10 Şubat 2012 Cuma

TSK Çukurca'da Ağır Darbe Aldı!

Behdinan - HPG 9 Şubat günü Çukurca’da 10 ayrı noktaya düzenlenen eş zamanlı baskınlarda, karakol ve tepelerde çoğu paralı 29 asker cenazesinin üzerine gittiklerini açıkladı. Çukurca merkezde 12 komando, bir diğer askeri üste ise 2 askerin öldürüldüğünü ifade eden HPG, 8 mevzinin imha edildiğini ve çok sayıda silaha el konulduğunu bildirdi.

HPG Basın-İrtibat Merkezi, Hakkari’nin (Colemerg) Çukurca (Çêlê) ilçesinde 9 Şubat günü saat 02.15 sıralarında Türk ordusuna ait çok sayıda askeri hedefe yönelik koordineli olarak düzenlenen eş zamanlı eylemlere ilişkin detaylı bilgi ve bilanço verdi.

8 MEVZİ İMHA EDİLDİ, SİLAHLARA EL KONULDU

HPG-BİM,49 numaralı karakol ve etrafındaki 10 ayrı tepeye yönelik gerçekleştirilen baskınlarda 49 Karakolunda bulunan 8 mevzi ile birlikte 1 büyük termal, 1 Nikon dürbün imha edilmiş, 1 tank da ağır şekilde darbelenmiştir. Karakol ve tepelerde bulunan 70 askerin çoğu öldürülmüş, gerillalarımızın üzerine gittiği 29 cenazeye ait 1 adet BKC, 1 adet G3 ve 1 adet bomba atar silahına el koymuştur dedi.

HPG, BİM, bu karakola yönelik gerçekleştirilen ve 1 saat 15 dakika süren baskın esnasında Viyan Van, Rojhat, Şayan ve Diren Malazgirt isimli gerillaların hayatını kaybettiğini açıkladı.

12 KOMANDO ÖLDÜRÜLDÜ

HPG-BİM, eşzamanlı eylem çerçevesinde Çukurca merkezde bulunan ve operasyon merkezi olarak görev yapan Komando Taburuna yönelik de baskın düzenlendiğini belirterek, “Tabura ait cephaneliği imha etmiştir. Ayrıca burada toplam 12 komando öldürülmüştür” diye belirtti.

Açıklamada,Gerillalarımız ayrıca Çele merkezde bulunan ve 3 bine yakın askerin konumlandığı Tugay komutanlığını ağır silahlarla vurmuş, içinde tugay komutanının evinin, cephaneliğin ve askeri lojmanların bulunduğu çok sayıda bina isabet almıştır denildi.

GIRE ÜSSÜ’NE BASKINDA 2 ASKER ÖLDÜRÜLDÜ

HPG-BİM, ayrıca gerillalarımızın hedef aldığı Gıre askeri üssünün ise eylem gecesi ve ertesi gün akşam saatlerine kadar ateş altında tutulduğunu vurgulayarak, Burada 1 mevzi, 1 adet A4 silahı imha edilmiş, 2 asker de öldürülmüştür bilgisini verdi.

TSK KAYIPLARINI GİZLİYOR, EN AZ 43 ASKER ÖLDÜ,

Açıklamada devamla şu ifadeler yer aldı:Gerillalarımız koordineli eylem kapsamında Çele’ye bağlı Komando Tepesi, Şahin Tepesi, Sivri Tepe Karakolu ve tepesi de içinde olmak üzere birçok askeri hedefi de ağır ve orta silahlarla vurmuş, tepe ve karakollarda bulunan kimi binalar hedef alınıp yanmıştır.

Eylem esnasında ve ardından işgalci TC ordusu Çele merkezde bulunan birçok sivil yerleşimini çeşitli silahlarla taramış, ilçe merkezine giriş çıkışlar yasaklanırken, tüm telefon şebekeleri de kapatılmıştır.

Tüm eylemde çoğunluğu paralı askerlerden oluşan düşmanın gözle görülen 43 ölüsü ve çok sayıda yaralısı vardır. İşgalci TC ordusunun kayıpları hakkında ordu ve devlet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalar yalan olup, kayıplarını gizlemeyi amaçlamaktadır.”

HPG-BİM, "Bu eylem başta Önderliğimiz üzerinde yürütülen terör ve kış operasyonlarına karşılık gerçekleştirilen bir eylemidir." dedi.

ANF NEWS AGENCY

Bir Günde 63, 10 Günde 182, 41 Günde 1069 Gözaltı

AKP-Gülen rejimi bugün Adana, Hatay, Diyarbakır, Malazgirt ve Halfeti’de 63 kişiyi gözaltına alırken, bu sayı son 10 günde 182’ye, yılın başından bu yana ise 1069’a yükseldi. Terörle mücadele adı altında gerçekleştirilen bu düzeydeki gözaltılar, komşu Suriye dahil bugün dünyanın en baskıcı rejimlerinde bile yaşanmıyor.

ADANA VE HATAY’DA 44 GÖZALTI

Adana ve Hatay'da bu sabah gerçekleştirilen KCK adı altında düzenlenen ev baskınlarında, aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu en az 44 kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Operasyon kapsamında MİT lojmanlarında da arama yapılması dikkat çekti.

Eş zamanlı baskınlar bu sabah saat 05.00'te başlayıp 07.30'da sona erdi. Hatay ve Adana ile Ceyhan İlçesi'nde çok sayıda adrese düzenlenen baskınlarda, aralarında çocuklar ve kadınların da olduğu 44 kişi gözaltına alındı. Adana kent merkezindeki operasyon kapsamında polis MİT lojmanlarının aranması dikkat çekti.

Gözaltına alınanlardan Süheyla Bayav, Hebun Bağrıyanık, Zara Bağdu, Şilan Bağdu, Mazlum Duran, Nusret Konak, Gökhan Aslan, Nezir Geyik, Velat Sansarkan, Mahmut Kaya ve Raif Zamir adlı kişilerin isimleri öğrenilirken, polisin gözaltına aldığı kişiler sorgulanmak üzere Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürüldü. 2 MİT mensubu da ifade için Adana Emniyet Müdürlüğü'ne geldi. Gözaltına alınanların ne ile suçlandıkları bilinmiyor.

DİYARBAKIR’DA 5 GÖZALTI

Diyarbakır'ın Bağlar, Yenişehir ve Sur ilçelerinde sabah saatlerinde çok sayıda baskın düzenlendi. Düzenlenen ev baskınlarında Sadık Yöntem ve Fahri Aralan ile isimleri öğrenilemeyen 3 kişi gözaltına alındı. Bazı evlere düzenlenen baskınlarda hakkında arama kararı olanların arandığı öğrenildi. Gözaltı gerekçesi öğrenilemeyen 5 kişi Emniyet Müdürlüğü'ne götürülürken, gözaltı sayısının artabileceği belirtildi. Dün ve önceki gün de düzenlenen baskınlarda gözaltına alınan 2 kişi ile birlikte gözaltı sayısı 7'ye çıkarken, gözaltına alınanların emniyetteki işlemleri sürüyor.

