25 Temmuz 2012 Çarşamba

Batı Kürdistan'da 'Yüksek Heyet' Heyecanı

Hewler Toplantısı'ndan bir kare
Qamişlo - Batı Kürdistan’da tarihi gelişmeler yaşanmaya devam ediyor. Birçok kentin yönetiminin ele geçirilmesi ardından bölgedeki tüm Kürtleri temsilen Yüksek Heyet kuruldu. Pazar günü de “Kürt Yüksek Heyeti benim temsilcimdir” sloganı ile gösteriler yapılacak.

İçerisinde PYD’nin bulunduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ile Suriye Kürt Ulusal Meclisi (ENKS), Salı günü bölgenin en büyük Kürt kenti Qamişlo’da “Kürt Yüksek Heyeti”nin kurulduğunu ilan etti. Aynı günün akşamı Yüksek Heyet ilk toplantısını yaptı.

Halk Meclisi ile diğer bir çatı örgütü olan Kürt Ulusal Meclisi, 9-10 Temmuz tarihlerinde Hewler’de yapılan görüşmelerin ardından güçlerini ortaklaştırma kararı almışlardı. Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani huzurunda imzalanan yedi maddelik Kürt Yüksek Heyeti ve alt komitelerinin kurulmasını öngörüyordu.

Yüksek Heyet’in Kürtleri hem içerde hem de uluslar arası düzeyde temsil edecek. Yüksek Heyet’te Beşi MGRK’den, beşi de ENKS’den olmak üzere toplam 10 kişi yer alıyor.

Bunlar şöyle:

-MGRK’den Salih Müslim (PYD eşbaşkanı), Sinem Mihemed ve Ebdilselam Ehmed (Halk Meclisi eşbaşkanlar), Ronahî Delîl (Halk Meclisi üyesi), Aldar Xelil (TEV-DEM üyesi).

-ENKS’den Ehmed Silêman, Saaud Mele, İsmail Heme, Nasir Alltin İbrahim, Muhiyealltin Şêx Elî.

Toplantıda, heyetin haftada bir kez toplanarak Batı Kürdistan ve Suriye’deki gelişmeleri değerlendirmesi karar altına alındı. Toplantıda ayrıca, eğer olağanüstü bir durum ortaya çıkması halinde Yüksek Heyet’in halklar bir araya gelerek, sorunları halkla birlikte çözüme kavuşturması da alınan kararlar arasında yer aldı. Heyet, ulusal ve uluslar arası düzeyde de diplomatik çalışmalar yürüterek, Kürtleri temsil edecek.

19-22 Temmuz arasında Kobani, Afrin, Dêrka Hemko ve Amude kentlerinin yönetimlerinin ele geçirilmesi arından Yüksek Heyet’in ilanı Batı Kürdistan’da sevinç kaynağı oldu. Kürtlerin Pazar günü saat 21.00’de Batı Kürdistan’ın genelinde “Yüksek Heyet benim temsilcimdir” sloganı ile gösteriler düzenlemesi bekleniyor.

GÖZLER QAMİŞLO’DA


Bu arada gözler Qamişlo kentinde çevrilmiş durumda. Kent yönetiminin her an Kürtlerin denetimine geçebileceği iddia edilirken, ANF’ye Salı günü açıklamada bulunan PYD lider Salih Müslim “Qamişlo hassas bir bölge” diyerek, kentin durumuna dikkat çekmişti.


ANF

Batı Kürdistan’ın Tercihi


CAHİT MERVAN
 
 
BRÜKSEL - Suriye’deki şiddetin dozu artıyor. Şam rejimine bağlı güçler ile Özgür Suriye Ordusu arasındaki savaş, Batı Kürdistan şehirleri hariç giderek her yere sirayet ediyor. Taraflar hiçbir şekilde Cenevre Savaş Sözleşmesi’ne uymuyor. Savaşın faturasını halk ödüyor. Her gün onlarca, hatta yüzlerce sivil yaşamını yitiriyor. İnsanlar evlerini, barklarını terk ederek kendileri açısından daha ‘güvenli’ saydıkları başka bir yerleşim alanına göç ediyor. Fırsatını bulanlar ise Türkiye, Lübnan, Mısır, Irak gibi ülkelere göç ediyor.

