20 Ocak 2011 Perşembe

Demokratik Özerklik üzerine 9



 

lX-Türkiye Cumhuriyeti'nin idari yapısında, Demokratik Özerklik modeli ile reform

"Demokratik Özerklik" modeli olarak, Türkiye'de Kürt sorununun çözümünü de içine alacak tarzda önerdiğimiz bu projenin yaşamın gerçeklerine çarparak geçersizliğini ilan etmemesi için ilk şartın; bu çözüm formülasyonunun, ulusal sorunu yaşayan halkların tarihsel ilişkilerin oluşturduğu zemin ve koşullardan güç alması gerektiğini belirtmemizdi. Bu nedenle tarih boyunca Türk-Kürt ilişkilerine genel hatlarıyla da olsa göz attığımızda; Türklerin Anadolu'ya ilk girişinden itibaren her iki halkın da birbirlerinin haklarına ve özyönetimlerine saygı temelinde bir ilişki tarzı geliştirdiğini, bu tarzın Osmanlılar döneminde de 300 yıl boyunca Kürt beyliklerinin bağımsızlığa yakın ÖZERK yönetimleriyle devam ettiğini ve bu anlayışın nihayet Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş aşamasında da özellikle 1921 Anayasası'nın ruhuyla yaşatıldığını göstermeye çalıştık. Bu yaklaşımdan her kopuşun, tıpkı 19. yüzyıl boyunca ve Türkiye Cumhuriyeti ve 1924 Anayasası'nın kabulünden günümüze kadar süren 200 yıllık bir Kürt sorunu ve kanlı çatışma süreçlerine yol açtığı, yaşanan acı gerçeklikten de anlaşılmaktadır. Özcesi bin yıllık Türk-Kürt ilişkilerinin yaklaşık 800 yılı uzlaşı ve barış içinde geçerken; son 200 yıllık savaş ve çatışma sürecinin özünde, Kürtlerin en doğal haklarının ve kendi kendilerini yönetme iradelerinin hiçe sayılması bulunmaktadır. Bu tarihi gerçek bilince çıkarılmadan Türkiye'de Kürt sorununa gönüllü birlik ve eşitlik temelinde demokratik, barışçıl bir çözümde ne yazık ki bulunamaz. İşte bu tarihi gerçeği göz önüne alarak hazırladığımız, şüphesiz ki tartışma ve müzakereye de açık olan "Demokratik Özerklik" projemizin, her iki halkın tarihsel ilişki ve geçmişleriyle uyumlu olduğunu düşünmekteyiz.

 

Tekçi bir yönetim anlayışıyla toplumu da faşizan bir  tarzda tek tipleştirmeyi hedefleyen uygulamalar, çağın toplumsal ihtiyaçlarına cevap olmak bir yana, sorunların da nedenidir. Katı merkeziyetçi olarak örgütlenmiş olan ulus-devletin siyasi-idari mekanizmaları, demokratik cumhuriyete değil, oligarşik bir yapılanmaya denk düşmektedir
Esas olarak, 1924 Anayasası'nın İttihat ve Terakki zihniyetinden kaynaklanan Türkçü ve katı merkeziyetçi ulus-devlet sistemi; Osmanlı İmparatorluğu'ndan devralınan etnik, kültürel ve inançsal tüm farklılıkları gözardı ettiği gibi, Türkiye'de yaşayan tüm kesimlerin özgürlük, eşitlik talepleriyle sosyal ve ekonomik sorunlarını da çözümsüz bırakan, büyük dengesizlikleri ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Temelde Türkiye'de yaşayan, başta Kürtler olmak üzere tüm farklılıkları yok sayan, hatta bunun da ötesinde zor yöntemleriyle asimile ederek kültürleri ortadan kaldırmayı, resmi ideoloji olarak benimseyen yönetim anlayışı, hiçbir temel sorunun çözümüne de olanak sunamamakta, tersine engellemektedir. Tekçi bir devlet yönetimi anlayışıyla toplumu da faşizan bir tarzda tek tipleştirmeyi hedefleyen mevcut uygulamalar, çağın toplumsal ihtiyaçlarına cevap olmak bir yana, sorunların ve krizlerin de nedenidir. Katı merkeziyetçi olarak örgütlenmiş olan ulus-devletin siyasi-idari mekanizmaları, demokratik cumhuriyete değil, oligarşik bir yapılanmaya denk düşmektedir. Aslında Anayasa'nın başlangıç kısmında cumhuriyetin temel nitelikleri olarak zikredilen "Sosyal, demokratik, laik bir hukuk devleti olma" ifadesi, hiçbir dönemde gerçek anlamıyla yaşam bulmamıştır. Söylemde etnik bir temele dayanmadığı iddia edilen "Türk milliyetçiliği" anlayışı bir yana; aslında askeri, idari ve yargısal devlet örgütlenmesinin tamamında Türk etnisitesini esas alan bir zihniyetin hakim kılındığı tartışmasızdır.

Öte yandan, sorunların artık yerelde, yani sorunun yaşandığı yerde ve sorunu yaşayanlarca tartışılıp çözüldüğü çağdaş demokrasilerle kıyaslandığında, Türkiye ağır hantal, bürokratik ve yerele uzak katı merkeziyetçi idari yapısıyla tıkanmış durumdadır. Doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyi ile değişik kültürel, sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlarla boğuşan Ankara, bu sorunları çözmeye muktedir bir iradeye sahip olmadığı gibi, bunu gerçekleştirecek gücü de kalmamıştır. Bu temelde Türkiye'deki siyasi-idari yapılanmanın köklü bir reformla ele alınarak yenilenmesini kaçınılmaz görmekteyiz. Dünya genelinde yaşanan deneyimler ve halihazırda Ortadoğu'da  yaşanmakta olan fiili durumlar da göz önünde bulundurularak; her ulus için ayrı bir devlet talep etme gibi felsefik ve konjonktürel gerçeklikten uzak ve halkların birbirini boğazlamasına kadar gidebilecek kanlı bir süreci tetikleyecek siyaset anlayışı yerine halkların özerk, demokratik iç örgütlenme ve birliğini esas alan, demokrasiyi başkentteki genel bir meclise hapsetmeyen, halkın tartışma ve karar mekanizmalarına katılımını kolaylaştıran, toplumun temel bütün sorunlarını en iyi bir şekilde ve yerinde çözüme kavuşturacağı bir siyasi ve idari yapılanma modelinin, Türkiye'de kendini büyük bir ihtiyaç olarak dayattığı inancındayız. İşte bu düşünceden hareketle ve yeni bir anayasa hazırlığını da dikkate alarak; ülke bütünlüğü içinde halkın yerelde söz ve karar sahibi olmasını sağlayacak ve tüm farklılıkların kendini özgürce ifade edebileceği düzeyde ÖZERKLİK kazanması temeline dayanan modelimizin çağdaş kavramlaştırılışını, "DEMOKRATİK ÖZERKLİK" olarak tanımlamaktayız.


DEMOKRATİK ÖZERKLİK

 

Toplumun kendi öz örgütlenmesiyle birlikte ele alınması gereken 'Demokratik Özerklik' uygulaması, özünde 'az devlet, çok toplum', başka bir ifadeyle 'az yasak, çok özgürlük' anlayışının sistematize edilmiş modeli olmaktadır
Demokratik özyönetim anlamına gelen Demokratik Özerklik, esas olarak demokratik cumhuriyetin içinin doldurulmasıdır. Demokratik Konfederal tarzda örgütlenen toplumun, Devlet+Demokrasi formülüyle, özerk olarak kendini yönetmesidir. Bunun, özünde devlet dışında bir sivil toplum organizasyonu olduğu unutulmamalıdır. Ortaya koyduğumuz "Demokratik Özerklik" projesi etnisiteye ve katı coğrafi sınırlara dayanmıyor. Demokrasiye dayanıyor. Değişik toplumsal kesimlere dayanıyor. Sadece Kürdistan'a ilişkin değil; Ege, Karadeniz, Orta Anadolu'ya ilişkindir. Tüm Türkiye'yi kapsayan bir projedir. Demokratik Özerklik yönetiminde önemli olan, toplumun yönetim iradesidir. Toplum devletin belli yetkilerini üstlenerek, kendi yönetim anlayışını geliştirir. Bir başka tanımla, toplum merkezi devleti sınırlayarak, kendi yetkisiyle kendini yönetecektir. Burada önemli olan devletin sınırlandırılmasıdır. Buna, merkezi otoritenin yetkilerini topluma, yerele devretmek de denilebilir. En geniş anlamıyla da Türkiye'de 1919-1922'nin yeniden güncellenmesi olmaktadır. Çünkü bu yıllar arasında Türk-Kürt ilişkileri veya devlet-toplum ilişkilerinde Demokratik Özerkliğin tarihsel kökleri vardır.

Yine önemle vurgulamak gerekir ki, "Demokratik Özerklik"te, devlet karşıtlığı yoktur. Kürtler güvenliklerinden spora kadar tüm yaşam alanlarında, devlete ihtiyaç duymadan ve devlet dışında kendi toplumsal özgürlüklerini geliştireceklerdir. Siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel örgütlenmelerini gerçekleştirip kendi iç güvenliklerini güvenceye alacaklardır. Üstelik bunun için devletin bunları kabul etmesi de beklenmeyecektir. Çünkü bu proje demokratik bir ulus inşasının ete kemiğe bürünmüş halidir. Demokratik ulus bir ruh ise, Demokratik Özerklik onun somutlaşmış, bedenleşmiş halidir. Zaten Demokratik Özerkliğin Kürt toplumu açısından anlamı da budur.


