3 Ekim 2013 Perşembe

Emperyalizmin Yaramaz Çocukları: Cihatçılar

Libya bir laboratuardı. Orada bazı deneyler yapıldı ve başka bölgelerde uygulanabilir bir model çıkarılıp çıkarılamayacağına bakıldı. Deneme için Suriye uygun görülüyordu.

Modelin başlıca unsurları şunlardı: “Uluslararası Toplum” denilen bir üst örgütlenme ki bu aslında ABD ve müttefikleri anlamına geliyordu, dış müdahaleyi meşru ve kabul edilebilir hale getirmek için gerekli bir şemsiye rolünü üstlenecekti; Libya’da NATO bu işi üstlendi. Ülke içinde silahlı müdahaleyi kolaylaştıracak ve ona gerekçe oluşturacak silahlı grupların oluşturulması sağlanacaktı. Bu silahlı gruplar, birleşik bir “devrim örgütü” gibi hareket edecek şekilde merkezi kontrol altına sokulacaktı; Suriye’de bula bula ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) diye uyduruk bir gruplaşma buldular. En sonunda, “Ulusal Geçiş Konseyi” gibi bir yönetim altında ülkenin denetimi tümüyle emperyalistlere devredilecekti…

Libya’da meseleyi oldukça geç anlayan Türkiye, önce Kaddafi’nin arkasında durdu, sonra “NATO nereden çıktı” diyerek dış müdahalenin dışında kaldı, en sonunda da bir süre önce elinden barış ödülü aldığı Kaddafi’nin en büyük şeytan olarak öldürülmesine giden yolda üstüne düşeni yapmaya çalıştı.

Suriye’de ise hükümet, bu modeli nihayet anlamış olarak, kendisine verilecek olandan daha büyük görevleri yerine getirebileceğini vaat ederek sahneye fırladı.

Suriye ile en uzun kara sınırına sahip olan ülke avantajını ve “cihadî” gruplar üzerinde etkili olabileceğini varsayımını kullanarak bu rolü oynayabileceği iddiasındaydı. Zamanla anlaşıldı ki coğrafi konum ve ideolojik tutum da, neticede işin asıl sahiplerinin, yani ABD ve İsrail’in izin verdikleri ölçüde işe yarayabilirdi!

Üstelik cihatçı gruplar üzerinde etkili olunabileceği yolundaki varsayım da, o kadar geçerli değildi; bu sadece bir iyi niyet beklentisinden ibaretti. Beklenen iyi niyet ise, sınırsız destek ve başka işe karışmama talebi şeklinde ortaya çıktı. Buna, Türkiye sınırları içinde tamamen denetimsiz kalmak da dâhildi.

Hükümet, onların isteklerini büyük ölçüde yerine getirdi; ama bu aynı zamanda Suriye sınırları içinde olup biten her şeyi bu tarafa sokmak anlamına da geliyordu. Patlayan bombalar, suikastlar, kaçakçılık, cinayetler ve kimyasal olanlar dâhil silah kaçakçılığı, böylece kapıların kendilerine açıldığı her yerden sızdı.

Bela tek başına gelmez. Bunlarla beraber, cihatçı grupların kendi aralarındaki silahlı çatışmalar ve en çetini Rojava denilen “Kürt özel sorunu” da geldi.

KİMDİR CİHATÇI GRUPLAR?

Cihatçı gruplar, aslında Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyadaki her Müslüman ülke içinde görülebilen İslamcı sosyal ve siyasal muhalefet hareketlerinin en sekter, en yalıtılmış ve bir o kadar da en savaşkan unsurlarının oluşturduğu bir sivri uçtur. Bir başka deyişle, örneğin “Ilımlı İslam” denilen oluşumla cihatçılar, aynı gödenin uzuvları olarak görülebilir. Kimileri, bu grupları bünyenin oluşturduğu bir kanser gibi görse de, kimse bünyenin dışında olduklarını söyleyemez.

Emperyalizm için işlevli olabilecekleri önce Afganistan savaşı sırasında keşfedildi. Para, silah, lojistik destek su gibi akıtıldı. Başta Suudi Arabistan olmak üzere, petrol zengini çakma Arap devletleri her türlü destekle ABD’nin yanında yer aldı. 
 
