24 Ocak 2013 Perşembe

Almanya Demokratik Güç Birliği Platformu Kuruldu

Almanya'da bulunan Türk, Kürt, Arap, Asuri ve Ermeni göçmen örgütleri bir araya gelerek Demokratik Güç Birliği Platformu kuruldu. Platform, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Türkiye'de yaşayan halkların haklarını elde etmesi için çalışacağını duyurdu.

Türkiye’de gelen çeşitli halk, inanç ve siyasal göçmen örgütleri Almanya’nın Köln kentinde periyodik olarak yaptıkları toplantının ardından Demokratik Güç Birliği Platformu kurma kararı aldı. Önümüzdeki  süreçte panel, toplantı, seminer, konser ve kampanyalar düzenleyeceğini bildiren platform şu çağrıyı yaptı:


"Demokratik Güç Birliği; Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarının tanınması için, Alevi inancı basta olmak üzere Ezidiler, Hıristiyanlar ve diğer bütün inanç grupları, etnik ve kültürel dinamiklerin haklarının verilmesi ve halklarımızın barış içinde, özgürlük ve eşitlik temelinde bir arada yaşaması amacına katkıda bulunmaya dönük önemli bir misyon üstlenmiştir. 


İşçi sınıfı başta olmak üzere farklı sosyal kesimlerin baskıya uğradığı hak ve özgürlüklerin giderek kısıtlandığı Türkiye‘de süren eşitlik ve özgürlükler mücadelesine katkı sunmak istiyoruz. 


Bizler, yaşadığımız ülkede Türk ve Avrupa devletlerinin iki yüzlü, insanlık düşmanı politikalarını yerli emekçiler içerisinde de teşhir ederek, Türkiye de demokrasi mücadelesi verenlerle dayanışmayı, halkların kardeşliğini güçlendirmek istiyoruz. Türk ve Kürt halkının, azınlık milliyetlerin, değişik inanç gruplarının eşit ve kardeşçe yaşayabileceği, işçilerin emekçilerin örgütlenmesinin önündeki tüm engellerin kalktığı, savaşsız ve sömürüsüz bir Türkiye’nin yaratılmasına katkımızı artırmak istiyoruz. 

 
Demokratik Güç Birliği Platformu, Avrupa ve dünyada süren emek ve özgürlükler mücadelesinin de yanında olacaktır. Türk devletinin kuruluşundan günümüze kadar süre gelen; tek dil, tek millet, tek dine dayalı Türk devlet politikası, demokrasi, eşitlik ve özgürlüklere düşmandır. 


Halklara ve inançlara düşman tüm bu politikalar, Türk devletinin, ayrımcı, ırkçı ve faşist karakterinin sonucudur. Demokratik Güç Birliği Platformu olarak devletin bu Politikalarına karşı tek dil değil, çok dil; tek millet değil, çok millet; tek din değil, çok din; savaş değil barış diyoruz. 


Bizler; tüm ezilenler, yok sayılanlar, baskı altında tutulanlar, farklı ulus ve dinlere sahip oldukları için katliamdan geçirilenler, cezaevinde ölümle karşı karşıya bırakılanlar için; demokrasi, özgürlük ve eşitlik talep ediyoruz."


Almanya Demokratik Güç Birliği Platformu'nda şu kurumlar yer alıyor:


- AABF (Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu)
- YEK-KOM (Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu)
- TÜDAY (Türkiye-Almanya İnsan Hakları Derneği)
- ATİF (Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu)
- AGİF (Almanya Göçmen  İşçiler Federasyonu)
- ADHF (Almanya Demokratik Haklar  Federasyonu)
- DİDF (Demokratik İşçiDernekleri Federasyonu)
- ÖDA (Özgürlük ve Dayanışma Almanya)Avrupa
- Barış Meclisi
- Devrimci Proletarya (Yaşanacak Dünya Gazetesi)
- Avrupa Dersim İnisiyatifi
- KOMKAR(Avrupa Kürdistan Dernekleri  Konfederasyonu)
- Anadolu Federasyonu
- FEDA (Demokratik Alevi Federasyonu)
- Liwa İskenderun İnisiyatifi
- CENI (Kurdisches Frauenbüro für Frieden)
•  FKE (Almanya Ezidiler Federasyonu)
•  YXK (Kürdistan Öğrenciler Birliği)
•  ZAVD (Almanya ve Orta Avrupa Asuri Federasyonu)
•  Dersim-Gesellschaft für Wiederaufbau (Dersimi Yeniden İnşa Cemiyeti)
•  ASP  (Avrupa Sürgünler Platformu)

Altan Tan: 'Yunan Ankara Önüne Geldiğinde Eşittik, Şimdi mi Eşit Değiliz'?


BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler'in, "Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit olamaz" sözlerine, "Yunan, Ankara Polatlı önlerine geldiğinde eşittik de sonra mı eşit olmadı hanımefendi" diyerek karşılık verdi.

BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Hafize İpek, PM üyesi İnan Kızılkaya ile birlikte Cumartesi günü düzenlenecek BDP kongresi için halka katılım çağrısı yaptı. Konuşmalardan sonra, CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler'in TBMM'de ana dilde savunmaya imkan tanıyan tasarının görüşmeleri sırasında, "Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit olamaz" sözlerinin hatırlatılması üzerine BDP'li Tan, şöyle dedi:

"Türk ve Kürtler'in eşit olmadığıyla bir milletvekilinin verdiği ve kamuoyunu meşgul eden bir beyenatı var. Ben şu bu sözlere şu cevabı vermek istiyorum. Yunan, Ankara Polatlı önlerine geldiğinde eşittik, ondan sonra mı eşit olmadık hanımefendi. Açsın biraz tarih okusun. 1'inci Büyük Millet Meclisi zabıtlarına bir baksın, alsın okusun. Milletvekilidir kendisi. Ankara'da var hepsi, kim kiminle eşittir, kim kimle kardeştir, kim kimle ne yaptı? Orada hepsi var. Eğer kendinde yoksa, ya da ulaşamıyorsa, ben ona gönderirim."