Mutlaka toplumun kendi öz örgütlenmesiyle birlikte ele alınması gereken "Demokratik Özerklik" uygulaması, özünde "az devlet, çok toplum", başka bir ifadeyle "az yasak, çok özgürlük" anlayışının sistematize edilmiş modeli olmaktadır. Bunun içindir ki, toplumun tüm sorunlarının çözümünün devletten beklenmediği, sivil ve bağımsız toplum örgütlenmeleri aracılığı ile toplumun kendi sorunlarına bizzat kendilerinin çözümler geliştirdiği daha pratik, daha demokratik ve daha katılımcı bir sistemdir. Ekonomiden çevre sorunlarına kadar, sağlıktan eğitime, kültür ve sanattan kadın özgürlüğüne ve gençliğin özgürce örgütlenmesine kadar, toplumsal yaşamın her alanında öz yeterliliği esas alan özerk birimlerle, toplumun kendi Demokratik Özerklik sistemini kendi iradesiyle inşa etmesidir.


Şüphesiz ki böyle bir sistemde, devleti tanımama gibi bir yaklaşım yoktur. Örnek olarak Kürtler açısından yaklaştığımızda; devlet+demokrasi formülü gereği, devlet de olacak ama diğer yandan örgütlü, demokratik Kürt ulusu da olacaktır. Tıpkı İspanya devleti ve Katalan ulusunun ilişkilenme tarzında olduğu gibi. Kürtler devletin varlığını tanıyacak, kabul edecek. Devlet de Kürtlerin demokratik ulus olma haklarını tanıyacak ve kabul edecektir. Yani Kürdistan'da demokratik sivil toplumun oluşumuna engel olmayacaktır, demokrasiye duyarlı davranacaktır, sorunun özü budur. Özellikle bu model sadece Kürtler veya Kürdistan için değil, tüm Türkiye toplumu için önerilmektedir. Bu sistemde Kürtler kendi spor, eğitim, sağlık, dini örgütlenmeler, meclis ve belediyelerini kendileri yönetecek, bu alandaki sorunlarını demokratik tartışma ve karar süreçleriyle kendileri çözecektir. Hatta kendi öz savunması bile olacak; Özerk Katalonya'da olduğu gibi Özerk Kürdistan'da da jandarmaya, polise ihtiyaç kalmayacaktır. Kendi ihtilaflarını kendisi çözecek mekanizmalara sahip olacaktır. Yani Kürtler demokratik bir şekilde kendi kendini örgütleyip savunacaktır. Bu temelde "Demokratik Cumhuriyet, Özerk Kürdistan" formülünün ve Demokratik Özerklik anlayışımızın özü tam da budur.


Kuşkusuz ki bu sistemin barış içinde işlerlik kazanması, devletin demokratikleşmesiyle yakından bağlantılıdır.   

 

MUHTARİYETTEN ÖZERKLİĞE

Devlet, katı merkeziyetçi yaklaşımından uzaklaşarak sivil toplumun demokratik örgütlenmesine yer açacak bir demokratik anayasanın toplumsal mutabakat temelinde oluşumuna zemin sağlamalıdır. Siyasi-idari sistemini 1921 Anayasası'nın ruhu ve yerinden yönetimi esas alan adem-i merkezi bir yaklaşımla yeniden oluşturmalıdır. Demokratik Toplum Kongresi, Demokratik Toplum Partisi ve şimdi de Barış ve Demokrasi Partisi'nin; Türkiye'nin siyasi-idari yapısında demokratikleşmeyi sağlamak amacıyla önerdiği köklü reformu dikkate almalıdır. Demokratik tartışmaya ve demokratik müzakereye açık olan modele göre;

Türkiye'yi 20-25 bölgeye ayıracak olan bu idari-siyasi sistemde adem-i merkeziyetçilik işletilerek birbiriyle yoğun bir şekilde sosyo-kültürel ve ekonomik ilişki içinde bulunan komşu üç-beş ili kapsayan ve il genel meclislerine benzer bir şekilde seçimle iş başına gelen bir BÖLGE MECLİSİ; eğitim, sağlık, kültür, sosyal güvenlik, kadın, gençlik ve spor gibi hizmet alanlarından sorumlu olacaktır. Örnek olarak İstanbul, Ankara ve İzmir illeri nüfusları itibariyle tek başına bir "BÖLGE" olarak kabul edilecek; bölgelerin birer MECLİSİ, başkan ve yürütme kurulları olacak; devlet bayrağı yanında isterlerse kendi sembolleri de bulunabilecektir. Ankara'dan yönetilmek yerine "yerinde yönetim" veya "özerk yönetim" yaklaşımıyla yukarıda da belirtilen alanlardaki sorunlarını kendileri tartışıp kendileri çözebilecektir. Aynı şekilde, örneğin; Diyarbakır, Elazığ, Bingöl bir BÖLGE; Adana, Mersin, Osmaniye, Hatay bir başka BÖLGE YÖNETİMİ olarak oluşturulabilecektir. Böylece Türkiye'de kurulacak 20-25 BÖLGE MECLİSLERİ, TBMM ile iller arasında işleri kolaylaştıran, halkın yönetime daha fazla katılımını sağlayan ve yerinden yönetilen çağdaş, demokratik siyasi-idari bir yapılanmaya kavuşacaktır. Böylece cumhuriyetin ilk kuruluş aşamasında var olan ve sonradan tasfiye edilen "YEREL ÖZERKLİKLER" demokratik bir işleyişle yeniden yaşamsallık kazanacaktır. Bu aynı zamanda Mustafa Kemal'in 1923 yılı başlarında gazeteci Ahmet Emin Yalman'a ifade ettiği bir nevi YEREL MUHTARİYET'in bugünkü koşullarda güncelleştirilmesi olacaktır. Tıpkı Katalonya gibi sivil davalar, cezai ve sosyal davaların yerel yargıya bırakılması hususu da diğer bir tartışma konusudur. Şüphesiz ki emniyet ve adalet hizmetlerindeki yetki paylaşımı, bölge ve merkezi yönetimler, hatta tüm toplumca tartışılarak birlikte kararlaştırılacaktır. Örnek olarak, başlangıçta asayiş ve trafik hizmetlerinin bölge otoritelerine devri hemen yapılabilecektir. Komşu üç-beş ilden oluşan bölgelerin meclisine "bölge meclisi", meclislerde görev yapacak seçilmişlere de "bölge temsilcisi" denir. Meclis hem meclis başkanını, hem de görevli olduğu eğitim, sağlık, kültür vs. görevli olduğu alanlardaki işleri yürütecek. "Yürütme Kurulu" üyelerini ayrı ayrı seçer. Başkan ve yürütme kurulu üyeleri, meclisin aldığı kararların icrasından sorumludur. Meclisin yetkili olduğu alanlarda "yerel yasa" yapıp yapmama yetkisi, şüphesiz ki bir tartışma ve müzakere konusudur.


Bölge meclisleri nüfus ve gelişmişlik düzeylerine göre, her yıl merkezi hükümetin aktardığı bütçenin yanında, yerel gelirlerden de pay olarak hizmetlerin yürütülmesini sağlayacaktır. Az gelişmiş ve yoksul bölgelere pozitif ayrımcılık uygulanacaktır. Bölge meclisleri her yıl bütçelerinin belli bir kısmını yatırım ve hizmet oranında belediye meclisleri ve il genel meclislerine aktaracaktır.


Bu modelde il valileri, merkezi yetkileri bakımından hem merkezi hükümetin, hem de bölge yürütme kurulunun kendi yetkileri çerçevesinde vereceği kararların uygulamasıyla görevlidir. Bakanlıkların taşra teşkilatları da aynı prosedüre tabi olacaklardır. İl genel meclisleri, belediye ve muhtarlıklar varlıklarını koruyacak, demokratikleştirilecektir.


Bu yapılanma federalizmi ya da etnisiteye dayalı özerkliği ifade etmemektedir. Merkezi yönetimler ile iller arasına kademelendirilmiş demokratik bir yeni idari takviyedir. Bölgelerin her biri o bölgenin tarihten gelen özel adı veya bölge meclisinin yetki sınırları içinde bulunan en büyük ilin adıyla anılacak; devlet bayrağı yanında kendi sembollerini de kullanabileceklerdir.

YARIN: X-Sonuç


Hatip DİCLE
20.01.2011 00:24
 

Tunus: Gerçek Bir Devrim

Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi yerlerde dahi Arap rejimleri titriyor ve Arap halkı kabına sığmayan bir hareketlilik içinde. Bu devrimci canlanma bütün Arap dünyasında geçerli.

Tunus devrimi bütün düzeylerde kendi mantığını kabul ettirmeye devam ediyor... Rejimin kalıntılarının, bazı taktiklerle (araçlarla sokaklarda dolaşıp insanlara ve evlere rastgele ateş ederek, altyapıyı tahrip ederek vs) kaosu yaymaya dönük girişimlerinin ardından, Tunus halkı her kentte ve her mahallede olmak üzere bütün ülkeye yayılan komitelerde örgütlenerek, sokaklarda devriye gezmeye ve halkı korumaya başladı. Hatta halk komiteleri eski rejimin milis güçlerinin de peşine düştü ve bir silahlı çatışmada iki milis gücü halk tarafından infaz edilirken bir kişi de şehit düştü.


İsrail'in karşıdevrimi desteklemek için Tunus'ta faaliyette olduğuna ilişkin haberler var. Ayrıca Libya'dan sabotaj amaçlı sızmalar olduğu da söyleniyor. Bunların münferit vaka mı yoksa arkası gelecek vakalar mı olup olmadığı bilinmiyor.


