28 Kasım 2011 Pazartesi

Fethullah Gülen Teşkilatının Kürt Düşmanlığı-2

Bu birlikteliğin arkasında olan ise; cunta şeflerine darbeyi yaptıran güçlerle, Fethullah Gülen’i “Yeşil Kuşak Projesi” temelinde hazırlayanlardı.

Neden Böyle Oldu?

Bu soruya cevap ararken; komplo teorisi yaparak doğru bir sonuca ulaşamayacağımız açıktır. Çünkü o günkü koşullarda ne Cunta şeflerinin Fethullah Gülen’e bir bağlılıkları nede Fethullah Gülen’in cunta şeflerine darbe yaptıracak bir gücü yoktu. Ancak yaşanan gerçeklik 12 Eylül sonrası süreçte bunların açık birlikteliklerini getirmişti. Bu birlikteliğin arkasında olan ise; cunta şeflerine darbeyi yaptıran güçlerle, Fethullah Gülen’i “Yeşil Kuşak Projesi” temelinde hazırlayanlardı.

12 Eylül’ü hazırlayan birçok neden söz konusuydu: Kürt Özgürlük Mücadelesinin gelişimi, Türkiye sol, demokratik güçlerinin belirli bir kıpırdanış, içerisinde olması, İran İslam Devrimi, Sovyetlerin Afganistan’a yapmış olduğu müdahale, Filistin Kurtuluş Mücadelesinin sol, demokratik güçler üzerinde yarattığı moral etki, Türkiye’de yaşanan siyasal-sosyal kriz vb. bunlar arasında yerini almıştı. Bu haliyle NATO üyesi olan ve ABD’nin ileri bir karakolu durumunda bulunan Türkiye’nin varlığına müsaade edilemezdi.

12 Eylül böylesi koşullarda gerçekleşmişti. Fakat 12 Eylül’ün bir başka gerçekleşme nedeni daha vardı. O da deyim yerindeyse devletin tadilattan geçirilmesiydi. Çünkü her yanı dökülen devletin yaşanan sorunlarla baş etmesi mümkün değildi. Buda TC’nin ciddi bir restorasyona tabi tutulması anlamına geliyordu.

İkinci Cumhuriyet diye de adlandırılan bu sürecin nasıl vücut bulacağı da; 12 Eylül’le birlikte açığa çıktı. Ekonomik alanda İMF reçetelerinin somut ifadesi olan 24 Ocak kararlarının pratikleştirilmesi, toplumsal alanda depolitizasyonun gerçekleştirilmesi, siyasal alanda demirden bir ağın örülmesi, ideolojik alanda da, Türkçü-milliyetçiliğin yerini, Onların tabiri ile Türk-İslam sentezinin alması vb. noktalarla kendisini gösterdi. Cunta şefleri ile Fethullah Gülen ve teşkilatını buluşturan/bir araya getiren de bu gerçeklik oldu.

Artık bundan sonrası, Fethullah Gülen ve teşkilatı için “yürü ya kulum” dercesine imkânlar sundu. Fethullah Gülen’de önü açılan bu yolda kendisine göre emin adımlarla yürüdü. “Işık evleri” diye bilinen eğitim hanelerinde yetiştirdiği kadrolarını 12 Eylül’ün koruması altında devlet bürokrasisi içerisinde yetkinleştirirken, ağır baskı koşullarda bunalan toplum içerisinde açıktan örgütlenmeye başladı. Devlet bu konuda da sonuna kadar ona imkân tanıdı. Kürt Özgürlük Mücadelesinin 12 Eylül’den kısa bir süre yaptığı hazırlıkları tamamlaması ve direniş mücadelesini başlatmasıyla birlikte Kürt toplumunda yurtsever, demokratik bilinç ve örgütlülüğün gelişmesine karşın, Türkiye’de ideolojik ve siyasal alanda oluşan boşluk da Fethullah Gülen örgütlenmesi için büyük imkânlar sundu.

Türkiye’de sol, demokratik güçlerin 12 Eylül tarafından baskılanması ve çıkış yapamamaları cuntanın baskısı altında kalan toplumun da ideolojik ve siyasal olarak bu örgütlenmenin etkisi altına girmesi gibi zemin yarattı. Bir zamanlar sol, demokratik güçlerin söylemlerini hırsızlamaları da toplum içerisinde etkili olmalarında rol oynadı. Aslında bir nevi Birinci Dünya savaşından yenilgiyle çıkan, ardından da sol, devrimci güçlerin bastırılmasının yaşandığı Almanya’da Hitlerin Nasyonalist partisinin toplumcu söylemleri, milliyetçilikle harmanlayan bir yaklaşımın sahibi oldu.

Fethullah Gülen ve teşkilatı bu süreçle birlikte toplum içerisinde gelişen örgütlenmesine koşut olarak sadece devlet bürokrasi içerisinde köşe tutma pozisyonun da ötesine geçti; devlet kurumlarında da etkili olmaya başladı. Polis örgütlenmesi ve Kürdistan’da gelişen Özgürlük Mücadelesine karşı kullanılan özel harekât güçleri bunlar arasında önemli bir yer tuttu. Daha sonra da etkili olan farklı devlet kurumlarında aynı yolu izlediler.

Fethullah Gülen ve teşkilatının kadrosal düzeyde devlet içerisinde giderek etkili konuma gelmeye başlaması tamamen devletin bilgisi ve kontrolü altında gerçekleşti. Yaşanan siyasal konjonktür de bunun için el verişli imkânlar sundu. Özelikle de 1996 seçimleri ve Refah Partisinin (RP) birinci parti haline gelmesi bu anlamda önemli bir yer tuttu.

Refah Partisi, Türkiye’de “Milli Görüş” geleneğinin temsilcisi olsa da, aslında İslam-i hareketlerinin de çatısı olma gibi bir özelliğe sahipti. Bir nevi 1973 ve 1977 seçimlerinde CHP’nin almış olduğu görünümü andırıyordu. O zaman da CHP, bilinen özelliğine rağmen; sol ve demokrasi güçlerinin de desteğini alarak % 43’lere varan bir oy ile birinci parti olmuştu. 1996 seçimlerinde de RP’nin durumu kuşkusuz içerisinde farklılıklar taşısa da buna benziyordu. 

Fethullah Gülen ve teşkilatı bundan yararlandı. AKP’nin kurucuları olan kişiler tamamen RP’ hükümeti ve belediyeleri döneminde popüler birer siyasetçi hale geldiler. AKP’nin bir iktidar partisi olarak hazırlanması da daha çok bu süreçte hayata geçirildi. Bu aynı zamanda AKP’nin bir Fethullah Gülen partisi olma gerçeğini ortaya koydu.

Fethullah Gülen ve AKP

AKP’nin 2002 seçimlerinden birinci parti olarak çıkmasını ve ardından da iki dönem daha hükümet oluşturmasını bu gerçekten ayrı düşünmek mümkün değildir. Geçmişi, belirli bir mirasın ve geleneğin sürdürücüsü olmayan bir partinin kurulur kurulmaz, katıldığı ilk seçimlerden birinci parti olarak çıkmasının çok ikna edici yanlarının olması gerekir. Bu tür durumlar daha çok devrim ya da karşı devrim dönemlerinde yaşanır. Normal seçim ortamlarında fazla yaşanmaz. Bazı istisnalar olabilir. Fakat AKP’nin durumu ve Türkiye gerçekliği bu istisnalara fazla imkân tanımamaktadır. 

1990’ların ilk yarsında Cem Boyner’in kurduğu “Yeni Demokrasi Hareketi” 2000’lerin başında Cem Uzan tarafından kurulan “Genç Parti” denemelerine bakıldığında da bu gerçeği daha net olarak görmek mümkündür. Bu partilerin şimdi izlerine bile rastlanmıyor. AKP’yi, bu tür partilerle kıyaslayarak tanımak ve niteliği anlamak mümkün değildir.

AKP’nin bir-kaç siyasetçinin kafa kafaya vererek kurmuş olduğu bir parti olduğunu kimse iddia edemez. AKP bir projenin Türkiye’de gerçekleştirilmesinin somut adımlarından biridir. R.T.Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç vb. leri olmasa da, başka birilerinin devreye konularak kurdurulacağı bir parti olma özelliğine sahiptir. 12 Eylül 1980 darbesinden önce bunun ilk adımları atılmış, darbeyle birlikte de adım adım bunun ayakları örülmüştür. Graham Füller’in 1970’ler birlikte ifade etmeye başladığı, raporlaştırarak merkezine sunduğu; Türkiye’de onların deyimiyle “Ilımlı İslam” projesinin somutlaştırılmış bir ifadesidir.

AKP’nin 2000’lerin ilk yıllarında hükümete gelecek bir şekilde hazırlanması ve kurulması da bunu doğrulamaktadır.

2000’li yıllar sadece Türkiye açısından değil, Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünya açısında stratejik önem de ele alınmıştır. Daha 2000 yılına girmeden yaratılan “Milenyum” havası da bunun bir sonucudur. 2000’e doğru sahte demokrasi havarilerinin bolca ahkâm kesmeye başladıkları bu içerisine girilmekte olan süreç, asıl olarak “Yeni Dünya Düzenin” pratikleştirileceği bir “çağ” olarak ele alınmıştı. Bu, Reel Sosyalizmin çözülmesi ve kendi içerisinde çok başlılığı ifade eden, fakat Küresel sermaye güçlerinin hükümranlılığını anlatan tek kutuplu dünyanın inşa edilmesi için harekete geçilmesi anlamına geliyordu. İlk önce Büyük Orta Doğu Projesi(BOP), sonra Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi olarak uygulamaya konan plan da bunun bir parçasıydı.

