12 Mayıs 2010 Çarşamba

Statukonun Turnusol Kagidi:KURT SORUNU-3

'Herkes anadilde eğitim yapabilmeli'

Erdoğan, 1991'de 'dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim - öğretim yapabilmesi'nin sağlanması gerektiğini savunuyordu. Ancak Başbakan olduğu dönemde 180 derece değişti. Bunun en iyi kanıtı da sözleri ve 'somut davranışları' oluyor. Erdoğan bugün Kürtçe eğitim talebine şu kesin yanıtı veriyor: 'Kürtçe eğitim dili olsun! Hayır arkadaş, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok.'

'Dileyen herkes anadilde eğitim-öğretim yapabilmeli'

Erdoğan, 1991'de 'dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim - öğretim yapabilmesi'nin sağlanması gerektiğini savunuyordu. Ancak Erdoğan bugün Kürtçe eğitim talebine şu kesin yanıtı veriyor: 'Kürtçe eğitim dili olsun! Hayır arkadaş, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok.'

Kürtlerin konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçe ile ilgisi olmayan müstakil bir dildir... (Kürt Raporu'nun tespitler bölümünden...)

Demokratikleşme ve insan hakları noktasında Güneydoğu son derece geridir. Yakın bir zamana kadar anlamsız ve çağ dışı Kürtçe yasağı dolayısıyla Bölge insanları hayli baskılarla yüz yüze gelmiştir. (Kürt Raporu'nun tespitler bölümünden...

Türkiye'de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerektiğini, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçe'nin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yasal imkanlar hazırlanması gerektiğini, bütün bu hakların Türkiye'de yaşayan diğer halklara da - Laz, Çerkez, Arap, Gürcü vs - tanınması gerektiğini, bu çerçevede Türkiye'nin kültürel bir çoğulculuğa sahip olması gerektiğini savunmalıyız. (Kürt Raporu'nun 'Bizim görüş ve tavrımız ne olmalıdır?' bölümünden...)

Türkiye'de dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim - öğretim yapabilmesini sağlamak, kitle iletişim araçlarından yararlanmasını savunmak, insan hakları konusunda herkesten çok duyarlı politikalar geliştirmek, bu politikaları somut davranışlara dönüştürmek... Ne yazık ki, partimiz bu konuda henüz istenilen seviyede değildir. Konumuz Güneydoğu olduğu için örnekleri oradan vereyim: Güneydoğu'da kan gövdeyi götürse bile, orada yaşayan halk türlü baskılarla yüz yüze kalsa bile, partimizin bu konuda somut adımlar atmadığını görüyoruz. (Kürt Raporu'nun 'Bizim görüş ve tavrımız ne olmalıdır?' bölümünden...)


Başbakan Tayyip Erdoğan 19 yıl önceki Kürt Raporu'nda Kürt diliyle ilgili son derece önemli olan yukarıdaki görüşleri dile getiriyordu. Bu görüşler, bugün kendisine 'Demokratım' diyen herkesin ve Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun altına imza atacağı görüşlerdir.

Buna karşılık, bugün bu görüşlerin altına bir kişinin imza atmayacağını da gayet iyi biliyoruz. O kişi de, bu görüşlerin yer aldığı 19 yıl önceki Kürt Raporu'nun altında imzası bulunan Erdoğan'ın kendisidir. İronik ama gerçek...

Bu durumu daha iyi anlamak açısından Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde dile getirdiği görüşlere bakmak yeterlidir. Ortaya çıkan sonuç ise, 1991'deki 'Demokrat Erdoğan'ın bugün nasıl da statükocu söylemlere sarıldığını gözler önüne seriyor.

Anayasa'da dil statükoculuğu

Anayasa paketiyle büyük bir demokratikleşme adımı attığını savunan AKP hükümeti anadilde eğitim konusunda 1982 Askeri Anayasa'nın öngördüğü maddeyi ısrarla savundu. Anayasa'nın 42. maddesinde yer alan şu ifadelerin değiştirilmeyeceği ısrarla savunuldu: 'Türkçe'den başka hiçbir dil eğitim ve öğrenim kurumlarında Türkçe vatandaşlarının anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.'

'Hayır arkadaş, Kürtçe eğitim dili olamaz!'

'Biz ne dedik? Tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik. Buna karşı çıktılar. Buna karşı çıkanın Türkiye'de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin' diyen Erdoğan'ın Kürtçe anadilde eğitim ve öğretime karşı tutumu, Başbakan olduğu dönemde 180 derece değişti. Bunun en iyi kanıtı da sözleri ve 'somut davranışları' oluyor. Erdoğan, Almanya'da Türklere yönelik asimilasyoncu politikalara 'Asimilasyon insanlık suçudur' sözleriyle tepki gösterirken, ülkesinde yaşananları ısrarla görmezden geldi.

Haziran 2007: (AKP hükümetinin Kürtçe'ye yönelik ilk 'somut davranışı' Kürtçe hizmet kararı alan DTP'li Belediye'ye yönelik oldu): İçişleri Bakanlığı, 'hizmetlerinde çok dilli belediyecilik kararı alan' Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın görevden alınması ve Belediye meclisinin feshi talebiyle Danıştay'a başvurmuştu. Danıştay 8. Dairesi, Demirbaş'ın başkanlığının düşürülmesine ve belediye meclisinin feshine oy birliği ile karar verdi.

Ocak 2008: (Erdoğan Diyarbakır'da sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldi. Dönemin Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, 'Anadilde eğitim olsun ve üniversitede Kürdoloji bölümleri açılsın' önerisini sundu. Erdoğan'ın yanıtı gayet açıktı.) 'Sadece Kürtler yok. Yarın Çerkezler, Lazlar da isteyecek. Sorumluluk mevkiinde değilsen atış serbest. Bekara karı boşamak kolay.'

Nisan 2008: (Erdoğan, bu kez Meclis'te Diyarbakır'dan gelen 17 sivil toplum kuruluşunun temsilcilerini kabul etti ve Kürt sorununa ekonomik çerçevede baktığını söyledi. Yine Tanrıkulu Kürtçe eğitim önerisini yaptı ve Erdoğan yine çok kızdı): 'Ana dilde eğitim hiçbir yerde yok. Almanya'da da yok. Ana dilde eğitim sadece azınlıklar içindir. Onlara da kurs açılır. Yalan konuşuyorsun, dürüst değilsin.'

Şubat 2009: (Erdoğan, DTP Lideri Ahmet Türk'ün Kürtçe eğitim talebine Afyon'dan yanıt verdi): 'Eğitim dili Kürtçe olsun! Hayır arkadaş, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok.

Ocak 2010: (Hükümet 'açılım' politikasıyla ilgili propagandasını sürdürüyor ve Kürt sorununu çözeceğini ileri sürüyor. Ancak Kürtçe'ye yönelik bir projenin 'açılım' kapsamında olmayacağını yine Erdoğan söylüyor): 'Resmi dil Kürtçe, 2. dil Kürtçe olacak diyorlar. Yok böyle bir şey. Kim söyledi, resmi sözcümüz mü söyledi. Yalan söylüyorsunuz.'

Mayıs 2010: (AKP'nin anayasa paketine destek vermediği için BDP'yi statükoculukla suçlayan Erdoğan, Kürtlerin Kürtçe eğitim talebine ise hakaretle karşılık verdi): 'Bu ülkede yayın yapan TRT 6 açıldı, nankörlük yapmayın.'