Bu kuralsız ve bir o kadar kirli savaşın galibinin kim olacağı ise henüz netlik kazanmadı. Yıkılmış, binlerce insanın öldüğü bir ülkede, geleceğin nasıl şekilleneceği ise herkesi ciddi ciddi düşündürüyor. İnsanlar kanlı bir rejimin pençesinden, kanlı bir hesaplaşmayla kurtulmaya çalışıyor. Yara-bere içindeki halk yıkılmış, harap olmuş, küle dönmüş bir ülkede yeniden yaşamayı umut ediyor. Ancak bu umut çok uzak bir ihtimal gibi duruyor.

SURİYE’Yİ IRAK’IN AKIBETİ BEKLİYOR

İç savaş Suriye rejimini güçsüz ve dayanaksız kılarken, yeni kanlı bir hesaplaşmanın kapısını sonuna kadar açıyor. Bütün göstergeler tıpkı Irak’ta olduğu gibi kanlı, bıktırıcı ve tüketici bir iç savaşın sürekli olabileceği sinyalini veriyor.

Mart 2003’te Saddam rejimi Bağdat’ta çöktüğü zaman, Irak’ta insanlar ‘yeni bir dönemin’ başlayacağını sanıyorlardı. Ama öyle olmadı. Ne özgürlük, ne demokrasi ve ne de huzur geldi. Federal Kürdistan hariç-ki burada da Türk istihbaratının da teşvikiyle kanlı saldırılar yapıldı-Irak bir kan gölüne döndü. Bombalar artık günlük hayatın bir parçası haline geldi. Ölen insanlar sadece bir ‘rakam’ olarak anılmaya başlandı.

Örneğin birkaç gün önce herkes Suriye’yi konuşurken, Irak’ta 27 yerde birden bombalı saldırılar yapıldı. Resmi ‘rakamlara’ göre 117 kişi-ki bunların hepsi sivil-yaşamını yitirdi. Bu dünya medyasında, sadece iki satırlık bir haber olarak yer aldı. Hepsi o kadar.

Suriye şimdi aynı akıbetle karşı karşıya. Şam rejimi çöküşe giderken, ne yazık ki arkasında iyi şeyler bırakmıyor. Belki de yüz binlerce insanın öleceği, milyonlarca insanın sakat, evsiz-barksız kalacağı bir felaketi peşi sıra sürüklüyor. Geçmişte Lübnan’da, şimdi ise Irak ve Afganistan’da olduğu gibi yıllara yayılacak bir iç savaşı peşinde getiriyor.

Çünkü; rejim içte zor, baskı, şiddet ve istihbarat gücüyle, dışta ise soğuk savaşın yıkılan parametreleri üzerinden ayakta kalmak için direniyor. Rejim zor ve şiddet kullanarak ayakta kalmaya çalıştığı sürece, daha fazla bölgesel ve uluslararası gücü sorunun tarafı haline getiriyor. Oyunun aktörü yapıyor. Dahası rejimin yerine geçmeye hazırlanan güçlerin bazıları geleceğe ilişkin, daha şimdiden rejime benzemeye başlıyor.

SURİYE’DE İÇ BOĞAZLAŞMA TEHLİKESİ KAPIDA

Suriye rejimi hiç bir dönemde demokrasiye, çoğulculuğa, halkların haklarına saygı göstermedi. Ancak Türkiye’deki Kemalist laikliğin bir başka benzeri olan Baas laikliğinden dolayı Şam rejimi Suriye’de çoğunluk olmayan Alevi, Maruni, Dürzi, Ermeni, Süryani, Çerkez gibi farklı etnik-dinsel toplulukların hem desteğini aldı, hem de onlar için adeta bir ‘sigorta’ işlevi gördü. Rejim sadece bununla kalsaydı belki bu gün Suriye iç boğazlaşmanın eşiğine gelip dayanmayacaktı.

