4 Ekim 2012 Perşembe

YPG, Qamişlo'da Tugay Kurdu

Qamişlo - Batı Kürdistan’ın askeri gücü olarak kendisini örgütleyen Halk Savunma Birlikleri (YPG), kurulduğu Temmuz 2012’den bu yana ikinci tugayını oluşturdu. Silahlı güçlerinin sayısı giderek artan YPG’nin ikinci tugayı Batı Kürdistan’ın en büyük kenti Qamişlo’da ilan edildi.

Suriye’de savaşın giderek şiddetlendiği bir dönemde Kürtler de güvenliklerini arttırıyor. Batı Kürdistan’ın tüm şehirleri ile 600 bin Kürdün yaşadığı Halep’teki Kürt mahallelerinin güvenliğini sağlayan YPG, Eylül ayında Afrin’de kurduğu birinci tugayının ardından, bugün de Qamişlo’da ikinci tugayını kurdu. “Şehid Sarya” adını taşıyan tugay bir merasimle ilan edilirken, törene YPG komutanlarının yanı sıra “Şehit Aileleri Derneği” yetkilileri ile özgürlük mücadelesinde hayatını kaybedenlerin aileleri katıldı.

YPG’YE KATILIMLAR ARTIYOR

Kürtçe ve Arapça dilleri ile kuruluş ilanının yapıldığı törende, okunan bildiride bir buçuk yılı aşkın bir süredir Suriye’de yaşanan olaylara dikkat çekilerek, bir yandan şoven Baas rejimi, diğer yandan da Arap muhalefetin inkarcı zihniyeti ile güvenlik sorunlarının Kürdistan halkları için de tehdit oluşturduğuna vurgu yapıldı.

Bu tehlikelere karşı YPG’nin uzun bir süredir güvenlik çalışmalarını sürdürdüğüne işaret edilen bildiride, “Askeri çalışmalarımız üst düzeye ulaştı. Batı Kürdistan’ın tüm kent ve bölgelerinde savaşçı katılımları oldu. Biz Kürt halkı ve bölge halklarının güvenliği için her gün şehit veriyoruz. Bu hazırlıklar kapsamında biz YPG Komutanlığı olarak Qamişlo’da Şehid Sarya adıyla kendi askeri tugayımızı ilan ediyoruz. Şehid Sarya Tugayı, Qamişlo ve çevresinde faaliyet yürütecek” denildi.

Bildirinin sonunda Kürdistanlı tüm Kürt, Arap, Ermeni, Asuri ve Süryani gençlere YPG saflarına katılma çağrısı yapıldı.

SALDIRILAR

Son haftalarda Batı Kürdistan’a yönelik sızma girişimleri ve saldırılar artış gösterdi. 27 Eylül gün Afrin’in Şerawa ilçesine bağlı İska köyünde Türkiye bağlantılı bir grup, Sivil Savunma Komitesi’nin (Asayiş) bir üyesinin kaldığı eve saldırı düzenledi. Çatışmada iki saldırgan ölürken, Asayiş üyesi de hayatını kaybetti.

28 Eylül günü yoğun bir Kürt nüfusun yaşadığı Halep kentinde Esad ordusu ile Özgür Suriye Ordusu arasında çıkan çatışma sonucu Kürt mahallesini koruyan Asayiş’in bir üyesi hayatını kaybetti. Çatışma ardından YPG güçleri müdahalede bulunarak tehlikeyi bertaraf ederken, Suriye askerleri ve silahlı militanların mahalleye girişine izin vermedi.

2 Ekim günü Batı Kürdistan’ın Dirbesiye kentine bağlı Girê Lûlan köyünde devriye gezen YPG üyelerine sınır hattında konuşlu Türk askerlerinin ateş açması 1 YPG üyesi hayatını kaybetmiş, biri ağır 2’si yaralanmıştı.

BATI KÜRDİSTAN’DAKİ GELİŞMELER

Kürtler 19 Temmuz tarihinden itibaren Batı Kürdistan’daki bir çok kentin yönetimini ele geçirdi. Ancak daha öncesinde, çoğu kentte halk meclisleri kurulmuştu. Bölgenin temel partisi PYD’nin dört yıldır üzerinde çalıştığı demokratik özerklik projesinin hayata geçirilmesi süreci Mart 2011’de ayaklanmaların başlamasıyla birlikte hızlandı. 40 yıldır Araplaştırmaya maruz kalan köy ve şehir isimleri Kürtçeleştirildi, Kürtçe anadil okulları açıldı, Kürtçe eğitim sisteminin oluşturulması için çalışmalar başlatıldı, bölgedeki Kürt güçleri tek bir çatı altında birleşerek Yüksek Kürt Konseyi’nin oluşturdu ve Temmuz’da YPG’nin kuruluşu ilan edildi. Kürtler mevcut durumda Suriye için demokratik bir konfederasyon önerirken, Kürt halkının bir ulus olarak anayasaca kabul edilerek güvenceye alınması ve Batı Kürdistan’ın demokratik özerk bir statüye kavuşmasını istiyor. 


ANF

AKP Çatlağını Ört PKK ‘Çatlağı’ Uydur

Veysi Sarısözen

PKK’de “ayrışma” var… Nereden biliyorsun?

Gazeteci kurnazca sırıtıyor: Telsiz konuşmalarından…

Anlatsana…

Murat Karayılan Bahoz Erdal’ın yüzüne telsizi kapatmış?

Vay canına... Yani, hep açık mı tutmalıymış?!

Başka?…

Yakalanan bir HPG’li söylemiş: “Canlı yayında şahit oldum; Karasu Kalkan’a, Kalkan Karayılan’a, Karayılan Fehman Hüseyin’e, Fehman Hüseyin de Öcalan’a, Öcalan hepsine, Suriyeli Kürt Iraklı Kürde, Iraklı Kürt Türkiyeli Kürde, Türkiyeli Kürt hepsine karşı. PKK KCK’ye, KCK HPG’ye, HPG BDP’ye, BDP HDK’ye, o da hepsine düşman; bunlar birbirleriyle kıyasıya bir iktidar savaşı veriyorlar, liderlerin her biri beşer bin kişilik korumalarla dolaşıyor, mağaralarda yaşıyor, birisi diğerinin mağara adresini, telefon nosunu, kapı numarasını, sokağının adını, mahalle kodunu bilmiyor…Velhasıl Kandil’de kan gövdeyi götürüyor, herkes birbirini boğazlıyor…

Medyatör “telsiz”den, “telli”den haberi almış, sallıyor…

Ama iş AKP’ye gelince, durum değişiyor… Başbakan Kongre’de Genelkurmayvari akreditasyon yasakları koymuş, Cumhurbaşkanı buna “nezaketli” bir dille itiraz ediyor…

Başbakan Kongre’de Müslüman Kardeşler topluluğuna “kucak” açmış, AB’den tek söz etmemiş, Cumhurbaşkanı AB hedefine vurgu yapıyor…

Başbakan Kongre’de, İsrail’in “terörist başı” dediği Meşal’le “kucaklaşmış”, HPG’lilerle kucaklaşan BDP’lilere veryansın ediyor; Cumhurbaşkanı dokunulmazlıkların kaldırılmasına ve seçilmiş vekillerin hala hapiste olmasına karşı çıkıyor…

Başbakan Kongre’de ekonomide “gaza basma” yanlılarına destek verip, “frenci” Babacan’ı iteklemiş, Cumhurbaşkan’ı Babacan’ı sahipleniyor. Başbakan Kongre’de “tek Başkan”lığını ilan ediyor, “partili Başkanlık” diyor, “yarı Başkanlık” diyor, Cumhurbaşkanı başkanlık sistemlerinin büyük mahzurlarından bahsediyor.

