9 Ocak 2013 Çarşamba

Peru Muhalefeti Yeni Yolu Zorluyor

Latin Amerika ülkelerinin yakın zamanda yaşadığı ciddi politik değişimler adeta bir ‘kader’ haline gelmiş uzun süreli savaş ve yıkım manzaralarının, toplumsal çelişki ve iç savaşların sona ermesini sağladı. Peru ise soğuk savaş döneminin yarattığı tahribatların aşılıp alternatif arayışları hızlanan Latin Amerika ülkeleri arasında ciddi sorunları yaşayan ülkelerin başında geliyor. Kasım’ın son günlerinde Peru’nun başkenti Lima’da yapılan bir konferans bunu çok iyi gözler önüne serdi. 

Danışma ve Araştırma Enstitüsü Ratios Hukukçuları ve Komite MALPIKA tarafından düzenlenen ‘Uzlaşmanın Yolları ve Uluslararası Tecrübeler’ konferansı 29-30 Kasım 2012’de Lima’da gerçekleşti. Bu konferansın ilk günü uluslararası konuşmacıların dünyada ki farklı uzlaşı, tecrübe ve çabalarını konu alırken ikinci gün daha çok iç barışın nasıl sağlanacağı tartışıldı. Katılımcılar arasında eski bir general, bazı siyasi parti liderleri ve hukukçuların olması oldukça önemliydi. Kullanılan dilin hala çözüm dili olmadığı suçlayıcı ve kriminalize edici yaklaşımların gerek konferans boyunca gerekse de sonrasında ortaya çıkmasında kendisini bulması henüz işin başında olunduğunun en önemli göstergesiydi. Her ne kadar ciddi siyasal, ekonomik, ekolojik ve kadın özgürlüğü açısından zaman zaman dördüncü dünya olarak adlandırılsa da Güney Amerika’nın kendisi hem uzak hem de yakın geçmişi açısından kendi dokusuna uygun çözüm modellerini ve uzlaşı tecrübelerini de barındırmaktadır. 


Peru’nun henüz iç barışı sağlamanın uzağında olması, belki de onun tarihsel seyri ve politik serüveniyle doğrudan bağlantılı. Halen derin sorunlarla boğuşan ve alternatif hareketlerin de ciddi bir çaba içerisinde olduğu bu özgün örneği anlamak ve tanımak için onun tarihsel ve politik öyküsüne bakmak gerekiyor. Bu konferans sırasında ki gözlemlerimizi ve aldığımız bilgileri harmanlayarak bu tecrübeye yakndan bakmak istiyoruz.


Peru coğrafi olarak Kolombiya, Ekvador, Brezilya, Boliviya, Şili ve Pasifik Okyanusunun ortasında bulunmaktadır. Peru’nun çok farklılık içeren tabiatı bir zamanlar antik İnka uygarlığının merkeziydi. Peru günümüzde 28 milyonun üzerindeki nüfusuyla tabiatına denk düşen tarzda çok kültürlü ve kimlikli. Fakat son 20 yıldır çok ciddi siyasal sorunlar yaşayan Peru’da, 1980 ile 2000 yılları arasında devlet güçlerinin sol görüşlü hareketlere karşı savaşı ile beraber yaklaşık 70 bin insan hayatını kaybetti. Bölge doğal afetlere özellikle deprem, sel, şiddetli kuraklık, toprak kayması ve orta düzeyde volkanik aktiviteye de açık. Ağustos 2007’de Peru’nun kıyı bölgelerini 8 şiddetinde bir deprem sarstı. 500 kişi hayatını kaybederken bin kişi yaralandı ve 100 bin kadar kişi de evsiz kaldı. Bunun yanı sıra bilindiği gibi Peru, Ekvador ve Kolombiya’nın Amazon bölgeleri petrol ve maden şirketlerince adeta işgal edilmiş ve bu da son yıllarda tekrardan şiddet kullanımı ve çevrenin yıkımının da çok hızlı bir tırmanışı beraberinde getirmiştir.

   

Tarihçesi: 1532-1980

Antik Peru birçok değişik ve belirgin Andean uygarlığının merkeziydi. Bunlardan en dikkat çekici olanı Inkalardır ve 1200 ile 1532 yılları arasında hüküm sürmüştür. Bugün ki Quechua Kızılderililerinin kökenleri bu İnka İmparatorluğuna dayanmaktadır. İnkalar tüm Andean alanında daha ileri olan dil ve dinlerini farklı yöntemlerle yaydılar. 11. İnka Huayna Capac (1493-1527) öldüğünde imparatorluk oğulları Huascar ve Atahualpa arasında geçen bir iç savaşa tanık olur.