Küresel sermaye güçleri tarafından geliştirilen bu plan uygulanması için 1990’lı yılların başından itibaren harekete geçilmiştir. Birinci Körfez savaşı diye adlandırılan süreç bu doğrultuda atılan ilk adım olmuştur. Önder Apo’ya karşı geliştirilen uluslararası komplo ise bu yönde atılan bir başka adımdır. Önder Apo’nun tutsak edilmesi ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin tasfiye edilmek istenmesi anlamına gelen bu adımla, başta Kürtler olmak üzere Orta doğu halkların Küresel sermaye güçlerinin yaşanacak olan müdahalesinin önüne geçilmek istenilmiştir.

Irak müdahalesiyle de bu yönde fiili adımlar atılmaya başlanılmıştır. AKP’nin parti olarak kuruluşu ve hükümete gelmesi de böyle bir sürece denk gelmiştir. O nedenledir ki, AKP’nin 2003’teki Irak müdahalesinden hemen önce hükümet olması bir tesadüf değildir. O zamana kadar küresel sermaye güçlerinin yapmış oldukları hazırlıkların varmış olduğu bir sonuçtur.

AKP kesin olarak İslam-i bir parti değildir. Tamamıyla pozitif bilimleri esas alan, toplum mühendisliği temelinde oluşturulan bir partidir. Küresel Sermaye Güçleri tarafından önceden hazırlanan bir parti olması da bu gerçeği doğrulamaktadır. Böylesi bir parti Türkiye’de hükümete getirilerek aynı zaman da Ortadoğu’nun Müslüman halkları içinde bir model oluşturulmak istenilmiştir.

Bugün Küresel sermaye güçleri tarafından AKP’ye verilen rol de bundan başka bir şey değildir. Bugün Türkiye’de 236 okulu, dış ülkelerde 280 okulu, 200 den fazla vakıf ve 211 ticari şirketi ile Fethullah Gülen ve teşkilatını AKP Hükümetinin oynamakla yükümlü kılındığı böylesi bir rolden ayrı düşünmek mümkün değildir.

Fethullah Gülen ve teşkilatının partisi olan AKP’nin bugün Kürt Özgürlük mücadelesine karşı büyük bir düşmanlık içerisinde olmasının altında yatan da bu gerçeklikten başka bir şey değildir.

Cemal Şerik

Mir Mehmet Fırat: 'Devlet Bizden Toplu Halde Özür Dilemeli '

AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dersim özrünü değerlendirirken, "Devletin Kürt halkına bir özür borcu var. Ben de o halkın bir ferdiyim. Devlet bizden toplu halde özür dilemeli” dedi. TRT Şeş’e ilişkin de eleştirilerde bulunan Fırat, “TRT Şeş'te çocuklara yönelik program yapımının yasak olduğunu biliyor musunuz? Çünkü dili öğrenecek olan çocuktur. Çocukların Kürtçe öğrenmelerinin önüne geçmek için konulmuş bir yasak bu” şeklinde konuştu.

Taraf Gazetesi'nden Neşe Düzel'e konuşan AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın özrünü yetersiz buldu ve Kürtçe dili önündeki yasakları eleştirdi.

Kürt coğrafyasına 40'dan fazla düzenlenen harekat için özür dilemesi gerektiğini kaydeden Fırat, bunun içinde artık tüm devlet arşivlerinin açılması gerektiğini söyledi. AKP'nin devlet arşivlerini açmak istediği ancak hala baskı unsuru altında olduğunu savunan bulunan Fırat, "Artık arşivleri açmak zorundasınız. Genelkurmay'da Meclis de Cumhurbaşkanlığı Köşkü de artık arşivleri açmak belgeler üzerindeki yasakları kaldırmak zorunda. Türkiye demokratikleşecekse önce yalanlarıyla yüzleşecek" diye konuştu.

Türkiye'de Kürt sorunun bir vatandaşlık sorunu olduğunu belirten Fırat, mevcut durumda ise ikili bir sistemin olduğunu, Türklerin vatandaş, Kürtlerin ise tebaa olarak görüldüğünü kaydetti. "Vatandaşa haklarını verirken lütfetmezsiniz ama tebaaya haklar verilirken lütfedersiniz" diyen Fırat, "Eğer bu ikili sistem kalkarsa ortada Kürt problemi diye bir şeyde kalmaz" diye konuştu. Başbakan'ın "Dersim özrü" ne de değinen Fırat, "Kürtlere özür borcu olan devletin" Kürtlerden toplu olarak özür dilemesi gerektiğini söyledi. Fırat, "Devletin Kürt halkına bir özür borcu var. Ben de o halkın bir ferdiyim. Devlet bizden toplu halde özür dilemeli. Şimdi Sayın Başbakan öyle bir yol açtı ki, özür dilenmesi gerekecek pek çok olay var Dersim gibi. Genelkurmay Belgelerinde daha 40 olay var böyle. Bu olayların her biri için ayrı ayrı özür gerekir. Çünkü bu gün bu ülkede yaşadığımız sıkıntıların pek çoğunun kaynağında bu olaylar var" diye konuştu.

"Bu gün gülünç yasaklarla Kürtlere 'sen vatandaş değilsin' diyoruz" diyen Fırat, Kürt sorunun çözümünde öncelikle bazı yasaların değişmesi gerektiğini söyledi. Fırat, "TRT şeş açıldı diye övünülüyor. Peki, Kürtçe diliyle ilgili programın yasak olduğunu biliyor musunuz? TRT Şeş'te çocuklara yönelik program yapımının yasak olduğunu biliyor musunuz? Çünkü dili öğrenecek olan çocuktur. Çocukların Kürtçe öğrenmelerinin önüne geçmek için konulmuş bir yasak bu. Anayasa'yı 'sen eşitsin' diye yazsak ne yazar? Bu gülünç yasaklarla Kürtler gene vatandaş olmayacak ki! Biz neyin kavgasını veriyoruz" diye konuştu.

‘Türkiye Libya’dan Suriye’ye Savaşçı Taşıyor’

TEL AVİV - İsrail'in istihbarat çevrelerine yakınlığıyla bilinen Debka sitesi, Türkiye’nin Libya’dan Suriye’ye gönüllü savaşçı taşıdığını yazdı. Suriye’nin 7 komşusunun da sınırlarında önlem aldıklarını kaydeden Debka, “Ankara, üç zırhlı tugayı, hava kuvvetleri ve donanmasını hazır duruma getirdi" diye yazdı.

Arap Birliği’nin yaptırım kararının bölgede askeri tansiyonu yükselttiğine işaret edilen haberde devamla şunlar belirtildi:

“Debkafile’nin askeri kaynakları, İsrailli zırhlı tugayların, Lübnan ve Suriye sınırlarına doğru ilerlediğini bildiriyorlar. Ankara ise, üç zırhlı tugayı, hava kuvvetleri ve donanmasını hazır duruma getirdi. Hizbullah ile Lübnan ve Ürdün silahlı kuvvetleri keza. ABD ve Rusya ise, Suriye sahillerinin önünde deniz kuvvetlerini konuşlandırıyorlar.
Körfez’deki askeri kaynaklar da, İran Devrim Muhafızlarından 150 uzmanın Lübnan’a geçmek üzere Şam’ın güneyindeki askeri bir havaalanına indiklerini, Hizbullah’ın da sakladığı roketleri ortaya çıkarttığını bildiriyor.”

Haberin devamında, Ankara’nın kol-kanat gerdiği Özgür Suriye Ordusu’na desteğinin Libya’ya kadar uzandığına dikkat çekilerek şöyle dendi:

“Arap Birliği’ndeki oylamadan önce Katar ve Türkiye’nin, isyancı Özgür Suriye Ordusu’nun yanında savaşmaları için havayoluyla Libya’dan gönüllü taşıdığı, bunların bazılarının silahlı oldukları belirtiliyor.”

Hüsamettin Cindoruk: 'En Büyük Beyaz Türk Erdoğan'dır '

Haber Merkezi - Hüsamettin Cindoruk, “Seçimleri AKP kazandı ama ideolojisi kaybetti” diyerek, “En büyük ‘beyaz Türk’ bugün Tayyip Erdoğan’dır çünkü Cumhuriyet onu yoğurdu” diye belirtti. Cindoruk, Erdoğan’ın Dersim özrünü de eleştirerek, “Hükümetler gelip geçicidir, hukuken mühim olan Meclis’in kolektif özrü” dedi.

Uzun yıllar eski Başbakan Celal Bayar’ın avukatlığını yapmış biri isim olan Hüsamettin Cindoruk, Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’a konuştu.