‘Alevi’ orijinli Şam rejimi 1982’de olduğu gibi Sünni Müslümanların halk hareketini kanla bastırdı. İktidara geldiğinden beri toplumun ezici çoğunluğu için kan, gözyaşı, sürgün ve cezaevi oldu. Müslümanlar arasında-Kürtler hariç-zaman içinde rejime duyulan nefret ve öfke giderekten iktidarda olan Esad ailesinin ‘Alevi’ kimliğine karşı kin ve nefrete dönüştü. Ve rejim iç boğazlaşmanın taşlarını kendi eliyle döşemiş oldu.

Bu nedenle rejime karşı savaşanlar, aynı zamanda intikam duygusuyla yanıp tutuşmaktalar. Şam, Halep kapılarına dayanan bu güçler bundan dolayı ‘aleviler mezara, Hıristiyanlar Lübnan’a’ diye bağırmaktalar.

Her iki tarafın kin ve nefret söylemi, iktidar hırsı, egemen olma arzusu kontrol dışına çıkıyor. Halklar, inançlar ve etnik gruplar arasındaki bütün köprüleri dinamitliyor. Makas açılıyor. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi, Suriye bölgesel güçlerin savaş alanı haline geliyor. Sorun kör bir savaşa dönüşüyor. Değim yerinde ise, Suriye ‘Sırat Köprüsü’nün üstünde yürüyor. Geçip, geçemeyeceği, bunun ne kadar bir süre alacağı ise ufukta görünmüyor.

KÜRTLER SIRAT KÖPRÜSÜNDE

Bu karmaşa ve iç savaş başladığından beri Kürtler ısrarla ‘taraf’ olmaktan uzak duruyorlar. Ateşin Kürdistan’a ulaşmamasına, Kürdistan’ın bir savaş alanına dönüşmemesine özel bir itina gösteriyorlar. Halende çözümü barışçıl ve demokratik yöntemlerde arıyorlar.

Ancak gelişmeler Batı Kürdistanlıların niyet ve arzularını aştığı içindir ki, onları zorunlu olarak tedbirler almaya, başta güvenlik olmak üzere, kendi kendini yönetmek için hamleler yapmaya zorluyor. Bütün güçler-Hewler ittifakı gereği-Batı Kürdistan’da kansız, barışçı bir geçiş için çalışıyor. Bu konuda azami bir dikkat gösteriliyor. Kışkırtıcı, çatışma ve gerginliğe yol açacak bir dil ve davranıştan uzak duruluyor. Hatta yanlış anlamalara yol açma ihtimaline karşın özgürlük, eşitlik ve demokrasiye susamış Kürt halkı sevincini gizliyor.

Birkaç hafta önce güçlerini birleştiren Batı Kürdistanlı örgüt, parti ve kuruluşlar Kobani, Efrin, Derika Hemko ve Amude gibi kentlerin yönetiminin Kürtlere geçmesini önemli buluyorlar, ama bunun yeni başlayan bir sürecin ilk adımları olduğunun bilincindeler. PYD başta olmak üzere Hewler ittifakında yer alan bütün güçler şımarıklığa, zafer sarhoşluğuna, rehavete asla yer olmadığını da biliyorlar. Hayalleri var, ama her zamankinden çok gerçekçiler.

Çünkü Batı Kürdistan Sırat Köprüsü’nden geçiyor. Bu köprünün bir ucunda Şam rejimi ve onu yıkmaya çalışan, ama halen Kürtler konusunda kafası net olmayan muhalefet güçleri, diğer ucunda ise Kürtlerin her türlü kazanımını ortadan kaldırmayı kendine stratejik hedef yapmış statükocu Türkiye, İran ve Arap gericiliği duruyor. Kürtlerin geçmek zorunda olduğu bu Sırat Köprüsü’nde ABD, AB, Rusya gibi devler ise cirit atıyor. Oyun kuruyor.

En son PYD eş başkanı Salih Müslim’in ANF’ye yaptığı açıklamada Batı Kürdistan’da son birkaç gündür olup bitenleri “Burada olanlar halkımızı korumak için yapılan hareketlerdir. Kimseye karşı değildir” diyerek ‘tarafları’ daha soğukkanlı olmaya davet etmesi boşuna değildir.

