Türkiye olduğunu belirten Boyes değerlendirmesinde, ‘’Tüm bu faktörlerin etkisiyle Batılı liderlerine hâkim olan endişe, Esad'ın koltuğunda geçireceği süreyi uzatıyor. Çünkü bir diktatörün devrilmesi bir şeydir, İsrail ve NATO'yla sınırları olan bir ülkenin infilak etmesi ise başka bir şey’’ diyor.

Times gazetesi ayrıca Ulusal Geçiş Konseyi'nden yetkililerinin Ankara'ya askeri müdahale konusunda resmi talep ilettiklerini yazdı.
ARAP BİRLİĞİNDEN TÜRKİYE’YE ÜSTÜ KAPALI MESAJ

Radikal gazetesindeki köşe yazısında Cengiz Çandar ise Arap Birliği’nin Türkiye ve İran’a üstü kapalı bir mesaj ilettiğini belirterek Arap Birliği’nin ‘’söz konusu kararıyla Suriye’nin bir ‘Arap sorunu’ olarak algılandığını vurguladı ve Türkiye ve İran’a üstü kapalı bir mesaj iletmiş oldu’’ dedi.

Yazısında Çandar ayrıca şu bilgiyi verdi: ‘’Geçen hafta Türkiye’de bulunan Katar Dışişleri Bakanı’nın Davutoğlu’na, ‘Libya’nın tersine, Suriye’nin Arap dünyasının kalbi, Arap Birliği’nin kurucularından biri olduğu, İsrail’e karşı tüm savaşlarda yer aldığı, davranışlarının Ürdün ve Lübnan’ı etkilediği, 1973’ten beri Golan’da ve İsrail sınırında istikrarlı bir durumu sağladığı; dolayısıyla Suriye’de krizi çözmenin Arapların işi olduğunu’ söylediği öne sürülüyor.’’

Karadeniz’e Soldan Bakmak…

“Sonbahar” filmiyle büyük beğeni toplayan yönetmen Özcan Alper, Türkiye’de gösterime giren yeni filmi “Gelecek Uzun Sürer”le Kürt sorununa dikkat çekiyor. Sanatsal üretiminin yanı sıra duruşuyla ve söylemiyle de sosyalist bir gelecekten yana tavır belirleyen Alper, Karadeniz’de devletin geçmişten beri Kürt mücadelesinden kaynaklı özel politikalar uyguladığını, buna karşın solun da Karadeniz’e gerçekten soldan bakmaya ihtiyacı olduğunu söyledi.

Çatışmaların yoğun yaşandığı 90’lı yıllarda bölgeye en çok Karadeniz’den asker yollandığına dikkat çeken Alper, sistemin bununla, etnik çoğulculuğu nedeniyle Kürtleri en iyi anlaması gereken Karadeniz’i yedeğine aldığını ifade etti.

Son filmi Gelecek uzun Sürer’i çekerken, boşaltılan köylerle ilgili arşiv kaydı bulamadığını vurgulayan Alper, Mehmet Uzun Kütüphanesi’nin üst katında yer alan boş durumdaki 3 odanın “Musa Anter Hafıza Kayıt Merkezi” olmasını önerdi.

Yönetmen Özcan Alper, ANF’nin sorularını yanıtladı:

* Önce Hopa’dan başlamak gerekirse; seçimler öncesinde başbakanın mitingi öncesi ve sonrasında bir çok olay yaşandı. Sonuç itibariyle kamuoyu uzun süre Hopa’yı konuştu. Ancak tabi sonuç noktasına gelene kadar Hopa’daki gelişmelerin bir backraundu var. Kamuoyunun bildikleri dışında Hopa’da neler oldu, neler oluyor?