Seçimler tek başına bir şeyi değiştirmez


Politik düzlemde, eski rejimin kalıntıları hala iktidardalar ve daima rejimin bir dekoru olarak iş görmüş sahte muhalefetle müzakereler yürütüyorlar. Ancak, halk komiteleri ve sendikalar ve gerçek muhalefet bu durumu değiştirmeye ve devrimin politik karşılığını oluşturmaya çalışıyorlar. Seçim yapılmasına yönelik bir politik yol haritası çıkarılmasının uzun sürmeyeceğine inanıyorum. Eski rejime göre yapılacak seçimlerin bir şeyi değiştirmeyeceğini belirtmekte fayda var. Bu nedenle gerçek muhalefet ve halk, seçimlere gitmeden önce anayasayı değiştirmeyi talep ediyor.


Arap dünyasında devrimci canlanış


Twitter'da, Suudi gençliği de Tunus devrimine destek gösteriyor ve tiranı hoş gören kendi ülkelerinden utançlarını ifade ediyor. Mısır rejimi bazı temel ihtiyaçlardaki devlet sübvansiyonunu kaldırma planlarını erteledi ve Kaddafi üzüntüsünü dile getirerek Tunusluların Bin Ali'ye ömür boyu itaat etmiş olmaları gerektiğini söyledi. Kaddafi net olarak, Libya sınırında kendisinin sahte devrimiyle alakası olmayan geçek bir devrim olmasından korkuyor. Diğer bir yandan, Mısır muhalefeti şimdi gerçek yanıtın sokaktan başka bir şey olmadığı fikrine daha da ikna olmuş durumda. Bu devrimci canlanma bütün Arap dünyasında geçerli. Cezayir'de üç yurttaşın kendini yaktığı ve bunlardan birinin öldüğünün kaydedildiği bildiriliyor. Mısır ve Cezayir Tunus'ta yaşananların yankısını en çok bulacağı iki Arap ülkesi olarak görülüyor. Hizbullah, Tunus devrimini selamladı ve bütün Arap liderlerini yaşananlardan ders çıkarmaya çağırdı.


Bu devrim herkesin hoşuna gitmez


Uluslararası düzlemde, Fransızlar ve Amerikalılar üst düzey bir ikiyüzlülüğü açığa vuran açıklamalar yayınladılar. Eski rejimi daima desteklediler, Wikileaks'in açığa çıkardığı gibi onun nasıl bir şey olduğunu biliyorlardı ve şimdi gelip de bize sözüm ona halkın tercihlerine destek çıktıkları mavallarını satamazlar. Onlar Ukrayna, Gürcistan ve Lübnan'dakiler gibi CIA-destekli STK'lar ce CIA tarafından yönetilmeyen devrimleri görmekten hoşlanmazlar. Bu gerçek bir devrim ve bu yüzden de bu konuda kararsızlık duyuyorlar.


*Yazan:Diyab Ebu Jahjah, Arap Avrupa Ligi'nin kurucusu ve eski başkanı. Sendika.org'un çevirdiği makale ilk olarak 16 Ocak 2011'de kişisel blogu Abou Jahjah Comments'te yayınlandı.

 

Somali Dosyası

Somali Hakkında Genel Bilgiler 
Resmi adı: Somali Demokratik Cumhuriyeti
Başkenti: Mogadişu (Nüfusu: 850.000)
Diğer önemli şehirleri: Hergeisa (Kuzey Somali'nin başkentidir), Kismayo, Berbera, Marka.
Yüzölçümü: 637.657 km2
Nüfusu: 7.000.000 (1993 tahmini). (Bu rakam Somali içinde yaşayanların nüfusunu göstermektedir. Ayrıca 1 milyondan fazla Somalili komşu ülkelere iltica etmiştir. Bunlarla birlikte ülke nüfusu 8 milyonu aşmaktadır.) Nüfusun % 25'i şehirlerde yaşamaktadır. Halkın yarıya yakın bir kısmı göçebe hayatı sürmektedir. Ortalama ömür 48 yıldır. Çocuk ölümlerinin oranı binde 122'dir. Nüfusun % 46'sını 14 yaşın altındakiler oluşturmaktadır.
Km2 başına düşen insan sayısı: 11 (Komşu ülkelere sığınanlar da hesaba katılınca: 12.6)
Nüfus artış hızı: % 2.7
Etnik yapı: Somali halkının hemen hemen tamamı Somalililerden oluşur. Sömürge dönemlerinde yerleştirilen Avrupalı azınlıkların oranı oldukça düşüktür. Somalililerin kendilerine özel Somalice adı verilen bir dilleri vardır. Somali sınırları içinde yaşayanların yanı sıra Etyopya, Kenya, Cibuti, Güney Yemen ve Suudi Arabistan başta olmak üzere değişik Arap ülkelerinde yaşayan Somalililer de vardır. Bütün bu ülkelerde yaşayan Somalililerin hepsi sünni Müslümandır.
Dil: Resmi dil Somalice ve Arapça'dır. Bunun yanı sıra İngiliz ve İtalyan sömürge dönemlerinin bir kalıntısı olarak İngilizce ve İtalyanca da resmiyette geçerlidir. Ancak sömürgecilerin zorla öğrettikleri bu diller bugün Somali halkı arasında konuşulmamaktadır.
Din: Resmi din de İslâm'dır. Somali halkının tamamına yakını sünni Müslümandır. Sadece % 0.2 oranında Somali asıllı olmayan, sonradan bu ülkeye yerleştirilen gayri müslim bulunmaktadır.
Coğrafi durumu: Doğu Afrika ülkelerinden olan ve Afrika boynuzu adı verilen bölgede bulunan Somali, kuzeybatıdan Cibuti, kuzeyden Aden Körfezi, doğudan ve güneyden Hint Okyanusu, batıdan Etyopya, güneybatıdan da Kenya ile çevrilidir. En önemli akarsuları Vebi Şabella ve Vebi Cuba ırmaklarıdır. Bu iki ırmak Yemame adlı şehirde birleşerek Hint Okyanusu'na dökülmektedir. En yüksek yeri Surud Tepesi (2408 m.)'dir. Topraklarının % 2'si tarım alanı, % 45'i otlak, % 14'ü de orman ve çalılıktır. Tarıma elverişli alanlar daha çok ırmak kıyılarındaki vadilerdir. Kuzey kesim daha çok dağlarla ve tepelerle kaplıdır. Ülkede genellikle kurak ve sıcak bir iklim hâkimdir. Hint Okyanusu kıyısında bulunan başkent Mogadişu'da yıllık sıcaklık ortalaması 30.2 derece, yıllık yağış ortalaması 402 mm.'dir. Kuzeyde Aden Körfezi kıyısında bulunan Berbera'da bu oran 34.4 derece/53 mm'dir.
Yönetim: Diktatör Siyad Berri yönetimine son verilmesinden sonra ortaya çıkan iktidar kavgası yüzünden ülkede belli bir siyasi otorite oluşturulamadı. Somali, BM, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü), Arap Devletleri Birliği, Afrika Birliği Örgütü, Afrika Antiller ve Pasifik Sözleşmesi, IMF (Uluslararası Para Fonu), İslâm Kalkınma Bankası gibi uluslararası örgütlere üyedir.
İdari bölünüş: 16 il 78 ilçeden meydana gelir.[1]
[2]
SOMALİ’DE NELER OLUYOR?
EL KAİDE SOMALİDE DEVLET KURDU

Somali’de General Muhammed Said Barre döneminden bu yana merkezi bir yönetim kurulamamıştır. Barre cuntasının 1991 yılında düşmesinden sonraki süreçte Somali, Aşiret merkezli lokal gruplar ve savaş ağaları tarafından yönetilmiştir. Ülkenin birçok bölgesinde ciddi gücü olan İslami hareketler de etkili oldukları alanlarda devletin otorite boşluğunu doldurmaya çalışmışlardır. Bölgedeki savaş ağaları ve kabile savaşçılarının bazı yağmalama ve adam kaçırma gibi suçlara bulaşması, adil bir yargı sisteminin bulunmaması, halkın güvenlik ortamı bulamaması gibi nedenler Somali’de İslam devletini alternatif bir proje olarak sunan El Kaide, İhvan’ı Müslimin, Hizbi İslami gibi İslami hareketlerin hızla güçlenmesi sürecini beraberinde getirmiştir.[3]
 
 
                              General Muhammed Said Barre

Tıpkı Afganistan’daki güvensizlik ortamının Taliban’ın yükselişini sağlaması ve Taliban’ın zulüm ve kargaşadan bıkan Afgan halkı için en olumlu projeyi sunan hareket olarak görülmesi neticesinde kısa sürede Afganistan’ın tümünü ele geçirip Şeriat ilan etmesi gibi, Somali’deki İslami hareketler de halk nazarında bir umut olarak görülmüşlerdir.