MALAZGİRT’TE 2 GÖZALTI

Ayrıca Muş’un Malazgirt İlçesi'nde sabah saatlerinde yapılan ev baskınında Murat Payçu ve ismi öğrenilemeyen bir kişi gözaltına alındı. Gözaltı gerekçeleri öğrenilemeyen 2 kişi İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

HALFETİ’DE 12 GÖZALTI

Urfa'nın Halfeti İlçesi, Göklü Beldesi ile Bozyazı ve Ortayol köylerinde bu sabah eş zamanlı ev baskınları yapıldı. Yapılan baskınları sonucu en az 12 kişi gözaltına alındı. Gözaltı gerekçesi öğrenilmezken, Halfeli İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı askerlerince yapılan baskınların devam ettiği belirtildi.

Gözaltına alınan, Sevim Dilaver, Bülent Korkmaz, Hasan Tutak, Hasan Göklü, Ali Altun, Ali Şen, İbrahim Gül, Gökhan Kayıkkaç, Mustafa Çetinüstün, Sait Saim, Kemal Saim, Naim Kökoğlu'nun emniyette bekletildiği belirtildi.

HİLVAN’DA GÖZALTINA ALINAN 9 KİŞİ SAVCILIĞA GETİRİLDİ

8 Şubat günü Hilvan İlçesi'nde sabah saatlerinde düzenlenen ev baskınlarında aralarında BDP'li yöneticilerin de bulunduğu 9 kişi gözaltına alınmıştı. MEYA-DER Başkanı İhsan Yavuz, BDP İlçe Başkan Yardımcısı İsmet Koç, BDP eski İlçe Başkanı M. Ali Sütpak, Belediye Meclis Üyesi M. Emin Demir, BDP Eski İlçe Başkanı Hasan Kılıç, Ali Özdemir, Mehmet Kanat, Ruşen Coşkun ve F.Ö.'nün de (15) bulunduğu 9 kişi, emniyet işlemlerinin ardından Hilvan 10 Şubat Cuma günü Cumhuriyet Savcılığı'na getirildi. Gözaltındakilerin ifade işlemleri başlarken, aralarında Urfa İl Eş Başkanı Fatma İzol'un da bulunduğu çok sayıda kişi adliye binası önüne geldi.

YILIN BAŞINDAN BERİ SİYASİ GEREKÇELERLE 1069 GÖZALTI

ANF ve DİHA’daki gözaltı haberlerinden oluşturulan bilançoya göre yılın başından bu yana, 1 Ocak-10 Şubat arasında siyasi gerekçelerle en az 1069 kişi gözaltına alındı. Bunlar arasında çoğunluğu KCK operasyonlarında gözaltına alınanlar olmak üzere, belediye başkanları, gazeteciler, siyasetçiler, sendikacılar, insan hakları savunucuları, çocuklar, öğrenciler ve kadın aktivistler bulunuyor.

10 GÜNDE 182 GÖZALTI

1-10 Şubat tarihleri arasında başta Batman, Urfa, Kızıltepe, Hakkari ve Adana olmak üzere Kürdistan ve Batı kentlerinde en az 182 kişi gözaltına alındı. Bu süre içerisinde Batman’daki eş zamanlı baskınlarda 44, Hakkari’deki köy ve ev baskınlarında 30, Urfa’nın Hilvan ve Halfeti ilçelerinde 21, Kızıltepe’de 9 kişi gözaltına alınmıştı.

OCAK’TA 887 GÖZALTI

Birçok kez eş zamanlı operasyonların yapıldığı Ocak ayında ise en az 887 kişi gözaltına alındı. 29 Ocak’ta Tatvan’da gözaltına alınan 29 kişi, 17 Ocak’ta Siirt’te 38 kişi, 13 Ocak’ta İstanbul merkezli eş zamanlı baskınlarda 39 kişi bunlar arsında yer alıyor.

Bu bilançolar sadece ANF ve DİHA’da yer alan gözaltı haberlerinden elde edildi. Gerçek rakamın daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.

ANF NEWS AGENCY

4 MİT'çi Hakkında Yakalama Kararı Çıkarıldı

Ankara - İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı, Hakan Fidan'ın ifadesi için Ankara savcılığına talimat yazarken, Emre Taner, Afet Güneş ve 2 MİT'çi hakkında yakalama kararı çıkartıldı.

İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın dışındaki 4 MİT'çi için yakalama kararı çıkardı.

Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Fikret Seçen 8 Şubat günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’i ifadeye çağrıldığını söylemişti.

Ülke gündemine bomba gibi düşen ve hükümette şok etkisi yaratan bu gelişme ardından, Ankara’da hareketli gelişmeler yaşanmıştı. 9 Şubat Perşembe günü Başbakan Recep Tayyip Erdoağn, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile görüşmüştü.

ANF NEWS AGENCY

Alman Vekiller: Paralel Devleti, AKP-Gülen Cemaati Geliştiriyor

Berlin - Almanya eski federal milletvekili ve hukukçu Prof. Dr. Norman Paech, AKP iktidarında Türkiye’nin despotik bir rejime dönüşmekte olduğunu belirterek hükümeti şiddetten vazgeçmeye çağırırken, Almanya Federal Parlamentosu Sol Parti Milletvekili Ulla Jelpke Türkiye’de "paralel devleti" KCK'nin değil "derin devlet" şeklinde AKP ve onun arkasındaki Gülen Cemaatinin geliştirdiğini söyledi. Almanya Federal Parlamentosu Sol Parti Milletvekili Heidrun Dittrich ise Erdoğan’ın savaş suçlusu olduğunu ifade etti.

Seçilmişler açısından Dünyanın en büyük cezaevi unvanına sahip Türkiye’de ‘KCK Operasyonları’ kapsamında tutuklananların durumuna dikkat çekmek için, Almanya’da çoğu alman aktivistin başlattığı “Demokrasi Parmaklıklar Ardında” kampanyası genişleyerek devam ediyor.

Hükümetin izlediği politikalardan dolayı Türkiye’de siyasi ve toplumsal sorunlar her geçen gün daha da derinleşirken, Avrupa‘da resmi kurum ve kuruluşların sessizliği, duyarsızlığı ve tavırsızlığına tepki gösteren kampanya yürütücüleri, KCK operasyonları kapsamında tutuklu bulunanlara siyasetçi ve aktivistlere yönelik dayanışmayı imza kampanyası, mektup gönderme gibi değişik biçimde çalışmalar yürütüyor. Kampanya aktivistleri duyarlılık yaratmak için uluslararası tanınmış akademisyen, yazar ve siyasetçilerden görüş alarak siyasi tutsaklar ile dayanışmasını sürdürüyor.