Atahualpa’nın zaferinden kısa bir süre sonra İspanyol fetihçi Francisco Pizarro ile 1532’de karşı karşıya gelir. İmparatorluk 1532-33 yıllarında Francisco Pizarro öncülüğünde ki İspanyol istilacılar tarafından fethedilir. Atahualpa aslında gelen 200 kişilik fetihçi gücü çok fazla önemsemez. Korkudan çok merakla yaklaşır fakat silahsız diplomatik görüşme olarak düşündüğü toplantıda işgalcilerin saldırısına uğramak onu şaşırtır. İnka birlikleri liderlerinin yakalanıp öldürülmesini kendi kaderleri olarak kabul eder ve savaşmaz. Fakat bir grup sürgünde İnka İmparatorluğu kurmak üzere iç bölgelere geri çekilir. 40 yıl boyunca İspanyol işgalcilerine karşı savaşırlar, fakat 1572’de direnen grubun lideri olan Tupac Amaru yakalanır ve infaz edilir.


Ülke her açıdan adeta ikiye bölünmüş gibidir. Bu 1780’de yerel halkın en büyük ayaklanmasından birini ortaya çıkarır. Yerel öncülerden olan José Gabriel Con Dorcanqui son İnka hükümdarlarından olan Tupac Amaru’nun ismini alır ve İspanyolların gitmelerini ve bağımsız bir İnka İmparatorluğunun kurulması çağrısını yapar. Kısa süre içinde ciddi kazanımlar ve destek bulur. İspanyolları neredeyse kovacak durumdayken altı ay sonra yakalanır ve infaz edilir. II. Tupac Amaru isyanı Andean’da ki sosyal ilişkileri geri dönülemez bir biçimde değiştirir. Bu direniş zaman içerisinde Peru’yu 1824 yılında bağımsızlığa götürür. Peru İspanya’dan bağımsızlığını elde eden son kolonidir.

Sınır anlaşmazlıkları ve savaş

1836-1839 yılları arasında Peru ve Bolivya kısa süreli de olsa konfederasyon çatısı altında bir araya gelirler. Bu konfederasyonun gerek teritoryal ve siyasal potansiyel gücünden gerekse de Pasifik üzerinden geçen ticari yolların kendileri için yarattığı tehlikelerden dolayı en fazla Şili ve ikinci düzeyde ise Arjantin rahatsızlık duyar. Şili, Ağustos 1836’da konfederasyonun birkaç gemisine el koyar, saldırma yerine kurucusu Mareşal Santa Cruz Şili ile anlaşmaya çalışır. Şili birçok şart öne sürer bunların sadece bir tanesi Mareşal tarafından kabul edilmez. O da konfederasyonun feshidir. Şili buna savaş ilanı ile cevap verir. Santa Cruz’un sürekli müdahalelerinden dolayı diğer yandan da Arjantin savaş ilan eder.

Ocak 1839’da Peru-Bolivya konfederasyon fesih edilir. Mareşal’ın otoriter bir yönetim tarzı vardır. 1839 Ağustos’un da General Gamarra Peru Cumhurbaşkanı olduğunda konfederasyonu resmi olarak fesih eder ve Kuzey-Güney Peru cumhuriyetlerini birleştirerek Bolivya’dan ayrı bir cumhuriyet olarak ilan eder. Santa Cruz ise sürgüne ilk önce Ekvador’a daha sonra Şili’ye ve en sonunda ise öldüğü Avrupa’ya gider.


1849 ve 1874 yılları arasında 80 bin ile 100 bine yakın Çinli işçi Peru’ya düşük ücretli işlerde çalışmak için gelir.


1864 ile 1866 yılları arasında Kraliçe İsabell II öncülüğünde ki İspanya, Güney Amerika üzerinde kaybettiği etkiyi yeniden yakalamak için Şili, Bolivya ve Ekvador ile de savaşlara girer. 1866 yılında ise Peru ve İspanya arasında çıkan savaş İspanya’nın Güney Amerika’da ki etkisini tümüyle siler.  