1991: Kürtçe kitle iletişim araçlarından yararlanılmalı

2010: Kürtçe yayınlar kapatılsın, 525 yıl ceza verilsin

1991'de 'herkesin anadilinde kitle iletişim araçlarından yararlanması' gerektiğini savunan ve Ocak 2009'da TRT 6'yı yayına başlatan Erdoğan, esasında Kürt basınına yönelik tahammülsüz davranıyor. Bunun en somut örneği ise Azadiya Welat Gazetesi'ne yönelik uygulamalardır. Azadiya Welat Gazetesi en son Mart 2009'da bir ay süreyle kapatıldı. Böylece Erdoğan'ın Başbakan olduğu 2006'dan 2010 Mart'ına kadar 7 kez Kürtçe yayın yapan gazeteler kapatıldı. Aynı zamanda gazetenin sahipleri ve muhabirlerine yönelik de ağır cezalar isteniyor. Gazetenin İmtiyaz Sahibi Gazeteci Vedat Kurşun hala tutuklu ve hakkında 525 yıl hapis cezası isteniyor. Rojev Gazetesi İmtiyaz Sahibi Mehdi Tanrıkulu da Nisan 2010'da mahkemede 'Kürtçe savunma yaptığı' gerekçesiyle tutuklandı.

Hazırlayan: Abdülselam GÜLSEVDİ

Statukonun Turnusol kagidi:KURT SORUNU-2

'Kürt sorunu ulusal bir sorundur'

Kürt sorununda değişimden yana olduğunu savunan ve BDP dahil her kesimi 'statükodan yana olmak'la suçlayan Erdoğan, 1991'de hazırladığı Kürt Raporu'nda 'Kürt sorunu ulusal bir sorundur' demişti. 2002'de hükümete geldiğinde ise, ilk olarak 'Düşünmezseniz böyle bir sorun yoktur' dedi ve bu çizgisini 'Ya sev ya terk et', 'Açılım' ve 'Sil baştan yaparız' çıkışlarıyla sürdürdü.

Kimin statükocu olduğu yönündeki tartışmalar güncelliğini korurken, dün anayasal süreçte statükonun nasıl sürdürüldüğünü, derinleştirildiğini ve bunun kimlerin eliyle yapıldığını ortaya koymaya çalıştık. Özellikle son anayasa paketiyle statükoya karşı mücadele ettiğini ileri süren AKP hükümetinin durumunu anayasal süreç bağlamında değerlendirdik.

Yazı dizimizin bugünkü kısmından itibaren ise, yıllar önce yazılmış bir raporu işleyeceğiz. Bu rapor Kürt sorunuyla ilgili oldukça önemli tespitler ve çözüm önerileri içeriyor. Eleştirilecek yanları olmakla birlikte, raporun hazırlandığı dönemden günümüze kadar geçen süreçte gelip geçen bütün hükümetlerin iddialarından daha ilerici iddialar barındırdığı da kesin.

Bu derece önem verdiğimiz raporun kimin tarafından hazırlandığını duyduğunuzda inanın şaşıracaksınız. Kuşkusuz raporu okuyanlarınız, duyanlarınız olmuştur. Rapor bugün başbakan koltuğunda oturan Tayyip Erdoğan tarafından hazırlandı.

Raporun hazırlandığı dönemden bugüne geçen zaman diliminde önemli gelişmeler yaşandı elbette Erdoğan cephesinde de... İşte bu zaman diliminde Erdoğan'ın Kürt sorunu karşısında yaşadığı değişim gerçekten ibret vericidir.

Erdoğan, son bir yıl içinde sık sık CHP'yi 1999'da hazırladığı Kürt Raporu üzerinden vurmaya çalıştı. CHP'nin söz konusu raporunda Kürt sorununa 'ilerici' yaklaştığını, bugün ise statükocu davrandığını savunan Erdoğan'ın kendisi acaba nasıl, AKP'nin CHP'den farklı bir yanı var mı?

Erdoğan'ın da bir Kürt Raporu var. Raporu hazırlayan Erdoğan ile bugün başbakan olan Erdoğan arasında dağlar kadar fark olduğunu göreceksiniz ve bugün BDP dahil herkesi statükocu olmakla suçlayan Erdoğan'ı daha iyi tanıyacaksınız...

Erdoğan'ın hazırladığı Kürt Raporu'nun tek tek maddelerini ele alıp, bugünkü Erdoğan'ın ve hükümetinin uygulamalarıyla karşılaştıracağız. Böylece 'kimin statükocu olduğunu' test etmeye çalışacağız...

'Ulusal bir sorun'dan 'Sil baştan'a

'Bugün 'Doğu' veya 'Güneydoğu Sorunu' olarak adlandırılan sorun aslında bir 'Kürt sorunu'dur... Sorun gerçekte ulusal bir sorundur. Yani bir Kürt sorunudur.' (Kürt Raporu'nun tespitler bölümünden...



* Kürtler ne mi istemektedirler? Çoklarının zannettiği gibi Kürtler Türkiye'den kopmak istememektedirler. En azından Kürtlerin büyük çoğunluğu Türklerle birlikte eşit ve gönüllü bir birliktelik oluşturmak istiyorlar. T.C Devleti'nden kopup bir Kürt devletini kurma düşüncesini marjinal Kürt unsurları savunmaktadırlar. Gerçeği bunlar da yakın vadede değil, ancak uzun vadede bunun mümkün olabileceğini söylemektedirler. Kürt halkının büyük bir çoğunluğu Kürt ulusal kimliğinin tanınmasını ve Kürt kültürünün geliştirilmesini istemektedirler. (Kürt Raporu'nun tespitler bölümünden...

'Türkiye'de 75 yıldan beridir resmi ideolojinin Kürt meselesinde inkarcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulamalıyız.' (Kürt Raporu'nun 'Bizim görüş ve tavrımız ne olmalıdır?' bölümünden...

Tarih 18 Aralık 1991... Erdoğan, İstanbul İl Başkanlığı görevinde ve aynı zamanda Refah Partisi'nin MKYK üyesi... Danışmanı Mehmet Metiner'e hazırlattığı Kürt Raporu'nu partisinin lideri Necmettin Erbakan'a veriyor...

Raporda Kürt sorununa ilişkin maddeler halinde genel değerlendirmeler ve tespitler yer alıyor. Aynı zamanda 'Bizim görüşümüz ve tavrımız ne olmalıdır?' başlığı altında da çözüm önerileri ve Refah Partisi'nin izlemesi gereken politikalar dile getiriliyor.

Yukarıda spotlar halinde verdiğimiz iki madde, raporda yer alan belki de en can alıcı iki madde. 'Kürt sorunu' deniliyor, üstelik 'ulusal bir sorun' olarak tanımlanıyor, Kürtlerin 'Kürt ulusal kimliğinin tanınmasını ve Kürt kültürünün geliştirilmesini' istedikleri belirtiliyor ve 'resmi ideolojinin yüksek sesle sorgulanması' talep ediliyor.

19 yıl önceki Erdoğan'ın 'görüş ve tavrı' böyle... Peki, 8 yıldan beri başbakan olan Erdoğan'ın bugünkü 'görüş ve tavrı' nedir? Buna da kronolojik olarak bakmakta fayda var...

'DÜŞÜNMEZSEN YOKTUR'

Aralık 2002: (Erdoğan Moskova ziyaretinde ve Kürt bir işçi, kendisine Kürt sorunuyla ilgili ne düşündüğünü soruyor): Var diye inanmayacaksın, sorun yok diye inanacaksın. Sorun var diye inanırsan sorun olur. Sorun yok dersen sorun ortadan kalkar. Biz diyoruz ki, bizim için böyle bir sorun yok. Böyle bir sorunu var kabul etmiyorum. Yok böyle bir sorun diyorum. Bak, ben Siirt'ten evliyim, huzurluyum diyorum, bitti. Böyle yaklaş olaya.

'KARNINI DOYURUN YETER'

24 Şubat 2004: (Erdoğan CNN Türk'te yayımlanan 'Başbakanla Özel' programında konuşuyor): 'Benim DEHAP'la bu noktada o tür bir mücadeleye girmemin anlamı yok. Sorunun temelinde, birinci derecede, siyaset yatmıyor. Birinci derecede, ekonomi yatıyor. Ekonomik imkansızlıklar siyasetin en büyük malzemesi oluyor Güneydoğu'da. Kürt ideolojisi üzerine inşa edilmiş bir siyaset tutmaz. Artık siyasette ideolojiler dönemi bitmiştir. Bunu vatandaş yutmaz. Vatandaş şu anda bize işsizliği nasıl gidereceksin, bunu soruyor. Siz doyurun karnını bakın bakalım ortada böyle bir şey kalıyor mu?'