Bu nedenle Batı Kürdistanlı güçler-bazı aklı evellerin ‘bağımsızlık’ önermesinin aksine-her türlü tedbiri akıllıca almaya çalışıyorlar. Adım, adım ilerliyorlar. Erken, ama sonu hüsranla sonuçlanacak bir ‘zaferden’ çok, kalıcı, barışçıl ve demokratik bir Suriye’nin yeniden inşasına da katkı sunacak bir yol-yöntem izlemeye çalışıyorlar.

ANKARA YENİ TUZAKLAR PEŞİNDE


Bu yazı kaleme alındığı saatlere kadar Ankara hükümetinden ciddi manada yapılmış resmi bir açıklama gelmedi. Ama medya üzerinden yürütülen bir karalama ve hazırlık var. Bunun önümüzdeki günlerde artması muhtemel görünüyor. Türk gazete ve televizyonları, özellikle de Fethullah Gülen cemaatine ve hükümete yakın yayın organları Kürtleri dolaylı olarak soykırımla tehdit ediyorlar. Bu konuda yalan haberler üretmekten, Suriyeli muhalif güçler adına sahte video çekmekten, sahte bildiri ve açıklamalar yapmaktan kaçınmıyorlar.

Örneğin Haber-Türk gazetesi ‘Özgür Suriye Ordusu’nun Kürt güçlerine ültimatom verdiğini’ yazıyor. Hükümet yanlısı Star gazetesi ise Güney Kürdistan sınırından yaklaşık olarak 800 Kilometre uzaklıktaki ''Kobani ve Efrin kentlerine Peşmergelerin girdiğini'' iddia edecek kadar ileri düzeyde yalan ve paçasından cehalet akan ‘bir haberi’ manşete taşıyor.

Ancak bunlardan daha önemlisi Zaman gazetesi Salı günü ‘Nusayri ve Kürt devletine asla müsaade etmeyiz’ manşetiyle dolaylı da olsa Batı Kürdistan halkını soykırımla tehdit ediyor. Zaman bu tehditini ''Özgür Suriye Ordusu komutanlarına'' dayandırmayı da ihmal etmiyor.

Son günlerde artan bu kara propaganda haberleri boşuna değil. Yeni bir tuzağın, kirli bir oyunun kokusu var burada.

Bilindiği gibi Ankara rejimi ve medyasının ilk tuzağı Batı Kürdistan’da erken bir doğumu sağlayarak, rejimin hışmını buraya çekmekti. Bu konuda teşvik edici ve yalanla beslenen bir propagandanın şahidi olduk. Ancak Kürtler Ankara’nın kurduğu tuzağa düşmediler. Savaşta mümkün olduğunca ‘tarafsız’ kalmaya, barışçıl yol ve yöntemleri seçmeyi tercih ettiler. Ediyorlar. Bu konuda sonuna kadar ısrarcı olacaklarını söylemek yerinde olur.

Şimdi Ankara Batı Kürdistan’a ikinci tuzağını kurmak istiyor. Kürtleri Şam rejimi ile kanlı bir savaşa tutuşan Özgür Suriye Ordusu ile karşı karşıya getirmek ve çatıştırmak istiyor. Bunun arzusu ve hevesi içinde yanıp tutuşuyor. Bu kirli tuzağın başarıya ulaşıp ulaşmaması, Suriye’deki iç savaşın geleceğine bağlı olduğu kadar, Kürtlerin izleyecekleri taktik ve stratejiye de bağlı olacak. Ancak Kürtlerin örgütlü gücü, birliği, halka güven veren, demokratik, çoğulcu ve laik bir yönetim tarzı, diğer parçalardaki ve diasporadaki Kürdistanlıların gösterecekleri dayanışma bu tuzağı boşa çıkarır. 


ANF

AKP ve Genelkurmay'ın Yalan Savaş Blançosu: ''Kaza'',''Kırım'' ve ''İntihar''



Sinan Cudi

Her konuda olduğu gibi savaş ve sonuçları hakkında da AKP hükümetinin inandırıcılığı sorgulanmaya başlandı.

