31 Temmuz 2012 Salı

Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 7: Uygarlığın Yayılması


Bu bölümde Neil Faulkner, her biri rahipler, şehir yöneticileri ve savaş liderleri tarafından yönetilen kentlerdeki uygarlığın dünyaya yayılmasına ve gelişmesine değiniyor.
Dünyanın ilk sınıflı toplumu Sümer’de milattan önce 3000’li yıllarda ortaya çıktı. Başrahipler ve şehir yöneticilerinden oluşan bir seçkinler grubu, kendilerini toplumun üstünde konumlandırdı ve sıradan yurttaşları kendi çıkarları için sömürmeye başladı.

Giderek karmaşıklaşan toplum, onlara özel siyasi-dini roller tahsis etmiştir. Bu roller onlara mülkiyet ve artı değer üzerinde hâkimiyet vermiştir. Ancak kıtlığın ve yoksulluğun kural olduğu bir dünyada bu hâkimiyeti kendilerini zenginleştirmek ve kendi iktidarlarını desteklemek için kullanmışlardır.


Aynı anda ya da birazcık sonrasında birtakım başka yerlerde aynı şeyler olmuştur. Medeniyet tek bir merkezden dışarıya doğru yayılmamıştır: koşulların uygun olduğu yerlerde bağımsız biçimde ortaya çıkmıştır.


Sümer’de rahipler yönetici sınıfın çekirdeğini oluşturmuş, tapınak varlıkları onlara zenginlik sağlamış ve tapınak zigguratları onların en gösterişli eserleri olmuştur. Şehir yöneticileri ve savaş liderleri, teokratik seçkinler arasından seçilmiştir.


Mısır’da gerçek bunun tersidir. Şahin kavminin lideri ve efsanevi ilk firavun Menes, Nil Deltası’nı (Aşağı Mısır) ve Nil Vadisi’ni (Yukarı Mısır) askeri fetihle birleştirmiştir. Merkezileştirilmiş bir devlet yaratarak kendisini tanrı-kral (firavun) ilan etmiştir.


Rahipler, memurlar, tüccarlar, zanaatkârlar ve köylülerin hepsi firavunun emri altındaydı. Yönetici sınıf –rahipler ve memurlar- mülklerini ve konumlarını kralın himayesine borçluydular. Eski Mısır Krallığı’nın (M.Ö. 2705-2250) sembolik anıtları piramitler tapınak değil, kral mezarıydılar.


Sümerli rahipler ve şehir yöneticileri gibi, Mısırlı firavunlar da “kent devrimi”nin kültürel ambalajını geliştirdi: sulama çalışmaları, uzun mesafeli ticaret (özellikle madenler, kereste ve taş konusunda), okuryazarlık ve kayıt tutma, numerik gösterim ve geometri, standart ağırlıkları ve ölçüler, takvim ve zaman kaydetme, astronomi bilimi.


Kent ambalajı devletin ve seçkinlerin ihtiyaçlarını yansıtıyordu. Nil sularının denetimi, verimli hasadı, büyük üretim fazlasını ve sağlıklı bir işgücünü garantiye aldı. Resmi ticaret çalışmaları, silah üretimi, anıtsal mimari ve lüks tüketim için ihtiyaç duyulan hammaddeleri güvence altına aldı. Bilgili bir bürokrasi, devlet iktidarının bağlı olduğu vergi ve işçilik hizmetlerini yönetti.


Bağımsız “kentsel devrimler” birkaç farklı yerde ortaya çıktı. Bu, tüm insanların en üst düzey başarılara erişebilir olduğunu gösterir. Diğerlerine örnek olacak “üstün ırklar” ya da “uluslar” yoktur. Tarihsel farklılıkları belirleyen kültür ve şartlardır –biyoloji değildir.


Milattan önce 2600 dolaylarında İndus Vadisi’nde (Pakistan) kentsel uygarlık ortaya çıktı. Mohenjo-Daro’nun büyük anıtları ve ikamet edilen mahalleleri bir milkare alanı kapsar. Kazılarda çıkan damga pulları, standart ağırlıklar ve ölçüler, komplike bir yönetime işaret eder.


Kuzey Çin’in Sarı Nehir bölgesinde bulunan antik Anyang, neredeyse 10 km. uzunluğunda ve 4 km. genişliğinde duvarsız bir kompleksti. Muhtemelen milattan önce 13. yüzyılda Şang Hanedanı’nın başkentiydi. Kazılar, zengin kral mezarlarını, büyük miktarda süslenmiş bronz zulasını ve on binlerce çatlak ve yazılı kehanet kemiğini gün yüzüne çıkardı.


Meksika’daki Teotihuacan, zirvede olduğu milattan sonra 450-650 yılları arasında 8 mil kare büyüklüğünde ve 150 bin civarında nüfusa sahip bir Maya şehriydi. Merkezinde dev piramitlerin hâkim olduğu anıtsal bir kompleks vardı. Güneş Piramidi’nin tabanı 210 metrekare ve yüksekliği 64 metreydi.


Büyük Zimbabve (M.S. 1100-1500) Afrika’nın kalbinde 20 bin nüfuslu bir kentti. Zenginliğinin temelinde büyükbaş hayvancılık, zirai tarım ve altın, bakır, fildişi, köle ticareti yatıyordu. Zambezi ve Limpopo arasında 100 bin kilometrekare genişliğinde bir alanı vardı.


Eskiden akademisyenler uygarlığın tek bir merkezden yayıldığına inanırlardı. “Eski doğudan çıkan ışık”tan bahsederlerdi. Bu, 19. yüzyılda “Beyaz Adamın Sorumluluğu” –Avrupalı emperyalistlerin uygarlaştırma misyonu- fikirleri ile donatılmıştı.


Arkeoloji bunun aksini ispatlamıştır: uygarlık, birbirinden bağımsız olarak farklı yerlerde, farklı zamanlarda gelişti. Mesaj, tüm dünya halklarının ortak beşeriyeti ve eşit yaratıcı potansiyeli paylaştığı.


Ancak başlıca medeniyet merkezlerinin, kendilerini çevreleyen toplumlar üzerinde etkisi olmuştur. “Çekirdek” ile “çeper” arasında her zaman bir ilişki olur.