ATATÜRK VURUN DEDİ

Cindoruk, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dersim özrünü değerlendirirken, şöyle dedi: “Ben Bayar’ın son 25 yılında avukatlığı yaptığımdan bu konuda da konuşmuştuk. Rahmetli Bayar’ın Dersim’le ilgili bana söylediği şudur: “Cumhuriyet Milli Misak sınırları içerisinde tamamen egemen olmuştu. Hakkâri dahil, Trakya dahil bütün ülkede Cumhuriyet egemendi, bir tek Tunceli dışında. Tunceli’deki mütegallibe Tunceli’yi Cumhuriyet’in dışında tutuyordu. Polis, jandarma oraya giremiyor, vergi alamıyordu. Coğrafyası böyle bir direnmeye çok müsaitti. Bunu aşmak için çok uyarı yaptık, kanunlar çıkardık ama olmadı. Atatürk sonunda bize vurun dedi, vurduk. Tenkir ve tedip ederek Cumhuriyet topraklarına Tunceli’yi kattık.” Aynen böyle anlatmıştı.”

DERSİM’E YAPILANLAR CUMHURİYET’İN ZORBALIĞIDIR

“Atatürk’ün bilgisi yoktu, o sırada hastaydı diyenler doğru söylemiyor” diyen Cindoruk, “Dersim’e yapılanlar baştan aşağı haksızlıktır. Ve Seyit Rıza’nın dediği gibi zulümdür. Cumhuriyet’in zorbalığıdır. Evet, belki CHP egemen partiydi ama o sırada sadece İnönü ve Bayar mı var? Menderes, Köprülü milletvekili. Demokrat Partili bir sürü vekil var. Eğer orada bir siyasi mesuliyet varsa, herkesindir. Sadece CHP’nin değil, Demokrat Parti’nin de” şeklinde konuştu.

ERDOĞAN ACI BİR DRAMI KULLANIYOR


Erdoğan’ın Dersim özrünün bir şey getirmeyeceğini, acı bir dramı kullandığını söyleyen Cindoruk, şunları söyledi: “Başbakan’ın, iktidar olduğu süre boyunca Dersim konusunu ancak bir Dersimli Zaza Kürdü olan Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan seçildikten sonra açması siyasi hesaplara dayanıyor. Acı bir dramı kullanıyor. Lafla özür dilemek de bir şey getirmez tabii. Cumhuriyet tarihinde sorgulanması gereken bir hadisedir Dersim. Metot şu: Meclis’te bir araştırma komisyonu kurulur. Bu komisyon Cumhuriyet’i azarlamadan yaptığı yanlışları ortaya çıkarıp, telafisi için teklifler yapar. Genelkurmay arşivleri açılır. Kimin ne zararı varsa karşılanır. Kimin mezarı kayıpsa o mezar bulunur. Meclis kararıyla bir devlet özür diler. Hükümetler gelip geçicidir, hukuken mühim olan Meclis’in kolektif özrü. Anayasa böyle bir özrü mümkün kılıyor. Yalnız tabii bu Dersim özrünün devamı olacak.”

Cindoruk şöyle devam etti: “Dersim için özür dileyince Ermeni diyasporası sormayacak mı? Onun da özrünü dilediği vakit, ABD’deki sigorta şirketleri altından kalkılamayacak meblağlar talep edecek. Daha da acısı olacak. Terörle mücadelede yaptığınız işlerden dolayı da hesap verilmesi gerekecek. O zaman Abdullah Öcalan’dan da mı özür dileyecek? Dileyecek o zaman. Devlet idare etmek kolay iş değildir, tüm bunları hesaba katacaksın.”

EN BÜYÜK BEYAZ TÜRK

Cindoruk, Erdoğan’ı da en büyük beyaz Türk olarak tanımladı: “Seçimleri AKP kazandı ama ideolojisi kaybetti. Yola çıkarken ne diyorlardı, şimdi ne diyorlar. 1991-95 arasında Abdullah Gül’ün ve Salih Kapusuz’un Meclis’te yaptığı konuşmalara bakarsanız, ne demek istediğimi görürsünüz. O iddiayla aldıkları oy yüzde 10-11’di. Başlangıç noktalarından başka bir yerdeler şu anda. En büyük ‘beyaz Türk’ bugün Tayyip Erdoğan’dır çünkü Cumhuriyet onu yoğurdu.”

Duran Kalkan'dan Önemli Açıklamalar: ‘Sıra Türkiye’ye de Gelecek’

Aziz Köylüoğlu -ANF

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, AKP’nin tek parti iktidarına, diktatörlüğe doğru gittiğini belirterek Tayip Erdoğan’ın ‘üçüncü milli şef’ olmak istediğini söyledi.

‘’Amerika terazinin bir kefesine Suriye ve İran’ı koyunca, Türkiye’de diğer kefesine Kürtler ve PKK’yi koyuyor’’ diyen Kalkan, Suriye ve İran’dan sonra sıranın Türkiye’ye geleceğini söyledi.

Kalkan, ‘’Ortadoğu nasıl olacak? Demokrasisi ne kadar olacak? Devlet demokrasi ilişkileri nasıl şekillenecek? Dış güçlerle ilişkileri nasıl olacak? Büyük oranda bütün bunların nasıl olacağı Suriye’deki mücadelenin sonuçlarına göre belirleneceğe benziyor’’ diyen Kalkan, yeni bir Ortadoğu’nun şekillenmekte olduğunu vurguladı.

Kalkan ile kendileri açısından nasıl bir yıllı geride bıraktıklarını? Kürt Sorunun ulaştığı düzeyi? PKK’nin bu süreçteki rolü? Arap Baharıyla ortaya çıkan durumu, Türkiye’nin durumu ve Ortadoğu’daki gelişmeleri konuştuk.

* Siz PKK’nin kuruluşunda Haki Karer ve Kemal Pirler’le birlikte yer almış bir Türkiyeli devrimci olarak PKK’nin kuruluşu ile Türkiye gerçeğini nasıl ilişkilendiriyorsunuz? Bu bağlamda PKK’nin Türkiyelileşme perspektifini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Öncelikle PKK’nin 33. Kuruluş yıldönümünün Önder Apo’ya, halkımıza ve insanlığa kutlu olmasını diliyorum. Haki Karerlerle başlayıp en son Rüstem, Alişer ve Çiçek arkadaşlara ulaşan, sayıları on binleri bulan ve gerçek PKK’yi temsil eden kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. 34. PKK yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese başarılar diliyorum.

Böyle bir dönemde Kürt sorunu nasıl çözülecek? Kürtler bu yeni dünya ve bölgede nasıl yer alacaklar? Kürdistan’ın statüsü ne olacak? Şimdi PKK’nin gündeminde bu var! Bunu özgürlük ve demokrasi çizgisinde Kürt kimliğinin özgürce kabul edildiği, Kürdistan’ın da diğer toprak parçaları gibi yaşanılır olduğu, Kürt toplumunun da diğer halklar gibi özgür ve demokratik olarak yaşadığı bir statüye kavuşması, bölge ve dünya sisteminin böyle oluşması için PKK mücadele ediyor. Uzun bir süredir -yaklaşık 20 yıla yakın, genelde 18 yıldan bu yana özel olarak son on yıl içerisinde- böyle bir mücadeleyi nasıl başarıya götürürüm arayışı içerisinde önemli bir değişim ve yeniden yapılanma yaşadı, PKK. Kendisini tam da böyle bir yeniden yapılanma sürecinde Kürt özgürlüğünü ve demokrasisini yaratma gücü haline getirmeye çalıştı. Felsefi-ideolojik değişimini, siyasi yapılanmasını, programını, örgüt sistemini, taktiğini, stratejisini buna göre yeniden değiştirdi. Şimdi bu temelde bir mücadele yürütüyor.

PKK’nin böyle olması bölgesel ve uluslararası bu kadar boyutlu yaklaşması Kürt sorunu ile ilgili değil sadece. Kuşkusuz Kürdistan’daki durum, Kürt sorunu PKK’yi böyle davranmaya yöneltiyor. Buna göre bir hareket, örgüt olmasını istiyor. Ama bir de PKK’nin zihniyet olarak, çizgi olarak, felsefi ve ideolojik bakış açısı olarak buna uygun olma, böyle olma karakteri var. Bu da Önder Apo’nun zihniyetinden, yapısından ileri geliyor. Aslında 2000’li yıllar öncesinden de, 20. yüzyılda da -her ne kadar o yüzyılın zihniyetinden, politikalarından, ideolojik politik çizgisinden etkilenmiş olsa da, reel sosyalizmin, ulusal kurtuluşçuluğun etkilerini taşısa da- PKK’nin kendine göre özgünlüğü vardı. Sosyalizme ve ulusal kurtuluşçuluğa yaklaşımı onlardan belli bir farklılık arz ediyordu. Bu farklılık bugün onu bir bölge ve dünya hareketi haline getirdi. Neydi bu farklılık? Dar milliyetçi değildi. Reel sosyalizmin ulus devletçiliği gibi yine ulusal kurtuluş hareketlerinin devletçiliği gibi devlete mutlak bağlı değildi. Özellikle çözümü devlette görüyor olsa bile bu devleti ayrı bir devlet olarak öngörmüyordu. Devletçi paradigma içerisinde de dar milliyetçi yaklaşım yerine, komşu halkların da yararına olacak bir birliktelik, bir demokratik birlik nasıl olurun arayışı içindeydi. Bu da Önderlik düşüncesini, Önder Apo’nun ideolojik-politik yaklaşımını, zihniyetini ifade ediyordu.