Cumhurbaşkanı böyle dedikten sonra, bir de Başbakan kalkıp, “biz Cumhurbaşkanı ile farklı düşünüyoruz” da diyor…

Bu iki kişiyi dinleyenler, birincisi basın özgürlüğü, ikincisi AB üyeliği, üçüncüsü Kürt sorunu, dördüncüsü ekonomik politika, beşincisi anayasa konusunda Başbakanla Cumhurbaşkanı arasında bir “ayrışma” olduğunu görüyorlar…

Dinleyenler görüyor ama, medyatörler ne yapıyor?

Onlar Kürt Özgürlük Hareketi’nde olmayan “ayrışmayı” görüyorlar, ama Türkiye’nin bütün temel sorunlarında birbirine karşı konuşan Başbakanla, Cumhurbaşkanı arasındaki “ayrışmayı“ görmüyorlar. Ne diyorlar? Bir iki örnek yeter:

Fehmi Koru şöyle diyor: “Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan birbirine en fazla benzeyen iki siyasetçi, görüşleri arasında mutabık oldukları karşı çıktıklarından kat be kat fazladır. Makamların baştan çıkaramayacağı iki siyasetçi bunlar…”

Cemaat sözcüsü Zaman yazarı Hüseyin Gülerce ne diyor?

“Gül ile Erdoğan arasında bugün tutuklu milletvekilleri, AB, basın özgürlüğü konularındaki farklı yaklaşım, ileride başka konularda da sergilenebilir. Bunlardan hemen “cumhurbaşkanlığı adaylık çekişmesi” çıkarmak, Türkiye’yi buna kilitlemek doğru değildir.”

Ruşen Çakır ise hepsinden daha kararlı:

“Gül ile Erdoğan birbirlerini tamamlayan iki isimdir. Birbirlerinin eksilerini ve fazlalarını bilerek kardeşlik ruhu içinde yıllardır birlikte hareket ettiler. Kritik anlarda aralarındaki sorun ve çelişkileri geri plana itip ortak hareket etmeyi bildiler. Muhtemelen bundan sonra da böyle olacaktır. Üçüncü şahıslara sırtlarını verip birbirleriyle mücadele etmeleri söz konusu olmaz.”

En müthişlerinden birisi de Mehmet Ali Birand. Yukarda bizim yazdığımız bütün “ayrışma” hususlarını sıralıyor, sonra şöyle yazıyor: “Şimdi bu farka bakıp, iki lider arasında bir çekişme veya gerilim görüp sonuca varmak doğru bir analiz olmaz. Unutmayalım ki, Erdoğan bir siyasetçi, bir lider konuşması yaptı. Gül ise bir Cumhurbaşkanı konuşması yaptı.”

Hey gidi “dibi kalaylı medya”… Seni böyle en temel meselelerde birbirine zıt konuşmuş iki adam arasında “uyum” sağlatan güç ne ola ki? Hangi andıçtan “PKK içi ayrışmayı uydur, ama AKP içi ayrışmayı görme” “önerisi” aldın?

Gerçekten böyle bir “emirsel öneri” var mı? Var. Hem de nasıl. Bunu da Hükümet’in “tetikçi sözcüsü” Sabah Gazetesi Başyazarı Mehmet Barlas açıklıyor. Buyurun, tane tane, dikkatli dikkatli, sindire sindire okuyun:

“Türk siyasetinde farklılıkları arayıp bunlar üzerinden yorum yapmayı deneyenlere önerimiz, Gül ile Erdoğan arasındaki değil önce BDP ile PKK arasındaki farklılıkları bulup, bunları yorumlamaları şeklinde olabilir.”

Evet, evet, tam böyle…Devletin “emirsel önerisi”: Erdoğan-Gül ayrışmasını gizle, PKK-BDP ayrışması uydur…

Sanırım anlaşıldı.

Sonuç: Biz bu iki adamın arasındaki “çekişmeden” demokrasi doğacağını düşünmeyiz. Bizim söylediğimiz şu: Yukarda anılan ve anılmayan köşebazların “birbirine en benzeyen iki adam” diye tanımladığı, bu gerçekten de birbirinin “tıpkısı” iki adamın arasında bile böyle bir çatlamaya yol açan faktör, Kürt sorununda çözümsüzlüktür ve Kürt özgürlük hareketinin her alanda yenik düşürülemeyen direnişidir. Kürt sorunu AKP cenahını ayrıştıran en temel kriz faktörüdür.

Bunu bilmek yeterlidir. Ya çözeceksiniz, ya da “şekilde görüldüğü” gibi çözüleceksiniz. Krizi örtemezsiniz…

Kaynak: Özgür Gündem

Karayılan: Artık İmralı’da Görüşme Olmaz

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, görüşmelerin eskisi gibi yürütülmeyeceğine dikkat çekerek “görüşme olacaksa artık İmralı’da olmaz. Önderliğin sağlık-güvenlik-özgür hareket koşulları yaratılırsa görüşme olur. Kürt sorununu kalıcı biçimde çözmenin yolu budur” dedi. Karayılan, BDP’li parlamenterlerin tutuklanmasının da savaşı derinleştireceği uyarısında bulundu.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, son dönemdeki görüşme tartışmalarını, AKP’nin 4. Kongresi’ni, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ‘BDP’yle görüşmem’ beyanlarını, Kürdistan’da yürütülen özel savaş uygulamalarını ANF’ye değerlendirdi.

Oslo sürecine stratejik yaklaştık. . Kesinlikle silahları tümüyle devre dışı kılmaya dönük çok ciddi bir karar sahibiydik” diyen Karayılan süreci AKP’nin sonlandırdığını yineledi. Görüşmelerin eskisi gibi yürütülemeyeceğini söyleyen Murat Karayılan, “görüşme olacaksa artık İmralı’da olmaz” diyerek Kürt Halk Önderi Öcalan’ın sağlık-güvenlik-özgür hareket koşullarının yaratılmasını istedi.

Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın 'BDP’yle görüşmem' söylemlerine de, “Bu sorunun bileşenleri sorunu çözer. Ne PKK’siz ne İmralı’sız, ne de BDP’siz çözemezsiniz” şeklinde yanıt verdi.

Karayılan, Kürdistan’da Kürt kurumlarını pasivize etme yönünde özel savaş uygulamalarına da dikkat çekti. Sözkonusu uygulamaların adresi olarak da Gülen Cemaati ve Fethullah Gülen’i işaret etti. Karayılan ANF’nin sorularını yanıtladı.

Son dönemlerde görüşme tartışmaları var. Mehmet Öcalan İmralı’ya gitti görüştü, ancak AKP bunu çok farklı bir şekilde yansıtıyor. Nedir yaşananlar, kamuoyunun bu görüşmeden ne anlaması gerekiyor?


Önder Apo üzerinde dünyada eşi benzeri olmayan bir tecrit sistemi, psikolojik baskı ve işkence sistemi var. Bununla birlikte son dönemde çeşitli dedikodular yaydırıldı. Bunun üzerine bir aile görüşmesi yapılmış oldu. Bu görüşme tecridin kaldırıldığı ya da aşıldığı anlamına gelmiyor. Her tutuklunun ya da hükümlünün yasal, doğal ve evrensel hakkıdır ailesiyle ya da avukatlarıyla görüşmesi. Ama tabii Önderliğimiz için bu yasaklanmıştır. Sanırım çeşitli istekler, baskılar sonucu kardeşiyle bir kere görüşmesi sağlanmış, o kadar.

Şimdi bundan hareketle adeta bir hamle yapılmak istendiği anlaşıldı. AKP'nin Kürt sorunu konusunda çözüme dönük hiçbir kararları olmamasına rağmen, yani sorunun çözümünün zihinsel altyapısı bulunmamasına rağmen sanki 'yeni bir süreci başlatacaklarmış' izlenimi yaratılmak isteniyor. Bu, AKP’nin, Tayyip Erdoğan’ın öteden beri sıkça başvurduğu bir taktik. Kamuoyuna 'ümit verme' şeklindeki bir taktik. Bununla birlikte ‘gerekirse İmralı’yla görüşürüz, Oslo görüşmesi de olabilir’ şeklindeki ifadeler aslında çok eklektik, altı boş, herhangi bir doğrultu içermeyen ifadeler.