Bağımsızlık sonrasında komşu ülkelerle aralıklı olarak sınır konusunda anlaşmazlıklarla beraber 1879 ile 1883 yılları arasında Pasifik Savaşı olarak adlandırılan savaşa girilmiştir. Şili hem Peru hem de Bolivya ile savaşa girer. Bu savaştan güneyde ki topraklarını Şili’ye kaybetmiş halde çıkar. Bu savaş aynı zamanda yerli köylülerin Şili ve işbirlikçi toprak sahiplerine karşı bir gerilla hareketini de ortaya çıkarmıştır. Savaş sonrasında silahlanan köylüler devlet güçlerince tekrar silahsızlandırılmış ve yenilgiden sorumlu tutulmuşlardır. 


1941 yılında ise Ekvador ile sınır anlaşmazlığı yüzünden kısa bir savaş yaşanır. Bu savaş sonunda 1942 yılında Rio Protokolu çerçevesinde tartışmalı yerleri Peru’ya devreder. 


Yukarıda çok kaba hatlarıyla vermeye çalıştığımız Peru’nun resmi tarihiydi. Peru’nun daha yakın tarihini anlayabilmek için belki de aynı zaman dilimi içinde bu topraklarda yaşayan halkların durumunu anlamak önem arz edecektir. Peru’nun daha yakın tarihi yani 1948 sonrası tarihi ise askeri darbeler ve diktatoryal rejimler ile ona karşı mücadele tarihidir.

Yerli halk köleleşmeyi kabul etmedi

Peru’nun Keşfedilmesi öncesi ve Sonrası Yerli Halkların durumu:

İspanya’nın işgali sırasında Amazon havzasında yaşayan yerli halk daha çok yarı göçebe kabileler halindedir. Geçimlerini avcılık, balık tutma, toplayıcılık ve göçebe tarımcılık ile sağmaktadırlar. And dağlarında ve onun batısında yaşayanlar İnka hakimiyeti altında yaşıyorlardı. İnka uygarlığı birçok şehir, önemli tapınak ve anıtlarıyla bilinir. 1500 öncesinde var olan yaklaşık 2000 farklı halk ve kabile İspanyol fethinin bir sonucu olarak ortadan kalktı. Bunun en önemli nedenlerinden biri uygulanan şiddet ve suçiçeği virüsüdür. 1520 ile 1571 yılları arasında yerli nüfus 58:1 oranında azalmaya maruz kaldı. Sonrasında daha fazla insan fetihçilerin savaşlarında öldürüldüler, topraklarından kovuldular ya da zoraki çalıştırılma esnasında katledildiler.


Bölgede yaşayan yerli halkın çoğunluğu köleleştirilmeyi kabule etmedi ve sarp kırsal alanlara geri çekildiler. Yakalandıklarında ise intihar etmeyi tercih ettiler. Oldukça acı ve trajik olduğu kadar köleleştirilmemek için verilen onurlu direnişin de sembolik ifadesidir bu durum. Geriye kalanların birçoğu da mestizo denilen (karışık ırk) genel Peru toplumuna entegre edilmeye çalışılır. Buna rağmen Urarina, Matsés Matis ve Korubo gibi halklar hala onları Hispanik Peru toplumundan ayırt eden kültürel kimliklerini ve yaşam alışkanlıklarını korumaktadır.


Yerli halkların nereden geldiği konusu hala çok fazla üzerinde bir anlaşmaya varılmış bir konu değil. Antropolojik ve genetik kanıtlara göre yerli hakların birçoğu göçmenlerin Kuzey Asya Siberya’dan üç dalga halinde Bering Boğazı üzeri Kuzey Amerika’ya girdiği yönündedir. Birinci dalga son buzul çağının sonunda yani milattan önce 9000 civarında. Bunların yaklaşık milattan önce 6000 civarında Peru’ya, büyük ihtimalle Amazon nehrinin kuzeybatısından ulaştığı düşünülüyor. İkinci ve üçüncü  dalga göçmenlerin ise Athabaskan ve İnuit halklarından olduğu ve sırasıyla ABD’nin güneyi ile Kanada’yı geçmedikleri düşünülüyor.     


Kolombiya öncesi dönemde şu an Peru olarak bilinen topraklarda üç ana dil gurubu yaşamaktaydı; Quechua, Jivaro ve Pano. Bunların hem farklı kurumsal yapıları hem de farklı dil ve kültürleri bulunmakta. Peru’nun genel nüfusu yaklaşık 30 milyon olmakla beraber bunun yüzde 45’i yerli haklardan oluşmaktadır. Bazı tahminlere göre bunun yüzde 97.8’ı Andean ve geri kalanının ise Amazon olduğunu dile getirmekte. Amazon bölgesinde 16 farklı dil ve 65’den fazla etnik grubun varlığından bahsedilmekte. Brezilya ve Yeni Gine’den sonra dünyada hiç ilişkiye geçilmemiş kabilelerin varlığı sırasında Peru üçüncü sırada yer almaktadır.