Mısırlı firavunlar Lübnan’dan kereste, Kıbrıs’tan bakır, Sudan’dan altın elde etmiştir. Kimi zaman bu bir barışçıl takas meselesi olmuştur. Lübnan’daki Biblos kenti kereste ticaretiyle zenginleşmişti. Yerel tüccarlar, Mısır dilini okuyabilen tezgâhtarlar çalıştırmışlardır. Kültürel etkileşim vardı.


Başka zamanlarda bu bir fetih meselesi olmuştur. Kuzey Sudan fethedilmiş ve altın vergisi vermeye zorlanmıştı.


Çekirdek ve çeper arasındaki etkileşim bu nedenle çok yönlüydü –ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel.


Ticarete olan rağbet tüccarları, deniz kaptanlarını ve gemi inşacılarını cesaretlendirmişti. Kürekçiler tarafından hareket ettirilen uzun tekneler, milattan önce 3000 yılından itibaren Ege Denizi’nde kullanılmıştır. Troya Kalesi milattan önce 2700 yılında Çanakkale Boğazı girişindeki bir limanı korumak için inşa edilmiştir.


Minos Uygarlığı’nın “Thalassokrasi”si (deniz hakimiyeti), milattan önce 1950-1450 yılları arasında Girit’in merkezi konumu ve adalıların kargo gemilerini derin gövdeli, yüksek kapasiteli, yelken gücüyle giden biçimdeki devrim niteliğinde tasarımları üzerinden egemenlik kurmuştur.


Minos Girit medeniyeti yöneticileri, geniş alana yayılmış, taştan yapılan, duvar resimlerinin ve devasa seramik kapların olduğu kilerlerin yer aldığı saraylarda yaşamıştır.


Homeros, kahramanı Odysseus’u seyahat yorgunu bir görünüşte tanımlar, onun “yaşamını hantal bir gemide, dışarıya giden malları hakkında endişelenerek harcayan, aşırı kârlarla eve geldiğinde gözünü yükünden ayırmayan bir tüccar gemisi kaptanı gibi” olduğunu söyler.


Böylece çeper, ticarete olan rağbet ile değişmiştir. Çeper, savaş tehdidiyle de değişmiştir. Akkad kralı Sargon, milattan önce 2330 sonrasında Mezopotamya şehirlerini birleştirmiş ve Pers Körfezi’nden Akdeniz’e dek uzanan bir imparatorluk yaratmıştır. Eski Krallık (Mısır medeniyetinde milattan önce üçüncü bin yıla verilen isim; ç.n.) firavunları, Sina’yı bakırı için fethetmişlerdir.


Süpergüç militarizmle tehdit edilen çeperdeki küçük devletler ve kabileler savaş için örgütlenmişti. Bronz Çağı dünyasına savaşçılar, silahlar ve savaş filoları egemendi. Ağır çekimdeki silahlanma yarışı, yüzyıllar boyunca hız kazandı. Duvar resimleri malların yüklendiği gemileri gösterir, ama aynı zamanda silahlanmış adamlarla dolu gemileri de gösterir.


Ticaret ve savaş vasıtasıyla ve malların, insanların, fikirlerin hareketi yoluyla çekirdek ve çeper toplumları birbirini etkilemiştir.


Kültürün paylaşımı ve yayılması, arkeologların “difüzyon” dedikleri şeydir. Bu, bilgi ve üretkenliğin gelişmesindeki başlıca süreçlerden biridir. İlerleme bariyerlerle engellenir, köprülerle kolaylaştırılır.


Ancak rekabet eden seçkinler ve hasım ordular dünyası aynı zamanda ölüm, tükenme ve gerileme potansiyeli barındırır. Göreceğimiz üzere, Bronz Çağı medeniyetinin zıtlıkları insanlığı durmadan krize ve barbarlığa sürüklemiştir.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/6085-a-marxist-history-of-the-world-part-7-the-spread-of-civilisation adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Kaynak:   http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_27.html

Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz... 

Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 6: İlk Yönetici Sınıf

Neil Faulkner bu bölümde insan emeğinin artan üretkenliği ile birlikte ortaya çıkan artı değerin toplumun bir kesimine çalışmadan yaşama fırsatı vermesi ve böylece ilk yönetici sınıfın ortaya çıkmasının üzerinde duruyor.

Irak’ın güneyinde Dicle-Fırat deltasında bir kara parçası olan tarihöncesi Sümer, bataklık ve çölün bir karışımıydı. Neolitik öncüler, milattan önce 3000 dolaylarında burada gerçek “Cennet Bahçesi”ni yaratmışlar.

Bataklıkları sudan arındırmışlar ve bunların arasındaki kumsal sığlıkları sulamışlar. Bu şekilde olağanüstü verimli alanlar yaratmışlar. Milattan önce 2500’de bir arpa tarlasındaki ortalama verim, ekimin 86 katıymış.


Bunları, pişmiş kile kazınmış yazılı kayıtlardan biliyoruz. Sümerler yazıyı icat etmişlerdir, çünkü yarattıkları karmaşık şehir toplumu detaylı kayıt tutmayı gerektirmiştir.


Antik Sümer, yaklaşık olarak günümüz Danimarka’sı kadardı. Zengin toprakları işlenir işlenmez çok büyük tarımsal arz fazlası üretebildi. Bu durum, köylerde yaşamaktan kentlerde yaşamaya doğru nitelikli bir değişimi olanaklı kıldı. Sümer, bir “kent devrimi” başardı.


Sümer höyükleri binlerce yıllık çökelme ile şekillenmiş yassı başlı yapay tepeciklerdir. Yassılaştırılmış kerpiçten yapıları sunan toprak katmanları, yerleşik halkın birbirini izleyen nesillerinin öyküsünü anlatır. Bunlar, milattan önce dördüncü ve üçüncü bin yıllar arasında Bakır Çağı köylerinin Bronz Çağı kentlerine dönüştüğünü gösterir.


