3 Temmuz 2011 Pazar

AKP Hükümeti Suriye Topraklarında Tampon Bölge İçin Düğmeye Bastı

Türkiye devleti ve AKP hükümeti bu mülteci oyunu ile Suriye’ye yapılacak bir müdahalenin ön zeminin hazırlamaktadır.

 
Türkiye’nin bölgede ki bu işbirlikçi dış politikası gelecekte ona neyi kaybettirip neyi kazandıracağı bölgedeki gelişmeler belirleyecektir. Şayet gelişmeler halklar lehinde olursa Türk devleti çok şeyi kaybedecektir. Yok, halklar değilde uluslar arası emperyal güçler kazanırsa Türkiye’ye bir taşeronluk payı düşme ihtimali olabilir. Ama gelişmeler öyle gösteriyor ki her ne kadar kısa sürede emperyal güçler kazanmış gibi görünseler de uzun sürede zafer halkların olacaktır.

Yusuf Ziyad


Türkiye’de 12 Haziran’da yapılan genel seçimlerin hemen ardından seçimlere girerek milletvekilliğe hak kazanmış tutuklu parlamenterlerin YSK ve mahkemeler tarafından tahliyelerine ret kararını tartışırken Türkiye dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve Türkiye başbakanı Recep Tayip Erdoğan Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas ve Hamas lideri Halid Meşal ile görüşmeler ile meşguldü. Esas sorun ise Hamas ile El Fetih örgütü arasında kurulacak hükümette başbakanın kim olacağı noktasında ki anlaşmazsızlık noktasının giderilmesi olarak basına yansıtıldı. Diğer taraftan ise Türkiye ile en uzun sınıra sahip olan Suriye’de ki gelişmelerin Ürdün ve Lübnan sınırında ki kargaşanın Türkiye sınırına doğru kaymış olmasıdır. Sorunun Türkiye sınırına kaymasının sebebi sınırdaki kentlerde baş gösteren halk isyanı değildir? Türkiye sınırındaki bu kentlerin hiç birisinde iki haftadan önce ciddi bir halk isyanı söz konusu değildi. Peki, buralardaki karışıklık ne zaman başladı? Ne zaman ki Türkiye sığınmacılara kapımız açıktır ve onlar için çadır kentler kurmaya başladı o zaman sınırda karışıklıklar baş göstermeye başladı.Türkiye basını dikkatlice izlendiğinde bu işin ne kadar organizeli bir şekilde yapıldığı kolaylıkla anlaşılacaktır. Suriyeli vatandaşlar kadın, çocuk, yaşlı ve gençleri eşyalarıyla birlikte elini kolunu sallayarak yavaş yavaş Suriye devlet sınırlarını geçerek sınırda bekleyen Türk askerlerine teslim olmaktadırlar. Türkiye basını adeta sınırda kamp kurarak bu durumu an be an dünya kamuoyu ile paylaşarak bir taraftan tüm dikkatleri Suriye’de ki duruma çekerken diğer taraftan da Suriye’de yaşayan vatandaşlara sınırların açık olduğu ve Türk tarafının gelecek her Suriyeli vatandaşı rahatlıkla kabul edebileceğinin propagandasını yapmaktadır. Türkiye’nin bu durumu sadece dramatik bir durumu yaşayan Suriyeli yurttaşlara uzatılmış bir yardım eli olarak okunamaz. Türkiye devleti ve AKP hükümeti bu mülteci oyunu ile Suriye’ye yapılacak bir müdahalenin ön zeminin hazırlamaktadır. Bunun ilk adımı ise günlerdir yarım ağızla ifade edilen Suriye sınırları içinde kurulacak olan bir tampon bölge olayıdır. Türkiye devleti yetkilileri daha önceden Suriye’den gelebilecek mülteci akınına karşı Suriye toprakları içerisinde bir tampon bölge kurabileceklerini dillendirmişlerdi. Bu gün ise sınırlarını oldukça organizeli bir biçimde geliştirmiş oldukları mülteci göçüne açarak Suriye sorununu dünya gündemine taşımış bulunmaktadır.

Suriye devleti vatandaşlarının Türkiye’ye geçmemesi için müdahale ettiğinde ise sınırda askeri alarm verilmektedir. Suriye’nin Türkiye sınırına asker sevk ettiğini bunun olası bir çatışmaya yol açacağı tehditlerini yapmaktan ise kaçınmamaktadırlar. Bu pencereden Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas ve Hamas lideri Halid Meşal’ın Türkiye ziyaretlerine bakıldığında bu görüşmelerin sadece her iki güç arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi olmadığı, bölgedeki gelişmelerle direk bağlantılı olduğu kolaylıkla anlaşılabilinir. Suriye askerlerinin sınırdaki askeri hareketliliğine karşılık ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bu gelişmeyi 'kaygı verici' bir gelişme olarak nitelemesi ve muhtemel bir çatışma yaşanabileceği konusunda uyarması ise herhangi bir durumda Türk askerinin Suriye sınırındaki duruma müdahale etmesine yeşil ışık olarak yorumlamak abartılı olmayacaktır. Suriye devleti bu uyarıyı ciddiye almış olmalı ki sınırdaki askeri hareketliliği hemen hafifletti sınırlı sayıda ki askerlerini de karakollara çekti.

