5 Mayıs 2011 Perşembe

Cemil Bayık: Kozmik Odaya Siyasal İslam Yerleşecek

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast planı yapıldığı iddiasıyla kozmik odada yapılan aramalardaki amacın, siyasal İslamcı kesimi özel harp dairesine yerleştirmek olduğunu söyledi. ANF'ye konuşan Bayık, zaten uzun bir süredir Fethullahçıların da özel harp dairesinin Kürtlere yönelik yürüttüğü kirli psikolojik savaşın benzerini yürüttüğüne dikkat çekti.

*Kürt Özgürlük Hareketi 13 Nisan’da bir “demokratik çözüm hamlesi” başlattı. Ancak Türk devletinin operasyonlar düzenlemesi ve Sayın Öcalan’ın Yol Haritası'nı vermemesi ile başlatılan bu “Demokratik Çözüm” süreci tıkandı. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?

-Kürt Halk Önderi ve Kürt Özgürlük Hareketi 29 Mart seçimleriyle birlikte klasik inkar politikasının iflas ettiğini devletin de göreceğini düşünerek bir demokratik çözüm hamlesi başlattı. Seçim öncesi var olan fiili eylemsizlik 13 Nisan'da resmi olarak açıklanarak devlete bir çatışmasızlık ortamının sağlanması çağrısı yapıldı.

Kürt Halk Önderi Yol Haritası hazırlayacağını söyledi. Kürt Özgürlük Hareketi de çözüm için temel taleplerini ortaya koyarak Türk devletine çözüm için neler yapması gerektiğini gösterdi. Artık sorunun askeri bastırma ve direnme ekseninden çıkarılıp demokratik siyasal çözüm kulvarına girmesi gerektiğini vurguladı.

13 NİSAN’DAN BERİ 90 GERİLLA HAYATINI KAYBETTİ

Kürt Özgürlük Hareketi 13 Nisan’da yayınladığı açılama ve daha sonra yayınladığı deklarasyonla kalıcı çözüm için niyetini ve kararlılığını ortaya koyarken, Türk devleti de yeni bir Kürt politikası inşa etmeye yöneldi. Kürt Özgürlük Hareketi inkar ve imha siyasetinin iflasını demokratik çözümle sonuçlandırmak isterken, Türk devleti ise eski amacına yeni yöntem ve araçlarla ulaşmayı hedefleyen bir politikayı eskinin yerine ikame etmeyi benimsedi. 14 Nisan'da Türk Genelkurmay başkanı Atatürk’ün “Türkiye'de yaşayan herkes Türkiye halkıdır” sözünü hatırlatmış, bunu söyledikten sonra da Türkiye’de yaşayan herkes Türk milletini oluşturur diyerek inşa etmek istedikleri yeni Kürt politikasının çerçevesini ortaya koymuştur. Daha sonraki tüm gelişmeler bu iki politika arasındaki mücadelenin sonuçları olarak görülmelidir.

Dikkat edilirse bu sürecin başında DTP’ye KCK operasyonu denilen bir siyasi darbe yapılmıştır. DTP’nin yönetici ve üyelerinden yüzlercesi tutuklanmıştır. Genelkurmay Başkanı, tek bir terörist kalmayana kadar operasyonlar sürecek demiştir. Nitekim gerillaların yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan operasyonlar tek bir gün bile durmamıştır. Buradan eylemsizlik sürecinde ordunun operasyonlarına ses çıkarmayanlara, hatta ordu fazla operasyon yapmamış diyenlere hatırlatmak isteriz. 13 Nisan'dan bu yana 90 gerilla yaşamını yitirmiştir. Bunların çoğunluğu da ya planlı baskın ya da pusularda yaşanan kayıplardır.

SABIRLI YAKLAŞTIK

DTP’ye yapılan operasyonlar ve bu gerilla kayıplarına rağmen Kürt Özgürlük Hareketi sabırlı yaklaştı. Kürt Halk Önderinin Yol Haritası'nın demokratik çözüm için çok önemli gelişmeler yaratacağına inandı. Sadece Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı değil, Türkiye kamuoyu ve Kürt sorunuyla ilgili her güç bu Yol Haritası'nı heyecanla bekledi.

Önderliğin Yol Haritası'nın açıklayacağının toplumda heyecan yaratması ve Özgürlük Hareketinin demokratik çözüm hamlesi karşısında telaşa kapılan Türk devleti, inisiyatifi Kürt Özgürlük Hareketinin elinden almak için açılım kod adı altında toplumu kandırma ve Kürt Özgürlük Hareketini etkisizleştirme ve tasfiyeyi hedef alan yeni bir planlamayı devreye koydu. Açılım kod adlı tasfiye politikasını pratikleştirmek için çeşitli kesimlerin desteğini almayı hedefleyen bir kampanya yürüttü. Önder Apo'nun herkesin düşüncesini alarak oluşturmak istediği gerçek bir demokratik çözümün Yol Haritası’nın siyasal gündemi belirlemesinin önüne geçilmek istendi. Böylece AKP’nin bir çözüm politikası olduğuna inandırma ve oyalama yaparak zaman içinde bu devlet politikasını hakim kılmayı hesaplıyorlardı.

Ancak Kürt Halk Önderinin Yol Haritası'nı sunmasıyla birlikte Türk devletinin gerçek yüzü ortaya çıktı. Çünkü Türk devletinin demokratik çözüm için herhangi bir kararı yoktu. Bu nedenle Kürt sorununun gerçek anlamda çözümünü sağlamayı amaçlayan Yol Haritası'nı engelledi. Güya herkesin düşüncesini alan ve bu konuda düşüncesini söylemesini isteyen Türk hükümeti, Kürt sorununun çözümünde en temel aktör olan Kürt Halk Önderinin Yol Haritası'nı Kürt halkının ve Türkiye kamuoyunun öğrenmesini engelledi. Bu Yol Haritası onların tasfiye politikalarını altüst edecek ve bu Yol Haritası temelinde Kürt sorununun çözümünün gelişmesi yakınlaşacaktı. Bu Yol Haritası bu sorunun çözümüne kilit vuran kilidin açılmasının anahtarı olacaktı. Bu nedenle el konulmuştur.

Türk devleti kendi dar aklıyla ve şovenist yaklaşımıyla Kürt Halk Önderinin de kendi tasfiye politikalarına aldanıp destek vereceğini sanıyordu. Ne var ki bırakın kendi politikalarına destek sunmasını, aksine Yol Haritası’nın bu politikayı boşa çıkarıp gerçek çözümü dayattığını görünce kamuoyu tarafından öğrenilmesini kendileri için tehlikeli gördüler.

Kürt Halkı ise demokratik çözümü sağlayacak bu Yol Haritası'nı istiyoruz diyerek meydanları doldurdu. Önderliğin Yol Haritası'nı kendi talepleri olarak ilan etti. Kürtler ne istiyor diyenler, Kürtlerin siyasi iradesinin hazırladığı ve çözümün gerçekleşmesini sağlayacak taleplerini ifade eden Yol Haritası'nın Türk devletinin elinde olduğunu bilsinler.

Kürt Özgürlük Hareketinin demokratik çözüm için 13 Nisan'da eylemsizlik kararıyla başlattığı demokratik çözüm sürecini tıkatan, Türk devletinin tasfiye politikası ve Yol Haritası'na el koyması olmuştur. Bu nedenle Ağustos ayının sonundan itibaren demokratik çözüm isteyenlerle tasfiye politikası yürütmek isteyenler arasında çok yönlü bir mücadele yaşanmıştır. Bir süreçten söz edilecekse bunu Kürt Özgürlük Hareketi başlatmıştır. Bir tıkanma varsa bunu yaratan Türk devletidir.