Kazılar, büyük tapınakların hâkimiyetindeki şehirleri ve “ziggurat” olarak bilinen yapay tepecikleri ortaya çıkarmıştır. Erek şehrinde bulunan “Erken Hanedan” dönemine (M.Ö. 2900-2300) ait ziggurat 10 metre yüksekliğindeki ve güneşte kurutulmuş tuğlalarla yapılmıştı, burada binlerce topraktan yapılma kadeh ile karşılaşılmıştı ve üstü zift ile kaplanmıştı.


Şehir, ikamet ve üretim bölgeleriyle birlikte bir bütün olarak iki mil kare bir alanı kaplıyordu.


Tapınaklar –ve bunları desteklemek için kendisini çevreleyen kırlık araziler- tanrılara aitti. Lagaş bölgesi, 20 kadar tanrı arasında bölünmüştü.


Tanrıça Bau (Tanrı Ningirsu’nun eşi olan ve bazı kaynaklarda “Ba” diye de anılan şifa tanrıçası; ç.n.) , 17 mil kare alana sahipti. Bunu bir kısmı münferit ailelere tahsis edilmişti. Bir kısmı da ücretli işçiler, yarıcılar ya da örfi işçi hizmetliler tarafından Bau’nun kişisel mülkü olarak işletiliyordu.


Bau’nun yokluğunda mal varlığı tapınak rahipleri tarafından yönetilirdi. Bau’nun halkı sadece 08 ila 2.5 akre (Bir akre 4047 metrekareye denktir; ç.n.) arası toprağa sahipti. Ancak üst düzey bir tapınak yetkilisinin 35.5 akre araziye sahip olduğu bilinir.


Rahipler, kendi mülklerinden elde ettikleri şahsi servetle ve tapınak varlıklarının yarattığı zenginliğin kolektif idaresi ile bir seçkin tabakası oluşturdular.


Malvarlığı, rahipleri güçlü kıldı ve güç daha fazla zenginlik biriktirmek için kullanıldı. Bir Lagaş buyruğu, eski düzenin “başlangıçtan beri olduğu gibi” yeniden tesis edilmesini emretmekteydi. Buyruk, rahiplerin fakirlerden çaldıklarını, zorla almanın çeşitli biçimlerini icra ettiklerini ve tapınağın toprağına, hayvanlarına, ekipmanlarına ve hizmetlilerine kendi özel mülkleriymiş ya da köleleriymiş gibi davrandıklarını tescil ediyordu.


Terfi eden rahipler “şehir yöneticisi” oldular (sonrasında kral şeklini aldı). Lagaş’da şehir yöneticisi, baş tanrının ve yurttaş ordusunun başkomutanının başrahibiydi. Bau’nun arazisinin 608 akresini kullanma hakkına sahipti.


Lagaş şehir yöneticisi, ayrı şehir devletlere bölünmüş Sümer’de birçok yöneticiden biriydi. Bu devletler çoğu zaman birbirleriyle savaş halindeydi. Ur Sancağı (Ur şehrinde bir kral mezarından çıkan ve Sümer toplumunu anlatan levha; ç.n.), düşmanları çiğneyen dört tekerlekli savaş arabalarını, miğfer ve metal işlemeli pelerin içindeki mızrakçıları ve kralın önündeki çıplak mahkûmları betimler.


Her devlet, komşularının korkusu içinde yaşardı. Her birinin savunulacak toprağı, sürüleri, tahıl ambarları, hazineleri ve işgücü vardı. Askeri güç, savunma için kaçınılmazdı.


Ancak askeri güç bir kere edinildi mi proaktif olarak kullanılabilirdi. Engelleyici saldırı, geleceğin güvenliği için en iyi garanti olabilirdi. Yağmacı saldırı, bir hükümdarın zenginlik ve iktidarını arttırabilirdi.


Askeri gücün aynı zamanda ülke içine dönük bir fonksiyonu da vardı. Devlet, -hükümdar, rahipler, memurlar ve kâtipler bürokrasisi, yönettikleri silahlı erkekler topluluğu- şehirdeki yeni toplumsal düzenin sürdürülmesi için bir mekanizmaydı.


Bürokrasinin kendisi, sınıf iktidarının bir aracıydı. Kent toplumunun karmaşıklığı, kayıtları tutmak için yazıyı, ticaret için standartlaştırılmış ağırlık ve ölçüleri, arazi ölçümü için geometri ve aritmetiği gerektiriyordu.


Yeni uzmanlık kategorileri ustalıklar alanlarında eğitimliydi. Eğitimleri gizli ve kişiye özeldi. Devlet hiyerarşisi onları otorite ve statü ile dolduruşa getirmişti.


Daha eski uzmanlık kategorileri de –tüccarlar ve zanaatkârlar- yeni sınıf yapısını ağ gibi sarmıştı. Serbest piyasa yoktu. Antik kentin ekonomisi, siyasi düzene “gömülmüş”tü. Neyin ticaretinin yapılacağını, bunun nerede satılacağını ve kim tarafından satılacağını hükümdarlar kontrol ederdi. Bilhassa metallere dair tekeli, özellikle de bronz ve altın tekelini korurlardı.


Erken Hanedan Sümer, dünyada oluşumunu tamamlamış ilk sınıflı toplumuydu. En altta köleler vardı. Bunların üzerinde önemsiz konumdaki halk tabakası bulunuyordu. Bunların üzerinde ise özgür yurttaşlar vardı.


Bir pişmiş tablet, 205 köle kız ve çocuğun muhtemelen merkezi dokuma tesisinde çalıştırıldığına işaret eder. Bir diğeri, Lagaş’taki Bau tapınağındaki mesleki hiyerarşiyi betimler. En üstte ise kâtipler, memurlar ve rahipler vardı. En altta fırıncılar, bira yapımcıları, tekstil işçileri vardı ve bunların çoğu kadındı, köleydi.


Eşunna’daki kazılarda ortaya çıkan evler açık sınıfsal farklılıkları ortaya koymuştur. Ana caddelerdeki daha büyük evler 200 metrekare ya da daha fazla alan işgal etmektedir. Ancak çoğu kez 50 metrekare olan ve dar ara sokaklarda bulunan daha küçük evler ise çok daha fazladır.