PKK Kürt milliyetçiliğinden ayrıldı. Dar, reformist milliyetçilikten ayrı bir hareket oldu. Kürt özgürlüğünü savunurken bunu devletçi paradigmayla, reel sosyalizmin anlayışına yakın anlayışlarla yapmak isterken bile Türkiye ile ortak stratejik birlik içinde, Ortadoğu halkları ile stratejik birlik içinde nasıl yapacağını düşündü, öngördü. Değişimi, sorunların çözümünü birleşik bir strateji ile ele aldı. Kürdistan devrimini Türkiye devriminin kopmaz stratejik bir parçası olarak öngördü. Kürdistan ve Türkiye devrimlerini, Ortadoğu devriminin, demokratikleşmesinin kopmaz parçası olarak ele aldı. Bu Önder Apo’nun birlik, dayanışma, bir arada yaşama arzusunun, felsefesinin, anlayışının bir sonucudur. Bunun sonucudur ki dar yaklaşımlar içinde olmadı. Kürt özgürlüğünü, demokrasisini, yurtseverliğini, başka toplumlara, halklara karşı düşmanlık temelinde oluşturmadı. Tam tersine özgürlük ve birlik temelinde oluşturdu. Özgür olmayı öngördü, esas aldı. Bağımsızlık ruhunu öngördü fakat bu özgürlüğü sadece kendisi için öngörmedi. Herkes için öngördü ve özgür olursak bir arada var olabiliriz, özgür birliği yaşayabiliriz dedi.

* PKK’nin “özgür birlikteliği” hedeflediğini söylüyorsunuz. AKP iktidarının birliği biz İslam ile sağlıyoruz iddialarına ne diyeceksiniz?

- Bugün bu kadar çatışmaya, savaşa rağmen toplumlar arası bir çatışma olmuyor. Hala bu kadar kayba, silahlı mücadeleye, şiddete rağmen toplumlar hala birbirini boğazlamıyor. Hala bir arada kalma, birlik olma umutları var. Birlikte demokratik ve özgürce yaşama ihtimali, umudu hala kendisini koruyor. Bu neyin sayesindedir? İşte PKK ideolojisinin sayesindedir. Önder Apo’nun düşüncesi sayesindedir. Bazıları bu gerçeği görmüyorlar, buradan kendilerine paye çıkarmaya çalışıyorlar. “Bak” diyorlar “ görüyor musunuz PKK ne yapsa da bölemiyor, ayıramıyor” Hâlbuki PKK zaten bölmüyor, birliği, kardeşliği özgürlük ve demokrasi temelinde PKK yaratıyor, perçinliyor. Basit, dar Kürt milliyetçilerinin ve Türk faşizminin, şovenizminin karşılıklı toplumları bölüp çatıştırmasına karşı PKK durdu, kırk yıldır. Hem ideolojik, örgütsel mücadelesi ile hem de içyapısı ile durdu.
Kardeşliği Haki Karerler, Kemal Pirler ördü. Boşuna demiyorlar, “kardeşliğin yıkılmaz köprüsüdür” gerçekten de Kürt Türk kardeşliğinin -eğer varsa- yıkılmaz köprüleri Haki Karerlerdir, Kemal Pirlerdir. Yoksa öyle ne o sosyal şovenizmden bir türlü kurtulamayan Türk solculuğu ne dar milliyetçiliği aşamayan Burkaycılık, reformist, milliyetçi akımlar ne de Tayyip Erdoğan’ın sahte Müslümanlığı… Şimdi bir de Tayyip Erdoğan çıktı, Müslümanlar çıktı, “İslami kardeşlikle birarada tutuyoruz” diyorlar. Ne alakası var? Bu ne biçim kardeşlikti ki onlarca yıl, hatta yüzlerce yıl Kürt toplumu bu kadar inkar edildi, katledildi? Amed’te, Bingöl’de katliamlar olurken, Şeyh Saitler asılırken neredeydi bu Müslümanlık? Neredeydi bu din kardeşliği? Seyit Rızalar idam edilirken neredeydi din kardeşliği? Qazi Muhammed idam edilirken neredeydi Müslüman kardeşliği? Abdülselam Barzani idam edilirken neredeydi? Bunların hiçbirisi yoktu!

Şimdiyse Kürtlerde büyük bir birlik eğilimi var, kardeşlik ruhu var, herkes bunu sahipleniyor. Bu bir hırsızlıktır her şeyden önce. Tersi olanlar; şovenizmi, milliyetçiliği, kopuşu, parçalanmayı dayatanlar, yaşayanlar bütün çabalarına rağmen bunun gerçekleşmediğini görünce şimdiki durumu bir kuvvet olarak ele alıp bundan paye elde etmeye, sahiplenmeye, ele geçirmeye çalışıyorlar. Hırsızlıktır. Evet şimdi böyle bir durum var ama bu kardeşliğin yaratıcısı var elbette, kendiliğinden olmadı. Bu kadar bölüp parçalama eğilimine karşı, bu kadar katliama, soykırıma, aşağılamaya, imhaya asimilasyona rağmen özgürlük birlik içerisinde gelişen kardeşlik var. İşte bunu PKK geliştirdi. Bu gerçekliği PKK yarattı. Kürt toplumunu bu kadar baskıya, hakarete rağmen Türklere, Araplara, Farslara düşman olmaktan PKK çıkardı, Önder Apo çıkardı.

* Bazı liberal aydınların öne sürdüğü “devlet değişti, PKK değişmedi” sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Aslında bu anlamda değişmeyen devletin kendisidir. AKP de değişim adına yolla çıktı, aslında eski Ergenekoncu, değişmeyen şoven bir çizgiye girdi. Tayip Erdoğan açık söylüyor, “tek devlet, tek millet, tek vatan” söylemiyle, Kenan Evren’in zihniyeti arasında ne fark var? Şimdi hapse konan Hurşit Tolon’un zihniyeti arasında ne fark var? Hiç fark yok. 12 Eylül mahkemelerinde Alpaslan Türkeş demişti “zihniyetimiz iktidarda, biz hapisteyiz”. Şimdi Ergenekoncular diyorlar “zihniyetimiz iktidarda, biz hapisteyiz”. Değişim olmamıştır.

Buna karşılık PKK değişti. PKK gerçekten demokratik çözüm istiyor. PKK şöyle değişti. PKK eskiden de Kürt- Türk kardeşliği temelinde Kürt sorunun çözümünü istiyordu. Ama devletçi paradigmaya sahipti. PKK paradigmasal olarak değişti. Demokratik toplum paradigmasını öngördü. Devleti inkâr etmiyor ama devletin sınırlandırılarak, demokratik toplumun gelişmesini, Kürt sorunun da Türkiye’nin demokratikleşmesi ve demokratik topluma dayalı olarak gelişmesini öngörüyor. Bu anlamda PKK büyük bir değişim yaşadı. Gerçekten de özgürlükçü, toplumsal bir hareket haline geldi. Devletçi, iktidarcı paradigmayı kesinlikle aştı. Milliyetçilikle, şovenizm ile hiçbir bağı yoktur. Aynı zaman da demokratik toplumu öngörmesi, çoğulcuğu geliştirdi. Reel sosyalizmin tek parti iktidarı ve devlet çizgisinden tümden uzaklaştı. Bunla uzaktan yakından bir ilişkisi kalmadı. Ama AKP tek parti iktidarına, diktatörlüğe gidiyor. “tek devlet, tek millet, tek dil, tek bayrak” bir teki de ben ekleyeyim tek parti sistemidir AKP’dir. İsmet İnönü’n şeflik dönemiyle ne farkı var? Hiçbir farkı yok. Üçüncü şef de Tayip Erdoğan olmak istiyor. Zaten bazıları da üçüncü şef diyor. Bu bakımdan o tür sözlerin hiçbir anlamı yok. Özünde değişmeyen devlet ve AKP’dir. Onun de turnusol kâğıdı, Kürt soykırımının devam ettirilmesidir. Bunu sürdürülüyor olmaları, değişmediklerini gösteriyor. Değişimi toplum anlıyor, toplum PKK’ye sahip çıkıyor. PKK’de bir toplumsal güç olarak bu saldırılar karşısında direniyor. İspatı bu direncidir. Kırılamayan, yenilmeyen bu direncidir.

* 2000’li yıllar Türkiye’sinde PKK’nin mücadelesi devam ediyor. Kuruluşunun 34. yıldönümünde PKK karşısında nasıl bir Türkiye sistemi ve nasıl bir uluslar arası sistem var?

