19 Ekim 2011 Çarşamba

Türkün ‘Devlet’i Varsa, Kürdün de ‘KCK’si mi Var?

Veysi SARISÖZEN
“PKK ile Kürt sorunu birbirinden ayrılamaz.” Bu, Hasan Cemal’in “Barışa emanet olun” başlıklı kitabının ana tezidir. Bu tez Cengiz Çandar’ın da savunduğu bir tezdir. Mehmet Ali Birand’ın dünkü yazısından şu paragrafı okuyalım: “Ben de Hasan Cemal gibi, ilk başlarda Kürt sorunu ile PKK terörünü  birbirinden ayırırdım. Resmi söylemin de bunda çok etkisi vardı tabii. Ancak artık böyle bir ayırım yapılamaz noktada. Bugün topyekün (sivil- asker) bir Kürt muhalefetiyle karşı karşıyayız.”

Türk medyasında savunulan bu tez, Türk devletinin ve AKP hükümetinin stratejisini havaya uçurur.


Çünkü TBMM’de hazırlanan anayasa tezgahı, örneğin “nötr yurttaşlık” reformuyla “PKK’yi imha” programını birleştiren “Anayasal değişim paketi”, “Kürt sorunu ayrı, PKK ayrı” tezine dayanmaktadır.


Daha iyi anlaşılması için şöyle ifade edebiliriz: Eğer devlet, hükümet ve Meclis, “PKK ile Kürt sorunu ayrılmaz” dedikten sonra, “nötr” bir anayasa hazırlasaydı, bu anayasa radikal demokrat bir anayasa olurdu.


Ama eğer, “PKK ayrı, Kürt sorunu ayrı” dedikten ve bir yolunu bulup “PKK’yi tasfiye ettikten” sonra, anayasaya “Kürtler canımız ciğerimizdir, kız alıp kız vermişizdir, bu devletin yarısı Türkse, öteki yarısı Kürttür” diye yazsalar bile, bu anayasa bugünkü anayasadan farklı olmaz.


Çünkü devlet ve hükümet “Kürdün varlığına” değil, “örgütlü Kürdün varlığına” karşıdır.


“Örgütsüz Kürdü” tarikatına alır, polis yapar, rütbe verir, partisine kabul eder, “Türk milletinin vekili” haline getirir, getirdikten sonra bakan yapar, örgütsüz Kürt, Türklerin başına bile geçirilir.


Türk milliyetçisi, başka milletlerin milliyetçilerinden farklı olarak, kendi “milletine aşık” değildir. Çünkü Türk milliyetçisi, kendi tarihinden Türk olmayanların yapıp ettiklerini çıkarttığı zaman geriye pek ahım şahım bir şey kalmayacağını bilir. Camiye, Kışlaya, Karakola, Tulumbacılara dayanan bu milletin en ünlü camisi Selimiye’yi Ermeni Mimar Sinan, Selimiye Kışlası’nı  Kirkor Amira Balyan, en ünlü “karakolu” Sansaryan’ı (eski emniyet binası) Hovsep Aznavur inşa etmiştir. Tulumbacıların ünlü “yangın kulesi” Beyazıt Kulesi de Senekerim Balyan tarafından yapılmıştır. İmamın, paşanın, komiserin ve tulumbacının tarihinden bu Ermeni eserleri çıktığında geriye ne kalır?


Alın Agop Martayan’ı... Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi bile meş’um varlığını ona borçludur. Başka?.. Başkası daha ne olsun, Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadının verilmesini de TBMM’ye öneren işte bu Agop Martayan’dır, Atatürk de ona “Dilaçar” soyadını vermiştir.


1915’te soykırıma uğrayan bu halktan söz etmeden Türk tarihinden söz edilebilir mi? Edilemez.


O nedenle “Türk” tarihine dayanan bir “milliyetçilik” Türkiye’de sökmedi. Sökmeyince ne oldu? Türk milliyetçiliği “örgütlü Türk olmayanlara düşmanlık milliyetçiliği” halini aldı. Bu milliyetçilik öyledir ki, örgütsüz Türk olmayanı bağrına basar, örgütlüyü kendi kanında boğar. “Örgütsüz” Martayan’dan kendi dilini öğrenen milliyetçi, “örgütlü” Ermeni’den nefret eder. Örgütsüz Kürdü İçişleri Bakanı yapar, “örgütlü Kürdü” Diyarbakır, Dersim meydanlarında asar. Türk milliyetçiliğinden “örgütlü Türk olmayanlara nefreti” çıkarın, geriye “milliyetçiliğin” bile zerresi kalmaz.


Örneğin Alman milliyetçisi “Deutschland über Alles in der Welt”, yani “Almanya dünyada var olan her şeyin üstünde” (bu dize şimdi Alman Milli Marşı’ndan çıkmıştır) derken, Luther’den Bethoowen’e, Hegel’den Goethe’ye uzanan bir tarihi çarpıtıyordu. Türk milliyetçisi ise dağa taşa “Ne mutlu Türküm diyene” diye yazdığı halde, her gün ve her maçta söylediği İstiklal Marşı’nın tek bir satırında bile “Türk sözcüğünü” kullanamamıştır.


İşte bu durum Türk milliyetçiliğinin krizini bize açıklar. Örgütlü Ermeni’yi Ağrı eteklerinde ve örgütlü Rum’u Pontus kıyılarında, Süryani’yi Mezopotamya’da yok ederek “milliyetçi” olabildiler. Dün “en iyi Kürt ölü Kürttür” diyorlardı, şimdi “en iyi Kürt örgütsüz Kürttür” diyerek milliyetçi olmaktalar. Ama “örgütlü Türk olmayanlardan” bu toprakları arındırdıkça, işlenen suçlar yüzünden kendi tarihlerine sahip çıkmaları daha da imkansızlaşmakta. Bu, kısırdöngüdür.


“Kürt sorunu Türk sorunudur” denecekse, işte bu gerçek görülmeli. Türk sorununun çözümü, Kürt sorununun da çözümü gibi, ulus olmayan ulus anlamında “demokratik ulus”a, yani “örgütlü bireylerin özerk toplumlarının birliğine” dönüşmeye bağlıdır. Hepimizin içinde yer alacağı bu Demokratik Ulus, ortak tarihimizdeki bütün zenginliklerle “övünmemize” de imkan verecektir.


Yani...


Yani Kürtler “örgütlü Türke” düşman değildir. “Örgütlü Türk” ne demektir? “Devlet biçiminde örgütlenmiş Türk” demektir. Hiç kimse Türklerin “devlet biçiminde örgütlenmiş” olmasına itiraz etmemektedir. İstenen, tüm “demokratik ulusun” devlet olmayan devlet anlamında Demokratik Cumhuriyet’te birleşmesidir.


Madem ki Kürtler “örgütlü Türkü” kabul etmekteler, o halde Türkler de “örgütlü Kürdü” kabul etmelidirler. “PKK ile Kürt sorunu ayrılmaz” demenin anlamı bu. Yani “PKK” ya da “KCK etrafında örgütlenmiş Kürdü” tanıyacak mıyız, yoksa imha mı edeceğiz?


Hasan Cemal’in kitabının ortaya attığı soru gerçekte budur işte...

Katliam Silsilesi ve ‘Bebek Katilleri’- 4

Nuri FIRAT

Tinate Katliamı’nı yapanların bir bağlantısı 17 yıl sonra Bilge Köyü Katliamı’nda karşımıza çıkacaktı. Tinate bütün boyutlarıyla çözülseydi Bilge’deki katliam olmayacaktı. Ayrıca Bilge’deki katliam ilk de değildi: 1994’te de 7 kişi Bilge’de öldürülmüştü. Tinate ve Bilge arasındaik bağlantının kilit isminin ise Ocak 2011’de “intihar ettiği” ileri sürüldü.


Tinate çözülseydi Bilge olmayacaktı


Gazetelerde tarihler 5 Ocak 2011’i gösterdiğinde şöyle bir haber yer alıyordu: “Bilge Köyü Katliamı sanığı cezaevinde intihar etti!” Haberin devamına bakıyoruz: “Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge Köyü’nde, geçen yıl Sevgi Çelebi ve Habip Arı’nın nişan töreninin yapıldığı düğün evini basarak 7’si çocuk 44 kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulan 9 kişiden biri olan ve Çorum Cezaevi’nde tutulan Süleyman Çelebi’nin intihar ettiği iddia edildi.”

 
Doğru dürüst aydınlatılmayan ve yargılanmayan 1992’deki Tinate Katliamı, 17 yıl sonra daha korkunç bağlantılarla karşımıza çıkacaktı. Tinate’de katliam yapanlarla ilişkili olanlar 4 Mayıs 2009’da Bilge Köyü’nde sahneye çıktılar ve 47 kişiyi vahşice katlettiler. Aslında bu Bilge’deki ilk katliam da değildi, aynı kişiler 1994’te de Bilge’de 7 kişiyi öldürmüşlerdi. Tinate aydınlatılsaydı Bilge olmayacaktı ya da Bilge’nin üzerine gidilseydi belki Tinate ve geçmişteki bağlantılı karanlık katliam silsilesi bütün boyutlarıyla açığa çıkarılacaktı. Ancak hükümet koruculuk sistemini savundu ve dolayısıyla katliamların üstünü örtmeyi tercih etti.
 
Yıllar sonra daha büyük çaptaki bir katliamla karşımıza çıkan bu isim, hiç kuşkusuz, Midyat’ta da bulunan Mala Çelebi Aşireti’nden olan Süleyman Çelebi idi. İntihar ettiğinde nedense basın yayın kuruluşları çok da önemsemediler ve sıradan bir olay olarak, belki de, katliamın büyük çapı nedeniyle, ama yine de buna rağmen, sıradan bir haber olarak görmeyi tercih ettiler.