Kafkaslardan Adriyatik’e, Batı Sahra’dan Pakistan’a, Afrika ortalarına, Ortadoğu’ya kadar her yerde “cihat için” boy gösterdiler. Ancak asla yalnız değillerdi: Bölgenin özelliklerine göre değişen bir emperyalistle, ama genellikle ABD’yle birlikte hareket ettiler.

Ne var ki, bir zamanlar el altında tutulmakla her lazım oldukları zaman göreve gönderilebilecekleri umulan gruplar içinde bazıları, özellikle de El Kaide, kendince büyük hedeflerini inşa etmeye ve buna göre örgütlenip denetim dışına çıkmaya yöneldiler.

Amerika’da, büyük gökdelenler inşa etmek için ruhsat başvurusuna bulunduğunuzda, bir de bunun zamanı gelince ya da gerekince nasıl yıkılacağına dair plan sunmanız şartı varmış. ABD mutlaka, denetimi altında olduğunu düşündüğü bu grupların gerektiğinde nasıl çökertileceğini de hesaplamaktadır. Ne var ki, Amerika’nın hesap etmekten belki de korktuğu bir başka gerçek var: Bu grupların kökeninde, emperyalizme karşı oluşmuş büyük ve tarihsel dayanakları olan birikmiş halk tepkileri bulunuyor. Bugün, söz konusu coğrafya üzerinde nerede serbest seçimler yapılırsa yapılsın şu ya da bu eğilimdeki İslamcı partiler kazanacaktır. Batıcı tipte laik demokrasi isteyen ve bu eksende siyaset yapan partilerin hiçbir ülkede, günümüz verili koşullarında iktidar olma ve kalma şansı yoktur. Fakat söz konusu İslamcı partilerin iktidar olduğu yerlerde de halkın temel ve hayati taleplerine sözde “şeriat devleti ve ekonomisi” içinde cevap verme olanağı olmadığı için (Bakınız Türkiye, Mısır, Pakistan vs.) daha köktenci-radikal “hakiki İslamcı, şeriatçı” hareketlerin çıkışına zemin hazır olmaktadır. Uzun lafın kısası, “Cihatçı” eğilimlerin kendilerini yeniden üretebilecekleri bir toprak sürekli var olmaya devam etmektedir. Suriye’nin emperyalizm acısından çıkmaza girmesinin nedeni de budur.

Libya’da görece geri kabile ilişkileri içinde bırakılmış siyasetlerin denetim altına alınabilmesi zor olmadı. Suriye farklı!

Suriye’de cihatçı gruplar uluslararası bir arenada savaşma olanağı buldular. Egemen olmak istedikleri coğrafyanın tam merkezinde, Asya ve Afrika’nın kesişme noktasında olmanın avantajını sonuna kadar kullanmak istiyorlar. Burada, her türlü denetimi reddederek kendi yollarına gidebileceklerine dair umut beslemeleri için yeterli sebebe sahipler.

YOLUN SONUNDA NE VAR?

Özellikle ekonomik program ve siyasi ilişkiler planı bakımından iktidar olmaya hiçbir bakımdan hazır olmayan bu grupların tümü, bu temel özellikleri dolayısıyla büyük güçlerin oyununun bir parçası olmanın ötesine hiçbir zaman geçemeyeceklerdir. Egemen oldukları yerlerde (eğer olabilirlerse), kapitalist-emperyalist ekonomik ilişkilerin dışında herhangi bir model geliştirmeye ve uygulamaya uygun hiçbir yeteneğe ve projeye sahip değiller. Gelişme özellikleri bakımından, askeri ve siyasi dinsel cemaatler olarak büyüdükleri için, genellikle “hazır para” ile yaşamaya göre düzenlenmiş içyapılarını bir toplum modeli haline getirip genelleştirmeleri imkânsız.

Yapabilecekleri tek şey, dünya kapitalizmine eklemlenmek için hem ideolojik hem de siyasal bakımdan eğilip bükülmeleri, kendilerini kabul edilebilir hale getirmek için düşman belledikleri karşısında pazarlık yapmanın ötesine geçmeyen mızmızlanmalar olacaktır.