Daha önce aralarında Prof. Dr. Noam Chomsky, Prof. Dr. Georg Auernheimer, Prof. Dr. Ulrich Gottstein, Dr. Peter Strutynski, Luisa Morgantini, Lucina Kathmann gibi aydın ve barış savunucuları, KCK operasyonları adı altında Kürtlere yönelik baskıları kınayarak, Türk devletine “Siyasi tutsakları serbest bırakın” çağrısında bulunmuşlardı. Kampanyanın taleplerine destek bu sefer de Alman Federal Millettekilerden Ulla Jelpke ve Heidrun Dittrich, gazetecilerden Edgar Auth ve Michel Warschawski, Akademisyenlerden Prof. Dr. Norman Paech, Dr. Les Levidow ve Dr. Ahmet Djavit An geldi.

PAECH: TÜRK HÜKÜMETİ DESPOTİK BİR REJİME DÖNÜŞÜYOR


Almanya eski federal milletvekili ve hukukçu Prof. Dr. Norman Paech son zamanlarda Türkiye’den gelen haberlerin, bu büyük ve önemli ülkede yaşanan gelişmeler konusunda kendilerini korkuttuğunu ve kaygılandırdığını söyledi. Paech, "Türkiye bir tarafta Avrupa’da eşit haklara sahip bir ülke olmak istiyor, diğer tarafta ise siyasetçilere, entelektüellere ve vatandaşlarına karşı yürütülen keyfi tutuklamalar, yine Kürt yerleşim yerlerine karşı geliştirmiş olduğu askeri saldırılarda suçsuz insanlar öldürülmesiyle, askeri darbe ve şiddet ortamının yaşandığı bir zamana dönüyor " dedi.

Profesör Paech, Türkiye‘de siyasi tutsakların sayısının sürekli yükseldiğini ve bununla birlikte polis ve mahkemelerin yaklaşımlarının da giderek antidemokratik bir hal aldığına dikkat çekerek şunları söyledi: "Sorunun politik çözümü için Kürtlerin uzattığı eli tutmak yerine hükümet Kürtler ile Türklerin bir arada yaşamasını askeri şiddet ile sağlayabileceğine inanıyor. Bizim korkumuz şudur, Türk hükümeti giderek despotik bir rejime dönüşüp, tüm toplumun barışçıl olarak bir arada yaşamasını gözden kaçırıyor.” Paech ayrıca Türk hükümetine ve ordusuna şu çağırıda bulundu: "Biz hükümete ve orduya, hukuk devleti kanunlarına dönmeye ve şiddetten vazgeçmeye çağırıyoruz".
LEVİDOW: ANTİ-TERÖR YASALARI, YASAL DEĞİLDİR

Kampanyaya destek veren diğer akademisyenlerden birisi de İngiltere Londra’da yaşayan Dr. Les Levidow. Toplulukları kriminalize etmeye karşı kampanyanın (Campaign Against Criminalising Communities) yöneticisi Dr. Les Levidow, Arap ayaklanmalarındaki talepler için Türk hükümetinin kendisini demokratik bir modeli olarak sunduğuna dikkat çekti. Levidow KCK operasyonları kapsamında AKP hükümetinin kendi özel hukuk sistemine ve buna dayanarak içine girdiği tutumu eleştirirken şunları ifade etti: "Türk devleti ülkesinde demokratik haklar ve ifade özgürlüğü için mücadele edenleri kriminalize ediyor. Kürt aktivistleri ve onlar ile dayanışma içerisinde olanlara baskı ve Anti terör yasaları uyguluyor. Bu yasal yetki Türkiye’nin Avrupa Birliği ve İngiltere’nin yasalarını referans almaya götürüyor, ki buralarda da ‘terörizm’ çok genel ele alınıyor, dolayısıyla bu durum beraberinde her hangi bir siyasi muhalefeti ‘terörizm’ olarak yorumlamaya götürebiliyor."

AKP’nin “İngiltere ve AB’den feyiz alarak Kürtlere ve muhaliflere uyguladığı bu hukuk dışılığa” vurgu yapan Levidow, "Bu yasalara dayalı her tutukluluk hukuka aykırıdır ve derhal durdurulmalıdır. Bu aynı zamanda temel demokratik haklarının korunması için gerekli bir ön koşuldur " dedi.

JELPKE: ERDOĞAN TÜRKİYE’Yİ 12 EYLÜL CUNTASI GİBİ HAPİSHANEYE ÇEVİRDİ

Almanya Federal Parlamentosu Sol Parti Milletvekili Ulla Jelpke ise AKP’nin çıkış koşullarındaki söylemler ile günümüzde içinde bulunduğu antidemokratik siyasetine dikkat çekerek şunları ifade etti: "İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, tüm bu temel demokratik özgürlükler 2002 seçimlerinde AKP’yi hükümet yapan talep ve söylemlerdi. Fakat bugün Türkiye’de bugüne kadar hiç olmadığı kadar bu özgürlükler ayaklar altına alınıyor."

Jelpke AKP-Gülen İttifakına da işaret ederek, "Muhalif görüşler, AKP hükümetini ve onun arkasında duran Gülen Cemaatini eleştirenler takip ediliyor ve binlerce muhalif geliştirilmiş saçma gerekçeler ile tutuklanıyor. Başbakan Erdoğan liderliğindeki AKP hükümeti döneminde Türkiye yeniden 12 Eylül cuntası gibi bir hapishaneye çevrildi."

'PARALEL DEVLET, AKP DERİN DEVLETİ OLARAK GELİŞİYOR'

Ulla Jelpke açıklamasında ayrıca Erdoğan’ın KCK Operasyonlarını savunarak, Kürtleri Türkiye’de paralel bir devlet geliştirmeye çalıştıklarına dair açıklamasına ilişkin ise şu ifadeleri kullandı: "Erdoğan KCK Operasyonları kapsamında tutuklanan Kürt siyasetçi ve aktivistlere Türkiye’de ‘paralel devlet’ kurmakla suçladı. Fakat siyasi muhaliflik, yine AKP’ye ait olmayan Belediye başkanları ve milletvekili seçmek, paralel bir devlet kurmak değil, sadece demokratik haklarını hayata geçirmektir. Gerçekte ise paralel devleti yani yeni ‘derin devleti’ AKP ve onun arkasındaki Gülen Cemaati geliştiriyor.”

Jelpke tüm siyasi tutsakların serbest bırakılmasını talep ettiği açıklamasında "Türkiye’deki solcu, laik ve Kürt siyasi tutsaklar ile dayanışma içerisinde olduğumu ifade ediyorum. Dolayısıyla hepimiz onların özgürlüğü için mücadele içinde olalım." dedi.