Sınıfsal eşitsizliklere öfke duyulmuş ve direnilmiştir. Sümer tabletleri bu gerginlikleri ima etmektedir. Bu eşitsizlik uzlaşma temelli değildir. Zor yoluyla uygulanmak ve sürdürülmek zorundadır.


Bir azınlık, kendisini çoğunluğun üzerine yükseltmek için nasıl güç kazanmıştı? Birilerinin, çoğunluğun zararına olacak biçimde serveti kendi elinde toplamasını olanaklı kılan neydi?


Sınıf hem bir toplumsal ilişkidir –zengin ile yoksul arasında- hem de bir ekonomik süreçtir –sömürü ve artı değer birikiminden oluşan. Durmadan tekrar üretilmiş olmalıdır. Ve ihtilaflı bir durum olduğundan, sınıf mücadelesini de ihtiva eder.


Egemenlerin zenginlik ve iktidar için gayreti, yoksulluk ve mülkiyet bileşimi nedeniyle ilgi çekmiştir. Bu sımsıkı ikili, tüm sanayi öncesi toplumları kıskaç benzeri kontrolde tutar.


Fakirlik genel bir durumdur. Geleneksel tarım toplumları, herkes için bolluk sağlayacak yeterlilikte üretmezler. Bazen zorunlu ihtiyaçları sağlayacak kadar bile üretmezler.


Mülkiyet, kıt kaynaklara ilişkin ayrıcalıklı bir sebep sonuç ilişkisi iddiasıdır. Serveti belirli bireylere, ailelere, toprak sahiplerine, tapınaklara, kabilelere veya şehir devletlere pay eder. Mülkiyet özel ya da kolektif olabilir ama hiçbir zaman evrensel değildir.


Bu karşıt ikili –yoksulluk ve mülkiyet- sınıfsal eşitsizliğe, devlet iktidarına ve savaşa sebebiyet vermiştir.


Başrahipler ve tarih öncesi Sümer’in savaş ağaları sınıf mücadelesine, dini ve askeri uzmanlar olarak halk tarafından onaylanmışlığın avantajıyla girmişlerdir. Bu onlara büyümekte olan artı değer üzerinde kontrol imkânı tanımıştır. Daha sonra otoriteleri sorgulandığında, halk onayından vazgeçecek güce sahip olduklarını keşfetmişlerdir.


Sümerli seçkinler artı değeri kendi çıkarına biriktirir ve tüketir tüketmez, sömürücülerin yönetici sınıfını oluşturmuştur: tarihteki ilki.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/5933-a-marxist-history-of-the-world-part-6-the-first-ruling-class- adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir. 


Kaynak:   http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_24.html  

Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz... 

Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 5: Uzmanlıkların Ortaya Çıkışı

Dizinin bu bölümünde, Neil Faulkner tarafından tarih ilerledikçe üretim alanında ortaya çıkan uzmanlıklar ve bu uzmanlıkların toplumsal ilişkiler ve üretim ilişkileri üzerindeki etkisi irdeleniyor.

Erken Neolitik ekonomi, çözümsüz karşıtlıklarla kaderine terk edilmişti. Teknik, ilkeldi ve müsrifti. Toplumu, doğal felaketler ve zor zamanlar için stokları yoktu. Eski araziler yorulmuşken ve nüfus büyürken bakir topraklar tükenmişti.

Savaş, bu karşıtlıkların bir dışavurumuydu. Savaş, bazı topluluklara diğerlerinin mülklerini zorla alarak yoksulluk dışında bir yol sunuyordu. Fakat bu bir çözüm değildi. Verimliliği arttırma konusunda hiçbir şey yapmadı. Sadece, topraktaki, hayvanlardaki ve tahıl depolarındaki mevcut varlık rezervlerini yeniden bölüştürdü.


Homo Sapiens’in tanımlayıcı özelliklerinden biri yaratıcılıktı. Günümüz insanı, zorluklara yeni aletler ve teknikler geliştirerek yanıt verir. Uyumlanmaya uyarlanmıştır.


Erken Neolitik’in ekonomik çıkmazı, tarım, ulaşım ve alet yapımında kaydedilen devrimci ilerlemeler ile yarılmıştı.


Saban temelli “tarım” (arazilerin sürülmesi), yerini çapa temelli “bahçecilik”e (küçük bostan çalışmaları) bıraktı. Öküzün çektiği bir saban, çiftçinin geniş arazilerde çalışmasına, çimi sökmesine ve derine gömülü besleyici kaynaklardan faydalanmasına imkân verir. Çekme hayvanları aynı zamanda toprağı yeniden verimli kılmak için gereken gübreyi de üretir.


Sulama düzeneği, suyu çorak araziye getiriyordu. Çiftçi toplulukları su bentleri, kanallar ve savaklar ağını kazmak, korumak ve işletmek için kendilerini örgütledikleri zaman bunun etkisi, düzensiz yağışları dengelemek ve bereketli toprağı sürekli işler hale getirmek oldu.


Diğer yandan drenaj düzenekleri bataklıkları tarlaya dönüştürürken, bunlardan hiç kalmamışken işlemek için besince zengin toprak yarattı. Bir kez daha evvela kanal kazmak, sonrasında da bunları kum bakımından temiz tutmak için toplumsal emek gerekliydi.


Kara taşımacılığı, tekerleğin icadı ve yük hayvanlarının (öküzler, eşekler, atlar ve develer) yetiştirilmesi ile birlikte dönüşüm geçirdi. Yükler artık bir insanın sırtında taşıyabileceği ya da kızakla sürükleyebileceği ağırlıkla sınırlı değildi. Su taşımacılığı yelkenle birlikte dönüşüm geçirdi. Bu durumda rüzgâr gücü, kürekçinin kas gücünün yerini alması (ya da ona eklenmek) amacıyla kontrol altına alındı.


Taş, kemik ve ahşaptan yapılan aletler sınırlıdır. Bu aletler ancak parçaların kesilmesiyle şekillendirilebilir. Bir kere kırıldı mı atılmalıdırlar. Metal bunlara kıyasla büyülüdür. Eritilebilir, karıştırılabilir ve bin çeşit değişik biçimde kalıplanabilir. Soğutmayla katı, sert ve dayanıklı hale gelir. Ve israf yoktur: Hurda metalar sonsuz biçimde geri dönüştürülebilir.