Görünen odur ki Suriye’deki mülteci akımı organizeli bir biçimde devam edecek bu sayı beli bir rakama doğru gelindiğinde Türkiye uluslar arası kamuoyunda bu sorun üzerinden inisiyatif almak isteyecek ve Suriye’deki duruma müdahale için uluslar arası güçlere davetiye çıkaracaktır. Türkiye her şeyden önce buradaki Kürt sorunuyla çok yakından ilgilidir. Bu sorunun kendi inisiyatifi dışında çözülmesini istememektedir. Şayet bir çözüm olacaksa oda kendisinin ön gördüğü bir çözüm olmasını istemektedir.  En büyük korkuları buradaki Kürt sorunun kendi düşündükleri çözümü aşan bir biçimde çözülmesidir. Şayet bu biçimde olursa Kuzey Kürdistan’da ki durumu direk etkileyeceklerini çok iyi bilmektedirler.

Organik (Ekolojik) Tarım

Organik tarımın geçmişi 20. Yüzyıla dayanmaktadır. Ekonomik yönden gelişmiş olan kesimin bozulan ekolojik dengeye karşı kendini korumak için ortaya attığı bir yöntemdir.

 
Organik Tarımın Geçmişi


Organik tarımın geçmişi 20. Yüzyıla dayanmaktadır. Ekonomik yönden gelişmiş olan kesimin bozulan ekolojik dengeye karşı kendini korumak için ortaya attığı bir yöntemdir. Ozon tabakasındaki incelme ve çevre bilincinin gelişmesi ve de dünyanın geleceğinin tehlikeye girmesi, organik tarımın gündemleşmesini sağlamış, bu konuda çeşitli yöntem ve teorilerin geliştirilmesine neden olmuştur. 1. ve 2. Dünya savaşları arasında popüler olan Organik Tarım, 1950’den sonra ABD’nin Marshall yardımı ile önemini yitirmiş, sağlanan katkı ve aşırı desteklemelerle entansif tarım süratle yayılmış, makineleşme, kimyasal ilaç ve gübreler ile kimyasal katkı maddeleri kullanılmaya başlanmış, 60’lı yıllardaki Avrupa Topluluğu tarımsal destekleme politikaları, 70’li yıllardaki pestisit ve kimyasal gübreleri keşfi ile tarımsal üretim artışı sağlanmıştır. Ancak; yeşil devrim olarak da adlandırılan bu tarımsal üretim artışlarının, dünyadaki açlık sorununa çözüm getirmediği, aksine doğal dengeyi ve insan sağlığını süratle bozduğu görülmüştür. Bilim çevreleri ve sivil toplumun baskıları ile DDT grubu pestisitler(üretimde kimyasal girdi-kimyasal gübre, ilaçlama, hormon vb ) yasaklanmış, organik tarım yeniden gündeme gelmiştir. Değişik ülkelerdeki organik tarım çalışmaları 1970 yılından itibaren “Organik Tarım Federasyonu (IFOAM)” organizasyonu altında toplanmıştır. Bu organizasyonun amacı, bilgi akışının koordinasyonunu sağlamaktır. AB, Japonya ve ABD ana pazar durumunda olup, organik tarım faaliyetlerinde her yıl yaklaşık %20 artış sağlamaktadırlar. Halen 120 ülkede 24,1 milyon hektar alanda organik tarım yapılmaktadır. 24 Haziran 1991 tarihinde Avrupa Topluluğu içinde Organik Tarım faaliyetlerini düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik yayınlanarak yürürlüğe konulmuştur. Türkiye’de bu konudaki düzenlemeler 1994 yılında başlamış, 3 Aralık 2004 tarihinde 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” çıkartılmış, 10 Haziran 2005 tarihinde “Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” yayınlanarak yürürlüğe konmuştur.

Organik (Ekolojik) Tarım Nedir?      
                        
Organik (Ekolojik) tarım, belirli kural ve gereklilikler çerçevesinde yapılan ve doğayı sömürmeyen sürdürülebilir tarım yöntemidir. Organik tarım, üretimde kimyasal girdi (kimyasal gübre, ilaçlama, hormon v.b.) kullanmadan, doğal üretim yöntemlerinin günümüz agronomik bilgileri ışığında yapılması, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir.

 
Organik Tarınım Amacı:

Organik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır. Ekolojik dengenin korunarak, bitkisel ve hayvansal üretimin birlikte aile işletmeciliği şeklinde yapılması, dolayısı ile üretimden tüketime kısa devrelerin kurularak kendi kendine yeterliliğin sağlanmasıdır.

 
Organik Tarımın İlkeleri:

Organik tarım üç ana ilke üzerine inşa edilmiştir.
1-Doğa ile uyumlu şekilde üretim
2-Kapalı sistem tarım
3-Ürün münavebesi(nöbetleşe, dönüşümlü),