- Şimdi öteki soruda buna biraz değindik. Aslında kuruluş döneminin birçok özelliği bir uzun süreden beri değişti. Yeniden değişti. Fakat bu 33. yıldönümü yaşanırken yeni 34. yıla girerken çok hızlı bir bölgesel değişimde yaşanıyor. Bunu görmek, anlamak önemlidir. Bunu biz belli ölçüde de değerlendirmeye, tanımlamaya çalıştık. Yani 20.yy dünyası köklü bir değişimi yaşadı. Aslında o iki bloklu dünya ortadan kalktı. ‘’ABD imparatorluk kuruyor’’ dendi. Yenidünya düzeni temelinde ABD büyük bir mücadele verdi. Bir dünya savaşı yaşandı. Yani Sovyetler birliğinin çözülüşü ardından 3. Dünya savaşı. İşte böyle bir dünya savaşının sonuna doğru geliniyor. Sonuçları ortaya çıkıyor aslında. Yeni bir bölge ve dünya yapılanmasının böyle bir savaşın çeşitli alanlarda yürütülüşü ardından gerçekleşmesi yaşanıyor. Bunu görmek lazımdır. Dikkat edelim 1. Dünya savaşıyla oluşan, 2. Dünya savaşı ardından da daha yaygın bir milliyetçilikle sistem kazanan ulus devlet diktatörlükleri yıkılıyor, dağılıyor. Siyasi yapılar çözülüyor. Daha gerici veya ilerici olduğu ayrı bir konudur. Fakat 20. yüzyıl. yarattığı Ortadoğu yapılanmasında bir değişim yaşanıyor. Zaten 20. Yy. başında da Ortadoğu’da köklü bir değişim yaşandı. Yeni bir siyasi yapılanma oluştu. 1. Dünya Savaşı Kürdistan’ı, Arabistan’ı böldü, parçaladı. İmparatorlukları yıkarak ulus devlet sistemi temelinde yeni bir Ortadoğu statükosu yarattı.

2. Dünya savaşı sonrasında da ulus devletler katı milliyetçi iktidarlara kavuştu. Bu sistemin Kürtler açısından temel özelliği neydi? Kürtlerin yok sayılıp, yok edilmek istenmesi. İnkârcı ve imhacı bir sistemdi. Kürdistan’ı bölüp parçalamıştı. Kürtleri yok sayıyordu. Yok edilmesi içinde dünya sisteminden alınan güçlerle yada onların verdiği görevi başarmak üzere Kürdistan egemenlik altında tutan ulus devletler faşist, şoven bir soykırım saldırısı yürütüyorlardı. İşte Saddam’ın saldırısı öyleydi. İran’ın baskıları saldırıları, katliamları öyleydi. Türkiye’nin 1925’ten itibaren başlayan soykırımı ifade eden katliamcı ve asimilasyoncu saldırıları öyleydi. Günümüzde de devam ediyor. Suriye’de de Kürtleri vatandaş bile saymamak bu anlamı ifade ediyordu. Bundan ileri geliyordu. Onlar açıktan zaten bir toplum, bir vatandaş olarak bile görmüyorlardı. Bugüne kadar o çizgide kaldılar. Şimdi “Aman, aman sizi de tanıyacağız. Vatandaş kabul edeceğiz’’ diyorlar.

Şimdi bu sistem çözülüyor, dağılıyor. Yerine neler kurulacak belli değil. Fakat şu netleşmiştir ki bu iktidarlar yıkılacak. Bunu herkes bilmeli. Ne küresel sistem bu iktidarlarla bir olabiliyor. Ne de artık Ortadoğu halkları bu iktidarları taşıyabiliyor, kaldırabiliyor. Kürtler kaldıramıyorlar. Bunun için her alanda ölümüne bir mücadele direniş içindeler. Arap toplumu kaldıramıyor. Bak her yerde Arap Baharı denen isyan yaşanıyor. İran toplumu kaldıramıyor. İran’daki Kürtler, Farslar, Azeriler, Belluciler kaldıramıyorlar. Büyük bir iç çatışma var. Türk toplumu kaldıramıyor tabi. Yani Türkiye’deki demokrasi mücadelesi hem de çok köklü yürütülen bir mücadele bu. Dolayısıyla içte toplumlar kabul etmiyorlar. Artık onun için bu sistem yıkılıyor, aşılıyor, yıkılacak. Bu zorunludur yani. Kimse ayakta tutamaz onu. Bu gerçeği görelim. Fakat bu sistem yıkılırken yenisi ne olacak. İşte o belli değil.
* Neden Barış çabalarınız hep sonuçsuz kaldı?

- Aslında 93’ten itibaren Kürt toplumunun bilinçlenmesinde örgütlenmesinde önemli bir düzey ortaya çıkmıştı. Dünyadaki gelişmelere dayanarak önder APO barışçıl siyasi çözüm yöntemiyle artık çözüme gitmek istedi. Fakat inkar ve imha sistemi faşist şoven Türkçülüğü topyekun savaş konsepti temelinde çözüme karşı önder APO ve partimizin geliştirdiği ateşkesler bu temeldeki barışçıl çözüme karşı imha ve saldırıyı dayattı. Topyekun ezme hareketini geliştirdi. Onun için çeşitli komplolar geliştirdi. Bilmem işte 33 askerin öldürülmesi, Bingöl olayı gibi hepsi komploydu. Aslında genelkurmayca yönetilen Doğan Güreş tarafından yönetilen topyekun imha konseptinin başarısı için yaratılan gereçlerdi. Bu temeldeki saldırılara karşı da 93-98 arasında büyük bir direniş yaşandı. İmha saldırılarını boşa çıkartmak için sonuçta yine çözüm aradı önder APO 1 eylül 1998’de 3. Tek yanlı ateşkesle Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümünün önünü açmak istedi. Buna da imha ve inkar sistemi uluslararası komployla 15 şubatı ortaya çıkardı. PKK’nin barışçıl, siyasi çözüm yaklaşımını bir zayıflık etkeni olarak görüp burdan saldırarak, ezip imha ederim umut ve hesabına girdi. Biz boşlukta bulunduk. Komployu iyi göremedik. Gerekli tedbirleri geliştiremedik. Sonuçta önder APO’nun imhası önlendiyse de İmralı süreci önlenemedi. 15 şubat komplosu gerçekleşti. Bu komploya karşı 93’ten başlayan değişim sürecini derinleştirerek, felsefi, ideolojik, siyasi, stratejik, taktik boyutlara taşıyarak PKK’yi kendini yeniden yapılandırıp uluslararası komploya karşı direniş geliştirdi. Böyle bir direnme temelinde Kürt sorununu barışçıl siyasi çözümünü gerçekleştirmek istedi. Bu süreçte zaman zaman çatışmalar oldu. Zaman zaman görüşmeler oldu. Dikkat edilirse serhıldanlar sürdü. İdeolojik mücadele oldu. Kürt toplumunun demokratik örgütlülüğü oldu. Siyasi mücadele oldu. Seçimlere girildi. Zaman zaman da çatışmalar oldu. 1 Haziran 2004’ten itibaren de çeşitli çatışmalar devreye girdi. Çözüm arandı yani. Fakat AKP bu konuda tutarlı davranmadı. Çözümleyici davranmadı. Umut yaratıp çözeceğim dedi. PKK buna fırsat verdi. Fakat bu fırsatları kullanmadı. Sonuçta oyalama taktiğiyle aslında bölgedeki gelişmelerden ABD’nin bölgeye yöneliminden de güç alarak yeni bir imha ve tasfiye konseptini topyekun bir savaş kapsamına yeniden hareketimize dayattı. Aslında 2007’den bu yana gelişen süreç böyledir.

* Türkiye’de genel seçimler öncesinde barış umutları yükselmişti? Neden oldu da tekrar süreç bu çatışmalı noktaya geldi?

- 1 Ekim 2006’da ilan ettiğimiz ateşkese karşılık genelkurmay AKP uzlaşmasıyla ve ABD’den destek alınarak büyük bir savaş konsepti ile karşılaştık. Siyasi savaş, ideolojik savaş, İmralı’da önder APO üzerinden baskı arttırıldı. BDP’nin tasfiyesi için 14 Nisan 2009’dan bu yana siyasi soykırım operasyonları geliştirdi. Gerillaya karşı da savaş Zap operasyonuna kadar güney Kürdistan’a medya savunma alanlarına yönelmeye kadar vardı. Bunları boşa çıkardık. İmralı’da önder APO direndi ve bunları boşa çıkardı. Demokratik siyaset direndi, boşa çıkardık. Zap operasyonu sonunda boşa çıkarıldı, AKP yenildi aslında, fakat bölge konjonktürü, bölgede yaşanan çatışmalar, dünya savaşı, ABD’nin Avrupa’nın bölgeye yaklaşımları eski politikaları sürdürmesi için biraz fırsat sunuyor. AKP Türkiye kaynaklarını pazarlayarak bunu sürdürmeye çalışıyor. Esas olan budur. Aslında İmralı’daki görüşmeler devlet PKK görüşmeleri önemli bir düzey kazanmıştı. 12 Haziran seçimleri tam bir noktaya geldi ve seçimlerle birlikte herkes barışçıl siyasi çözümün gerçekleşeceğini umut ediyordu. Fakat daha seçimin ön gününde mayısta Libya savaşı üzerinde ABD, Fransa ve Türkiye arasında görüşmeler oldu. Libya NATO müdahalesi gündeme geldi ve Libya’ya müdahale Kürt sorunun barışçıl siyasi çözümüne de bir müdahale olarak ortaya çıktı. ABD-AKP anlaşması temelinde bir yandan Libya’ya müdahale edilirken diğer yandan AKP, PKK’yi imha ve tasfiye etme anlayışına ve hesabına girdi. Bu temelde seçimlerden de aldığı güçle yine ABD ve dış güçlerden aldığı güçle imha ve tasfiye saldırılarını sürdürüyor.

* ABD, AKP iktidarına nasıl bir rol biçiyor?

