20 Nisan 2011 Çarşamba

YSK Darbesi; Iyimserlikten Kötümserliğe Türkiye


Türkiye’nin Yüksek Seçim Kurulu’nun önceki gün Leyla Zana ve Hatip Dicle başta olmak üzere BDP’nin desteklediği 7 bağımsız milletvekilinin adaylığını iptal etmesi bütün hesapları altüst etti.

Dengeler bir anda değişti.



Karar Kürt sorununun barışçıl çözüm çabaları ve umutlarını deyim yerindeyse kökünden dinamitledi.


İyimser beklentiler yerini kötümserliğe terk etti.

Karar öncesi kamuoyunun geniş kesimi iyimser beklentiler içindeydi. Çünkü, Türk devletiyle ‘önderlik kurumu’ adına görüşmeler yaptığını söyleyen PKK lideri Öcalan, İmralı görüşmelerinin tarihi sonuçları olacağını söylemiş, 2011 yılının ‘çözümün gelişeceği yıl’ olacağını belirtmiş ve seçimlerden sonra hangi hükümet kurulursa kurulsun Türkiye’nin anayasal çözüme gitme ihtimali olduğunun altını çizmişti.

Öcalan görüşmeler yaptığı ekibin kendisine bu yönlü bilgi verdiğini de ima etmişti.

Aynı günlerde Türkiye’nin Başbakanı Erdoğan da PKK lideriyle yapılan görüşmelere atfen, ‘Devlet görüşür, devleti sevk ve idare eden kimdir, hükümetlerdir‘ demiş ve şimdiye kadar sahiplenmediği İmralı görüşmelerini açıktan sahiplenmişti.

Erdoğan ayrıca hazırladığı milletvekili listelerinde partisinin Kürt kimliği belirgin milletvekillerine yer vermemiş, Kürtleri temsil iddiasından vazgeçiyor mesajı vermiş, Kürt iradesini istemeden de olsa kabul eder bir tutum sergilemiş ve seçim beyannamesinde ‘sivil anayasa‘ sözü vermişti.

Öte yandan iş dünyası da Kürt taleplerini benimser bir tutum sergilemiş, Öcalan’ın özgürlüğü ve Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını içeren referandum seçeneğini dile getirmişti.



Merkez medya ise bundan önceki seçimlerin aksine bu seçim döneminde BDP adaylarına diğerleriyle eşit yer veren bir yayın politikası izleyeceği izlenimi vermişti.




Ana Muhalefet Partisi CHP de hareketlenmiş, Türk devletinin kuruluş felsefesini; Türkçülük tekelini esneten bir politika üreteceği mesajını vermiş, Kürtçe eğitimi ve ‘Genel Af’fı dillendirmiş, Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun kurulmasını kabul etmiş ve ayrıca Türkiye‘nin Avrupa Yerel Yönetimler Özel Şartı'na koyduğu çekinceleri kaldıracağını beyan etmişti.




İyimserlik esas olarak buralardan kaynaklanıyordu. Dün Amed’te görülen KCK Davası’ndan da tahliyeler bekleniyordu.




Türkiye bu iyimserlik içinde seçime gidecek, seçimlerin ardından sıra sorunlarını tartışmaya ; Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve Öcalan üçgeninde çözümler aramaya gelecekti.




Ne var ki YSK’nin kararı bütün bu hesapları altüst etti.




Kürtler bir kez daha tahrik edildi. Kürt halkı sokağa çıkmaya, Kürt gençleri de dağlarda vuruşmaya davet edildi. Türk devletine egemen savaş lobisi yargıyı kullanarak Kürtlere açıkça savaş ilan etti.


Kürt halkının yükselen tepkisine bakacak olursak açık savaş daveti kabul edildi. Halkın öfkesi burnunda, çoğu insan ne olacaksa olsun istiyor.

Kimi, ‘bu fırsatı değerlendirelim, TC’den kopuşu gerçekleştirelim, savaşa yüklenelim’ diyor. Kimi Arap dünyasındaki gibi ayaklanma öneriyor; ‘Kürdistan’daki valilikleri ve kaymakamlıkları çembere almaktan’ söz ediyor.