- Oradaki durumu anlamak için biraz geriye, 90’lara dönmek lazım. Hopa ve Artvin genel olarak kendi tarihinde, yine Çamlıhemşin’de geçmişten beri bir sola yakınlığı söz konusu. Sol bu kadar gerilerken orada ayakta durabildi. Çok kültürlü ve çok fazla etnik yapıya sahip yerler oralar. Lazlar, Peçenekler, Rumlar, Gürcüler, Ermeniler vs. etnik olarak herkes birbirinin ne olduğunu biliyor ama etnik kimlik hiçbir zaman sorun olmadı. Bu anlamda da Türkiye’ye model olabilecek bir yerdir Hopa. Buna paralel olarak durum 80 darbesi ve sonrasında tabi değişmeye başladı. O dönemlerde yaşananları biliyoruz. Devlet her tarafı bir şeklide ele geçirmeye çalıştı. Özellikle cemaat örgütlenmeleri Karadeniz’de çok geliştirilmeye çalışıldı. Bilinçaltında şu var, Türk-İslam ideolojisi oraya tam anlamıyla nüfuz edememişti. Alevilere yaşatılana yakın şeyler denendi orada da. Oradaki insanlar bir şeklide belki feodal ilişkiler sayesinde kendi kimliklerini koruyabilmişlerdi. Gençler bir şekilde yazları oraya dönüyor ve orada bir hareket yaratıyordu. Kendi kuşağımın insanlarının birçoğunda bunu görebiliyorum. Bu kuşaklar arası iletişim hep sürdü. Böylece o sol gelenek hep genç kuşakla bir ilişki kurdu.

DOĞUYA EN ÇOK ASKER KARADENİZ’DEN YOLLANDI
- Bu durum 80 sonrasında da korunabildi mi?

Evet korundu. Yani çok fazla göç yaşansa da, üniversite okuyan kuşakların yazın buraya gelmesi, solu bir şekilde canlı tuttu ve kuşaklar arası temasını diri tuttu. Tam bu diğer etnik yapılar erimeye başlamışken, Kürtler bir mücadele başlattı. Devlet bu aşamada Doğuya asker olarak en çok Karadenizli gençleri yolladı. Böyle olunca da çatışmaların en yoğun yaşandığı yıllarda en çok cenaze Karadeniz’e geldi. Buradaki çok kültürlülüğün karşısına bir özel taktik olarak Kürt karşıtlığı uygulandı. Özellikle Trabzon’da denen bu oldu. O zaman bölgede milliyetçi hareketler yoğun şekilde palazlandı ve o şehit aileleri ciddi şekilde milliyetçi camiada nüfuz elde etmeye başladı. Aslında kültürel olarak Kürtleri en çok anlayacak topluluk Karadeniz toplumuydu. O yüzden devlet bu meseleyi çözmek istediğinde, bu tarafa nasıl anlatırız diye düşündüğünde Karadeniz’e gitsinler, çok rahat anlatabilirler. Çünkü orada herkesin kendi anadili var ve bunu kendilerinden de anlayabilecek ve temas kurabilecek en yakın kitledir.

Tekrar Hopa’ya dönersek, 90’lı yılların başında Kürtlerin mücadelesinin yüz yıllık cumhuriyet ideolojisini kırmaya başladığında o karizmanın iflas etmesi meselesi karşı taraf için çok önemliydi. O zaman da şunu yaptılar, özellikle Trabzon üzerinde saçma sapan söylentiler yaydılar, Pontus Rum kurulmaya çalışıyor diye. Rum ve Ermeni düşmanlığı acayip bir noktaya vardırıldı. Böylece bir çok etnik yapı sorunu neredeyse ifade etmekten çekindi. Bir kısım kendi kimliğini saklamak için aşırı Türkçü oldu, bir kısım da karşı tarafından etkilenip, ‘bir dakika bizim dilimiz kültürümüz yok oluyor’ deyip, dönüp bakmaya başladı. Doğu Karadeniz özelinde mesela, Kazım Koyuncu çok önemli bir rol modeldi bu anlamda.

Özellikle 90’ların başında Lazca müzik yapmaları, dergi çıkması, Laz kültürüyle bunu yaparken, öbür taraftan da Gürcüce, Hemşince, Ermenice parçalar söylemeleri çok önemliydi. Böylece buradaki direngen sol bu savaşa cılız bir tepki koymakla yetindi.

