1 Haziran 2011 Çarşamba

Türkiye İsrail'in 3.Büyük Pazarı

 
Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümeti, İsrail ile olan ikili ilişkilerinde iç kamuoyuna sürekli gerilimli olduğunu yansıtmaya çalışsa da ticari ilişkiler görüneni yalanlar nitelikte. İsrail'in Türkiye'ye yönelik ihracatında adeta patlama yaşanıyor. Jerusalem Post gazetesine göre, İsrail'in Türkiye'ye satışları, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 73 artarak 500 milyon dolara yükseldi. Jerusalem Post, "Türkiye, 1. Çeyrekte Bizim Üçüncü Büyük Pazarımız" başlıklı haberinde Türkiye'nin, İsrail'in ihracatında ABD ve Hollanda'nın ardından üçüncü sıraya çıktığına dikkat çekti. Gazetenin haberinde şöyle denildi: "İsrail ile Türkiye arasındaki siyasi gerilimlere karşın, geçen yılın ilk çeyreğinde İsrail'in dokuzuncu büyük pazarı olan Türkiye, bu yılın aynı çeyreğinde üçüncü sıraya yükseldi." Türkiye'ye yapılan ihracatın ilk çeyreğinde 500 milyon doları bulduğuna işaret eden gazete, "Türkiye'ye ihracat, diğer ülkelere göre daha fazla arttı. İhracat Enstitüsü verilerine göre, büyümenin çoğu, kimyasal ve rafine petrol ürünlerinin ihracatındaki yüzde 57'lik artıştan kaynaklandı" diye yazdı. Gazete İsrail'in en büyük 10 pazarını şöyle sıraladı: "ABD, Hollanda, Türkiye, Almanya, Çin, İtalya, İngiltere, Hindistan, Fransa ve Kanada."

Lokumlar TUSKON'dan

Öte yandan Türkiye ile İsrail arasındaki ticari ilişkilerde Gülen Cemaati'ne yakın sermayedarların olması dikkat çekici. İki ülke arasında ticaret hacmi 3.5 milyar doları bulmuşken bu artış eğilimi bu yıl da sürdü. İsrail'in Türkiye'den ithalatının 282 milyon dolardan 354 milyon dolara, ihracatının ise, 170 milyon dolardan 500 milyon dolara yükselmesinde cemaatin etkisi büyük. Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfedarasyonu (TUSKON) üyesi birçok firmanın İsrail'le yoğun ticari ilişkiler içerisinde olduğu bilinmekte. İsrail'le yoğun ticari ilişkiler içerisinde olan TUSKON üyesi bazı firmaların listesi şöyle: ALMERA. Hizmetleri; bayan dış giyim.  AST TOPDAĞI TEKSTİL LTD. ŞTİ. Hizmetleri; Döşemelik ve örtülük kumaş, seccade, pano, tablo ve goblen. DERMA DERİ SAN. TİC. LTD. ŞTİ Hizmetleri; deri, kürk mamül deri, zig deri kaban, zig deri ceket, kürk kaban vs. EFENDİOĞLU MERMER A.Ş. Hizmetleri; mermer granit. FİXA YAPI KİMYASALLARI SANAYİ VE TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ. Hizmetleri; yapıştırıcılar, derz dolguları, onarım ve güçlendirme sistemleri. GÜMÜŞ MAKİNA GIDA TARIM ÜRÜNLERİ İMALAT TİC. VE SAN. İTHALAT İHRACAT LTD. ŞTİ. Hizmetleri; tahin-helva ve lokum. YÜKSEL SERAMİK SAN TİC. A.Ş. Hizmetleri; Deri vb."