Katliamda yakınlarını kaybedenler ise intihara inanmıyordu. Nitekim intihar haberi sonrasında basın kuruluşlarının görüşlerine başvurduğu Bilge Köyü Muhtarı Abdurrahman Çelebi, “Süleyman Çelebi’nin intihar etmediğini, konuşacağı için infaz edildiğini” söylüyordu.


Konuşmadı, sonsuza dek susturuldu; Bilge Köyü Katliamı ile ilgili de, bağlantılı olduğu başka katliamlarla ilgili de hiçbir zaman artık konuşamayacaktı.


Peki, ne olmuştu Bilge Köyü’nde?


Geliyorum diyen korkunç katliam


Tinate Katliamı’nı yapanlarla bağlantıları olanların 17 yıl sonra gerçekleştirdiği korkunç Bilge Köyü Katliamı’nın tanığı Cengiz Çelebi anlatıyor: “Katliamın yapıldığı gece saat 20.33’te telefonum çaldı. Hacı Cemil’in evine gittim. Hepimiz namaza durduk. Saat 20.40 sıralarında Mehmet Akyol ve Orhan Akyol içeri girdi. Selam verdiler. Ardından oturdukları gibi Şeyh lakaplı Hacı Mehmet Çelebi korucu kıyafeti ile içeri girdi. Küfür ederek, ‘Hepinizin a... koyacağım. Nereye kaçacaksınız’ dedi. Ve bizi taramaya başladı. Ben kendimi pencereden dışarı atmak için kendimi pencereye vurdum. Ancak ilkinde çıkamadım. Daha sonra Şeyh lakaplı Mehmet Çelebi’nin oğlu Servet geldi ve sonra da kardeşi Hakim Çelebi içeri girdi. Bunlar herkesi taradılar. Bu sırada ben kendimi pencereden dışarı attım. Hakim geri döndü ve beni öldürmeye çalıştı. Ancak başaramadı. Halamın kızı içeri girer girmez ona da ateş etti. Bu sırada Süleyman Çelebi de beni gördü ve o da ateş etti. Kaçarak kurtuldum. Sonra da Abdulkadir Çelebi’yi, oğlunu ve yeğenini gördüm. Ben evime giderek silah getirmek ve onlara karşılık vermek istedim. Ancak bu sırada katliam bitti. Bunun üzerine ben ve sağ kalanlar yaralılar ile ilgilenmeye başladık. Daha önce bunlarla bir husumetimiz yoktu. Ancak seçimden sonra normalde silahlı gezmeyen bu kişiler, silahla köyün içinde gezmeye başlamışlardı. Bu arada hayvanlarını da alışılmışın dışında ellerinden çıkararak satıyorlardı. Seçimden sonra alabalık tesislerinde sürekli toplantı yapıyorlardı. Olayda kullanılan bu silahların ve yakalanan bombaların nereden geldiğini bilmiyorum. Biz koruculara silah ve kurşun verirler. Başka bir şey vermezler. Ancak olayda değişik silahlar kullanıldı. G1 ve kalaşnikof gibi değişik marka silahlar kullanıldı. Saldırıda bulunan kişilerin çevresi o kadar yoktur. Bu nedenle bu aileden kimse muhtar olmadı. Pek sevilmezler. Bu olayı PKK’nin üstüne atmayı düşünerek bizi katletmeye çalıştılar. Ancak herkesi öldüremeyince gerçekte ortaya çıktı.”


Anne karnındaki bebekler de öldürüldü


Tarihler 4 Mayıs 2009’du, Bilge ya da Zanqirt Köyü’nde yaşanan korkunç olay akşam sessizliğini, kabusa çevirmişti. Düğün vardı, ancak bu düğün yıllar sürecek bir yasa dönüşecekti. Aynı köyden ve aynı soyadları taşıyanlar, aynı işi yani koruculuğu yapanlar silahlara sarılmıştı ve çocuk, kadın, yaşlı, genç dinlemeden herkesi öldürmeyi önlerine koymuşlardı. Namaz kılarken, evde otururken, düğünde eğlenirken, sokakta gezerken ya da uyurken, fark etmezdi, herkesi, tek bir canlı kalmayacak şekilde, öldürmeyi tasarlamışlardı. Ancak herkes olmasa da 6 çocuk, 3’ü hamile 16 kadın ile 22 erkek toplam 47 kişi öldürülmüştü. (Resmi açıklama 44 ölü şeklindedir, ancak hamile kadınların karnındakileri de birer can saymamız gerektiği görüşündeyiz ve bu yüzden ölüm sayısını 47 olarak kabul ediyoruz.)


Katliamın perde arkasında ne var?


Korkunç katliamdan sonra korkusu daha da artan ve bu nedenle olayla ilgili incelemelerde bulunmak üzere köye giden İnsan Hakları Derneği heyetine isminin açıklanmaması koşuluyla konuşan bir korucunun anlattıkları kafalarda oluşan soru işaretlerine bir nebze de olsa yanıt oluşturuyordu:


“1984 yılı sonrası köyde koruculuk dayatılmaya çalışıldı. Koruculuk, köydeki toplum tarafından itibar görmeyen kişiler üzerinden devreye sokulmaya çalışıldı. Sonrasında köylüler tarafından koruculuk kabul edildi. Köyde bu olay meydana gelmeden önce ilk ölüm (husumet) şöyle başlıyor: (Çalike Köyü’nde) hayvanları kaybolanlar o zaman Bilge Köyü’nde muhtarlık yapan Hacı Abdo’ya gelirler. Hayvanların bulunması için yardım talep ederler. Hacı Abdo bu köylülere hayvanlarının bulunması amacıyla Kemal Altaş isminde bir şahsı rehber olarak verir. Kemal Altaş bu hırsızlık olayını Şehmuz Çelebi’nin yaptığını düşünmekteydi. Çelebilerin tarafına (bölgesine) gittiği zaman Şehmuz Çelebi, Abdulkadir Çelebi ve çocukları Kemal Altaş’ı öldürürler. Köyde kan davası böyle başladı. Bu olaydan bir iki yıl sonra da Şehmuz Çelebi öldürülür, kardeşi Veli Çelebi de yaralanır ve felç kalır. Sonrasında ise Şehmuz Çelebi’nin oğlu Mazıdağı ilçesinde Bilge Köyü muhtarı olan Hacı Mehmet Akbaş’ı vurur, fakat Akbaş ölmez. Bu olaydan sonra köyden göçerler ve ayrılmalar başlar. Hem Çelebi ailesinden hem de Akbaş aileleri köyden ayrılırlar. Bu dönem 1992 yılına kadar bu şekilde devam eder. O dönem köyün muhtarlığı tarafsız olan Mele Davut’a verilir.


Bilge Köyü’ndeki ilk katliam 1994’te oldu


Yılını tam hatırlayamadığım dönemin Mazıdağı İlçe Kaymakamı köylülerden Musa Acer ve muhtar olan Mele Davut Altay’ı makamına çağırır. Çağırdığı kişilere ‘Köyünüzden İbrahim Çelebi korucu olmak için bizden silah istiyor’ der. Bunun üzerine Musa Acer ve Mele Davut kaymakama köyde husumet olduğunu söylerler ve ‘Bir tarafa silah verirseniz köyün huzuru kalmaz’ derler. Kaymakam, İbrahim Çelebi’ye ‘İş istiyorsan sana Mazıdağı’nda iş vereyim’ der. Ama İbrahim Çelebi bu teklifi kabul etmez. Bu aşamadan sonra bütün Çelebi Ailesi silah alır ve korucu olurlar. Korucu olduktan sonra onların dışında koruculuğu kabul etmeyen diğer bütün aileler köylerini terk eder ve böylece köyde yalnız Çelebi Ailesi kalır. Çelebi Ailesi silah almadan önce iddialara göre PKK ile işbirliği içindedir. Daha önce PKK militanları ile birlikte yaptıkları sığınaklara silah aldıktan sonra baskın yapar 3-4 PKK militanını öldürürler. Bu olay üzerine aynı köyde 1994 yılında 7 kişi öldürülür. Bu eylemin PKK’nin yaptığı söylenerek onlara mal edilir. Bugün yaşanan bu katliamdan sonra 1994 yılında yaşanan ölümlerin aslında bu katliamı yapanlar tarafından yapıldığını şimdi söylüyorlar ve dillendiriyorlar.


Ziyaret arazisinin rantını yıllarca yediler


Sultan Şehmus ziyaretinin hisseleri dört köye aittir. Bu köyden bir tanesi Bilge Köyü’dür. 25 yıl süreyle Sultan Sehmus ziyaretinde Bilge Köyü’ne düşen payı sadece Hacı Mehmet Çelebi almıştır. Aslında gelen gelir köyde bulunan üç sülaleye eşit şekilde pay edilmesi gerekirken, sadece bu geliri Hacı Mehmet Çelebi almıştır. Bu gelirin miktarı nedir diye sorduğumuzda, bir yıldır Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bünyesine geçen Sultan Şehmus ziyareti 2009 yılında ihale bedeli olarak 1.500.000 TL’dir. Bu da bize şunu gösteriyor, bu para dört köye pay edildiğinde Bilge Köyü’ne yaklaşık 375.000 TL civarında para düşüyor. 25 yıl boyunca Sultan Şehmus ziyareti yerinden elde edilen geliri, sadece Hacı Mehmet Çelebi almıştır.