'BENİM DE SORUNUM'

Ağustos 2005: (Erdoğan Diyarbakır ziyaretinde herkeste 'büyük umutlar' yaratan sözleri dile getirdi): 'İlla ad koyalım diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur.'

'YALNIŞ YAPTIK'

Ekim 2005: ('Büyük umutlar' yaratan sözlerinin üzerinden daha iki ay geçmişken Erdoğan bu kez Siirt'te konuya değindi ve 'büyük hayal kırıklığı' yarattı): 'Ülkemde birçok sorun vardır. Bu sorunlar içinde Doğu sorunu vardır, Güneydoğu sorunu vardır.' (Anayasa paketinde AKP'ye destek vermeyen BDP'yi vicdansızlıkla suçlayan ve hükümete yakın duran Cengiz Çandar, Diyarbakır konuşmasının üzerinden üç ay geçtikten sonra Erdoğan'ın kendisine şunları söylediğini açıklıyordu: 'Biz o gün yanlış yaptık. Bu sorun, ekonomik, kültürel, sosyal bir sorundur.' Çandar bu bilgiyi off thde record yani kayıt dışındayken söylüyordu. Bugün eğer vicdanı varsa bu söylediklerini kamuoyuyla da açıkça paylaşır.)

''KÜRTLERİN HAK SORUNU YOKTUR'

Mayıs 2006: (Erdoğan, Diyarbakır İl Kongresi'ne katıldı): Bütün kamuoyu Erdoğan'ın Kürt sorununa ilişkin ne diyeceğini bekledi. Ancak Erdoğan, bırakın 'Kürt' ve 'Kürt sorunu'nu, 'alt-üst kimlik', 'Türkiye vatandaşlığı' gibi kavramları bile ağzına almadı.

Aralık 2006: (Erdoğan, ABD'nin New York kentinde ve gazetecilerin sorularını yanıtlıyor, bir soru üzerine verdiği yanıt gayet açık): 'Türkiye'de Kürtlerin hak sorunu yoktur.'

'TEK' DÖNEMİ BAŞLADI

Seçim yılı, 2007: (Erdoğan, 22 Temmuz 2007'de yapılan genel seçimler öncesinde katıldığı bütün mitinglerde sık sık Kürt sorununu işledi. En çok da Öcalan'ın idamı üzerinden siyaset yaptı ve seçimdeki rakipleri olan MHP ile CHP'yi 'Öcalan'ı idam etmemekle' suçlayarak milliyetçi cepheden oy olmaya çalıştı. Ancak seçim kampanyası boyunca öne çıkan ve günümüze kadar ağzından düşürmediği şu meşhur sözleri hep söyledi): 'Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet!' (Ve bu maddede hemen ekleyelim 2007'de seçimlerden sonra Meclis'te sınırötesi operasyon tezkeresi çıkarıldı ve AKP dönemindeki ilk sınırötesi operasyonlar bu yılda başlatıldı. Bu konuyu sonraki maddelerde genişçe işleyeceğiz.)

'EKONOMİK BAKIYORUM'

Nisan 2008: (Erdoğan Diyarbakır'dan gelen 17 sivil toplum kuruluşunu Meclis'teki makamında kabul etti. Ziyarette dönemin Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu, Erdoğan'a 'Sorunun ekonomik değil siyasi yönü de var. Bölge sizden paket bekliyor' dedi. Erdoğan'ın yanıtı tam tersi oldu): 'Ben olaya sadece ekonomik bakıyorum. Siyasi ne varsa söyle?'

'YA SEV YA TERK ET'

Kasım 2008: (Hakkari'de partisinin kongresinde çok tartışılan ve yıllardan beri Türk ırkçılarının dillerinden düşürmediği sözler sarf etti): 'Biz ne dedik? Tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik. Buna karşı çıktılar. Buna karşı çıkanın Türkiye'de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin. Bundan daha normal şey ne olabilir. Başka türlü olamaz.'

'İYİ ŞEYLER OLACAK'

Mart 2009: (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kürt sorunuyla ilgili aslında ne içerdiği çok belli olmayan, ancak yine de kamuoyunda 'Belki çözüme yol açar' umuduyla olumlu karşılanan sözler sarf etti): 'İyi şeyler olacak.'

Temmuz 2009: (Gül'ün açıklamalarından sonra ve 29 Mart 2009 seçimlerinde DTP'nin büyük bir başarı kazanması üzerine PKK 13 Nisan 2009'da 'eylemsizlik' kararını duyurdu. Öcalan da Mayıs 2009'da 'Yol Haritası' hazırlayacağını ilan etti. Bütün bu gelişmeler çözüm yönünde olumlu bir hava oluşturdu. Temmuz'a gelindiğinde Erdoğan da 'Kürt açılımı'nı resmen başlattıklarını duyurdu): İster Kürt sorunu, ister Kürt açılımı diyelim, bunun üzerinde bir çalışmayı başlattık. MGK'de bir çalışma başlattık; İçişleri Bakanlığı'na görev verdik, bakanlıklarla, MİT'le, Genelkurmay'la görüşecek, olgunlaşınca açıklanacak...' (Bu açıklamaları yapan Erdoğan, Kürt sorununda Öcalan'ın muhatap alınmasını isteyen AKP'li vekilleri de tehdit etti): 'Ne demişler, 'söz ola kestire başı'... Buna gitmek istemiyoruz.'

AÇILIM HALLERİ'

Ağustos 2009: (Hükümetin 'Kürt açılımı' olarak başlattığı süreç ilk fireyi verdi. 20 Ağustos 2009'da yapılan MGK toplantısı sonrasında kullanılan ifadeler değişti.) Başbakan Erdoğan 'Kürt sorunu yerine tekrar 'terör sorunu' ifadelerini kullandı. Açılımın Koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay da 'Kürt açılımı' yerine 'demokratik açılım' ifadelerini kullanmıştı, MGK toplantısı sonrasında ise 'terörü bitirme çalışması' dedi. (Kamuoyunda tepkilerin gelişmesi üzerine hükümet daha sonra 'Kürt açılımı' diye başlatılan proje için 'Milli Birlik Projesi' isminde karar kıldı.)

'SİL BAŞTAN YAPARIZ'

Kasım 2009: (Son hali 'Milli Birlik Projesi' olan 'açılım'da AKP'nin tasfiyeci eğilimleri iyice belirginleşiyordu. Mahmur ve Kandil'den gelen Barış Grupları'nın karşılanmasına en sert tepkiyi yine Erdoğan verdi): 'Gerekirse sil baştan yaparız.'

'NANKÖRLÜK YAPMAYIN'

Mayıs 2010: (Kürt sorununda gerilimli geçen aylar sonunda AKP anayasa değişikliği paketini gündemine aldı, ancak Kürtlerin talepleri görülmedi. Buna rağmen Kürtlerden destek istendi, istediği desteği görmeyen Erdoğan, ibret sözler sarf etti): 'Bu ülkede yayın yapan TRT 6 açıldı, nankörlük yapmayın.'

'GELİN TESLİM OLUN'

Mayıs 2010: (2009'da 'İyi şeyler olacak' diyerek umutlar yaratan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mayıs 2010'a gelindiğinde yıllardır bütün devlet yetkililerinin çözüm getirmeyen sözleriyle Kürt sorununu ele aldı): 'Gelin adalete teslim olun.'