ORGANİK TARIMIN ÖNEMİ

 
Organik tarım; başta toprak olmak üzere su, hava, çevre ve doğada yaşayan diğer canlılara zarar vermeyen bir üretim anlamına gelir. Organik tarım; kuralları çerçevesinde çevresine duyarlı, sömüren değil sürdürülebilir olan bir üretim sağlar. Organik tarım; üretilen ürünlerin kolayca izlenmesi ve her aşamada denetlenebilmesi ile tarımda ciddi bir denetim eksikliğini giderir. Organik tarım; üretilen ürünlerin insan sağlığına zarar verebilecek kimi atıkları barındırmasının önüne geçerek hastalıkların yayılması/oluşmasını ciddi oranda engeller. Organik tarım; yalnızca insan sağlığını değil, aynı zamanda yaşam alanımız olan dünyanın korunmasını da sağlar. Organik tarım; mevcut tarım topraklarının azalmasını, çölleşmesini, kullanılmaz hale gelmesini ve sömürülmesini engeller. Organik tarım; sağlıklı ve temiz bitkiler yetiştirildiği için insan sağlığı için de çok önemlidir.                                                  
 “Kooperatifler üzerinden toplumun ekonomik ihtiyaçlarını karşılanır. Kırsal kesim de özellikle tarım komünleri örgütlenmeli, yani birkaç kişiye ait arazi birleştirilir, burada organik tarım yapılır. 200–300 dönüm arazi birleştirilir, bunu ben idealist arkadaşlara öneriyorum, kırsal kesime giderek tarım komünlerini hayata geçirebilirler. Daha iyi anlaşılması için söylüyorum; ben olsam bir arazide tarımcılık yaparak değişik şeyler üretirim, organik tarım yaparım. Bu komünleri geliştirebilirsiniz. Robert Owen’in kitabında da okudum. Yahudilerin kooperatifçiliği ve tarımcılığı ne kadar iyi anladıklarını ve nasıl örgütlediklerini kibbutz örneklerinde görebilirsiniz. Tarım Yahudilerin en büyük ekonomik kaynaklarıdır.”    “Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan”
Kürt halkı ve yaşadığımız coğrafya organik tarıma yabancı değildir. Bu nedenle de fazla uzağa gitmeye gerek yok. Organik tarımı geliştirmek ve bir yaşam biçimine dönüştürmek paradigmamız açısından önem arz eder. Bu açıdan da üzerinde önemle durmak gerekiyor. Organik tarım ekolojik dengeyi korumak zorundadır. Doğaya ve çevreye zarar vermemelidir. Aksine korumalıdır. Değim yerindeyse adeta ana şefkatinde olduğu gibi şefkatle kucaklamalı ve sevmelidir, dost olmalıdır. Aslında bu bizim paradigmamızın felsefik ve ideolojik olarak ekonomik politikamıza yansımasıdır. Demek ki ekonomi, insanın doğayla doğru bir ilişkisinin ve doğaya insan elinin değmesiyle ortaya çıkan bir faaliyettir. Doğanın bu imkânı vermesi, insanın doğayla kutsallık bahşetmesini beraberinde getirmiştir. Zaten insanın ilk kutsalları doğa, toplum ve kadındır. Doğa ilk bilinç haliyle hemen kutsallık kazanmıştır. İlk insanlar doğayı vahşi görmemiş, ana kucağı gibi ele almıştır. Zaten ilk insanlar doğada her şeyin bir canı olduğunu düşünmektedir. Doğal felaketler bile doğayla doğru kurulmayan ilişkinin cezalandırılması olarak görülmüştür. İnsanın ilk beslenme ve barınma imkânlarını doğada bulması ekonomiyle doğa dostluğunu ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla bir faaliyetin gerçek bir ekonomi olup olmadığı yapılan faaliyetin doğaya yaklaşımıyla belli olur. Bu açıdan da doğa bağlantılı olan ve doğanın bağrından çıkan insanlığa çok büyük yararları olan tarımın insanlığın ana besleyici kaynağı olmasıdır. Binlerce yıl insanlık tarımla geçimini sağlamıştır. Toprakla iç içe olmuş, toprağın verdikleriyle yaşamıştır. İlk toplumsal artı ve birikim de tarımda gerçekleşmiştir. Denilebilir ki, tüm zenginliğin kaynağı da esasında tarımdır. Daha geniş anlamıyla değerlendirilecek olursa topraktır. Toprak ve tarım varoluş koşuludur. Her ne kadar bugün insanlar, tarımsız ve topraksız da yaşayabilir gibi bir imaj yaratılmışsa da, topraksız ve tarımsız bir dünya ve insanlık düşünülemez. Tarım bugün üretimin ikinci planında yer almaktadır. Sanayi üretimi başat hale gelmiştir. Nüfusun çok büyük bir çoğunluğu sanayi üretiminin olduğu merkezlere taşınmış, kırsal alan boşalmış durumdadır. Özellikle de gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerde nüfusun ancak %8-10’luk bir kısmı tarımsal üretimde yer almaktadır. Dolayısıyla kırsal alan yaşamı adeta büyüsünü yitirmiş durumdadır. Nüfusun yoğunlaştığı alanlar sanayi üretiminin olduğu şehirler olmuştur. Reklama dayanan göz kamaştırıcı yaşam, insanların topraktan kopmasına, şehirlere doluşmasına neden olmuştur. Şehirlere doluşanlar ise hiç de reklamlarda gösterilen göz kamaştırıcı yaşamın sahibi olmamışlardır. Kümes gibi daracık evlerde, üst üste ve şehrin hastalıklarıyla boğuşmanın yanı sıra işsizlikle ve açlıkla da boğuşmak durumunda kalmışlardır. Tarım adeta ölmüş durumdadır. Var olan tarım da organik olmayan, aşırı ve zararlı kimyasalların kullanılmasına dayanan bir tarım şeklidir ki, bu da doğanın tahrip edilmesine neden olmaktadır. Bu gidişatın doğaya daha fazla zarar vereceği kesindir. Bunun için organik tarımın geliştirilmesi ve teşvik edilmesi Demokratik Özerkliğin tarımdaki temel yaklaşımıdır. Kürdistan’da tarıma uygun çok geniş bir arazi yapısı vardır. Bu toprakların büyük bir kısmı tarıma açılamamışken, tarıma açılan toprakların neredeyse tamamına yakınında yapılan tarım da zararlı kimyasalların kullanılması neticesinde toprak adeta ölmüş durumdadır. Üretimi daha fazla arttırmak maksatlı sulu tarımın gerçekleştirilmesi ve bunun da zararlı kimyasallarla yapılması geniş toprak parçalarını çoraklaştırmaktadır. Adeta geniş çöllük alanlar oluşmakta ve bilinçsizce yapılan tarımdan dolayı topraklar neredeyse ölmüş durumdadır. Kürdistan, tarıma uygun büyük toprak parçalarına sahiptir. Bu toprakların büyük bir kısmı tarıma açılmamıştır ve dolayısıyla Kürdistan’da işsizlik ve açlık çok ciddi bir sorun durumundadır. Şüphesiz bunun Kürdistan’ı boşaltmak isteyen devlet politikaları ile yakından bağlantısı vardır. Son derece verimli topraklara sahip olan Kürdistan’da açlık ve işsizliğin varlığı ancak bu tür bilinçli politikalarla gerçekleşebilir. Kürdistan’ın bilinen ovaları yalnız ciddi bir tarım politikasıyla işletilse değil açlık, fazladan milyonlarca nüfusu doyurabilir. Aynı zamanda işsizlik denen kapitalizm hastalığına da çare bulunur ve milyonlarca işsiz insan istihdam edilmiş olur.   