Şimdi asıp kesen anlı şanlı “komutanlar” eğer sonuna kadar hayatta kalmayı başarırlarsa, Suudi amcalarının yol göstericiliğinde bankadan nasıl kredi alınır, şirket komisyonculuğu nasıl yapılır öğrenmeye başlayacaklardır. Hayal kırıklığı ve öfke içinde boş yere kendileri de zengin birer reis olmayı uman zavallı savaşçılar ise, yeni bir yol bulmak için silahın kabzasını tutmaya devam edeceklerdir. Emperyalizm, bu sonu adı gibi biliyor.

Ama bu emperyalizm için “en kötü” senaryodur. Emperyalizm, denetim dışına çıkanları kısa yoldan onları tasfiye etme yolunun bulunmasını istiyor. Gerekirse şiddet yoluyla ya da başka yolları kullanarak bu defteri kapatmak istiyor. Bunun için, gelişmelere bakılırsa, cebinde tuttuğu öteki planı uygulamaya da hazırdır. Ortalıkta dolaşan Amerika kaynaklı strateji kuruluşlarının raporlarına, daima merkezi politikaların sesi olan Amerikan gazetelerine ve ajanslara, bölge muhabiri denilen CIA görevlilerinin haberlerine bakmak bu eğilimi görmek için yeterlidir.
Şimdiden uygulanmaya başlamış bir “süreç planı” olduğundan kuşku duyulamaz. Kendi içlerinde çatışmalar çıkarmak, rüşvet ve şantajı da kullanarak bölmek ve zayıflatmak, Suudi’leri ve Katar’ı, hatta biraz da Türkiye’yi kullanarak bir kısmını ehlileştirmek, can damarlarını kısarak “sahadan” uzaklaştırmak gibi yolları kapsayan çok yönlü yıkım projeleri, bir ucundan devrededir. Emperyalizm, kendi yarattığı bu ucube çocuktan artık kurtulmak istiyor. Fakat yerine koyacağı başka bir aracı da henüz bulabilmiş değil!

BOŞLUKTA YAŞAMAK!

Emperyalizmin Suriye’nin “Esad Sonrası” planı da oluşmamıştır ve bir yap-boz oyununa dönüşmüştür. Boşluğu Rusya’nın planıyla doldurmak zorunda kalması, cihatçı gruplarda olduğu kadar Suriye’nin diğer çakma muhalefet grupları arasında da hayal kırıklığı yaratmıştır.

Fakat ekteki tabloda özetlediğimiz gibi, selefi-cihatçı gruplar, sosyal dayanakları olmamasına rağmen, silahı elde tuttukları için hâlâ en etkili güç durumundadır. Bu durumda, kolay teslim olmaya ya da sahayı terk etmeye niyetli oldukları düşünülemez. Tutundukları dallar birer birer kırılırken, önlerinde topyekûn bir cihattan başka yol kalmamaktadır.

Yayılmak isteyecekleri alanlar bellidir ve Türkiye bu haritada vazgeçilmez bir yer tutmaktadır.

Suriye Krizi, bir dünya krizidir ve cihatçı gruplar bu krizin içinde en önemli hareket unsurlarından birisi olarak kalacaktır.

SURİYE’DE SAVAŞAN BAŞLICA CİHATÇI GRUPLAR

BİRLEŞMİŞ Milletler’in Şam temsilciliği tarafından bir yıllık araştırma sonucunda hazırlanan ‘Suriye Muhalif Örgütler Haritası’, isyancıların yüzde 58’inin cihatçı radikal örgütlerden oluştuğunu, 150 bin cihatçı militanın geri dönülmez biçimde güç kazandığını ortaya koydu.