Hazırlayan: Abdülselam GÜLSEVDİ

Anadilinde Eğitim Hakkı - 2


Anadili insan kadar doğaldır

Anadil ya da başlıca dil, dil ailesi içinde kendinden farklı diller türetecek kadar zengin, eski ve kapsamlı dilleri ifade eder. Örneğin, bir anadil olarak Türkçe'den farklı Türkçeler doğmuştur (Türkiye Türkçesi, Kıbrıs Türkçesi, Azeri Türkçesi, çeşitli Türki halkların Türkçesi vb.) Anadili ise, annenin dilidir. Çocuğun kendi annesinden, ailesinden, çevresinden, soyundan ve ulusundan belirli, bilinçli bir öğrenim evresi olmaksızın edindiği, öğrendiği dildir. Anadili, insan kadar doğal olan, insanın hayatında vazgeçilmez yeri bulunan dildir. Anadili edinimi ve öğretimi, hemen doğumun ardından başlayan, bebeklik ve çocukluk yıllarında elde edilmesi biçimlenen dildir. Anadilinde öğretim, öğrencinin tüm derslerinin anadilinde işlendiği bir eğitim sistemini anlatır. Çocuk tüm müfredatı, dersleri kendi anadilindeki eğitim materyalleri (ders kitapları, dergi, harita vb.) ile öğrenir. Anadilinin öğretimi ise, dersler egemen dilde işlenirken öte yandan anadilinin de bir dil dersi olarak verildiği bir sistemi ifade eder.

BAZI ÜLKELERDE EĞİTİM DİLİ VE ANADİLİ ÖĞRETİMİ

Dünyada eğitim-öğretim dili konusunda yapılan çok değişik tartışmalar farklı ülkelerde farklı modellerin geliştirilmesiyle sonuçlanmıştır. Özellikle çokkültürlü, çokkimlikli ve çoketnili toplum modelini hazmeden ve hatta bunu bir model çerçevesinde geliştiren Batılı bazı ülkelerde egemen dilin yanı sıra ikinci dilin de öğretilmesi bir politika olarak benimsenmiştir. Özellikle kimi Avrupa ülkeleri, talep geldiğinde isteyen her etnik grup ya da azınlığın çocuklarına kendi anadillerinde eğitim-öğretim hakkı tanımıştır. Kimi ülkeler ise, kendi ulusal egemen dilinden başka dillerde eğitim-öğretim vermeye şiddetle karşı çıkmaya devam etmektedir. Konu, eğitim-öğretimle ilgili olmasına karşın çoğu zaman siyasal tartışmalar içinde ele alınmakta ve haliyle çeşitli ideolojik savların, özellikle milliyetçi iddiaların yedeğine çekilmektedir. Aşağıda bazı ülkelerde uygulanan çeşitli modeller kısaca tanıtılmaktadır.

ALMANYA

Almanya'da bazı eyaletlerde ilkokuldan başlayarak haftada 3 ila 5 saat zorunlu anadili dersleri verilmektedir. Dolayısıyla 1980'li yıllarda yaygın olan çocukların Almanca'yı iyi öğrenebilmeleri için anadillerinden yoksun bırakılmaları fikri artık savunulmamaktadır. Ülkede 'Ulusal Uyum Planı' adı altında çiftdilli eğitimin gerekliliği yaklaşımı kabul edilmiştir. Bu amaçla ortaokulun ilk yılından itibaren uygulanacak olan 'karşılaştırmalı dil eğitimi' modelleri geliştirilmiş ve denenmeye başlanmıştır. Bu modele göre haftada iki saat Türk ve Alman öğretmenlerin bir arada girebilecekleri dersler düzenlenecek ve her iki dilin de karşılaştırmalı öğretimi uygulanacaktır.

ÇİN

Ülkede çok sayıda farklı etnik grup bulunmakta ve yaklaşık 140 farklı dil konuşulmaktadır. Ülkenin çoğu memur dili anlamındaki Mandarini konuşmaktadır. Ülkenin resmi dili Çince'dir. Ülke anayasasında azınlık dillerinin korunması ve geliştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. 1984 yılında 'Ulusal Azınlıkların Bölgesel Özerkliği Yasası' çıkarılmıştır. Bu yasayla bölgesel özerklik, bölgedeki dilin korunması ve geliştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Özerk bölgeler, o bölgedeki eğitim dili hakkında karar alma yetkisine sahiptir. Azınlık mensubu öğrenciler kendi anadillerinin yanı sıra Çince'yi de öğrenmek zorundadırlar.

GÜNEY AFRİKA

Bu ülkede eğitimde anadillerinin kullanılmasıyla ilgili yeni politikalar, son verilen ırkçı rejimle doğrudan ilgili olmuştur. 1993 anayasası dile temel bir insan hakkı olarak bakmış ve çokdilliliği ulusal bir zenginlik kaynağı olarak ele almıştır. Bu anayasayla birlikte İngilizce ve Afrikaans dilinin yanı sıra dokuz farklı Afrika (yerel/kabile) dili resmi dil olarak kabul edilmiştir. Irkçı eğitim sisteminin ortadan kalkmasıyla birlikte çokdilli, çokkültürlü öğrenciler üniversite ve diğer okullarda bir arada öğrenim görmeye başlamıştır

Güney Afrika'da eğitimin ilk beş yılı çocuğun kendi anadilinde yapılmakta, ardından da İngilizce, Fransızca ya da Portekizce ile devam edilmektedir.

BOLİVYA

Bolivya'da 1994'de yürürlüğe giren eğitim reformuyla eğitim sisteminin kapsamlı bir şekilde dönüştürülmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda ülkede İspanyolca'nın yanı sıra Bolivya'nın 30 yerli dili bütün okullarda hem dil dersi hem de öğretim dili olarak kullanılmaya başlanmıştır

İSVİÇRE

İsviçre, 23 kantonlu federal bir cumhuriyettir. Ülkenin resmi ve ulusal dilleri, Almanca, Fransızca ve İtalyanca'dır. Romans dili de ulusal dil olarak kabul edilmiştir. Ülke kantonlarının sınırı, konuşulan dillere göre çizilmiştir. Bazı kantonlarda tek dil, bazılarında da birden fazla dil kullanılmaktadır. İsviçre anayasasına göre, bölgeler dillere göre ayrılmakta, diller eşit statüde bulunmakta ve azınlık dilleri korunmaktadır.

İSVEÇ

İsveç 1976 yılında Ev Dili Reformu'nu yapmıştır. Bu reform, göçmen çocuklarının ikinci dil olarak İsveç eğitim sistemine katılmalarını zorunlu kılmakla birlikte isterlerse kendi dillerinde eğitim hakkına sahip olduklarını yasal olarak kabul etmiştir. Anadili öğretiminin amacı, aktif bir biçimde yani sözel ve yazılı olarak çocuklara çiftdilliliğinin kazandırılmasıdır ve kültürel kimliğin iki yönlü geliştirilmesidir. Bu bakımdan İsveç, kültür politikası ve çiftdilli eğitim açısından kıta Avrupası'ndan farklı bir yapı göstermektedir.

İsveç eğitim sistemi, evde konuşulan dili eğitimde de geçerli dil olarak kabul etmekte ve en az 5 kişilik grup oluştuğunda anadili öğretimi vermeyi belediyelere bir yükümlülük olarak şart koşmaktadır. Anadili öğretimine ihtiyaç olup olmadığını saptamak üzere okullar her eğitim yılının başında ihtiyaç yoklaması yapmak zorundadır.

İsveç'te 32 dil grubuna yönelik olarak anadili öğretimi organize edilmektedir. Anadili öğretimi, haftada 2 saat olup öğleden sonra örgün ders saatlerinin dışında verilmektedir. Anadili öğretimi dokuz yıllık zorunlu eğitim sürecinde en fazla yedi yıl izlenebilmekte ve bu eğitimin organize edilmesinde velilerin talepleri önemli bir rol oynamaktadır. Evde konuşulan dil, anadili öğretiminde ölçüt olarak alındığı için kendi ülkelerinde ulusal ve resmi bir nitelik taşımayan dillere de eğitimde yer verilebilmektedir. Sözgelimi Kürt çocukları da bu çerçevede anadili öğretimi alabilmektedir.