20. yüzyıla gelindiğinde İnka imparatorluğunun yarattığı harikaların sahipleri olan Andean yerli halkı bazılarınca tabir edilen ‘Dördüncü Dünya’ fakirliğine indirgenmiştir.


Peru’nun sosyo-ekonomik karakterini belirleyen ise İspanyol kökenli aristokrat oligarşinin uzun vadeli hakimiyetidir. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında kitlesel siyasal parti politikasının gelişmesine kadar ülkenin büyük çoğunluğu özellikle de yerli halkı siyasal olarak dıştalanmakta ve ekonomik marjinalleştirmeye maruz bırakılmaktaydı. Bunda yürütülen devrimci mücadelelerin direk ya da dolaylı payı büyüktür.  

Gel-gitli siyasal yaşam

20. yüzyılın ilk yarısında Peru birbirini izleyen kısa demokratik hükumetler ama ağırlıkta da askeri diktatör rejimler tarafından ağır ve çoğunlukla acımasız baskılara maruz kalarak şekillenmiştir.
1960’lı yıllarda tüm Latin Amerika’da olduğu gibi Peru’da da radikal solun devrimci liderleri gerilla savaşı yürüterek Peru’da iktidarı ele geçirmek istediler. 1962’de MIR (Devrimci Sol Hareket) bir ayaklanma başlattı fakat bu ayaklanma 1965 yılında bastırıldı. Fakat bu yaşanan iç sorunları ortadan kaldırmak yerine daha da hızlandırır. Mücadele 1980’lerin başında doruk noktasına Mao’dan esinlenen gerilla hareketi – Aydınlık Yolu – ve Tupac Amaru Devrimci Hareketi (MRTA) ile ulaşır. Ortaya çıkan siyasal şiddet ise genelde yerleşik ekonomik eşitsizlik ve en hafif deyimle antidemokratik siyasi geleneklerin bir ürünüdür. 


Peru’nun kısa bir tarihine bakış bize şunu çok net gösterecektir: Peru’nun doğuşundan bugüne ordunun belirgin bir rolü vardır. Askeri darbeler sivil anayasal hükumetleri birçok defa sekteye uğratmış, halk çok ağır ve vahşi baskının yanı sıra korkunç bir fakirlikle mücadele etmek durumunda kalmıştır.  


1945 yılında merkez-solu temsil eden APRA (Amerikan Devrimci Halk İttifakı) seçimler sonrası sivil hükümet olarak iktidara geçer. Fakat 1946’da General Manuel Odria darbe sonrası askeri hükümet ilan eder.


Yaklaşık on beş yıl sonra yani 1963 yılında Peru sivil idareye merkezci Fernando Belaunde Terry Cumhurbaşkanlığında geri döner. Fakat çok geçmeden 1968 yılında General Juan Velasco Alvarado öncülüğünde bir askeri darbe gerçekleşir. Bu askeri darbe ancak başka bir askeri darbe ile ‘aşılır’. 1975 yılında Velasco General Morales Bermudez tarafından gerçekleştirilen askeri darbe sonrasında yerinden edilir. Peru’lular 1980 yılına kadar Fernando Belaunde’nin cumhurbaşkanlığına yeniden seçilmesi ile beraber ancak sivil yönetime tekrar geri döner. Aynı yıl Aydınlık Yolu ya da Sendero Luminoso gerillaları silahlı mücadeleye başlar. 

 
2.BOLUM

Peru'da Aydınlık Yolu ve MRTA gerillalarının devlet güçleriyle yürüttüğü savaş, 1992 yılında Guzman'ın tutuklanmasıyla yeni bir boyut kazandı. 1980-2000 yılları arasındaki ihlallerini araştırmak üzere kurulan Hakikat ve Adalet Komisyonu, ihlallerin yüzde 80'inin devlet güçleri tarafından yapıldığı ve toplam 69,280 insanın savaşta yaşamını kaybettiğini tespit etti.

Peru'da Aydınlık Yolu (Sendero Luminoso) gerillaları ile devlet güçleri arasındaki çatışmalar ülkenin her tarafında yaşansa da en fazla Andean dağlık alanları ve özellikle de Ayacucho bölgesinde yoğunlaşır. Peru iç savaşı Kolombiya ve Guatemala'dan sonra Latin Amerika'daki üçüncü en uzun iç savaştır.