Kimi ‘birlikte yaşamın bittiğini’ iddia ediyor ve ‘kendi meclisimizi kendimizi kuralım’ diyor. Tepkiler dinmek bilmiyor.Kürt halkı soluğunu tutmuş Kürt siyasetinin vereceği kararı bekliyor.

Halk, yüzde 10 barajına, 2 bin Kürt siyasetçisinin tutsak alındığı KCK Davası’na, askeri operasyonlara ve anti-demokratik yasalara rağmen seçime katılan ve sisteme hak etmediği meşruiyeti kazandıran Kürt vekillerinin reddedilmesini hazmedemiyor.

Bunun bir karşılığı olması gerektiğine inanıyor.

Ben de esaslı bir karşılık verilmesi gerektiğine inanıyorum ancak, bu karşılığın siyaseten verilmesinin uzun erimde halkımızın ve herkesin çıkarına olacağını düşünüyorum.

Şöyle ki; bu açık savaş davetini bu kez elimizin tersiyle itelim. Bunun yerine ağırlığı devletin sandıklarını geri çevirmeye verelim. Sandıkları yüzde 70-80 dolaylarında ‘boş‘ gönderelim.

Seçime katılma kararı verilecekse de bu arkadaşları yine de seçelim. Seçelim ve Türk Meclisi yerine DTK’ye gönderelim. Kendi meclisimize kendi vekilimizi bu kez de seçim yoluyla gönderelim.

Böylece hem savaş yanlısı kliğin hesaplarını altüst etmiş hem de sistemin meşruiyet krizini derinleştirmiş oluruz.

Krizi böylesi bir fırsata dönüştürelim ; Kürt halkının her kesimiyle ve Türkiye’nin barıştan yana bütün demokrasi dinamikleriyle birlikte etkili bir boykot siyaseti izleyelim.

Sarsıcı her krizin devrim durumu yarattığını görelim , bunu değerlendirelim ve bu kez siyasi bir devrim deneyelim derim.

Bunun çok daha yararlı ve sonuç alıcı olacağını düşünmekteyim.

Kaldı ki bu kararla her şey bitmiş değil. Böyle bir duyguya kapılmaya gerek yok. Kürt halkı çaresiz de değil ve mücadelesini sürdürüyor. Kürt krizi derinleşen Türk devletinin de çözümden kaçmasının imkanı bulunmuyor.

YSK’ye rağmen Türkiye’nin çözüm yolunda ilerlemesi gerekiyor. Nesnel süreç, şartlar bunu gerektiriyor.

*

Dün akşam saatlerinde YSK’den ‘itiraz halinde adayların durumunun yeniden değerlendirileceği’ açıklaması geldi.

Bunu önemsiyor, alınan demokrasi, özgürlükler ve barış karşıtı kararın vakit geçirilmeden düzeltileceğini ve Türkiye’nin YSK’ye rağmen barışçıl çözüm yolunda ilerleyeceğini umuyorum…

YSK Görevini Yaptı!..


Son MGK kararları ve izdüşümleri, partilerin aday listeleri ve yeni dönem vizyonlarının Kürt meselesinin çözümü için öngördüğü çerçeve, cari anayasanın temel mantığının muhafazasını vaat ediyor...

Başbakan Erdoğan, aday tanıtım toplantısında Kürt sorunu konusundaki son kararını verip "Kürt meselesi yoktur" diyor. 19 Nisan'da 'KCK davası'nın görüleceği biliniyor ve bunun için yapılmak istenen mitinge Diyarbakır Valiliği bir gün öncesinden yasak getiriyor. Yasak kararının akşamı da YSK kararı açıklanıyor...

Kürtlerle ilgili kararların üretimi ve patenti devletin kolektif aklına aittir. Üretim ve patent verme sürecinde olduğu gibi başka alanlardaki güç konuşlanışında minik sürtüşmeler yaşansa da, Kürt meselesi gibi temel bir meselede homojendir. Her kadro değişiminde yaşadığı kısa süreli marazları da bertaraf etme kabiliyetini kendi içinde geliştirir. Tek bir plan üzerinden yol almaz, alternatifli ilerler. Kürtlerin karşısındaki güç; YSK, AKP veya TSK değil, bunların birer organı olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir...