DTP ÜZERİNDE SİYASİ LİNÇ KAMPANYASI

*2009’da Sayın Öcalan’ın barışçıl çözümün önünü açmak amacıyla yaptığı çağrı üzerine Maxmur ve Kandil’den barış grupları da Türkiye’ye giriş yaptı. Bu grupların gelişi ardından hareketiniz ve Kürt legal siyasetine yönelin yeni bir saldırı dalgası geliştirildi. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Kürt Halk Önderi eski politikanın iflas ettiğini görerek Türkiye'de gerçekten Kürt sorununun çözümünü getirecek yeni bir politikanın benimsenmesi için yeni bir adım daha atarak demokratik çözümü dayatmak istemiştir. Bunun için barış ve demokratik çözüm gruplarının gönderilmesini istemiştir. Bu gruplarla çözüm niyeti ortaya konulacak ve bunlar meclise giderek Kürt Özgürlük Hareketinin önerilerini sunacaktı. Ne var ki milyonlarca halkın bu gruplara sahiplenmesiyle birlikte Türk devleti gerçek yüzünü bir daha ortaya koydu. Böyle bir halka tasfiye politikasını kabul ettiremeyeceklerini görerek öfkelendiler. Tepki, halkın bu yüksek iradesine ve güçlü duygularına gösterilmiştir. Hükümet, devlet projesi olarak sunduğu açılım kod adını verdiği tasfiye politikası karşısında iradeli ve eşit koşullarda çözümü isteyen bir halk gerçeği görünce bundan ürkmüştür. Bu Kürt gerçeğini geriletmek için yeni bir saldırı kampanyası başlatmışlardır. Kürt halkının bu duruşu geriletilmeden, Kürtler üzerindeki yeni bir egemenliği ifade eden yeni Kürt politikasını inşa edemeyeceklerini çok iyi görmüşlerdir.

Barış gruplarının gelmesinden sonra DTP üzerinde siyasi bir linç kampanyası başlatılmıştır. Hatta bunu fiziki saldırıya dönüştürmüşlerdir. Bunlar bir merkezden yönetilen saldırılardır. Mevcut Kürt halk gerçeğini bu saldırılarla sindirmek ve kendi tasfiye politikalarını kabul ettirecek noktaya getirmek amaçlanmaktadır.

Kürt Özgürlük Hareketine çok boyutlu saldırıların amacını böyle görmek gerekir. Kürt Halk Önderinin ölüm çukuruna atılması da bu amaçla ilgilidir.

*Gerilimin tırmandırıldığı bir sırada Öcalan’ın cezaevi koşullarında da bir değişiklikler yapıldı. Öcalan bu durumu 17 Kasım darbesi olarak değerlendirdi. Bu ne anlama geliyordu?

-Önder Apo’ya karşı sürekli düşmanca politika izledikleri biliniyor. Dünyada hiçbir tutsağa gösterilmeyen bir tecrit ve yıldırma politikası izleniyor. Türkiye’deki en suçlu ve en disiplin cezası almış tutuklulara uygulanmayan kısıtlama ve baskı Kürt Halk Önderine uygulanıyor. Özellikle dış dünyayla ilişkisi en sınırlı düzeye indirilmiştir. Eğer siyasi koşullar el verse bugünkünden daha fazla baskı ve kısıtlamayı uygularlar. Bugün için el veren baskı ve kısıtlamaları son sınırına kadar uyguluyorlar. Türkiye'de televizyon izleyemeyen ve istediği gazeteleri okuyamayan tek tutsak Kürt Halk Önderidir. Verilen radyo ise TRT’nin tek bir kanalını çekmektedir. Sadece bu gerçeklik bile durumun ne olduğunu göstermeye yeter. Bu yönüyle Kürt Halk Önderi 11 yıldır ölüm ve delirtme çukurunda yaşamını büyük bir irade ve dirençle sürdürmektedir.

KÜRT HALKINA YAKLAŞIM ÖNDERLİKLERDE SOMUTLAŞMIŞTIR

Önderliğe her zaman büyük bir kinle, ağır ceza çekmesi gereken bir düşman olarak bakmışlardır. Eğer Kürt Özgürlük Hareketi ayakta olmasaydı ve halk sahiplenmeseydi Kürt Halk Önderine halkı ayağa kaldırmanın cezası olarak Türk geleneğinde olan fitil fitil burnundan getirme uygulaması içinde olurlardı. Aslında böyle bir yaklaşım bir zamanlar Milli Güvenlik Kurulu sekreteri olan Tuncer Kılıç tarafından dile getirilmiştir. Orada yavaş yavaş, çeke çeke ölecek diyerek Kürt Halk Önderliği üzerinde nasıl bir zulüm sistemi kurduklarını itiraf etmişlerdir.

Önderliğe yaklaşım politik gelişmelere göre sürekli değişmiştir. 2005 yılında imha kararı almışlardır. 2007 yılında farkına varıp deşifre etmeseydik yavaş yavaş verilen zehirle ölümü gerçekleştireceklerdi. Ne var ki erkenden fark ettik. Şu andaki sağlık sorunlarından bir kısmı da o zehirlenme girişimiyle ilgilidir. Kürt Özgürlük Hareketine görülmedik düşmanlık içinde olan bir devletin bu Önderlik üzerinde her türlü kirli hesaplar içinde olduğuna kuşkumuz yoktur. Bu nedenle sürekli bir duyarlılık içindeyiz. Zaten halkımız bu duyarlılığı sürekli ortaya koymaktadır.

Kürt Halk Önderine yönelik son saldırı, hükümetin yürürlüğe koyduğu tasfiye politikası ve bu eksende gelişen siyasal durumla ilgilidir. Önder Apo’nun Yol Haritası devleti öfkelendirmişti. Ancak Önder Apo, açılım kodlu politikanın tasfiye politikası olduğunu ilan edince öfkeleri daha da arttı. Tasfiye politikasını yutturamadıklarını görünce Önder Apo’yu cezalandırma kararı aldılar. Aslında nasıl ki Kürt sorununda bir şeyler yapıyoruz diyerek bir tasfiye politikasını Kürtlere, iç ve dış kamuoyuna kabul ettirme çabası yürütülüyorsa aynı politika İmralı üzerinde de yürütülmüştür. İyileştirme adı altında ölüm çukuru iç ve dış kamuoyuna kabul ettirilmek istenmiştir. Bu politika ve uygulama bir daha ortaya koymuştur ki Kürt Halk Önderine en ağır biçimde cezalandırılması gereken bir suçlu olarak bakılmaktadır.

Kürt Halk Önderi bu ölüm çukurunda nefessiz bırakılıp ölüme sürüklenmek isteniyor. Nefes sorununu da bildiklerinden hava akımının olmadığı ve temiz havanın yeterli giremediği hücreye atmışlardır. Bunun bir öldürme kararı olduğu açıktır. Bu uygulamalar sadece bir kişiye yapılan uygulamalar değildir. Bu uygulamalar bir halkın Önderine bilinçli bir biçimde yapılıyor. Kürt tarihini öğrenmiş olanlar bilir ki Kürt halkına yaklaşım en somut biçimde Önderliklerine gösterilmiştir. Kürt halkına yaklaşım bu Önderliklerde somutlaşmıştır. Bu gerçeği görmeden İmralı’daki uygulamaları bir bireye gösterilmiş yaklaşım olarak göstermek ya cahilliktir ya da Türk devletinin Kürt halkına yönelik politikalarını bilinçli bir biçimde gözden kaçırmaktır. Hele bu Kürtler adına yapılıyorsa en hafif deyimle gaflettir.

Türkiye hala Kürtlerin varlığını tanımıyor. Kürt Halk Önderinin belirttiği gibi Kürt halkının mücadelesi ulusal varlığını ve siyasi iradesini kabul ettirme mücadelesidir. Hala tek millet deniliyor. Kürtler Türklük içinde eritilmek isteniyor ve kolektif haklar kabul edilemez deniliyorsa ortada çok açık bir varlık sorunu vardır. Bunu görmemek, Kürtleri Türklük içinde eritmek isteyen politikaya hizmet etmektir.

Bugün Kürt siyasal ve ulusal kimliği tanınmadığı için Önder Apo üzerinde baskı uyguluyorlar. Kürt Halk Önderinin bu mücadeleye öncülük ederek Kürtlerin siyasal ve ulusal varlığını dayatmasının intikamını alıyorlar. Kürt halkına yaklaşım değişmediği müddetçe bu politika ve uygulamalar değişmeyecektir. Kürt siyasal ve ulusal varlığını gerçek anlamda kabul ettiği an bu politika ve uygulamalar değişecektir. Kürt Halk Önderine yaklaşımla Kürt politikası arasında doğrudan bir bağ vardır. Şeyh Sait ve Seyit Rıza’nın arkadaşları ve yakınlarıyla birlikte idam edilmesi, o zamanki Kürt politikasının gereğidir. Nuri Dersimi ve İhsan Nuri Türkiye dışına çıkmasaydılar kuşkusuz aynı akıbetle karşılaşacaklardı. İran'da Kürt liderlerinin tümünün ya idam edildiği ya da suikastlarla saf dışı edildiği biliniyor. Irak'ın da yakaladığı tüm Kürt kadrolarını imha ettiğini sağır sultan bile duymuştur.