Organik tarım sadece toprağın korunmasına, çevre kirliliğinin önlenmesine, ekolojik dengenin korunmasına hizmet etmez. Aynı zamanda toplum sağlığının korunmasına da hizmet eder. Hormonlu gıdaların insan yaşamı ve fizyolojisi üzerinde ne kadar derin tahribatlar yarattığı, bilinmeyen yeni hastalıkların gelişmesine neden olduğu araştırmacılar tarafından ortaya konulmuştur. Organik tarım hormonlu gıdaların toplumda yarattığı hastalıkları giderir. Gıdaları temiz ve sağlıklı bir toplumun yaratılması, ancak tarımdaki bu farklı anlayışla gerçekleştirilebilir.  Demokratik Özerklik tarımdaki bu gidişata karşıdır. Tarımın geliştirilmesine önem verir, teşvik eder. Tarımda zararlı kimyasalların kullanılması, hormonlu gıdaların üretimine karşı, organik tarımın geliştirilmesini destekler. Tarımın ekolojik dengeler dikkate alınarak yapılmasını esas alır. Tarımın geliştirilmesiyle kapitalist sistemin bir sonucu olan nüfusun büyük çoğunluğunun işsizliğine de çare bulunmuş, geniş bir istidam alanı yaratılmış olur. Şehirler de nüfus yığılmalarından kurtulmuş, daha yaşanılabilir bir seviyeye çekilmiş olur. Demokratik Özerklikte bütün bunlar ekseninde tarımla sanayi, kırla şehir arasında bir denge kurulmaya çalışılır. Yine Demokratik Özerklikte üretimin toplum sağlığına uygun olmasını esas alır. Hormonlu gıdalar olarak da ifadelendirilen GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar)’ların üretimi yerine organik tarımı teşvik eder, geliştirir. Tarımda ağır kimyasalların kullanılarak toprağın öldürülmesi yerine toprağı güçlendirici bir tarım politikasını esas alır. Organik tarım hem doğaya dost olan bir tarım şeklidir ve toprağı korur, hem de toplum sağlığına en uygun olan üretimdir.  Bunları geliştirici be yine bunun yanında doğaya dost tekniğin kullanılmasıyla hem sanayide, hem de tarımda, toplumsal ihtiyaçların karşılanmasını esas alan üretim yapılır. Demokratik Özerkliğin üretim mantığında hedef azami kârı gerçekleştirme olmadığından, doğayı tahrip etme, insanın sağlığını bozma kaygıları söz konusu olmayacaktır. Doğal olarak pazarda da kullanım değeri esas alınmış olacaktır. Birde şu husus çok tartışılıyor. Ekonomik işler toplumun ve ya grupların işi değil, başkaların işiymiş gibi algılanıyor. İşin esasının böyle olmadığı ve yaşadığımız coğrafyada esas ekonomik faaliyetlerin yapıldığı ve daha halende yapılmakta olduğu bir gerçektir. İşin temeli böyledir. Birde işin tarihsel-toplumsal tarafına bakıldığında ekonomik sistemler içerisinde fazla belirgin olmasa da doğal toplum özellikleri önemli oranda merkezi uygarlık yanında hep var olagelmiştir. Zaten uygarlık tarihi ile birlikte demokratik ve devletçi uygarlık denilen iki nehir yan yana akışı da bunu göstermektedir. Bunun için de ekonomik ilişkilerden hareketle oluşturulan sistemlerin tümü de bu doğal toplumun varlığından hareketle yaşayabilmişlerdir. Paradigmasal olarak kısaca bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra, bir de günümüz ve yakın tarihimizde neden Organik Tarıma ihtiyaç duyulduğuna bir bakalım.  Atmosfere yayılan sera gazlarının artmasıyla birlikte yeryüzünün sıcaklığı yıldan yıla artarak küresel iklim değişikliklerine neden olmaktadır. Kapitalizmin kar hırsı, çevreye zarar verici teknoloji, artan enerji kullanımı ve sanayileşme gibi nedenlerle dünyamız sonu kestirilemeyen bir yola girmiş durumdadır. 2007 yılı Şubat ayı BM raporuna göre yeryüzü sıcaklığı 2 derece daha arttığında, küresel anlamda bir tatlı su sıkıntısı başlayacak, 5 derece arttığında deniz seviyesi 70 metre yükselecek ve kıtlık başlayacak, 6 derece daha arttığında ise büyük çaplı göçler ve buna bağlı savaşlar kaçınılmaz hale gelecektir. Demokratik Ekolojik Toplum Paradigmasının Ekolojik Toplum yaklaşımı, insan ve doğanın birbirini anlayan, birbirine saygı duyan ve birbiriyle barışık olması temeline dayanan bir yaklaşımdır. İnsanlığın doğayla ilgili sorunlarına çözüm önerileri de içeren bu paradigma, insanlar eliyle hızla kirletilen doğa ve çevrenin gelecekte insanlar için yaşanmaz bir duruma gelmesinden önce bozulan ekolojik dengenin yeniden inşasını, insanların sağlıklı bir şekilde yaşayabilecekleri bir hale getirilmesi çabalarını içermektedir. Bunun yanı sıra, doğaya ve çevreye saygılı, ekolojik dengeye dikkat eden Ekolojik Toplumun yapacağı faaliyetler (özellikle tarımsal faaliyetler), toplumun ekonomik yönden refah düzeyinin artırılması açısından da önemli bir kaynak teşkil edecektir. Yani, DET paradigmasının ekonomik ayağını oluşturacaktır. Bu nedenle Ekolojik (Organik) Tarım, toplumun örgütlenmesi, ekonomik açıdan güçlendirilmesi, bu paralelde DET paradigmasının bilince çıkarılması ve Özgürlük Hareketinin başarısı temelinde büyük önem arz etmektedir. Önder APO tarafından geliştirilen ve 4 kısımdan(Kent Meclisleri, Demokratik Siyaset Akademisi, Demokratik Toplum Kongresi ve Kooperatifler Hareketi) oluşan Çözüm Paradigmasının 4. ayağı Kooperatifler Hareketidir. Tarım alanlarında komünler geliştirilmesi, birliktelikler yaratılması, organik tarım yapılması ve bunlar sonucunda toplumun ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması önerilerini içermektedir. Bu alanda gelişmiş bir örnek olan Yahudi Kooperatifçiliği ve tarımcılığının(kibbutz) incelenebileceği söylenilmiştir.