91 yada 92 yazıydı örneğin, çok basit şekilde insan duvarlara, bu cenazeler gelmeye başladığında, ‘Yaşasın halkların kardeşliği’, ‘Savaşa gitme kardeş kanı dökme’ gibi son derece basit ama çok öz sloganlar yazabiliyordu. Yaşar Kurt’un yaptığı albüm, Kardeş Türküler’in oralı insanlarla yaptığı işler önemli etki yarattı. Ancak devlet oradaki direngenliğe çok sert bir müdahalede bulundu, insanlar gözaltına alındı. Çevre ve doğa meselesi de bundan sonra kilit bir rol oynamaya başladı tabi. AKP’nin 10 yıllık tekçi ve tahakkümcü politikaları sayesinde her şey Karadeniz’de para olarak görülmeye başlandı. Bütün bölge HES ve barajlarla çembere alınmaya çalışılırken yine Çamlıhemşin ve Hopa gibi yerlerde sürekli bir direniş söz konusu oldu. Oradaki halkın bilinçli duruşu önemli bir etki yaratmaya başladı. Özellikle Hopa çok ciddi bir tepki koymaya başladı ve barajı yapmak isteyen firma vazgeçti. Oradaki o HES karşıtı mücadelenin diğer toplumsal mücadelelerle bir bağı olduğu çok rahat görüldü devlet açısından. Doğana, kültürüne, sahip çıkan, diline kültürüne her şeyine sahip çıkar. Bu dillendirilince AKP yeni bir atağa geçti Hopa için. Bunun Karadeniz’in tamamına yayılabileceğini hissetiler ve kötü örnek olacaktı onlar için. Devlet Karadeniz’i hep arka bahçe olarak kullandı çünkü.

ZONGULDAK SOSYALİST BİR PARTİNİN KALESİ OLABİLİRDİ
Birikim dergisindeki yazınızda solun merkeziyetçi yapısından bahsediyorsunuz. Bu durum Karadeniz’de geçmişten bu güne neler getirdi, neler götürdü? Hem sendikal hareketler hem irili ufaklı sol hareketler adına.

- Sovyetler ve sonrasındaki hareketlere baktığınızda tabana yayılmama, sonradan bürokratik hal alma sol hareketin tamamının bir sorunu. Sol açısından bakınca, hep İstanbul merkezli bir politika belirleme durumu söz konusu. Zonguldak çok önemli bir merkez olabilirdi. Türkiye’de sosyalist bir partinin en güçlü olduğu yer orası olabilirdi mesela. Kadrolar İstanbul’da değil orada yetişiyor olabilirdi. Yerellik meselesini kullanamıyor sol. Tabi bunun Türkiye’deki sol hareketin ideolojik şekillenmesiyle de ilgisi var. Ne kadar bağımsızlaştığını düşünürse düşünsün, bir şekilde bu hastalıklı dediğimiz Kemalist ideoloji sirayet etmiş bir şeklide.

90’larda Kürt mücadelesi yükselirken, insanlar ‘bizim bir dilimiz var, buna sahip çıkalım' derken, çoğu sol ve sosyalistin bunu bir etnik milliyetçilik olarak gördüğünü ve bundan uzak durduğunu biliyorum. Merkeziyetçilik ideolojik olarak da İstanbul’da şekillendi ve buradan oraya politikalar üretilmeye başlandı. Türkiye’deki Ankara merkezli cumhuriyetin yönetme ve yönetilme meselesini çok açık biliyoruz. Kürt meselesi vesilesiyle tartışılsa da bu özerklik meselesinin bütün sol tarafından tartışılması lazım mesela. Örneğin Kayseri milletvekili olan birinin Karadeniz’deki bir yol ile ilgili söz sahibi olmasını istemem mesela. Durum buna benziyor. Ulusal ölçekteki politikaların yanlışlığı ve yerele uyup uymamasının tartışılmaması önemli bir sorun. Dil meselesi hep Kürtler üzerinden tartışılıyor mesela. Bunu Kürtler başlattı çünkü. Mesela sol neden özerklik meselesini tartışmıyor.