Yani Türkiye devleti böyle bir karar almışsa, Kürt sorununu çözme kararındaysa o zaman projesini ortaya koyar. Kürt sorununun muhatapları, bileşenleri bellidir. Bir taraftan yasal Kürt siyasetini temsil eden 'BDP ile oturmam, onlarla görüşmem, bir arada yürüyemeyiz' diyeceksin; öbür taraftan 'PKK ile Oslo’da görüşürüm' şeklinde sözler söyleyeceksin. Bu bir çelişki değil mi? Gerilla ile merhabalaşan parlamenterin dokunulmazlığını kaldıracaksın, içeri atacaksın; gerillayla da 'uzlaşacağım' diyeceksin! Bunun samimiyeti nerede? Açık ki bu bir taktik, hamlesel bir çıkıştır.

‘OSLO SÜRECİNE STRATEJİK YAKLAŞTIK’

Başbakan Tayyip Erdoğan görüşmeyi biz bitirdik diye de itiraf ediyor…

Biz birçok kez sürecin nasıl geliştiğini ortaya koyduk. Oslo görüşmelerinde samimi davrandık. Sonuna kadar ısrarcı olduk. Bu sorunu artık köklü bir çözüme kavuşturmak istedik. Kesinlikle silahları tümüyle devre dışı kılmaya dönük çok ciddi bir karar sahibiydik. Stratejik yaklaştık. Önderliğimizin hareketimizin yaklaşımı buydu. Ancak Türk tarafı bu görüşmeleri anlamsız bir şekilde sonlandırarak topyekun savaş ilan etti. Şimdi güvenlik politikaları diyorlar. Güvenlik politikası ne demek? Savaş ilanı, savaşla ortadan kaldırma tutumu, kararı demektir. Yani Tayyip Erdoğan bu kararı aldı. Seçimleri kazandı. Yüzde 50’den fazla oyla iktidara geldi. İşi bitti. Adeta kendini kaybedercesine bu kez ‘siz kim oluyorsunuz ben sizi ezerim’ dedi. İşte o zaman AKP’ye yakın çeşitli yazarçizerler Sri Lanka-Tamil örneğini verdiler. Yani bizi şiddetle ortadan kaldırma kararı alındı. Şimdi diyelim bu kararı değiştirmişse, ki değiştirmek zorundadır. Çünkü şiddetle bizi yok edemezler, tersine onlar kaybeder. Bu kesin ve nettir. Bizim bu konuda hiçbir kuşkumuz yoktur. Halkımız da bunu görecek, kamuoyu da görecek. Yani silah zoruyla şiddet yöntemiyle 'PKK’yi gerileteceğiz, Kürt toplumunu sindireceğiz, bastıracağız' teorileri boşunadır, tutmaz. 30 yıldır nasıl tutmadıysa bundan sonra hiç tutmaz. Çünkü bizim de dayandığımız bir alt yapı var. Tecrübe ve birikim var. En önemlisi halk desteği var. Konjonkturel duruma bağlıyorlar. Onla da bir alakası yok. AKP Hükümeti protokolleri cevapsız bırakmasaydı ve savaş kararı almasaydı, istediği kadar bölgede farklı gelişmeler yaşanmış olsun kararımız değişmezdi. Bazıları öyle yansıtıyor ki bölgedeki konjonkturel durum bize bazı şeyler vaat etmiş de, bundan yararlanmak için biz savaşmak istemişiz! Öyle değil. Başbakan zaten mülakatlarında kendisi itiraf etti. ‘Baktık iletişimde samimiyetsizlik var sona erdirdik” dedi. Onunla da neyi kastediyorsa, hâlbuki biz aynısını savunuyoruz. Devlette samimiyet yok. Devlet bizimle görüşmeleri yürütüyor fakat çözüm zihniyeti yoktur, çözüm kararı yoktur, çözüme dönük hiçbir pratik adım atmıyor diyoruz. Duvar gibi bir devletle karşılaşmış olduk. Şimdi görüşmeler kiminle olursa olsun, aynı zihniyetle olacaksa sonuçsuz kalır. Bu açıdan eskinin tekrarı olmaz. Yine eski zihniyetle, çözüm projesi olmadan, herhangi bir perspektife ulaşılmadan diyalog yapacağız görüşeceğiz demenin hiçbir anlamı yoktur.

‘ARTIK PARALEL İKİ GÖRÜŞME OLMAZ’

Şunu söylüyoruz: Kürt sorununda silahla değil siyasetle çözüm kararı alınmışsa o zaman bunun yolu bellidir. Bunun yolu diyalogdur. Biz PKK olarak Kürt tarafı olarak diyaloga açığız. Görüşmeye de açığız. Hatta ilk görüşmeleri biz de yapabiliriz. Ama esas olarak bizler yani mevcut mücadeleyi yürüten Kürt dinamikleri, gerek yasal siyasal alanda olsun, gerek gerilla kırsal alanda olsun bu mücadeleyi yürüten tüm bileşenler tek muhatap güç olarak Önder Apo’yu görüyor. Bu kesin, nettir. Önder Apo öteden beri söylediğimiz gibi muhataptır. Ancak eskisi gibi paralel iki görüşme olmaz. Eskiden şöyleydi: Bir İmralı görüşmesi oluyordu, aynı heyet gelip bir de Oslo’da görüşme yapıyordu. O mektup meselesi de oradan çıktı. Önderlik o görüştüğü görüşmenin sonuçlarını bir mektuba yazar, o heyet gelir mektubu bizim heyete verir. Yani Oslo, İmralı görüşmelerinin bir devamı olarak yürütülüyordu. Şimdi bu biçimde görüşmelerin başarıya gitmeyeceği anlaşılmıştır. Yani iki şeyin değişmesi lazım: Bir, devletin bir çözüm projesi olması gerekiyor. İki, aynı sistemle olmaz! Eğer görüşme yoluyla başarı sağlanmak isteniyorsa muhatabın -ki Önderliktir bu- koşullarının değişmesi gerekiyor. Anlaşılıyor ki görüşme olacaksa artık İmralı’da olmaz. Önderlik kendisi koymuştur: Sağlık-güvenlik-özgür hareket etme koşullarının yaratılması lazım. Devlet bunları yaratırsa, Önderlik görüşür. Diyalog yöntemiyle sorunun köklü bir biçimde çözümü imkân dâhiline girer. Eğer gerçekten Türkiye devleti Kürt sorununu kalıcı bir biçimde çözmek istiyorsa yolu budur.

‘ÇÖZÜM İSTİYORSANIZ BU HALKIN ÖNDERLİĞİNİ TANIYACAKSINIZ’