Devlet, yeni Meclis için bir tasnif yapıyor. Güçlü ekonomi, güçlü ordu ve istikrar üçlüsünün eşlik ettiği egemenliğin rahat yol alması için Kürt meselesini kendi itikadınca çözmek istiyor. Yeni Anayasa ve siyasal temsiliyet bunun için önemli. Burada kontrolsüz bir gücün oluşmasının, gerçek muhalefetinden ürküyor. Tasnifini ince eleyip sık dokuyarak yapıyor. Hem legal Kürt siyasetinin simge isimlerine bariyer koyuyor hem de Dr. Reşit Galip'in 20'li yıllarda Mustafa Kemal’e sunduğu Akdeniz bölgesinin demografik yapısıyla ilgili kaygısının, 90'larda dirilen ve 2000'lerde tavan yapan "duyarlılığına" sahip çıkıyor. Öyle bir ince işçilik yapılıyor ki; BDP'nin motive edici isimlerle güçlü bir gruba sahip olması engellenip Kürt tarafının çok önemsediği Üçüncü Blok'un önemli bir aktörünün düşürülmesi isteniyor. Silahlı savaş sürecindeki "kontrol edilebilir/kabul edilebilir düzeyde terör" konseptini siyasal alana tatbik ediyor. Riskli olduğunu bildiği halde YSK kararını rahat bir şekilde tedavüle sokmasının nedeni, DTP'nin kapatılması sonrası Meclis'i terketmeme ve barış iradesidir...

Türk devleti, BDP'den boykot veya çekilme beklemiyor. Seleksiyonunu kabul ettirirse ne ala, ettirmezse revize edecek. Kararı, AKP'nin de artık önemli bir bileşeni olduğu devlet ve Kürt politikasından ayırmak, tepkiyi sadece YSK'ya yönlendirmek yanlış. Kürt muhalefeti, geçmiş ve bugünün doğru değerlendirmesiyle geleceğe sağlıklı projeksiyon tutar ve mevcut haklı infiali iyi yönetirse, aslında kendisinin de beklemediği bu krizi önemli bir eşik yapabilir...

Devletin her hamlesine karşı gösterilecek refleks de artık BDP'nin tek başına üstleneceği boyutta değil. Kürt tarafı ve ittifaklarının ortak refleksi, bu hamleyi boşa çıkaracak ve tavizsiz atlatacak bütün araçlara sahiptir. Türk Hükümeti ve Başbakanı dün akşama kadar sessiz kalmayı ve silahlı güçlerini sokaklara salmayı tercih etti. Konuşabilen sözcüleri de yargı ve istikrar tanrılarına secde ettiler...

Sınırsız ve sorumsuz şiddetinin birebir muhatapları ile dünyadan bihaber olmayan yeni kuşağın öfkesini gözardı eden devlet, planlarının üstten uzlaşmayla sirayet edeceğini düşünmesin. Toplumsal itiraz, bazen balans ayarlarını tutmayabileceği gibi yerinde kontrol mekanizmalarını da aşabilir...

Devlet, YSK kararı öncesi Kürt iradesinin önüne diktiği anayasal ve yasal bariyerlerle; göstermelik demokrasisinin şeffaf olmayan sahnesindeki oyununa şükretmeliydi...

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com

YSK '2005 tuzağını' nasıl kurdu?

Kürt siyasetçilerin önüne ikinci bir baraj çıkartan YSK’nın kararı tam bir skandal. YSK, 2005 yılında kaldırılan eski TCK’ya göre başvuruları veto etmiş. Üstelik YSK’nın il seçim kurullarının olumsuz görüş bildirmediği adaylarla ilgili kapsamlı inceleme yapması soru işaretlerine neden oldu.

YSK’nın 7'si BDP'nin desteklediği 12 bağımsız adaya ilişkin veto kararındaki ayrıntılar, büyük tartışma yaratacak gariplikleri ortaya çıkardı. YSK’nın, milletvekili adaylığı için memnu hakların iadesi kararı alınması şartı aramayan yeni TCK hükümleri yerine 1 Haziran 2005'de yürürlükten kalkmış olan eski ceza yasasına göre memnu hakların iadesi kararı istediği ortaya çıktı. Ayrıca, veto edilen Leyla Zana ve Hatip Dicle'nin, geçtiğimiz ay mahkemeye başvurarak memnu hakların iadesini istedikleri ancak mahkemenin “eski kanuna göre karar veremem, yeni kanunda memnu hakların iadesi yok” yönünde karar vermesi YSK’nın vetolarını tartışmalı hale getirdi.