Bakır, işlenen ilk metaldi. Bakır sonradan, daha sert alaşımlar elde etmek için başka metallerle karıştırıldı. Milattan önce 3000’de bronz elde etmek için kalay ile karıştırılmıştı. Bu, gelecek iki bin yıl süresince aletler, silahlar ve aksesuarlar yapmak için tercih edilen malzeme oldu.


Metal işleme teknolojisi büsbütün yeniydi. Porselen teknolojisi çoktan oluşturulmuştu, ama çömlekçi çarkı ile tanışmayla birlikte şimdi süratle gelişmişti. Kalıba dökülmüş kullanışlı bir kap –ve arzu edilmesi halinde daha iyi kalitede ve dekorasyon amaçlı olanı-, çarkta kısa bir zamanda şekillendirilebilirdi.


Milattan önce 4000-3000 yılları arasında Batı Asya’da bir dizi yenilik çiftçilerin işlerini dönüştürdü. Toprak, yıkama ve drenaj yoluyla çoğaltıldı, sabanla çok daha kolay işlendi ve düzenli gübrelemeyle ıslah edildi. Metalbilim daha sağlam aletler ve daha çok ve daha iyi toplama kapları olan çömlekçi çarkları üretti. Yük hayvanları, tekerlekli taşıtlar ve yelkenliler ağır yüklerin taşınmasına ve ürünlerin ticaretinin yapılmasına olanak sağladı.


Yeni fikirlerin birçoğu Batı Asya’dan çıkmıştır. Bazıları başka yerlerden alınmıştır. Orta Asya’nı bozkır göçebeleri, atı ilk evcilleştirenler ve at arabasını yapanlar olabilirler. Zanaatlarının ön planında Avrupa’nın metal işçileri vardı.


İyi fikirlerin farkına kısa sürede varılır. Geç Neolitik’in gelişmiş tarım metotları Batı Asya’dan Avrupa’ya hızla sıçradı.


Daha uzaklara yayılmış bölgelerde sonraki tarihlerde bağımsız gelişme mevcuttu. Örneğin Çin el arabasını icat etti, yamaçları terasladı ve pirinç fidelerinin zahmetli yetiştirme ve dikilmesine öncülük etti.


Yeni teknikler toplumsal değişime sürükledi. Erken Neolitik’in düşük teknolojili ekonomisi uzmanlaşmış emek gerektirmiyordu: herkes birlikte çalışıyordu. Geç Neolitik, Kalkolitik ve bronz Çağı’nın ileri teknolojili dünyası bir dizi uzmanlığa bel bağladı.


Sabanlar, el arabaları ve filikalar yapmak için maharetli marangozlara ihtiyaç vardı. Çömlekçiler, tarım ürünlerinden takas yoluyla bir parça almak için çömlekçi çarkıyla seri biçimde kaplar yaptılar. Metal işçileri, eritme ve demirciliği öğrenmek için uzun süre çıraklık yapıyorlardı.


Uzmanlaşma, emeği toprak parçasından ayırdı. Tüccarlar, bakır, obsidyen, lav taşı, süs kabukları ve yarı değerli taşlardan oluşan kıymetli yükleriyle uzun mesafeler kat ediyorlardı. Birçok tarihöncesi zanaatkâr da –tarihsel ataları gibi- gezgindi ve marifetlerini köy köy gezerek satıyordu.


Aile ve kabile bağları zayıfladı. Akrabalık temelli toplumsal ilişkilerin yanı sıra artık müşterilik ve ticaret temelli yeni ilişkiler vardı.


Cinsiyetler arası ilişkiler de değişti. Sosyal gruplar varlıklarını sürdürecek ve gelişecekse, ekonomik işgücü için sağlam bir ergen ve genç yetişkin nüfus arzına ihtiyaçları vardı. Yüksek ölüm oranlarından kaynaklı biçimde, bunu sağlamak için genç kadınlar yaşamlarının büyük kısmını hamile ya da çocuk emzirir şekilde geçirmişlerdir.


Paleolitik toplayıcılık ya da Erken Neolitik çapacılık, çocuk bakma ile birleştirilebilmeliydi. Geç Neolitik toprak sürme işi birleştirilemezdi.


Avcı toplayıcı topluluklarda ve ilk tarım topluluklarında kadınlar farklı roller oynamış, ancak eşit statü edinmiştir. İşbölümü açısından bir cinsiyet ayrımı olmuş, ancak kadın üzerinde baskı olmamıştır. Erken Neolitik’in uzun evleri, genişlemiş aileleri barındırırdı. Grup evlilikleri genel uygulama olmuş olabilir. Anayersel ikamet (erkeğin, eşinin ailesiyle yaşaması) ve ana soyluluk da (aileye mensubiyetin anne yoluyla geçmesi) kesinlikle öyle.


Ancak Geç Neolitik bir erkek dünyasıydı. Toprağı sürme, uzun mesafelerde ticaret ve gezgin zanaatkârlık çocuk taşımayla birleştirilemezdi. Saban, kağnı ve demir dövme, ataerkiyi yarattı.


İkinci bir tarımsal “devrim” –daha kesin olarak, radikal yeniliklerin ağır çekimde birikimi- Neolitik ekonomiyi dönüştürmüştür ve Neolitik toplumsal düzeni altüst etmiştir. Çapalama ve küçük bostanların yerini saban ve sulanmış ve gübrelenmiş arazi almıştır. Bundan dolayı anaerkil, aile temelli ve eşitlikçi topluluklar, otorite ve hiyerarşinin yeni tasarımlarınca dönüştürülmüştür.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/5822-a-marxist-history-of-the-world-part-5-the-rise-of-the-specialists- adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Kaynak:   http://gercegingunlugu.blogspot.fr/2012/07/marksizm-penceresinden-dunya-tarihi_20.html

Gerçeğin Günlüğü emekçilerine yazı için teşekkür ederiz...