Kürt demokratik siyasetine, demokratik siyasi kadrolara yapılanlar ortadayken PKK liderliğine nasıl yaklaşılacağı anlaşılır. Kürtlerin mücadelesine öncülük eden ve örgütleyenler suçlu görülmeye devam etmektedir. Önderlik üzerindeki uygulamaların Kürtler üzerinde egemenliği ve kültürel soykırımı sürdürmeyi hedefleyen yeni Kürt politikasıyla ilgili olduğu tartışmasız bir gerçektir.

*DTP’nin kapatılması, getirilen siyaset yasakları ve 2 milletvekilinin vekilliklerinin düşürülmesini nasıl yorumluyorsunuz?

-DTP’nin 22 Temmuz 2007 seçimlerinden üç ay sonra açılan bir dava nedeniyle bu kapatma gerçekleşiyor. Davanın açılmasından sonra iki yıl bekleniyor. Yani DTP grup olarak meclise girdikten kısa bir süre sonra kapatılma davası açılıyor. Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra, 13 Kasım'da açılan bir davadır. Yani bu yıl yapılan tartışmalardan çok ayrı gerekçelerle kapatma davası açılmıştır. Anlaşılıyor ki bu iki yıl içinde her zaman kapatılabilirdi. Türk devletinin politikaları gereği ne zaman uygun bulunsa o zaman kapatma davası görüşülecekti. Eğer 2007 Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra Kürt Özgürlük Hareketine darbe vurulsaydı, arkasından DTP de ya istenilen çizgiye çekilecek ya da kapatılacaktı.

Ne var ki Kürt Özgürlük Hareketi öngörüldüğü gibi darbe yemeyince DTP’yi açık tuttular. Kürt halkını aldatacak bazı adımlar atıp ve işbirlikçi kimi Kürtlerin de desteğini alıp yerel seçime gidip orada yenilgiye uğratarak hem DTP’yi hem de kazandığı siyasi inisiyatifle Kürt Özgürlük Hareketini kuşatıp tasfiye etmeyi hedeflediler. Hatta seçimden sonra Kürt Özgürlük Hareketini kuşatıp tasfiye etme konusunda Güney Kürdistanlı örgütlere de rol biçmişlerdi. Nitekim devlet desteğiyle bir seçim kampanyası yürüttüler. Ne var ki 29 Mart seçimlerinde bırakalım DTP’nin zayıflatılması, aksine daha da güçlenerek çıkması gerçekleşti.

Referandum niteliğindeki bu seçimde devletin uyguladığı Kürt politikası kaybetti. Bu sadece bir seçim kaybetmek değildi, aynı zamanda eski Kürt politikasının açıkça iflasıydı. 29 Mart seçimlerinden sonra yaptıkları değerlendirmelerde artık eski politika ve yöntemlerle Kürt Özgürlük Hareketi karşısında başarı elde edemeyecekleri kararına vardılar. Bu çerçevede yeni bir Kürt politikası inşa etme ihtiyacı duydular. Kürt sorununun çözümü için bir anlam ifade etmeyen adım dedikleri bazı şeylerle politik meşruiyet yenileyip Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edeceklerini hesapladılar. Siyasi baskı ve psikolojik baskıyla DTP’yi bu tasfiye politikasının parçası haline getireceklerini sandılar. Ne var ki DTP’lilerin bu tasfiye politikalarına destek vermemesi, varlığını bu tasfiyeye bağlamış AKP’yi öfkelendirdi. Bunun üzerine Ağustos’tan sonra DTP’ye saldırılar arttı. DTP’liler ne konuştuysa bir propaganda saldırısı başlatılarak DTP’liler baskı altına alınmaya çalışıldı. Böylece geri adım attırılıp DTP tasfiyeye politikasına destek verir hale getirilmeye ya da içten parçalanmaya uğraşıldı. Bu başarılamayınca kapatma kararı aldılar. Böylece Kürt Demokratik Hareketi zayıflatılıp tasfiye politikasını kabul ettirmede bir engeli daha ortadan kaldırmayı amaçladılar. Bu yönüyle DTP’nin kapatılması siyasidir. Öte yandan DTP güçlenmiş, giderek Kürtleri temsil eden bir demokratik güce ulaşmıştır. Mevcut devlet politikası Kürtleri temsil edecek bir partiye tahammül etmediğinden bu tutuklamayla Kürt halkının örgütlü, siyasi temsile kavuşması tırpanlanarak güçsüz düşürülmek istenmiştir.

DTP’NİN KAPATILMASI HEM HUKUKİ HEM SİYASİ

Türkiye'deki anayasa ve yasalar çerçevesinde DTP gibi bir parti her zaman kapatılabilir. Belki siyasi bir yaklaşım gösterilerek kapatmayabilirdi; çünkü kapatmak için iki yıl beklenmişse bunun nedeni de kesinlikle siyasidir. Ancak bu kapatma aynı zamanda hukukidir. Çünkü 12 Eylül anayasası DTP gibi bir partiyi kapatmaya cevaz vermektedir. Bu nedenle hukuki değildir demek yanlıştır, ancak konjonktürel olarak siyasidir. Tabii ki evrensel hukuk ve demokratik bir ülkenin hukuk mantığı açısından hukuki değildir de denilebilir. Ama söz konusu yürürlükteki hukuksa bu hukukun demokratik karakteri olmadığı ve demokratik bir yasal partiyi kapatmaya izin veren bir ruha ve ifadeye sahip olduğu açıktır. DTP’nin kapatılmasının konjonktürel nedeni, tasfiyenin önünü açmak ve bu konuda demokratik siyasi hareket üzerinde baskı yapmak içindir.

Öte yandan bu kapatma göstermiştir ki Türkiye'de özgür, Demokratik Siyaset yapmak mümkün değildir. Devletin istediği çizgiye gelinmediği müddetçe kapatma tehdidi devam edecektir. Tabii ki buna karşı demokratik siyasette ısrar edilecektir. Ancak Demokratik Siyaset üzerinde ağır baskının var olduğu bilinmelidir. Demokratik Siyaset yapanlar bu bilinçle sabırlı, soğukkanlı, ama ilkeli ve kararlı bir biçimde demokratik siyasi mücadeleyi yürütebilmelidirler. Türkiye'de hala Kürtler açısından demokratik siyasi mücadeleyi kabul eden bir zihniyet yoktur. Bu konuda 1994 yılındaki anlayış farklı biçimde sürmektedir. Kimi yöntem değişiklikleri olsa da, Kürtlerin özgürlüğü ve demokrasisi için mücadele eden bir partiye hala Türkiye'de yer yoktur.

Hak Par’ın kapatılmaması, Kürt Demokratik Hareketine karşı bir zihniyet değişikliğini ifade etmiyor. Aksine Kürt Demokratik Hareketlerini daha rahat baskı altına alma ve kolay kapatmanın argümanı olarak kullanılıyor. İç ve dış kamuoyuna, bakın biz programından ya da Kürtlerle ilgili siyaset yapıldığından dolayı kapatmıyoruz demek için Hak Par kapatılmamıştır. Eğer Kürt Özgürlük Hareketi olmasaydı ve DTP güçlü bir hareket olmasaydı Hak Par da kapatılırdı. Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilirse Hak Par ya da başka bir parti devleti zorlayacak bir tutum gösterirse derhal kapatılır. Bu açıdan Hak Par ya da şu parti kapatılmadan Kürtlük adına siyasete izin veriliyor denilerek 12 Eylül anayasasıyla yürütülen bu sisteme kanmak, Osmanlı oyununu yutmak olur. Şu anda devletin temel amacı gerillayı tasfiye etmek olduğundan, bu tasfiyeyi gerçekleştirmede siyasal bir argüman olarak kullanmak için Hak Par kapatılmamıştır.