“Karıştır Barıştır” Siyaseti

 
12 Eylül Cuntası’nın bir “karıştır barıştır” projesi vardı. Fakat tutmamıştı. Proje, Askeri cezaevlerinde tutuklu bulunan sağcıların ve solcuların aynı koğuşlarda veya hücrelerde yan yana yatırılmalarıydı. Ben o sıralarda Antep askeri cezaevindeydim. 300 civarında solcu ve PKK’li tutuklunun içerisine mevcudu otuz civarında olan bir sağcı grup getirip saldılar. Grup dedikse, solculara ve demokrat insanlara yönelik cinayet işlemiş Ülkücü gençlerden söz ediyoruz. Asker korkusundan birkaç gün kimse onlara karışmadı. Toplu geziyorlar, toplu abdest alıyorlar, toplu namaz kılıp, toplu tespih sallıyorlardı. Bir gece cezaevi de dahil, içinde bulunduğumuz askeri tugayın elektiriği tümden gitti. Gözün gözü görmediği zifiri karanlık bir geceydi. Kalasların, sopaların, çığlıkların gecesiydi. Beş-on dakika sonra ışıklar yandığında durum anlaşıldı: Solcular ve PKK’liler, otuz kişilik sağcı grubu döverek parmaklıkların ötesine atmıştı. Elbiselerine sığmayan eli sopalı iri komandolar da sağcıların intikamını almak için solcu ve PKK’li tutsakların kemiklerini kırmıştı.
Her biri beş-on cinayet işlemiş bu Ülkücüler tez elden tahliye edildiler. Tahliye ile birlikte gittikleri yerlerde, “reis”, “işadamı” ve milletvekili oldular.
Solculara ve PKK’li tutuklulara ise tahliye olsalar dahi ömür boyu takip, gözaltı ve yoksulluk kaldı.
Türk devleti, Türklerin devletidir. Kürt kökenli biri bu devlette ancak Türklüğe hizmet ettiği oranda yükselebilir. Türk devleti aynı zamanda sağcı ve muhafazakar Türklerin devletidir; solcu biri, muhafazakar Türklüğe hizmet ettiği oranda devlet içinde yükselebilir. Tezgah böyle kurulmuş ve böyle yürür.
Türk halkı devrim özürlü bir halk olduğu için, Türk bireyi bu işin gerçek manasına erişemeden ömrünü tamamlar.
Yirmi milyon Kürdün üzerinde tepinen Türklerin devleti Kürtler için neden gereklidir anlamış değilim. Köy boşaltan, enseye sıkan, dil yasaklayan, işsiz bırakan, öldüren, işkence eden, sürgüne çıkaran bir devlet sahi Kürtler için niye gerekiyor? Bu konuda mantıklı bir açıklaması olan var mı?
Kürtler normal bir hayat ve normal bir devlet tanımadıkları için başka bir hayat ve başka bir devlet onlara hayal gibi geliyor. Tepelerinde Türklerin devleti olmadan yaşayamayacaklarını sanıyorlar.
Ama düzen kurnaz… Tezgah iyi işletiliyor. Her seçim dönemi elli-yüz memurluk dağıtarak Kürt ve Kürdistan düşüncesini ötelere itiyor.
Düşünün bir; yirmi milyon oldukları halde ana dilinde tek anaokulu olmayan Kürtlerin bağımsızlık isteyen örgütleri ve partileri yok. Niye yokun açıklaması da yok. Fakat bunun yerine bolca 12 Eylül usulü “karıştır barıştır”projeleri var.
Ama bu “karıştır barıştır” hikayesinde sürekli madde ve kimya uyumsuzluğu yaşanıyor. Kürtlerle Türkler tasın içindeki su ve yağ gibi ayrı duruyorlar. Karışıp, barışanlar ise bulanık bir su gibi duruyor gerçek hayat karşısında. Bir Türkün dünyaya bedel olduğunu söyleyen MHP’deki Kürdün yaşam içindeki anlamı nedir? Boştur…
Ömür boyu milletvekillik için uğraşan Kürt siyasetçilerine göre, yumuşak olan kendileri Türk devleti için son şansmış. Arkadan gelen yeni nesil, yani gençlik, büyük bir duygusal kopuş yaşıyormuş. Vallahi milletvekili ve belediye başkanı seçilemeseler herhalde bizim isim yapmış siyasetçilerimiz de büyük bir ruhsal kopuş yaşayacaklar.
Dedik ya, olanaklardan ve iktidarlardan mahrum edilmiş yirmi milyon Kürdün perişan hali üzerinde tepinen Türklerin devleti, her seçim dönemi 50-100 Kürde devlet memurluğu vererek duygusal kopuşu erteliyor. Bizim siyasetçilerin çoğu da bunu Kürt sorunun çözümü doğrultusunda bir adım sayıyor.
Neye ve kime göre adım? Uyduruk bu adımları, 1970 ve 2011 yıllarına ait iki aracın aynı oto yolda yarışmasına benzetiyorum. Biri, yani Türklerin devleti saatte 150 kilometre yol yaparken, Kürtlerin hak ve özgürlüklerinden ibaret 1970 model araç ise saatte 70 kilometre yol gidebiliyor. Böylece de Türklerin devletini temsil eden 150 kilometrelik araçla hedefe doğru yarıştığını sanıyor.
Kürtler, gövdeleri üzerinde tepinen Türk devletinin Kürdistan’daki varlığını iyice sorgulamak zorundadırlar. Kürtler, mal varlığını Türk devletinden, desteğini meteliğe kurşun sıkan yoksul Kürt halkından alan "karıştır barıştır" siyasetçilerinin duruşunu da sorgulamalıdırlar.
 
bildiricihasan@hotmail.com

Türk Basını Hala MİT'in Bir Şubesi Gibi


PKK’ye karşı savaşan üst düzey komutanlar emekli olduktan sonra itirafta bulunuyorlar. Yıllardır kamuoyundan gizledikleri gerçekleri açıklıyorlar. Bir nebzede olsa ‘vicdanlarını’ temizlemek istiyorlar. Türk ordusunun zaferine kilitlenmiş, Türk medyası tarafından yalan bombardımanı altında bunalmış kitleler açısından bu itiraflar sarsıcı oluyor.