Yüksek Kürt Konseyi: Türkiye Kürt İradesini Tanımalı

Hewler - Batı Kürdistan’ı temsilen kurulan Yüksek Kürt Konseyi üyesi Aldar Xelil, Hewler’deki toplantılarında bayrak ve örgütlenme modelini tartıştıklarını belirtirken, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Hewler ziyaretinde de gerekli yanıtı alacağını umduklarını söyledi. Suriye Kürtlerinin Türkiye için bir tehdit olmadığını belirten Xelil, “Türkiye Batı Kürdistan’daki Kürt iradesini tanımalı” dedi.

Batı Kürdistan Halk Konseyi (BKHK) ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi (SKUK) tarafından kurulan Yüksek Kürt Konseyi (YKK), Pazartesi gün Hewler’de toplanarak, bundan sonraki yol haritasını tartıştı. Bu toplantını yapıldığı sırada Batı ve Türkiye’nin desteğindeki Suriye Ulusal Konseyi (SUK) Başkanı Abdulbasıt Seyda da Hewler’deydi. Seyda’nın Kürt temsilcilerle görüşmek istediği belirtilirken, görüşme olup olmadığı öğrenilemedi. YKK üyesi Aldar Xelil, toplantıda yürütülen tartışmalar ve kararlar ile Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Hewler ziyaretini değerlendirdi.

HEWLER ZİYARETİNİ BARZANİ İSTEDİ

ANF Kürtçe servisine konuşan Xelil, Davutoğlu’nun YKK ile bir görüşme yapmasını beklemediklerini söylerken, Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin talebi üzerine Hewler’e ziyarette bulunduklarını söyledi. Xelil, Hewler’deki toplantıda Yüksek Konsey’in daha önce aldığı kararların uygulanması ve bundan sonra izlenecek yolun ele alındığını söylerken,

BKHK ve SKUK arasında ittifakın kurularak, Yüksek Konsey’in kurulması kararının alındığı Temmuz’un ikinci haftasındaki Barzani ile yapılan toplantıdan sonra, üçüncü kez toplandıklarını ifade eden Xelil, Batı Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri değerlendirirken, “Kürtlerin bölünmeyi istediği” yönünde yaratılan algıya tepki gösterdi.

Xelil, “Biz bu konuda bir açıklama yaptık. Dedik ki, Kürtler komşuları için tehdit değildir. Kürtlerden çevresindeki komşularına zarar gelmez. Yine Arap ve Suriye kamuoyunun da bilmesini isteriz ki, biz bölge için tehdit değiliz ve Suriye topraklarının parçalanmasından yana değiliz” dedi.

ORTAK BAYRAK

Toplantıda, Batı Kürdistan halkının taleplerinin de tartışıldığını ifade eden Xelil, “Rojava (Batı Kürdistan) Kürtlerinin ortak talepler etrafında buluşması gerekiyor. Yüksek Konsey Kürtlerin talepleri üzerine durdu. Özellikle de Batı Kürdistan için ortak bir bayrak konusu ele alındı. Zira diğer parçalardaki bayraklar sorun yaratıyor. Biz Kürdistan’ın diğer parçalarını da bir görüyoruz ama diğer parçaların bayraklarının taşınması komşu ülkeler tarafından farklı değerlendiriliyor. Diğer parçaların, Batı Kürdistan’a müdahalesi gibi bir algı oluşturuyorlar. Biz de diyoruz ki, Batı Kürdistan’ın kendisine has bir politikası vardır. Gerçek budur. Buna karşın, halkımız duygu boyutunda birbirine bağlıdır. Rojava’nın bir kimlik ve bayrağa sahip olması gerekiyor” şeklinde konuştu.

İLETİŞİM SÖZCÜSÜ

Tartışılan diğer konuların ise Batı Kürdistan’da oluşturulacak örgütlenme modeli ile Yüksek Konsey’in alt komitelerinin kurulması olduğunu belirten Aldar Xelil, “Örneğin, bundan böyle komünikasyon sözcülüğünü Sayın Ehmed Sileman yapacak” dedi. Xelil, maliye ve diğer alanlara ilişkin komitelerin de kurulduğunu söyledi.

TÜRKİYE’NİN MÜDAHALE HAKKI YOK

Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bugün öngörülen ziyaretine ilişkini de değerlendiren Xelil, Davutoğlu’nun Batı Kürdistan’daki durumdan duydukları rahatsızlığı iletmeye geleceğini söyledi.

Davutoğlu’na gerekli cevabın verileceğine inandığını belirten Xelil, “Batı’da (Suriye Kürdistan’ı) Kürtler var, müdahale yapılmamalı. Batı Kürtleri de Türkiye’nin içişlerine karışmıyor. Türkiye Batı Kürdistan’daki Kürtlerin iradesini tanımalı. Erdoğan nasıl ki Başar Esad’dan Suriye halkının iradesine saygı göstermesini istiyorsa, biz de Erdoğan ve Davutoğlu’na ‘Batı Kürdistan Kürtlerine müdahale etmeyin’ diyoruz. Zaten böyle bir müdahale hakkınız da yok” şeklinde yok.

DAVUTOĞLU’NA NE MESAJ VERİLECEK?

Xelil, Hewler’den beklentilerini ifade ederken, Davutoğlu’na şu mesajın verilmesini istedi: “Batı Kürtleri Türkiye için bir tehdit değildir. Batı Kürdistan Yüksek Konseyi zaten açıklama yaptı. Burada PKK’nin olmadığı söylenmeli. Batı’da sözkonusu olan Kürtlerin varlığıdır. Kendi hak ve özgürlükleri için mücadele ediyorlar. Bu da doğal ve meşrudur. Ona bunlar söylenmeli.”

Xelil, Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin, Davutoğlu’na Batı Kürdistan’ın Türkiye için bir tehdit oluşturmadığı ve kendilerinin de Batı’ya bir müdahalesinin sözkonusu olmayacağı yönünde bir mesaj vermesini umut ettiklerini belirtti.