WARSCHAWSKI: ORDUYU KIŞLAYA GÖNDERMELİ

İsrail-Filistin için alternatif bilgilendirme merkezi (AİC) kuruyucularından Küdüs’te yaşayan İsrail’li gazeteci Michel Warschawski, Türkiye bölgesel bir güce dönüşerek Ortadoğu’da daha bölük bir rol oynamak istediği bir süreçten geçtiğine dikkat çekti. Warschawski şöyle dedi: "Türkiye, İsrail devleti ile olan ittifakı sorgulayarak, İsrail’in sömürgeci işgaline son vermek için bölgede yürütülen çabalara bir zenginlik katabilir. Ama Türkiye Ortadoğu’da üstlenebileceği ve üstlenmesi gereken bu rol için öncelikle yapması gereken vatandaşların haklarını baskı altına alan, kanlı askeri ve siyasi saldırılarıyla Kürt halkına karşı sürekli devam ettirdiği savaş durumuna son vermelidir.”
Warschawski Orduyu kışlaya çığırarak şunları ifade etti: "Türkiye’de milyonlarca kadın ve erkek biliyor, artık orduyu kışlaya gönderme zamanı gelmiştir."
AUTH: DEMOKRATİK ÖZERKLİK TÜRKİYE’NİN İÇ BÜTÜNLÜĞÜNÜ GELİŞTİRİR

Almanya Frankfurt’ta yaşayan eski Frankfurt Rundschau gazetesi Ortadoğu Editörü, serbest gazeteci Edgar Auth ‘Demokrasi Parmaklıklar Ardında’ kampanyasına destek amacıyla yaptığı açıklamada, Türkiye’nin kendi içerisinde değişik halklara yönelik uyguladığı asimilasyon politikasına dikkat çekti. Gazetici Auth, "Türkiye çoğu zaman gururlu bir ülke olarak tanımlanır. Fakat Kürtlere, Ermenilere ve diğer azınlıklara karşı ise hor yaklaşıyor. Kürt siyasetçileri, avukat, gazeteci ve akademisyenlerine yönelik toplu tutuklamalarda, derin bir güvensizlik ve korkular ile sarsılmış bir ülkenin, kendine güvenden yoksun, tüm halk gruplarına yapıcı, hoşgörülü ve sakin yaklaşmadığının açık göstergesidir. Kuruluşundan yaklaşık 90 yıl sonra mevcut Türkiye artık korkusuzca ülkede bulunan büyük vatandaş gruplarının taleplerini gözden geçirip, tabu ve şiddetten uzak bir biçimde masaya yatırması gerekiyor" dedi.

14 Temmuz 2011’de DTK tarafından ilan edilen Demokratik Özerkliğin Türkiye için birleştirici bir konsept olduğuna dikkat çeken Edgar Auth "Kürtlerin, Türkiye çatısı altında bütünsellik içerisinde Demokratik Özerklik konseptini geliştirme çabaları ülkede iç bütünlüğü ve sağlıklı bir özgüveni geliştirecektir, dolayısıyla hemen her farklı düşünceye karşı temeline kadar bir sarsıntı yaşamayacaktır” ifadelerini kullandı.

'KÜRT İSYANCILAR İLE EŞİT KOŞULLARDA MÜZÜKERE EDİLMELİ'

AKP hükümetinin talimatları ile süren askeri operasyonlara dikkat çeken Auth, çözümün Kürt isyancılar ile eşit koşullarda müzakereden geçtiğine vurgu yaparak şunları belirtti: "Eğer İslamcı temele dayanan AKP hükümeti kendi siyasi modelini Arap coğrafyasındaki arayışlara örnek olarak sunmak istiyorsa, öncelikle kendi ülkesinde demokratik ilişkiler yaratmalı ve Kürt isyancılarına karşı askeri saldırıları ve toplu tutuklamaları durdurmalıdır. İsyancıların barışa hazır olduklarını defalarca ateşkes süreçlerini geliştirerek ispatladılar. İsyancılar ile artık eşit koşullarda korkusuzca müzakere etmek iyi olur. "

DITTRICH: ERDOĞAN SAVAŞ SUÇLUSU

Almanya Federal Parlamentosu Sol Parti Milletvekili Heidrun Dittrich ise Kürt Sorunun uluslararası boyutuna dikkat çekerek şunları ifade etti: "Türk-Kürt Sorunu uluslararası bir sorundur. Sol Parti Federal Parlamento üyeleri Erdoğan hakkında ‘savaş suçlusu’ olarak dava açtı."

Türkiye’de Kürt sorunu ile ilgili gelişmeleri yakından takip ettiğini vurgulayan Dittrich, önümüzdeki dönemde Hannover’de yapacağı bir panelde "Kürt bölgelerinde savaş ve barış" konusunu irdeleyeceklerini ifade etti. Yine kamuoyunu bilgilendirmek için bu panelde Kürt sorunun tarihçesini ve AKP-Gülen hareketinin etkisini ve 34 sivil insan öldürüldüğü Roboski katliamı işleyeceklerini söyledi. Heidrun Dittrich ayrıca ‘Siyasi tutsakların serbest bırakılması, Kürt sorununa siyasi çözümünü ve Kürt halkının demokratik özerklik projesine karşı saldırıların bir an önce sona erdirilmesini’ talep eden "Demokrasi demir parmaklıklar arkasında" kampanyasının taleplerini desteklediğini açıkladı.

DJAVIT AN: SİYASİ TUTSAKLAR SERBEST BIRAKILSIN

Kıbrıslı Sağlıkçı ve Tarihçi Dr. Ahmet Djavit An, Kıbrıslı Türk demokratlar olarak, Türkiye’deki gelişmelerden çok kaygı duyduklarını ifade ederek şu çağrıda bulundu: "tüm siyasi tutsakların serbest bırakılmasını ve Kürt sorununa siyasi çözüm geliştirilmesi için çağrıda bulunuyoruz."
Türk devletinin saldırgan ve işgalci politikalarının Kıbrıs’a yansımalarına da değinen Djavit An "Ayrıca Kıbrıs sorununda da, Kıbrıs‘ın Türkiye tarafında işgal ve sömürüsüne son verecek bir çözüm talep ediyoruz" dedi.

KAMPANYA ÇALIŞMALARI DEVAM EDECEK

“Demokrasi Parmaklıklar Ardında” kampanyası aktivistleri kamuoyunda bilinen isimlerden destek almanın yarınısıra, KCK operasyonu kapsamında son üç yılda tutuklanan 6200 kişiye kartpostal göndereceklerini, önümüzdeki dönemde değişik etkinliklerle çalışmalarını sürdüreceklerini ve AKP’nin Kürtlere yönelik siyasi soykırım politikalarını kamuoyuna duyurmaya devam edileceklerini belirtti. Kampanya aktivistleri, kampanyaya destek vermek isteyen herkesin http://demokratiehintergittern.blogsport.de adresinde bilgi alabileceklerini vurguladılar.