SOLUN KARADENİZ’E SOLDAN BAKMAYA İHTİYACI VAR

* Özerkliğin sol tarafından tartışılmıyor olması, bir çok sorun veya çözüm önerisi karşısında solun tartışmasız ve gündemsiz kalması, yine o merkeziyetçi yapı gibi örnekle, Kemalizm’in sol üzerindeki etkisinden mi kaynaklanıyor?

- Çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Hala o klasik Misak-ı Milli meselesi geçerli. Ama yani Suriye, İran ya da Irak’taki Kürt onlar için bir şey ifade etmiyor. Ya da Hemşin’de dil yok olmuş, çok da umurlarında değil. Ama bu acıyı ben hissediyorum. Benim için çok önemli. Bir şeklide bunu ifade ettiğinde, hala klasik açlık teması işleniyor. Ekmek kadar özgürlük de önemli oysa. Ekmek ve özgürlük biri olmadan olmayacak gerçeklerdir. Solun Karadeniz’e gerçekten soldan bakmaya ihtiyacı var.

* Siyasal ve toplumsal tablo böyle. Bir de kültür ve edebiyat tarafı var. Siz, politik ve toplumsal alanda devletin etkisiznden bahsettiniz. Peki özellikle edebiyat konusunda, sanat ve kültür alanında Karadeniz mevcut renklilik ve zenginliğe yansıtabiliyor mu?

- Aslında bir takım çabalar oldu. Dergiler, gazeteler vs. Ama açıkçası bu tarz şeylerin siyasal alanda destek bulmadan ayakta kalması zor. Edebiyat alanında bir ara Lazca, Gürcüce, Hemşin Ermenicesiyle bir üretim olmadı ama Latin alfabesiyle bazı çalışmalar oldu. Bir alfabe sorunu da var. Bizim önerdiğimiz bir konferans var işte belki sosyalist hareket buna bir cevap olabilir. Biz bir ara Kafkas Kültürleri üzerine bir enstitü kurmayı düşündük Hopa’da ama bunun için büyük bir maliyet lazım. İşte keşke o sol merkeziyetçilik devreye girse bunun için. Türkiye geneli yapılacak bir kampanya ile halledilebilecek sorunlar bunlar. İmkansızın kendisini imkana dönüştürmek çok mümkün. Ama işte bahsettiğimiz yığınla sorun var önümüzde. Keşke Türkiye gerçekten demokratikleşse ve bu alanlara kendisi ön ayak olsa.

* Çatı Partisi girişimi olarak başlayan ve daha sonra Halkların Demokratik Kongresi adıyla devam eden, içinde Karadeniz’den de grupların bulunduğu, Kürt hareketi ve Türkiye solunun yan yana gelmeye çalıştığı bir çalışma var. Buradan bir devrim hareketi, enternasyonal bir çıkış görebiliyor musunuz?

- Çok komplike bir soru. İnsanların artık klasik kemikleşmiş, bu günü bir şekilde etkilemeyen ideolojik ayrımlardan kurtulmak istemesi ya da saçma sapan belirsizliklerden dolayı sosyalist hareketlerin dışında kalan çok ciddi muhalif bir kitle var. Bu kitle bir araya geldiği zaman, diyalektik bir çoğunluk, bir enerji yaratacağı kesin. Bunu 12 Haziran seçimleriyle biraz gördük. Bence iyi bir başarıydı. Tabi özellikle içine çekilmek istendiğimiz bu iç savaş durumu karşısında bu örgütlenmenin çok ciddi bir önemi olacağını düşünüyorum.