           Somali’deki İslami Hareketlerin Tarihi

Somali’deki İslami hareketler incelendiğinde karşımıza çıkan en etkili kişi Somalideki islamcıların fikir babası olarak tanınan Şeyh Tahir Uveystir. Eski bir subay olan Uveys, aynı zamanda İslami açıdan da ülkede otorite olarak kabul edilmektedir. Somali’de ciddi anlamda güç kazanan en önemli İslami Hareket Şeyh Uveys’in kurduğu İttihad-i İslami (İslam Birliği) hareketidir. Hareketin eski sözcüsü Raşid Muhammed Hüsey’nin tanımıyla İtithad-ı İslam: İslami hükümleri hâkim kılmak için cihad eden ve halkı bilinçlendiren bir dava ve cihad hareketidir.
Şeyh Tahir Üveys Somali İslamcılarının fikir babasıdır

Bu dönemde Üveys’in en önemli yardımcılarından biri, oldukça becerikli bir savaşçı ve iyi İslami eğitim almış Aden Hashi Ayrov’dur. Ayrov kısa sürede İttihad-ı İslam içinde yükselir ve komutan düzeyine gelir. Kendisi daha sonra şu an ülkede en büyük askeri güç konumunda olan Şebab’ın kuruluşunda öncü olacaktır.
Aden Hashi Ayrov
 
General Barre iktidarından sonra aradan geçen yıllar içinde Somalide hiç bir güç tek başına iktidar olamadı. Somali’deki kargaşayı bahane eden Amerika 1992 yılında Somali’ye “Umut Operasyonu” adı altında bir askeri çıkarma yaptı. Yapılan askeri çıkarma birçok Somali’liyi öfkelendirdi. Bunlar arasında Şeyh Tahir Üveys ve El Şebab’ın sonradan lideri olacak Ayrov’da vardı. Amerika’nın Afrika’daki varlığını uzaklarda bir göz daha dikkatle izlemekteydi.  El Kaide lideri Usame Bin Laden Somali’nin insani yardım bahanesiyle işgal edildiğini düşünüyordu. Bin Laden en iyi savaşçılarından 40 kişilik uzman bir timi Somali’deki halkı organize etmesi için Somaliye gönderdi. El Kaide timi arasında Kutubi Sitte ve Kuran hafızı Suudi Arabistan’lı Âlim Yusuf El İyeyri’de vardı. Iyeyri halkı bilinçlendirmekle görevliydi. Ayrıca birçok cephede savaşmış tecrübeli savaşçı Ebu Hafs El Mısri ve Ebu Hasan El Mısri de bu timin içindeydi.[4] El Kaide timleri bir kaç gruba ayrılıp zaten ciddi desteğe sahip oldukları Somali’de 65 yaşındaki yerel komutan Şeyh Abdullah Ahmed Sehl’in liderliğindeki savaşçılara eğitim verdiler.[5]  
1993 tarihinde El Kaide liderlerinden Muhammed Atıf, Şeyh Tahir Üveys’le Üveys’in İttihad-ı İslam hareketindeki savaşçılarına ileri düzey askeri eğitim vermek üzere anlaştı. El Kaide artık Somali’de yerel İslamcılar arasında ciddi müttefiklere sahipti ve Somali’nin kapıları Amerikalılarla hesaplaşmak için açılmıştı.
EbuUbeyde el-Banşiri,
 
Ebu Hafs El Mısri (Muhammed Atıf),
 
Şeyh Yusuf Iyeyri ve
Ebu Hasan El Mısri
Kara Şahinler Düşüyor

Ekim 1993 tarihinde Usame bin Laden’in savaşçıları bir yıl boyunca eğittikleri Somalili savaşçılarla beraber Amerika’ya büyük bir darbe vururlar. Uzun zaman Amerikan askerlerine bombalı araç saldırıları düzenleyen ve suikastler yapan El Kaide bu eylemlerini o süreçte üstlenmez. Bütün dünya çatışmaların sadece yerel komutan Muhammed Farah Aided ve Amerika arasında gerçekleştiğini bilir. Fakat asıl çatışma El Kaide ile Amerika arasındadır. Ekim ayında bir grup aşiret reisini tutuklamak için hareket eden Amerikan ordusuna ait iki Blackhawk tipi helikopter Hashi Ayrov ve Muhammed Atıf gibi El Kaide üyeleri ve müttefikleri arasındaki çatışmalarda düşürülür. Olayın ardından 17 saat süren sokak çatışmalarında onlarca Amerikan askeri öldürülür. Öfkeli halk askerlerin cesetlerini caddelerde sürükler. Olaydan kısa bir süre sonra ABD ülkedeki askerlerini çekmeye başladıklarını açıklar.
Amerika’nın Yeni Dünya düzeni El Kaideye çarpmıştır. Usame Bin Laden ve traftarları zafer ilan ederler. 1997 yılında Tahir Üveys’in İttihad-ı İslam hareketi sözcüsü Ebu Yasir Mogadişudaki çatışmaların Usame Bin Laden’in ekibi tarafından organize edildiğini açıklamıştır.[6]

Usame Bin Laden de yıllar sonra Mart 1997’de CNN muhabiri Peter Arnet’e şu açıklamayı yapmıştır:

“Amerikalılar 28 bin askerle dünyanın en fakir Müslüman ülkelerinden Somali’ye kibirli bir şekilde geldiler. Burada güçlü medya varlıklarıyla halka Amerika’lıların dünyadaki en büyük güç olduğunu anlatıyorlardı. 30 bin askerle ülkeyi işgal etmişlerdi. Bütün İslam alemine de göz dağı veriyorlardı. Allah’ın izniyle Amerika’lıların Somali halkına yardıma değil, işgale geldiğini bilen Somalili mücahidler Afganistan’dan ülkeye gönderdiğimiz mücahidlerimizle yardımlaşarak Amerikalılara iyi bir ders verdiler. Amerika’lılar arkalarına bakmadan kısa bir süre sonra Somali’den çekilmeye başladılar.[7]

Usame Bin Laden 1997’de ABC televizyonuna verdiği demeçte de “Amerikan askerlerinin cesur olmadıklarını ve ahlaki açıdan da çökmüş durumda olduklarını, savaşta Mogadişuda arkalarına bakmadan kaçtıklarını” anlatıyordu. Laden, Amerika’lıların Ruslardan daha dayanıksız olduğunu düşünüyordu ve Somali’de Amerikan ordusunun nabzını ölçmüştü. Bin Laden gelecek yıllarda Amerika ile İslam dünyasının kaçınılmaz bir karşılaşma içine gireceğini önceden biliyordu ve düşmanını tanımaya çalışıyordu.[8]

Ogaden Savaşı 1993 -1996

Amerikan Ordusu Somali’yi terkeder etmez Etyopya’yı Somaliye musallat etti. Etyopya birlikleri bir çok defa Somali sınırını geçip medreseleri yaktı ve bir çok Somali köyünde katliamlar yaptı. 1995 tarihinde İttihadı İslami Hristiyan Etyopya ordusuna karşı savaşmaya başladı. Amerikan jetleri de Hint okyanusundaki uçak gemilerinden havalanıp günlerce İttihad-ı İslami ve El Kaide üyelerinin kamplarını bombaladı.[9]

9 Ağustos 1996 tarihinde Etyopya Somali’nin üç kentine; Dolow, Lugh ve Beled Hawo kentlerine tanklar ve ağır silahlarla saldırı düzenledi ve birçok sivili öldürdü. Şeyh Tahir Uveys, Etyopya’nın Somali’yi işgal niyetinin her zaman devam ettiğini, Etyopya’ya karşı savaşmaya devam edeceklerini açıkladı. O dönemde İttihad-ı İslami saflarında Etyopya’ya karşı Ogaden’de savaşan Abdulaziz El Mukrin Etyopya’nın yüzde 99’u Müslüman olan Somali’de kiliseler yaptığını ve hemen halkı Hristiyanlığa çevirmek için çalışmalara başladığını anlatmıştır. Daha sonra Arabistan El Kaide’sinin başına geçen Abdulaziz El Muqrin Suudi güvenlik güçleri tarafından 2004 yılında öldürüldü.[10]
Şebab’ın ve Hizbi İslami’nin bu günkü birçok lideri Ogaden savaşında etkin rol almıştır. Konunun ayrıntısı nedeniyle Ogaden meselesi hakkında bu kadar bilgi vermekle yetiniyoruz.

                        Şeriat Mahkemelerinin Kuruluşu

Ogaden savaşının arazi şartlarından ve Amerika’nın Etyopya’ya desteğinden dolayı sekteye uğraması sonucu Aden Hashi Ayrov’da dâhil birçok İttihad-ı İslam üyesi Afganistan’a gitti. Afganistan’da El Kaide kamplarında eğitim alan bu zenci savaşçılar 1998 Nairobi ve Darusselam saldırılarında da etkin rol oynadılar. 1999’lara gelindiğinde Şeyh Tahir Üveys liderliğindeki İttihad-ı İslam Etyopya ile savaşta oldukça zayıflamış ve hareketin birçok üyesi Afganistan’a hicret etmişti. Ancak İttihad-ı İslam, Somali’nin birçok yerinde kendine bağlı bir yargı sistemi olan Şeriat Mahkemeleri isimli yan bir kuruluş kurmayı başarmıştı. 2000’lere gelindiğinde Şeriat Mahkemeleri yavaş yavaş ülkedeki kargaşadan yorulan halk tarafından destek bulmaya başladı. İttihad-ı İslam artık yerini birçoğu aynı tabandan gelen ancak ismi farklı olan İslam Mahkemeleri Birliğine bırakmıştı.

İslam Mahkemeleri Birliği’nin liderliğini uzun bir süre Şeyh Tahir Uveys yaptı ve El Kaide üyesi Hashi Ayrov’da komutan olarak harekette varlığını sürdürdü. Şeyh Şerif Ahmned de o dönemde İslam Mahkemeleri Birliği’ne katılan kişilerden biridir. Şeyh Şerif, yetenekli bir organizatördü ve bu yeteneği onu İslam Mahkemeleri’nin sözcüsü olmasına kadar götürdü. Ayrıca Ogaden’de yıllarca mücadele veren El Kaide üyesi Somalili Şeyh Muhtar Ayrov da 2000 yılında Mahkemelerin önemli bir lideriydi ve El Kaide ile ciddi bağları vardı.