ANF NEWS AGENCY

KCK İnanç Komitesi: Müslüman-Laik Tartışması AKP Tuzağı

Behdinan - KCK İnanç ve Azınlıklar Komitesi, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “dindar bir nesil yetiştireceğiz” şeklindeki sözleriyle alevlenen Müslüman-Laik tartışmasını bir tuzak olduğunu belirterek, “Başbakana düşen görev, insanlara çocuklarını hangi değerlerle yetiştireceklerini dikte etmek değil” dedi.

Başbakan Erdoğan’ın, partisinin düzenlediği il başkanları toplantısında sarf ettiği ‘dindar bir nesil yetiştireceğiz’ şeklindeki sözlerine tepki gösteren KCK İnanç ve Azınlıklar Komitesi, Erdoğan’ın bu düşüncesini, partisinin ‘muhafazakâr ve demokrat’ bir parti olduğuna dayandırdığını hatırlattı.

Ana muhalefet partisi CHP’nin, bu konuşmaya ‘laik eğitim sistemi elden gidiyor’ diyerek, kendilerinden beklenen tepkiyi gösterdiğine işaret eden Komite, “Türkiye’de bir süredir gündemden düşen Laik-Müslüman çekişmesi biçimindeki suni tartışma yeniden alevleniyor” diye belirtti.

TUZAK

KCK İnanç ve Azınlıklar Komitesi şunları ifade etti: “Konuyu Laik-Müslüman ikilemiyle ele almak, Başbakanın hazırladığı tuzağa düşmek anlamına geliyor. Zira sözüne karşı çıkıldığı andan itibaren Başbakan kendisini, dindar ve toplumun değerlerini korumaya adamış bir şahsiyet olarak ilan ediyor ve karşısındakileri de, din ve ahlak dışı kişiler diye topa tutuyor. Böylece Başbakan kendisinde hiç bulunmayan iki değeri sanal bir biçimde pazarlayarak rant elde ediyor.

BU ZİHNİYET HİTLER’İN “SAF IRK” YARATMA HEZEYANINA VARABİLİR


Öncelikle, çocukların inanç ve ahlaki değerler açısından nasıl yetiştirileceği konusu devletin değil, aile ve toplumun sorumluluğundadır. Başbakana düşen görev de, insanlara çocuklarını hangi değerlerle yetiştireceklerini dikte etmek değil, aile ve toplumsal grupların kendi inanç ve ahlaki değerleri doğrultusunda çocuklarını yetiştirebilecekleri güvenli bir ortam yaratmaktır; bunun için ailelere maddi olanaklar sağlamak kadar topluma demokratik zemin sunmakta başbakanın görevleri arasındadır. Çocukları, aile ve toplumun inisiyatifinden çıkararak, devlet tarafından yetiştirmeyi ön gören zihniyet, sonuçta, Hitler’in ‘saf ırk’ yaratma hezeyanına varacak olan bir zihniyettir. Çünkü bu zihniyet, ailelere, çocuk üretme fabrikaları, çocuklara da buralarda üretilen araçlar gözüyle bakmaktadır. Bu zihniyet çocukları tamamen devletin hedef ve çıkarları doğrultusunda yetiştirmekte, neticede devlet amaç, insanlar da araç olmaktadır. Bu noktada Başbakanın kendisinden öncekilerden farkı, onların aynı işlemi laiklik adına yapmış olmalarıdır. Burada önemli olan laiklik ya da dindarlık değil, çocukların yetiştirilmesi sorumluluğunun aile ve toplumdan alınarak insanların toplumsal değerlerinden uzaklaştırılmalarıdır. Başbakanın daha önce kadınlara, en az üç çocuk yapmalarını salık vermesi de bu zihniyetinin ürünüdür.

KÜRTLER İÇİN ANLAMI İSE YENİ BİR ASİMİLASYON HAMLESİ

Başbakanın, ‘dindar nesil yetiştireceğiz’ biçimindeki sözlerinin Kürtler açısından meali ise, yeni bir asimilasyon hamlesinin başlatılmasıdır. Cumhuriyet rejiminin seksen yıl ‘laiklik’ adı altında gerçekleştiremediği asimilasyonun, bu kez de, dinin alet edilmesi suretiyle yapılmaya çalışılmasıdır; Kürt özgürlük hareketinin, devletin boyunduruğu altından çıkardığı Özgür Kürt toplumunu yeniden boyunduruk altına alma girişimidir. Kuşkusuz AKP’nin bu projesi de öncekiler gibi aydınlanmış Kürt toplumunun yüksek bilinç standartlarına çarparak işlevsiz kalacaktır.

ERDOĞAN’IN NE DİNLE NE DE DEMOKRATLIKLA ALAKASI YOK

Başbakan, konuşmasında ‘dindar bir nesil yetiştireceğiz’ derken, kendisinin muhafazakâr ve demokrat olduğunun altını da kalın bir çizgiyle çiziyor. Bir sefer muhafazakâr olmak toplumun değer ve geleneklerine bağlı ve saygılı olmak anlamına geliyor. Din ve ahlak, Ortadoğu toplumların en iyi bildiği iki değer oluyor; onlara ‘ben devlet olarak size din ve ahlak öğreteceğim’ demek, en hafif nitelemeyle nezaket ve saygı sınırlarını zorlamak anlamına geliyor. Onun da ötesinde, bu sözleri sarf ederken ‘hoca efendi’yle birlikte ABD’nin kucağında oturuyor olmak, ne dine ne ahlaka ne de muhafazakârlığa sığıyor. Ayrıca, çok sayıda din, mezhep ve farklı inançların bir arada yaşadığı bir coğrafyada devlet olanaklarını kullanarak bir inancı diğerlerinin aleyhine hâkim kılmaya çalışmakta demokratlıkla örtüşmüyor. Dolayısıyla iddia ettiği gibi Başbakanın, din’le de, muhafazakârlıkla da, demokratlıkla da bir alakası olmadığı açığa çıkıyor. Bu konuşmasıyla Başbakan, uzun vadede Tanrı katına çıkardığı devletine kusursuz hizmet edecek kullar yaratırken, kısa vadede de siyasi rant elde etmeyi hedefliyor. Ama ille de Başbakanın din ve muhafazakârlıkla bir bağlantısını kurmak gerekiyorsa dinlerden onu ıslah, Allah’tan da, Türkiye toplumunu ondan muhafaza etmesini dilemek gerekiyor.”

ANF NEWS AGENCY

Erken Seçime mi Gidiliyor?

Türk basını tarafından, devlet içinde iktidar kavgası olarak değerlendirilen, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın şüpheli sıfatıyla özel yetkili cumhuriyet savcısı tarafından ifadeye çağrılması, AKP iktidarı üzerinde hak iddia eden Gülen Cemaati'nin bu hesabı sorması olarak değerlendirilebilir.