1894 yılında doğan Marksist Entelektüel José Carlos Mariátegui kendisinden sonraki birçok devrimci örgütü etkiler. 1928 yılında 'Peru Hakkında 7 Açıklayıcı Kompozisyon' adlı yapıtını yayınlar ve aynı yıl Peru Sosyalist Partisini kurar ve Komünist Enternasyonal'e üye yapmaya çalışır. 1930 yılında ölümü ardından Peru Sosyalist Partisi, Peru Komünist Partisi olarak isim değiştirir. 1964 yılında ise Komünist Parti, Moskova ve Çin yanlısı olarak ikiye bölünür. 1970 yılında Abimael Guzmán, ki o zamanlar Ayacucho bölgesinde ki Huamanga Üniversitesinde felsefe profesörüdür, Komünist Partiden koptuğunu ve José Carlos Mariátegui'nın aydınlık yolundan gideceğini duyurur. Bu isimle kurduğu grubu daha sonra Peru Komünist Partisi – Aydınlık Yolu olarak (Partido Comunista del Perú—Sendero Luminoso) değiştirirler.

Mariátegui 20. yüzyılın başlangıcında çok az sayıda kentli proletarya olduğunu görmüştür. Böylece kendisi, işçi sınıfının devrimin öncüsü olma durumunu ve geleneksel köylülüğün gerici olduğunu düşünmekten ziyade İnka imparatorluğunun antik komünal değerlerine dayalı bir sosyalizmi öngörür. Böylece tarihin belirlenen aşamalarından geçmek yerine yerli köylülüğün direk komünüst toplum aşamasına geçebileceğini savunur. Guzmán Aydınlık Yolu'nun ideolojisini oluştururken bu fikirlerden etkilendiği söylenir.


Gerek gereken toprak reformlarının yapılmaması gerekse de derin eşitsizliğinin devam etmesi ve yerine getirilmeyen sözler giderek daha militan gerilla hareketlerine yol açar. Hugo Blanco'nun (1963) örgütlediği Devrimci Halk Hareketi ve ardından Héctor Béjar'ın (1965) Ulusal Kurtuluş Ordusu (Ejército de Liberación Nacional) hızla silahlı kuvvetler tarafından yenilgiye uğratılır. Yaşanan bu başarısızlıklar 15 yıl sonra Aydınlık Yolu'nun kuruluşuna kadar herhangi bir gerilla hareketine izin vermez.


1968 yılında General Juan Velasco Alvarado hükumeti ele geçirdiğinde adil olmayan sosyal ve ekonomik yapılarda bazı reformlar yapmaya çalışır. Bazı değişiklikler ortaya çıksa da merkeziyetçi yaklaşımlardan dolayı sınırlı bir etki açığa çıkarır. 1978 yılında tekrardan sivil hükumet oluşturmanın önü açılır ve ilk defa okuma-yazma bilmeyenlerin oy kullanma hakkı verilir. Seçilen sivil hükumet Velasco'nun gerçekleştirdiği birçok reformu ortadan kaldırır. Kooperatiflere çevrilen tarım arazisinin özelleştirilmesi ve serbest piyasa sistemini restore etme bu politikalardan sadece bazılarıdır. Bu neo-liberal politikalar işsizlikte artışı ve yaşam standartlarında düşüşü ve protestoları beraberinde getirdi. Yerli halk korkunç bir yoksulluk ve ırkçı baskı altındadır. Aydınlık Yolu bu siyasal atmosferin sonucu olarak doğar.

İç Savaş (1980-2000)


Velasco ve Morales askeri rejimleri süresince Aydınlık Yolu kendini örgütler. Guzman, 1965 yılında Çin'e yaptığı bir gezide tanık olduğu Kültürel Devrim'den oldukça etkilenmiş ve esinlenmiştir. Guzman, 1970 yılında Peru Komünist Partisini - Aydınlık Yolu'nu- kurar. 1982 yılında ise Aydınlık Yolu silahlı kanadı olan 'Halk Gerilla Ordusunu' resmi olarak kurmuştur.


1984 yılında ise Tupac Amaru Devrimci Hareketi (MRTA) Peru devletine karşı gerilla mücadelesi başlatır.


Bu yıllarda geçmiş askeri rejimlerden kalma ekonomik problemler, halkın özellikle de yerli halkın yaşadığı korkunç düzeylerde ki yoksulluk ve dayatılan antidemokratik ve vahşi baskılar, resmi yapılan yolsuzluklar ve 1982-1983 yılında bazı yerlerde sel, bazı yerlerde ise yaşanan kuraklık tüm bu sorunları daha da derinleştirmiştir.