Başbakan bir taraftan ‘gerekirse İmralı’yla görüşürüz’ diyor, diğer taraftan da ‘Öcalan’a ev hapsi olamaz’ diyor. 'Şehit ailelerinin yüzüne nasıl bakacağım' diyor. Bu olacak şey mi? Siz Türkiye toplumunu o asker ailelerini manipülasyonla, yalan yanlış bilgilerle şartlandırmışsınız. Geçmişte tüm isyan önderlerini idam ettiniz. Ama Kürtler boyun eğmedi, mücadelesini sürdürdü. Belki bir 5 yıl on yıl bastırıldı katliamlar ve soykırımlarla, ama bugün Kürt toplumu bilinçlendi. Çağdaş bir düşünce sistemiyle Önderliksel bir gerçekleşmeyi yaşıyor. Ve Önderliğiyle karşınızda duruyor. Ne bebek katili? Bebek katili kimdir herkes biliyor. Biz Laç deresi Katliamı’nı mı unuttuk. Zilan deresini mi unuttuk, kim kimi katliamla suçluyor. Biraz vicdana gelelim, gerçekçi olalım. Topluma yalan empoze ediyorlar. PKK sizin bu topraklarda uyguladığınız katliamların sonucu olarak ortaya çıkmış bir özgürlük hareketidir. Topluma gerçekleri yansıtırsak sorun kalmaz. Türk devleti, hükümeti kendi toplumuna doğru izahat yaparsa kimsenin tepki göstereceğini sanmıyorum. Zaten şimdi de yapılan anketlerde toplumun yarısı görüşme yoluyla çözülsün diyormuş, yarısı da karşıymış. Demek ki medya doğru yayın yaparsa, belli başlı liderler doğru konuşurlarsa Anadolu halkı gerçeği kabul edecek vaziyettedir. Hangi sıradan köylümüz, Türkiye köylüsü kendi dilinin, tarihinin yasaklanmasını ister. Kimse istemez. Kürt halkına yapılan zulmü yapılan soykırımı hiçbir vicdan sahibi insan kabul etmez. Sen onlara “aynı şey gelip sana uygulansa kabul eder misin” diye sorsan yok der. Devletin kayıtlarında da ifade edildiği gibi, '29. İsyandır bunu bastıracağız' dediler. Bunu 20 yıl önce söylediler ama günümüze kadar bastırılmadığı ortada. Bir halk var, Kürt Halk Önderliği var. Eğer siz Kürt halkıyla barışı bir arada kalıcı çözüme ulaşarak yaşamak istiyorsanız siz bu Önderliği kabul etmek zorundasınız. Etmezseniz biz savaşırız, Kürt halkı savaşır.
Devletin akıllardan silinemeyecek düzeyde vahşi baskıları yaşanmıştır bu ülkede. Şimdi de çeşitli biçimlerde bu baskı devam ediyor. Belli kesimleri sindirilmiş olabilir ama önemli bir kesimi bugün direniyor. Bu kitleye ne diyeceksiniz. Ve biz bu kitleden güç alıyoruz direniyoruz işte. Bir gücüz, bir gerçeğiz, bir halkız. Bazıları diyor ki; 'PKK Kürt halkının tümünü temsil etmiyor'. Bazı işbirlikçi kesimler 'bizim adımıza konuşamazsınız' diyor. Biz Kürt halkı adına yola çıkmışız, kendi kitlemiz adına konuşuyoruz. Yeryüzündeki bütün ulusal kurtuluş hareketleri yüzde yüz tüm toplumu temsil etmiş değildir zaten. Çünkü sömürgeciliğin baskısı vardır, şiddeti vardır korkan sinenler olabilir. Çeşitli baskılarla işbirlikçi kesimler de olabiliyor. Bu her yerde olmuştur. Kürdistan’da da vardır. Ama biz iyi biliyoruz ki halkımızın ezici çoğunluğu özgürlüğünü istiyor. Büyük çoğunluğu anadiliyle eğitim hakkını istiyor, kendi kendini yönetmek istiyor. Bu zulme, soykırım politikalarına yeter artık diyor. Bu biçimde büyük bir halk kitlesi var karşınızda. Eğer siz bu kitleyle barışmak, bir arada yaşamak istiyorsanız onun Önderliğine de doğru yaklaşmanız gerekiyor. Bu biçimde ancak kalıcı çözüme gitme koşulları oluşur.

‘BU SORUN TAKTİKLERLE ÇÖZÜLMEZ’

AKP kongresini yaptı. Kongrede 2023, 2071 tarihlerini verdi. AKP kongresinde ortaya çıkan tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz. Kongrenin Kürt sorunuyla ilgili verdiği mesajlar sizce nedir?

Türkiye’de bazı yazarçizer çevresi hep “AKP, Kürt sorununun çözümüne ilişkin bazı iyi adımlar attı, iyileştirmelerde bulundu” der. AKP’nin iktidara gelişinin üzerinden 10 yıl geçti. Kürt sorunu zaten 90’larda çözüm aşamasına gelmişti. Sonrasında Önderliğimizin İmralı’da yaptığı açılım çözüm zeminini olgunlaştırdı. AKP geldi, bunun üzerine oturdu ve çözmedi. Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımı Kürt sorununu basitleştiriyor. Hâlbuki Kürt sorunu Türkiye’nin en temel sorunudur. Cumhuriyet kurulurken Kürt-Türk birlikteliği temelinde kurulmuştur. Kürtler temel bir unsurdur, kurucu unsurdur. Ama Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra o zamanki konjonkturel koşulların da belki dayatmasıyla sırt dönülmüştür Kürtlere. Önceden dost saydıkları, birlikte mücadele ettikleri insanlar idam edilmiştir. Sorguya çekilmiştir, bastırılmıştır. İhanete uğramış bir halk yani Kürt halkı. Cumhuriyet yönetimi göçertmeyle, Mecburi İskân kanunlarıyla, Şark Islahat planlarıyla Kürt halkını bitireceğini, tüketeceğini, asimile edeceğini sandı. Dersim Katliamı, Zilan Katliamı niçin oldu? Palu, Genç, Hani Katliamları niçin oldu, Mutki, Sason Katliamı niçin oldu? Kürt toplumunu Türkleştirmek için oldu. Bunu başaramadılar. Gelinen noktada başarılamayan bir şeyde ısrar etmek anlamsızdır. Çatışma yaratır, savaş yaratır.

Tayyip Erdoğan 2023 hedefi koyuyor. 2023 hedefinde Kürt sorununun çözümü var mı, yok! Nasıl müreffeh bir Türkiye yaratacak? Bu sorun artık bu biçimde, bu tarzda, bu taktiklerle çözülemez. Siz sürgün etmişsiniz, bastırmışsınız, tutuklamışsınız katliamdan geçirmişsiniz ona rağmen Türkleşmemiş. Bu halk bugün kendi kültürüne, diline, gerçeğine mücadeleyle, bedel ödeyerek sahip çıkan bir durumdadır. Bu gerçeğin görülmesi gerekiyor. Şimdi taktiksel şeylerle çözeceğini sanmak ne kadar doğru. Tayyip Erdoğan’ın yaptığı budur. Kongre öncesi umut yarattı, ' yeni açılımlar olacak, görüşmeler olabilir' dedi. Herkes sandı ki bu kongrede Kürt sorununun çözümü için geniş bir açılım yapacak. Bir perspektif ortaya koyacak. Böyle bir şey çıkmadı. Bazıları 'es geçti' diyor. Es geçmedi aslında. Kongrede bizim tabanımıza seslendi. 'Artık yeter deyin, PKK’ye başkaldırın' dedi. 'Tasfiye edelim' dedi. Tasfiye çağrısı yaptı. Hani çözüm, hani görüşme olacaktı? Düşünce sistemi demek ki budur.

‘EN DOĞAL HAKLARI AZ AZ VERECEĞİM DİYOR’

Kongre öncesi biz KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı olarak Başbakan’ın açıklamalarına yazılı bir cevap verdik. Onun doğruluğu ortaya çıktı. Yani Tayyip Erdoğan taktik yapıyor, taktiksel bir hamle geliştiriyor. Aslında oyalamadır, çözüm zihniyeti amacı yoktur. Çözüm olsa o zaman kendi konuşmasında buna yer verir. Bunun çerçevesini çizer. Çünkü bu Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel sorunudur.