Demokratik Ekolojik Toplum Paradigmasının ve Çözüm Paradigmasının sunduğu perspektif doğrultusunda konunun öneminin bilincinde olarak;

-    Organik tarım nedir, nasıl ve nerede yapılır?
-    Organik tarımın geliştirilmesi
-    Pilot bölge uygulaması
-    Kooperatifler hareketi
-    Organik tarım ve kooperatifçilik
Bu konular üzerinde değerlendirmeler yapılabilir. Yapılacak değerlendirmeler sonucunda bu alanda çalışma yapılabileceği/yapılması gerektiği, toplumun örgütlenmesi ve ekonomik düzeylerinin geliştirilmesi yönünden önem arz ettiği, Kooperatifçilik Hareketine temel teşkil edebileceği, Özgürlük Hareketinin felsefik ve ideolojik olarak ekonomik öngörülerine katkı sunacağı belirtilebilir.

Ali Welat

Kürt Hareketi Nefes Alabileceğimiz Tek Yer

İnsanlığın dünyaya bakış açısı zorlu bir sınavdan geçiyor. Doğa artık hep bildiğimiz düzeninden uzaklaşmış durumda.
İnsanlığın dünyaya bakış açısı zorlu bir sınavdan geçiyor. Doğa artık hep bildiğimiz düzeninden uzaklaşmış durumda. Olması gerekenler olmuyor, olmaması gerekenler oluyor. Ekolojik denge bozukluğu bilimsel deney ve yöntemlerin de artık tanımlamada zorlandığı bir hal içerisinde. Kapitalist modernite Tanrının harikulade bir itinayla dizayn ettiği dünya üzerinde yaşanabilir olma niteliğini yitiriyor. Sonu gelmeyen çatışmalar, toplumlar arasında yüzyıllardır devam eden kin ve çözümsüzlüğün artarak sürmesi, insanın yalnızlığı, soyutlanmışlığı ve umursamazlığı, derinleşen ekonomik krizler… Kızıldereli Sefi Seattle’nin ‘Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.’ dediği gerçeklik bu yaşadığımız gerçeklik olsa  gerek! Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın özellikle de ‘Özgürlüğün Sosyolojisi’ adlı eserinde yaşanan sorunların nedenlerini çok köklü bir şekilde analiz ederek, özellikle de ‘ çözüm formülleri ‘ açısından uygulanması elzem olan derin görüşler bulunmaktadır.

Burada üzerinde durmak istediğimiz husus ‘son ırmağın kurumaya, son ağacın yok olmaya, son balığın ölmeye doğru gittiği Kürdistan Coğrafyası ( Kürt Sorunu ) ve bu gerçeklik karşısında önemle üzerinde durulması gereken ‘Aydın Gerçekliği‘ dir.

Aydın kelimesi, hem münevver hem de entellektüel bir anlama sahip. Münevverliği düşünür Farabi tarafindan Türk Dil Kurumuna giren ve tenvir kelimesinden türemiş ‘aydın, aydınlatılmış ‘ anlamına gelip ‘ entellektüel ‘ kullanımını da Sanayi Devrimi ile otomasyona geçen bilim dalları, yeni kollar ve alanlar, yeni donanımlarının gelişmesiyle ‘bilim, teknik ve genel anlamda kültürel gelişmelere ‘vakıfiyeti ile tanımlanan bir anlama sahip.