İSRAİL

Ülke nüfusunun büyük çoğunluğu (yüzde 82) Musevi olmasına ve İbranice konuşmasına karşın ülkede oturan Arap nüfusun (yüzde 18) konuştuğu Arapça'ya özel bir statü tanınmıştır. Resmi dil İbranice olsa da, Arapça'ya eğitim ve kültür alanları ile kamu alanlarında özel bir statü verilmiştir. Arap azınlık ilk ve orta öğretimde kendi anadillerinde eğitim alırken ikinci dil olarak da İbranice'yi öğrenmek zorundadır. Yüzde 98'i İngilizce öğrenen Musevilerin Arapça öğrenme zorunluluğu yoktur.

HOLLANDA

Hollanda'da bütünleşme politikası ve anadili öğretimi yalpalayan bir gelişim çizgisi izlemiştir. Hollanda 1980'de yabancıların kalıcı varlığını kabul ettikten sonra 1983 yılında yayımladığı 'Azınlıklar Notası'yla resmi görüşlerini kamuoyuna açıklamıştır. Ülkedeki tüm azınlık gruplarının eşit ve tam gelişme imkanlarının olduğu bir toplumun kurulması amacı benimsenmiştir. Bir yandan göç sınırlandırılırken öte yandan da azınlıkların entegre olması hızlandırılmaya çalışılmıştır. 1980'lerin ortalarından itibaren hükümet bir yandan anadili eğitimini saat olarak azaltmış, öte yandan işlevlerini yeniden belirlemiştir. Her ne kadar anadili öğretimi haftada 2.5 saat olarak belirlenmiş olsa da, uygulamada bu eğitim bir ders saatiyle sınırlanmıştır. Daha sonra anadili öğretimi kendi başına bir amaç olmaktan çıkarılmış ve ikinci dil olan Hollandaca öğrenimini destekleyen bir 'araç dil' haline getirilmiştir.

2000'lerden itibaren anadili öğretimi entegrasyona engel olmaktadır görüşü savunulmaya başlanmıştır. Her ne kadar son dönemde Hollanda'da çok olumsuz gelişmeler olsa da Hollanda Batı Avrupa ülkeleri arasında anadili öğretimini en çok destekleyen ülkelerden birisi olarak bilinir. Ama son zamanlarda hem sosyal demokrat hem de tutucu partiler anadili öğretiminin sosyal bütünlük kaygılarıyla okullardan kaldırılmasını istemektedirler. Toplumsal bütünlük kaygısı Hollanda'da anadili öğretiminin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır.

ABD

2000'lerden itibaren anadili öğretimi entegrasyona engel olmaktadır görüşü savunulmaya başlanmıştır. Ülkede nüfusun dörtte biri tarafından konuşulan İspanyolca, eğitimde ikinci dil olarak yer bulmaktadır. ABD'de anadili İspanyolca olan çocuklara yönelik okullar vardır. Bu okullarda İngilizce ve İspanyolca olmak üzere her sınıfın devam ettiği iki eğitim grubu bulunmaktadır. Her grupta söz konusu dilde (İngilizce veya İspanyolca) eğitim veren bir öğretmen ve bir öğretmen yardımcısı vardır. Öğrenciler eğitimlerini bir hafta İngilizce, bir hafta da İspanyolca olarak alabilmektedirler.

KANADA

Kanada'nın nüfusu 33 milyondur. Bunun 8 milyonu Fransız kökenlidir. İngilizce ve Fransızca, ülkenin resmi dilleridir. Quebec eyaletinde ağırlıklı olarak Fransızca konuşulmaktadır. Ülke çiftdillidir. Resmi dilin yanı sıra isteyen kendi anadilinde öğretim veren okul açma ve hizmet isteme hakkına sahiptir. Bu hak anayasayla korunma altına alınmıştır. 20 civarında olan diğer azınlık dilleri korunma altındadır. Kanada hükümeti değil baskı uygulamak, bütün azınlık dilleri için okul, dernek açma, gazete yayımlama, hatta devlet imkanlarıyla televizyon yayını yapma imkanlarını sunmaktadır. Ülkede devlet kanalından haftada iki saatlik bir 'Türkçe yayın' hizmeti de sunulmaktadır...

FRANSA

Fransa'da okullar çokdillidir. Ülkedeki azınlık dilleri de özel ve resmi okullarda okutulmaktadır. Azınlık dillerini özel okullarda isteyen öğrencilere öğretilmesi anaokulundan itibaren serbesttir. Örneğin Bask ve Alsace-Mosell bölgelerinde, isteyen anaokul ve ilkokullar eğitimlerini tamamen Bask veya Alsace dilinde verebilirler. Orta öğretimde de durum aynıdır. Devlet bu sisteme mali katkı yapmakla yükümlüdür. Bask bölgesinde Bask dili, bölgede yüzde 70 oranında devlet, yüzde 30 oranında anne-babalar tarafından finanse edilmektedir. Devlet okullarında veya devletle sözleşmeli okullarda bu dersler, haftada iki saatle sınırlıdır. Çiftdilli denilen türde her düzeyde (ana, ilk, orta düzeyde) okullarda ise, 31 Temmuz 2001 tarihli idari karar gereği derslerin yarısı Fransızca, yarısı azınlık dilinde okutulur. Korsika dili de 1974'den bu yana ilk ve orta dereceli okullarda ve ayrıca 1980'de açılan Corte Üniversitesi'nde okutulmaktadır. 1998 verilerine göre adadaki öğrencilerin yüzde 85'i okullarda ve özellikle de çiftdilli bir okulda Korsika dili öğrenmektedir.

BELÇİKA

Fedaratif bir ülke olan Belçika'nın üç resmi dili vardır: Fransızca, Flamanca (Felemenkçe) ve Almanca. Nüfusun çoğunluğunu Flamanlar ve Fransızlar oluşturmaktadır. Belçika her ne kadar Fransız dilinin egemen olduğu tekil bir devlet olarak kurulmuşsa da, 10. yüzyılda Flamanca eğitim ve yargıda kullanılmaya başlanmış, 1932 yılında da Flaman bölgesinin resmi dili olmuştur. Belçika'da dil grupları özerktir. Bu nedenle üç topluluk (Flamanya, Valonya ve Brüksel), özellikle eğitim ve kültür konularında kararlarını tümüyle kendileri almaktadır. Brüksel okullarında Fransızca konuşanlar için Flamanca, Flamanca konuşanlar içinse Fransızca öğrenmek zorunludur.

HİNDİSTAN

Hindistan, 22 eyalet ve merkezi hükümete bağlı dokuz idari bölgeden oluşmaktadır. Nüfusun büyük çoğunluğu (yüzde 83) Hindulardan ve diğer yerel gruplardan (Müslüman, Hıristiyan, Sih, Budist) oluşmaktadır. Ülkede 872 dolayında dil, lehçe ve diyalekt konuşulmaktadır. Tüm eyaletlerde İngilizce resmi dil olarak kullanılmakla birlikte çoğu eyalette Hintçe de resmi dil olarak kullanılmaktadır. Ülke, dünyada en fazla farklı dil ve kültürü bir arada bulunduran ülkedir.