Aslında itirafçılık sadece Türk generallerine ait değil. Türk medyasının duayenleri de ‘fırsat buldukça’ veya gemileri yan yattıkça gerçekleri itiraf ediyorlar. Medya patronluğundan ayrılıp bir köşeye çekildikleri veya çekilmek zorunda bırakıldıkları zaman veya patron tarafından kapı dışarı edildikleri zaman bu itiraflara başvuruyorlar. Azda olsa bu itirafları görev başında olanlarda yapıyor.

HER YOL MUBAH

Türk basının tarihi aynı zamanda bir iftira ve itiraflar tarihidir dersek abartmış olmayız. İlk önce yalan atılıyor. Halkın bu yalanlara inanması için büyük bir gayretkeşlik ve ahlaksız sergileniyor. Yıllar sonra bir nedenden dolayı ‘pardon bu böyle değildi’ deniliyor. Tabi bu yalan ve asparagas haberler, aldatmalar, bir iki örnekle sınırlı olsa, görmezlikten gelinebilir. Ama bu sistematik olarak yapılıyor. Ortak bir terminoloji ve davranış biçiminde kendisini hissettiriyor.

Bütün her şey ‘egemen’ olan Türkün ve Türkiye’nin bekası için yapıldığı söyleniyor. Dünde böyleydi, bugünde böyle. Geçtiğimiz hafta Avrupa Parlamentosu’nda yapılan 4. Dersim Konferansı’nda Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurşen Gürboğa hayli ilgiyle karşılanan bir sunum yaptı.

Gürboğa özelde Dersim, genel olarak ise Kürdistan’a yönelik Abdülhamit döneminde İttihatçılara, Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar süren politikalar arasında benzerlikleri anlattı. Ve her dönemde benimsenen ortak stratejiye ve ortak terminolojiye dikkat çekti. Bunun kendi içinde tutarlı, değişmez bir çizgi olduğuna özel bir vurgu yaptı.

Kısacası Abdülhamit’ten buyana Kürtlere bakış ve yaklaşımda pek de değişen bir şey yoktu. Hakkını vermek gerekirse Gürboğa’nın sunumu son derece çarpıcı ve bir o kadar da zihin açıcıydı.

SOYKIRIMCILAR GERÇEĞİ KARARTIYOR

Aslında Türkiye ve Kürdistan’ı egemenlik altında tutan ‘kimlik’, iktidarını iki ana eksen üzerinde tutuyor: Kan ve yalan. Öncesini saymazsak Abdülhamit’ten buyana Balkanlardan Kürdistan’a, Arap yarım adasından Ermenistan’a dökülen kanın haddi hesabı yoktur. Anadolu ve Kürdistan yapılan ve devam eden soykırımlarla adete halklar mezarlığına dönüştürüldü.

Garip ve utanç verici olan ise bu soykırım ve katliamları yapanlar, kan akıtanlar kendilerini bir şekilde, yalanında gücünü kullanarak, ‘temize çekmeyi’ becerdiler.

İFTİRADAN İTİRAFÇILIĞA

Son birkaç günde Türk gazetelerinin manşetleri bu konuda sayısız örneklerle dolu. Değerli bilim insanı İsmail Beşikçi’nin dediği gibi bazı gazeteler, örneğin sabah, Akit, Star, zaman, Yeni Şafak ‘Mit’in bir şubesi’ gibi çalışıyorlar.

Ancak bu basın şaibeli ve kirli bir basın. İftiracı ve itirafçı bir basın. Türk basının en kıdemli itirafçılarından birisi Orhan Birgit’tir. O, itiraflarını topladığı ‘Evvel zaman içinde’ birde anı kitabı yazdı. Şuanda adı geçen gazetelerde ve televizyonlarda asparagas haberler yapanlar, yalan atanlar bu konuda Birgit’în eline su dahi dökemezler. Çömez sayılırlar.