- ABD Arap Baharı temelinde Arap alemindeki gelişmeleri kontrol edebilmek Ortadoğu’da süren dünya savaşlarını kendi çıkarları temelinde şekillendirebilmek için dayanaklara ihtiyaç duyuyor. Bu anlamda da Ilımlı İslam-AKP’ye rol biçiyor. 150 yıldır hazırladıkları Türkiye modernitesine umut bağlıyorlar. Fırsat veriyorlar, güç destek veriyorlar. Bu modernitenin günümüzdeki iktidarı olan AKP de bu fırsatı kullanarak Kürt soykırımına sonuca götürmek başarıya götürmek istiyor. Özgürlük ve demokrasi hareketimizi ezmek istiyor. Yeni bir imha ve tasfiye konseptini topyekun savaş konsepti temelinde dayatmak istiyor. 12 haziran seçimlerinden sonra da yaşanan budur. Biz de buna karşı direniş içerisindeyiz. Şimdi yaşadığımız süreç böyle kritik bir süreçtir aslında saldırarak bizi yok etmek istediler. Fetullahçılar bunu açıkça söylediler. Sri Lanka nasıl saldırdıysa Tamilleri ezdiyse biz de PKK’yi ezeceğiz dediler. Onu hesap ettiler saldırdılar, saldırıyorlar. Ezemediler ama. Ne Türkiye Srilanka’dır ne Kürdistan Tamildir. Ne de PKK Tamil Kaplanlarıdır. PKK halkın gücüne dayanan gerçek bir demokrasi hareketidir. Kendini geliştirdi, yeniledi. Kürt birliğini yaratmaya, Türkiye demokrasi güçlerini birleştirme gücüne sahip bir harekettir. Bunlara dayanarak direniyor. PKK direnemez sanıyorlardı. Nerden alıyor gücünü buradan alıyor. AKP ise hala ABD’den aldığı güçle yok edeceğini sanıyor. Bu noktada şimdi Suriye odak nokta haline geldi.

* Kürtler açısında Ortadoğu’da ne gibi gelişmeler olabilir? Dengeler yeniden şekillenirken Kürtler statü kazanabilirler mi?

- Özellikle ABD’nin Suriye ve İran’a karşı mücadelesini saldırılarını bu saldırılarda Türkiye’ye duyduğu ihtiyacı tersinden Kürtler ve PKK’ye karşı imha saldırıları olarak kullanmak istiyor. Amerika terazinin bir kefesine Suriye ve İran’ı koyunca, Türkiye’de diğer kefesine Kürtler ve PKK’yi koyuyor. Böyle bir menfaatçi politika izliyor. ABD’yi Kürtlere saldırtmak Kürtlerle çatıştırmak bu temelde yeni bir Kürt soykırımı politikasını ABD’ye kabul ettirmek istiyor. İşin esası budur. AKP’nin dayattığı budur. Bunu başarır mı başaramaz mı tabi ABD siyasetinin Türkiye’ye ihtiyacı olduğu kadar başkalarına da ihtiyacı var. Kürtlere de ihtiyacı var. Kürtler sadece Kuzey’de yaşamıyor. Güney de Doğu’da da yaşıyor. ABD’nin bunlara da ihtiyacı var. Ciddi bir konjonktürel güce sahipler. ABD politikası bu konuda nedir? Birçok gücü kullanarak aslında eski yapıyı değiştirmek istiyor. Şimdi Türkiye’yi kullanarak Arap liderlerini yıktı. Suriye’yi yıkmak istiyor. İran’ı da yıkarsa önder Apo o zaman söyledi, sıra Türkiye’ye gelecek. Kesinlikle Türkiye’yi de değiştirecek. Bugünkü iktidar sahiplerini yerinden edecek. Ama bu Türkiye’nin de Kürtlerin de büyük zararına olacak. Tümüyle dış güçlerin ihtiyacı ve çıkarına göre olacak. Biz istedik ki parti olarak, halk olarak, önderlik olarak böyle olmasın. Sorunlarımızı kendi içimizde çözelim. Demokratik yöntemlerle birlik, özgürlük ve kardeşlik esaslarına dayalı olarak çözelim. Türk ve Kürt halklarının, Ortadoğu halklarının çıkarına göre bir çözüm olsun. Dış güçlerin çıkarları temelinde değil. Onların çıkarlarına hizmet edecek temelde değil. Fakat AKP, Türkiye yönetimi bunu anlamak istemiyor. Fırsatçıdır. Fırsat doğdu, ABD-Avrupa siyasi kredi veriyor. Silah veriyor. Bunları Kürtleri yok etmekte kullanırım diyerek kimyasal silah dahil hepsini kullanıp bir savaş yürütüyor.

* Bu gün açısından nasıl bir mücadeleyi öngörüyorsunuz?

- Biz de buna karşı direniyoruz. Yeni bir direniş sürecindeyiz. Buna devrimci halk savaşı diyelim. Ne dersek diyelim ama var olma ve özgürlüğümüzü kazanmak için yürüyen bir direniş olduğu tartışmasızdır. Bunun siyasi boyutu var, gerilla boyutu var. Serhıldan boyutu var, halk direniyor. Buna uygun bir siyaset izliyoruz. Yani bu direniş Kuzey’de olduğu gibi Güney’de oluyor, Doğu’da oluyor, Batı’da oluyor. Kürdistan’ın hepsinde var topyekun bir direniştir. Bu direnişe göre de siyaset yürütüyoruz. Biz de Kürt birliğini yaratıyoruz. Kürtler olarak birleşip kendi çözümümüzü ortaya koyarak AKP’nin dış güçlerden aldığı destekle bizi ezmesini boşa çıkarmak istiyoruz. Yine Türkiye’den demokratik güçleri birleştirerek demokratik Türkiye’yi direnişle yaratmak istiyoruz. İşte Halkların Demokratik Kongresi böyle yeni bir demokratik Türkiye’yi temsil ediyor. Bir yandan AKP’nin yeni anayasa arayışları var. Sahte bir biçimde daha rayına oturmadı. Diğer yandan ise halkların demokratik kongresini ifade ettiği temsil ettiği yeni bir demokratik Türkiye’nin temellerini atması var. Zayıfta olsa ama gelişiyor.

* Neden AKP iktidarı sizi hep çatışma isteyen taraf olarak yansıtıyor?

- AKP provokasyon yapmak istiyor. Kürtlerle Avrupa’yı, ABD’yi çatıştırmaya çalışıyor. Bu oyuna karşı biz uyanığız. Kürtleri birbiriyle çatıştırmak istiyorlar. Aslında dış güçlerle çatıştırmak aynı zamanda kendi içinde çatıştırmayı da ifade ediyor. İkisinin de devri geçmiştir. Buna karşı bütün Kürtler de PKK’de uyanıktır. İç çatışma yerine iç birlik, provokasyonlara gelme yerine dış güçleri doğru bir siyasete çekme, özgür demokratik Kürt iradesini onlara kabul ettirmek Kürt ulusal demokratik birliğini yaratmak, Türk demokratik hareketini geliştirmek ve bütün bunlara dayalı olarak AKP’nin özel savaş kapsamındaki bütün saldırılarına karşı direnmek, psikolojik savaşa karşı ideolojik mücadeleye propaganda ile direnmek, siyasal saldırılara karşı demokratik serhıldanı geliştirerek direnmek, diplomatik kuşatmaya karşı demokratik ilişki ve ittifakları geliştirerek direnmek, ordunun ezici saldırılarına karşı da gerilla savaşını öz savunmayı geliştirerek direnmek AKP’nin bu imha ve inkar saldırılarını boşa çıkartarak hem...

* 34. yılına nasıl bir giriş yapıyorsunuz?

- PKK’nin 34. Yılına girişi böyle çok yoğun bir değişim sürecinde oluyor. 20. yüzyıl. 1. ve 2. Dünya Savaş’ları ardından ortaya çıkardığı Ortadoğu’daki siyasi yapılar, iktidarlar, devlet sistemleri yıkılıyor, parçalanıyor. Ama devletler varlıklarını sürdürüyorlar. Yeniden yapılanmak üzeredir. Nasıl yapılanacak. İşte orası belli değil. 34. yılda dedik ya büyük olasılıkla geriye kalanlar da yıkılacaklar, aşılacaklar. Artık sonu geldi. Yaşamaları mümkün değil. Belki biraz daha çatışmalı, direnişli olacaklar ama 20. yüzyıl sistemini, zihniyetini sürdürmeleri mümkün değil. Aşılacak bu görülüyor. Bu anlamda bir bölgesel çatışma var. Sadece Kürdistan’da yaşayan bir mücadele değil. Kürdistan’da da bir savaş durumu var. PKK’nin yaşadığı savaş aslında bunu ifade ediyor ama bu 3. dünya savaşı dediğimiz Ortadoğu’nun genelinde yaşanan savaştan bağımsız değil, onun bir parçasıdır. Bu bakımdan yeni bir Ortadoğu şekillenecek, eski aşılacak.