Başbakan 2023 diyor, 2071 diyor. Böyle uzun vadeli bir hedef koyuyor, peki bu nasıl bir Türkiye olacak? Ortada temel toplumsal bir sorun var, bunu nasıl çözeceksin bunu açıklaman gerekmez mi? Yazılı bir belge sunmuşlar. Orada bazı ifadeler yer alıyor. Bu tür şeyler Kürt sorununun çözümünü provoke etme tutumudur. Kürt halkı anadilde eğitim hakkı istiyor, Kürt halkı tüm ülkelerde farklı diller nasıl bir arada yaşıyorsa, öyle bir statü istiyor. Böyle bir statüyü tanıyacağına onu boşa çıkaracak birtakım şeyler ortaya atıyor. Neymiş seçmeli ders, savunma hakkı verecekmiş mahkemelerde. Bu halkın doğal hakları vardır. Niye onları az az vereceğim diyorsun. Ne zaman vereceği de belli değil. Eğer yakın gelecekte bunu düşünüyorsa niye konuşmasında buna yer vermedi. O belgede bir iki cümle ile bir iki maddeyle yer verilmiş. Buna kim inanacak? Ne zaman, nasıl olacak, ortada cayır cayır bir savaş var. Bunu nasıl durduracaksın; girişimin, projen nedir? Bir kere 90 yıllık bir sorun var. Daha öncesi de var ama Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kesintisiz devam eden bir sorundur. Daha ciddi daha samimi bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu şekilde taktiksel yaklaşımlarla, Kürt tarafını sürekli zayıflatmanın hamlesel çıkışlarıyla bu sorun çözülmez.
BDP SİLAHLARIN BIRAKILMASI KONUSUNDA MUHATAP DEĞİL


Örneğin, Meclis açılıyor, bir AKP’li parlamenter BDP’ye yükleniyor. Ne kadar vicdansızlar. BDP diye bir şey kalmadı ki! Bütün il başkanlarını, parti meclis üyelerini, sempatizanlarını, üyelerini, 8 bin kişiyi içeri atmışlar. Geriye parlamenterler kalmış sadece. Kaldı ki 7 parlamenter de içeride. Şimdi dışarıdaki parlamenterlerin de dokunulmazlıklarını kaldırıp içeri atmanın yolunu arıyorlar. Tutuklayamadığınız bir parlamenterler kalmıştı şimdi onları da tutuklayacaksınız. Başka ne kaldı. Siz Kürt siyasetine soykırımı dayatıyorsunuz. Birkaç kişi kalmış, size teslim olmadıkları için onlara da saldırıyorsunuz, yapılan bu. Hani vicdan, empati duygusu nerde?

İkide bir, 'BDP neyi yapmış neyi yapmamış' diyorlar. Bir kere BDP silahlı güç değil, yasal bir parti. Kürt tarafının bir bileşeni, siyasal bir bileşenidir. BDP, PKK’ye öneriler yapabilir, görüş sunabilir. Şimdi siz diyorsunuz ki ille de diğer Kürt bileşeni olan silahlı güçlere karşı açıklama yapsın. Silahların bırakılması konusunda kendisini muhatap yapsın!

Nasıl yapsın? BDP silah bırakma konusunda karar verecek bir yapılanma, örgüt, organizasyon değil ki. BDP Türkiye’nin yasalarına göre kurulmuş, demokratik yasal bir partidir. Ama Kürt sorununda bir bileşendir. Kürtleri birbirine kırdırtma taktiği, sömürgeci egemenlik anlayışı halen hâkimdir. Daha önce ‘BDP ile görüşürüz, PKK ile görüşmeyiz’ diyorlardı. Şimdi tam tersini söylüyorlar.


‘NE İMRALI, NE PKK, NE BDP OLMADAN SORUNU ÇÖZEMEZSİNİZ’


BDP olmadan bu sorun çözülmez. Bu sorunun bütün bileşenleri sorunu çözer. Siz ne PKK’siz çözebilirsiniz, ne İmralısız, ne de BDP’siz çözebilirsiniz. Çünkü bunlar bu sorunun bileşenleridir. Ama herkesin yer aldığı bir kulvar var, herkesin bir misyonu var. Kürtlerin yasal siyaseti de var, silahlı mücadelesi de var. BDP için ‘iradesi yok, karar veremiyor, Kandil’e bağlı’ diyorlar. Bana göre mevcut durumda Türkiye’nin en demokratik partisi BDP’dir, Emek ve özgürlük bloğudur. BDP organları bir sorun olduğunda oturur tartışır, karar verirler. Demokratik bir şey. Bizim için de hep ‘Stalinist bir örgüttür’ derler. Ama biz bir kararı almak için onca toplantı yaparız. Örneğin benim bir karar almam için 4-5 toplantı yapmam, herkesin görüşünü onayını almam lazım. Hiçbir kararı ben tek veremem, vermem de. Sistemimizde tartışma kültürü var. Neden kongrelerimiz bir hafta sürer. Çünkü herkes görüş belirtiyor, tartışıyor. Bir de AKP kongresini gördük; tek adam örgütü! Bir kişi, konuşmayı kendisi yapıyor, kararı kendisi veriyor. Merkez Yürütme Kurulu’nu kendisini belirliyor. Seçimi kendisi yapıyor. Öbürleri sadece oyluyor, onaylıyor yani.

Hüseyin Çelik diyor bu çok demokratik…


Bunun neresi demokratik. Hüsnü Mübarek’in de partisi vardı o da seçime giriyordu. Cumhuriyet’in kuruluşunda tek parti dönemi vardı, Atatürk de aynı şeyi yapmıyor muydu? O demokratik miydi? Şimdi çokça eleştirdikleri Beşar Esad yapmıyor mu? Yani AKP siyaseti tek adam siyasetidir. Giderek bir tiranlığa dönüşüyor. Kimsenin konuşma gücü bile yoktur. Siz kendi içinizde konuşma, tartışma gücünü bile göstermiyorsunuz, her gün tartışan BDP’ye saldırıyorsunuz. Neymiş onlar demokratik değilmiş, dışarıya bağlıymış! BDP kendi kararlarını alır, ama Kürt bileşenleri birbirini gözetir. Biz hiçbir zaman BDP’ye şu kararı al diye talimat vermiş değiliz, onlar da bize veremez. Ama biz onları gözetiyoruz, onlar da bizi gözetiyor, herkes Önder Apo’yu gözetiyor. Kürtler artık bir siyaset geleneğine sahipler. Bu anlamda bir güçtürler. Siz bu siyaseti, gücü artık öyle geriletemezsiniz. Bir kere Tayyip Erdoğan’ın Kürtleri birbirine kırdırtarak zayıflatma taktiğinden vazgeçmesi lazım. Güney’i Kuzey’le, Kuzey’i kendi içinde tartışarak zayıflatacağım demek klasik bir sömürgeci taktiktir. Kimse bunu yutmaz artık. Eğer siz sorunu çözecekseniz, sorunun bileşenleri var, herkesin bu çözüm sürecinde oynayacağı bir rol var. Muhatap bellidir, oturup tartışılır bir çözüm perspektifi ortaya çıkarılır. Biz buna varız. Ama çeşitli taktiklerle oyalama, kamuoyunda ümit yaratıp Kürt kitlesinin mücadele gücünü zayıflatma, psikolojik savaş çerçevesinde taktiksel hamlelere de kimse prim vermez artık.

Tam bu noktada AKP’nin bu kongresinden sonra önümüzdeki dönem demokrasi güçlerinin, Kürt halkının AKP politikalarına karşı tutumu ne olmalı?


Türkiye’de barıştan demokrasiden yana olan tüm kesimlerin bu dönemde rol oynamaları çok önemli. Çünkü belli ki AKP savaşa devam edecek. Çeşitli siyasi diplomatik hamlelerle de Kürt siyasetini zayıflatma taktiğini esas alacak. Kimse buna aldanmamalı, bu oyuna gelmemeli. AKP savaşı durdurma kararı almış değil. Sınır ötesi tezkereyi de yine onaylayacaklar. Belli ki özgürlük hareketini zayıflatmak daraltmak için çeşitli taktiklerle bir yönelim olacak. Siyasi diplomatik ve askeri çeşitli yönelimlerle sonuç almaya çalışacaklar. O açıdan bu tür tartışmalar gelişiyor. Özü yoktur, içi boştur. Bir oyalama taktiğidir. Barıştan yana olan demokratik tüm kesimler, hümaniter çevreler bu tutuma karşı çıkmalı. Çünkü bu tutum ikiyüzlü bir tutumdur. Çünkü bu tutumda çözüm yoktur. Çünkü bu tutumda savaş vardır. Kimse buna aldanmaz ve direnir tabii. Biz direneceğiz. Daha samimi, daha gerçekçi, projeye dayalı adımlara ihtiyaç vardır. Böyle teğet geçip birkaç lafla işi götüreceğini sanıp ardından farklı yollarla Kürt Özgürlük Hareketi’ni zayıflatma hamleleri geliştirmek eskinin yok edici imha edici siyasetinin devamıdır.