BDP Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, yıllardan bu yana gördükleri baskıya rağmen halen dimdik ayakta olduklarını belirterek, şöyle devam etti:

"İktidar partisi dahi olsaydı bu kadar baskıya, gözaltılara ve tutuklamalara dayanamazdı. Ama biz gücümüzü halktan aldığımız için dimdik ayaktayız ve olmaya da devam edeceğiz. Yarım saat önce KCK ana davasında tutuklu milletvekilleri, belediye başkanları ve parti meclisi üyelerimiz yargılanıyor. Yaklaşık 9 bin partili arkadaşlarımız tutuklu olarak yargılanıyor. Her şeye rağmen partisine sahip çıkan halkımızın Cumartisi günü Seyrantepe Spor salonunda yapılacak kongreye de sahip çıkacağını düşünüyorum."

ANF

Meçhul Gazetecilerin Fehmi Koru’ya Soruları



VEYSİ SARISÖZEN, BRÜKSEL

Bu saate kadar bekledim.

Neyi bekledim?

“Acaba bir gazeteci Fehmi Koru’ya 22 Ocak tarihinde ‘Taha Kıvanç’ namıyla yazdığı yazısıyla ilgili bir soru soracak mı?” diye bekledim.

Yok. İki gündür kimsenin umurunda değil.

Konuya girmeden, durumu daha iyi anlatabilmek için, şöyle bir durumun ortaya çıktığını varsayalım:
Diyelim ki, ben, Özgür Gündem’deki köşemde, şöyle bir laf etseydim:

“Fransa ise vereceği mesajı bekletmiş oluyor…Dostuma göre, Fransız polisinin cinayete dönük açıklaması, başını ağrıtan ‘Sakine Cansız fraksiyonunu’ bitirmek için PKK’nin şimdiye kadar direndiği yönteme nihayet başvurmasına Françoise Hollande yönetiminin desteği veya karşı çıkışı anlamına gelecek.”

Ne olurdu?

Kürt dostlarımın bana ne diyeceklerini bir yana bırakın… Yerin yedi kat dibinde olsam, AKP medyası, hiç bir özel bilgiye sahip olmadığımı bile bile  peşime düşer, o en dipteki yedinci kattan beni en yukarıya çıkarır ve sorardı:

“Demek ki PKK bu cinayetleri işlememek için direnmiş, ama sonra işlemiş, siz bu sözlerle Paris cinayetinin üstündeki perdeyi de çekmiş bulunuyorsunuz, cinayet konusunda bilgili olduğunuz görülüyor, bize daha detaylı olarak gelişmeleri anlatır mısınız? Daha önce direndiğine göre, PKK’yi bu cinayeti işlemeye kim teşvik etmiş olabilir?”

Evet ben böyle acayip bir şey yazsaydım, müthiş sansasyon olurdu. Ama sadece sansasyon olurdu. Çünkü devlet, MİT, polis, yani bizleri izleyen kurumlar, benim bu yazdıklarıma aldırmazdı. Benim bu tür işlerin perde gerisini bilmemin imkansız olduğunu bildikleri için yazdıklarımı ciddiye almazlardı. Olay da, benim Özgür Gündem’deki yazı “hayatımın” son bulması, Kürt halkının da hep bir ağızdan bana  “yuh” çekmesi ile kapanır giderdi.

BÜYÜK İFŞAAT


Ama iş Fehmi Koru’ya gelip dayanınca, bu, hiç de basit bir “gevezelik” olarak ele alınamaz. Benden farklı olarak Fehmi Koru belli ki, Hükümet ve devlet çevreleriyle içli dışlı bir yazar. Ben örneğin PKK Önderiyle ya da KCK Yürütme Kurulu Başkanıyla görüşemem, ama o Başbakan’la da, Genelkurmay Başkanıyla da görüşür. Yani Fehmi Koru “içerden bilgi” alabilen bir gazetecidir. İşinin de ehlidir.


O halde?

O halde Fehmi Koru’nun şu sözleri ne anlama gelmektedir, tekrar yazalım:

“Fransa ise vereceği mesajı bekletmiş oluyor…Dostuma göre, Fransız polisinin cinayete dönük açıklaması, başını ağrıtan terörü bitirmek için Türkiye’nin şimdiye kadar direndiği yönteme nihayet başvurmasına Françoise Hollande yönetiminin desteği veya karşı çıkışı anlamına gelecek.”

Burada Fehmi Koru, gerçek hayatta olmayan “dostunun” ağzından, akıllara durgunluk verecek bir ifşaatta bulunmuştur. Bu ifşaata göre, “Türkiye şimdiye kadar direndiği bir yönteme nihayet başvurmuştur.”

Bu “yöntem” nedir? Elbette Paris’te üç Kürt kadınına karşı uygulanan “suikast yöntemidir.”

Böylece Fehmi Koru, Hükümet’in “yarı resmi organı” Star Gazetesinde ortaya “dostunun ağzından” böyle müthiş bir iddia artmıştır.

Sizce bu “haber değeri” taşımıyor mu? Hükümet’in yarı resmi organı Star’ın başyazarının sofistike bir üslupla yaptığı bu “ifşaatın” hiçbir önemi yok mu?

Gazetecilik, “kimsenin gözünün yaşına bakmama” mesleğidir. Sizden olsa da, bir gazeteci böyle bir cümle kurduğu zaman, siz artık onu “ahbabınız” olarak değil, “haber özneniz” olarak göreceksiniz. Ve şu soruları bu “haber öznesine” soracaksınız:

“Yazınızda suikast yöntemine Türkiye’nin daha önce direndiğini söylüyorsunuz? Bu anlatımınız, birilerinin Türkiye’yi böyle bir ‘suikast yöntemine’ zorladığını gösteriyor, acaba kim Türkiye’yi PKK liderlerine karşı ‘suikast yöntemini” kullanması için teşvik ediyor?”

Muhtemelen Taha Kıvanç kılığındaki Fehmi Koru, “bu soruyu bana değil ‘dostum’a sorun” diyerek konudan kaçacaktır.

O kaçsa da, gazeteci kovalayacaktır.

ABD'NİN SUİKAST ÖNERİSİ


“Sizin anlatımınızdan, biz şu sonuca varıyoruz, ABD Türkiye’yi PKK liderlerine karşı suikast yöntemi kullanmaya teşvik etmiş, ancak Türkiye buna direnmiş, ama şimdi nihayet Paris’te bu yönteme başvurmuştur; doğru mu anlıyoruz?”