DEVLET ARTI DEMOKRASİ

Türkiye Kürtleri siyasal ve ulusal hakları olan bir toplum olarak kabul etmediği müddetçe Demokratik Siyaset üzerindeki baskı her zaman sürecektir. Dolayısıyla şu ya da bu baskıyı başka nedenlerle açıklamak Türkiye'deki siyasi sistemi görmezlikten gelmek olur. Tabii ki mücadele ilkelerden taviz vermeden, devletin dayatmalarını kabul etmeden daha politik tarzda sürdürülebilir. Ancak Türk devleti kendi izlediği çizgiye getiremediği müddetçe yine kapatır. Dolayısıyla Demokratik Siyasetin, Türk devleti Kürtleri bir toplum olarak kabul edip Kürt demokratik siyasetinin varlığını hazmedene kadar mücadelesini bedeller ödeyerek de olsa sürdürmesi gerekmektedir.

Türk devlet sistemi baskı koyuyor ya da kapatıyor diye mücadeleden vazgeçmek olmaz. Demokrasi ve demokratik haklar zaten her yerde uzun, gerilimli yıllar sonrası kabul ettirilmiştir. Demokrasi mücadelesi az ya da çok devletle bir gerilimi ifade eder. Devlet ile demokrasi güçleri hiçbir zaman tam bir uyum içinde yan yana olmazlar. Demokrasi ancak devleti gerilettikçe kendini daha fazla hakim kılar. Bu nedenle ne kadar çok devlet o kadar az demokrasi, ne kadar çok demokrasi o kadar az devlet, demokrasi mücadelesinin temel denklemi olarak ortaya konulmaktadır. Devlet artı demokrasi biçiminde ifade ettiğimiz sistemimizde tarafların konumu durağan değildir. Biri diğerinin aleyhine mutlaka alanını genişletmek ister. Daha doğrusu devlet sürekli demokrasi mücadelesi karşısında kendi güçlü konumunu korumak için gerici bir direniş gösterir. Dolayısıyla devlete uyumla demokrasi mücadelesi geliştirilemez. Bunu derken devletle cepheden bir savaştan söz etmiyoruz. Sürekliliği olan bir demokratik mücadeleden ve demokratik kurumlaşmasını güçlendirerek kendisini etkili kılan bir mücadele tarzından söz ediyoruz.

AKP, PKK’Yİ TASFİYE İLE GÖREVLENDİRİLMİŞ

*DTP’nin kapatılmasından sonra DTP meclise dönmelidir diyenler, DTP meclise döndükten sonra başta DTP’li Belediye Başkanları olmak üzere demokratik siyaset güçlerine “KCK operasyonu ” diyerek bir tutuklama kampanyası başlattılar. Bu durumu nasıl izah ediyorsunuz? DTP'nin kapatılması arkasından gerçekleşen bu saldırıların amacı nedir?

-KCK operasyonu adı verilen operasyon ile DTP'nin kapatılması aynı politikanın sonucudur. AKP, PKK'yi tasfiye etme göreviyle görevlendirilmiştir. Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edebilirse devletin içine girmeye hak kazanacaktır. Devlet Kürtler dışında tüm diğer muhalefetleri sistemin içine alma ve Kürtleri bu temelde egemenliği altında tutmak istiyor. Bunun için de devlet içine girmek isteyenlerin Kürtleri egemenlik altında tutacak devlet politikalarına hizmetlerini göstermesi gerekiyor. Bunu da Kürtleri örgütsüz bırakarak, Kürtlerin siyasi mücadelesini ortadan kaldırarak yapması gerekir. Kürtlerin demokratik siyasi birikimi ortadan kalkmadan Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini durdurmak mümkün değildir. Kürt halkının siyasi güçleri ve örgütlenmeleri var oldukça tasfiye politikalarını kabul ettirmek mümkün değildir.

KCK operasyonu adı altında özellikle 14 Nisan'da başlatılan ve 24 Aralık'ta sürdürülen siyasi operasyonlar iradeli Kürt demokratik siyasetinin kökünü kazıma harekâtıdır. 1990’lı yıllarda serhıldanlar nasıl ki böyle bir siyasal kök kazıma harekatıyla ortadan kaldırılmak istenmişse, bugün de siyasi bir kök kazıma harekatı yapılıyor. Onlarca ağır bedeller ödenerek ortaya çıkarılan Kürt siyasi birikimi bu operasyonlarla ya zindanlara atılarak ya da sindirilerek ortadan kaldırılmak isteniyor. Tam bir siyasi soykırım yapılıyor. 1990’lı yıllarda siyasi soykırım ağırlıklı olarak cinayetlerle yapılıyordu. Siyasetle uğraşan Kürtler bir bir ortadan kaldırılıyordu. DEP milletvekilleri zindana atıldı. Yine binlerce politikleşmiş Kürt örgütü yardım ve yataklık yapma iddialarıyla tutuklandılar. Böylece Demokratik Siyaset yapanların ortadan kaldırıldığı bir sonuç yaratmayı hedeflemişlerdir. Böyle bir toplumu kolay sindireceklerini, toplum sinince de Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edeceklerini düşünmüşlerdir.

KCK operasyonlarıyla hedeflenen de 1990’lı yıllardaki kirli savaşla hedeflenenin aynısıdır. Yöntemler değişmiş, ama amaç değişmemiştir. Hukuki değil de bir siyasi hedef doğrultusunda bu tutuklamalar yapılmıştır. 14 Nisan siyasi saldırısından sonra hükümetin akıl hocaları ve istihbarat örgütleri böyle bir operasyonun sürdürülmesini istemişlerdir. Ancak başlatılan operasyonlar sürdürülürse Kürt demokratik siyasi hareketinin gücünü kıracaklarını söylemişlerdir. Bunu televizyonlarda ve gazetelerde açıkça dillendirmişlerdir. Belediye Başkanları ve Demokratik Siyasetçilerin tutuklandığı operasyondan sonra bu operasyonların neden gerekli olduğunu daha açıkça dile getirmişlerdir. 14 Nisan'da DTP içindeki güvercinlerin önü açıldı diyenler, bu defa DTP dışındaki Kürt siyasetçilerinin önü açıldı diyerek başka hangi amaçları olduğunu ortaya koymuşlardır.

Kürtlerle dalga geçercesine bu operasyondan sonra açılım daha iyi olacak deniliyor. Bununla tasfiyenin rahat yapılacağı söylenmek isteniyor. Aslında operasyonun amacının ne olduğunu daha açık ortaya koymuş oluyorlar.1990’lı yıllarda Kürt demokratik siyasetini ve Kürt halkını sindirip Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye ederek inkar ve imha politikasını sürdürmek isteyenler, bugün de Kürt demokratik hareketini veya halkı sindirerek inşa edilen yeni Kürt politikasını kabul ettirerek tasfiye amacını pratikleştirmek istiyorlar.

Görüldüğü gibi devletin ve hükümetin politikası değişmemiştir. Kürtler bir toplum olarak kabul edilmediği için demokratik örgütlenmelerine ve demokratik güç olmalarına izin verilmiyor. Kürtler bir ulusal topluluk olarak kabul edilip bu temelde Kürt sorunu demokratik çözüme kavuşturulmadığı müddetçe bu politikalar yöntem değiştirse de devam edecektir. Bu politikalar neden yapılıyor diye anlamayanlar gerçeğin böyle olduğunu bilmelidirler. DTP şunu söyledi, bunu söylemedi denilerek kapatılıyor, yöneticileri siyaset yapmaktan alıkonuyor. Anayasa mahkemesinin veremediği tutuklama kararını da savcı ve polisler yapıyor. KCK operasyonu adı altında hem seçimle iş başına gelmiş yöneticiler hem de Demokratik Siyasetçiler tutuklanıyor. Bunların yanında çeşitli sivil toplum örgütleri içinde demokrasi mücadelesi yürütenler de tutuklanarak toplum örgütsüz kılınmaya çalışılıyor.