90’LARI AŞAN BİR SAVAŞ SÜRECİ VAR


Sıkça 90’lara mı dönüyoruz deniliyor. 1990’lı yılları çok aşan bir süreç, bir savaş var. Şimdi her gün Şırnak’ta, Hakkâri’de, Bingölde, Dersim’de savaş yok mu? Her tarafta savaş var, AKP gidiyor şatafatlı bir kongre yapıyor. Bir kere bu ülke savaştadır, sen buna hangi cevabı veriyorsun. Senin projen nedir. Ülke bir taraftan yanıyor, bu ülkenin çocukları ölüyor. Tayyip Erdoğan kendi geleceğinin hesabını yapıyor. Bu kongre zaten Cumhurbaşkanlığının zeminini hazırlama kongresine döndü. Bu kongre neyin mesajını verdi; ben varım devam ediyorum ama farklı unvanlarla, Tayyip Erdoğan bu mesajı verdi. Yani tamamen bireye endeksli, kendi geleceğini belirleme doğrultusunda bir yapılanma söz konusu. Öbür yandan da ülke savaş içinde. Herkes bu konuda bir şeyler söylemesini beklerken oralı olmadı. Tersine Kürtlere artık yeter deyin dedi. Biz Edi Besê, artık yeter diyoruz. Yeter bu zulme, yeter bu baskıya diyoruz. Bizim söylemimizi kalkıp kendisi kullandı. Bütün aydınlar, dürüst, vicdan sahibi demokratik çevreler AKP’nin bu ikiyüzlü, çifte standartlı, samimi olmayan, dürüst olmayan, gayri ciddi yaklaşan tutumuna karşı tavır almalıdır. Şu aşamada çatışmaların daha fazla tırmanmasının önüne böyle geçilebilir. Bu ikiyüzlü yaklaşımın önüne geçmek gerekiyor. Çünkü bu siyaset çok büyük tahribatlar yaratıyor. Birkaç Kürdü yanına alıyor, bir iki zayıf tipi buluyor onlarla işi yürüteceğini sanıyor. 35 katrilyon yatırım yaptığını iddia ediyor. Bu ekonomik bir sorun değil ki, bu bir ulusal sorundur. Bir dil sorunu, kültür sorunu, bir halkın varlık sorunudur. Bizim varlığımız tehlikededir. Ve varlığımız üzerindeki tehlike de kalkmış değildir.

Bu konuda barıştan yana olan tüm kesimlere çağrı yapıyorum. Bu tutuma karşı tavır alınmalı. Görülüyor ki bu tutum olduğu müddetçe herhangi bir biçimde bir yumuşamanın, barışın gelişmesi mümkün değil. Gerçeği doğru görmek önemlidir. Kimsenin duygusal yaklaşıp da iyimser fotoğraflar çizmesine gerek yok diye düşünüyorum. İyimser olmak gerekiyor ama gerçekçi olmak zorundayız. Bu zihniyet savaş zihniyetidir. Bu zihniyet aldatma taktikleriyle üstesinden gelme zihniyetidir.

SİLVAN’I AKP BÜYÜTTÜ GEREKÇE YAPTI


İkinci bir Silvan olayıyla süreç sabote edilebilir mi şeklinde söylemler var buna ne diyorsunuz?


Bu tamamıyla bir özel savaş söylemi. AKP liderleri 'görüşme olabilir’ dedi diye savaş mı durdu? Ateşkes mi oldu ki İkinci Silvan olsun. Her tarafta savaş var. Aslında Silvan olay yapıldı. Mesele neydi; AKP o dönem seçim taktikleri nedeniyle bizlerle diyalogu sürdürdü, ateşkeslerin sağlanmasını böylece gerçekleştirdi. İşi bittikten sonra ayağını masaya vurdu. Gerekçe arıyordu. İki gerekçe ortaya çıktı aynı günde. Tesadüfen aynı günde oldu. Kürt siyaseti özerklik ilan etti. Aynı gün Silvan eylemi oldu. Aslında eylem değil çatışmaydı. Şimdi eğer Erdoğan ‘Kürt siyaseti, DTK Kongresi toplandı, özerklik ilan etti. Onun için ben bu süreci sona erdiriyorum’ deseydi, daha fazla eleştiri alırdı. Silvan olayını büyüttü, hâlbuki ondan önce de benzer olaylar vardı. Silvan olayını gerekçe yapıp o süreci bozdu.

Çünkü kararı vardı, şiddetle yok etme kararı vardı. Kaldı ki bunu kendisi de söyledi en son diyaloglarında. Şimdi deniyor ki 'İkinci Silvan olur mu?' O zamanki gibi bir ateşkes, diyalog süreci yok ki ortada. Şu anda savaş devam ediyor. Saldırıya geçtiler, bugün itibariyle Şemdinli’de operasyon var, Çukurca’da operasyon var. Her gün Silvanlık olaylar yaşanıyor, yaşanabilir. Ama bunu da manipüle ediyorlar. Savaşın ağır tahribatlarını mümkün olduğu kadar topluma yansıtmama taktiğini bir biçimde yürütüyorlar. Basına ‘PKK’nin yararlanmaması için görmeyin, göstermeyin, görmezden gelin’ diyorlar. PKK yeni bir örgüt değil ki, bu propagandalara ihtiyaç duysun. PKK çözüm sürecinde bir hareket. Büyük bir hareket. PKK kendisini yansıtabilir. Mesele şudur, bu savaşın tahribatını kamuoyundan Türkiye halkından gizlemektir. Her gün o kadar cenaze gidiyor. Ve bunların onda birini gösteriyorlar. Öbürlerini ailelerine gizli teslim ediyorlar. Biliyoruz, mesela bazı yerlerde büyük çatışmalar oluyor. Onlarca kayıp oluyor. Gizleniyor. Fazla kayıp oluyor diye sevinmek durumunda değiliz. Ben şunu söylüyorum, bu savaşın yarattığı büyük tahribatlar vardır. Zaiyat vardır, AKP bunu manipüle ediyor, bunu göstermiyor. Ve başbakan bunu açıkça da söylüyor. PKK’ye propaganda olur diyor. Aslında kendi kararının yarattığı tahribatlar açığa çıkmasın diye bunu söylüyor. Çünkü bu süreç tümüyle AKP’nin kararı temelinde gelişmiştir. Bu süreci biz bozmuş değiliz. Bu süreci onlar geliştirmişlerdir. Bunun üzerine bu savaş oluyor.

SAVAŞI BİZ DÜŞÜNMEDİK, BARIŞ İÇİN SAMİMİYDİK

İmralı’da, Oslo’da o kadar görüşmeden sonra savaşı biz düşünmedik. Bazıları 'hazırlıklıydılar' diyor. Elbette ki her ihtimali gözettik. Bizim de bir tecrübemiz var. Görüşme sürecinde bizi ikna edecek bir samimiyet göremedik. Onun için temkinli yaklaştık. Olası tehlikeli durumları düşünerek hazırlık yapmadık değil. Ama biz hiçbir zaman savaşı geliştirme yanlısı değildik. Kesinlikle barış için sonuna kadar samimiydik. Başbakan’ın 'iletişimde samimiyetsizlik vardı' dediği tam tersidir. Kendisinde samimiyetsizlik vardı. Bu kesin, net, tarihsel bir gerçekliktir.

Avrupa’da Kürdistanlıların birçok kampanyası var. Ama tutuklamalar devam ediyor, savaş şiddetli birşekilde devam ediyor. Kürt medyasına karşı baskılar var bu konuda neler söyleyeceksiniz?