BRİTANYA

Britanya'da Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda'da anadilde eğitim mevcuttur. Anadilde eğitim hakkı bu bölgelere yetki devri ile özerklik tanıyan yasalarla tanınmıştır. Ayrıca Britanya 1992-Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı 2000'de imzalanmış, 2001'de onaylanmıştır. Britanya bu 'şart'la Gal, İskoç ve İrlanda dillerini ulusal azınlık dilleri olarak kabul etmektedir. Böylece uzun yıllardır uygulanan azınlık dillerine yönelik politika, uluslararası alanda bir yükümlülük olarak üstlenilerek bu konudaki garanti pekiştirilmiştir. Bu şart uyarınca eğitim alanında Gal ve İskoç dillerinin kullanılması düzenlenmiş, okul öncesi eğitim, ilköğretim, orta öğretim ve üniversite dönemlerinde Gal ve İskoç dillerinde eğitim kabul edilmiş, ayrıca bu dillerin yetişkinler tarafından okul dışı eğitimle öğrenilebilmesinin de önü açılmıştır. İskoç dilinin geleneksel olarak konuşulduğu yerler dışında eğitim dili olabilmesinin önü de açıktır. Gal ve İskoç dillerinin medyada, yargı kurumlarında, idari makamlarda ve kamu kurumlarınca kullanımı da düzenlenmiştir. İrlanda dili de dahil olmak üzere her üç dilin de sadece özel alanda değil kamusal alanda da kullanımı serbesttir. Her üç dilin konuşulduğu bölgelerde bölgesel ve yerel yönetimlerde bu dillerin kullanılması ve bu dillerdeki yer adlarının resmî dildeki adıyla birlikte kullanılması ve benimsenmesi kabul edilmiştir. Bu yükümlülükler ulusal mevzuatta yer alan düzenlemelerle merkezî iktidar ile bölgesel iktidarlar arasında paylaşılmaktadır. Özellikle eğitim alanında bölgesel iktidarların öne çıktığı görülmektedir...

İSPANYA

1978 İspanyol Anayasası'nın 3. maddesi Kastilya dilinin resmi İspanyolca olarak tanındığı karara bağlanmakta, fakat Kastilya dili dışında diğer İspanyol dillerinin kurulacak özerk bölgelerin statüleri uyarınca ikinci resmi dil olarak tanınması da kabul edilmektedir. 3. madde İspanya'nın bu dilsel çeşitliliğinin kültürel bir miras olduğunu belirterek bu mirasın korunmasına ve saygı gösterilmesine de yer vermektedir. Bu bağlamda bugün İspanyol Anayasası'nda tarihsel milliyet olarak adlandırılan ve diğer 14 bölgeden daha geniş özerkliklere sahip olan Katalonya, Bask Ülkesi ve Galiçya'da bölge halkının dili 2. resmi dil statüsündedir. Eğitim de bu özerk bölgelerin yetki alanında olan bir konudur ve her üç bölgede de anadilinde öğretim mevcuttur.

Katalonya'da 1983'te çıkarılan Katalan Dilinin Normalleştirilmesi Yasası'yla Katalanca'nın kamusal alanda ve eğitimde kullanımı düzenlenir. Bu yasa bölgede eğitimi iki temel ilkeye dayandırmaktadır. Bu ilkelerden ilki, eğitim dilinin serbestçe seçilebilmesi, ikincisiyse, dil üzerinden bir ayrımcılığa gidilmemesidir. Öğretmenler her iki resmi dili de bilmek zorundayken, öğrenciler istedikleri dilde eğitim alma konusunda serbest olacak; fakat eğer Katalanca müfredatı seçtilerse İspanyolca'yı, eğer İspanyolca müfredatı seçtilerse Katalanca'yı zorunlu ders olarak alacaklardır. Diğer yandan öğrencilerin genellikle İngilizce ya da Fransızca dillerinden birini öğrenmeleri de teşvik edilecektir. Katalonya, 1998'de Katalonya Parlamentosu'nun çıkardığı Katalan Dil Yasası'yla dilsel politika ve uygulamalar konusunda daha ileri bir adım atmıştır. Yasanın amacı, okullarda ve kamusal hizmetlerde kullanılan Katalanca'yı uyumlaştırmak, medyada ve kültürel faaliyetlerde Katalanca'nın daha fazla kullanılmasını ve Katalanca'nın sosyo-ekonomik alanda fiili olarak kullanımını geliştirmek ile tüm anayasal ve diğer yasal sınırlamalara rağmen Katalonya'da Katalanca ile İspanyolca arasında tam bir eşitlik sağlamaktır...

Bask ülkesinde Bask Özerklik Statüsü'nün 6. maddesi, Baskça'nın aynen İspanyolca gibi Bask Ülkesi Özerk Topluluğu'nun resmi dili olduğunu ve tüm yerleşiklerin her iki dili de bilme ve kullanma hakları bulunduğunu, özerk topluluk kurumlarının iki dilin kullanımının garantisi olacağını, kimsenin dil üzerinden bir ayrımcılığa maruz bırakılamayacağını hükme bağlamaktadır. 1982'de çıkarılan Bask Dilinin Normalizasyonu Yasası bugün de bölgede geçerli olan eğitim sisteminin temelidir. Bu eğitim sistemine göre Bask ülkesinde dört dilsel model üzerinden eğitim verilmektedir. Öğrenci velilerine ilk ve orta öğretimde bu dört modelden birini seçme hakkı tanınmaktadır.

Model A: Tüm öğrenim İspanyolca'dır. Baskça ayrı bir müfredat konusudur.

Model B: Hem İspanyolca hem Baskça yarı yarıya kullanılmaktadır.

Model D: Tüm öğrenim Baskça'dır. İspanyolca ayrı bir müfredat konusudur.

Model X: Tüm öğrenim İspanyolca'dır. Baskça'ya hiç yer yoktur.

HAFTAYA:

- Türkiye'de anadilinde öğretim tartışmaları

- Türkiye'de konuşulan başlıca anadilleri

- Sonuç ve öneriler

Eğitim Sen Genel Merkezi Broşüründen

Anadilinde Eğitim Hakkı -1

Diller ölmüyor, öldürülüyor da

Anadilinizi konuşamadığınızı bir düşünün! Ne olur acaba? İnsan dilsiz mi kalır? Kendini başka bir dilde ifade edemez mi? İlle de kimliğini yaşayabilmesi için anadilini kullanabilmesi şart mıdır? Sorular artırabilir; ama gerçek olan şudur ki, anadilimiz, kendimiz ve kimliğimiz kadar hayati, gerçek ve önemlidir. Her insanın bir anadili vardır. Ve de bütün dünyanın anadilleri öğretilebilir. Dahası öğretilme hakkına sahiptir.

Anadilleri birbirini yok etmez. Yine de, anadilleri ya da diller yok edilebilir, ediliyor da. Ancak anadillerini yok eden, bir başka anadili değil, devlet ve hükümetler, iş dünyası ve sistemlerdir.

Tüm dünyada artık son yıllarda, özellikle ulus-devlet, etnisite, kimlik ve küreselleşme tartışmaları bağlamında diller de tartışılıyor. Bilhassa irili-ufaklı ve çeşitli etnik, yerel ve ulusal topluluklara ait anadillerinin giderek tehlike altında olduğu ileri sürülüyor. Ulus-devletin kültür, tarih vb. alanlar gibi dilsel çeşitliliğe de bir tehlike ve tehdit oluşturduğu ve bunun da dilsel miras ve zenginlik açısından kabul edilemez bir durum olduğu genel kabul görüyor. Dilsel zenginliğin korunmasının ancak anadillerinin öğretimiyle ve özellikle anadilinde öğretimle mümkün olabileceği artık bir norm olarak akademik ve siyasal çevreye yerleşmiş durumda. Bu tür tartışmaların son yıllarda Kürt sorunu bağlamında Türkiye'yi de etkisi altına aldığı bir gerçek. Kürt sorununun çözülmesi bağlamında AKP hükümeti tarafından ileri sürülen 'Demokratik Açılım' önerileri içinde anadiline ilişkin tartışmalarda çeşitli çevreler tarafından çok değişik savlar ileri sürülmekte, farklı öneriler dile getirilmektedir. Bazı çevreler Türkçe dışındaki dillerde açılıma (özellikle farklı anadillerinde öğretim yapılmasına şiddetle karşı çıkarken bazı çevreler de herkesin kendi anadilinde öğretim görmesi ve sanatsal, kültürel ve sosyal faaliyetlerini icra edebilmesini en doğal ve demokratik bir hak olarak görmektedirler. Türkiye'nin kuruluş aşamasında, bilhassa cumhuriyetin ilk yıllarında homojen bir ulus-devlet yaratma temelinde Türkçe'nin rolüne yapılan vurgunun günümüzde demokratikleşmeyi engelleyici bir durum yarattığına ilişkin olarak yapılan saptamalar geniş bir destek görmektedir.