                                       Şeyh Muhtar Ayrov

Şeyh Muhtar Aryov o dönemde hareketin sözcüsü olan Şeyh Şerif Ahmed’in demokratik bir Somali istediğini, Etyopyalılar ve Amerikalılara bakışının, hareketin bakışından farklı olduğunu biliyordu. Hatta Şeyh Şerif ABD ve Etyopyalılarla Cibuti’de gizlice pazarlıklar yapmadan önce Şeyh Şerif’in hareketten ihrac edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrov, Şerif’in aslında sadece bir Somali ulusalcısı olduğunu Global Cihad fikrine ve Ümmetçiliğe de inanmadığını belirtmişti.[11]

Somali’de bütün bunlar olurken Etyopya’da hapiste olan eski politikacı Abdullah Yusuf her ne kadar Etyopya karşıtı olsa da Etyopya açısından ülkedeki cihadi yapılanmaların önüne geçmesi için en önemli şans olarak görülür. Etyopya 5 yıl hapisten sonra Abdullah Yusuf’u serbest bırakır. Ülkeye dönen Abdullah Yusuf, kabile gücünü de kullanarak Somali milliyetçiliğine dayalı laik bir Geçiş Dönemi Hükumeti kurar.  2006’ya kadar laik bir yönetimle Etyopya desteğinde ülkeyi yöneten geçici hükumet artık iktidarının sonlarına yaklaşmıştır. 2006 yılına gelindiğinde birçok El Kaide bağlantılı liderlerin,(Şebab) İttihad-ı İslam’ın eski liderlerinin ve İhvan Destekli Şeyh Şerif Ahmed’in etkisinde heterojen bir yapı sürdüren İslam Mahkemeleri Birliği Somali’de büyük bir başarı kazanır ve ülkenin birçok bölgesini ele geçirir.
Bir süre yönetimde duran hareket Somali havaalanını faaliyete açar, hızlı bir şekilde yargı sistemini kurar. Somali 1991’den beri ilk defa huzur bulmuştur. Halk İslam Mahkemelerine büyük destek verir.  Ancak İslam mahkemelerinin yönetimi fazla sürmez ve Etyopya ordusu 20 Haziran 2006 tarihinde Somali’yi işgal eder. Bu işgalde ABD uçak gemilerinden havalanan savaş uçakları büyük rol oynamıştır. Amerika, yüzlerce Cruise füzesiyle İslam Mahkemeleri Birliğine saldırır. İslam Mahkemeleri Birliği savaşçıları halkın bombalamalardan daha fazla zarar görmemesi için dağlara ve ormanlara çekilir. 

Şebabul Mücahidin Hareketi ve Yeni Dönem

Şebabul Mücahidin (Hareketu Şebabul Mücahidin) Türkiye’de Genç Mücahidler Harfeketi olarak tanınmaktadır. Dünya literatüründe El Şebab olarak bilinen hareket yukarda da açıkladığımız gibi Somali’de faaliyet gösteren en eski davet hareketlerinden birinin yeni adıdır. Temelleri Afgan cihadı sürecinde bizzat Usame Bin Laden tarafından atılmıştır.[12]
İslam Mahkemeleri Birliği’nin ülke yönetimini kısa sürede ele geçirmesi Etyopya, Eritre gibi ülkelerde de islami hareketlerin güçlenmesine neden olmuştur. Bölgede güçlü bir İslam devletini çıkarlarına aykırı bulan ABD bölgede aynı kaygılar taşıyan Etyopya ve Uganda’nın etkisindeki Afrika Birliği’ni harekete geçirmiş ve binlerce yabancı asker ülkeyi işgal etmiştir. Ayrıca Amerikan uçak gemileri ve bombardıman uçakları da ülkeyi yoğun bir şekilde bombalamış[13] (executive order (PDF) bunun üzerine İslam Mahkemeleri Birliği askerleri dağlara ve ormanlara çekilmiştir.
Ülkenin tekrar işgal edilmesi neticesinde İslam Mahkelemeri Birliği arasında bir takım ihtilaflar çıkmıştır.
Eylül 2007 tarihinde Cibuti’de BM gözetiminde geçici yönetimle müzakereler yapıldı. Müzakerelerin amacı İslam Mahkeme’lerini masa başına çekip laik ve demokratik bir Somali’ye ikna etmekti.  İslam Mahkemeleri Birliğinin askeri kanat sorumluları olan Aden Hashi Ayrow, Şeyh Muhtar Ebu Zübeyr ve birçok Küresel Cihad Taraftarı görüşmelere katılan ve Somalinin Yeniden Özgürleştirilmesi Hareketinin kurup lideri olan Şeyh Ahmed Şerif’i ihanetle ve laikliği benimsemekle suçladılar. İslam Mahkemelerinin askeri güçlerinin yüzde 80’i Şebab-ul Mücahidin isimli bir hareket kurdular. Hareketin organizasyon sorumlusu yıllar önce Afganistan’a gidip eğitim alan Muhtar Ebu Zübeyr, Şebab’ın lideri ise Aden Hashi Ayrow oldu. Hareketin liderlerinden Şeyh Şerif Ahmed’in Cibuti’de hareketin diğer üyelerinden habersiz Etyopya ve ABD ile müzakereler yapması neticesinde hareket üçe bölünmüştür. Mahkemeler’in diğer büyük ortağı olan Şeyh Tahir Uveys ise Hizbul İslam isimli yeni bir hareket kurarak mücadelesine devam etmiştir.
Irak’ta ABD’nin kurduğu işgal hükumetine destek vererek (Irak İhvanı- Tarık Haşimi) bölgede tepki çeken İhvan Hareketi Somalide de aynı tavrı takınarak Laik muhalifler ve Etyopya’nın desteklediği siyasi figürlerle beraber geçici hükumete destek vermiştir. İhvan’ın desteklediği Şeyh Şerif bu laik hükumetin ilk başkanı seçilmiştir. İvan hareketi başından beri Somali’de sadece bir yardım ve eğitim organizasyonu olarak hareket ettiği için siyasi aktörleri ele alan analişzimizde bu hareketi değerlendirmeye almadık. Zaten Somali ihvanı şu an ciddi liderlik çekişmeleri  ve taban kaybına uğramıştır. İhvan’ın tabanı büyük ölçüde El Kaide2ye geçmiş ana ihvan liderliği de işgal hükümetini  destyekleyen ve desteklemeyenler diye iki bölüme ayrılmıştır. Mahkeme’lerin iktidara geldiği süreçte Şeyh Şerif’i ihvan olarak kabul eden Türkiye’deki bazı yazar-çizerler Şeyh Şerif ihanet edince bir anda sanki hiçbir şey olmamış gibi konuyu gündemden çıkarmışlardır. Süreç sonrasında Şeyh Şerif Hükumetini, Amerikan piyonu ve bölgedeki çıkarlarını korumak için kullandığı kukla olarak ilan eden iki hareket Şebabul Mücahidin ve Hizbul İslami bu yönetimi tanımadıklarını ve cihada devam edeceklerini ilan etmişlerdir. Genç Mücahidler Hareketi Cibuti’de düzenlenen görüşmeleri boykot ettikleri için bir süreliğine politik arenadan tamamen silindi. Ancak Hareket çok yakında güçlenip ülkede en büyük hareket olacaktı.
Süreç Şeyh Şerif’e ABD kuklası suçlaması yapan Şebab ve Bin Laden’i haklı çıkarmıştır. Somali hükumeti başkanı Şeyh Şerif süreç içersinde defalarca Amerika’dan ülkedeki radikallere karşı yardım istemiş ve bizzat ABD tarafından organize edilen birçok toplantıya katılmıştır. ABD’nin yardımlarını görmek için tıklayınız[14] [15]
Somali İhvanı Müslimin hareketi işgal hükumetine destek verdiği için ciddi bir taban kayması yaşamıştır. Şu an ülkenin % 75’i Şebab’ın elinded %10’luk bir kısmı Hizbul İslam’ın elinde sadece % 15’lik bir bölümü ve başkent Mogadishunun bir kaç semti Etyopya Birliği Hristiyan askerleri tarafından korunan Şeyh Şerif yönetiminin elindedir. Bu makale kaleme alındığı gün Hizbul İslami ile Genç Mücahidler Hareketi birleşmiş Hizbul İslam’ın 22 lideri başkentte yaptıkları bir toplantının ardından Şebab hareketine katıldıklarını açıklamışlardır.

Genç Mücahidler Hareket’inin Liderliği

Şebab Hareketinin lideri Muhtar Ali Zübeyr olarak da tanınan Ahmed Cabdi Godane’dir. Hareket’in liderliğini bir süre Aden Hashi Farah yürütmekteydi. Farah Şeyh Tahir Üveys’in en iyi öğrencisidir. Ancak Amerikan helikopterleri tarafından düzenlenen bir hava saldırısında Farah yaşamını yitirmiştir. Amerikan uçakları Şebab’ın lideri Aden Hashi Ayrovu öldürmek için Kenya sınırındaki ormanlara günlerce bomba yağdırdı. Ayrov üzerindeki uydu tyelefonunu çıkardıktan sonra izini kaybettirmeyi başardı. Ancak Amerika Ayrov’u 1 Mayıs 2007 tarihinde Dhusa Mareb bölgesinde bir evdeyken bombardıman sonucu öldürdü. Hareketin başına Şeyh Muhtar Ebu Zübeyr geçti.[16]
Hareket El Şebab İsmiyle faaliyete başladığından sonraki liderleri şöyledir:
El Şebabın Liderleri:
El Şebabın Diğer Liderleri:


[1] www.Vahdet.com, www.wikipedia.com

[3](Shabaabal-MujahideenMovement.“İslamsızBarışOlmaz.”

[5] As-Sahab Media Foundation. “Commander Abu al-Hasan: Jihad and Martyrdom.”  http://www.alfaloja.info/vb/showthread.php?t=185183.
 Released: July 8, 2008.

[6] Nida’ul Islam Interviews the Spokesman for the Islamic Union of the Mujahideen of Ogadin.” Nida’ul Islam. Issue 19; July - August 1997.32 As-Sahab Media Foundation. “Commander

[7] Arnett, Peter. “Transcript of Osama Bin Ladin Interview.” CNN. Broadcast May 10, 1997.
[8] .Miller John. “Talking with Terror’s Banker: An Exclusive Interview with Osama Bin Ladin.” ABC

[9]  Husein, Rashid Mohammad. “The Progress of the Jihad Movement in ‘Ogadin.’” Nida’ul Islam (Australia). Issue 12; March - April 1996.