BOTAŞ rantı da katliam nedeni


Yine bu köyün yakınında BOTAŞ petrol boru hattı geçmektedir. Bu petrol boru hattından geçtiğimiz yıllarda petrol çalınmıştır. Bu hırsızlık olayı adliyeye intikal etmiştir. Bu katliamda ölen Hacı Cemil Çelebi’nin 3 trilyona yakın parası olduğu iddia edilmektedir. Bence bu köydeki herkesin banka hesapları sorgulanmalıdır. Çünkü bu köyde gelir elde edebilecek bir arazi ya da ticaret yoktur. Kişilerin malvarlığı ve banka hesapları ve nereden buldukları ciddi olarak araştırılmalıdır. Ben tüm köylüleri tanırım. Köylülerin bu katliamı yapacak planlamaya ve kapasiteye sahip olduklarını düşünmüyorum. Bu katliamın arkasında açığa çıkarılmayan kişilerin ve nedenlerin olduğunu düşünmekteyim.


4 korucu daha öldürülecekti


“Olay gecesi karakolda görevli 5 korucu vardır. 4 kişi yaşamını yitirenlerin yakını, diğer 1 kişi de katliamı yapan ailelerin yakınıdır. Katliamı yapan kişilerin yakını olan korucuya, beraber görev yapan korucuların söylediklerine göre, olay gecesi bir telefon gelir ve olayı gerçekleştirenlerin yakını olan kişi bir ara ortadan kaybolur ve tekrar geri döner. Karakoldaki nöbetleri bittikten sonra bu kişi öbür dört kişiye, köye gidelim, der ama Atlıca Köyü yolundan gidelim, der. Ramazan adlı korucu, köyümüzün normal yoluna ne olmuş, der ve normal köy yolundan köye gelirler. Köy girişinde bu şahıs (saldırıyı yapanların akrabası) silahını çekerek bir şarjör mermi havaya sıkarak kaçar. Diğer korucuların iddialarına göre şayet Atlıca Köyü yolundan köye gidilseydi, korucu olan bu 4 kişi için de pusu kurularak öldürülecekti.


Köyü terk edenlerin arazilerini gasp ettiler


“Çelebi ailesinin 25 yıl öncesinde köydeki toprak hisseleri yüzde 2 ile yüzde 5 arasındadır, geriye kalan toprakların yüzde 95’i köyü terk eden köylülerindir. Bu 25 yıl içerisinde Çelebi ailesi böyle nasıl zengin oldu, ne yaptılar bilmiyorum. Olay gecesi Osman Çelebi (70) hem kendi akrabalarından hem de saldırıyı yapanlardan dargın olduğu için o gece nişana gitmemiştir. Hacı Mehmet Çelebi’nin Mardin ili girişinde bir apartmanın olduğu 2-3 dolmuş hattının olduğu söylenmektedir. Köyün altındaki balık çiftlikleri köyden göç edenlerin arazisi üzerindedir. Bu balık çiftliklerini Çelebi Ailesi işletiyor. 5233 sayılı yasa çerçevesinde köyden göç edenlerin başvuruları reddedilmiştir. Gerekçe, köyde 1984’ten 2004 yılına kadar muhtarlık seçimlerinin yapılması olmuştur. Benim bu köye ilişkin söyleyeceklerim bunlardır. Bu olayın arkasından başka şeylerin olduğunu düşünüyorum.”


Bilge Köyü Katliamı neden ‘münferit’ sayıldı?


Bilge Köyü Katliamı’na bakıldığında, Tinate (Kutlubey) Katliamı’na kadar uzatabileceğiniz, ardından 1994’te 7 kişinin öldürülerek olayın PKK’ye mal edildiği aynı köydeki bir başka katliama ve olayın arka planında yer alan başka bir sürü gerçeğe ulaşmamız mümkün oluyor. Ancak ne yazık ki, bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi ele alındı ve sadece birkaç kişinin neredeyse cinnet geçirme hali olarak değerlendirilip sıradan bir cinayet vakası gibi yargılamaya tabi tutuldu. Nihayetinde kısa sürede yargılama bitirildi ve Mehmet Şirin Çelebi’ye (14) 15 yıl hapis, Ahmet Çelebi’ye 15 yıl hapis, Mehmet Çelebi, Abdulhakim Çelebi, Mehmet Emin Çelebi, Mehmet Sait Çelebi, Ömer Çelebi, Süleyman Çelebi’ye 44 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis, havaya ateş açtığı gerekçesiyle Mustafa Çelebi’ye 6 ay hapis cezası verildi. Mehmet Ali Çelebi, Abdülkadir Çelebi, Ali Çelebi ve Ahmet Çelebi (15) ise beraat etti.

 
5 Ocak 2011’de Bilge Katliamı’nın kilit isimlerinden Süleyman Çelebi’nin cezaevinde ‘intihar’ ettiği ileri sürüldü.
Oysa İHD heyetine konuşan ve isminin açıklanmasını istemeyen korucunun verdiği kapsamlı bilgiler bile olayın bütün geçmişi ve detayıyla ele alınmasını gerektirecek türden gerçeklerdi. Bunun için de koruculuk gerçeği ve bununla bağlantılı, başından beri alakalı olaylar zinciri şeklinde ele alarak göstermeye çalıştığımız gibi, geçmişin kapsamlı bir hesaplaşması yapılmalıydı. Ancak başta hükümet yetkilileri olmak üzere devlet yetkililerinin neredeyse tümü, bu sistem deşildiğinde büyük veballer altında kalacak olan devlete halel gelmemesi, “terörle mücadelede” hâlâ işi bitmemiş koruculuk sisteminin sürdürülmesi gibi nedenlerle kapsamlı hesaplaşmaya yanaşmadığı gibi, koruculuğun sürdürüleceğini, 47 kişinin yaşamını yitirdiği korkunç katliamın ise “münferit olduğunu” söyleyip durdu. Nihayetinde öyle de oldu.
Bu nedenle Süleyman Çelebi’nin intihar ettiği açıklaması köyün muhtarına inandırıcı gelmiyordu ve doğrusu koruculuğu ve gerçekleri bilen kamuoyunun büyük bir kısmına da...

Olayın perde arkasının deşilmesi durumunda neler çıkardı? İsminin açıklanmasını istemeyen korucunun anlattıklarını ya da gazetelerin eski kupürlerinde hâlâ orta yerde duran bilgileri bir tarafa bırakın, dosyamızın bir sonraki bölümünde gelin sadece bir örneğe göz atalım...

Katliam Silsilesi ve ‘Bebek Katilleri’-3

Nuri FIRAT


20 Nisan 1992’de Tinate’de katliam yapılırken, aynı zamanda PKK’nin 6 köy korucusu, 2 asker ve 1 subayı alıkoyması üzerine Savur’un 7 köyü havadan ve karadan bombalanıyordu ve köylüler öldürülüyordu. Tinate Katliamı sonrasında daha cenazeler kaldırılmamışken, başka bir yerde daha katliam yapılıyordu. Tinate’ye yakın Turgali’de çocukların da içinde bulunduğu araç taranmış, 4 kişi öldürülmüştü. Bugüne kadar kimse bu katliamı görmek istemedi.


Katliam sırası Turgali’deydi


Savcı Recep Kibar’ın 21 Nisan 1992’de Tinate Katliamı’nın yaşandığı yerde mermi kovanlarını topladığı sırada yakın köy olan Turgali’den de bir katliam haberi gelmişti. Bu katliam gerçekten kuşkulu muydu? Kimsenin pek bilmediği ya da bilmek istemediği katliamlar arasında yer alan bu olay, yıllar sonra gelecek olan bir itirafla aydınlığa kavuşacaktı, ancak yine de kimse görmek istemedi. İlk kez burada bu katliama da dikkat çekmiş olacağız.

 
20 Nisan 1992’de Tinate’de katliam yapılırken, aynı zamanda PKK’nin 6 köy korucusu, 2 asker ve 1 subayı alıkoyması üzerine Savur’un Cirzey (Taşlık), Kuzeri (Yazır), Deriş (Soylu), Dengiza (Serenli), Elfan (Yaydere), Kınufır ve Kırdirek köylerinin havadan ve karadan bombalandığını ve köylülerin öldürüldüğünü yazmıştık. Tinate Katliamı sonrasında daha cenazeler kaldırılmamışken, başka bir yerde daha katliam yapılıyordu. Tinate’nin hemen yakınında bulunan Turgali Köyü’nde gerçekleştirilen katliam sadece bir kez şöyle basında yer bulabildi: “Midyat Savcısı Recep Kibar kovan toplarken Midyat’ın bir başka köyünde, Turgali yakınlarında bir aracın önü kesiliyor ve yaylım ateşi açılıyor. Minibüste 3 yaşındaki Hamza Bulut, 12 yaşındaki Abdurrahman Yeşilmen ile Mehmet Candan ve Hacı Bedur ölü olarak çıkarılıyorlar. Yedi de yaralı var. Olay kuşkulu.” Olayın kuşkulu olmadığı, Tinate Katliamı’na katılan koruculardan Ethem Seyhan’ın 26 Şubat 2010’da DİHA’ya konuşmasıyla ortaya çıktı. Ancak yine de kimse bu katliamı görmek istemedi.
 