Elbette Fehmi Koru, size, iki nedenle yanıt vermeyeceğini söyleyecektir; “birincisi diyecektir, bu yazıyı ben değil Taha Kıvanç yazdı, ikincisi, o yazıda bu cümleyi Taha Kıvanç değil, onun ‘meçhul dostu’ söylemiş…”

Siz gazeteci olarak “kimmiş bu dost?” diye sorduğunuz zaman, Fehmi Koru bir kaşını yukarıya kaldırarak, size, “Taha Kıvanç’ın yerine konuşmak istemem ama, yine de söyleyeyim, Taha Kıvanç’ın dostum dediği kişi onun haber kaynağıdır ve siz de kabul edersiniz ki, gazeteciler haber kaynaklarını açıklamak zorunda değillerdir…”

Eğer iyi bir gazeteciyseniz, bu “müthiş” savunmaya aldırmaz ve sorduğunuz soruyu ısrarla sormaya devam edersiniz:

“Biz sizin anlatımızdan, Türkiye’nin ‘suikast direnişine” bir süre direndiğini, ama sonunda Paris’te bu yöntemi kullandığını ve Türkiye’yi bu suikast yöntemine heveslendirenin ABD olduğu sonucunu çıkarıyoruz…”

Fehmi Koru “ispat edin, ben böyle bir şey söylemedim” diyebilir. Siz gazeteci olduğunuz için hemen iç cebinizden birinci belgeyi çıkarırsınız:

“Sayın Koru, ABD’nin Avrupa’daki Kürt siyasetçileriyle ilgili operasyon hazırlığı içinde olduğu daha önce, Wikiliks belgelerinde kanıtlandı. Buna göre, 2007 yılında ABD’nin Büyükelçisi  Ross Wilson’un şu ‘kriptolu’ raporu merkeze gönderdiği ortaya çıktı. Lütfen dinleyiniz:

“Avrupalılarla çalışmamıza daha ciddi eğilmeliyiz. Şimdi çabalarımızı iki üst hedef, Rıza Altun ve Sakine Cansız'ın belirlenmesi ve üzerlerine gidilmesi konusunda odaklanmalıyız. Bu iki teröristin hapsedilmesini sağlamak için Avrupa'daki yasa uygulayıcısı ve istihbarat muhataplarımıza en kapsamlı dosyaları sunarak yardımcı olabiliriz."

“Sayın Koru, acaba ABD istihbarat kurumları, Rıza Altun’u ele geçiremeyince, Türkiye’yi Sakine Cansız’a karşı, daha önce ‘direndiği’ yöntemi uygulamak üzere teşvik etmiş olamaz mı?”

Fehmi Koru, “bu gibi işler olsa olsa casus romanlarında olabilir, biz ise roman yazmıyoruz” diye bir kaçamak cevap verecektir. Olsun siz diretin. Ve şöyle konuşun:

 ERDOĞAN'IN 'MAZERETİ

“Yazınızdan anladığımıza göre, ABD Türkiye’ye PKK’li şahsiyetlere karşı ‘suikast yöntemi’ kullanmayı önermiş, ama Türkiye buna bir süre ‘direnmiş’, sonra Paris’te nihayet bu yöntemi uygulamıştır; biz bu ABD önerisinin ‘herkes tarafından bilinen bir sır’ olduğunu, Amerikalıların dobra dobra konuştuğunu biliyoruz. Örneğin aşağıdaki belge, sizin yazınızı doğruluyor. Lüten sizin de gazetenizde yayınlanan şu haberi dinleyiniz:”

“Büyükelçi Ricciardone, “El Kaide lideri Usame Bin Ladin’i yakalayan ABD nasıl oluyor da PKK’nın yönetim kadrosundaki Murat Karayılan ve diğerlerinin yakalanmasında Türkiye’ye gerekli yardımı yapmıyor?” sorusu üzerine şöyle konuştu:

“Türk hükümetiyle PKK ve Kandil konusundaki tüm istihbarat bilgilerini paylaşıyoruz. Daha da fazlasını önerdik. Bin Ladin’in yakalanmasında, çoklu disiplinli yaklaşım sergiledik. İleri teknolojiden, özel harekattan, kolluk kuvvetlerinden yararlandık. Türk hükümetine de PKK ile mücadele konusunda önerimiz oldu, kullandığımız taktik-teknik-prosedürleri paylaşmayı önerdik. Ancak Türk yetkilileri mücadelelerini yasalara, deneyimlerine göre yapıyor. Biz daha da yakın şekilde çalışmaya hazırız. Şu ana kadar PKK’yı askeri açıdan yenememiş olmamız hem Türkiye’nin hem ABD’nin üzüldüğü bir konu.”  (17 Ekim 2012…)

Ve ekleyin:

“Gerçekten de müthişsiniz üstadım, sizin de dediğiniz gibi, Amerikan Elçisi Türkiye’ye ‘suikast yöntemi’ öneriyor; ama yine Elçinin ifadesiyle Türkiye mücadelelerini ‘yasalara’ göre yürüttüğü için, bu öneriye ‘direniyor’…Belgeler sizin  tezinizi doğruluyor…”

Fehmi Koru, sizin bu övgünüzü elbette kabul etmeyecektir, “estağfurullah, diyecektir, tez benim tezim değil, hatta Taha Kıvanç’ın da değil, ama onun ‘dostunun’ tezidir…”

Boş verin. Her kulağı kesik gazeteci böyle konuşur. Fehmi Koru’yu hafife almak doğru olmaz…

Siz duymamış gibi yapın ve devam edin:

“Sizi tebrik ediyoruz. Çünkü, sizin de dediğiniz gibi, PKK’li şahsiyetlere karşı ‘suikast yöntemini’ Türkiye’ye ABD önermiş, Türkiye bir süre direnmiş, ‘en nihayet şimdi’ bu öneriyi hayata geçirmiş…Gerçekten sizin gazetenizin de yazdığı gibi, Başbakan Erdoğan, ABD’nin bu kadar teknik, istihbari yardımına rağmen Karayılan ve arkadaşlarını neden bir türlü öldüremediklerini şöyle açıklamıştı: ‘Bin Ladin bir evde kalıyordu, PKK ise mağaralarda.’ Sanki ABD Türkiye’den hesap sormuş, Başbakan da işte bu ‘mazeretle’ kendini savunmuştu…Nitekim ABD Genelkurmay Başkanı’na ‘sizin önerinize rağmen Başbakan böyle diyor, buna yanıtınız nedir?’ sorusu sorulunca, Orgeneral Dempsey şu yanıtı vermişti:

“Biz ortaklarımıza teklif ederiz ve Türkiye, sadece ikili bir ortak değil, NATO ittifakımızın bir parçası. Bazen önerilerimizi kabul ederler, bazen etmezler. 23 Ekim 2012.”