Polis kaynaklarının, ”MİT'in iddia edilen KCK'nın içinde yapılandığı ve çeşitli eylemlere katıldığı” iddiası da sürecin ne denli kirli bir zeminde yürütüldüğünün ip uçlarını veriyor. Şike yasası ile su yüzüne çıkan ve bu olayla Cemaat'in önde gelen isimleri tarafından yüksek sesle dile getirilen, Cemaat-AKP güç çekişmesinin, MİT operasyonu ile geldiği aşama, bundan sonra bu iktidar kavgasının boyutlanarak devam edeceğini gösteriyor.

Kürt sorununun diyaloğa dayalı siyasal çözümü konusunda, İmralı Adası'ndaki esaret koşullarına karşın büyük bir çaba gösteren Abdullah Öcalan ve PKK'nin kendisine sunduğu uygun zemini doğru değerlendirmek yerine, ”şiddetle tasfiye ederek çözerizcilerin” ipiyle kuyuya inen Tayyip Erdoğan'ın üzerine ilk toprağı da bu çevreler atıyor.

Diyalog masasını zaman kazanmak için fırsat sayarak, sonunda masayı terk edip, masayı oluşturan süreci de yok sayan Erdoğan, Kürdistan dağlarına yağdırdığı bombaların gerillaya değil, kendi siyasal ekibine ve hesaplarına yönelik tahribatını MİT operasyonuyla yakından gördü. Silahlı imhaya dayalı, ”çözüm yönteminin” sonuç vermeyeceğini kısa zamanda fark edince, buradan geri dönüşün önünü kapamak isteyen Cemaat, süreci savaşa mahkum etmek için harekete geçti.

MİT Müsteşarı Fidan'ın Öcalan ve PKK yetkilileri ile yaptığı görüşmelerin sorgulanması hamlesi ile hedeflenenin, Kürt sorununun siyasal çözümü konusunda, kısa-uzun vadede oluşacak olası yeni bir diyalog zeminin şimdiden sabote etmek olduğu açık bir biçimde görülüyor. Kürt sorununun diyalog yoluyla çözülmesinin önünü keserek, diyalog yöntemi kriminalize edilmek isteniyor.

ERKEN SEÇİM SÜRECİNE DOĞRU

Kürt sorununun diyalogla çözülmesi durumunda, barışı sağlayan iktidar olarak süreçten güçlenerek çıkacak olan AKP, yarıda kestiği diyaloğun yerine savaşa yönelince, siyasal gücünü de yitirdi. AKP yüzde elli oy aldığı 12 Haziran seçimlerinden bu yana, iktidarını sadece savaş kararı alırken ve uygularken kullanabildi. Savaşa teslim olan Erdoğan, ne Roboski katliamını ne de MİT'e yapılan operasyonu hali hazırda anlamış değil. Erdoğan'ın yaşadığı belirsizlik parti grubuna da birebir yansıyor. AKP askeri vesayeti tasfiye edeyim derken kendi yarattığı şiddet yanlısı siyasal vesayetin operasyonuna uğradı. AKP Hükümeti MİT'e yönelik operasyonun ardından önü alınamaz bir erken seçim sürecine doğru sürükleniyor.

AKP iktidarı, askeri vesayeti sonlandırdığını iddia ederken, dünkü icraatlarının bugün sorguya çekilmesi ile sarsılıyor. AKP üst yönetiminden az sayıda ismin dışında hemen hiç bir milletvekili olup biteni anlayabilmiş değil. AKP'li vekiller kenara çekilmiş bu güç kavgasından kimin, dahası yeni biat mercilerinin kim olacağını anlamaya çalışıyor. AKP kulislerinde Cemaat ile parti yönetimi arasındaki kavgada kimin galip çıkacağı belirsiz bir durum olarak algılanıyor.

AKP milletvekilleri arasında alttan alta en çok dillendirilen, Fidan'ın ifadeye gidip gitmeyeceği. Bu güç kavgasında kimin daha etkili olduğunun bir ölçüsü olarak yorumlanıyor. Hiç bir milletvekili açıktan Cemaat'in yanında olduğunu deklare etmese de mevcut iktidar kavgasında güç kaybetmesi durumunda Erdoğan'ın en yakın çevresini de kapsayan bir çok ismi karşısında bulacağı kesin gibi.

MİT'e yönelik operasyon, MİT-Polis kapışması üzerinden yürütülen güç savaşı olarak yorumlanırken, gelişmeleri AKP'nin eliyle yarattığı özel yetkili savcıların kendisini yaratan güce yönelmesi olarak yorumlayanlar da mevcut. Hiç bir dönem bağımsız bir yargı kurumu oluşturamayan TC'de siyasal iktidarın denetiminde oluşturulan özel savcılık kurumunun geleneksel olarak bu cesareti göstermesi çok zor görünüyor.

Ankara'da egemen olan, siyasi irade tam olarak süreci ve onu etkileyen güçleri kontrol edemiyor bunun sonucu olarak bu güç-iktidar savaşının kaçınılmaz olduğu ve daha da süreceği fikri ise ortak kanaat olarak öne çıkıyor.

Öte yandan, 2014'deki Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin bir süredir su yüzüne çıkan kavgasında MİT üzerinden yeni bir virajın yaşandığını savunanlar da yok değil. Buna bağlı olarak bu kavganın Erdoğan sonrası bloklaşmalarda da etkili olma çabası olarak yorumlanıyor. Bu denklemlerin hiç biri de Cemaat'ten bağımısız düşünülmüyor.

erdemcan@riseup.net

Altan Röportajından Sonra Star ANF’yi Hedef Aldı

İstanbul - Mehmet Altan ile yapılan röportaj sonrası Star Gazetesi ANF’ye yönelik manipülasyon ve yalan bilgilerden oluşan haberler üretiyor.

Gazete şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılan MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile ilgili olarak yayınladığı ‘haberde’ ANF’nin Soner Yalçın ile ortak çalıştığını iddia etti. Aslında iddia da değil düpedüz dezenformasyon.

MİT’çilerin ifadeye çağrılması Türkiye ve uluslararası alanda devlet içerisindeki güç mücadelesinin sonucu olarak yorumlanırken Star Gazetesi ise bu kadar ciddi bir olayda bile ANF’yi suçlu göstermeye kalkıştı.

Gazete, Soner Yalçın’ın bazı Ergenekon üyelerinin yanısıra PKK üyeleriyle de irtibatının belirlendiğini ve Yalçın’ın ANF yöneticileriyle de irtibatının bulunduğunu iddia ediyor. Oysa binlerce sayfalık Odatv iddianamesinde Yalçın’ın PKK veya ANF ile bir ilişkisi olduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmuyor. Star gazetesi ayrıca ‘’PKK yöneticilerinin kritik süreçlerde yaptıkları açıklamaların tamamının Fıratnews’le organize biçimde Odatv’de de yayınlandığı tespit edilmişti’’ iddiasını ortaya atıyor. Ortada bir tespit değil, Star’ın uydurması var. Üstelik, KCK ve Öcalan’ın açıklamaları Türkiye’deki bütün gazete ve televizyonlarda düzenli bir şekilde yayınlanmıştır. Buna Star Gazetesi de dahildir.