Aydına aydınlık vasfını veren, her haksızlığa karşı uyanık, entellektüel, daima refleks sahibi bir şuurdur. İtirazdır, isyandır. Hükümlerini zevi-l’ehsas değil, akla göre veren insanlardır.

Tarihte ‘aydın duruşu’ denildiğinde hiç şüphesiz ki hepimizin aklına ilk gelen Sartre’ dır. Simon de Beauvair "Sartre'la Konuşmalar ve Veda Töreni" adlı eserinde, Fransa'da 60'lı yıllarda meydana gelen olaylara bilfiil katılışını şu şekilde açıklar "Fransız aydını son elli yıldan beri halk ile olan ilişkisini yitirmiş, bir anlamda ona yabancılaşmıştır. Sartre’nin bu değerlendirmesi, Marks’ın ismini değiştir, uyar dediği Türk aydın gerçekliğine uyarlanabilinecek en yalın ifadedir.

Yakın tarih acısından yarım asra doğru giden PKK öncülüklü Kürt özgürlük hareketi ve Kürt sorunu karşısında ‘aydın gerçekliği ‘ içler acısıdır. Bu yarım asırda bırakalım sorunun çözümüne dönük bilfiil katılışını, sorunun kangrenleşmesinde ve Türk kamuoyunu halkını manipüle etmede neredeyse öncü bir rol oynamıştır.

Taraflar savaşır, bu savaş sürecinde taraflar taraflı olarak haklılıklarını dillendirirler. Aydın münevverliğin gereği olarak halkı aydınlatmak, doğrudan yana tavır koymakla sorumludur. Tek tek yorum ve yazılanlara bakılarak da söyleyebileceğimiz bir şey varsa o da Aydının, bu savaşın derinleşmesinde çözümsüzlüğün bu düzeye gelmesinde çok ciddi bir rol sahibi olduğudur. 30-40 bin insanın ölümünde bunca acının yaşanmasında pay sahibidir. Konuşacağı ve yazacağı birkaç kelime ile nice ölümleri engelleyebileceği gibi sebebiyette vermesi kaçınılmazdır. Yarım asırlık savaş bu anlamda savaştan nemalanan  aydın bir zümre de yaratmıştır. İsimlerinin önüne ‘stratejisyen ‘ , ‘ terör uzmanı ‘ , ‘ akademisyen ‘ vs. vs. sıfatları verdiren bu savaşın nemasıdır. Münevverlikleri ve entellektüelikleri tartışma konusu olan bu zümre, var olmalarının yegane koşulları bu savaşın sürmesindedir. Dikkat edilirse sıcak savaş temaslarının yaşanmadığı dönemlerde ‘stratejisyen ‘, ‘ terör uzmanı ‘,’ akademisyen’lerin sesi sedası çıkmaz. Çünkü varlık sebepleri ‘savaş üzerinedir. Savaşta olmayınca aksi-seda kesilirler. Nasıl ki büyük silah şirketleri savaş(lar)ın bitmesini istemiyorlarsa bu kesimlerde istemezler. Kimileri bu değerlendirmeyi ağır görüp bütün  aydınların bu kefede değerlendirilmesini büyük bir haksızlık olarak görebilirler. Bütün  aydınlar olmayabilir. Çok onurlu ve çok ciddi bedeller ödeme pahasına duruş sahibi olan insanlar da vardır. Fakat kabul edelim ki azımsanmayacak bir yüzde ve kamuoyuna ciddi şekilde yön verip manipüle eden birinci kategoriye girenlerdir. Sınırlı sayıda duruş sahibi olan aydınların yanı sıra belki de en tehlikeli pozisyonda kalan sorunun öznesi olmayan, pasif ve dönemsel çıkışlarla yetinip tutarlı bir duruşun sahibi olmayan kesimdir. Dostluğu da düşmanlığı da aydınlığı da tartışma konusu olanlar!

İnsanları geçmişleriyle değerlendirmek bir noktadan sonra doğru bir yaklaşım olmayabilir. Bırakalım kimi sıfat ve tanımlamaları vicdan sahibi olan bir noktadan sonra yaşanan acı gerçeklikleri görmezden gelemez. Kürt Halkının görkemli direnişi ve kararlı duruşu karşısında sessiz kalmak bir noktadan sonra imkansızlaşıyor. Kürt Halkı bu savaş sürecinde insana mahsus olan kimi beşeri özelliklerini bile yitirdi. ‘Korku nedir bilmeyen bir yürüyüşle mücadelesini sürdürüyor. Kürt Halkı acı ve zulümden yana görebileceği ve yaşayabileceği her şeyi fazlasıyla yaşadı. Hem de akıl almaz bir şekilde. Acı, zulüm kanıksanmaz, kanıksanmamalı da. Kürt Halkı da mevcut umursamazlığıyla kanıksadığından değil var olma sebebinin bu duruş ve yürüyüşte olduğunun derin idrakında olduğu içindir. Dost bildiklerine seslenişi,  ortaklaşma çağrı ve mesajları en doğal hakkı olsa gerek. Eskiler nede güzel söylemişler: “Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimiz de eşit oluruz. ‘  Eşitlenmek, ortaklaşmak sorunun çözümün de vazgeçilmezdir.Son dönemlerde vicdan sahibi aydınların bu anlamda taraflarını netleştirmesi anlamlıdır, değerlidir. Ve kesinlikle sistemin soruna böyle şuursuzca yaklaşımlarının önüne geçmede çok ciddi bir etki gücü olacaktır. Kürt Hareketi hiçbir zaman  ‘benden yana taraf ol ‘ diye bir talep sahibi olmamıştır. İyi niyetli, vicdan sahibi her aydının  değerlendirme ve önerilerini kaale alan önemseyen bir yaklaşım içinde olmuştur. Belki de çoğu insanın hak etmediği değer ve hassasiyeti vermiştir. Buna karşılık sorunun öznesi ol! Halkın yaşadığı bu acıyı gör! Bu kural dışı savaşa karşı bir çığlıkta sen ol! Söylemek kadar doğal bir şey de olmasa gerek. Yakın tarihte KCK 4. Hamle sürecini başlatıp, bu hamle sürecine seferberlik ruhuyla yaklaşılması gerektiği belirtmişti. 4. Hamle süreci Kürt Hareketi, kadroları ve Kürt Halkının yani sıra bu seferberliğe katılması gerekenlerin başında aydınlar gelmektedir. Tarihsel sorumluluğun bir gereğidir. Kürt Halkı ve Hareketi yarım asra dayanan bir zamanda tek başına yürüdü. İçine girdiğimiz siyasal gelişmeleri ele aldığımızda bu süreç çokta uzamayacaktır. Bu yıllarda kim ne katabildiyse ve ne yapabildiyse yapabilmeli, yapmalıdır. Zamanın ruhu an’dır, an’a atfedilen anlamdır. An’ın sorumluğu yerine getirilmediği taktirde, geçmişe dair pişmanlıkların, hayıflanmaların, keşkelerin, kıymet-i harbiyesi olmaz. Bu son yıllarda dost olarak, taşıdığımız misyonların gereği olarak ne yapabilmeliyiz.