Ve siz Fehmi Koru’ya şu soruyu sormakta yerden göğe kadar haklı olurdunuz:

“Sayın Fehmi Koru, acaba hükümet, dağda mağaralarda yaşayanları öldüremeyince, Fransa ve Almanya’da ‘evlerde’ yaşayanları mı ABD’nin önerdiği yöntemle katletme kararı verdi? Acaba eski TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in ‘benzer suikastların Almanya’da da yaşanacağı’ sözleri bu yeni kararın bir parçası mı?”

Elbette Fehmi Koru artık sizi dinlemeyecektir. Ama şöyle bir şey diyebilecektir:

“Ben de, Taha Kıvanç da, Taha Kıvanç’ın dostu da, biz hepimiz, bildiğiniz gibi medya içinde Kürt sorununa ‘liberal/muhafazakar’ pencereden bakıyoruz; Taha Kıvanç’ın dostu, muhtemelen, içinde ‘eski savcı’ların da yer aldığı ‘derin devletin’ içindeki yaklaşımdan söz etmiş olabilir. Yani bu çevreler, PKK liderlerini görüldükleri yerde öldürmeyi Türk devletinin ‘hakkı’ olarak görüyorlardır.”

STAR VE BUGÜN'E SıĞMAYAN MIZRAKLAR

Şaşırmayın. Hemen arşivi açın ve Bugün yazarlarından, eski savcı Gültekin Avcı’nın 14 Ocak 2013 tarihli yazısının başlığını okuyun: “Türk gladyosu vursa ne fark eder?”

Evet, adam fütursuz.

Fehmi Koru’ya “Taha Kıvanç’ın dostu muhtemelen doğru” söylemiş dedikten sonra, onun da hafızasını tazelemek için, yine Hükümet yanlısı Bugün Gazetesinin en önemli yazarı olan Gültekin Avcı’nın yazısını birlikte okuyun:

“Hakikatte İmralı süreci kamuoyuna açıklanmadan aylar önce başlamıştı.

Bu süreçte Türk güvenlik birimleri PKK'lıları imha etmeye devam etti.

Son olarak PÖH ve JÖH birimleri geçen hafta -kış ortasında- Lice-Hani bölgesinde operasyon yaptı ve içlerinde Diyarbakır sorumlusunun da olduğu 10 PKK'lıyı imha etti.

Şu halde devam eden İmralı müzakere sürecini Türk güvenlik birimleri sabote mi etmiş oldu?
Gelelim Paris'teki 3 terörist kadının infazına.

KCK hiyerarşisindeki PKK Yürütme Komitesi ve YJA Star Ana Karargâh, konu hakkında 11 Ocak'ta yazılı açıklama yaptılar.

Her iki terör ünitesinin açıklamasındaki ortak nokta, 3 teröristin infazında faturayı Türk gladyosuna kesmeleriydi.

Teslim olmazsa vurur

Uluslararası güçler ve Türk gladyosunun ortak operasyonuymuş!

Gayem Türk gladyosunu değil, aklı savunmak.

Güvenlik birimleri Sakine Cansız'ı Diyarbakır şehir merkezinde veya kırsalda görseler almazlar mıydı veya silahlı direniş gösterirse vurmazlar mıydı?

Bırakın Türk gladyosunu, bugün polis veya asker, Fehman'ı, Karayılan'ı, Cemil Bayık'ı, Duran Kalkan'ı, Mustafa Karasu'yu veya Ali Haydar Kaytan'ı kırsalda değil şehir merkezinde yolda bile görse teslim olmadığı takdirde vurur.

Görevinin gereği budur.

Bu halde İmralı sürecine sabotaj mı?

TSK'nın ve polis teşkilatının görevi, gerektiğinde dünyanın herhangi bir bölgesinde, KCK unsurlarını teslim almak veya etkisiz hale getirmektir.

Kaldı ki Türkiye Avrupa'daki KCK yuvalanmasını tasfiye etmek için likidasyon ajanları da görevlendirebilirdi.
ABD'nin Bin Ladin tarzı dediği nokta operasyonlardır bunlar.

Türk istihbarat ve güvenlik birimlerinin zaten görevi olan bir konuyu, Türk gladyosuna fatura ederek müzakere sürecinin sabote edilmesinden söz etmek divaneliktir.”

Evet…Adam Paris cinayeti için, aynen “ABD’nin Bin Ladin tarzı dediği nokta operasyonladırıdır bunlar” demiş bulunuyor. Fehmi Koru da Türkiye’nin bu “nokta operasyonlarına” önce “direndiğini”, ama “nihayet bu yönteme başvurduğunu” yazıyor.

Hükümet yanlısı Star ve Bugün gazetelerinde Paris cinayetlerinin Türk devlet güçlerince işlenmiş olduğuna dair bu iki yazı, tarihsel bakımdan büyük önem taşıyor.

Mızrak Star ve Bugün gazetelerinin çuvalına sığmamış…Ve meşhur lafı uyarlayalım: Mızrakların üzerinde uzun zaman medyatörlük yapamazsınız…

Demirtaş: Bıçak Sırtı Bir Dönemdeyiz


Partisinin Diyarbakır'da gerçekleştirdiği dayanışma yemeğinde konuşan BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, “Bizler açısından bıçak sırtı bir dönemi ifade eden şu günlerde bu dayanışma bizler açısından çok önemlidir” dedi. AKP Hükümeti’nin yaklaşımlarını eleştirerek Demirtaş, “Madem bizden fazla Kürtleri temsil ediyorsun. Kürtler, 'önderliğim' dediğini özgürleştirmek istiyor. Sayın Öcalan’ı serbest bırak o zaman. Kürtler özerklik istiyor. Bizden daha fazla seviyor ve temsil ediyorsan Kürtleri, buyurun Kürtlere özerklik verin” dedi.

BDP Diyarbakır İl Başkanlığı, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın da katılımıyla Demirok Tesisleri’nde geleneksel dayanışma yemeğini gerçekleştirdi.