YSK’nın ayrıca, İl Seçim Kurulları’nın herhangi bir olumsuz görüş bildirmeden ve adaylıklarını kabul ederek dosyalarını gönderdiği adaylara ilişkin re'sen inceleme yaparak veto kararı alması da dikkat çekti. BDP'liler, buna, İstanbul’dan 'sıradan bir vatandaşın’ elde etmesi mümkün olmayan belgelerle yapılan bir ihbarın neden olduğu görüşünde.

YSK’nın 12 bağımsız adaya ilişkin kararında dayanak olarak 14 Mart'ta hazırlanan ve 17 Mart 2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 200 sayılı genelge gösterildi. “Bağımsız adayların başvurularında uyulması zorunlu usullerle ilgili Yüksek Seçim Kurulu kararı” başlıklı genelgede, adli sicil kaydında sabıkası olan bağımsız adayların nasıl bir yol izleyeceklerine ilişkin ayrıntılı düzenlemeler yer alıyor.

YSK, 6 YIL ÖNCE YÜRÜRLÜKTEN KALKAN KANUNA GÖRE KARAR VERDİ


Genelgede, Anayasa’nın 76. ve Milletvekili Seçim Kanunu'nun 11. maddesine göre adaylığa engel mahkûmiyeti olanlar için mahkemeden memnu hakların iadesi kararı alma şartı getiriliyor. YSK kararında bunun dayanağı olarak da 1 Haziran 2005'de yürürlükten kalkmış olan 765 sayılı TCK hükümleri gösteriliyor. Eski TCK'ya göre bir cezaya bağlı olarak getirilen yasaklılık, ancak o cezanın infaz edilmesinden 3 yıl sonra mahkemenin vereceği memnu hakların iadesi kararı ile kaldırılıyordu. Oysa yeni TCK'nin 53. maddesinde "Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları (seçme, seçilme) kullanamaz" hükmü yer alıyor. Yani yeni TCK, bu kanun kapsamında işlenen suçlarda yasaklılığın kalkması için eski kanundan farklı olarak mahkemeden memnu hakların iadesi kararı alınmasını gerek görmüyor.

MAHKEME: ESKI TCK'YA GÖRE KARAR VEREMEM

YSK kararındaki bu skandalı Leyla Zana ve Hatip Dicle için alınan mahkeme kararları da ortaya koyuyor. Zana'nın memnu hakların iadesi için başvurduğu Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, YSK genelgesinden sadece 3 gün önce, 11 Mart 2011'de verdiği kararda “1 Haziran 2005'de yürürlüğe giren TCK'da memnu hakların iadesi ile ilgili herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu haliyle hükümlü hakkında 765 sayılı (eski) TCK'ya göre memnu hakların iadesine karar verilmesi mümkün değildir” denildi. Hatip Dicle için de aynı kararı Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi verdi.

YENİ KANUN OLSAYDI VETO OLMAYACAKTI

Yani YSK’nın 200 sayılı genelgesi ile mahkemelerin Zana ve Dicle kararı birbiriyle tamamen çelişiyor. YSK’nın yeni kanunu değil de 6 yıl önce yürürlükten kalkmış olan kanunu uygulamasının büyük tartışma yaratması bekleniyor. YSK yeni kanunu uygulasaydı bağımsız adayların büyük bölümü hakkında veto kararı verilmeyecekti.

Ayrıca, yeni TCK'da yasaklılık kararlarının infazın tamamlanmasıyla son bulacağı hükmüne karşın 2006 yılı Aralık ayında Adli Sicil Kanunu'na eklenen 13/A maddesi ile TCK dışındaki kanunlardan mahkum olanların memnu haklarını alabilmeleri için infazın tamamlanmasından 3 yıl sonra mahkemeden karar aldırılması gerektiği hükmü konuldu. Ancak YSK kararında "lehe yorum" ilkesine göre 1 Haziran 2005 ile Aralık 2006 arasında bu yönde bir hüküm bulunmadığı için 1 Haziran 2005'den önceki tüm mahkûmiyetler açısından memnu hakların iadesine gerek olmadan yasaklılığın kalktığı göz önüne alınmadı.