ÖZERKLİK KONUSUNDA ÖNGÖRÜ EKSİKLİĞİ VAR
* Özerklik konusunda medya, entelektüel camia ve kısmen sol cenahta yapılan temel eleştiri içeriğinin net olmamasına dönüktü. Peki, halk iradesine dayalı bir yönetim modelini kapsayan bir projenin, yola çıkıldıktan sonra halk tarafından belirlenmesi mi yoksa çerçevesinin teorik olarak önceden belirlenmesi mi demokratik olur?

- Tabi ki bizim de özlediğimiz o sosyalist tablo bu. Birilerinin bizim adımıza değil bizim kendi kararımızı vermemiz. Ama özerklik konusunda çerçeve teorik olarak biraz daha net çizilebilirdi sanki. Belki de sol hareket tarafından tartışılsaydı daha çok netleşirdi. Mesela sorarlar bize bağımsız sinema mümkün mü. Ben de şunu diyorum. Mümkün değil çünkü senin bağımsız bir sinema ağın yok. Çok basit bir şey, Türkiye’de 20 tane sinema salonu mu kuramıyorsun, bunu kuramıyorsan nasıl devlet yöneteceksin. Bölgedeki neredeyse tüm belediyeler BDP’li. Bir dostane tavsiye olarak söylüyorum, Van’daydık, orada çok büyük bir sinema salonu var ama kapalı. Yani alternatif yerel yönetim modelini çok farklı ve basit alanlarda işleterek çerçeve netleşebilir elbette. Biz MKM gibi bir bağımsız yapı olduğu için bu gün iş yapabiliyoruz. Oradan çıktık ve bununla gurur duyuyorum elbette. Yani siyasal alanı geçtim, kültür sanat alanında bile senin politikan nedir, var mı ortada bir proje? Kusura bakmasınlar ama öngörü yok.

MUSA ANTER HAFIZA KAYIT MERKEZİ KURULABİLİR
* Biraz da filme gelecek olursak, neler paylaşmak istersin?

- Temel mesele, bu efendiler sadece masumları katletmekle kalmadılar, aynı zamanda hafızayı da yok etmek istediler ve her şeyi kayıt altına almalıyız o yüzden. Bir şeklide görsel arşivlere ulaşmak istiyordum. Boşaltılan köyler vs. Ama çok acı ki kayıt yok. Arşivlenmiş bir şey yok. Mehmet Uzun Kütüphanesi’nin üst katına baktım. Üç odası boş. Orası Musa Anter Hafıza Kayıt Merkezi olabilir mesela.

* Filmde meseleyi ses üzerinden ele alıyorsunuz. Neden?

- Şöyle bakıyorum, filmlerimi belirlerken, hep içerikten yola çıkıyorum. Burada kurduğum basit cümle şuydu: 30 yıllık bir savaş yaşandı ve ben bir vatandaş olarak etkileniyorum. Bunun yankıları üzerine bir film yapmak istiyorum demiştim. Savaşın yansımaları en çok kadın ve çocuklar üzerine oluyor. O zamanki kadın ve çocuklarla geçecekti film. Hikayeyi öyle kurdum. Sonra bu cümleler üzerinden yola çıkınca başka şeyler de araya girdi. Kültürel belleğin aktarılması sesle oluyor. Kürt coğrafyasında bir şey yapmak istiyorsanız, yolunuz sesin kapısına çıkıyor. Sözlü kültürün en büyük aracı ses. Filmde en çok önemsediğim şey ağıtlar meselesi. Bir bütün olarak filmin kendisinde bir kayıt altına almayı görebiliriz. Özellikle de bu tarafa anlatmak için etkili olacaktı. Hafıza ve bellek söz konusu olunca ses meselesi büyük bir icat olmuyor. Doğal sonuç bu.

* Luis Altusher’in aynı isimde bir kitabı var…

- Evet, okudum, filmin adı oradan geliyor. Ama sonra Murathan Mungan’ın da Karanfil diye bir şiiri var ve benzer bir şeyi işliyor. Biraz felsefik bir gönderme yapmaya çalıştım.


EYÜP CELADET -ANF