AKP ÖNCE 25 MİLYON KÜRDÜN SORUNLARINI ÇÖZMELİ

AKP rejimine Türkiye’deki 25 milyon Kürdün sorunlarını önce çözmesi önerisinde bulunan Xelil, şöyle konuştu: “Biz Davutoğlu’nun Batı Kürdistan Kürtleri ile görüşme gerçekleştireceğine ihtimal vermiyoruz. Ama Türkiye herşeyden önce kendi içerisindeki Kürtlerin sorunlarını çözmeli. Orada 25 milyon Kürt yaşıyor ve inkar ediliyorlar. Kürtler orada bazı demokratik eylemler gerçekleştirdiğinde Erdoğan deliye döndü.”

Pazar günü Batı Kürdistan genelinde “Yüksek Konsey benim temsilcimdir” sloganı ile yapılan gösterileri selamlayan Xelil, bu gösterilerle Batı Kürdistan halkının herkese gerekli cevabı verdiğini kaydetti. Xelil, “Kürt halkı Batı Kürdistan’ın birliği için kararlıdır. Kürtler, Yüksek Konsey’in oluşturulmasından çok mutlu. Bu da omzumuzdaki yükün büyük olduğunu gösteriyor. Bu umudu karşılaya çabalıyoruz.”


ANF

HPG: Şemdinli'deki Devrimci Gerilla Operasyonu Sürüyor


Behdinan - HPG yaptığı açıklama ile Şemdinli’deki “devrimci operasyonun” devam ettiğini ve pazartesi günü yaşanan çatışmalarda da 15 asker öldürüldüğünü, 8 askerin de yaralandığını duyurdu.

Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde 23 Temmuz gününde bu yana devam eden çatışmalara ilişkin gibi veren HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM) 30 Temmuz günü de Türk ordu güçleri ile gerillalar arasında şiddetli çatışmaların yaşandığını bildirdi.

Türk ordusunun alanda bulunan bazı yerleri tutmak için harekete geçmesi üzerine çatışmaların yaşandığını belirten HPG-BİM açıklamasında çatışmalara ilişkin şunlar belirtildi: “ 30 Temmuz günü saat 16.30’da Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nirkola Boğazı ve Masiro Boğazında ilerlemek isteyen işgalci TC ordusuna ait askerlere yönelik olarak gerillalarımız tarafından iki ayrı eylem gerçekleştirmiştir. 19.30’a kadar devam eden şiddetli çatışmalar sonucunda Yukarı Nirkola Boğazında düşmanın 15 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüş, 8 asker ise yaralanmıştır. Masiro Boğazında yaşanan çatışmalarda ise düşmanın ölü ve yaralıların sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir.”
Eylem ardından Türk ordusunun çatışma alanlarını bombaladığı ifade eden açıklamada Türk ordusunun ölü ve yaralılarını skorsky tipi helikopterlerle alandan uzaklaştırdığı belirtildi.

Açıklamanın devamında HPG-BİM “İşgalci TC ordusu gece saatlerinde gücünü bir kademe geri çekmek zorunda kalmıştır” dedi.

HAVA SALDIRILARI DEVAM EDİYOR

Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde yaşanan çatışmalarda ağır darbe yiyen Türk ordusunun alana yönelik hava saldırıları devam ediyor.Türk ordusunun 30 Temmuz günü gerçekleştirdiği hava saldırılarına ilişkin HPG-BİM şunları belirtti: “Temmuz günü saat 20.00’den 31 Temmuz günü saat 04.00’e kadar Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Gostê Tepesi, Hacıbeg çevresi, Nirkola Köyü, Ranyapirê Köyü, Geniştepe ile Masiro Tepesine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından onlarca savaş uçağıyla bir hava saldırısı yapılmıştır. Aynı zamanda savaş uçaklarıyla bombalanan bu yerlere havan ve obüs saldırısı da yapılmıştır.”

ŞEMDİNLİ-GERDİYA YOLU TRAFİĞE KAPATILDI


HPG-BİM açıklamasında 29 Temmuz gününden beri Şemdinli-Gerdiya yolunun “işgalci TC” ordusu tarafından trafiğe kapatıldığına dikkat çekildi.

TOP SALDIRISI

HPG-BİM açıklamasında Hakkari’nin Gever (Yükekova) ilçesine bağlı Govendê dağına yönelik olarak Türk ordusu tarafından 30 Temmuz günü saat 12.00-16.00 saatleri arasında havan ve obüs toplarıyla bir saldırının gerçekleştiğini ifade etti.

HELİKOPTERLERE GERİLLA ENGELİ

Gever ilçesinden Oramar ve Şitaza alanlarına gitmek isteyen ve Türk ordusuna ait iki skorsky tipi helikopter 30 Temmuz günü saat 11.30 sularında gerillaların direnişi karşısında geri dönmek zorunda kaldı. Gerillaların eylemine ilişkin bilgi veren HPG-BİM iki skorsky tipi helikopterin ikinci defa da kobra tipi helikopterler desteğinde alana girmek istemesi karşısında tekrardan gerillalar tarafından püskürtüldüğünü belirtti.

GERİLLAR ORAMAR-ŞİTAZA YOLUNU KESTİ

Gever ilçesine bağlı Oramar ve Şitaza yolu HPG gerillaları tarafından kesilirken aynı yol üzerinde bulunan bir köprü de gerillalar tarafından imha edildi.

30 Temmuz günü saat 23.00 sularında Hakkari’nin Gever ilçesine bağlı Oramar ve Şitaza yolunun gerillalar tarafından kesildiğini bildiren HPG-BİM Şitaza ve Oramar arasında bulunan köprünün de gerillalar tarafından imha edildiğini duyurdu. Gerillaların gerçekleştirdiği eylem ardından Türk ordusu tarafından alana yönelik havan ve obüs saldırısı gerçekleşti.


ANF

Batı Kürdistan'da Kürt Halkı YÜKSEK KÜRT KONSEYİ'ni Kutladı








Qamişlo - Batı Kürdistan’da iki Kürt Meclisi arasındaki ittifakın sonucu olarak kurulan Yüksek Kürt Konseyi’ni kutlamak için bölge genelinde yüzbinlerce kişinin katıldığı gösteriler düzenlendi.