Star Gazetesi iki gündür Hakkari’de 9 askerin ölümüyle ilgili 12 PKK’linin yakalandığı haberini yayınlıyor. Haberin yanısıra gazete bazı fotoğraflar veriyor. Ancak gözaltına alınan Jirki aşiretine mensup bu kişilerden 9’u serbest bırakıldı, 3’ü ise ‘örgüte yardım etmekten’ tutuklandı. Ancak gazete, 9 kişinin serbest bırakılmasına rağmen ısrarla bunların ‘’terörist’’ olduğunu iddia ediyor. Mahkemenin serbest bırakmasını bile yazmıyor.

Gazetenin ANF’ye yönelik saldırı ve dezenformasyonun nedeni Mehmet Altan ile yapılan röportaj. Altan ile yapılan röportaj sonrası gazete tutuklanan Fatma Kurtalan’ın da talimatları ANF’den aldığını iddia etmişti.

Mustafa Karaalioğlu ve Star gazetesinin sabıkası çok fazla. Mesele Kürtler, Aleviler ve Sosyalistler olunca yalan haber yapmakta sınır tanımıyorlar.

Mehmet Altan’ın ANF’ye verdiği mülakat Star gazetesini fazlasıyla rahatsız etti. Gazete yönetimi Altan’dan röportajdaki sözlerini ‘’düzeltmesini’’ istedi ancak Altan buna itiraz etti. Bunu üzerine gazete yönetimi Altan’ı kovdu.
İşte o gün bugündür Star Gazetesi sistematik bir şekilde, üstelik MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılması gibi ciddi bir olayda bile ANF’yi suçlaması ne kadar acizlik içerisinde olduğunu gösteriyor.

ALTAN NE DEMİŞTİ?

Altan, 16 Ocak günü ANF’de yer alan mülakatında Türkiye’de sadece askeri değil, siyasi vesayetin de olduğunu söyleyerek hükümeti sert eleştirmişti. Altan, “Türkiye'deki vesayet sona erdi denilemez, çünkü mevzuat olduğu gibi duruyor. Türkiye’de sadece askeri vesayet yok, siyasi vesayet de var” demişti.

GAZETENİN YALAN HABERLERİ

Gazete bir süre öncede ‘’KCK’nin sözde mahkemeler ve Kürtçe ezandan sonra ‘para basma’ kararı aldığını’’ yazmıştı. Gazete haberinde şöyle demişti: ‘Kürdistan Özerk Parası’nın ön yüzüne 1925’te idam edilen Şeyh Said, arka yüzüne de Musa Anter’in resmi bulunuyor. İstihbarat birimleri, para basma işleminin devam ettiğini, numunelerin hazırlanarak ilgili birimlere iletildiğini belirtiyor. Nisan ayında Öcalan’ın doğum gününde para piyasaya çıkacak.’’ 4 Nisan günü eğer ‘paralar basılmasa’ bu haberi tekrar hatırlatacağız Star’a!
Yine aynı gazete 'PKK’da iç infaz’ başlığı ile duyurduğu bir haberde de ''örgüt içi hesaplaşma'' sonucu 7 kişinin öldürüldüğünü ve kimlerinin de tespit edildiğini yazmıştı. Oysa bu haberden tam bir ay önce KCK Şehitler Komitesi çatışmalarda yaşamını yitirilen gerillaların ismini açıklamıştı. Gazete ise yaşamını yitiren gerillaları ‘infaz’ diye sundu.

Star gazetesinin bir yalanı da "Kürt köylü PKK'dan davacı" manşetiyle ortaya çıkmıştı. Star'a göre, Peyanis Katliamı'nda 9 yakınını kaybeden Cahit Erol, PKK'den ve Dr. Bahoz Erdal'dan davacı olacakmış. Ancak köylüler bir gün sonra Star’ı yalandı. Buna rağmen gazete yalanında ısrar etti.

ANF NEWS AGENCY

İttihat Terakki Zihniyeti ve AKP


Türkiye Cumhuriyeti, 1915’te bir milyondan fazla Ermeni’yi, Kürdü, Asuri’yi katleden İttihat Terakki’nin merkezi ulus devletçi kadroları tarafından kuruldu. Ulus-devlet merkeziyetçiliğinin 80 yıllık cumhuriyet tarihine damgasını vurmuş olması da kuruluş zihniyetiyle bağlantılıdır. Türkiye’de bugüne kadar devleti yönetenlerin hepsi bu ulus-devletçi, ırkçı zihniyet sahibi olanlar oldu. 2002 yılından bugüne Türkiye’de değişim sloganıyla hükümet olan AKP’de ulus-devletin tekçi zihniyetinin son versiyonudur. AKP geride kalan 10 yıllık hükümeti sürecinde bunu açık bir şekilde hem de birinci ağızdan bağırarak ilan etmiştir.

Bugünkü AKP’nin istibdat süreci bittikten sonra tarihçiler Türkiye’de geniş bir araştırma inceleme imkanına sahip olacaklardır. Zaten son on yıl da incelenmesi gereken o kadar malzeme var ki. AKP’nin ittihatçı yönü belki de bunlardan sadece bir tanesi olacaktır. Ama bir dönem gerçekliğinin temeli olarak ele alınmak durumunda olacaktır. Yarın bugünden inşa edilmektedir. 1900’lerin başındaki Osmanlı ittihat terakkiden kopuk ele alınamaz. Bu gerçeklik bütün bir cumhuriyeti şekillendirdi. Ve halen de aşılamadı. İşte bir yüz yıl sonra Türkiye’nin 2000’ler süreci de AKP’siz ele alın(a)mayacaktır. Bugünkü AKP zihniyetinin ve siyasetinin bu cumhuriyete neler kaybettirdiği de gün gelecek bu minvalde mutlaka sorgulanacaktır.

İTTİHAT TERAKKİ VE AKP DÖNEMLERİ ARASINDAKİ BENZERLİKLER


AKP bugün başkalarını ittihat terakki zihniyetini taşımaktan dolayı eleştirmektedir. Türkiye’de sistem içindeki tüm güçlerin mayalandıkları zihniyet kuşkusuz ki aynı zihniyettir. Sistemiçi bir güç olan AKP de bu zihniyetin dışında, ya da karşısında olmak bir yana merkezindedir. Yine, İttihat terakkinin ortaya çıkış koşulları, dönemsel siyasetleri AKP’ninkiyle birebir örtüşmektedir. AKP’nin suçlamaları da sadece suyu bulandırıp bulanık suda balık avlamaya çalışmaktır. İttihat terakki ile AKP döneminin benzerlikleri;

1- İttihat terakki Osmanlının değişen dünya karşısında sancılar çektiği bir döneme denk gelmektedir. AKP’nin ortaya çıkış dönemi de cumhuriyetin dünyanın değişimine uyum sağlamada sancılar çektiği bir döneme denk gelmektedir.