Aydınlık Yolu aynı zamanda ülkede sosyal değişikliği açığa çıkarabilmenin herhangi yasal bir yolunun olmamasının ürünüdür. Aydınlık Yolu, bütün Peru'ya yayılmış ve gücünün doruk noktasındayken 10 ile 12 bin arasında gerilla gücünün ve oldukça geniş kitle tabanının olduğu söylenir.


1982 yılında Cumhurbaşkanı Fernando Belaúnde Terry polis güçlerini bölgeye isyanı bastırmaları için yollar. Başarılı olunmayınca Ayacucho bölgesinde olağanüstü hal ilan eder ve ardından çok sayıda silahlı kuvvet yollar. Silahlı kuvvetlerin en gaddar 'isyanla mücadele birimi' ABD özel kuvvetleri tarafından eğitilenlerdir. Askeriye sivil halka korkunç derecede baskı uygular; tecavüz, işkence, kayıplar ve katliamlar gerçekleştirir. Askeriyedeki bazı kişiler bile öldürülenlerin birçoğunun gerilla ile bir alakaları olmadığını kabullenmektedir. 1982 ile 1985 arasında halktan binlerce kişi öldürülmüştür.


Bu iç savaş sırasında Aydınlık Yolu'nun insan hakları ihlalleri Latin Amerika'daki diğer hareketlerden daha fazla olsa da silahlı kuvvetlerin ihlalleri daha aşırı ve problemli olandır. Birçok Latin Amerikalı izleyici temel olarak Aydınlık Yolu'nun mücadelesini siyasal mücadele olarak nitelendirmektedir. Ordunun yaklaşımları köylüleri Aydınlık Yolu'na katılmaya daha fazla itmiştir. Lima'da oturan hükümetin kırsaldaki yerel halkın gerçekliği ile fazla ilgili olmadığı ve iki farklı Peru kolonyal ayrımının hala geçerli olduğu kanısı taşınmaktadır.

Guzman'ın toplum analizi çekim merkezi oldu


Aydınlık Yolu, kadınlar tarafından da büyük ilgi ile karşılanmıştır ve birçok liderinin de kadın olduğunu eklemek gerekmektedir. 1975 yılında Abimeal Guzman tarafından yazılan bir yazıda Mariátegui'nin toplumun analizinin tabandan başlaması gerektiğine yani kadın ve aile yapılarının ele alınması gerekliliği temelinde geliştirdiği argümanlarına dikkat çeker. Bu temelde diğer sol partilerin söylem düzeyinde kalan teorisi yerine söylediklerini pratikleştirerek daha fazla çekim merkezi haline gelir.  


Örgüt bu yıllarda Peru ve uluslararası alanda oldukça sempati toplamıştı. Yine bu yıllarda bazı kesimler Rondas Campesinas'lar (yani kırsal devriyeler) adı altında bizdeki köy koruculuğuna benzer bir sisteme dahil edilerek kendilerini 'gerilla saldırılarından' korumaları için silahlandırılırlar. 


1985'e gelindiğinde Alán García'nın seçimlerden zaferle çıkması yeniden ümitlerin yeşermesini beraberinde getirir. García seçim propagandasını Velasco'nun tarım ve endüstriyel reformlarını savunan ve Belaúnde'nin serbest piyasa politikalarını ret eden bir programa oturtur. Fakat bunların ete kemiğe bürünmemesi giderek tansiyonu yükseltir. Bununla beraber Aydınlık Yolu ile mücadele edeyim derken baskıcı güvenlik güçlerinin aşırılıkları insan hakları grupları tarafından eleştiriye tabii tutulmuştur. İşin ilginç yanı García merkez sol parti olan (APRA) Amerika Devrimci Halk Partisi`ndendir.


18-19 Haziran 1986 yılında ise Lima ve Callao'da bulunan San Pedro, Santa Mónica ve El Frontón cezaevlerine gerçekleşen askeriyenin saldırısında 224 tutuklu öldürüldü. Bu müdahale savaşı daha da derinleştirdi. García'nın halk desteği gittikçe zayıfladı ve askeriyenin ihlalleri gittikçe aşırılaştı. Alán García, görevi bıraktığında Peru'nun en sevilmeyen politikacısı konumuna gelmişti bile. 1980'lerin sonuna doğru Peru kayıplar ve güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği katliamlar açısından birinci sıraya aday konuma yükselmişti.