Bundan dört yıl önce tüzüğünde yer alan 'anadilinde eğitim hakkı' maddesi nedeniyle kapatılma tehlikesi yaşayan sendikamız Eğitim Sen, bu tartışmalarda bilgilendirici ve öğretici bir rol gereğinden hareketle konuya dahil olma ihtiyacı hissetmiştir.

DİL

Dil, insanlar arasında anlaşmayı ve iletişim kurmayı sağlayan bir araçtır.

Dil, kendi yasaları olan, yaşayan, gelişen, zaman zaman da ölen, yok olan bir simgeler sistemidir.

Dil, bir halkı ya da topluluğu birleştiren, ortak hedeflere yönelten ve sosyal olarak yeniden üreten bir kültürel miras ve tarihsel bir zenginlik kaynağıdır.

Ayrıca uzun bir dönem içinde şekillenen sosyal bir kurumdur.

Dil, bir kültürün taşıyıcısı, hatta aynasıdır.

Dil, etnik bir topluluğun kimliğidir.

Bir toplumun kimliğini anlamak için diline bakmak gerekir. Nihayetinde dil, ana gösterge, sembol ve kimlik kaydıdır. Dil, düşüncenin ayrılmaz bir parçasıdır.

Beyin, bellek ve zihnin kendini nesnel ve somut olarak göstermesinin zorunlu bir öğesidir.

Dil, o dili konuşan halk için bir müzedir, taşıyıcısı olduğu her kültür için bir anıttır.

DİLİN FARKLI BİÇİMLERİ

Dil, sözel, yazılı ve görsel olmak üzere üç temel biçim alır.

Sözel dil, konuştuğumuzdur. Sözlerle ifade edilen, dildir.

Yazılı dil, eskiden parşömen sonra kağıt gibi nesnelere yazılan semboller sistemidir. Semboller sistemi olarak her dil bir alfabe şeklinde sistematik bir biçim alabilir.

Görsel dil, resim ya da görüntünün dilidir. Sinema filmleri, afiş, resim, TV ve bilgisayar gibi kitle iletişim araçlarının ekran görüntülerinin görsel bir dili vardır.

Günümüz toplumlarında bu üç dil biçimi genellikle aynı kitle iletişim aracında ya da ortamında (medium) birlikte kullanılır.

BİR DİL NE ZAMAN ÖL(DÜRÜL)ÜR?

Elbette bir dil, ki bu dil genelde egemen dildir, diğer bir dilin yerini aldığında ve anne-babalar çocuklarına o dili artık evde ya da başka mekanlarda öğretmediklerinde ölür ya da öldürülür. Ama ölüm ya da öldürme, daha çok yerli halklar ve azınlıkların konuştukları dillerin hayat ortamlarının yıkıma uğratılmasıyla gerçekleşir. Çağdaş uygarlık denilen gerçeklik, yerli, yerel ya da etnik dilleri kendi içinde eritmeye devam etmektedir.

Geçmişte boyunduruk altına alınan veya köleleştirilen halklara karşı gösterilen küçümseme, onların dillerine de gösterilirdi. Bu diller, basit veya hayvanca diye tasvir edilmiştir. Boyunduruk altına alınan ya da köleleştirilen halkın kültür ve teknolojisinin modern, ileri veya endüstriyel standartlarda olmaması, bu dilin ilkel, yabani ve hayvani olduğu şeklindeki kanıyı iyice pekiştirmiştir. Geçmişte teknolojik açıdan ilkel olan bir halkın doğal olarak zengin bir dile sahip olamayacağına inanılırdı. Egemen kültüre mensup bireyler, Maya ve Aztek örneğinde görüldüğü gibi, büyük sanatsal başarıların kanıtlarına rağmen, bu yerli halkları aptal, tembel veya barbar gibi terimlerle küçük düşürmüş ve bunların dillerini cahil, geri, bozulmuş, yetersiz ve hatta misyonerlerin dediği gibi şeytan işi olarak damgalamışlardır.

Örneğin, Avustralya'daki Aborijinlerin dillerinin gelişmemiş olduğuna, çünkü yalnızca birkaç yüz kelime içerdiğine ve hiçbir soyut kelimeye sahip olmadıklarına, bunların dillerinin ihtiyaçlarını anlatmak için işaretler kullanmak zorunda bırakacak kadar basitliğe dair fikir yaygındı. Buna benzer değerlendirmeler dünyanın değişik yerlerinde h‰l‰ mevcut. Örneğin, Türkiye'de Türk kanaat önderleri ve entelektüellerin önemli bir kısmı, Kürtçe'nin gelişmemiş, entelektüel ve bilimsel bir niteliğe sahip olmayan bir dil olduğu, diğer dillerden (başta Türkçe olmak üzere) çok sayıda kelime aldığını, hatta illere göre bile Kürtlerin benzer değil, farklı bir Kürtçe'yle konuştukları için birbirlerini anlayamadıklarını iddia etmektedir.

Bir dilin ölmesinin ya da öldürülmesinin çok çeşitli boyutları vardır: İlk olarak, küreselleşme olayına sahip çıkan egemen çevreler, çok sayıdaki farklı ve değişik dilin varlığının iletişim, ekonomik kalkınma ve ticaret ve de genel olarak modernleşme önünde engel oluşturduğunu iddia etmektedirler. Bunlar tüm dünyaya egemen olan tek bir dilden taraftırlar. Bu dil İngilizce'dir. İngilizce ekonomi ve bilimin olduğu kadar diplomasinin ve uluslararası örgüt ve ilişkilerinin de dilidir. İkinci olarak, ulus-devlet taraftarı olanlar, yerel, etnik ve kabile dillerinin ulusal birliği ve homojenleşmeyi engellediğini iddia ederek dilde özleşme ve birlik adı altında tekdilliliği savunmaktadırlar. Dünyadaki tekdilli ulus-devletlerin hemen hepsi iç savaş yaşamıştır. Sadece ulus-devletler değil, pek çok ülke, nüfus sayım ve verilerinde farklı dilleri (yani farklı anadillerini) kaydetmez veya kaydetse bile, bu kayıt o dilin tehlikede olup olmadığını bilmeye imkan vermez.

İNSANLIĞIN DİL HAZİNESİ

Bugün dünyada yaklaşık 6000 dilin konuşulduğu öne sürülmektedir. Fakat son beş yüzyılda yaklaşık 6000 kadar dilin de ortadan kalktığı ya da yok edildiği ifade edilmektedir. Diller ölmüyor, öldürülüyor da. Örneğin bugün artık İngilizce, öldürücü bir dildir. Ama öldüren dil değil, o dili kullananlardır. Dünya dillerinin ezici çoğunluğu silinip gitme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dil ölümü ve dil değiştirme, pek çok örnekte teslim olmaktan başka seçeneği bırakılmayan halkların neredeyse kaderi olmuştur. Pek çok halkın, etnik topluluğun dilinin kamusal alanda (eğitimde, devlet dairelerinde vb.) konuşulmaması için çeşitli insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır. Bu hak ihlallerinin çok çeşitli biçimleri vardır. Örneğin anadilinin eğitimde kullanılmasının yasaklanması, anadilinde yerel yönetimlerin engellenmesi, anadilinde trafik levha ve işaretlerinin yazılamaması vb.

Tüm hak ihlallerine karşın herkesin kendi dilini bir kültür kaynağı olarak koruyup onu çocuklarına aktarmaya hakkı vardır. Bu hak söylemi günümüzde dünyanın duyarlı tüm çevrelerinde kabul edilmektedir.

AZINLIK HAKLARI VE ANADİLİ

Azınlık hakları mücadelesinde dil çoğu zaman önde gelen bir simgedir. Bu mücadele genellikle çatışma şeklini almaktadır. Günümüzdeki çatışmaların yüzde 80'ininden fazlası, ulus-devletler ile bu devletlerde azınlık konumunda yaşayan halklar arasında yaşanmaktadır.