Türk ordusu, Colemerg’in Gever (Hakkari/Yüksekova) ilçesinde önceki gün bir S-70 tipi skorsky helikopterin kaza kırıma uğrayarak düştüğünü iddia etmişti. HPG tarafından yapılan açıklamada ise skorsky helikopterin Gever kırsalında bulunan Geliye Doskî bölgesindeki Serengê, Şehit Serdar, Şatuxa ve Glord tepesi alanlarına yönelik Türk ordusu tarafından düzenlenen operasyon esnasında indirme yapmak isteyen bir helikopterin vurularak düşürüldüğü duyurulmuştu.

Kayıp rakamları konusunda da çelişkiler vardı. Türk ordusu tarafından yapılan açıklamalarda 5 askerin öldüğü, 7 askerin yaralandığı iddia edilmişti. HPG ise bu rakamı 8 ölü 7 yaralı olarak belirtmişti.

İKİNCİ KAZA!

Türk ordusunun çelişkili açıklamaları helikopterle sınırlı da değil. Aynı gün, yani helikopterin düştüğü gün 19 Haziran günü HPG gerillalarının “devrimci operasyon” adı altındaki eyleminin hedefi olan Şitazin (Yeşiltaş) karakolunda bir bombanın kazayla patlaması sonucunda 1 askerin öldüğü 15 askerin de yaralandığı haberi yayıldı.

HPG bu habere ilişkin de dün yapmış olduğu açıklamada, olayın bir kaza olmadığını Şitazin karakolu yakınlarında Türk ordu birlikleriyle HPG gerillaları arasında yaşanan bir çatışmadan kaynaklandığını kamuoyuna duyurdu. Bu açıklamada Türk ordusunun kayıp iddiasının da yalan olduğunu belirten HPG, çatışmada 3 askerin öldüğü, 15 askerin yaralandığını bildirmişti.

Yine Van’ın Gürpınar ilçesi kırsalında 18 Temmuz günü yaşanan çatışmada HPG bilgilerine göre 5, Türk ordu açıklamalarında ise 1 asker ölmüştü. Fakat bu olayla ilgili olarak yukarıda açıklamaya çalıştığım 2 kaza olayıyla aynı güne denk gelen açıklama da dikkat çekiciydi. Bu çatışmada yaralandığı iddia edilen 2 asker daha ‘tüm çabalara rağmen’ kurtarılamamış ve ölmüştü.

İLK DEĞİL

Türk ordusunun 21 Şubat 2008’te gerilla denetimindeki Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesine düzenlediği sınır ötesi kara operasyonunda da bir kobra tipi helikopter gerillalar tarafından düşürülmüş, fakat Türk ordusu iki gün boyunca helikopterin düştüğünü kabul etmemişti. HPG’lilerin düşen kobranın görüntülerini basına yansıtması ardından kabul edilmiş ama yine de ‘kaza kırıma’ uğradı denilmişti.

SAVAŞIN SONUÇLARI GİZLENİYOR

Türk devletinin savaşın sonuçlarını Kürdistan’la sınırlı tutma politikasına tam uyum sağlayan AKP hükümetinin, seleflerinden daha başarılı olduğu söylenemez. CHP’nin en önemli isimlerinden olan Gürsel Tekin’in, “Türk ordusu savaştaki kayıpları gizliyor”sözleri halen hatırlarda. Bir düzen partisinin bu konudaki ilk resmi itirafı olması açısından oldukça önemli olan bu sözlere herhangi bir yalanlamanın ne hükümet ne de ordu tarafından yapılmaması da sözlerin doğrulunu ispat eden en önemli argüman olduğu birçok kesimin ortaklaştığı bir nokta.

ASKER İNTİHARLARI

Birçok çatışmada kendi askerlerini ‘kazayla’ bombalayan, ‘terörist sanıldı’ denilerek yapılan kaza atışlarıyla askerleri öldüren, askeri kışlalarda yaşanan ‘kaza sonucu’ yaşanan ölümleri alenen açıklamakta sakınca duymayan Türk ordusunun ‘kaza’ sicili oldukça kabarık.