26 Şubat 2010 tarihinde, Tinate Katliamı’ndan 18 yıl sonra, katliama katılanlardan ve bu nedenle yargılananlardan korucu Ethem Seyhan, Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) çarpıcı itiraflarda bulundu. Korucu Seyhan yaktıkları ve katliam, işkence, hakaret yağdırdıkları köylerin ve köylülerin listesini veriyordu: “Korucu olduğumuzda Kutlubey Köyü Jandarma Karakol Komutanı Haydar Kürekçi ve o dönem Mardin’de korucubaşı olan Cengiz Kaçmaz ile birlikte Turgali, Çele, Gültepe (Bizgure), Koyular (Cibilgirabê), Kovanlı (Miştîne), Dalaç (Barbej), Unsallı (Sade), Kayabağlı (Karmete), Çalpınar (Site), Kersibanê, Şakumlu (Gunde Şex Alî), Kayabaşı (Keberzute), Hayalpınar (Mikre), Toptepe, Çanlıdere (Hevîrne), Bacinî, Denkê, Aferê Gunde Halit, Goma Berana ve daha ismini bilmediğim birçok köyü biz yaktık. Köylülere ‘Ya korucu olursunuz ya da buraları terk edersiniz’ diyorduk. Köy meydanında toplayıp çırılçıplak soyarak dövüyorduk. Birçok köylüyü de sulardan geçerken ıslanmamak için yanımızda götürüp sırtlarına biniyorduk. Ben bunlara bizzat şahit oldum ve kendim de yaptım.”

Korucu Seyhan da Tinate’yi itiraf etti


Tinate Köyü korucularının yaptığı bütün kirli işlerin başını korucubaşı Cengiz Kaçmaz’ın çektiğini anlatan Ethem Seyhan, katliamla ilgili olarak da şunları anlatıyordu: “Korucubaşı Cengiz Kaçmaz, akşam korucuları toplayarak ‘Yarın Çalpınar Köyü’nden Midyat’a 3 PKK’li gidecek. Biz de arabaların önünü keserek onları yakalayıp devlete teslim edeceğiz ve bizi mükafatlandıracaklar’ dedi. Sabah saat 05.00 gibi arabalarla 27 korucu ve Kutlubey Köy karakolundan Uzmançavuş Ali ve Arif de bizle birlikte geldi. Alkadasuse bölgesine geldik, burada pusuya yatarak Çalpınar arabalarının gelmesini bekledik. Aradan bir saat geçti ve araba geldi. Hemen önünü kestik ve yolcuları indirdik. Cengiz Kaçmaz, bütün yolcuları tek sıraya dizerek, onlara ‘Ben kimin ismini okusam öne çıkacak’ diye bağırdı. Daha sonra 4 ismi saydı, onlar öne çıktılar. 4 kişiyi yan yana dizen korucubaşı, silahının namlusunun en başta bulunanın karnına dayayarak ateş etti. 4 kişi orada yere yığıldı. Daha sonra hepimiz arabayı taradık.”


Ethem Seyhan, olayla ilgili tam bilgi vermekten kaçınıyordu, o yüzden de maddi olguları tam olarak yerli yerine koymaktan çekindiği anlaşılıyordu. Nitekim son derece kaygılı bir şekilde konuştuğu anlaşılan ve üstten de olsa, aynı zamanda hâlâ vahşeti tam olarak itiraf edememenin hazımsızlığını barındırsa da, korucu Ethem Seyhan, anlattıkları bu bilgilerin haber olarak gazetelerde yayınlanması ardından itiraflarını geri çekti ve böyle bir açıklamada bulunmadığını ileri sürdü. Dicle Haber Ajansı’nda ses kayıtları bulunmasına rağmen korucu Ethem Seyhan’ın böyle bir tutum içine girmesinin daha sonra birlikte çalıştığı korucuların ve “devlet bağlantılarının” haberin yayınlanması ardından kendisini tehdit etmesinden kaynaklandığı ortaya çıktı.


‘Neden katliamı anlattın’ tehdidi


Nitekim Ethem Seyhan, 6 Eylül 2011’de Fırat Haber Ajansı’na (ANF) neler yaşadığını şöyle anlatacaktı: “Gazeteciye anlattıklarım bir gazetede (Günlük Gazetesi) çıkmıştı. Bunun için gözaltına alındım. Cengiz Kaçmaz da (Tinate Köyü korucubaşı) orada oturuyordu. Önce haberin bana ait olup olmadığını sordular. Ben de haberin bana ait olduğunu söyledim. Bunun üzerine yanımda duran iki korucu bana vurmaya başladılar. Sonra askerler bizi ayırdı. Daha sonra karakol komutanı bana ‘Sen kimsin lan! Bu anlattıkların Ankara’yı karıştırdı’ dedi. Ben de dedim, ‘Siz bizi kullandınız yıllarca sonra da bütün suçu bize yüklediniz.’ Bunun üzerine bana hakaretler edip, beni ölümle tehdit ettiler. Sonra da beni Midyat Savcılığı’na götürdüler. Savcı bana haberi sordu, ben de aynen kabul ettim, beni serbest bıraktı. Korucular tarafından defalarca tehdit edildim. Tehditler artınca geri ailemle birlikte İzmir’e geldim. Can güvenliğim tehlikede köyüme gidemiyorum. Devlet beni yıllarca kullandı, sonrada bu hale getirdi. Ne benim ne de ailemin can güvenliği yok. Birkaç sefer savcılığa gitmeyi düşündüm. Sonra dedim ki, beni bu hale getiren devlet bana ne kadar yardımcı olur ki? Halkımın adaletine sığınıyorum.”


Burada her zamanki saçmalık durumu ise, verilen beyanların soruşturulması yerine neden bu beyanları veriyorsun şeklinde sorgulamanın yapılmasında kendisini gösteriyordu. Son derece vahim olan iddialarla ilgili hiçbir hukuki girişim başlatılmadı. Bu durumu not etmekte fayda var.


Goma Berana’da vahşet yaşatıldı


Her şeye rağmen korucu Ethem Seyhan’ın anlattığı bazı olaylar da (yine maddi olguları tam olarak yerli yerine koymadan ve üstten anlatsa da) insanın kanını donduruyordu.


“Cengiz Kaçmaz, köyümüzün yakınında bulunan Goma Berana denilen bir yerde 16 kişiyi çırılçıplak soyarak onların ellerini kollarını bağladı, daha sonra da traktörlerin arkasından Kutlubey Köy Karakolu’na kadar sürüklemişti. Köy karakoluna getirilen 16 kişinin koruculuğu kabul etmemesi üzerine evleri yakıldı ve köyden çıkartıldı. Daha sonrada o 16 kişi de köyden çıkartıldı. Cengiz Kaçmaz ve Yüzbaşı Hasan bütün köyleri dolaşarak korucu olmayan köylülere işkenceler edip onların evlerini yakıp köyden çıkartıyorlardı. Köyde hata yapanlara ise birer silah getirme cezası veriyordu. Cengiz Kaçmaz’a silah getirmeyen kişiye ise günlerce işkence ediliyor ve adamın o yılki bütün gelirine el konuluyordu. Cengiz Kaçmaz, işkence ettiği ve evlerini yaktığı kişileri tehdit ederek, olayı PKK’ye yüklemelerini istiyordu. Köylüler de korkudan tutanaklara öyle imza atıyorlardı. O dönem Cengiz Kaçmaz sıkıyönetim ilan etmiş ve koruculuğu kabul etmeyenleri zorla korucu yapmaya çalışıyordu. Cengiz Kaçmaz, 3 kişiyi karakola götürerek günlerce işkence etmiş daha sonra Kayseri’den gelen askerlere teslim etmişti. Askerlerin korucu olmayan üç kişiyi PKK’li olarak göstererek cezaevine attığını duydum. Yine köy evlerini basarak, kaçak olan silahları evin içine koyup sonra da onları ‘PKK’li yakaladık’ diye devlete teslim ediyorduk.”


Gazetecinin ölümü ve ölüm kuyuları


Hatırlayabildiği olayları sistematik olmasa da anlatan korucu Ethem Seyhan’ın dile getirdiği bazı olaylar, yaşananları aydınlatmaya yardımcı oluyor. Ethem Seyhan’ın gazeteci İbrahim Polat’ın öldürülmesine ilişkin tanıklığı da şöyle: “Biz araziye çıkmıştık. Dohmuk mezrasında birini yakaladık, korucubaşı Cengiz Kaçmaz bize yakalananın bir gazeteci olduğunu belirterek, askerlere haber vermemizi istedi. Tam o sırada Midyat Alayı’na bağlı 3 askeri araç bizim yanımıza geldi. Hepimizi oradan uzaklaştırdılar. Daha sonra odunlarla yakalanan kişiyi vurmaya başladılar. Kısa bir süre sonra sesler kesildi. Sonra öğrendik ki o gazeteci orada işkence ile öldürülmüş. Bir gün yine aynı yöne doğru gittik, korucubaşı elinde bulunan 2 tane kaçak kalaşnikofu soyadını bilmediğim Hamit diye birinin evine koymamızı ve daha sonra evi arayıp o silahları ona yüklememizi istedi. Biz de yaptık ve Hamit’i yakalayıp askeriyeye teslim ettik.”


Şırnak Silopi’de BOTAŞ kuyuları, faili meçhul cinayete veya gözaltında kaybedilenlere mezar olmakla artık meşhur. Nusaybin ve Midyat bölgesinde bulunan su kuyularının da benzer amaçlarla kullanıldığı Ethem Seyhan’ın itiraflarından anlaşılıyor: “1993 yılında Kutlubey Köyü ve Cibirnak Köyü arasında Ahmet isimli bir dolmuş şoförünü PKK’ye yardım ettiği gerekçesi ile korucubaşı Cengiz Kaçmaz, Kutlubey Köyü Karakolu’ndan Uzmançavuş Aslan ile birlikte köyün yakınında bulunan Bugarge mevkiine götürüp öldürdüler ve orada bulunan su kuyusuna attılar. Daha sonra da bizi konuşmamakla tehdit ederek, kişiyi görmediğimizi söylememizi istediler. O kuyuda belki 10’nun üzerinde ceset vardır. Çünkü birinin ölümü olacaksa orada yapılıyordu.”