BDP Milletvekili Altan Tan, BDP PM üyeleri, BDP İl ve ilçe yöneticileri, Barış Anneleri, Tuhad-Der, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, ESP, Diyarbakırlı işadamları ve birçok sivil toplum örgütünün de katıldığı yemekte, BDP Amed İl Başkanı Zübeyde Zümrüt, yemeğe katılanlara kendilerini yalnız bırakmadıkları için teşekkür etti.

BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, sözlerine böylesi bir dayanışma yemeğinde konuklarla bir arada bulunmaktan onur duyduğunu söyleyerek başladı.

“Bizler açısından bıçak sırtı bir dönemi ifade eden şu günlerde bu dayanışma bizler açısından çok önemlidir” diyen Demirtaş, şöyle konuştu: “Bu parti bazı partiler gibi beş yıldızlı otellerin salonlarında kurulmuş, orada tasarlanmış, programı oralarda yazılmış bir parti değildir. Kuruluş aşamasından, kurulduğu ilk günden bu yana sokakta, mahallelerde tartışılmış, halkın emeği, dişi, tırnağı ile mücadelesi ile var olmuş bir partidir. Ve bu partiyi bu güne taşıyan inanç, kararlılık da böylesine kutsal bir emektir.  On binlerce yoldaşımızın, değerimizin canı üzerine, yüzbinlerce insanımızın gördüğü işkence, zulüm üzerine, milyonlarca insanımızın kendi topraklarından sürgünü, zorla göç ettirilmesi üzerine oluşturulmuş bütün değerlerin bileşkesidir partimiz. Ve bu parti ile böylesi bir dayanışmada bulunmak siyasi dayanışmanın da ötesinde ahlaki, insani bir duruştur. Kürt olmanın da ötesinde insan olmanın ne kadar erdemli bir tavırla ortaya konulduğunun göstergesidir."

BDP’ye destek sunan, dayanışmada bulunan hiçbir kimsenin özgürlük ve kardeşlik dışında bir beklentisi olmadığını belirten Demirtaş, “Belki kişisel olarak götürüsü vardır ancak getirisi yoktur. Bu parti ile dayanışmak, mücadele etmenin bedelleri ağırdır” dedi.

Ödenen ağır bedellere rağmen 1990’lardan bu yana BDP’yi bu günlere taşıyan başta özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler olmak üzere dayanışma gösteren herkese teşekkürlerini sunan ve özgürlük mücadelesi şehitlerini saygıyla andığını ifade etti. Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “İnanın bugünlerde yaptığımız yapacağımız her şey, attığımız atacağımız her adım, söylediğimiz söyleyeceğimiz her söz artık sadece bizimle ilgili değil, çocuklarımızla, torunlarımızla onların torunlarıyla ilgilidir. Biz bu dönemin siyasetçileri, bu dönemin sorumluluğunu yüklenmiş her bir insanımıza, dostumuza, kardeşimize, yoldaşımıza düşen şeyin tarihi bir vebal olduğunu farkında olarak siyasetimizi yürütüyoruz.  Biz artı yüz yıllık baskı, sömürge, inkar, asimilasyon tarihi, bu gidişatı değiştirmiş ve kendi geleceğini, kendi kaderini özgürlük çizgisinde yazmaya karar kılmış bir halksak işte o yazının yazılacağı günlerden geçiyoruz.

Bugün bizler bu salonda yakın geleceğimizi tartışırken, Kürt sorununun geleceğine ilişkin dayanışmamızı gösterirken yakın geçmişimizi, tarihimizi de unutmadan hareket etmek zorundayız. Karşımızdaki muhataplarımızın ne yapmak istediklerini, siyasi hamlelerini, niyetlerini, amaçlarını unutmadan adımlarımızı atmak zorundayız."

‘BİZ SÜTTEN DEFALARCA AĞZI YANMIŞ BİR HALKIZ’

“Biz sütten defalarca ağzı yanmış bir halkız” ifadesini kullanan Demirtaş,  Kürt halkının Osmanlı’dan bu yana oynanan oyunlardan ve bu deneyimlerden yola çıkarak siyaset yürüttüğünü söyledi.

Demirtaş şöyle devam etti:  “Bizim tüm halkımızdan ve bize güvenen tüm dostlarımızdan ricamız şudur; siz ne kadar politik bir birinize inançlı, kararlı ve bağlıysanız bu halkın tüm öncüleri, önderliği, hareketi, partisi de aynı şekilde halkına bağlıdır. Halkın talepleri, halkın özgürlük talepleri dışında asla tek bir adım atmadı atmayacaktır. Biz bu güne kadar bu güven ilişkisi ile geldik. Şimdi dikkat edin özellikle bizimle muhatap olmak isteyenler bu güven ilişkisini sorgulamak, bu güven ilişkisinde kafa karışıklığı yaratmak üzere bir suni tartışma ortamı sunuyor. Tüm bunlara karşı halkımızın dikkatli olması gerekiyor. Biz bu günlere bir birimize güvenerek geldik. Kürt halkını rencide edecek, bütün o bedelleri ödemiş, değerleri yaratmış ailelerimizi rencide edecek tek bir çözümün asla ama asla ne tarafı ne destekçisi olmayız. Bu konuda halkımızın içi eminim rahattır. Bu kadar örgütlü bu kadar politikleşmiş bir halkın artık kendi eliyle, öz gücüyle çözümü yaratması da geçmişe nazaran çok daha mümkündür. “

‘GELİNEN NOKTA ÖNEMLİ BİR ADIMDIR’