İstenilen imkansız şeyler değil, aydın olmanın kaçınılmaz gereği ve zorunlulukları!
Baran Qewm

Dünyadan ilginç Yasa ve Yasaklar!


Türkiye'de çok uzun yıllardan beri Anayasa ve Türk Ceza Kanunu konusundaki tartışmalar sürüyor. Birbiri ile çelişen, istenen her yöne çekilebilecek kadar muğlak yasalar bugün yaşanan Meclis krizinin de kaynağı olarak gösteriliyor.

Her ne kadar yasaların Türkiye'deki gibi garip bir biçimde uygulandığı başka bir ülke bulmak oldukça zor olsa da garip yasaların yürürlükte olduğu birçok ülke var. Bu ülkelerin Türkiye'den farklı tarafı birazdan sayacağımız yasaların büyük bir kısmının uygulanmıyor olması.

Örneğin İngiltere'de parlamento içinde ölmek yasayla yasaklanmış durumda.

Yine İngiltere'de bir mektuba Kral ya da Kraliçe'nin resminin bulunduğu pulu ters yapıştırırsanız vatana ihanetle suçlanabilirsiniz.

İngiltere'de ayrıca yasalara göre ülke kıyılarına vuran ölü bir balinanın kafası Kral'a, kuyruk kısmı ise Kraliçe'nin malıdır

Daha da ilginçleri var.

Brezilya'da (Müslüman bir ülkede değil yani) bir erkek evlendiği kadının bakire olmaması durumunda yasal olarak evliliği geçersiz sayma hakkına sahip.

Tibet'te ise bir Budist rahip reankarnasyon ayini için önceden Çinli yetkililerden izin almak durumda.

İşte dünyadaki ilgiç kanunlardan bazıları

- ABD'nin Missouri eyaletinde hala yürürlükte olan bir yasaya göre sarı renkli margarin satılması yasak. Bu yasa 1898'de yürürlüğe girmiş ve en son 1939 yılında uygulanmış.

- Arziona'da bir kaktüs kesmenin cezası 25 yıl hapis.

- Hawai'de eğer bir kayığınız yoksa cezaya çarptırılabilirsiniz.

- İndiana'da pi sayısı yasayla 3,14..'ten 4'e yükseltilmiş durumda.

- Kentucy'de yaşayan herkes yılda en az bir kere duş almakla yükümlü

- Nevada'da bıyıklı erkeklerin kadınları öpmesi yasak

- New Mexico'da kadınların ağda yapmadan sokağa çıkmalarına izin verilmiyor

- Kuzey Carolina'da bir şarkıyı detone söylemeye izin yok

- Vermont'te kadınlar takma diş takmak için kocalarının yazılı iznine ihtiyaç duyuyor

- Guam Adasında bakirelerin evlenmesi yasak

- Lübnan'da dişi hayvanlara cinsel istismar serbest buna karşın erkek hayvanlara cinsel istismarın cezası ise idam.

- İngiltere'nin York şehrinde Pazar günleri dışında bir İskoç'u okla öldürmek yasal

- Kanada'nın Alberta şehrinde yasayla cezaevinden tahliye edilen her mahkuma bir silah ve şehirden ayrılması için bir at verilmesi şart koşuluyor

- İsviçre'de bir apartmanda yaşıyorsanız gece saat 10'dan sonra sifonu çekmeniz yasak

- Yasalara göre Fransa'nın Cannes şehrinde Jerry Lewis maskesiyle gezemezsiniz

- Tayland'da ulusal banknotların üstüne basmak yasak

- Portekiz'de okyanusa idrar yapılması yasayla yasaklanmış durumda

- İtalya'da yasalara göre obezler polyesterden yapılma kıyafetleri giyemez

- Fransa'da bir domuza Napoleon adını veremezsiniz

- İsrail'de Pazar günleri burun karıştırmak yasaktır

- Hong Kong'ta bir kadın kendisini aldatan kocasını öldürebilir. Ama öldürürken sadece ellerini kullanmasına izin verilmiştir. Buna karşı kocanın beraber olduğu kadın herhangi bir şekilde öldürülebilir

- Somoa'da bir erkeğin eşinin doğumgününü unutması yasaktır. Kadınlar için ise böyle bir zorunluluk yasayla düzenlenmemiştir.

