29 Şubat 2012 Çarşamba

Alman Belgeleri ile Ermeni Soykırımı

İstanbul - Yayınladığı kitaplarla, Ermeni soykırımına ışık tutan Belge Yayınevi, bu kez Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın arşivlerine dayanarak hazırlanmış bir kitabı Türkiye’de okurlarla buluşturuyor.

Haftalık Der Spiegel dergisinin dış haberler servis şefi ve muhabiri, Spiegel-Buck editörü Wolf Gust’un, “Alman Belgeleri- Ermeni Soykırımı 1915-16″ kitabı, Belge Yayınevi tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Uzun yıllardır Ermeni soykırımına ilişkin çalışmalar yapan Gust, kitabı Alman Dışişleri Bakanlığı siyasi arşiv belgelerinden derleyerek hazırladı.

24 Nisan 1915′te Osmanlı İmparatorluğu’nun İttihatçı Hükümeti başkent İstanbul’daki Ermeni toplumunun tüm elit tabakasını toplattı. Bunu birkaç ay sonra Ermeni halkının sistematik imhası izledi. Ölüm yürüyüşü sırasında ve sonrasında birçok insan dağlık bölgelerde ya da Suriye çöllerinde yaşamlarını susuzluk ve açlık nedeniyle yitirdi. O sırada Osmanlı İmparatorluğu’nda 2 milyon kadar nüfusu olan Ermeni halkının yarısından çoğu yaşamını yitirdi. Bu olay 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak tarihe geçti.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin en büyük müttefiki olan Alman İmparatorluğu misyonları, öğretmenleri, subayları, konsolosluk ve elçileriyle, hiçbir yabancı devletin izleyemeyeceği bir şekilde, bu soykırımın ayrıntılarını kayda geçirdi. Öte yandan bazı Alman subayları da Ermenilerin yok edilmesine aktif olarak katıldı.
Wolfgang Gust’un Dışişleri Bakanlığı Arşivinde toplanmış olan raporlardan derlediği belgeler, olayların tam bir görüntüsünü çiziyor. Aynı zamanda Almanların sorumluluğunu da sergiliyor.
Zekiye Hasançebi ve A. Takcan’ın çevirdiği kitabın editörlüğünü ise tutuklu bulunan Belge Yayınevi sahibi Ragıp Zarakolu, Ermeni soykırımına ilişkin önemli çalışmaları olan araştırmacı-yazar Ali Sait Çetinoğlu ile Ahmet Batmaz, Yasemin Gedik, Doğan Akanlı, İrfan Cüre, Toros Sarian, Sena Adalı yaptı.

Kitapda, Alman İmparatorluğu Başbakanı Theobald von Bethmann Hollweg’in “Bizim tek bir hedefimiz var; o da Türkiye’yi bizim yanımızda tutmak. Ermeniler ister yerle bir olsun ya da olmasın, bizim için fark etmez!” sözleri aktarılıyor.

WOLF GUST KİMDİR?

Wolf Gust, haftalık Der Spiegel dergisinin dış haberler servis şefi ve muhabiri, aynı zamanda Spiegel-Buck editörü. 1933′den bu yana serbest köşe yazarı olarak çalışıyor. Eşi SigridGust ile birlikte Ermeni soykırımın belgelerinin derlenmesinde yoğun çalışmalar yaptı. Konuya ilişkin bir de internet portalı (armenocide.net) bulunuyor.

ANF NEWS AGENCY

Meclis’te ‘Kemalistler’ Gerginlik Çıkardı!

Ankara - BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, “Kemalist diktatörlüğün bir huyu var, öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor” sözleri nedeniyle CHP ve MHP, Altan Tan’a Meclis’ten geçici çıkarma ve kınama cezası verilmesini istedi.

Meclis Genel Kurulu’nda, BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, “Kemalist diktatörlüğün bir huyu var, öldürüyor asıyor, işkence kuruyor” sözleri üzerine CHP İstanbul Milletvekili Mevlüt Aslanoğlu, Tan’ın üzerine doğru yürüdü.