Bu operasyonlarda da görüldüğü gibi siyaset yapma özgürlüğü olmadığı gibi, örgütlenme özgürlüğü de yoktur. Siyaset yapma ve örgütlenme özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez. Böyle bir yerde de daha etkili ve farklı yöntemlerle mücadele etme koşulları ve ihtiyacı var demektir. Türkiye'de siyaset de demokratik örgütlenme de Kürtler için yoktur. Kürt halkının temel siyasi ve ulusal hakları için mücadele verildiğinde bunun karşılığı tutuklanma olmaktadır. İradeli ve özgür Kürt’e karşı soykırım yapılıyor. Eğer Türk devletinin tasfiye politikasına destek olunursa ya da Kürt Özgürlük Hareketini zayıflatma ve tasfiye politikasına dolaylı ya da dolaysız kullanılan bir konumları varsa o Kürtlere yaşama imkanı vardır. Bunun dışındaki tüm Kürtler siyasi soykırım içine alınması gereken Kürtlerdir.

Bu operasyonlar bir demokratik çözümün değil de bir tasfiye politikası olduğunu çıplak bir biçimde gözler önüne sermiştir. Bu açıdan DTP’lilerin tasfiye politikası var demeleri tamamen gerçeği ifade etmektedir. Bu kadar tutuklanma ve siyasi baskıdan sonra hala açılımdan söz etmek ya aptal olmakla ya da devlet ve hükümet katında sağlanan bir çıkarla izah edilebilir. Bu kadar ağır saldırıdan sonra bazılarının hala Kürt Demokratik Siyasetine tasfiye yok bu nedenle hükümetin açılım politikasını destekleyin demeye cüret etmeleri ve bunu pişkince söylemeleri hiçbir söze yer bırakmayacak kadar bir kirli ilişkinin ve tasfiye konseptinin varlığını göstermektedir.

KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ KARŞITI BİR OLUŞUM KURMA ÇABASI

*Son operasyondan sonra televizyon ve gazetelerde DTP geleneğine karşısında yer alacak başka bir Kürt partisinin çıkması isteniyor. Özellikle hükümet yandaşı basın, Kürt demokratik hareketine karşı yeni bir Kürt oluşumun ortaya çıkması gerektiğine işaret ediyor. Kürt demokratik hareketini bölme çabaları bir sonuç verir mi?

-Devlet önceleri bir taraftan Kürdistan'da AKP gibi partileri güçlendirmek, diğer taraftan DTP geleneğindeki partiler içinde bölünme yaratmayı hedefliyordu. AKP Kürdistan'da güçlenirse Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesini sınırlandıracaklarını düşünüyorlardı. DTP içinde bölünme yaratırlarsa Kürt halkının mücadelesini zayıflatmış olacaklardı. Ne var ki 29 Mart'ta görüldüğü gibi AKP tüm desteğe rağmen Kürdistan'da etkili kılınamadı. DTP üzerindeki siyasi baskılar sonuç vermedi. Bu amaçlarına ulaşmayınca öngördükleri yeni Kürt politikasını kabul ettirmenin siyasi koşullarını bulamadılar. Kürt Özgürlük Hareketini zayıflatmayı amaçlayan bu hesapları tutmayınca bu defa Kürt Özgürlük Hareketi karşıtı yeni bir oluşum yaratma ya da Kürtler arasında parçalanma ortaya çıkarma çabası içine girdiler.

Şimdiye kadar kendisine Kürt’üm diyen işbirlikçi Kürt’ü bile tanımayan Türk devleti, şimdi işbirlikçilik yaparsa Kürt’üm demeyi sakıncalı bulmadığı gibi, Kürt Özgürlük Hareketinin karşısına yeni bir oluşum çıkarmak için gerekli görmüştür. Bu politika Türk devletinin istihbarat örgütleri tarafından önerilmiş, hükümet de bunu onaylamıştır. Şimdi başta hükümet yandaşı basın olmak üzere tüm basın ve demokratlıkları, liberallikleri Kürt’e gelince biten çevreler böyle bir oluşum yaratmak için seferber olmuşlardır. Düne kadar DTP karşısında AKP'yi güçlendirmek isteyenler, AKP bölgede güçlendi deyip bunu Kürtlerin bölücülüğe destek vermemesi biçiminde yorumlayanlar, şimdi söylemi ne olursa olsun Kürt Özgürlük Hareketini zayıflatan bir parçalanma yaratmayı can simidi olarak görüyorlar. Bunun ne anlama geldiğini artık Kürtler çok iyi biliyor. Bunun bir Kürt sevgisi olmadığını, aksine Kürtlerin mücadelesini zayıflatmak ve devleti rahatlatmak için yapıldığını çok az politik bilinci olanlar bile anlamaktadır.

Kürtler tarihlerinde hep bölünüp parçalanarak zayıflatılmış ve bu temelde üzerlerinde egemenlik kurulmuştur. Kürtlerde bu parçalanmışlık hep bir ulusal yara olarak acısı her gün ve derinden hissedilmiştir. İlk defa PKK bütün bölgeleri, tüm mezhepleri, tüm aşiretleri bir araya getiren, hatta dört parçadaki Kürtler arası birlik bilincini geliştiren bir siyasi hareket geliştirmiştir. Zaten sömürgeci egemenlik altında tutulan, siyasi ve ulusal hakları gasp edilen halklar ancak ulusal ve siyasi birliklerini sağladıkları taktirde özgürlük ve demokrasi mücadelelerini geliştireceklerini bilirler. Bu tür konumda olan halklar için ulusal birlik bilinci ve bu temelde siyasi birlikler yaratmak özgürlük ve demokrasinin kanunu haline gelmiştir. Bu nedenle bu tür halklar ve ulusların en önemli siyasi amaçları böyle bir birlik yaratmak olmuştur. Hele Kürtler gibi sürekli parçalı kalan ve bu parçalılıkları nedeniyle egemenlik altında tutulan bir halk için birlik daha da önemli bir hedef olmuştur.

Kürtler bunu 1990’lı yıllarda ortaya çıkan Kürt demokratik hareketleri etrafında toplanarak sağlamaya çalışmıştır. Bu açıdan HEP’ten DTP’ye süren gelenek tarihsel bir rol oynamıştır. Kürtleri Kürtlük bilinciyle Demokratik Siyaset etrafında toplamak çok önemli bir gelişmedir. Günümüze geldiğimizde Kürtlerin birliklerine önem vermeleri ve güçlerini bir parti etrafında birleştirmeleri onların acılarla kazandığı tarihsel bilincin bir ifadesi olarak görülmelidir. Kürtlerin acılarını yaşamayanlar Kürt halkının bu konudaki hassasiyetlerini de anlayamazlar. Son yerel seçimlerde Kürt Demokratik Hareketinin Kürdistan'ın önemli alanlarında yerel yönetimleri kazanması, Kürtlerin ulusal demokratik bilincinin geliştiği düzeyi gösteriyor.

DTP'nin yarattığı birlik önemli bir düzeydir; ancak bunu da yeterli görmemek gerekir. Kürtlerin daha büyük bir kesimini demokrasi ve özgürlük mücadelesinde birleştirmek gerekir. Yeni kurulan partinin bunu başarmada daha fazla bir çaba göstereceğine inanıyoruz. Bir halk kendini özgürleştirmek istiyorsa güçlü bir örgüt ve bu örgüt etrafında kapsamlı bir birlik yaratması gerekir. Bu örgütlenmeyi ve birliği kim sağlarsa ister istemez o örgüt ve o halk içinde en güçlü hareket olacaktır. Bunu da Kürdistan'da PKK sağlamıştır. Bu mücadele halk serhıldalarını ortaya çıkararak güçlü bir demokratik mücadelenin, dolayısıyla Demokratik Siyasetin önünü açmıştır. Bu Demokratik Hareket Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesini en zor koşullarda ve en sınırlı örgütlenme imkanlarıyla yürütmüştür. Bunun için dünyanın hiçbir demokratik siyasi hareketinin ödemediği bedeller ödemiştir. Kürt halkının siyasi ve ulusal demokratik haklarını kazanması için her türlü baskıya göğüs gererek halkın mücadelesini demokratik siyasi alanda yürütmeye çalışmıştır.