Siyasal ideolojileri farklı olsa da, bütün ulus-devletler geçmişlerinde azınlıklara eziyet etmişlerdir. Bu eziyeti bugün h‰l‰ sürdüren devletler vardır. Kimi ulus-devletler kendi içindeki azınlıkların kökünü kazımaya (soykırım) varıncaya değin sert politikalar uygulamış, kimi de yok etme yerine asimilasyon ya da entegrasyon politikalarıyla azınlıkların kendi varlıklarını yeniden üretmelerinin önüne set çekmiştir. Elbette dil, kökü kazınma (dil soykırımı) sürecinde en önde gelen unsur olmuştur. Fakat daha yaygın politika, asimilasyondur. Asimilasyon süreciyle ülke içindeki azınlıklara ya da dışarıdan göç edenlere kendi dil ve kültürlerinin aşağı olduğu mesajı iletilir. Bu mesaj ince biçimlerle, mesela eğitim sürecinde azınlık üyelerine empoze edilebilir. Örneğin, Finlandiya'da Saamilere (Laponlar) ya da ABD'de İspanyol kökenli Amerikalılara, Fince ya da İngilizce dilbilgisini zayıflatacağı gerekçesiyle evde yerli/azınlık dilinde (Saamice ya da İspanyolca) konuşulmaması tavsiyesinde bulunulmuştur. Evde egemen toplumun dilinin konuşulması için çeşitli profesyoneller (öğretmen, sosyal çalışması, dilbilimci vs.) devreye sokulmuştur. Oysa ABD'de İspanyol kökenlilerin (Hispaniklerin) konuştukları İspanyolcanın oranı yüzde 25 gibi oldukça yüksek bir orandır. Buna rağmen geniş seçmen grupları İngilizcenin ulusal bir dil olarak sürdürülmesi için lobi faaliyetlerinde bulunmaktadırlar.

Günümüzde azınlık mensubu çocuklar dünyanın her yanında anne-babalarının dillerini konuştukları için cezalandırılmaktadırlar. Mesela Türkiye'de bazı illerdeki devlet okullarında kurulan çeşitli dil kollarının ('Kürtçe Kolu', 'Lazca Kolu', Çerkezce Kolu') işlevi, Türkçe'den farklı anadillerinde konuşan çocukların tespit edilip idareye bildirilmesidir. Elbette Türkçe'den farklı anadillerinde konuşan öğrenciler cezalandırılmıştır geçmişte.

Azınlıkların parçalanmasının yollarından biri de, egemen dili zorunlu kılmaktır. Bu zorunluluk eğitimden başlanıp kamusal alanın diğer çevrelerine değin uzatılır. Bu süreçte, azınlık mensubu birey ya da göçmen, ancak egemen dili öğrenip konuşarak, sadece o dille iş görerek iyi biçimde yaşayabileceği kanısına varır. Kaldı ki, egemen dil, yerli topluluğunu kısıtlı sınırlarından dışarıya açılmayı kolaylaştırdığı için de tercih edilir.

AZINLIK DİLLERİ SÖZLEŞMESİNDE ANADİLİ

2000 yılında Avrupa Konseyi'ne üye ülkelerce kabul edilen Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı ile çokkültürlü ve çokdilli bir Avrupa vizyonunun geliştirilmesi ve güçlendirilmesi amacıyla çeşitli kararlar alınmıştır. Buna göre, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Avrupa bölgesel veya azınlık dillerinin korunması, Avrupa'nın geleneklerinin ve kültürel zenginliğinin sürdürülmesi ve geliştirilmesine katkıda bulunulması, özel hayatta ve kamusal alanda bir bölgesel veya azınlık dilini kullanabilmenin BM Sivil ve Siyasi Haklara İlişkin paktın hükümleri ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Sözleşmesi'nin ruhu uyarınca geri alınamaz bir hak olduğunun kabul edilmesi, bölgesel ve azınlık dillerinin korunması ve teşvikinin resmi dillerin ve bunları öğrenme zorunluluğunun aleyhine de olmaması gerektiği belirtilmiştir.

TEKDİLLİLİĞİN KARŞISINDA ÇOKDİLLİLİK

Dünyada 6000 kadar dil olmasına karşın bu dillerin tümü 200 ülkede konuşulmaktadır. Bu da, dünyanın tekdilli değil, çokdilli olduğunu gösterir. Bazı ülkelerde yüzlerce dil konuşulmaktadır. Örneğin Papua Gine'de 850, Nijerya'da 427, Kamerun'da 270, Zaire'de 210, Solomon Adaları'nda 66, Avustralya'da 250, Hindistan'da 380, Endonezya'da 670 farklı dil konuşulmaktadır. Bütün dillerin yüzde 70'den fazlası dünyanın en yoksul ülkelerinden bazılarının da içinde olduğu 20 ulus-devlette konuşulmaktadır. Bu farklı, zengin ve doğal gerçekliğe karşın tekdilli dünyayı savunanlar, daha çok tek dilin konuşulduğu uluslara mensupturlar ve zamanı geldiğinde herkesin kullanacağı dilin, kendi dilleri olacağına inanmaktadırlar. Bu yüzden, dilde milliyetçilik, çoğu zaman barışçı değil, yayılmacı ve diğerini yok edici bir milliyetçiliktir. Eğer bir dil, dünyanın ortak dili sıfatını kazanırsa, bu mutlaka diğer dillerin aleyhine olarak gerçekleşecektir. Ama yine de ikidillilik, çatışma olmaksızın barışçıl bir durumda gerçekleşebilir. İnsan, iki dilden birini kimlik dili, diğerini de ortak anlaşma dili olarak kullanabilir. Bilimsel araştırmalar bir çocuğun birkaç dili birlikte öğrenebildiğini ve bu dillerin birbirine ket vurmadığını göstermektedir.

ÇOKDİLLİ EĞİTİM POLİTİKASI

Ulus-devlet anlayışı çerçevesinde ortaya çıkan 'tek dil, tek millet' ideolojisi artık günümüzde aşılmıştır. Çok dar bir milliyetçi çevrenin kullandığı bu slogan dünyada yerini giderek çokdilli, çokkültürlü anlayışa, çokdilli eğitim modelleri arayışına bırakmıştır. Etnik ve dilsel çeşitliliği savunan çokdilli eğitim politikaları, homojenleştirici, asimilasyoncu politik söylemleri, farklılıkları savunan özgürleştirici söylemlere dönüştürmüş, böylelikle bastırılmış yerli göçmen dillerini konuşanlar için yeni ufuklar açmıştır. Ancak yine de farklılık bazı sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin, farklı dilleri konuşan, farklı kültürlerden gelen öğretmen ve öğrencilerin çoğul kimlikleri ile nasıl baş edilecektir? Mesela öğrenciler sınıflara nasıl yerleştirilecek, müfredatta ve sınıf içi öğretimde hangi dile ne kadar zaman ayrılacaktır?

Çiftdillilik, kişinin kendisini ikinci bir dilde anlaşılabilir bir biçimde ifade edebilmesidir. Çiftdilli olmanın, zihinsel ve dilsel gelişime olumlu etkileri olduğu birçok çalışmada vurgulanmıştır. Çiftdillilikte ikinci dil sonradan kazanıldığı gibi iki dil aynı anda da kazanılabilir. İki dilin aynı anda kazanılmasına eşzamanlı çiftdil gelişimi denir. Eşzamanlı çiftdil gelişiminde ailenin çocukla kurduğu iletişimde doğduğu andan itibaren iki dil kullanılır.

Çokdilli eğitim politikası, çokdilliliğe dayanmaktadır. Çokdillilik de, kimlik talebine dayanmaktadır.

Hazırlayan: Sami TAN
Eğitim Sen Genel Merkezi Broşüründen

HAFTAYA
-Anadil, anadili ve anadilinin öğretimi.
-Bazı ülkelerde eğitim dili ve anadili öğretimi.