İşte çarpıcı bir örnek. Orhan Birgit Genelkurmay halkla ilişkiler dairesinde askerlik ‘görevini’ yaptığı dönemde, Hürriyet gazetesinin sahibi Erol Simavi ile birlikte 1953 yılında bir çarpışma sonucu batan Dumlupınar denizaltısına ilişkin ‘masum ama yalan’ olan bir habere imza attılar. Denize gömülen Dumlupınar komutanının ağzından açıklama yazdılar. Açıklamanın başlığına da ölmüş komutanın sarf etmediği ‘vatan sağ olsun’ cümlesini kullandılar. Bütün gazeteler aynı yalan manşetle çıktı. Türk toplumu yarım asır bu yalana inandı. Onun peşinden yürüdü.

Ya bir dönemler Sabah gazetesinin sahibi olan Dinç Bilgin, gazeteci Ergun Babahan ve M. Ali Birand’ın itiraflarına ne demeli? Bilgin verdiği bir söyleşide Türk basının emir komuta zinciri içinde nasıl çalıştığını, talimatla nasıl haber yapıldığını, mali politikalarla medyanın nasıl hizaya çekildiğini bir bir anlatmıştı, daha doğrusu itiraf etmişti.

Babahan ise eski patronun itirafları sonucu adeta ‘günah çıkarırcasına’ Andıç olayındaki rollerini anlatacaktı. O günlerde Cengiz Çandar, M. Ali Birand gibi gazeteciler, Akın Birdal gibi insan hakları savunucuları ‘PKK ile ilişki içinde oldukları’ iddia ediliyordu. Gelen emir bunların ifşa edilmesi ve infazının gerçekleştirilmesi yönündeydi.

Bu işi sadece Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök yapmayacaktı. Aynı zamanda Sabah gazetesi de ‘korkunç ifşaat’ diye masum insanları hedefe oturtacaktı. Gazetenin yayın yönetmeni ise Babahan’dı. Sonradan ‘Genelkurmay’dan kullanacaksınız diye emir gelmiş herhalde’ diye itirafta bulunacaktı. Sonuç vahimdi: bu ifşaat’ sonucu Akın Birdal saldırıya uğradı ve sekiz kurşun yarası aldı. Ölümden döndü.

HAYAL ÜRÜNÜ SENARYO YAZILIYOR

Kendiside iftiralara hedef olan, başka bir itirafçı ise M. Ali Birand’ı. Biran ilk önce Türk ordusunun Zap’ta aldığı ağır yenilgi sonrası sarsıcı bir itirafta bulunacak ve ‘PKK’ye ilişkin yalan haberler yazıyoruz’ diyecekti. Ekim 2010’da ise bir adım daha ileri atacak, Kürtleri ve PKK’yi kast ederek şunları yazacaktı;

‘Hayal ürünümüz olan bir senaryo yazıyoruz ve bunun gerçek verilere dayanmayan bir senaryo olduğunu bilmemize rağmen, kendimiz de inanır oluyoruz. Bir süre sonra, daha da ötesine geçiyoruz ve kendi senaryolarımıza dayanarak yorumlar yapmaya başlıyoruz. Dramatik yanı, PKK'nın bu şekilde tasfiye edileceğine siyasetçilerimiz, polisimiz, hatta askerimiz dahi inanıyor olmaları’

İTİRAF DAHİ BU AHLAKSIZILIĞI TEMİZLEMEZ

Sabah gazetesinin Sivas katliamını PKK’ye mal etme utanmazlığı, Star gazetesinin ‘ittifakın fotoğrafı’ manşeti, Vakit gazetesinin ‘PKK domuzla besleniyor’ manşeti veya Zaman gazetesinin ‘sözleşmeli personel tehditle eylemci oluyor’ benzeri ‘haberler’ tamda böyle bir hayal ürürünü olan, ancak AKP karargahlarında hazırlanan, emir komuta zinciri içinde ‘ifşaat edin’ diye gönderilen bir andıçdır. Ahlaksızcadır. Bayağıdır ve kalleşçedir.

Hep beraber göreceğiz. Bu manşeti atanlar, bu gazetelerde yorum yazanlar, gazeteci olduğunu iddia edenler çok geçmeden itiraflara başlayacaklardır. Bu haberlerin hangi karargahta hazırlandığını, bunun nasıl kirli bir oyunun, nasıl ahlaksız bir ilişkinin ve tezgahın ürünü olduğunu itiraf edeceklerdir. Tıpkı, Birgit, Bilgin, Babahan, Birand gibi.

Derler ki itiraf etmek insan ruhuna iyi gelir. Beklide öyledir. Ancak bu gidişle, bu kadar yalan ve dibe vurmuş ahlaksızlık varken, bırakın gazeteciyi, ortada insan diye bir şey kalır mı, işte o bilinmiyor?

Barcelona Plaza Catalunya Anti-Kapitalist Isgal Eylemi