Şimdi bu hareket etkisizleştirilip bölünmek isteniyor. Kürt Özgürlük Hareketine karşı çıkmadığı, Kürt Özgürlük Hareketiyle karşı karşıya gelmediği için suçlanıyor, kapatılıyor. Bu nedenle psikolojik savaş merkezi tarafından üzerinde ideolojik ve siyasi baskı yaratılıyor. Kürt Özgürlük Hareketine karşı çıkmadığı, gerilla eylemlerini terör eylemleri olarak görüp karşı çıkmadığı müddetçe bu baskı sürecektir. DTP doğru yapmıyor, Kürt Özgürlük Hareketiyle arasına mesafe koymuyor dedikleri şey, Kürt Demokratik Hareketinin gerillayı, dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketini bir terör örgütü olarak görmemesidir. Bu konuda devletin politikası doğrultusunda hareket etmemesidir.

İradesi yok, PKK'nin dediğinin dışına çıkmıyor diyerek kışkırtmaya ve provoke etmeye çalışıyorlar. Aslında tüm dertleri gerilla direnişini zayıflatarak kendi politikalarını Kürt halkına, tabii ki Kürt demokratik siyasetine kabul ettirmektir. Yoksa Kürt Demokratik Hareketi kadar iradeli ve demokratik duruşlu siyaset yürüten başka bir güç yoktur. Bu iradeli duruşu da, demokratik ve özgürlükçü siyaseti de Kürt halkının gücüne dayanarak yapmaktadırlar. Eğer böyle bir tabana dayanmasaydı ve iradeli duruş olmasaydı şimdiye kadar çoktan diz çöktürülürdü. Bu gerçek de ortaya koymaktadır ki Türkiye koşullarında demokratik ve özgür duruşlu siyaset ancak toplumsal bir tabana dayanılırsa yapılabilir.

Eğer Demokratik Siyaset yapmak ve özgür duruşlu olmak gerillanın direnişine karşı çıkmak; gerilla direnişinin tasfiyesinde bir aktör olmak; Kürt Özgürlük Hareketi ile karşı karşıya gelmekse böyle sözde özgür duruşu Kürtler kabul etmeyecektir. Hiçbir Kürt uğursuz bu oyuna gelmeyecektir. Kürt sorununun çözümünde engel olan bir şey varsa o da Türk devletinin Kürtleri bir ulus olarak tanımamasıdır. Kürtlerin siyasi ve ulusal hakları tanınmadığı için Kürtlerin çok boyutlu direnişi ve Meşru Savunması sürmektedir.

AKP YANDAŞI MEDYA

Çoğulculuk ve demokrasi adına Kürt demokratik hareketi bölünmeliymiş! Bunu da en çok AKP yandaşı basın yapıyor. AKP birçok eğilimi içinde barındırırken, Türkiye'de bugünkünden daha fazla bir siyasi güce ulaşmayı hedeflerken, Kürdistan'da bile en büyük güç olmak için çaba gösterirken Kürt Demokratik Hareketinin bölünmek istemesinin çoğulculukla ve demokrasiyle alakası olmadığı açıktır. Kürt sorunu gibi bir sorununun karakteri nedeniyle doğru bir çözüm ve mücadele ortaya konulduğunda halkın parçalı durması değil de tüm toplumsal katmanlarıyla, hatta farklı siyasi düşünceleriyle böyle bir çözümün arkasında durması gerekmektedir. Kürtlerin bir varlık yokluk mücadelesi verdiği tartışmasızdır. Kendileri ulusal kurtuluş mücadelelerini sağıyla, soluyla, İslamcısıyla, tüm inançlarıyla birlikte verdik derlerken, Kürtlerin varlık mücadelesi verdiği bir durumda demokrasi adına Kürtlerin parçalanmasını istemek, Kürtlerin ulusal varlığını tehdit edenlerin stratejisinin sol, liberal ya da sözde Müslüman ayağı olmaktan başka bir anlam taşımaz.

“Biz operasyon yaptık diğer Kürt siyasetçilerinin önünü açtık” demek kadar utanmazca ve alçakça bir şey olamaz. Bunu söylemek sadece DTP'lilere değil, tüm Kürtlere hakarettir. Hala Kürtlerin varlığını, ulusal ve siyasi haklarını reddeden, toplumsal haklar vermem, farklı bir ulus yaratacak haklar tanımam diyen bir devlet, Kürt Demokratik Hareketine operasyon yapacak ve başka Kürtlerin önünü açacak! Bu söylem, tüm Kürtleri aptal yerine koymaktır. Tam da egemen ulus zihniyeti! Hiçbir onurlu Kürt böyle bir yaklaşımı kabul etmez. Bu operasyonlarla hiçbir Kürt’e demokratik siyasetin önü açılmaz. On yılların birikimiyle ağır bedeller ödeyerek demokratik mücadele veren ve bir siyasi birikimi ortaya çıkaran hareketi tasfiye etmek, olsa olsa Kürtler için Demokratik Siyaset imkanlarını ortadan kaldırmak olur. Bunu başka Kürtlerin önünün açılması olarak izah etmek, Kürtleri aptal ve zavallı gören egemen ulus zihniyetinin utanmaz bir cüretidir.

Bu egemen ulus zihniyetinde olanların bilmediği bir şey var. O da Kürtlerin tarih içinde birlik olmamanın ve parçalı durmanın acısını ve utancını yaşamış bir halk gerçekliği olduğunu anlamamaktır. Bu halkın binlerce yıllık edindiği en büyük tecrübe parçalı olmaktan kaçınmasıdır. Belki de en büyük kazancı bu acılardan edindiği birlik bilincidir. En büyük Kürt ozanı Ahmedê Xanê bile Kürtlerin bir siyasi güç olmamasının acısını hissetmiştir. Mem ile Zin’in birleşmesini engelleyen Beko en kötü Kürt figür olarak tarihe geçmiştir. Mem û Zin, Ahmedê Xanê’nin Kürtlerin birleşme özlemini bu destanda dile getirmesidir. Bu nedenle Kürtler Kürtleri demokrasi ve çoğulculuk adına parçalama söylemlerine sadece gülüp geçmiyorlar, aynı zamanda öfkeleniyorlar da.

Kürtler hem kendi tarihlerinden hem de çevresindeki halkların mücadelesinden parçalanmanın ne kadar kötü olduğunu görmüşlerdir. Herkes şunu bilmelidir ki, bugün Kürt toplumu Türkiye toplumundan daha demokratik ve ileridir. Türkiye'deki demokrasi mücadelesini ve oluşan birikimi küçümsemiyoruz, ama bugün Kürtlerin bu alanda her bakımdan Türkiye'den daha ileri olduğu inkar edilemez bir toplumsal gerçekliktir.

Bir toplumda demokratik kültür olup olmadığı, farklılıkların haklarını tanımayla ölçülmelidir. Kürtler, bütün baskılara rağmen hala bölge halklarıyla birlikte yaşamak istiyorsa, en ağır acıları bile unutabileceğini söylüyorsa bu, Kürtlerde gelişen demokratik bilincin sonucudur. Örgütlenme bilinci ve haklarını arama düzeyi de bir toplumun demokratik olup olmamasında temel bir ölçüttür. Kürt halkı en ağır baskılara rağmen ulusal ve siyasal haklarını talep etme mücadelesinden vazgeçmiyorsa, bu kazandığı demokratik irade ve bilincin soncudur. Günümüzde en başta da kadınların örgütlenme ve mücadele düzeyi bir toplumun demokratikleşme ölçütüdür. Türkiye'de hala kadınların siyasette yeri çok sınırlıdır. Ama Kürt toplumunda kadın artık siyasetin her yerindedir. Toplumsal mücadelelerinin öznesi haline gelmiştir. Tüm bu konularda Kürt toplumunun ileri olduğu kesindir. Sömürgeci baskıyı en ağır yaşayan bir toplumun bu düzeyi yakaladığı düşünülürse, bu demokratik gelişmenin değeri daha da iyi anlaşılır.

Kürt analarının demokratikleşme bilinci bile Türkiye'deki emsallerine göre çok gelişkindir. Kaldı ki Türkiye'deki demokratikleşme bilinci egemen ulus kompleksi tarafından zehirlenmiştir. Bu yönüyle Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi aynı zamanda Türkiye'yi demokratikleştirme ve özgürleştirme mücadelesidir. Sözüm ona bir Kürt aydını ezilmişliğin psikolojisiyle Türkiye'ye demokrasiyi Türkler getirecektir; Kürtlerden bunu beklemek yanlıştır, demiş. Kendi toplumunu küçümseyen ya da egemen ulus çevrelerine kendini yarandırmaya çalışan bu zat en başta kendi toplum gerçeğinden kopmuştur. Kürt toplumunun yaşadığı dinamizmi ve ulaştığı demokratikleşme bilincini çeşitli duygularla görmezlikten geldiği anlaşılmaktadır.