Bu aşamadan sonra Aydınlık Yolu diğer sol partileri eski düzenin parçası olarak, revizyonist ve reformist olarak nitelendirerek tüm ilişkilerini kesmiştir.


Fujimori'nin iktidarı savaşı tırmandırdı


1990 yıllarının başlarında Lima'da bulunan Canto Grande yüksek güvenlikli cezaevine yapılan saldırı sonrasında yaklaşık 50 militanının öldürülmesi ardından Aydınlık Yolu da orta ve üst sınıflara yönelik bir saldırı kampanyasına girişir ve bu beraberinde savaşın daha fazla yükselmesini getirir. 1992 yılına gelindiğinde 25 bin kişi hayatını kaybetmiş ve 250 bin insan zorunlu göçe maruz kalmıştır. Ne Aydınlık Yolu askeri olarak iktidarı ele geçirebilmiş ne de hükümet her şeyi denemesine rağmen onu ortadan kaldırabilmiştir.


1990 yılındaki seçimler Japon asıllı ve nereden geldiği pek de belli olmayan fakat halka var olan sorunları çözme sözü veren bir tarım bilimci olan Alberto Fujimori'nin zaferini açığa çıkarır. Neo-liberal kemer sıkma politikalarını hemen gündeme koyan Fujimori 5 Nisan 1992'de anayasayı askıya alarak diktatoryal rejime adım attı. Kendi kabinesine de yapılan bir darbeydi bu.


12 Eylül 1992'de Abimeal Guzmán ve 19 Aydınlık Yolu lideriyle beraber önemli örgütsel dokümanlar ele geçirildi. 1992 darbesi ardından Fujimori, suçlanan kişilerin hukuki savunma ve adil yargılanma haklarına anti-terör yasaları çerçevesinde katı kısıtlamalar getirdi. Anonim askeri mahkemeler (yargıçların maskeli yüzlü olarak mahkemeyi yürütmeleri dahil) birçok ağır yargı ihlalleri ortaya çıktı. 1995'deki genel seçimlerde Fujimori tekrar seçildi. 2000 yılına gelindiğinde iktidarını kötüye kullanma, yolsuzluk ve insan hakları ihlallerinin belgelenmesi ile beraber Japonya'ya kaçtı ve oradan istifasını sundu. Ana istihbarat şefi, Vladimiro Montesinos, daha sonra Fujimori'nin dönemi boyunca gerçekleştirdiği yolsuzluk ve insan hakları ihlallerinden dolayı tutuklandı.

Hakikat ve Adalet Komisyonu kuruldu


1993 yılında Guzman cezaevinden silahlı mücadelenin bırakılmasını istedi ve hükümetle bir barış anlaşması için uzlaştı. Savaşın ardından 2001 yılında 1980-2000 yılları arasındaki ihlallerini araştırmak üzere Hakikat ve Adalet Komisyonu kuruldu. Bu komisyon 2003 yılında düşünülenin iki katı ihlallerin olduğunu ve orantısız bir şekilde bu mağdurların kırsal kesimden ve yerel halktan olduğunu tespit etti. Toplam 69,280 insanın öldürüldüğü ya da kaybedildiği sonucuna ulaştı. Çatışma sürecinde cinsel şiddetin kullanımına ilişkin birçok kanıt ortaya çıkmıştır. Hükümet güçlerinin işlediği suçların yüzde 80'den fazlasını teşkil ettiği de ortaya çıkan diğer bir gerçektir.  


Çok uzun bir süre ve çaba sonucunda Fujimori'nin yargılanmak üzere Peru'ya iadesi sağlanabildi. Mahkeme Nisan 2009'da insanlığa karşı suçlardan Fujimori'yi 25 yıl hapis cezasına mahkum etti.


2001 yılında Alejandro Toledo Peru'nun ilk demokratik bir biçimde seçilen yerli cumhurbaşkanı oldu. 2003 yılında gerçekleşen ulusal grev ardından Toledo da 12 bölgede geçerli olan olağanüstü hal ilan ederek bazı özgürlükleri askıya aldı. Daha sonra olağanüstü halin geçerli olduğu yerler Aydınlık Yolu'nun yoğun olduğu yerlere indirgendi.


Meclis komisyonu cumhurbaşkanı Toledo'yu 2000 seçimlere hile karıştırmaktan dolayı suçlu buldu. Fakat meclis daha sonra cumhurbaşkanını görevden almama yönünde oy kullandı.