İmralı’da  Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile hükümet heyeti arasındaki görüşmelere de değinen Demirtaş, görüşmelerin Türk devleti olarak değil AKP Hükümeti olarak yapıldığını ifade ederek Türk Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Biz adaya heyet gönderdik” ifadesini de hatırlattı. Demirtaş şunları söyledi: “Başbakan olarak gönderdiysen siyaseten arkasında dur o zaman. Devlet heyeti demekten çıkaralım bunu. Bu bir siyasi heyet siyasi irade ise, arkasında bir siyasi irade varsa bunu da artık açıkça ifade etmekte bir sakınca olmaması gerekir. Bu bizim arzuladığımız, talep ettiğimiz bir gelişmeydi. Biz bu gelişmenin bu noktaya gelmesi için az bedel ödemedik. Belki bu salonda hakkında soruşturma açılmamış hiçbir kimse yoktur. Sırf müzakereler başlamalıdır ve Sayın Öcalan’da müzakerelere dahil edilmeli, onunla görüşülmelidir. O Kürt sorunun da en önemli muhatap, aktördür dediği için herhalde bu salonda cop yemeyen, ceza almayan, gözaltına alınmayan, hakaret görmeyen hiç kimse kalmamıştır. Yüzbinlerce insan sırf bunu söylediği için yargılandı. Bu nedenle gelinen nokta bir lütuf değildir. Gelinen nokta tüm bu halkın, milyonların taleplerinin, beklentilerini makul bir çerçevede karşılanmış olmasıdır. Biz bu nedenle bunu küçümsemiyoruz ve küçümsemeyeceğiz. Bu önemli bir adımdır. Kamuoyunun gözü önünde şeffaf bir şekilde İmralı’da Sayın Öcalan ile görüşüyoruz demek gelinen aşama itibarıyla önemlidir. Fakat bu kadar bedel ödenerek gelinen bu önemli gelişmenin heba olmaması için yine doğru adımı atmak gerekir. Biz ilk günden bu yana sabırlı davrandık. Ve barışın kıymetini bilen bir halk ve onun temsilcileri olarak bundan sonra da sabırlı davranacağız” diye konuştu.

KÜRT HALKI ZOR OLANI BAŞARIYOR

Hükümet kanadından yapılan açıklamaları tahrik edici olarak değerlendiren BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş,  “Eğer barışta cesaretiniz yoksa bu işi tahrik ederek bir yerde koparma niyetiniz varsa, bundan daha kolay olanı yoktur. Zor olan sabırlı davranarak barış adımlarını kalıcı bir şekilde, karşılıklı güven oluşturacak bir şekilde atabilmektir. Bizim halkımız işte bu zor olanı başarıyor” dedi.

Yapılan operasyonlara ve gelen ölüm haberlerine rağmen Kürt halkının, anaların barış çığlıklarını yükseltmeye devam ettiğini ve bunun onurlu bir duruş olduğunun altını çizen Demirtaş, “Kürtler artık bu kadar örgütlü politik bir halk olarak dünyanın tüm güçleri bir araya gelse de ne kandırılacak bir halktır ne tasfiye edilebilecek ne de taleplerinden vazgeçirilebilecek bir halktır. Bu konuda öz güvenimiz, inancımız, kararlılığımız tamdır” diye kaydetti.

‘KURUMLARIMIZA YAKLAŞIMDA CİDDİYET İSTİYORUZ’

BDP ve DTK’nın yönetim ve karar mekanizmaları olan birer kurum olduğunu söyleyen Demirtaş, görüşleri farklı olsa da her partinin saygınlığı olduğunu ve partilerinin tüzel kişiliğinin hiç partiden daha aşağı olmadığını ve böyle bir yaklaşımı asla kabul etmeyeceklerini belirtti. Demirtaş, “Bu kadar zorluklarla var edilmiş bir partiyi kurumsal olarak dikkate, ciddiye almayan bir anlayışı biz asla ciddiye almayız” ifadelerini kullanarak BDP ve DTK’nin sürecin içinde olması gerektiğini vurguladı.

Demirtaş, “Biz yüzyıllık bir sorunu çözeceksek, buna niyetiniz varsa bu konuda ciddiyetiniz varsa muhataplıkta da ciddiyet görmek istiyoruz. Kurumlarımıza yaklaşımda ciddiyet istiyoruz. Bu sorun Ali, Veli, Ayşe üzerinden değil kurumlar üzerinden çözülür” dedi ve AKP Hükümeti’nin yürüttüğü tartışmalara dikkat çekti.

DEMİRTAŞ: SAYIN ÖCALAN’I SERBEST BIRAK O ZAMAN

“Biz Kürt sorunun çözümünde muhataplardan biriyiz” diyen Demirtaş,  “Katkı sunmamız isteniyorsa halkımızdan aldığımız güç ve destekle bunu yapmaya hazırız. Ama hayır biz BDP ve DTK’nin desteği olmadan çözmek istiyoruz deniliyorsa, bunu da engellemeyiz" diye kaydetti. Demirtaş, hükümete şöyle seslendi: "Madem bizden daha fazla Kürtleri temsil ediyorsunuz, siz kendi içinizden Kürt vekilleri seçip İmralı’ya gönderin çözebiliyorsanız çözün biz engel olmayız. Bir deneyin bakalım, ama yok ne buna gücünüz, ne iradeniz, ne temsil etme kabiliyetiniz ne de buna cesaretiniz var gerçeğini kabul ediyorsanız o halde bizim kurumlarımıza saygı duyun. Ben Kürtlerden daha fazla oy aldım diyorsan buyur o zaman elini tutan mı var? Kürtlerin talepleri belli, anadilde eğitim istiyorlar. Madem bizden fazla Kürtleri temsil ediyorsun bizden daha fazla sahip çık Kürtlerin anadilde eğitim talebine. Kürtler, Önderliğim dediğini özgürleştirmek istiyor, Sayın Öcalan’ı serbest bırak o zaman. Kürtler özerklik istiyor. Bizden daha fazla seviyor ve temsil ediyorsan Kürtleri, buyurun Kürtlere özerklik verin."

‘HEM DEVLETİ HEM KÜRTLERİ TEMSİL MÜZAKERENİN RUHUNA AYKIRIDIR’

AKP Hükümeti’nin müzakere masasının iki tarafına da kendisinin oturmak istediğini ifade eden Demirtaş, “Ben hem devleti temsil ediyorum hem de Kürtleri temsil ediyorum diyor. Bu nasıl bir masadır? İki tarafında da ben oturacağım diyor. Böyle müzakere olur mu? Bir tarafta sen olacaksın bir tarafta yüz yıldır inkar edilen Kürtler olacak. Sen Kürtlerden de oy alıyorsun saygı duyuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil ediyorsun saygı duyuyoruz. Ancak aynı zamanda Kürtleri de temsil ediyorum demek müzakerelerin ruhuna aykırıdır. Bu tartışmaların doğru rotaya oturması için uğraşıyoruz. Müzakere başlamış değil. Sayın Öcalan ile devlet heyeti bir masa kurdu. Ancak bu masada görüşmelere henüz başlanmadı. Başlasın istiyoruz. Bin bir zorlukla, artık akan kan dursun, sorunlarımızı konuşarak çözelim diye kurulduysa masanın hakkını verelim istiyoruz. O yapılması gereken, bu masa etrafında oturması gereken herkese bir sandalye bırakıp tartışmaları başlatmaktır” diye konuştu.