Tinate Katliamı’nın bugüne uzanan bağı


Korucu Ethem Seyhan’ın da katıldığı Tinate Katliamı, birçok yönüyle aydınlatılmış durumda ve kamu vicdanı, yakınlarını kaybederin adalet hisleri tam olarak tatmin edilmese de, belli bir yargılama sonucuna vardırıldı. Ancak kuşkusuz bu yargılama oldukça zoraki sonuçlar doğurdu ve neredeyse ortaya çıkan karar da imkansızın başarılması düzeyinde ele alınabilir ki, belki de en fazla bu yönüyle önemsenebilir. Çünkü benzer onlarca olayda, bırakın yargılamanın yapılması ve zoraki de olsa bir kararın çıkması, hiçbir şekilde davaların açılması bile söz konusu olmadı. Ancak bu olayla ilgili verilen karar, her ne kadar bu yönüyle önemsenebilir bir haldeyse de, yine de Ethem Seyhan’ın anlattıkları ve bağlantılı birçok husus hâlâ aydınlatılmayı bekliyor. Bu nedenledir ki, aynı sistem sürdürüldüğü ve sistemin yürütücü gücü olarak kontr-gerilla, asker ve korucu aklandığı, kollandığı için, aradan yıllar da geçse benzer sonuçları görmemiz mümkün oluyor.


Tam da bu noktada bir hususa dikkati çekmekte fayda var ve bu durum hakikaten katliamlar zincirinin ve bunun devlet sistematiğinde ve Kürt sorunu bağlamında nereye oturtulduğunun anlaşılması bakımından son derece önemli.


Tinate Katliamı sonrasında köye giden Özgür Gündem Gazetesi’nin muhabiri Mehmet Şenol’a, isminin açıklanmasını istemeyen bir korucu son derece dikkat çekici bilgiler veriyordu. Bu bilgilerin, elbette, yıllar sonra başka bir dramın bağlantıları olarak karşımıza çıkacağını kimse kestiremezdi ve bu nedenle sadece bir ayrıntı olarak kalmıştı. Ancak yıllar sonra hem Kürdistan’da yaşanan dramların esasında zincirleme ve bir sistem bütünlüğü içinde ele alınması hem de adaletin yerini bulmamasının vahim sonuçlar doğurması açısından üzerinde durmayı hak ediyor.


İsminin açıklanmasını istemeyen köy korucusu Özgür Gündem Gazetesi’nin muhabirine verdiği şu bilgiye dikkatle bakmakta fayda var: “Cengiz Kaçmaz ve İsmail Taş binbaşının helikopteriyle köyden ayrılırlar bazen üç gün bazen yirmi gün gelmezler... Asker elbisesiyle bazı olaylara karıştıklarını biliyoruz. Bunların ayrıca Midyat’ta Mala Çelebi Aşireti’nin Reisi Korucubaşı Süleyman Çelebi ile de çok yakın ilişkileri olduğu biliniyor.”

BM: Hücre Hapsi Sona Erdirilmeli

Birleşmiş Milletler (BM) cezaevlerindeki tutukluların uzun süre hücre hapsinde tutulmaları uygulamasının sona erdirilmesi çağrısı yaptı.

BM Genel Kurulu'nda konuşan BM'nin işkence konusundaki özel raportörü Juan Mendez, uzun süreli tecride maruz kalan tutukluların ciddi fiziksel ve ruhsal zarar yaşadıklarını belirtti. Tecrit uygulamasının bir işkenceye dönüştüğünü belirten Mendez, ayrıca zihni sıkıntıları bulunanların ve genç yaştakilerin hücre hapsine çarptırılmamaları gerektiğini kaydetti. Kısa süreli hücre hapsinin kabul edilebileceğini, ancak 15 günden uzun tecridin yasaklanması gerektiğini ifade etti.

Hücre hapsinin birçok ülkede uygulandığına ve yaygın şekilde suiistimal edildiğine dikkat çeken Mendez, birkaç günden uzun süre hücre hapsinde tutulan kişilerde ortaya çıkan fiziksel ve zihni hasarları ortaya koyan araştırmalardan örnekler verdi. Mendez, ABD'de, 20 ile 25 bin arasında tutuklunun hücre hapsinde tutulduğunu aktararak, Çin'de iki yıldır hücre hapsinde tutulan, casuslukla itham edilen bir kadının durumuna da işaret etti.

Diyarbakır'dan Yeniden Savaş Uçakları Havalandı

Hakkari'nin Çukurca ilçesinde yapılan eylemin ardından, bugün sabah erken saatlerinden itibaren Diyarbakır'dan kalkan savaş uçaklarının trafiğe devam ediyor.

Çukurca eylemi sonrasında Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı'ndan savaş uçaklarının akşam saatlerinde de kalkışları devam ediyor.

Sabah saatlerinde belli aralıklarla havalanan ve Güney Kürdistan topraklarını bombaladıktan sonra gelip tekrar bomba yüküyle havalanan F-16 savaş uçakları akşam saatlerinde de havalandı.

Havaalanındaki savaş uçağı trafiği devam ediyor.

Mustafa Kemal Mahallesi'nde Halk Faşistleri Durdurdu

İstanbul Ataşehir'e bağlı Mustafa Kemal Mahallesi'nde Çukurca'da yaşanan saldırıyı protesto etmek için toplanan faşistlerin mahalleye girmeye çalıştıkları öğrenildi. Mahalle halkı ise faşistlerin bulunduğu noktaya doğru yürüyüşe geçti.

Ataşehir Mustafa Kemal Mahallesi girişinde toplanan bir grup ülkücünün mahallede yürüyüş düzenlemek istediği bildirildi.

Mahalle halkı ile devrimciler, yürüyüşün provakasyon amacıyla yapıldığını kaydederek, izin vermeyeceklerini belirttiyor. Mahallenin değişik noktalarında toplanan kitle, "Faşizme karşı omuz omuza" sloganıyla mahalle içeresinde yürüyüş yaptı.

Devrimcilerin faşistlerin bulunduğu Cennet Düğün Salonu önüne yürüyüşe geçmesi üzerine polis kitleye gazbombaları ve TOMA'larla müdahale etti. Kitlenin polise taşlarla karşılık vermesi üzerine başlayan çatışmalar ara sokaklarda devam etti.

Ara sokaklarda 30-40 kişilik gruplar halinde dolaşan polisin, çok sayıda kişiyi darp ederek gözaltına aldığı bildirildi. Mahalledeki polis ablukası devam ediyor.

Bu arada Cennet Düğün Solonu önünde toplanan yaklaşık yüz kişilik ülkücü grubun Türk bayrakları açarak ırkçı sloganlar attıkları bildirildi. Bir süre eylemlerini sürdüren grubun dağıldığı öğrenildi.

Olaylar nedeniyle polisin mahalle giriş ve çıkışını kapattığı, otobüslerin girişine izin verilmediği öğrenildi.

Siirt'te Polise Roketli Saldırı

(
(Yüksekova Haber Ajansı) 

Siirt'in Baykan ilçesinde polis otosuna roketli saldırı gerçekleştirildi. Saldırıda can kaybı ve yaralanma yaşanmadı.


Baykan-Bitlis karayolunda yol güvenliğini sağlayan polis aracına, kent ormanı civarından roketli saldırı yapıldı.

Yapılan saldırıda can ve mal kaybı yaşanmazken olay yerine çok sayıda askerin sevk edildiği öğrenildi.

ANF (Fırat Haber Ajansı)'den Geçilen Haber;

Siirt'in Baykan ilçesinde HPG gerillaları devriye gezen zırhlı polis aracı ile korucuların nöbet tuttuğu kulubüye saldırıda bulundu. Yaşanan saldırıda ölen yada yaralanan olmadığı bildirilirken, ilçe merkezinde operasyon başlatıldı.

Çukurca Çatışmasından Görüntüler (VİDEO)


Erdoğan Medyaya 'Ayar' Çekecek


Türkiye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, medya yöneticileri ve genel yayın yönetmenleriyle yarın bir araya gelecek. Görüşmede, PKK'ye karşı medyanın tavrı konusunda görüş alışverişinde bulunması bekleniyor. Başbakanlık Resmi Konutu'nda gerçekleşecek görüşme, saat 11.00'de başlayacak.

Çukurca Mesajları

Cahit Mervan


Oramar ve Bezele baskınından sonra ilk kez gerillalar bu kadar geniş çaplı bir eylem gerçekleştirdiler. Türk ordusunun verdiği kayıp sayısından öte HPG’nin Çukurca saldırısı birden fazla çağrışıma yol açıyor.

HABUR’DAN-ÇUKURCA’YA 


 Bilindiği gibi iki yıl önce 19 Ekim günü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine Kürt sorunun demokratik çözümüne katkı sunmak için Kandil ve Maxmur’dan iki grup Habur’dan giriş yapmıştı. Barış grupları Kürt halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Ancak devlet verdiği sözü tutmadı. Barış elçilerini zindana tıktı. Haklarında yüzlerce yıla varan cezalar kesti. Kürtlerin uzattığı barış elini tutmadı. Ret ve inkar politikasına devam dedi. Barış yerine savaş, çözüm yerine tasfiye politikalarında karar kılan hükümet son iki yıl boyunca askeri ve siyasi operasyonlarını artırarak devam ettirdi. HPG’nin Çukurca saldırısı tamda barış gruplarının Habur’dan giriş yaptıkları günün ikinci yılına denk geldi.