İşte bu yeni Ortadoğu nasıl olacak? Demokrasisi ne kadar olacak? Devlet demokrasi ilişkileri nasıl şekillenecek? Dış güçlerle ilişkileri nasıl olacak? Büyük oranda bütün bunların nasıl olacağı Suriye’deki mücadelenin sonuçlarına göre belirleneceğe benziyor. Biz bu bakımdan Suriye’de mücadelesini görmeliyiz ve önemsemeliyiz. Aynı şey Kürdistan’daki durum açısından da geçerlidir. Kürdistan’a 20. yüzyılda dayatılan inkar ve imha politikası ne kadar aşılacak. Kürt toplumu ne kadar özgür, demokratik ve birlik içinde olacak. Komşu halklarla ne kadar birlik içinde yaşayıp, yaşayamayacak. İnkâr ve imha’dan ne kadar kurtulacak, özgür ve demokratik gelişimi ne kadar kazanacak. Bu da bu mücadelenin sonucunda belirlenecek. İşte böyle bir kritik noktaya geldik. PKK, 40 yıldır sürdürdüğü mücadelesinde kilit noktaya geldi. Bu anlamda da Kürt inkârının ve imhasının aşılabilmesi, yeni Ortadoğu’da Kürtlerin özgür, iradeli, kendi kimlikleriyle yaşayabilir hale gelebilmeleri için Kürt siyasi hareketlerinin, aydınlarının birleşip özgürlükçü bir Kürt demokrasisini halklara model olacak şekilde örme kabilinden geliştirmeleri lazım. Bunun için Ulusal Konferans ve Kongre önemli.

Önder Apo, 5 ilke 3 prensip temelinde ulusal kongre veya konferansın yapılarak demokratik ortak demokratik Kürt stratejisinin oluşturulmasını istedi. Demokratik Kürt kurumlaşmasının birliğinin ortaya çıkarılmasını öngördü. Bunlar önemliydi. Kürtler bunu yarattıkları ölçüde hem bu kritik değişim sürecinde yeni bir inkar ve imha sisteminin şekillenmesini kendilerine yeni bir soykırım sürecinin dayatılmasını engelleyebilirler. Hem de bölgedeki değişime yön verebilirler.
PKK olarak, Kürt sorunun çözüm zeminini yaratmak, önünü açmak hem de Ortadoğu’daki değişimin Kürt sorunun demokratik çözümüne dayalı demokratik Ortadoğu birliğinin Ortadoğu’nun demokratikleşmesini sağlanması temelinde gerçekleştirilmesini hedefliyoruz. Kim başarılı olur bunu mücadele belirleyecek. Peşinen bir şey yok. AKP’nin kendine göre argümanları var. Ama PKK’nin de Kürtlerin de büyük bir gücü var. Kürdistan eski Kürdistan değil. Kürt toplumu eski Kürt toplumu değil. PKK’de eski PKK değil. Kürtler siyasi olarak bütün parçalarda birler artık. Ortak bir demokrasi kuruyorlar. Tek parti sistemi Kürtlerde yok AKP’nin hayal ettiği parti Kürdistan da yok artık. Dolayısıyla Kürt halkı da bilinçlendi. Özgürlüğü tanıdı. Özgür yaşamda karar kıldı. Kürdistan böyle bir mücadeleye sahne oluyor. Biz buna inanıyoruz. Bu 34. yılında PKK, AKP’nin oyunlarını bozacak. Bu dış saldırılar imha ve inkarı ön gören zihniyet ve siyasi yaklaşımlar kırılacak. Ve onun yerine özgürlük ve kardeşlik temelinde Kürt sorunu çözüm süreci gelişecek. Bu da Ortadoğu’nun yeniden yapılanmasına özgür Kürdistan temelinde demokratik Ortadoğu’nun şekillenmesi, yapılanması temelinde, biçiminde olacak. İnancımız ve mücadelemiz bu temeldedir. Başarmak için tüm gücümüzle çalışacağız. Bu temelde 34. PKK yılında özgür Kürdistan özgür ve Demokratik Ortadoğu, özgür insanlık için demokratik insanlık için mücadele eden herkese başarı diliyorum.

ANF NEWS AGENCY

"KCK Operasyonu"nda Avukatların Tutuklanma Sebebi Öcalan'ı Yalnızlaştırmak

Zeynep Kuray-ANF
İstanbul - Baskın yapılan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Özcan Kılıç, meslektaşlarının PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan talimat aldıkları iddialarının tamamen asılsız olduğunun altını çizerken, ‘’Eğer avukatlar suç işliyorlarsa yıllardır neden Öcalan’la görüştürdünüz’’ diye sordu. Baskının ve tutuklamaların asıl amacını ise Kılıç, “Öcalan’ın dış dünya ile bütün iletişimi kesilip yalnızlaştırılmak isteniyor ve devlet yalnızlaştırılmış bir Öcalan ile oturup görüşmek istiyor” şeklinde değerlendirdi.

KCK adı altında yürütülen operasyonlarda, Kürt siyasetçilerin aydınların, akademisyenlerin ardından sıranın PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarına gelmesine tepkiler çığ gibi büyüyor. Son olarak baskın yapılan Asrın Hukuk Bürosu’nun avukatlarından Özcan Kılıç, ANF’nin sorularını yanıtladı.

-Siz Asrın Hukuk Bürosu’nun baskını sırasında orada bulundunuz. Baskın sırasında neler yaşandı, anlatır mısınız?

-Büro aramasında belirli isimler üzerinde duruldu özellikle. En yakın zamanda İbrahim Bilmez, Cengiz Kapmaz, Özgür Erol, Öner Güneş gibi İmralı’ya son giden avukatlar üzerine özel bir durum yaratılmaya çalışıldığı hemen anlaşıldı. Sanki Asrın Hukuk Bürosu bir gizli illegal örgütün bürosu, gizli iş yapan bir yer gibi lanse edilmeye çalışılıyor. Oysa her şey açık. Büroda arama yapıldığında hiçbir illegal evrak, ya da herhangi bir şey bulunmadı. Bilgisayarlar incelendiğinde hiçbir örgütle ilişki veya herhangi illegal bir şey bulunmadı. Bilinen dava dosyaları alındı, Öcalan’ın AİHM’e yaptığı başvuru dosyaları alındı, “inceleyip geri vereceğiz” dediler. Öcalan’ın kitaplarını aldılar, basılmış savunmaları, AİHM’e kitap halinde yaptığı savunmaları, bilgisayar kopyaları alındı. Dolayısıyla toplumda sanki bugüne kadar gizli şeyler yapılıyormuş ve devlet bunu yakalamış gibi bir hava yaratılıyor. Bu büyük bir yalan.

*Asrın Hukuk Bürosu 12 yıldır faaliyette ve PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapıyor. Bugün bu avukatların tutuklanmasının alınmasının sebebi nedir?

-Çünkü KCK adı altında bir sistem kurgulaştırıldı basın dahil, avukatlar dahil, aydınlar dahil, BDP dahil bütün Kürtler yok edilmeye çalışılıyor. 10 yıllık görüşmelerin hepsinin bant kayıtları devlet tarafından delil yapılıp, avukatlar hakkında 100’den fazla dava açıldı bugüne kadar. Yani, bugün bu uygulamanın yapılmasını gerektiren hiçbir gerekçe yok ve olamaz. Bugün de iddia edildiği gibi örgütle bağlantı kurdukları veya örgüte Öcalan’dan talimat götürdükleri iddialarından iki dosya hariç hepsinden beraat ettiler. Bu iddiayla 10 yıldır baskılarla iç içe yaşıyordu avukatlar. Dolayısıyla bu çok aşırı bir uygulama, basına yansıtıldığı gibi, Öcalan’dan talimat aldıkları gibi iddialar tamamen gerçek dışı. Olsaydı bu arkadaşlarımız yıllardır yargılanırken, hapse girerlerdi, ceza alırlardı ve tutuklanırlardı. Bence bu operasyon başka amaç taşıyor.

“YALNIZLAŞTIRILMIŞ BİR ÖCALAN İSTİYORLAR”

*Nasıl bir amaç?

-AKP hükümetinin Kürtlere yönelik topyekun açtığı bir savaş var ortada. Sadece avukatlar değil, BDP’den başlayarak, kadın derneğinden tutun, sivil toplum örgütlerine, gazetecilere, akademisyenlerden yazarlara, Alevi derneği başkanına kadar tutuklandı. KCK adı altında 2.5 yıldır yürütülen bu operasyon gösterilmek istendiği gibi bir suça veya yasa dışı işe dayanmıyor. Bu tamamen siyasi bir operasyon. Daha iki hafta önce Asrın Hukuk Bürosuyla ilgili Habertürk gazetesinde bir şema kondu ve orada Asrın Hukuk Bürosu ve basın komitesi bölümleri hedef gösterilmişti. Biz zaten o günden itibaren Asrın Hukuk Bürosu’nun böyle bir uygulamaya tabi tutulacağını bekliyorduk.

Nitekim bugün yaşadığımız olay 2010 Şubat ayından beri teknik takip, dinleme gibi uygulamalarla polis ve savcının birlikte hazırladığı bir dosyaydı. Ama bu arada Öcalan ile görüşüldü, avukatlara görüşmelerden ötürü davalar açıldı, beraat ettiler. Ne savcı, ne hakim, ne polis ‘siz suç işliyorsunuz’ dedi. Çünkü ortada suç yoktu. Çünkü oradan faydalanılıyordu. Mesela kamuoyunda ateşkes süreci bekleniyordu ve avukatların İmralı adasına gitmesi için devlet hiçbir zorluk çıkartmıyordu. Bir de dönem dönem kayıt altına alıyordu görüşmeleri. Bütün bant kayıtları deşifre ediliyor, dava dosyalarına koyuluyordu ama bunlardan dolayı da kimse ceza almadı. Bugün ise avukatları da bir kenara bırakın, Öcalan’ın dış dünya ile bütün iletişimi kesilip yalnızlaştırılmak isteniyor ve devlet yalnızlaştırılmış bir Öcalan ile oturup görüşmek istiyor.