ÇELİŞKİLİ UYGULAMA

YSK kararında dikkat çeken bir ayrıntı da 12 bağımsız adaya ilişkin il seçim kurullarından herhangi bir olumsuz görüş bildirilmemiş olmasına rağmen YSK’nın 7 asil ve 4 yedekle genişletilmiş heyet toplantısında bu kişilerin adaylıklarını değerlendirmeye alması oldu.

BDP'nin Ağrı’da destek verdiği bağımsız aday Murat Öztürk hakkında ise farklı bir usul uygulandı. İl Seçim Kurulu, belgelerini incelediği Öztürk'ün adaylığını veto etti. Böylece veto edilen BDP destekli bağımsız aday sayısı 8 oldu.

ESRARENGİZ IHBAR

YSK’nın il seçim kurullarının olumsuz görüş bildirmediği adaylarla ilgili kapsamlı inceleme yapması dikkat çekerken buna İstanbul’dan bir kişinin yaptığı ihbarın yol açıp açmadığı soru işaretlerine neden oldu. YSK kararında söz konusu ihbardan söz edilmedi. Ancak BDP'lilerin avukatı Cebbar Leygara "YSK'ya böyle bir ihbar yapılmış. YSK il seçim kurullarının bir kararı olmadan nasıl inceleyebilir? Bize göre bu ihbarı dikkate alarak inceleyebilir. Normal prosedürü takip etseydi, 12 bağımsızı geçici aday listesinde ilan eder ve sonra bir itiraz olursa durumlarını incelerdi" dedi.

“SIRADAN VATANDAŞ BU BİLGİLERİ ELDE EDEMEZ”

Eski BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da edindikleri bilgiye göre bu ihbarın sıradan bir vatandaşın ulaşmasının mümkün olmadığı belgeler ve adli sicil kayıtları ile yapıldığını söyledi.

İLK ITIRAZLAR YAPILDI


YSK’nın veto kararına Leyla Zana ve Hatip Dicle'nin avukatları Diyarbakır İl Seçim Kurulu'na yaptıkları başvuru ile itiraz ettiler. Başvuruda YSK’nın memnu hakların iadesi kararı istemesine rağmen, başvurdukları mahkemenin yeni Türk Ceza Kanunu'na göre yasakların cezanın infazı ile son bulacağı, memnu hakların iadesinin yeni TCK'da düzenlenmediğine karar verdiği belirtildi.

2007'DE İNFAZ BELGESİNİ YETERLİ GÖRDÜ

YSK’nın 2007'deki seçimlerde infazın tamamlandığına ilişkin belgeyi yeterli gördüğü, 2009'daki mahalli idareler seçiminde Zana ve Dicle'yle ayni suçtan mahkûm olan Selim Sadak’ın adaylığını kabul ettiği belirtilen dilekçede veto kararının kaldırılması talep edildi.

Ertuğrul Kürkçü'nün avukatı Mustafa Bayram Mısır ise Kürkçü'nün başvurduğu mahkemelerden yeni TCK'ya göre memnu hakların iadesi kararı verilemeyeceğine ilişkin kararlar verildiğini, ısrarlı takibi üzerine verilen memnu hakların iadesi kararının ise YSK’nın kararını açıkladığı 18 Nisan'da kesinleştiğini belirtti. Avukat Mısır bu kararı YSK'ya vererek kararın düzeltilmesini istedi.

YSK NE YAPABILIR?

YSK’nın geçmiş uygulamalarına ve içtihatlarına göre YSK kararlarına karşı "tam kanunsuzluk" ileri sürülebiliyor. Bu durumda YSK, aldığı kararı "tam kanunsuzluk" hali olup olmadığına bakarak yeniden inceliyor. Bu başvuru yolu sadece kanuna açıkça aykırı veya maddi hataların olduğu kararların düzeltilmesi halinde sonuç doğurabiliyor.