ÖCALAN’A TECRİT  


Kürt tarafı defalarca Öcalan’a yaklaşımın kendileri açısından savaş-barış sorununda stratejik öneme sahip olduğunu açıkladılar. Bu konudaki yaklaşımdan dolayı, hükümeti ve devlet erkini uyardılar. Bütün bunlara rağmen Türk devleti Kürt tarafının hassasiyetini hiçe saydı. Öcalan ile avukatların görüşmesini kesti. Tecritti ‘kabul edilebilinir’ bir noktaya çekmek için ‘hava muhalefeti’, ‘koster bozuk’ gibi sudan bahaneler yaratma başladı. Çukurca PKK’nin Öcalan konusundaki hassasiyetinin nerdeyse sınıra dayandığı bir döneme denk geldi.

KCK OPERASYONLARI  


Erdoğan iktidara geldiğinden beri sıkıştığı zaman PKK’nin kapısının direkt veya dolaylı olarak çaldı. Özelliklede seçim dönelerinde PKK’den tek taraflı ‘ateşkes’ yapmasını talep etti. 2007 genel, 2009 yerel, 2010 Anayasa referandumu ve 2011 genel seçimlerinden önce PKK riskleri göze alarak tek taraflı eylemsizlik kararları aldı. Hükümet Kürt tarafının bu iyi niyetini her fırsatta kullanmaya, Kürt hareketine karşı kurduğu tuzak ve oyunlara malzeme yapmaya çalıştı. Örneğin 13 Nisan 2009’de KCK ateşkes ilan etti. Bir gün sonra hükümet ‘KCK operasyonları’ adı altında Kürtlere karşı adeta sürek avı başattı. 2 yıl boyunca 20 bin kişiyi gözaltına aldı. Aralarında belediye başkanı, başkan vekilleri, belediye meclis üyeleri, il genel meclis başkan ve üyeleri, milletvekili ve sıradan Kürtler olmak üzere 4 bin kişiyi tutukladı. En son Şırnak’ta bütün belediye başkanlarını tutuklamakla kalmadı. Seçilmişlerin büyük bir çoğunluğunu ‘görevden aldı’. Resmen Şırnak’ta askeri darbe yaptı. İşte Çukurca ‘KCK operasyonları’ adı altında süren siyasi soykırım operasyonlarının zirve yaptığı, Kürtler açısından bıçağın kemiğe değil, saplandığı döneme denk geldi.

ASKERİ İMHA OPERASYONLARI  


Türk devleti son iki yılda defalarca PKK ile görüşmesine, İmralı’da esir tutulan Kürt lideri Abdullah Öcalan ile müzakere yürütmesine rağmen askeri imha operasyonlarına hiç ara vermedi. Her fırsatta sadece savunma amaçlı olarak üstlenen gerilla gruplarına, Hatay’da olduğu gibi, pusu kurarak katletti. Kürt tarafının diyalog ve müzakere sürecine katkı için aldığı eylemsizlik karırını kötüye kullandı. Sadece 2011 yılının ilk altı ayında 100 yakın HPG gerillası katledildi. Son iki ayda ise her gün savaş uçakları, helikopteri Güney Kürdistan’ı bombalamaya aralıksız devam etti. Siviller bilerek hedef alındı. Her gün Kürdistan’a ölüm bombaları taşıdılar. Hükümet ve ordu bununda yetinmedi. Çukurca saldırısı içte legal Kürt hareketini gözaltı ve tutuklamalarla bastıra bileceğini düşünen hükümetin geniş çaplı, Sri Lanka modeli olarak adlandırdıkları, binlerce Kürdün öldürülmesini, sürgün edilmesini hedefleyen yeni bir operasyonu için düğmeye bastığı, hazırlıklarını tamamladığı harekatın son günlere denk geldi.

MEDYA’NIN HAYALİ OPERASYONLARI 


 Kürdistan Özgürlük hareketini askeri-siyasi, adli ve polisiye yöntemlerle tasfiye edemeyen, hatta onun gelişip güçlenmesini engelleyemeyen hükümet son iki yıl içinde, özellikle de ‘KCK operasyonlarıyla’ birlikte Türkiye tarihinin en kirli ve en kara propagandasını devreye koydu. BDP ve DTK üye ve yöneticilerini yıpratma, hükümetin siyasi soykırım ve askeri operasyonlarına uygun psikolojik zemin hazırlamak için AKP karargahlarında özel haberler hazırlanmaya, üretilmeye başlandı. Güney Kürdistan’a yönelik yapılan hava saldırısında medya genelkurmay eşgüdümüyle defalarca ‘yüzlerce PKK’li’ gazete sayfalarında, TV ekranlarında öldürüldü. En son PKK’nin Hakkari’de üst kurduğu, BDP ve DTK yöneticilerini buralarda sorguladığı yalan haberiyle birlikte hayali bir kamp algısı yaratıldı. Bu hayali PKK kampına hükümetin tetikçisi Star gazetesi tarafından hayali bir baskın dahi düzenlendi. Ve bu baskına göre ‘500 PKK’li’ bertaraf edildi. Halbuki bu açıktan atılmış bir yalandı. Amaç kamuoyunda sorun bittiği imajını yaratmaktı. Olan bitenin bir ‘terör’ algısı içine hapsedip, Kürt hareketini tasfiye için bütün yönleriyle saldırıya geçmenin koşullarını hazırlamaktı İşte Çukurca saldırısı bu psikolojik savaşın zirve yaptığı döneme denk geldi.

ANTİ-KÜRT İTTİFAK  


Türkiye Kürt halkının meşru haklarını kabul edip, Kürtlerle sorunu diyalog ve müzakere ile çözeceğine klasik politikada ısrar etti. Ankara, aslında 2003 yılında Saddam rejimin çökmesiyle parçalan Kürt inkarı statükoyu yeniden kurmak için Tahran, Şam, Bağdat nezninde yeni girişimlerde bulundu. Suriye’de ki Esat rejimiyle birkaç gizli anlaşma imzaladı. Benzeri bir anti-Kürt anlaşmanın Bağdat ile yapıldığı daha geçenlerde bizzat Irak Parlamentosunda bulunan Dr. Mahmut Osman tarafından deşifre edildi. İran’la daha geniş çaplı bir ittifak kurmaya çalışıldı yer yer gerillaya karşı ortak koordineli saldırılar gerçekleştirdi. Erdoğan hükümeti ABD il yeni pazarlıklara oturdu. Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere AB devletleri nezninde Kürtlerin baskı altına alınması için destek istedi.. Federal Kürdistan Bölge yönetimi üzerinde baskı kurarak Kürtler ararsı bir savaş için kışkırtıcı yol izledi. Ancak istediği sonucu alamadı. Bütünlüklü bir anti-Kürt ittifak oluşturamadı. Aslında Çukurca saldırısı hem bu anti-Kürt ittifakın çöktüğü, hem de Türkiye’nin tekrardan bunu canlandırmak için her yol ve yöntemi kullanmakta bahis görmediği bir döneme denk geldi.

KÜRTLERE KARŞI TEHDİT 


Abdullah Gül daha birkaç gün önce askeri üniforma ile Kürdistan ikiye bölen sınırda askeri birlikleri ‘başkomutan’ olarak denetledi. Parmağını sallayarak bütün tehdit etti. Bir Türk gazetesinin yazdığına göre -ki bu şuana kadar genelkurmay yalanlamadı- bir HPG’li gerillanın öldürüldüğü operasyonu Abdullah Gül bizzat izledi. Gül barış gezisi yerine Kürtlere karşı savaş ilanı anlamına gelen bu çıkışıyla aslında Çukurca saldırısına ön bir davetiye çıkarmış oldu.

PKK’NİN SAVAŞMA KABİLYETİ  


Son iki ayda olup bitenler, en son Norşin ve Çukurca saldırısıyla PKK bir kez daha askeri olarak tasfiye edilemeyeceğini göstermiş oldu. Birileri, özelliklede AKP’nin kara propaganda karargahında çalışanlar, istedikleri kadar komplo teorileri üretsinler, bu ve benzeri saldırıların arkasında Başbakan Erdoğan gibi ABD’den, İran’a, Suriye’den AB ülkelerine, İsrail’den Rusya’ya kadar ‘dış güçler’ arsınlar PKK Çukurca ile bu işin ‘içte’ olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. PKK son Çukurca eylemiyle eğer isterse Kürt gerillasının büyük çaplı askeri vuruşlar yapabileceğini, iki aydır süren hava hareketlerinin işe yaramadığını, Oramar baskını üzerinde ‘Heron hikayeleriyle’ yaratılmak istenen kuşkuların kara propaganda olduğu göstermiş oldu.

Çukurca saldırısı sivil alanın Kürtlere kapatılmasıyla savaşın kaçınılmaz olarak gündeme geleceğini, Türkiye’yi yönetenlerin bu gerçekten kaçmasının mümkün olmadığını, meselenin ‘dış’ta değil ‘içte’ Kürtlerin kolektif haklarıyla alakalı olduğunu, bununda ancak her iki tarafı tatmin eden, onurlu bir barışla mümkün olacağını acı bir şekilde gösterdi. Ankara’ya yeni bir travma yaratan son Çukurca eylemi ‘açılım’ adı altında dayatılan tasfiye politikalarının sökmeyeceği göstermiş oldu.