*Bu yalnızlaştırma politikasından nasıl bir fayda sağlamayı planlıyorlar?


-Kendi seçtikleri aktörlerle bu meseleyi çözmek istiyorlar. Bu bir nevi sindirme operasyonudur. Öcalan’ın siyasi konumunu, liderliğini ortadan kaldırırlarsa belki işte Kemal Burkay gibi veya ona benzer başka birilerini aktör gibi belirleme çabasındalar. Mesela Fethullah Gülen’in de Kürt meselesiyle ilgili son dönemde bu doğrultuda mesajlar verdiğini görüyoruz.

“MADEM SUÇTU, YILLARDIR NEDEN GÖRÜŞTÜRDÜNÜZ?”

*Genel olarak Kürtlere yönelik arttırılan bu operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Hükümet, savcı, polis, MİT, operasyon dört birim halinde yürütülüyor. Benim daha önce aldığım bir bilgi bu. Ankara’dan MİT merkezli, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Merkezli yürütülen bir operasyon bu. Yani İstanbul polisi ‘A işte bir yerde suç işlendi hadi yakalayalım’ demesinin sonucu değil. Bu hükümetin özel bir projesi. Bu proje tamamen Kürtlerin örgütlü mücadelesini sona erdirmek projesi. Bu mücadele BDP için de yapılıyorsa, Göç-Der’de de yapılıyorsa Kürtlerin örgütlü olduğu her alan yok edilmeye çalışılıyor demektir. Asrın Hukuk Bürosu da bunlardan bir tanesi. Yarın bakalım neresi yok edilmeye çalışılacak? Avukatlar suç işliyorlarsa yıllardır neden Öcalan’la görüştürdünüz?

“BUGÜN AVUKATLAR, YARIN BAŞKALARI”

*Öcalan, Kandil ve Avrupa’daki PKK temsilcileriyle görüşen aynı MİT değil mi?

- Şimdi AKP hükümetinin hazmedemediği esas nokta seçimlerden BDP’nin 35 milletvekiliyle başarıyla çıkması. Hiç beklenmedik bir anda, Kürtler blok halinde, sosyalistler de dahil 35 milletvekili çıkardı. Karşılarında yasal, demokratik, bir Kürt muhalefeti istemiyordu hükümet. Onun yerine 1990’larda yapıldığı gibi, dağda hesaplaşalım mantığını dayatmaya çalıştılar. Kürtleri Türkiye içersindeki mücadeleden soyutlayıp, soykırıma uğratıp dağla sınırlı bırakmak istedi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İngiltere’de terör ile mücadele edebiyatı yapıyor.

Demokratik mücadelenin önünü açarlarsa eğer bir sürü gizli kalmış, ya da kamuoyundan gizlenmiş bir sürü şey ortaya çıkacak. 1990’lı yıllarda terör ile mücadele adı altına Kürtlere yönelik yürütülen kirli operasyonlar ortaya çıkıyor. Bu sadece failli meçhul cinayetler değil, para, pul, uyuşturucu işi, adam kaçırma, şantaj, devlet içindeki kirlilik terör ile mücadele adı altında gizlenebiliyor. Şimdi bugün bir uyuşturucu operasyonu yürütülüyor, diyelim ki yakalanan adamlardan bir tanesi Diyarbakırlı, hemen PKK bağlantısı deniliyor. Kürtleri sürekli illegal, yasadışı, terörist, silahlı, bombalı filan gösterme çabası ile Kürt mücadelesini marjinalize etme ve dünya çapında da Kürt meselesini bir terör meselesi olarak lanse etme çabası bu. Bu operasyon da bunun bir parçası. Bugün avukatlar yarın, başka birileri…

BAŞBAKAN 1.5 AY ÖNCE OPERASYON SİNYALİNİ VERDİ

*Avukatlara yapılan bu baskıyla birlikte, Öcalan’ın avukatlarına 4 aydır uygulanan keyfi görüş engelini nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Öcalan’ın çözüm gücü olduğu son zamanlarda netleşmişti. Ama gelin görün ki, Öcalan’la görüşmenin engellenmesine rağmen, avukatlar ısrarla Öcalan’a sahip çıktı. 1 veya 5 avukat değil bu söz ettiğim, yüzlerce avukat. Bu da rahatsız etti artık. Çünkü devlet kendi istediği birilerinin görüşmesini istiyor kanaatimce. Kendi avukatlarının değil başka birilerin. Yarın bir mutabakat, başka bir anlaşma yapılacaksa, bunu kendi belirledikleri isimlerin yapmasını istiyorlar. Arkadaşlarımızı o nedenle tuttular böyle. Mesela 1.5 ay önce Adalet Bakanı ve Başbakan bu operasyonun sinyalini verdi: ‘Öcalan’ın avukatlarıyla ile ilgili bir düzenleme yapacağız’ dediler ve savcılar 2010 yılından beri biriktirdikleri dosyaları raflardan indirdi. 1.5 aydır birdenbire canlandırıldı olay. Burada Öcalan’ı tamamen avukatsız bırakmak, ailesinden belki ayda ya da yılda bir gidip 10 dakika, 15 dakika görüştürüp bunun temelleri atılmıştı aslında. Bu, operasyonun kılıfı oluyor.

6 AY SONRA AİHM YOLU KAPANACAK

*Peki AİHM’de Abdullah Öcalan’ın davaları halen sürmüyor mu?

-Aslında benim aklıma kötü bir senaryo geliyor. AİHM ile görüşüldü gibime geliyor. Çünkü AİHM’i geçenlerde hükümetin bir toplantısı oldu. AİHM ve Türk devleti önümüzdeki günlerde Türkiye’den AİHM ‘e gidecek dosyalarla ile ilgili bir toplantı yapıldı. Bu kamuoyunda pek yer almadı. O toplantılarda AİHM Türkiye’ye artık bazı konulardaki davaların AİHM’e taşınmaması için bazı düzenlemeler yapmasını önerdi. Anayasa Mahkemesinde bir bölüm açtı Türk devleti geçen yıl. Onu önümüzdeki yıl, 6 ay içinde o daire açılacak artık Türkiye’den AİHM’e cezaevinden yapılan başvurular, haksız tutuklamalar, bu tip durumlar AİHM’e gitmeyecek. Bu devir kapatılıyor. Bu davalar Türkiye’deki anayasa mahkemesine gidecek. AİHM zaten Öcalan’ın bütün başvurularını yıllardır sürüncemede bırakıyordu. Onları sonuca vardırmıyor, ısrarla bekletiyor ve büyük ihtimalle anayasa mahkemesinde bir bölüm açıldığında AİHM’deki dava dosyalarının hepsi buraya iade edilecek. En kötü tablo bu olacak. Türkiye’de zaten sağlıklı gitmeyen bir yargılama sistemi var. Böyle olunca avukatların ve Öcalan’ın sanki bir hukuki durumu yokmuş gibi bir tablo çizilecek. AİHM’de bundan sonra sadece ifade özgürlüğü ve işkence ile ilgili dosyalar incelenecek.

KAMUOYU SUSTURULDU

*Ev hapsinden söz ediliyordu, peki bu neydi?

-O seçim öncesi toplumda yapılmış suni bir nabız yoklaması ve Kürtleri biraz yatıştırma manevrasıydı. Çünkü dikkat ederseniz Kürtlerin çok ciddi ayaklandığı bir dönemdi. Benim kanaatim Fethullah Gülen’in bu son çıkışlarından sonra kendilerinin istediği gibi bir çözümü dayatacaklar.

*Bu son operasyonda karşısında kamuoyunun tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Kamuoyu kimin elinde kaldı zaten. Basının yüzde 95’i yandaş medya oldu. Örnek olarak Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı niye tutuklandı sanıyorsunuz? Normal demokratik bakış açısı olan köşe yazarlarını bile sus pus oldu, ‘aman biz de tutuklanırız’ diye. Kamuoyu bunlar zaten. Peki onlar biterse kim kalacak? Kürtlerin içinde kamuoyu yaratanların hemen hemen hepsini tutukladılar, onlar yetmedi şimdi de kamuoyu denilen köşe yazarları şu, bu susturuluyor. Hatırlarsınız Banu Güven sırf Vedat Türkali ile Kürt meselesi hakkında konuştuğu için işinden atıldı. Gazeteciler artık araştırma bile yapmadan, sorgulamadan savcının veya polisin öne sürdüğü tüm iddiaları gerçekmiş gibi yansıtıyor. En somut örneği gazetelerde elinden silahla fotoğrafı yer alan İrfan Dündar’ın fotoğrafı savcıların öne sürdüğü gibi Kandil’de değil Hakkari’de bir düğünde çekildi. Bu bile yalanların nasıl da gerçek gibi lanse edildiği küçük bir örnek.