- Bahreyn'de bir erkek doktor muayene sırasında bir kadının genital bölgesine direkt olarak bakamaz. Muayenenin bir ayna kullanılarak yapılması ise yasaldır.

- Almanya'da otobanda benzininizin bitmesi yasaktır.

- Bir ilginç yasa da Türkiye'den. Türkiye'de 80 yaşının üstündekilerin pilot olmaları yasak.

ANF NEWS AGENCY

ABD Güney Sudan'ın Yüzde 10'ununu Satın Aldı


Yıllarca süren iç savaşa iki milyon kurban verdi. Bu yılın başında yapılan referandumda bağımsızlığını kazandı. 2011’in ilk ve dünyanın 193’üncü ülkesi olan Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanmadan gizlice satıldığı ortaya çıktı. Amerikan tekellerinin, ülkenin yüzde 10'unu hektarı 0.06 dolardan 49 yıllığına kiralamış.

İngiliz The Times gazetesi, Güney Sudan’ın referandumdan bir hafta önce batılı yatırım şirketlerinin Nil nehri ve kollarının suladığı bereketli toprakları aşiret reislerine verdikleri komik paralar karşılığında 49 yıllığına kiraladığını yazdı.

HEKTAR BAŞINA 0.6 DOLAR


Gazetenin haberine göre batılım şirketleri hektar başına 0.06 dolar, karşılığında ülke topraklarının yüzde 9'u üzerinde hak sahibi oldu.

Norveç Halk Yardımı (NPA) isimli yardım kuruluşunun araştırmasına göre 49 yıllığına kiralanan topraklar 2.6 milyon hektar. En çok toprağı ise Teksas ve New York'lu iki şirket yaptı.

Teksas merkezli Nile Trading & Development isimli şirket 27 bin dolar karşılığında Güney Sudandan 600 bin hektar terim arazisi satın almış.

New York'taki Jarcn Management ise petrol yataklarının bulunduğu 800 bin hektarlık alanı 49 yıllığına kiraladı.

YÜZDE 70'İ EL DEĞİŞTİRECEK


Araştırmaya göre önümüzdeki yıl Sahraaltı Afrika’daki ekilebilir alanların yüzde 70'i de aynı şekilde el değiştirecek. Yardım kuruluşları simdi bu topraklar üzerinde yaşayanların zorla göçe zorlanacağına dikkat çekiyor.

ABD ÖZEL İLGİ GÖSTERİYOR


Petrol zengini Güney Sudan’a Amerikan yönetimi uzun yıllardır özel ilgi gösteriyor. Nitekim WikiLeaks belgelerinde de ABD’nin 2009 yılında Güney Sudan’da referandum yapılmasını planladığına ilişkin yazışmalar ortaya çıkmıştı.

Sudan’daki referandum sürecini yerinde izleyen Amerikan Özel Temsilci J.Scott Gration yaptığı açıklamada ‘'Başkan Obama, Sudan'a şahsen çok önem veriyor; burada ne olup bittiğini günbegün izliyor; her gün brifing alıyor’' ifadeleri dikkat çekmişti.

ÇİN'İN GÜÇLÜ VARLIĞI


Amerika’nın Güney Sudan’a yönelik ilgisi ve dikkatinde şüphesiz yalnız değil. Bir başka büyük güç olan Çin’de Sudan'da oldukça güçlü durumda. Sudan ile yakın ilişkileri 1970'li yıllarda başlayan Çin, Sudan'ın petrol kaynakları, bunların çıkarılmaları ve işletilmeleri konularında tek dış güç durumunda. Petrol ilişkisinin yanı sıra Çin inşaat, madencilik ve ticaret alanlarında da Sudan'da oldukça güçlü durumda.

Afrika’nın en büyük beşinci petrol üreticisi olan ülkede rezervlerin çoğu Güney Sudan'da bulunuyor. 2005 anlaşmasına göre iki taraf bu rezervlerin gelirini paylaşmak için yeni bir anlaşma yapacak, ayrıca en zengin rezervlerin bulunduğu Abyei bölgesinin hangi tarafa dahil edileceği ikinci bir oylamayla belli olacak.

YATIRIM SİLAHA GİDİYOR


8.5 milyon kişinin yaşadığı 640 bin kilometrekarelik Güney?Sudan bugüne kadar petrolden kazandığı 10 milyar doların büyük bölümünü tank, füze, silah almaya ve 125 bin kişilik bir orduya ayırdı. Güney Sudan’da halkın yüzde 90’ı günde 1 dolardan daha az parayla geçiniyor.

ŞİDDETLİ ÇATIŞMALAR YAŞANIYOR


 1956 yılında İngiltere’den bağımsızlığını ilan ettiğinden beri 40 yılı iç savaşla geçiren ülkenin ayrılık sürecinde de çatışmalara sahne oluyor. Güney Sudan, Hartum yönetimini, bölge petrolünün kontrolünü elinde tutmak amacıyla istikrarsızlık yaratmak için isyancıları desteklemekle suçluyor. Hartum yönetimi bu suçlamayı kabul etmiyor. Milis liderleri ise güneydeki otokratik yönetime karşı ayaklandıklarını savunuyorlar. Son aylarda yaşanan çatışmalarda yüzlerce kişi hayatını kaybetti.