Almanya 'Tarafları' Sükunete Çağırdı

Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, Çukurca eylemine ilişkin yaptığı açıklamada olayı kınamazken, “taraflara” sükunet çağrısı yaptı.

AFP’ye göre yazılı bir açıklama yapan Berlin Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, “Irak-Türk sınırı yakınındaki Türkiye askeri tesislerine yönelik saldırılarda kurbanların sayısının bu kadar önemli olması karşısında sarsıldım ve üzüntü duydum” dedi.

Westerwelle, “Federal Hükümet, 12 Haziran 2011 parlamenter seçimlerinden bu yana Kürt bölgesinde çatışmanın yeniden başlaması ve şiddetin yükselmesinden çok endişe duyuyor” diye ekledi.

Dışişleri Bakanı ayrıca, “Tüm tarafları şiddetin tırmanmasından kaçınmak için ellerinden geleni yapmaya çağırıyorum” dedi.

Bakan Türk, Irak ve Federal Kürdistan hükümetlerine de çağrıda bulundu: “Türk ve Kürt bölgesel hükümeti dahil Irak hükümetlerini, PKK gibi terörist grupların Türk-Irak sınırında arka üsler tutmasını engellemenin yollarını birlikte bulmak için bir diyaloga angaje olmalarını teşvik etmek isterim.”

ANF NEWS AGENCY

PKK: Türk Ordusu Sınırötesi Operasyon Yaparsa Çıkamaz!

AFP’ye konuşan PKK sözcülerinden Ahmet Deniz, Türkiye’nin sınırötesi kara harekatı düzenlemesi halinde ağır darbe alacağını belirterek, “Eğer bu operasyonu yaparlarsa, çıkamazlar” dedi.

Çukurca’da onlarca askerin öldüğü çatışmalar ardından AFP’ye konuşan Ahmed Deniz, “Türk ordusu Türk sınırlarının dışında askeri operasyonlar yürütürse ağır darbe alır” dedi.

Deniz, “Sınırlarının dışında askeri operasyon düzenlemeleri halinde askeri bir çatışmayla karşı karşıya kalacaklarını daha önce duyurmuştuk. Irak Kürdistan’ına girmelerine izin vermeyeceğiz. Eğer bu operasyonu yaparlarsa, içerden çıkamazlar” diye belirtti.

Türk ordusunun sınırı geçme girişiminde bulunması nedeniyle dün çatışmaların başladığını ifade eden Deniz, “Yaşananlar PKK tarafından öngörülen bir şey değildi” diye ekledi.

Deniz, “Çatışmalar bazı alanlarda devam ediyor ve savaş helikopterleri ile uçakların bombardımanı var. Türk güçleri sınırı geçme girişiminde bulundu ama savaşçılarımız onlarla çatıştı” ifadelerini kullandı.

ANF NEWS AGENCY

Çukurca'dan Sağ Kurtulan Asker Anlattı: 'Kaybımız Daha Fazla'

Çukurca'da 50’yi aşkın askerin öldüğü ancak bu rakamın kamuoyundan saklandığı HPG baskınından sağ kurtulan bir asker, annesiyle yaptığı telefon görüşmesinde 50-60 askerin yaralandığını ve haberlerde yer aldığı gibi 26 değil, daha fazla askerin öldüğünü söyledi.

HPG gerillalarının Çukurca’da eşzamanlı gerçekleştirdiği baskınlarda 50’yi aşkın askerin öldüğü ve onlarcasının da yaralandığı, gerillaların ise 5 kayıp verdiği ifade ediliyor. Ancak Türk basını gerçek rakamları gizleyerek, ölü asker sayısının 26, yaralı sayısının ise 18 olduğunu, gerillaların ise 21 kayıp verdiğini yazdı.

Kanal 7 televizyonuna telefonla katılarak, kendisini çatışmadan sağ kurtulan bir askerin annesi olarak tanıtan bir kadının ifadeleri ise asker kayıplarının ve yaralılarının çok fazla olduğu bilgisini doğrular nitelikte.

Söz konusu kanalda İkbal Gürpınar’ın programına telefonla katılan bir anne Çukurca’daki çatışmadan sağ kurtulan asker oğlunu sabah saat 10.30’da aradığını belirterek, oğlunun çatışmaya ilişkin kendisine bilgi verdiğini söyledi. Televizyonu İstanbul’dan arayan ve ismini vermek istemeyen asker annesi, telefon görüşmesinde oğlunun söylediklerini şöyle anlattı:

“Aradığımda oğlumun iyi olduğunu öğrendik. Oğlum 50-60 yaralı olduğunu söyledi. Haberlerde 20-30 diyorlar ama daha çok kişi varmış. İyi olduğunu söyledi. 'Çok zahiyatımız var ama ben iyiyim' dedi. Morali çok bozuktu. Allah bütün analara yardım etsin."

ANF NEWS AGENCY

HPG: Bitlis'te 5, Şırnak'ta 1 Polis Öldü

HPG Basın-İrtibat Merkezi (HPG-BİM), Bitlis’te düzenlenen eylemde 5, Şırnak merkezde ise bir polisin öldürüldüğünü açıkladı.

HPG-BİM tarafından yapılan açıklamaya göre 18 Ekim günü saat 14.00’da Bitlis-Norşin arasında hareket halinde olan akrep tipi zırhlı bir araca gerillaların gerçekleştirdiği eylemde 5 polis öldü. Eylem ardından Türk ordusunun alanda başlattığı operasyonun devam ettiği bildirildi.

ŞIRNAK’TA 1 POLİS ÖLDÜ

Şırnak merkezde 17 Ekim günü saat 20.30 sularında gerillaların polislere yönelik bir eylem gerçekleştirdiğini duyuran HPG-BİM, 1 polisin öldüğünü 3 polisin de ağır yaralandığını belirtti.

DOĞUBEYAZIT POLİS KARAKOLUNA EYLEM

HPG-BİM Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde de bir polis karakoluna eylem düzenlendiğini bildirdi. Konuya ilişkin bilgi veren HPG-BİM, 18 Ekim günü saat 20.50 sularında Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde bulunan bir polis karakoluna yönelik olarak gerillaların bir eylem gerçekleştirdiğini ifade etti. Açıklamanın devamında ölü ve yaralıların netleştirilemediği de belirtildi.

MUŞ’TA OPERASYON BAŞLADI

Muş’un Bulanık ilçesi bir operasyon düzenlendiği bilgisini veren HPG-BİM, şu açıklamayı yaptı: “17 Ekim günü Muş’un Bulanık ilçesine bağlı Qulıngo, Elece, Leybut, Eledağ ve Semerşex alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon hala devam etmektedir.”

ANF NEWS AGENCY

Faşist Saldırılar Başladı

Hakkari Çukurca'daki eylemi ardından Antep ve Kırklareli'nde faşistlerin saldırı girişimleri ve provokasyonları yaşandı.

Antep'te bir grup BDP il binasına girmek istedi. Faşist grubun bugün Antep'te bir yürüyüş yapması beklenirken kentte gerginlik devam ediyor.

Kırklareli Üniversitesi'nde ise faşistler İstiklal Marşı okunması için öğrencilere çağrıda bulundu. Yemekhanede öğle saatlerinde yapılacak olan toplantıya katılmayan istemeyenler, faşistlerin sözlü tacizlerine maruz kaldı. Ülkücüler, toplantıya katılmayanlara "Siz PKK'yi destekliyorsunuz" diyerek küfür etti.

Ayrıca, toplantıya katılmak istemeyenlerin yemek almasına izin verilmedi. Özel Güvenlik görevlilerinin ülkücülerin müdahalesini izlemekle yetindiği görüldü.

HPG Çukurca Eylemlerinin Ayrıntılarını Açıkladı

Çukurca'da eş zamanlı eylem gerçekleştiren HPG, Türk ordusuna ağır kayıp verdirdi. Asker ve özel harekat polislerden 100 ölü ve yaralısı olduğunu açıklayan HPG, 21 silaha el konulduğunu bildirdi. Çatışmalarda 5 gerilla hayatını kaybetti.

HPG Basın-İrtibat Merkezi (HPG-BİM) tarafından yapılan açıklamaya göre 19 Ekim günü saat 01.00 sularında Hakkari’nin Çukurca ilçesinde bulunan bir çok askeri noktaya eş zamanlı gerçekleşen eylemde Türk ordusu ağır kayıplar verdi. Açıklamada Çukurca Merkez Alayı, Çukurca Asayişi, çevrede bulunan karakollar ve askerlerin tuttuğu tepelerin hedef alındığı eylemde en az 100 asker, özel tim ve özel harekat polisi öldüğü ya da yaralandığı kaydedildi.

21 SİLAH KALDIRILDI

HPG-BİM, gerilla eyleminde Çukurca merkezde bulunan asayişin ve Bilican tepesindeki mevzilerin tamamen imha edildiği ve ölen askerlerin üzerinde 21 adet silaha da el konulduğunu ifade etti.

5 GERİLLA HAYATINI KAYBETTİ

HPG-BİM açıklamasında yaşanan çatışmalarda 5 gerillanın yaşamını yitirdiğini ve yaşamını yitiren gerillaların kimlik bilgilerinin daha sonra kamuoyuyla paylaşılacağı da belirtildi.

ÇATIŞMALAR SÜRÜYOR

Açıklamada eylem ardından alandaki çatışmaların halen devam ettiği kaydedilirken, Türk ordusunun da gerillanın denetimindeki alanlara yönelik saldırı gerçekleştirdiği ifade edildi. Xakurke, Xınere, Zagros,Haftanin, Kandil ve Zap’ın saldırıların hedefi olduğu belirtildi:

Xakurke-Xınere: “18 Ekim günü 20.00-21.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurke ve Xınere alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.”