Qamişlo’dan Afrin’e, Kobani’den Derka Hemko’a, Amude’den Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’e kadar Pazar günü yüzbinler sokaklara çıktı.

“Yüksek Kürt Heyeti benim temsilcimdir” sloganı ile Batı Kürdistan’ın her tarafında yürüyüşler düzenlendi. Gösteriler sırasında Kürt bayrakları ile Kürt liderlerin resimleri taşındı.

Bunlar arasında PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 20. yüzyılın Kürt liderlerinden ve KDP’nin kurucusu Mustafa Barzani’nin resimlerinin yan yana olduğu posterler dikkat çekti.

Gösterilerde Öcalan resimlerinin yanı sıra, Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani ile Irak Devlet Başkanı ve YNK lideri Celal Talabani’nin resimler de taşındı.

Kadınların yoğun katılımının gözlendiği yürüyüşlerde, savunma birlikleri ve komitelerinin güvenliği sağladığı görüldü.

19-22 Temmuz tarihleri arasında yönetimleri halkın eline geçen Kobani, Afrin , Amude ve Derka Hemko kentlerinde halk sokaklara indi. Yine Dirbesiyê ve Serêkaniyê gibi kentlerde de coşkulu yürüyüşler yapıldı.

Gösterilerde, yaşamını yitiren Kürt militanların fotoğrafları da taşınırken, “Kürt Yüksek Konseyi benim temsilcimdir” yazılı büyük pankartlar göze çarptı.

Yaklaşık 600 bin Kürdün yaşadığı Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’te de 50 bin kişi sokaklara çıktı. Çatışmalardan kaynak olarak gıda, elektrik, ulaşım ve iletişim sorunlarının giderek ağırlaştığı kentte, Kürtler Şêx Meqsud ve Eşrefiye mahallelerine toplanmış durumda. Her iki mahallenin güvenliği savunma birlikleri tarafından sağlanıyor.

Halep’teki gösteride YPG’yi selamlayan pankartların yanı sıra, 26 Temmuz’da Baas rejiminin saldırısında hayatını kaybeden üç Kürdün resimleri taşındı.

İçerisinde PYD’nin bulunduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ile Suriye Kürt Ulusal Meclisi (ENKS), 24 Temmuz günü bölgenin en büyük Kürt kenti Qamişlo’da “Kürt Yüksek Konseyi”nin kurulduğunu ilan etmişti.

Halk Meclisi ile diğer bir çatı örgütü olan Kürt Ulusal Meclisi, 9-10 Temmuz tarihlerinde Hewler’de yapılan görüşmelerin ardından güçlerini ortaklaştırma kararı almışlardı. Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani huzurunda imzalanan yedi maddelik Kürt Yüksek Heyeti ve alt komitelerinin kurulmasını öngörüyordu.

Yüksek Heyet, Kürtleri hem içerde hem de uluslar arası düzeyde temsil edecek. Yüksek Heyet’te Beşi MGRK’den, beşi de ENKS’den olmak üzere toplam 10 kişi yer alıyor. 


ANF

Yüksek Kürt Konseyi, Ortak Model ve Bayrağı Tartışıyor

Yüksek Kürd Konseyi Toplantısından...
Hewler - Batı Kürdistan’daki iki büyük Kürt meclisi tarafından kurulan 10 kişilik Yüksek Kürt Konseyi, Federal Kürdistan’ın başkenti Hewler’de toplandı. Konsey, Batı Kürdistan için ortak model ve bayrağı tartışıyor.

Yüksek Kürt Konseyi üyeleri Federal Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasi parti örgütlerinin desteğini almak için Pazar günü Hewler’e geldi. Heyet üyeleri Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani ile bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmelerin detayları hakkında bilgi edinemedi.

Heyet üyeleri Güney Kürdistanlı örgütlerle yaptıkları görüşme ardından bugün kendi toplantısına başladı. Daha önce Rojava’da (Batı Kürdistan) yapılan iki toplantının devamı olan 3. Yüksek Kürt Konseyi toplantısında önemli konuların konuşulduğu belirtiliyor.

Alınan bilgilere göre, Batı Kürdistan’ı temsil edecek ortak bir bayrak ve daha da önemlisi Kürt örgütlerinin kendi taleplerini ortaklaştırma noktasında tartışmalar yürütülüyor. Zira Konseyi çok sayıda parti ve değişik örgütler temsil ediyor ve bu örgütler Kürtlerin talepleri noktasında değişik modeller öneriyor. İşte Yüksek Kürt Konseyi, üçüncü toplantısında bu konuda ortak bir modeli Kürtler adına dünyaya deklare etmeye hazırlanıyor.

Diğer yandan Konsey bünyesinde üç ayrı komite kuruldu ve Konsey toplantısından sonra komiteler çalışmalarına başlayacak. Kürt örgütleri komitelerde yer alacak üyelerin isimlerini de netleştirdi. Buna göre; Savunma Komitesi Batı Kürdistan’da kurulan Halk Savunma Birlikleri’ni(YPG)denetleyecek, Diplomasi Komitesi Kürtler adına uluslararası alanda diplomatik faaliyetler yürütecek. İç komite ise Batı Kürdistan’daki pratik çalışmalardan sorumlu olacak. Komitelerin kendi bünyelerinde alt komisyon da kuracağı belirtiliyor.

SUK İLE GÖRÜŞME ERTELENDİ

Hewler’de bugün önemli bir görüşme daha gerçekleşecekti ancak alınan bilgilere göre görüşmenin son anda ertelendi.

Batılı devletler ve AKP hükümetinin desteği ile kurulan Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) Başkanı Abdulbasit Seyda’nın, Rojava Yüksek Kürt Konseyi üyeleri ile ve özellikle de PYD’li üyelerle görüşme yapmak istediği belirtildi. Görüşmede kurulmak istenen geçici hükümet hakkında görüş alışverişinde bulunulacağı belirtiliyor. Bazı kaynaklar Abudlbasit Seyda’nın Hewler ziyaretini başka bir tarihe ertelediğini söylüyor. Fransız haber ajansı AFP ise, Sayda’nın Pazar akşamı Hewler’e indiğini yazmıştı. 


ANF