DEMİRTAŞ: KÜRTLERİN HAKKININ 1921 ANAYASASI’NDA TESLİM EDİLMESİ GEREKİRDİ

Müzakerelerin lütufla olmayacağının altını çizen Demirtaş, bunun yüz yıl geciken bir hakkın teslim edilmesi olduğunu söylediği konuşmasının devamında, “O 1921’de kurulması gerekirdi. Kürtlerin hakkının 1921 Anayasası’nda teslim edilmesi gerekirdi. Şimdi yüzyıl sonra kurulmuş bir masa nedeniyle Kürtlere lütufta bulunulmuş, sadaka veriliyormuş gibi bir tavrı kabul etmeyiz. Siz barışmak istediğinize, onun temsilcisine hakaret edemezsiniz. İki kişi arasında bile bir barış sağlayacaksanız, bir birinize saygı duymak zorundasınız. Onun haysiyetine, şerefine, onuruna saygı duymak zorundasınız” dedi ve Şeyh Şamil’in Rus Çarına esir düşmesini ve Rus Çarı ile diyaloğundan örnek verdi.

AKP Hükümeti’nin onurlu bir barış gereği Kürt halkı ve onun temsilcisi ile saygın bir diyalog kurması gerektiğini kaydeden Demirtaş, “Saygı gösterdiğin ölçüde saygı göreceksin. Barış kanun nizam işi değildir. Anayasa işi değil, ahlak vicdan işidir. Geri kalan teferruattır. Biz eğer barışı konuşacaksak işin ahlak ve vicdan boyutunu atlayarak onurlu bir barış gerçekleştiremeyiz” ifadelerini kullandı.

‘BİZ SAMAN ALEVİ İSTEMİYORUZ’

“Bu tren eğer rayına oturmazsa yürümez. Şuanda trenin lokomotifi rayların dışında bekliyor. Tren gürültü çıkarıyor ama gitmiyor, gitmez de. Çünkü raya oturması lazım, raya oturursa o tren gider artık” diyen Demirtaş, “Şimdi bize, raya gerek yok bu tren asfaltta da gider diyorlar. Gitmez kardeşim. Biz istiyoruz ki süreç sağlam olsun, ayakları yere bassın. Müzakere sağlam başlasın ki sağlam yürüsün” diyerek 1993 yılından bu yana başarısızlıkla sonuçlanan müzakere denemelerini hatırlattı.

Demirtaş, “Biz saman alevi istemiyoruz. Bir hafta, on günlük, bir aylık barış saman alevi yanıp sönsün istemiyoruz” ifadesini kullandığını konuşmasını, “Biz kalıcı bir barış istiyoruz. Her barış girişiminden sonra yeniden taraflar savaşa tutuşuyor ve her seferinde daha fazla kan akıyor. Biz bunu kaldıramayız artık, bu riski göze alamayız” dedi.

TÜRKİYE TOPLUMUNUN YÜZDE 80’İ BARIŞ İSTİYOR

Sabrın tek başına bir işe yaramadığını, akıllı ve cesaretli olmak gerektiği sözlerini tekrarlayan BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, Türkiye toplumunun yüzde 80’nin onurlu bir barış isterken Hükümetin artık bu fırsatı kaçırmaması gerektiğini vurguladı ve kendilerinin buna hazır olduğunu kaydetti.

Demirtaş son olarak, Paris’te 9 Ocak günü katledilen 3 Kürt kadın siyasetçinin cenaze törenin de de Diyarbakır halkının bir kez daha barış mesajını verdiğinin altını çizdi. “Kameralara yansımıyor, görülmüyor ancak gerilla cenazelerinde analar babalar evlatlarının parçalanmış cenazelerini mezara koyarken barış mesajı veriyor” diyerek sözlerini tamamladı.

ANF

Türk Devletinin Serêkaniye’deki Planının İspatı


Batı Kürdistan’ın Serêkaniyê kentinde silahlı gruplar ile Halk Savunma Birlikleri (YPG) arasındaki çatışmalar 8’inci gününde devam ederken, YPG karşısındaki silahlı grupları bizzat Türkiye örgütlüyor. ANF’nin ulaştığı bilgilere göre, Serêkaniye’de öldürülen çete üyelerinden biri Diyarbakır’ın Hani İlçesi’nden getirilen 7 kişiden biri. Öldürülen Mahmut Akyıldırım adlı kişinin Hani’deki ailesini arayan kişiler, aileden oğullarının cenazesini almalarını istedi. 

Suriye’de başlayan devrim sürecinde ortaya çıkan halkların iradesi ile birlikte, statülerini ve çıkarlarını kaybedeceklerini düşünen bölge ve uluslararası güçler her fırsatta bu iradeyi kırma planlarını hayata geçirme peşinde. Bu güçlerin başında ise Türkiye gelmekte. Özgür Suriye Ordusu mensuplarını Adana ve Hatay gibi kentlerde askeri kamplarda eğiten, Antalya, İstanbul ve Urfa’da ise muhalifleri toplayarak, her fırsatta Batı Kürdistan’da ortaya çıkan halk iradesini kırma çabası içinde olan Türkiye, son olarak da sınır ötesi operasyon kararını meclisten çıkarmıştı. Bu karardan sonra, silahlı grupların Kürt bölgelerine yönelik saldırıları başladı. 27 Ekim 2012 tarihinde Batı Kürdistan’ın Efrin kentine bağlı Qestel Cindo Köyü’ne saldıran ve Türkmen olduğu belirtilen Emar Dadixi adlı kişiye bağlı silahlı grubun Türkiye’den silah ve mühimmat aldığı iddiaları ortaya atılmıştı. 