2- İttihat terakki küresel güçlerin Ortadoğu’ya el attıkları, yeniden şekil vermeye çalıştıkları bir döneme denk gelmektedir. AKP için de aynı şey geçerlidir. 2000’ler süreci orta doğunun yeniden şekillendirilmeye çalışıldığı bir süreçtir. Ve bu süreç halen devam etmektedir.
3- Bütün bu değişim sürecinde küresel güçler bölgede kendilerine bağlı, onlara dayanan bir güce ihtiyaç duyarlar ve İttihat Terakki Almanya’nın korumasında paylaşım savaşlarına girer. AKP de bu paylaşımda aranan güç olarak ABD’nin korumasındadır.

Kuşkusuz küresel güçlerin bölgeyi şekillendirme (belki de paylaşma demek daha doğru olacaktır) siyasetinde iki gücün buna paralel üslendikleri rol itibariyle aynılık taşımalarının sadece çarpıcı birkaç örneğidir. Bu mevzu içerisinde benzerlikler daha fazla da çoğaltılabilir.

İttihat Terakki’nin bu süre içerisinde izlediği ve dönemlere ayrılan siyaseti ile AKP’nin dönemlere göre izlediği değişik siyasetler arasında da tam bir paralellik vardır.

1- İttihat Terakki Osmanlı’nın ulus devlet şahlanışı karşısında öncelikle Osmanlıcılık fikri etrafında etnisiteleri bir arada tutmayı politika edindi. Bu tutmadı, ümmetçi politika geliştirildi. Ancak bir süre sonra bu da tutmayınca zaten serde olan ulus devlet zihniyeti her yere hakim kılınmaya çalışıldı.
2- AKP’de ilk başa geldiğinde liberal sağ görünüşüyle herkese özgürlükler vaat etti. Avrupa’ya entegre olmaya çalıştı. Ancak tutmadı. bir türlü beklenen Avrupa normlarına uyum ve entegre süreci başlayamadı. Sonra AKP politika değiştirdi. Sıfır sorun politikasıyla orta doğuda liderliğe oynadı. Yeni Osmanlıcılık fikrine sarıldı. Bir süre sonra bu da tutmadı. Bugün herkesle kavgalı hale geldi. Bu politikalar ülke içinde de türevleri biçimde uygulanmaya çalışıldı. Özellikle Kürt sorununda çok iddialı göründü. Açılım süreci dedi. Herkesi kendi tezgahına çekmeye çalıştı. Ancak bu da tutmadı. Olmayınca tıpkı ittihat terakki de olduğu gibi merkezi ulus devleti temel yol edindi.

Gelinen aşamada miadı biten ulus devleti hem de en katı merkeziyetçi politikalarla temel kurtuluş olarak bellemiş bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda ulus devletin tekçi, tekelci sloganlarını defalarca alanlarda haykırdı. Bu da yetmedi. Cumhuriyet döneminde ittihatçı zihniyetin -ki ittihat terakki isim olarak olmazsa da devleti şekillendiren zihniyet onların zihniyetiydi- tekçi kurumlaşmasını kendi yöntemleriyle uygulamaya koydu. Tek parti dönemindeki kurumlar isim olarak olmazsa bile içerik ve işlev bakımında geliştirilmeye başlandı. Devlet tümden ele geçirildi. Tek şef dönemi Erdoğan şahsında kurumlaştırıldı. Eğitim, yargı, yasa, yürütme, medya tümden tek partinin direktifleriyle ve partiye hizmet eder şekilde tekleştirildi. Parti devletin değil, devlet partinin hizmetine geçirildi. Askeri vesayeti kaldırıp özgürlükler getiriyoruz, diyerek, sivil vesayetle askerin görevleri de üslenildi. HER ŞEY ERDOĞAN, HER ŞEY AKP İÇİN olmaya başlandı.


ENVER’İN ALMANYA HAYRANLIĞI YERİNE ERDOĞAN’IN ABD HAYRANLIĞI GEÇTİ

İttihatçı CHP’nin yerine bu şekilde başka kılıflar altında ittihatçı AKP geçti. Enver’in Alman hayranlığı da yerini Erdoğan’ın ABD hayranlığına bıraktı. Tek partinin Şark ıslahat planının yerine daha yasal kılıfla özel güvenlik alanları, yasakçı zihniyet TMK ile kurumlaştırıldı. Kürt idamlarının yerini toplu katliamlar almaya başladı. 33 kurşun yerine 34 kurşun (belki de 34 kazan bombası demek daha doğru olacaktır) geçti. Fevzi Çakmak’ın yerine de Necdet Özel geçti. İstiklal mahkemelerinin yerine cumhuriyet savcıları geçti. Halk evlerinin yerine cemaat evleri geçti. Türk ocaklarının yerine direkt imam hatipler, yurtlar, cemaat dershaneleri inşa edildi, yaygınlaştırıldı. Beyaz Türk faşizminin yerine yeşil Türk faşizmi inşa edildi.

Cumhuriyet dönemi boyunca Kürtler üzerindeki sansür en üst düzeye çıkarıldı. Gazeteler dün olduğu gibi bugün de kapatılmaya devam ediyor. Kürt gazeteciler tutuklanıyor, yüzlerce yılı bulan cezalara çarptırılıyor. Kürtçenin üzerindeki engeller halen devam ediyor. Düşünce özgürlüğü yine yasak. İnfazlar halen devam ediyor. Kürt kimliği halen tanınmıyor. Bölge ülkeleriyle sadece Kürtler statü sahibi olmasın diye halen anlaşmalar yapılıyor. Gizli ittifaklarla Kürtlerin soykırımı pratikleştirilmeye çalışılıyor. Dün olduğu gibi bugünde Kürt sorunu ülkenin en büyük problemi. Dün “eşkıya, şaki, çapulcu” denilenlere bugün “terörist” deniliyor.

Aslında sorun olan Kürtler değil. Yüz yıldır bu faşist zihniyetler halen Kürtlerin başına bela getirmeye, bölgede sorun olmaya devam ediyorlar. Asıl sorun bu zihniyetlerin varlığıdır. Eğer gerçekten bir tanımlama getirilecekse Kürt sorunu demek yerine bölgede sorun yaratan Türk, Fars, Arap egemenlerinin faşist zihniyetlerinin Kürtlerin başına bela olmalarından söz edilebilir. İşte AKP bu egemenlerin son faşist gücü olarak onların sadece bir devamı olmaya ve ittihat terakkinin yüz yıllık politikalarını bugün uygulamaya çalışan bir güçtür. Onun için siyasetiyle, kurumlaşmasıyla, Kürtler başta olmak üzere halklara olan düşmanlığıyla günümüzün ittihat terakkisidir. 
 

Halit Ermiş