Yolsuzluklar adeta ülkenin kaderi olmuş


2003 yılında 5 bin kişinin anayasa mahkemesine başvurmasıyla beraber Guzman'ın da içinde bulunduğu 1800 kişinin yargılanmasının anayasal olmadığı kanaatine vardı. Yeniden yargılanma sonucunda 400 kişi serbest bırakıldı ve 2004 yılının sonlarında Guzman'ın yeniden yargılanmasına başlandı. Guzman'ın attığı sloganlar ardından mikrofonlar kapatılırken mahkeme basına kapalı devam etti. 2006 yılında Guzman ve örgütün iki numarası olarak kabul edilen Elena Iparraguire tekrar ömür boyu hapse mahkum edildiler. Elena Iparraguire de son yıllarda diğer kadın tutuklulardan koparılıp tek kişilik hücreye alındı. Guzman ise Callao'daki deniz üssündeki dört yer altı hücresinden birinde tutulmaktadır. Diğer bir hücre de ise Tupac Amaru Devrimci Hareketinin lideri Victor Polay ve eski Fujimori dönemindeki gizli servis şefi Vladimiro Montesinos bulunmaktadır.


2006 Haziran seçimlerini geçmişte cumhurbaşkanlığı yapan Alan Garcia kazandı. Fakat bu süreçte de kabinesi petrol firmalarıyla yapılan sözleşmelere karışan yolsuzluklardan dolayı istifa etmek durumunda kaldı. Yolsuzluk genel olarak ülkede politikacıların itibarını son derece sarsmış durumda bu nedenle ciddi bir güven bunalımı yerleşmiştir. Ülke genel bütçesinin yüzde 15'i yolsuzluk nedeniyle her yıl ortadan kaybolmaktadır. Bu süreçten itibaren ülke bu sefer de petrol, doğal gaz ve maden firmalarının istilası sonucu ortaya çıkan yolsuzluk ve yerel halka yönelik çeşitli insan hakları ihlallerine ve uygulanan şiddete sahne olmaya başlamıştır.

Neo-liberalizme karşı MOVADEF


2009 yılında ise MOVADEF (Temel Haklar ve Genel Af Hareketi) siyaset sahnesine çıktı. Neo-liberalizmi ret ettiğini, fakirlere yardım ve doğal kaynaklara ulaşımı garantileyecek politikalarını açıklamakla gittikçe cumhurbaşkanı Ollanta Humala'dan umutlarını yitiren Perulular tarafından benimsenmeye başlıyor. Ollanta Humala, 2011 Haziran genel seçimlerde cumhurbaşkanlığına seçildi. Cumhurbaşkanı Humala solcu bir platformdan seçilmesine rağmen tutucu bir ekonomik duruş benimsemeye başladı.


MOVADEF ise yakın zamanda ülke genelinde 370 bin imza toplayarak siyasal sürece dahil olma taleplerini dile getirdi, fakat bu talep hükumet tarafından karşılanmadı. MOVADEF aynı zamanda başta Guzman olmak üzere tüm siyasi tutukluları kapsayacak bir genel af ile beraber ülke genelinde bir uzlaşmanın da gerekliliğini talep etmektedir. Bu ciddi büyüme karşısında hükumet yeni bir kanun tasarısıyla meydana çıkmış durumda. Bu yasaya göre kim Aydınlık Yolu'nun 'zulmünü' 'inkar eder, aza indirger ya da haklı gösterirse' 4 yıl ile 8 yıl arası bir ceza ile karşı karşıya kalacaktır!!!

 
Birçok Perulu için bu kanun 1990'lı yılların 'teröristlere' karşı olan cadı avına benzemektedir. Bu yıllarda, daha sonra Hakikat ve Adalet Komisyonunun da bulgularına göre, çoğunlukla suçsuz insanlar zarar gördü. Hükumet ise açıkca bu kanunla hedeflenenin, insanların nasıl düşünmesi gerektiğini kontrol etmeye dönük olduğunu savunmaktadır.


Tüm bu tarihsel arka planda olduğu gibi halen de devam eden politik çatışmalar, henüz Peru'da katedilmesi gereken yolun olduğunu ortaya koymaktadır. Devlet güçlerinin baskıcı geleneğine ve güncel uygulamalarına karşı, muhaliflerin yeni mücadele ve uzlaşı olanaklarına yönelik arayışları da paralel olarak devam ediyor. 







HAVİN GÜNEŞER