[10] http://www.inn4news.net/inn/showthread.php?t=30828. April 2, 2005. See also: Sawt al-Jihad. Vol. 1; Issue 1. October 2003. http://www.cybcity.com/suondmag/mag-w.zip.
[11] Shabaab al-Mujahideen Movement. “‘Light and Fire’: The Biography of the Martyred Shaykh Aden Hashi Ayrow.” Millat Ibrahim. Vol. 1; No. 1. Released: October 3, 2008.
 
BÖLÜM 2
 
Somalide yabancı savaşçılar (Küresel Cihad Hareketi)’nin temeli aslında daha önce de bahsettiğimiz gibi 1990’lı yıllara dayanmaktadır. Bugün Somali’deki silahlı İslamcı hareketleri El Kaide’den bağımsız düşünmek mümkün değildir.  Ülkedeki hareketlerin hemen hepsi Afgan-Rus Savaşı sürecinden ve dolayısıyla da El Kaide hareketinden etkilenmiştir.
 
Genç Mücahidler Hareketi Sadece Somali’nin değil bütün İslam coğrafyasının ve Kudüs’ün kurtarılması gerektiğine inanmaktadır. 21. Yüzyılda İslam ülkeleri için “Ya hep kurtuluş ya da tümden zillet’in” mümkün olduğunu, lokal Kuvva-i milliye tarzı güçlerin ya da bölgesel kurtuluşların kısa süreli olacağına inanan hareket, 2009 yılında El Kaide lideri Üsame bin Ladin’e biat ederek Küresel Cihad Hareketine geçtiğini ilan etmiştir.
“Yabancı kardeşlerimizi muhafaza edecek, onlarla mallarımızı paylaşacak, kızlarımızla evlendirecek ve Evrensel İslam Devleti’nin kuruluşuna kadar beraber hareket edeceğiz” diyen hareketin lideri bütün dünyadaki “sınır tanımayan savaşçıları” ülkedeki işgale karşı savaşmak ve tecrübe aktarımı yapmak üzere ülkeye davet etmiştir.
Bu çağrı üzerine Avrupa, Asya ve Afrika ülkelerinden hatta ABD’den ülkeye giden yüzlerce yabancı savaşçı Somali’deki direniş hareketine ciddi tecrübe aktarımında bulunmuştur.
Raporlara göre sadece Minnesota şehrinden 20’den fazla Somali asıllı Amerikalı ayrılarak Somali’deki Şebab’ın saflarına katılmıştır.[1]
Eylül 2009 tarihinde Seattle bölgesinden gelen bir Amerikan vatandaşı Afrika Birliği karargahına canlı bomba saldırısında bulunmuş ve 21 Hristiyan Afrika Birliği askerini öldürmüştür.[4][31] Birleşmiş Milletler yayınladığı bir raporda yaklaşık 280-300 yabancı savaşçının ülkede Şebabın saflarında savaştığını bildirmiştir. Ayrıca sadece İsviçre’den 40 kişinin Şebab’ın saflarında savaştığı belirlenmiştir. Bu sayı şu anda çok daha fazladır. .[32]  Sadece Aralık 2009 tarihinde yayınlanan bir raporda, ülkede 1200 yabancı savaşçı olduğu açıklanmıştır. .[35] [36]
İslam’a geçen Amerikalı bir Müslüman olan Daniel Maldonado Şebab’ın davasını dünyaya anlatmak için birçok mesaj yayınlayıp birçok aktiviteye katılmış Şebab saflarında savaşmıştır.[2]
Şebab’ın saflarında savaşan önemli yabancı liderlerden biri olan Azzam El Amriki Şeyh Şerif’in adamlarının Somaliye gelen birçok yabancı savaşçıyı ülkeden çıkmaya zorladığı, onlara “burda yabancıları istemiyoruz” dediğini açıkladı. Azzam, birkaç Şebab taraftarının o sırada durumu farkettiğini ve fitne çıkmaması için olayı açıklamadıklarını ancak Şebab yanlılarının daha sonra Mogadişu havalanını tamamen ele geçirerek yabancı savaşçıların gelmesine imkân tanıdıklarını açıklamıştır.[3]
                      Ebu Mansur El Amriki( Amerikalı)  
 

Daniel Maldonado Sonradan İslama giren El Kaide Üyesi 

Sonradan Müslüman olan Eroin kaçakçısı Ruben Shumpert bir El Kaide üyesi. Shumpert Şebab saflarında savaşırken hayatını kaybetti. Amerika’daki yıllar boyunca defalarca hapse girip çıkan Ruben Somali’de El Kaide saflarına katıldıktan sonra bir arkadaşını Somali’den arayıp: “Artık özgür ve mutlu bir hayatım var” dedi.[4]
Yukarıda birkaç öne çıkan isimden bahsettik. Ancak çalışmanın uzamaması için bilgi vermediğimiz yüzlerce örnek daha bulunmaktadır. Bu kişiler hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için dipnotlarda linkleri verilen raporları inceleyebilirsiniz. 

Somali Direnişinde Etkin Yabancı Liderler

Fazul Abdullah Muhammed: Bizzat Üsame bin Ladin tarafından görevlendirilen Fazul aslen Kenya’lıdır. Oldukça uzman ve tecrübeli bir savaşçı olduğu ifade ediliyor. Örgütün Doğu Afrika lideri olan Salih Ali Salih, El Kaide’nin Afrika sorumlusu Nebhan’ın öldürülmesinden önce bölgede birçok faaliyete liderlik etmiştir. Fazul, Şebab’ın askeri lideri olarak tanımlanmaktadır.
Şeyh Muhammed Ebu Faid: Aslen Suudi Arabistan vatandaşı olan Şeyh Muhammed Şebab’a finans desteği sağlayan önemli bir liderdir.
Ebu Süleymab El Benadiri: Somali asıllı bir Yemen vatandaşıdır. Şebab liderlerine danışmanlık yapmaktadır.
Ebu Musa Mombasa: Şebab’ın güvenlik ve askeri eğitim sorumlularından olan Mombasa Pakistan’lı bir El Kaide üyesidir.
Ebu Mansur El Amriki: Asıl adı Ömer Hammani olan El Amriki sonradan İslam’a giren ve Somali’deki savaşa katılan bir savaşçıdır. Harekete katıldığı sürece kadar El Kaide’ye teknik ve lojistik destek veren El Amriki daha sonra Şebab Hareketine katılmıştır.[37]
Bunun dışında Sudan asıllı Mahmud Muhacir, Afganistan’da eğitim almış ve Şebab’ın Kudüs Tugayları komutanı Ebdulfettah Aveys Ebu Hamza, El Şebab’ın askeri stratejistlerinden İsa Osman İsa (Bu kişi 1998 tarihinde Nairobi ve Darusselam’daki ABD elçiliklerini havaya uçuran, Mombassa’da İsrail uçağını düşüren önemli bir örgüt üyesidir) isimleri sayılabilir.[5] Analizimizi kısa tutmak için bu kişiler hakkında detaylı bilgi vermiyoruz. 

El Kaide Liderleri’nin Desteği

29 Şubat 2008’de Şebab Hareketi ABD dâhil birçok ülke tarafından terörist örgütler listesine eklenmiş örgüt liderleri ise Haçlıları terörize etmekten gurur duyduklarını açıklamışlardır. [8]
Şebabın güç kazanma süreci içerisinde Afganistan’daki El Kaide liderliği, Şebabı sürekli periyodik olarak yayınladığı videolar ve bölgeye El Kaide timleri göndererek destekledi. Ebu Yahya El Libbi 22 Haziran 2008 tarihinde yayınladığı “İslam olmadan barış anlaşması olmaz” isimli açıkamasında Şebab’ı Şeyh Şerif hükumetinin yaptığı gibi anlaşma yapmaması için uyardı ve “İslam devleti kuruncaya kadar savaşın. Sahada kazandıklarınızı masa başında kaybetmeyin” açıklaması yaptı.
Mart 2007 tarihinde Şebab Hareketi muhalifleri tarafından tamamen izole edilmiş ve yalnızlaştırılmışken El Kaide’nin Şeriat heyeti sorumlusu Ebu Yahya El Libbi bir görüntü kaydı yayınlayarak Şebab Hareketinin sahih İslami çizgide olduğunu ve bu hareketin zafer kazanacağını açıkladı. Hareketin lideri Şeyh Ebu Zübeyr yayınladığı bir ses kaydında El Kaide liderine teşekür etti ve “sizin desteğiniz bize savaş alanındaki 1000 mücahidden daha fazla moral verdi. Sizin nasihatleriniz bizlere ilham veriyor” açıklamasında bulundu.
Aradan geçen aylar boyunca ülkede günden güne güç kazanan Şebab 2007 sonlarında yaptığı bir açıklamada savaşın kendi kontrollerine geçtiğini ve Şebabın lehine işlediğini açıkladı. Hareketin lideri Şeyh Zübeyr en zor zamanlarında kendilerine destek olan Üsame bin Ladin ve Eymen El Zevahiri’ye teşekür etti ve onların metodolojisini benimsediklerini açıkladı.[6]
İngiltere’deki El Muhacirun hareketi lideri Anjem Chaudry’de yayınladığı bir mesajında Şebab’ın islami çizgiler ve istikamet üzere olduğunu açıkladı.[7] Şebab bütün dünya’daki Küresel Cihad taraftarlarından en zor zamanlarında ciddi destek aldı.
Şeyh Şerif Ahmet ve Hillary Clinton
 