BİR GRUP TÜRK YETKİLİ GAZETECİ KILIĞINDA ÇETELERLE GÖRÜŞTÜ

Bu saldırılarda silahlı gruplar sonuç alamazken, 8 Kasım 2012 tarihinde bu defa silahlı gruplar Urfa kentine bağlı Ceylanpınar İlçesi’nden Serêkaniyê’ye geçerek, ''bölgede rejim güçleri var'' diyerek saldırıda bulundu. Ancak 19 Kasım 2012’de bu saldırı halka ve YPG savunma güçlerine dönük oldu. Ağır kayıp veren silahlı gruplar 24 Kasım’da ateşkes istemek zorunda kaldılar, fakat 10 Aralık 2012 tarihinde yeniden saldırıda bulundular. Bu saldırılarda da ağır kayıp veren gruplar yine ateşkes istedi, ancak görüşmeler devam ederken, bir grup Türk yetkilinin gazeteci adı altında Serêkaniye’ye geçerek, silahlı gruplardan saldırılarına devam etmelerini ve bunun karşılığında her türlü desteğin verileceği vaadinde bulunduğu ortaya çıkmıştı. Yine o zamana kadar mayınlı olan ve kimsenin geçmesine izin verilmeyen sınırdan silahlı gruplar rahatlıkla girip çıkabiliyordu ve görüntüleri basına yansımıştı. 

Ortaya çıkan görüntüler ve yapılan açıklamalara rağmen Türk yetkilileri silahlı gruplara yardım ettiğini kabul etmezken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Suriye’deki çatışmalarda yaralananları tedavi ettikleri” mealinde bir açıklamada bulunarak, bir anlamda itirafta bulunuyordu. 

Serêkaniye’de daha önce yapılan görüşmelerde kentten çıkacakları yönündeki anlaşmaya imza atan silahlı gruplar, 16 Ocak 2013 tarihinde bu defa tanklarla kente saldırı düzenledi. 8 gündür devam eden çatışmalarda Türkiye’nin de parmağının olduğu, bu grupları yönlendirdiği ve yardım ettiği yönünde birçok iddia orta atılmıştı. 

DİYARBAKIR’DAN 7 KİŞİ GETİRTİLDİ

Birkaç gün önce ise Diyarbakır’ın Hani İlçesi’nden 7 kişinin Serêkaniyê’ye getirilerek silahlı grupların yanında sivil halka saldırdıkları, Kuzey Kürdistan’da 1990’lı yıllarda halka karşı uygulanan özel savaş yöntemlerini uyguladıkları yönünde bilgiler ortaya çıkmıştı. ANF ise bunları ispatlayan bilgilere ulaştı. Yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre Diyarbakır’ın Hani İlçesi’nde ikamet etmekte olan Raif Akyıldırım adlı yurttaş, kimliği belirsiz kişiler tarafından telefonla aranarak, oğlu Mahmut Akyıldırım’ın 3 gün önce Serêkaniye’deki bir çatışmada öldürüldüğü bildirildi ve cenazesini almaları istendi. Ancak cenazenin nereden alınacağı ise söylenmemiş. Bunun üzerine Raif Akyıldırım’ın büyük oğlu Sabri Akyıldırım, yanına aile çevresinden 3 kişiyi de alarak cenazeyi almak için Ceylanpınar’a doğru yola çıktı. Ailenin cenazeyi alıp almadığı hakkında şimdiye kadar herhangi bir bilgiye ulaşılamadı. 

Serêkaniye’de çatıştıkları netleştirilen diğer 6 kişiden 3’ünün ise Nurullah Avcı, İbrahim Bilge ve soyadı öğrenilemeyen İbrahim olduğu öğrenildi. 

MÜDAHALE İLE YAPAMADIĞINI KONTRA FAALİYETLERLE YAPMAK İSTİYOR

Serêkaniyê’de son günlerde ağır kayıp veren silahlı grupların özel savaş yöntemlerine başvurmaları, Kuzey Kürdistan’da devletin 1990’lı yıllarda kullandığı Hizbul-Kontra faaliyetleri ve faili meçhul cinayetleri akıllara getirdi. Uzmanlar ise, yaşananları “Türkiye’nin Kuzey Kürdistan’da başaramadığını bu faaliyetlerle Rojava’da gerçekleştirerek, buradaki halk iradesini kırmak istediği ve bu yolla giderek müdahale zeminini oluşturma hesaplarını yaptığı” şeklinde yorumladı.

İşte ‘vatansever’ Mahmut Akyıldırım



Serekaniye’de YPG tarafından öldürülen çete üyelerinin arasında bulunan Mahmut Akyıldırım’ın bir ara Diyarbakır’da kurulan askerlerin denetimindeki Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi çevresinden olduğu ortaya çıktı. Akyıldırım’ın daha sonra radikal İslamcı çevrelerle ilişkilendiği ve Türkiye tarafından Batı Kürdistan’a gönderilen 30 kişiden biri olduğu kaydedildi. 

YPG ile Türkiye’nin yönlendirdiği çete güçleri arasında Serekaniye’de çatışmalar sürerken, geçtiğimiz gün YPG güçleri tarafından öldürülen çete üyelerinden birinin Diyarbakır’ın Hani ilçesi nüfusuna kayıtlı Mahmut Akyıldırım olduğu ortaya çıktı.

ANF'nin görüştüğü kaynaklar, Mahmut Akyıldırım gibi en az 30 kişinin Batman ve Bingöl'den Suriye'ye gönderildiğini belirtti. Akyıldırım'ın Bingöllü bir grup ile birlikte uzun süredir karanlık ilişkiler içinde olduğunu belirten bir kaynak, "Diyarbakır'da bir ara Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi vardı. Bu Mahmut daha genç. O Bingöllü grupla birlikte hareket ediyordu. Aralarında Bingöllü, Diyarbakır'ın Çüngüş ilçesinden bazı kişiler de var. Her ortama girebilen kişiler bunlar. Şimdi de radikal İslam adına hareket ediyorlar. Ancak tamamı askerlerin denetimindedir. Bingöllülerden bazılarının Yayladere-Şenyayla bölgelerinde iki yıl önce yapılan operasyonlara askerlerle birlikte katıldıklarını biliyorum. Geçen yıl içerisinde Suriye'ye giden böyle onlarca kişi var. Aynı şekilde batı illerinden getirilip 'cihat' denilerek gönderilen kişiler de var. Bunların tamamı askerlerin kontrolü ve denetiminde yapılıyor" şeklinde konuştu.

Kürt kaynakları Akyıldırım gibi çok sayıda kişinin Türk ordusu ve istihbaratı tarafından yönlendirildiğini ve Batı Kürdistan’da YPG’ye karşı kullanılmak üzere gönderildiğini belirtiyor.


ANF