BM haritasına göre, muhaliflerin yüzde 58’ini cihatçı ve selefi gruplar oluşturuyor. 50’den fazla savaşçısı olan 600 silahlı grup El Kaide’ye bağlı. En güçlüleri El Nusra Cephesi ve Irak ve Levant İslam Devleti (ISIL). Bu iki örgütün muhalifler içindeki ağırlığı yüzde 40’ı buluyor. Suriye genelinde 150 bin militanları var. El Nusra ve ISIL’in yanı sıra her biri 20’şer bin kişilik ordu barındıran Ahrar el Şam ve Liva El İslam çoğunluğu elde tutuyor. BM’ye göre, Liva El İslam, örgüt lideri Zaran Alluş’un yaşadığı Suudi Arabistan’ın kontrolü altında ve Amerika’nın 2012 sonunda terörist örgütler listesine aldığı El Nusra’ya vitrin görevi görüyor.
Bu listede faaliyet halindeki en etkin ve büyük grupların adları yer alıyor. Fakat şu anda Suriye’de aynı türden 1200’den fazla grup olduğu söyleniyor.

Cebetu’n Nusra (Nusra –ya da Nusret- Cephesi)

Ülkede savaşan en büyük cihatçı grup. El Kaide’ye bağlı. ‘Irak İslam Devleti’, 2011’de El Nusra’nın Suriye’deki kolları olduğunu açıkladı. Bunun üzerine Nusra, Irak ve Şam İslam Devleti adını da kullanmaya başladı.

Suriye İslam Cephesi

Yaklaşık 12 Selefi grubu içeren şemsiye niteliğindeki organizasyonun 10 ve 25 bin arasında savaşçıyı içerdiği tahmin ediliyor.

Suriye İslamcı Özgürlük Cephesi

35 ile 40 bin arasında savaşçıyı barındıran grup, 20 farklı silahlı gruptan oluşan gevşek bir İslamcı örgütlenme. 14 bin kişi barındırdığını söyleyen Faruk Kıtası ve 11 bin savaşçının bulunduğu Tevhid Tugayı gibi güçlü grupları da içeriyor. Türkiye-Suriye sınırında güçlü olan Faruk Kıtası’nın kanadı Faruk El Şamal’ın Türkiye hükümeti tarafından desteklendiği iddia ediliyor. Halep’te etkin olan Tevhid Tugayı ise Özgür Suriye Ordusu’na da destek veriyor.

Ahrar-uş Şam (Şam’ın Özgürleri) Hareketi
 
Yaklaşık 100 gruptan oluşan örgüt, en büyük Selefi grup. Suriye İslam Cephesi’nin oluşmasına ön ayak oldu.

Suriye Şehitleri Tugayı
 
Sayısının 10 bin savaşçıya ulaştığı düşünülen örgütü Suudilerin desteklediği belirtiliyor.

İslam Tugayı

Kaç savaşçısı olduğuna dair bilgi vermeyen örgüt, bünyesinde 64 farklı kıta olduğunu söylüyor. Şam’daki en büyük organizasyon olduklarını iddia ediyorlar.

- Sukur El Şam Tugayı (Şam Kartalları): Birkaç bin mensubu olduğu tahmin ediliyor. Suriye’nin en ‘popüler’ İslamcı örgütlerinden.

Suleyman el- Mukatile Tugayı Idlip genelinde etkili. Kendisi dışında herkese düşman olarak biliniyor. Esir aldığı 7 Sünni askeri, eleri arkadan bağlı olarak katlettiği görüntüler internette yer aldı.
Fransa, Türkiye, Amerika ve Arap ülkeleri tarafından desteklenen ‘ılımlı muhalefet’ ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tüm muhalif gruplar içinde zayıf bir etkinliğe sahip. ÖSO, muhalif grupların yüzde 15’ini oluşturuyor ve yalnızca Humus’un kırsalında etkin. Müslüman Kardeşler’in örgütü Katiba da çok zayıf bir temsil gücüne sahip. Ayrıca özellikle Lübnan sınırında odaklanan suç şebekeleri ve silah kaçakçılarını da listeye eklemek gerekiyor. Sonuç olarak, ÖSO’nun zayıf temsili, muhaliflerin parçalanmış yapıları ve birbiri ardına infazlar yapan cihatçı örgütlerin artan ağırlığı, Esad sonrası için planları olmayan Batı’nın silah ve mühimmat yardımının zayıflamasının başlıca nedeni.
 
Aydın  Çubukçu