                           Karadavi’nin Şeyh Şerif’e Desteği
 
El Kaide Somali’deki ihtilafta Şebab Hareketine destek veriken Yusuf El Karadavi ülkede İhvan’ın desteklediği Şeyh Şerif yönetimine destek verdi. Karadavi’nin bu desteği üzerine ona cevap veren Şebab’ın Âlimler Birliği, Karadavi’nin açıklamasının “yersiz ve usule aykırı olduğunu, şartlarını bilmediği bir ülke hakkında söz söylediği, ayrıca cihad etmeyen biri olarak cihaddan konuşmasının yakışıksız olduğunu” vurguladılar. Şebab’ın âlimleri “Mekkeliler Mekke’nin yolunu daha iyi bilir” atasözüyle Karadavi’den ülkedeki satılık olarak nitelendirdikleri Şerif yönetimine destek olmaması çağrısı yaptılar. Yusuf El Karadavi, Çeçen direnişi hakkında da meşru olarak nitelendirdiği Ramzan Kadirov’u desteklemişti. Bu konudaki açıklamalarına ulaşmak için lütfen tıklayınız.[8]  [9]  

Genç Mücahidler Hareketine Daha Derin Bir Bakış

El Şebab Hareketi sık sık ülkedeki uluslararası yardım organizasyonlarını yasaklamakla itham edilmektedir. Ancak Şebab Hareketi Ağustos 2010 tarihine kadar Batılı yardım organizasyonlarına izin vermekteydi. Daha sonra Şebab’ın doktorlarının yaptıkları incelemelerde BM ve Batılı organizasyonların yardımlarının hastalıklı maddeler içerdiği ortaya çıktı. Ayrıca Batılı yardım örgütleri ülkede misyoner çalışmalar yapıp işgal birliklerine de Şebab’a ait stratejik istihbarat sağlıyorlardı. Bütün bu gerekçelerle bu örgütlerin çalışmalarını yasaklayan Şebab sadece uluslararası İslami kuruluşların ve diğer bölgesel yardım kuruluşlarının çalışmalarına izin verdi.
Afrika Birliğine bağlı askerlerin Şebab’ın her saldırısının akabinde kalabalık sivillere top ateşinde bulunması ülkede halkın da Şerif Hükumetini Kukla olarak görmesine ve işgale karşı Şebab’a daha fazla destek vermesine neden olmaktadır. BM insan hakları kurumu Afrika bürosu’nun (African Rights Monitor) hazırladığı Kasım-Aralık tarihli insan hakları raporunda Afrika Birliğinin birçok defa sivillerin her zaman kalabalık olarak alışveriş yaptığı Bakara Pazarını bombaladığı belirtilmiştir. 
El Şebab İslam Mahkemeleri Birliği dağıldıktan ve Şeyh Şerif Etyopya ile anlaştıktan sonra halkı bilinçlendirmek için uzun bir program uyguladı. Ülkenin birçok önde gelen lideri ve aşiret reisiyle görüşen Hareket, ülkenin fiili işgal altında olduğunu ve kurtuluş için sağlam inan. temellerine bağlı bir hareket liderliğinde işgale karşı mücadele bilinci oluşturulması gerektiğini sokak sokak, halka ve ülkenin kanaat önderlerine açıkladı.[10]
Şebab Hareketi oldukça dindar olan Somali halkının hem bilinçlendirilmesi hem de yapılan savaşın İslam ümmetinin maslahatlarına ve şeriatın kurallarına uygun olması için ilk iş olarak Somali Alimler Birliği isimli bir heyet oluşturdu. Bu Âlimler Birliği İslami konularda ve mücadelenin uyması gereken şer’i ve ahlaki sınırlar ve ölçüler konusunda Şebab üyelerini ve halkı uyarmak ve eğitmek üzere birçok program yaptı.
                                          Şebab Hareketinin kontrolündeki bölgeler
 
 
KRONOLOJİ
2008 yılında başkent Mogadisu’da işgali protresto eden büyük bir halk gösterisi de yine Genç Mücahidler Hareketi tarafından organize edildi.
2008’de Ağustos ayında Somali’nin en önemli ikinci liman şehri Kismayo’da Şebab ile Hristiyan Afrika Birliği güçleri arasında büyük çatışmalar yaşandı. Çatışmalar sonucu Şebab Hareketi 2007 yılından beri Afrika Birliği güçleri tarafından kontrol edilen şehrin yönetimini ele geçirdi. .[56]
Kismayo’nun ele geçirilmesinden sonra Şebab Hareketi ülkede çok yoğun olan silahları toplamak için bir kampanya başlattı. Oldukça başarılı olan kampanya sonrası ilk defa 1989 yılından bu yana Somali halkı ülkedeki bir otoriteye inanıp evlerinde, çetelere ve suç şebekelerine karşı kullanmak üzere tuttukları silahlarını Şebab Hareketine teslim ettiler. [57] Hareket şu an Şeriat Mahkemeleri Birliğinin en parlak döneminde elinde bulundurduğundan çok daha fazla bölgeye hâkim durumda. [60] Fikirleri ve Küresel İslam Devleti kurma amacı nedeniyle Şebab Hareketi Somali Taliban’ı olarak tanımlanmaktadır.
Aralık 2008: İslam dünyasının özellikle de Avrupa’daki Müslümanların yakından tanıdıkları Enver El Evlaki, Şebab Hareketinin meşruiyetini onaylayan ve tebrik eden bir mesaj yayınladı. Evlaki mesajında “Bizlere yaşamımızı ve durumumuzu nasıl değiştirip güzelleştireceğimizi pratik olarak öğreten Şebab Hareketine teşekür ediyoruz. Oylamalar ve demokratik tiyatrolar bizlere hep kaybettirdi. Ancak mermi ve mücadele bize hep zafer verdi” açıklamasında bulunmuştur. Enver El Evlaki “şartlarım uygun olsa sizin bir askeriniz olmaktan asla çekinmezdim” dedi. [61]
2009 Ocak ayında BM desteğinde Cibuti’de Etyopya güçleriyle yapılan anlaşmalar sonucunda Etyopya ordusu ülkeden çekilmeyi ve Somali’nin yönetimini Şeyh Şerif Ahmed’e devretmeyi kabul etti. Bu anlaşma eskiden İhvanla güç birliği yapan Şebab ve Hizbi İslami hareketlerinin İhvan destekli Şeyh Şerif’i “kukl”a olarak kabul etmeleri ve “ülkeyi kâfirlere satmakla” suçlamalarına neden olmuştur. Şeyh Şerif Ahmed’e karşı savaşlarını sürdüreceklerini açıklayan Şebab Hareketi ülkeyi terketmek zorunda kalan Afrika Birliği’nin Şeyh Şerifi kukla olarak ülkede bıraktığını, onu kullandıklarını, onun Somaliye ve İslama ihanet ettiğini iddia etti.
31 Ocak tarihinde Şeyh Şerif Ahmed Somali Geçiş dönemi hükumetinin başkanı seçildi. Şebab, Şeyh Şerifle her türlü görüşmeyi ve anlaşmayı reddettiğini açıkladı. [4] 2009 Mayısında  Şebab ittifak kurduğu Hizbul İslam örgütüyle beraber başkente saldırdı. Başkentin büyük bir kısmını ele geçirdiler. Şebab karşısında oldukça zor duruma düşen hükumet ABD ve Batı’dan yardım istemiş ve 24 saat içinde yardım edilmezse “başkanlık sarayının düşman eline” geçeceğini açıklamıştır. Somali Parlementosunun büyük bir çoğunluğu ülkede güvenlik olmadığı için komşu ülke Cibuti’de çalışma yapmaktadır. Somali hükumetinin talebi doğrultusunda Afrika Birliği ülkedeki 6 bin askere ek olarak 2 bin asker daha göndermeyi kararlaştırmıştır.[11]
Mayıs 2009: Wikileaks internet sitesinde yayınlanan bir Amerikan belgesi Amerikan hükumetinin açık bir şekilde Şeyh Şerif hükumetini desteklediğini ve Şebab’ın El Kaide’den edindiği yeni taktikler kullanmasından endişe duyduğunu gösteriyor. Belge Mayıs ayında yayınlandı. Belgede Şeyh Şerif hükumeti ılımlı İslamcı olarak tanımlanmaktadır. Belgeye bu internet linkinden ulaşabilirsiniz.  (09STATE63860)
Haziran 2009: Amerikan asıllı sonradan Müslüman olan bir savaşçı Ebu Mansur El Amriki bir video kaydı yayınladı. Mesajında Barack Obama’nın Kahire’de yaptığı açıklamanın Arapları ve Müslümanları kandırmaya yönelik olduğunu, “Obama’nın da Bush gibi İslam ülkelerindeki kuklalara ve işgale destek verip saldırıları bizzat yönettiğini, ancak dilini yumuşatarak Müslümanları kandırmaya çalıştığını” açıkladı.[63]
Haziran 2009: Şebab ülkenin Beledveyne bölgesinde düzenlediği saldırılarda Şeyh Şerif yönetiminin güvenlik bakanı Ömer Hashi Aden’i ve birçok Somalili subayı öldürdü.
11 Ağustos 2009: Marka bölgesindeki Reuters muhabirleri El Şebab’a yönelik karalama kampanyası çerçevesinde Şebab’ın altın ve gümüş diş takanların dişlerini zorla çektiğini Şebab liderlerinin de altın dişin İslam’da olmadığı için yasaklandığını söylediklerini, dünya medyasına servis etti. Tamamen propaganda olan bu haber hiç bir zaman ispatlanamadı ve Şebab liderlerinin yasağa yönelik bahsedilen açıklamaları da asla bulunamadı.