Bu zata göre Kürt Demokratik Hareketi ve Kürt halkı çok ağır bedeller ödeyerek demokrasi mücadelesi vermiyor. Herhalde ona göre Kürtler çelikçomak oynuyor. Halbuki başka bir yerde kesintisiz süren böyle bir halk hareketinin toplumu ve değerlerini değiştirdiğini, demokratik ve özgür yaşam için çok elverişli bir toplumsal gerçeklik ortaya çıkardığı söylenirdi. Ne diyelim aynı köyden peygamber çıkmazmış. Kürtlerin üzerinde o kadar bir ideolojik hakimiyet kurulmuş ve psikolojik savaş yürütülmüş ki kendini aydın gören bazıları bile kendi toplumunun büyük demokrasi mücadelesini vereceğine inanamaz hale gelmiş!

Bugün Kürtler Ortadoğu'da demokrasinin en temel gücüdür. Amed de Ortadoğu'da demokrasinin merkezidir. Kürtler kendi demokratikleşmelerini geliştirerek, buna dayanarak mücadele vererek tüm ülkeleri de demokratikleştirme mücadelesi vermektedir. Herhalde bu zat da Kürtlere akıl ve demokrasi dersi veren egemen ulus zihniyetinin ideolojik ve siyasi saldırısı altında kalmış; ya da bu çevrelerin kendisini keşfetmesinden memnun olmuş!

ANF

Bahane Öldü İşgal Sürüyor

 
Bin Ladin bahanesiyle kanlı bir savaş başlatan ABD, Afganistan ve Irak'ı kan denizine çevirdi. ABD şimdi bir yandan kutlama yapıyor bir yandan da işgale devam ediyor

Ünlü 11 Eylül eyleminin ardından önce Afganistan'a saldıran, sonra da Irak işgaline girişen ABD, yüz binlerce insanın ölümüne neden olan bu işgalleri hep Usame Bin Ladin'e bağladı. Sivil kayıplar ise dehşet verici. Sadece Afganistan'da günde en az 2 çocuk ABD uçaklarının bombardımanında hayatını kaybetti. 9 yıllık işgal süresince 55 binden fazla Afgan öldürüldü, on binlercesi yaralandı.

Bahane öldü, Haçlı seferi sürüyor


Ünlü 11 Eylül eyleminin ardından önce Afganistan'a saldıran, sonra da Irak işgaline girişen ABD, yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan bu kanlı haçlı seferlerini doğrudan ya da dolaylı olarak hep Usame Bin Ladin'e bağlamıştı. Şimdi, Ladin'i öldürerek sembolik ama tehlikeli bir zafer kazanan Amerika dünyayı kana bulama konusundaki şöhretini terk etmiş değil.


El Kaide'nin 11 Eylül saldırılarının intikamı alındığı için sokaklarda danseden Amerikalılar da, kendi ülkelerinin sadece Vietnam'da ve sadece 1963-1973 yılları arasında 4 milyon insanı öldürdüğünü, işgaller ve CIA destekli cuntalarla birlikte bu bilançonun yalnızca son 50-60 yılda 20 milyona yaklaştığını hatırlamak istemiyor.


Ortadoğu vahşeti


Bugünlerde Irak ve Afganistan'daki ABD macerasının ortak bilançosunun yüzbinlerce ölü olduğu belirtiliyor. ABD ordusunun Afganistan'da on yıldır verdiği kayıp miktarı bin 500'e yaklaştı. Irak ve Afganistan'da hayatını kaybeden ABD askerlerinin sayısı ise 5 bine ulaştı; 80 bin Amerikalı da yaralandı, 300 binden fazlası tedaviye muhtaç.


Sivil kayıplar ise dehşet verici. Sadece Afganistan'da günde en az 2 çocuk ABD uçaklarının bombardımanında hayatını kaybetti.


İşgalin 9 yılında 55 binden fazla Afgan öldürüldü, on binlercesi yaralandı. 30 milyon civarında nüfusa sahip olan Afganistan'da, yaklaşık 20 milyon insan günlük 1,5 dolarla yaşamaya çalışıyor. İşgal, 650 bin'den fazla insan evini terk etmeye zorlanırken, binlerce Afgan vatandaşı da tutuklandı, ağır işkencelerden geçirildi. Afganistan'da halkın yaklaşık yarısı işsiz, yüzde 70'i kronik açlık çekiyor. Ortalama yaşam beklentisi 43,1 yıl olarak belirlenirken, okuma yazma oranı işgalin başında yüzde 28,7 iken bugün yüzde 23,5'e düştü. Afgan halkının sadece yüzde 13'ü içme suyuna ulaşabiliyor ve sadece yüzde 6'lık bir kesim elektriğe sahip.


Kadınlar kurtarıldı mı?


Savaşın en büyük yükünü çeken kadın ve çocukların durumu daha da kötüye gitti, Afgan kadınlara yönelik insan hakları ihlalleri BM raporlarına girdi. Doğum sırasında 55'te 1 hayatta kalma oranı ile Afganistan, hala kadınların doğum yapması açısından ikinci en tehlikeli ülke durumunda. Hala Afgan bebeklerinin yüzde 25'i beşinci yaş günlerinden önce ölüm riski ile karşı karşıya.


Uyuşturucu kime gidiyor?


2000'de, Taliban yönetiminin getirdiği yasakla afyon üretiminde yüzde 90'a varan düşüş yaşanan Afganistan, ABD işgalinin ardından tekrar dünyanın "1 numaralı afyon üreticisi" konumuna geldi ve dünyadaki üretilen afyonun yüzde 90'ını üretmeye başladı. Rusya'nın verilerine göre 2001 yılında Afganistan'ın işgal edilmesinden bu yana uyuşturucu üretimi en az iki kat arttı.


Bin Ladin ölünce


Şimdi, işgalin bahanesi yapılan Ladin'in öldürülmesi bir dönemi sona erdirmiş gibi görünüyor ama aslında böylece ABD'nin derdinin Ladin değil, bölgedeki çıkarları olduğu da ortaya çıkıyor. Ladin'in ölümüne rağmen ABD yeni maceralara dalıyor ve her gün yine çocukların kanı akmaya devam ediyor.
 
Canlı yakalansa ne anlatırdı?

Independent muhabiri Robert Fisk, bu ilginç soruyu soruyor ve şöyle yanıtlıyor: "Bir yargılama süreci Ladin'den çok başkaları için daha fazla kaygı verici olacaktı. Sonuçta, Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgal edildiği dönemde CIA'yle bağlantılarından söz edebilir, İslamabad'da Suudi istihbaratının başındaki Prens Türki el Faysal'la toplantısının ayrıntılarını anlata bilirdi."


Ve ekliyor Fisk: "Binlerce Kürt'ün kimyasal silahla öldürüldüğü katliamdan değil, 153 kişinin öldürülmesinden sorumlu tutularak, bu kimyasal malzemelerin Amerika'dan geldiğini açıklayamadan, Donald Rumsfeld'le dostluğunu ve İran savaşı sırasında ABD'den aldığı yardımları anlatamadan asılan Saddam gibi..."

 

ABD işkenceyi meşrulaştırıyor
ABD'nin, El Kaide Lideri Usame Bin Ladin'i "geliştirilmiş sorgu" tekniklerine tabi tutulan mahkumlardan elde edilen istihbaratla öldürmüş olma olasılığı, işkenceye varan uygulamaların tekrar kullanılmaya başlanmasını sağlayabilir.

ABD'li yetkililere bin Ladin'in Pakistan'da saklandığı yer hakkında istihbarat sağlayan "kurye" hakkında ilk bilgileri veren kişi, 11 Eylül saldırılarının arkasında olduğuna inanılan Halid Şeyh Muhammed.