Bir de intiharlar var ki, daha bir ehemmiyetle üzerinde durmak lazım. “askerhaklari.com” isimli sitede yayımlanan intihar istatistiği oldukça dikkat çekici. Geçmiş yıllarda bu yönlü bir çetele tutulmamış olmasına rağmen sadece 2012’nin ocak-şubat-mart aylarında toplam 21 askerin intihar ettiği iddiasıyla öldüğü bilgisine yer verilmişti. Yükselen savaşla atbaşı ilerleyen intihar rakamları çatışmalarda ölen askerlerin açıklanmasında yeni bir formülün bulunduğu yorumlarını da güçlendiriyor.

Peki bu helikopterin düşürülmesiyle ortaya çıkan gerçekler nelerdir?

Haziran ayı savaş bilançosuna ilişkin yapmış olduğum haberde de belirttiğim gibi Türk ordusu özellikle dağlık alanlardaki askeri üslere karadan ikmal yapamadığından hava yoluyla takviye ve destek kanalları açmaya çabalıyor. Bu da HPG gerillalarının bu kanalları hedef almasına neden oluyor. Haziran ayında düşürülen 4 helikopterin yanında önceki gün aynı alanda düşürülen farklı bir skorsky helikopterin varlığı bu tespiti de bir kez daha doğruluyor.

Diğer yandan Türk ordusu her türlü teknik donanım ve özel askeri güç örgütleme çabalarına rağmen en ağırlık verdiği alanlarda darbe almaya devam ediyor. Sınır hatlarındaki örgütlü gücünü her yönüyle donatan Türk ordusunun buna rağmen hem de büyük kayıplar vermeye devam etmesi Türk ordusunun savaş kapasitesini de sorgulatıyor.

Hiç şüphe yok ki en önemli sonuç savaşın sonuçlarının gizlenmesi çabaları. Mümkün mertebe savaşın sonuçlarını kamuoyundan gizleyen ordu ve AKP hükümeti, bunu başaramadığı olaylarda ‘kaza’ argümanına daha yoğun başvuruyor. Gerçi birkaç gazete bugün kısık da olsa “mayınla düştü” haberleriyle en son yaşanan ‘kaza’ iddiasını boşa çıkarsalar da halen Türk medyası, savaşla ilgili tüm konulardaki hatalarına ve yalan açıklamalarına rağmen ordunun resmi açıklamalarını esas almaya devam ediyor.

Türk medyasının bu tavrı sürdükçe, yine ordu ve hükümetin yanlış politika ve tutumlarını eleştirmekten uzak durarak doğru bilgiden yüz geri eden tutumu sürdükçe doğru ve net bilgilere ulaşmak bir yana yeni ‘kaza’ haberlerini de sıkça almaya devam edeceğimiz kesin. 


Ek Haber

Genelkurmay Başkanı Özel ‘helikopter düşürülmedi’ de ısrarlı 

ANKARA - Türk Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, HPG’nin ‘biz düşürdük’ dediği Yüksekova'daki helikopterin teknik arıza sonucu düştüğünü ileri sürerek basını tehdit etti: “Bu haberleri yapanları kınıyoruz!”

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Hakkari'nin Yüksekova İlçesi'nde HPG gerillaları tarafından düşürülen askeri helikopterde ölen Astsubay Ahmet Çağlar'ın Kocatepe Camii'ndeki cenaze törenine katıldı. Özel, gazetecilerin helikopterin düşmesine ilişkin soruları üzerine helikopterin düşürüldüğü yönündeki haberlerin gerçeği yansıtmadığını ileri sürerek, "Helikopterin düşürüldüğüne yönelik haberler örgüt propagandasını yapanların haberleridir. Helikopter teknik bir arıza sonucu düştü. Bu haberleri yapanları kınıyoruz" dedi.

HPG, 22 Temmuz günü Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde inişe geçtiği sırada düşen skorsky tipi helikopterin kendileri tarafından düşürüldüğünü duyurmuştu. Olayda 8 asker ölürken 7 asker de yaralanmıştı. Sabah gazetesi de bugün geçtiği bir haberde helikopterin inişe geçtiği sırada uzaktan kumandalı bomba ile HPG gerillaları tarafından düşürüldüğünü yazmıştı. 

ANF