14 Eylül 2009: Amerikan askerleri tarafından düzenlenen bir hava saldırısında El Kaide’nin Somali sorumlusu ve Şebab liderlerinden Salih Ali Nebhan, ve bazı Şebab üyeleri öldürüldü.[69][70]

17 Eylül 2009: Şebab 17 Afrika Birliği Barış Gücü askerinin öldürüldüğü bir saldırıyı üstlendi.

20 Eylül 2009: El Kaide’nin Somali sorumlusunu öldürerek Şebab Hareketinin El Kaide ile bağlarını yıkmaya ve lokal bir örgüt olarak tutmaya gayret eden Amerika’nın planları tutmadı. Somali El Kaide lideri Salih Ali’nin Amerikan askerlerince öldürülmesinden sadece 1 hafta sonra hareket yayınladığı “Lebbeyk Ey Usame” isimli bir video açıklamasında Şebab Hareketi El Kaide’nin öncülüğündeki Küresel Cihad Hareketine katıldığını açıkladı. Örgüt lideri Bin Ladini de “cihadın imamı” olarak tanımladı.[71]
1 Kasım 2009: Şebab Hareketi Afrika’daki İsrail hedeflerine saldırmakla görevli Kudüs Tugayları isimli bir birlik kurduğunu açıkladı. Hareketin üst düzey bir yetkilisi Mogadişu’da düzenlenen bir halk gösterisinde “artık kutsal toprakları İsrail’in elinden kurtarmak için İsrail çıkarlarına saldırmanın zamanı geldi” açıklaması yaptı. [73]
3 Aralık 2009:  Şebab savaşçılarından bir grup başkentte devlet yetkililerinin bulunduğu Shamo Otel’ine saldırdılar. Saldırıda Şerif hükumetinin üç bakanı dâhil 24 kişi yaşamını yitirdi.
Bu Harita Şebab Hareketinin 31 Ocak 2009 tarihinden sonra elde etttiği bölgeleri göstermektedir. Şebab 2010 yılı sonu itibariyle ülkenin büyük bir bölümünü ele geçirmiştir. Güncellenmiş harita aşağıdadır.
 
2010
 
2 Ocak 2010: Danimarka’da Şebab’la bağlantılı bir kişi Hz Muhammed’e hakaret karikatürleri çizen karikatürcü Kurt Westegaard’ı öldürmeye teşebbüs etti. Westergaad saldırıdan kıl payı kurtuldu. Saldırgan yakalandı.
7 Şubat 2010: Hareket muhalif hükumet güçlerini eğittiği için Kenya’ya saldırılar düzenleyecekleri tehtidinde bulundu.
5 Haziran 2010: New Jersey’li iki kişi Muhammed Mahmud Alessa ve Carlos Eduardo Almonte, Şebab’a katılmak üzere Somali’ye gitmek isterken Kennedy havaalanında yakalandılar.
11 Haziran 2010: Genç Mücahidler Hareketi Uganda’daki Kampala saldırılarını üstlendi. Uluslararası Kriz Grubunun bir analistinin açıklamasına göre Şebab, Avrupa’ya ülkedeki laik ve kukla olarak tanımladığı hükumeti desteklememeleri yönünde açık bir mesaj verdi. [81]
22 Haziran 2010: Afrika Birliği liderleri yaptıkları bir toplantıda ülkedeki işgal askerlerinin sayısını artırma ve Şebab’la daha etkin savaşma kararı aldılar.
 
                                          Korsanlar Kim?
 
Somalili korsanlar uzun bir süreden beri dünya gündemindeki yerini koruyor. 21. yüzyılda hala korsanlık faaliyetlerinin olması bütün dünya için oldukça şaşırtıcı.
Somali 1991 tarihinden bu yana merkezi bir iktidara sahip olmadığı için kıyılarını da koruyamıyor. Geçimini dünyanın en fazla balığının bulunduğu denizlere sahip ülkede balıkçılıkla sağlayan sahil köylüleri bir sabah uyandıklarında Avrupa ve Amerikan yapımı koca koca gemilerin her defasında modern yöntemlerle on binlerce tonu bulan balık avladıklarını görürler.
Önce olayı önemsemeyen halk “balık çok, bize de yeter size de” deyip avlanmaya devam eder. Aradan aylar geçer. Yıllar geçer. Aslında Somali halkına ait olan çeşit çeşit balıkların nesli tükenmeye başlar. Avlanmanın yasak olduğu mevsimlerde yapılan balıkçılık sebebiyle, balık yumurtaları zarar görür.
Bu büyük tonajlı gemiler, Somali denizlerine zamanla nükleer atıklar atmayı da ihmal etmezler. Balıkçılar, bir sabah uyandıklarında milyonlarca balığın kıyıya vurduğunu görürler. Zaten uzun zamandır balık sayısı da iyice azalmıştır. Köylüler pazarda satılan silahlardan eline alan denize açılır ve Avrupa’lı devasa balık gemilerine saldırırlar.
Kolay yoldan milyonlarca dolar fidye alan Somali’li köylülerin bir kısmı balıkçılığı bırakır ve modern yüzyılın ilk korsanları oluverirler. Hem de kıyılarını nükleer atıklardan korumuş olurlar. Somali’li korsanların hikâyesi bu. Yaptıkları korsanlık değil sahil güvenlik’tir. Fakat bütün haklı gerekçelerine rağmen korsanlığı haram olarak kabul eden Şebab Hareketi, güç elde eder etmez korsanlara ait bir kasabayı korsanlardan temizlemiştir. Somali korsanlarının hikâyelerini batılı bir gazetecinin kaleminden okumak için lütfen tıklayınız[13]
Şebab’ın Gelecek Stratejisi

Şebab Hareketi’nin Somali’de şu an aldığı büyük desteği sürdürmesi bir kaç etkene bağlıdır. Şebab Hareketi ülkede ileri gelenler ve aşiret reisleriyle görüşmeler yaparken halka adil bir yargı sistemi ve güvenlik vaadinde bulunmuştu. 1991 yılından beri merkezi hükumetin olmadığı ülkede halk güvenliğe ve adil ve hızlı yargıya oldukça önem veriyor. Stratejik açıdan verilen bu sözün yerine getirilmemesi Şebab Hareketine olan desteği azaltacaktır. Bu amaçla Şebab Hareketi ülkedeki korsanlara yönelik operasyonlar yapmış ve korsanların karargâhı konumundaki bir kasabayı ele geçirmiştir.
Şebab Hareketi Yemen ve Kenya başta olmak üzere Etyopya, Uganda hatta Avrupa’da bulunan Somali diasporasından ciddi ekonomik destek almaktadır. Hatta Somaliye komşu ülkelerdeki Somali okullarının birçoğunda öğretmenler Şebab Hareketini övücü ve Şeriatı destekleyici dersler vermektedirler. Bu yardımlar ve lojistik destek Şebab’ın gücü açısından oldukça önemlidir.
Şebab Hareketini kısa sürede büyük bir organizasyona hatta devlete dönüştüren etkenlerden biri de birçok farklı İslami grubu ve aşireti tek çatı altında toplamasıdır. Her birliktelikte birinci şart olan güven verme konusunda Şebab oldukça başarılı olmuştur.
ABD müdahalesi ve Batı’nın Şeyh Şerif yönetimine destek olması halkın Şebab Hareketine daha fazla güvenmesine neden olmuştur. (March 2010 CFR report

Şebab’ın Eğitim Araçları

Şebab Hareketi ülkede birçok bölgede yönetime gelir gelmez devlet olma refleksleriyle hareket etmiş ve 1991 yılından beri ülkede devam eden siyasi boşluğu hızla doldurmuştur. Hareket ülkenin pek çok yerine valiler ve belediye başkanları atamış, alt yapı çalışmaları yapmış, fakirlere günlük ve aylık düzenli periyodlarla gıda yardımı yapmıştır.
Birçok Şebab savaşçısını sıradan bir günde yolları ve köprüleri imar ederken ve su kanallarını ıslah ederken görebilirsiniz. Şebab Hareketi askeri kamplarını Kenya sınrındaki ormanlık alanlara ve hâkim olduğu bölgelerde de kırsal alana çekmiş böylece ani düşman bombalamalarında sivillerin en az zarar alması için önlemler almıştır. Ülkenin pek çok şehrinde ” Kabilecilik ve Ümmetçilik” başlığıyla konferanslar düzenleyen Şebab, ülkedeki kabile reflekslerinin İslami refleksleri gölgelemesini engellemeye çalışmaktadır. Genç Mücahidler El Ketaib isimli online bir televizyon kanalı ve bir çok radyo aracılığıyla ülkede halkın bilinçlendirilmesi için çaba sarfetmektedir.[12]
Şebab birkaç internet sitesiyle de Somali halkına hitab etmektedir. Bu siteler aşağıdadır.
Somali önümüzdeki yıllarda dünya gündemini uzun süre daha meşgul edecek gibi görünüyor. Her gün gazete ve haber kaynaklarından bize servis edilen haberlerle inşa ettiğimiz dünya algımız aslında bize dayatılan planlı bir algıdır.
Karanlık kapılar ardında bazıları bütün ülkelere hatta her siyasi kesime özel asparagas haberler hazırlamakta ve yürüttükleri savaşta kitleleri kendi lehlerine harekete geçirip yönlendirmekteler.
Pressmedya.com alışkanlıkları yıkıp sansürsüz haberciliğiyle okuyucularına dünyadan haberler sunmaya devam edecek. 



[3] Global Islamic Media Front (GIMF). “Abu Mansoor al-Amriki: ‘A Message to The Mujaahideen in
Particular and Muslims in General.” http://www.myhesbah.com/v/showthread.php?t=165965.
January 8, 2008.

[6] Shabaab al-Mujahideen Movement. “Shaykh Mujahid Mukhtar Abu az-Zubair: ‘Our Jihad Until There is No More Tumult or Oppression, and There Prevails Justice and Faith.’” http://www.alhesbah.net/v/showthread.php?t=181838. Released: June 1, 2008.


Yazinin Kaynagi;PRESS MEDYA  (http://www.pressmedya.com/haber_detay.asp?haberID=2854)