Bize karşı topyekun savaş derken bu savaş sadece silahlı güçler tarafından yürütülmüyor. Yani sadece ordu, polis yürütmüyor. Her biçimde bastırma, ezme, sindirme tarzında kapsamlı bir yönelim durumu söz konusudur. Tutuklama furyası, soykırım operasyonları bir savaştır. Kürt siyasetine karşı bir savaştır. Zaten savaşı sadece silahların sıkılması olarak gösterip de, “bu dursun benim diğer alanlardaki savaşım sürecek” şeklindeki oyuna da gelmeyiz. Bu bir savaş tabii ki. 8 bin Kürt siyasetçisi içeride. Bir de parlamenterleri içeri atacağız diyorlar.

PARLAMENTERLERİN TUTUKLANMASI SAVAŞI DERİNLEŞTİRİR

Parlamenterlerin de içeri atılması ne demektir? Kürt halkına karşı sürdürülen savaşın derinleştirilmesi, yaygınlaştırılması, kapsamlılaştırılması demektir. Hem parlamenterleri içeri at, hem de 'PKK ile diyalog kurup ateşkes, uzlaşma yapacağım' de! Böyle bir şey olamaz. PKK bu halkın temsilcisidir. HPG, bu halkın savunma gücüdür. Bu kadar insan tutuklanırken, bu kadar saldırı ve baskı Kürt gençliğine, Kürt kadınına, Kürt emekçilerine dayatılırken savunma güçleri buna tavırsız kalamaz. Kürtler de varlığını korumak için direnir. Dolayısıyla savaş ideolojik, siyasi, kültürel, diplomatik, ekonomik ve silahlı olarak sürdürülüyor. Toplumumuz bunun karşısında tabii ki uyanık olmalı, donanımlı olmalıdır. Kamuoyu da şunu bilmeli; bize karşı yürütülen savaş sadece silahla değil her biçimde yürütülüyor. Tüm devlet imkânları ortaya konuluyor. Avrupa‘da da bize karşı çeşitli saldırıların gelişmesini sağlamak için tüm siyasetini ortaya koyuyor Erdoğan. Davutoğlu’nun tüm çabası her bir ülkede bize karşı karar çıkartmaktır. Kürtlerin basın yayın organları hedefleniyor. Yasal dernek faaliyetleri hedefleniyor. Kürtlerin varlığı hedefleniyor esasında. Mesele budur. Gerek yurtdışında gerek yurtiçinde Kürt halkının da vereceği cevaplar vardır. Direnmesi gerekiyor.

GÜLEN CEMAATİ BOZGUNCULUK YAPIYOR

Bir noktaya dikkat çekeyim; Kürdistan’da çok yoğun bir psikolojik savaş eşliğinde bir de polisiye faaliyet vardır. Polisiye faaliyetleriyle Kürt demokratik kurumlarını, toplumsal örgütlenmelerini boşa alma, pasivize etme, içinde sorunlar yaratma son dönemde fazlasıyla artmış bulunmaktadır. Bu konuda özellikle Yeşil Ergenekon biçiminde örgütlenen Fetullah Gülen Cemaati, ki bu cemaat olmaktan çıktı farklı bir organizasyondur bana göre, şimdi bu cemaatin çalışmalarıyla Kürdistan’daki Kürt yurtsever demokratik kurumlarını değişik biçimlerde etkileme, içine sızma, çelişkiler yaratma, dedikodu geliştirme, böylece enerjisini içe yöneltme, içe dönük sorunlarla tüketme taktiği vardır. Ben bu konuda tüm halkımızı, çalışanları özellikle uyarmak istiyorum. Yani sorunlar vardır. Çalışan kadroların, yurtseverlerin yetersiz yaklaşımları tutumları olabilir. Fakat müthiş bir dedikodu, insanları yıpratma, ortamı güvensiz kılma, insanlar arasında güvensizlik yaratma faaliyeti vardır. Ve bunu yeşil Ergenekon geliştiriyor. Bu bir ajan faaliyetidir. Bir yerde bir Kürt kurumu varsa içine sızıp yalan yanlış bilgiler yayıp insanları birbirine karşı güvensiz kalma, insanları birbiriyle uğraştıracak bir tablo yaratmak için her türlü yöntemi geliştiriyorlar. Herkes buna karşı uyanık olmalı. Bu da savaşın bir biçimidir. Bu bir hinliktir, fesatçılıktır hainliktir. Şimdi Fethullah Gülen’in görevi Kürdistan’daki kurumlar içinde fesatçılık geliştirmektir. Bana gelen bilgiler var; Gülen bizzat kendisi bu işleri denetleyip organize ediyormuş, bizzat kendisi. Bunun belgeleri var. Bu sıradan bir şey değil tabii. Direnen var olmak isteyen bir toplumu sindirme, etkisiz kılma, güçten düşürme, teslim alma faaliyeti bugün kapsamlı bir biçimde yürütülmektedir. Tüm yurtseverler bunun farkında olmalı. Buna karşı tavır tutum içinde olmalı. İç sorunları kendi içinde şeffaf bir biçimde tartışarak çözebilmeli. Sorunları sürüncemede bırakmamalı. Bu yaygın biçimde geliştiriliyor. İç sorunlar üretiliyor. Yetersizlikler kullanılıyor.

İçine girdiğimiz süreç çok önemli tarihi bir süreçtir. Mücadelemiz bazı gerçekleri ortaya çıkardı. AKP’nin geçen yıl imha etme, şiddetle güçten düşürme kararını boşa çıkardı. Bu konuda AKP’nin yürüttüğü politika geliştirdiği hamleler başarısız kaldı. Kürdistan özgürlük gerillasının kahramanca direnişi çok büyük önemli tarihsel bir hamleyle sömürgeciliğin konseptini boşa çıkardı. Bu, kendisiyle önemli bir gelişme zeminini yaratmış bulunuyor. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi yeni tarihsel bir aşamaya böylece geçmiş bulunuyor. Bu aşama artık çözüm aşamasıdır. Her yurtsever barıştan yana, özgürlükten demokrasiden yana olan herkes, Türkiyeli Kürdistanlı demokratlar daha sorumlu yaklaşmalı diye düşünüyoruz. Herkesin sorumlu yaklaşması durumunda artık sonuç alma sürecine girilmiştir. AKP ne kadar taktik yaparsa yapsın bunlar tutmaz. Artık Kürt sorunu çözülecek. Bu konuda tarihsel bir süreç var. Tarihsel akışı kimse durduramaz. Kürt halkı da özgürleşecektir bu topraklarda. Bugün Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi rüzgarı varsa, esiyorsa bunda Kürt halkının direnişi ve mücadelesinin rolü çok fazladır. AKP Kürdistan’ın diğer parçalarında statüyü hazmetmemiş olsa bile kabul ediyorsa, o zaman Kuzey Kürdistan’da da kabul etmek zorundadır. Gelinen noktada Kürt Özgürlük davası tarihsel bir sürece girmiştir ve artık başarıya gidecektir. Özelikle son 4 ayda gerillanın göstermiş olduğu performans, Batı Kürdistan halkımızın gerçekleştirdiği devrimsel çıkış, alan hakimiyeti temelinde yaşanan gelişmeler Kürdistan’daki özgürlük mücadelesini yeni bir aşamaya taşımıştır, artık kimse bu aşamadan geriye götüremez. İlerleyecek ve başarı kazanacaktır.


ANF

HDK'den 'Savaş Çığırtkanlığı'na Tepki


HDK Yürütme Kurulu Üyesi Ender İmrek, Suriye'ye askeri müdahale için tezkerenin gündeme getirilmesine tepki gösterdi. İmrek, "AKP Akçakale'deki saldırıyı savaş çığırtkanlığına dönüştürmek istiyor. Bunu kabul edilemez buluyoruz" dedi. İmrek, AKP'nin, savaş politikasını artırmak için tezkerelere gerekçeler üretmeye çalıştığını ifade etti.