Muhammed'in sorgulamadan geçirildiği dönemde 183 defa "suda boğulma hissi yaratma" (waterboarding) tekniğiyle işkenceye maruz kaldığına inanılıyor. Muhammed, yüze su boşaltma ve diğer sorgulama tekniklerinin yasaklanmasının ardından, bin Ladin'in yakalanması için yıllardan beri süren avı sona erdiren ipucunu verdi.


İşkence yapmasaydık olmazdı


Bazı tutukluların bir noktaya kadar fiziksel baskıya maruz kaldıktan sonra bin Ladin hakkında önemli bilgiler vermiş olma ihtimali, istihbarat uzmanları arasında tartışma başlattı. CIA ve onun tarafından yönlendirilen medya şimdi, "Bu yöntemler olmadan El Kaide liderinin izini bulabilir miydik?" sorusunu ortaya atarak işkenceyi meşrulaştırmaya çalışıyor.

 

İsrail: ABD bizden öğrendi

İsrail Parlamentosu'nun (Knesset) Dışişleri ve Savunma Komisyonu Başkanı Şaul Mofaz, Usame bin Ladin'in öldürülmesiyle, "ABD'nin de terörist liderlerin hedef alınmasında İsrail'in politikasını benimsediğini" söyledi. Mofaz İsrail radyosuna yaptığı açıklamada, sözkonusu stratejinin, 1972'de Münih Olimpiyatları sırasında 9 İsrailli atletin öldürülmesi sonrasında İsrail tarafından kabul edildiğini anlattı.
 

Film gibi izlediler

ABD Başkanı Barack Obama'nın ulusal güvenlik danışmanı John Brennan, Usame Bin Ladin'e yönelik operasyon sırasında dakikaların günler gibi uzun sürdüğünü belirtti.
Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın (CIA) eski bir üyesi olan Brennan, 40 dakikalık operasyonu Beyaz Saray'daki kriz odası "Situation room"da kurulan karmaşık bir iletişim sistemiyle izlendiğini anlattı, ancak Obama ve danışmanlarının operasyonu nasıl izlediğini belirtmedi.

Kafası parçalandı


Bu arada operasyonun ayrıntıları da belli olmaya başladı. Baskında Bin Ladin'in sol gözünün üstünden vurulduğunu ve kurşunun kafatasının bu bölümünü parçaladığı açıklandı. Bir Amerikalı yetkili, Bin Ladin'in kaldığı eve operasyon düzenlendiği sırada evde 23 çocuk ve 9 kadın bulunduğunu kaydetti.


Operasyon sırasında Amerikan güçlerinin, evden belgeler ve elektronik donanım dahil önemli miktarda materyal ele geçirdiği kaydedildi.


Bin Ladin çatışmış


Bu arada, adı açıklanmayan üst düzey bir Amerikalı yetkilinin verdiği bilgiye göre Bin Ladin, baskını düzenleyen donanmaya bağlı SEAL grubu mensuplarına ateş açtı. Bin Ladin, dikkatlice hedef alınmış bir karşı yaylım ateşle öldürüldü.


Gece baskını sırasında, gece görüş gözlüklü 20 SEAL komandosunun Chinook helikopterlerinden halatlarla, yüksek duvarlı konuta indiği kaydedildi. Bin Ladin, yaklaşık 40 dakika süren baskının en sonunda öldürüldü.


Torbayla atıldı


Daha sonra Ladin'in kimliğinin kesinlikle tespiti için DNA testi yapıldı. CIA'in foto analizi ve öldürülen kişinin boyu tanımlara uydu. Bin Ladin'in cesedi, Umman Denizi'ndeki USS Carl Vinson gemisine götürüldü. Ladin'in cesedi burada içinde ağırlık bulunan bir torbaya konularak denize bırakıldı.

 

İntikam korkusu her yanı sardı
Ladin'in öldürülmesinin ardından El Kaide'nin intikam için eylemler düzenlemesi olasılığı Batı dünyasında endişe yarattı.

İslami internet sitelerinde "İslam'ın Şeyhinin öldürülmesinin öcünün alınacağı" sözünü veren El Kaide yanlıları cihadın sona erdiğini düşünen herkesin biraz beklemesi gerektiğini söyledi.


Bu tehditlerin ardından, Avrupalı yetkililer, misilleme saldırıları olabileceği gerekçesiyle vatandaşlarına uyanık olun çağrısında bulundu.


Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ve İngiltere Savunma Bakanı Liam Fox tüm askeri tesislere genelge göndererek, saldırı olasılığı nedeniyle, üst seviyede ihtiyat halinin devam ettirilmesini istedi.


ABD elçilik kapattı


ABD'nin Pakistan'daki Büyükelçiliği ve Konsoloslukları, ikinci bir emre kadar halka verilen rutin hizmetlerini durdurdu. Büyükelçilikten yapılan açıklamada, El Kaide lideri Usame Bin Ladin'in öldürülmesini takiben, başkent İslamabad'taki Büyükelçilik ile Peşaver, Lahor ve Karaçi'deki konsoloslukların başta vize konusunda olmak üzere faaliyet göstermeyeceği belirtildi.


Suudiler hedefte


Öte yandan Arabnews gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Halid Almaneenna ülkede yaşayan yabancıları Bin Ladin'in öldürülmesi sonrası El Kaide'den gelebilecek saldırılara karşı dikkatli olmaları çağrısında bulundu. Uyarı Arabnews gazetesinde birinci sayfadan yer aldı.


Panetta Türkiye'de ne yaptı?


ABD'nin El Kaide'nin Lideri Usame Bin Ladin'i öldürmesinin ardından Türkiye de olası bir 'misilleme'ye karşı alarma geçti. Bu kapsamda El Kaide üyeleri yakın izlemeye alındı, kamu binaları ve hedef olabilecek kişilerin etraflarındaki güvenlik artırıldı.


El Kaide'nin 'çalışma tarzı'na dikkat çeken kaynaklar, birbirinden bağımsız hücre tipi yapılanmanın merkezden emir gelmese bile kendi inisiyatifleriyle eylem yapabileceklerini söyledi. Türkiye'nin, ABD ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle saldırı olasılığını dikkate alan kaynaklar, Ladin operasyonunun, geçen ay Ankara'ya gelip 5 gün boyunca gizli görüşmeler yapan CIA Başkanı Leon Panetta'nın ziyaretiyle yakın zamanda gerçekleştirilmesi dikkat çekti.

 

Obama'nın seçim hesabı

El Kaide'nin lideri Usame Bin Ladin'in öldürülmesinin, Obama yönetimi için seçimler açısından avantaj yarattığı bildirildi. Bin Ladin'in öldürüldüğünün açıklanmasından sonra ABD'de büyük sevinç yaşanırken, bu aynı zamanda Obama'nın liderliği açısından da önemli sonuçlar getiriyor.

Bin Ladin'in öldürülmesi, tam da ABD'nin gerek iç, gerek dış politikada ayrışmalar yaşadığı bir döneme denk geldi.


Obama'ya karşı "Amerikalı olmadığı, Amerikan değerlerine sahip olmadığı, ülkeyi kötü bir yöne götürdüğü" yönündeki kampanyalar da, Cumhuriyetçilerin 2012 Başkanlık seçimleri için aday adayları arasında ismi geçen milyarder işadamı Donald Trump'ın Obama'nın doğum yerine dair kaygılar dile getirmesiyle tekrar alevlendirilmişti.


Bu koşullarda, Bin Ladin'in öldürülmesinin Obama'nın elini güçlendirdiği ve hatta 2012 Başkanlık seçimlerinde seçilme şansını yükselttiği yorumları yapılıyor.


Yönetim için "zafer" niteliği taşıyan bu olayın, olası intikam saldırılarına yönelik başarılı önlemlerle devam etmesi halinde, Obama, 11 Eylül saldırılarının "intikamını" alan bir "kahraman" olarak 2012 Başkanlık seçimlerinde yeniden başa gelmesi ihtimalini güçlendirdi.

 

Libya muhalefeti: 'Biz de isteriz!'

 Libya muhalefeti, Muammer Kaddafi'nin, Ladin ile aynı kaderi yaşaması gerektiğini belirtti. Libya'daki muhaliflerin askeri sözcüsü Albay Ahmed Beni, "Çok mutluyuz ve bir sonraki adımı bekliyoruz. Amerikalıların Kaddafi'ye de aynı şeyi yapmasını istiyoruz" dedi.