Zagros: “18 Ekim günü saat 18.00’den bugün saat 07.00’a kadar Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un geneline yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından hava saldırıları ve obüs,havan saldırıları gerçekleştirilmektedir.”

Haftanin: “18 Ekim günü 20.00-23.00 saatleri arasında Medya Savunma alanlarına bağlı Haftanin’in Gire Neriya, Şehit Renas, Şehit Kemal ve Şehit Berivan alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleşmiştir.

18 Ekim günü saat 21.00’dan 19 Ekim günü saat 07.00’a kadar Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Bezeneke, Mergeşişe ve Dereşiş alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.”

Kandil: “18 Ekim günü 21.00-22.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Kandil’in Enze köyüne yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir hava saldırısı gerçekleşmiştir.”

Zap: “Hakkari Çukurca’daki eylemin başladığı andan şimdiye kadar Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’a yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından hava saldırısı ve obüs saldırısı devam ediyor.”

HPG Gerillaları Bir Kobra Helikopteri Vurdu

Hakkari’deki eylemlerin ardından sınır bölgesinde çatışmalar devam ederken operasyona katılan Kobra helikopterlerden birinin gerilla tarafından vurulduğu bildirildi.

Alınan bilgilere göre sınırda bir Kobra helikopter isabet aldı. Ancak helikopterin akibetine ilişkin bilgi alınamadı.

HPG: Avaşin ve Zap Arasında Çatışmalar Sürüyor

HPG Anakarargah Komutanlığı, Çukurca eylemlerinin ardından Avaşin ve Zap arasındaki alanlarda çatışmaların sürdüğünü belirtirken, hava saldırılarındaki gerilla kayıpları ile KCK tutuklamalarına karşı “devrimci bir operasyon” gerçekleştirdiklerini bildirdi. HPG, Türk ordusunun ölü ve yaralıların sayısının 100’e yakın olduğunu belirtti.

HPG Ana karargah Komutanlığı, Çukurca eylemi ve yaşanan çatışmalara ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. HPG, “TC cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Hakkari’ye düzenlediği ziyaret ile startı verilen Medya Savunma Alanları’na yönelik imha operasyonu gerillalarımız tarafından Devrimci Halk Savaşı ruhu ve büyük bir direnişle püskürtülmüştür. AKP’nin özel harekat polisleri ve kiralık katillerden oluşan birçok birlik gerillalarımız tarafından imha edilmiştir” dedi.

AVAŞİN VE ZAP ARASINDA ÇATIŞMALAR SÜRÜYOR

Çatışmaların sürdüğünü belirten HPG, şunları ifade etti: “Gece 01.00’de başlayan devrimci direniş hareketi ekseninde Avaşin ve Zap suyu arasında bulunan Küçük Gare, Maruke, Eriş, Sere Seve, Bilican, Ertuş, Çukurca merkez etrafında başlayan ciddi çatışmalar halen devam etmektedir.

Sınır hattı üzerinde yer alan topçu bataryaları tarafından düzenlenen saldırılar ile önceki gün başlayan, çok sayıda uçak ve kobra helikopterin de destek verdiği operasyonlarda yüze yakın Özel Tim, ve Paralı Askerin öldüğü ve yaralandığı bilgisine ulaşmış bulunuyoruz. Yaşanan çatışmaların devam ettiği bölgedeki hareketlilik devam etmektedir.

KCK OPERASYONLARINA KARŞI DEVRİMCİ BİR OPERASYON

Gerillanın bu direnişiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır ki Türk ordusu asla halkımızı ve gerillalarımızı silah zoruyla bitiremeyecektir. Ne hava saldırıları, ne de bunun gibi karadan operasyonlar hiçbir sonuç almayacağı gibi kesinlikle sadece öfkemizi bileyecektir. Hiçbir zor gücü halkımızın demokrasi mücadelesini teslim alamayacak, gerillamızı geriletemeyecektir. Başta Xakurke’de şehit düşen arkadaşlar olmak üzere hava saldırılarında yaşamını yitiren arkadaşlarımız ve Türkiye’de KCK tutuklamaları adı altında halkımıza yönelik başlatılan siyasi soykırım saldırılarının oluşturduğu ortamda gerçekleştirilen bu devrimci operasyonumuz TC ordu ve devletinin sınır ötesi operasyon girişimini engellemiştir.

KAYIPLARIN SORUMLUSU ASKER KIYAFETİ GİYEN GÜL’DÜR

Yaşanan bu çatışma ve kayıpların sorumlusu Hakkari’ye gelip halkla görüşmek yerine ordunun kamuflaj kıyafetlerini giyerek Kürt halkını katliamdan geçiren Tansu Çiller’in izinde ilerleyen Abdullah Gül’dür. Savunma pozisyonunda bulunan gerillalarımıza yönelik startı bizzat cumhurbaşkanı tarafından verilen bu saldırılar sürdükçe bu saldırılar karşısında büyük bir kararlılıkla direnişimiz de devam edecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu bulunmamalıdır.”
HPG, son olarak “Yaşanan çatışmaların ayrıntıları elimize ulaştıkça halkımız ve kamuoyu ile paylaşılacaktır” dedi.

ANF NES AGENCY

HPG 21 Silaha El Koydu, Çatışmalar Sürüyor

Hakari’nin Çukurca ilçesinde yaşanan çatışmalar sırasında 100'ü aşkın askerin öldürüldüğü, bu askerlere ait en az 21 silaha el konulduğu öğrenildi.

Çukurca’daki gerilla eylemleri ardından Türk ordusu ile HPG gerillaları arasında sınır hattında çatışmaların sürdüğü bildirildi.

Alınan bilgilere göre sınırı 2 km kadar geçen Türk ordusuna bağlı askerlere HPG gerillaları karşılık verdi. Çatışmalar hala sürerken yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre Çukurca'da yaşanan çatışmalar sırasında 100'ü aşkın asker öldü.

Gerillanın çatışma ardından askerlere ait 21 silaha el koyduğu gelen bilgiler arasında. Sınır içlerindeki çatışma alanına da Şırnak'ın Uludere ve Beytüşebap ilçelerinden Bolu Dağ Komando Tugayına bağlı çok sayıda askerin sevk edildiği bildirildi.

BDP'den Çukurca Açıklaması

Çukurca'da onlarca askerin öldüğü gerilla eylemlerine ilişkin açıklama yapan BDP Eş Genel Başkanları Gülten Kışanak ve Selahattin Demirtaş, “Yitirdiğimiz her canımız bizleri daha fazla savaş yanlısı değil, her şeye rağmen barış yanlısı yapmalıdır. Hükümeti ve Meclisi sorunun köklü olarak çözümü için birlikte çalışmaya çağırıyoruz" dedi.

BDP Eş Genel Başkanları Gülten Kışanak ve Selahattin Demirtaş, Hakkari'nin Çukurca İlçesi'nde 26 askerin yaşamını yitirdiği ez zamanlı saldırı ve çatışmaya ilişkin yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, Türkiye'nin bir kez daha derin bir acıyla sarsıldığı vurgulanarak, Hakkari'de 26 askerin hayatını kaybetmesi hatırlatıldı. Yaşamını yitiren askerlerin ailelerine başsağlığı dilenen açıklamada, "Ülkenin dört bir yanında ocaklara düşen bu ateş hepimizin yüreğini yakmış, her birimizi derinden sarsmıştır. Acıların kelimelerle ifade edilemediği anları yaşıyoruz. Bu savaşa da, ölümlere de 'artık yeter' diyoruz. Bu ölümlere ve yaşanan bu acılara karşı devlet ve hükümetlerin 25 yıldır tekrarlayıp durdukları çözüm üretmeyen ve savaşta ısrar eden açıklamalara da 'artık yeter' diyoruz" denildi.

Açıklamada, son 5 aydır, sivil toplum örgütlerinin, aydınların, demokrasi güçlerinin ve BDP'nin "silahların susması, diyalogun başlaması" çağrısına ve önerilerine hükümetin olumlu bir yanıt vermediği vurgulanarak, şu ifadeler kullanıldı: “ 'Terörle mücadelede yeni dönem başladı' diyerek, savaş politikalarında ısrar etti. Bugün yaşanan bu acılı tablo bir kez daha göstermektedir ki, Türkiye'nin ekmek-su-hava kadar en acil ihtiyacı barıştır ve Türkiye'nin barıştan başka hiç bir seçeneği de yoktur. Bunun için Türkiye'nin biran önce bu çatışmalı ortamdan çıkarılması, ölümlerin durdurulması ve bir barış sürecinin başlatılması herkesin ortak hedefi olmalıdır.”

PKK'ye ve hükümete savaşı durdurma çağrısı yapılan açıklamada şunlar kaydedildi: "Analarımız bu acıyı hiç bir şekilde hak etmiyorlar. Devlet, hükümet, parlamento, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, hepimiz, bu çatışmaların, akan kanın durdurulması, Türkiye'nin onurlu bir barış sürecine evrilmesi için seferber olmalıyız. Acıları daha fazla arttırmadan durdurmanın tek yolu, sorunları diyalogla, uzlaşıyla çözmenin zeminini güçlendirmektir. Yitirdiğimiz her canımız bizleri daha fazla savaş yanlısı değil, her şeye rağmen ve inatla daha fazla barış yanlısı yapmalıdır. Yaşanan bu derin acının gerçekten son olması için, hükümeti de Meclisi de el ele vererek sorunun bütünlüklü ve köklü olarak çözümü için birlikte çalışmaya çağırıyoruz."