AKÇAKALE'DEKİ SALDIRI

TBMM'de Suriye'ye askeri müdahale için tezkerenin görüşülmesi hakkında ANF'ye değerlendirmede bulunan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Yürütme Kurulu Üyesi Ender İmrek, öncelikle Akçakale'deki saldırıya değindi: "Dünkü 5 yurttaşın hayatını kaybetmesine yol açan saldırıyı kınıyor ve lanetliyoruz. Bu, sınır boylarına yerleştirilmiş olan Özgür Suriye Ordusu'nun ya da başka güçlerin, Türkiye'nin savaş politikasını artırmak için ortaya koyduğu bir provokasyon olabilir. Ya da Suriye ordusunun işi olabilir. Ama bunun bir savaş bezirganlığına dönüştürülmesini kabul edemeyiz."

'TÜRKİYE, ÖNCE KENDİ SAVAŞ HALİ UYGULAMALARINI KALDIRSIN'

AKP Hükümeti'nin, sınır ötesi operasyona meşruiyet kazandırmaya çalıştığına dikkat çeken HDK'den Ender İmrek, hükümetin bu tür olası askeri müdahaleleri gündeme getirerek ülkedeki halkların ırkçı-milliyetçi eğilimlerini artırdığını belirtti.

İmrek, şunları kaydetti: "HDK olarak, Türkiye'nin komşu ülkelerin iç sorunlarına müdahale etmemesi gerektiğini söylüyoruz. Suriye'de antidemokratik durumlar var ama bu, Suriye'deki halkların mücadelesiyle çözülebilir. Türkiye, sanki kendi sorunlarını çözmüş bir ülke gibi, başka ülkelere müdahale etme hakkına sahip değil. Türkiye'de Kürt sorunundan kaynaklı cephe savaşı gündeme gelmişken, 'KCK' tutuklamaları ve antidemokratik uygulamalar varken ve böylece Türkiye zaten bir savaş hali uygulamalarını kendisi yönetirken, bunları gözden ırak tutamaz."

'AKP, SURİYE'DEKİ KÜRTLERİN KAZANIMLARINI KISKANIYOR!'


AKP'nin 'savaş hükümeti', Türk Başbakan Erdoğan'ın da 'başkomutan' olma yolunda ilerlediğini ifade eden İmrek, Suriye'de Kürtlerin de kazanımlar elde ettiğini ve hükümetin bunu da hedeflemek istediğini vurguladı: "AKP, Kürtlerin Suriye'de kazandıkları statüye; eşitlik, özgürlük ve demokrasi talepleri alanında mesafe almalarına tahammül edemiyor. Kürt bölgesinde ortaya çıkan demokratik ortamı, özerk yönetim çabasını büyük bir 'kıskançlıkla' karşılıyor. Türkiye'dekiler için yeni bir model, yeni bir heyecan yaratacağını biliyor."

Suriye'deki tablonun uluslararası bir boyut kazandığına değinen HDK Yürütme Kurulu Üyesi Ender İmrek, "NATO'nun, BM'nin ve savaş isteyen kesimlerin bu 'oldu bitti' içerisinde Türkiye'nin isteği doğrultusunda açıklama yapmaları, Kürtlere ve Suriye'ye yönelik taarruzun gerçekleşeceği anlamına gelmiyor" dedi. 


ANF

AKP Savaşa Oynuyor

Suriye gece boyunca türk topçuları tarafından bombalandı
Suriye sınırındaki Akçakale ilçesinde sınırın karşı tarafından açılan top ateşi sonucunda 5 kişinin ölmesinin ardından AKP adeta savaş için düğmeye bastı. Bugün Türk meclisinin acilen toplantıya çağıran AKP Suriye'ye askeri müdahale için tezkereyi gündeme getireceği bildirildi.

Alınan bilgilere göre Akçakale'de 5 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayın ardından Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kurmaylarıyla yaptığı toplantıdan Meclisin gündemine tezkere getirilmesi kararı çıktı. Meclisin bugünkü çalışma takvimi değiştirilerek oturuma başlangıç saati 14'ten 10'a çekilirken Güney Kürdistan için öngörülen tezkerenin görüşülmesi önümüzdeki haftaya ertelendi. Meclis Genel Sekreterliği gece boyunca Başbakanlık'tan gelecek tezkere için hazırlıklara başladı. AKP Grubu da sabahın ilk ışıklarına kadar açık kalarak, tezkereyi bekledi.

Süresi bir yıl olduğu belirtilen tezkere, Suriye'ye karşı hava, kara ve deniz harekatına imkan sağlayacak. Tezkere için AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli, gece bakanlardan imza aldı. Tezkere konusunda MHP'nin hükümete destek vereceği, CHP ve BDP'nin 'Hayır' oyu kullanacağı ifade ediliyor.

Öte yandan gece boyunca Akçakale yakınlarında konuşlanan askeri birliklerden Suriye topraklarına topçu ateşi açıldı. Suriye'de askeri noktalarının Türk topçu saldırısına hedef olduğunu doğrularken yaşanan kayıplar konusunda ise herhangi bir bilgi verilmedi. 

Suriye tezkeresi Meclis’te

Suriye'ye ilişkin hükümete Türk ordusunu ‘yabancı ülkelere asker gönderme ve görevlendirme’ yetkisini içeren başbakanlık tezkeresi Meclise sunuldu. Meclis, söz konusu tezkereyi görüşmek üzere toplanırken, BDP ve CHP tezkereyi reddedeceklerini bildirdi.
Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla TBMM Başkanlığı’na gönderilen tezkerede hükümete Suriye'yi işgal için 1 yıl süreyle yetki verilmesi istendi.

Tezkerede şunlar kaydedildi: "Suriye'de devam etmekte olan krizin bölgesel istikrar ve güvenliğe olduğu kadar, ulusal güvenliğimize menfi etkisi giderek artan şekilde görülmektedir. Suriye Arap Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerince yürütülen askeri harekatlar kapsamında, 20 Eylül 2012 tarihinden itibaren ülkemiz topraklarına da saldırgan eylemler yönelmiş ve müteaddit uyarılarımıza ve diplomatik girişimlerimize rağmen bu eylemler devam etmiştir. Ülkemiz topraklarına yönelik söz konusu saldırgan eylemler silahlı saldırının eşiğindedir. Bu durum, ulusal güvenliğimize ciddi tehdit ve riskler oluşturan bir aşamaya ulaşmıştır. Bu itibarla, ülkemize yönelebilecek ilave risk ve tehditlere karşı zamanında ve süratle hareket etmek ve gerekli tedbirleri almak ihtiyacı hasıl olmuştur. Bu çerçevede, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi ile bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için bir yıl süreyle izin verilmesini Anayasanın 92. maddesi uyarınca arz ederim."
Bu arada, Meclis genel kurulu, başbakanlık tezkeresini görüşmek üzee toplandı. BDP ile CHP tezkereye 'Hayır' diyeceklerini açıklarken, MHP destek vereceklerini bildirdi.  


ANF

Suriye'den Başsağlığı ve Uyarı

Akçakale'deki olayla ilgili Suriye kanadından ilk açıklama geldi. Ölenlere başsağlığı dileyen Suriye Enformasyon Bakanı Ümran ez-Zabi'nin bir de uyarısı vardı: Sınırdan terörist gruplar geçiş yapıyor, Türkiye sınırını kontrol etsin. 

Şanlıurfa'nın Akçakale kentinde 5 kişinin ölümüne neden olan olayla ilgili Suriye yönetiminden ilk açıklama geldi.

Suriye Enformasyon Bakanı Ümran ez-Zabi, yaptığı açıklamada ölenlere başsağlığı diledi. 

"Komşularımızın egemenliğine saygılıyız" diyen Zabi, olayla ilgili soruşturma başlatacaklarını söyledi. 

Olayda hayatını kaybedenleri 'şehit' olarak niteleyen Bakan'ın Türkiye'ye uyarısı da vardı. 

Türkiye'nin sınırını kontrol etmesi gerektiğine işaret eden Zabi, muhalifleri kast ederek, terörist grupların ve silahların geçtiğine işaret etti. El Rubi bu durumun bölgesel anlamda uzun vadede tehdit oluşturabileceğine işaret etti.