Daha sonra verilen aradan sonra kürsüye gelen BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, “Kurtuluş Savaşı’nı sadece Türk halkı vermedi. Anadolu’da yaşayan her vatandaş birlikte verdik. Bu Meclis’i de beraber kurduk. Bu kürsü halkın kürsüsüyle dinleyeceksiniz. Bu Meclis’in kölesi değiliz, bu kürsü özgürdür. Kimse hakaret kastıyla konuşmadı. İstiklal Mahkemeleri’nin arkasına kimse sığınmasın” dedi.

Kaplan’ın sözleri de tepkilere neden oldu ve Genel Kurul’da tansiyon yükseldi. Oturumu yöneten Meclis Başkanvekili Mehmet Sağlam, “Sayın Altan Tan’ın kullandığı tabiri bu Meclis’te zabıtlardan çıkarmamız gerekiyor. Bu özellikle Kemalist diktatörlük sözünün açıklığa kavuşturulması lazım. Lütfen sözünüzü geri alır mısınız. Sayın milletvekilleri lütfen oturun. Altan Bey kürsüye gelin, tamam arkadaşlar oturun, kürsüye gelsin” diye konuştu.

Sağlam’ın sözlerine MHP ve CHP sıralarından, “Özür dileyecek” sesleri yükseldi.

Kürsüye gelen Altan Tan, “Sevgili arkadaşlar aklınıza başınızı alın ve beni dinleyin. Dinle, dinle” dedi.

‘SÖYLEDİĞİM LAFIN ARKASINDAYIM’

Tepkiler üzerine Sağlam, “Sözünü geri alacak, oturun” diye araya girdi. Altan Tan ise “54 yaşındayım. Ağzımdan çıkanı kulaklarım duyuyor. Söylediğim lafın arkasındayım. Bu lafta hiç kimsenin şahsına bir hakaret yok. Hiçbir cumhurbaşkanı hiçbir başbakanın şahsına bir hakaret yok. O dönemle ilgili siyasi tespitte bulundum. Ama kastettiğiniz şahıslarla ilgili hiç kimseye bir hakaretim yok. Siyasi değerlendirmemin arkasındayım” diye konuştu.

Altan Tan sözlerine, MHP ve CHP sıralarından tepkiler gelirken, “Özür dileyecek” sesleri yükseldi. Bazı vekiller de sıraların kapaklarına vurdu.

CHP VE MHP İŞLEM YAPILMASINI İSTEDİ

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, İçtüzüğün 161. Maddesinde ifadesini bulan Meclis'ten geçici olarak çıkarma cezası uygulanmasını ve Altan Tan’ın cezalandırılmasını istedi. Vural, Sağlam’a, “Oylamaya koyun, İçtüzüğü uygulamanızı istiyorum” dedi.

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan da, disiplin işleminin uygulanmasını istediğini belirtti.

Gerginliğin sürmesi üzerine Sağlam, oturuma ikinci kez ara verdi ve grup başkanvekillerini arkaya çağırdı. Aradan sonra Sağlam, Altan Tan’ın daha önceki sözlerle ilgili bir açıklama yapacağını ve özür dileyeceğini söyledi.

Altan Tan, “Hiçbir şahıs hakkında hakaret söz konusu değil” dedi. Sağlam ise “Özellikle Kemalist diktatörlük sözcüğünün zabıtlardan düzeltilmesini şu anda isteyeceğim. Arkadaşımızın bu sözlerini zabıtlardan çıkarıyoruz” diye konuştu.

MUHARREM İNCE: ATATÜRK OLMASAYDI SIĞIR ÇOBANI OLURDUK

Kürsüye gelen CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, “Altan Tan’ın sözlerine itibar etmemek lazım. PKK kontenjanından milletvekili olacaksın, geleceksin Atatürk’ün Meclisi’nde hakaret edeceksin. Haddini bileceksin. Kimsin sen. Atatürk bu Meclis’i kurmasaydı siz milletvekili mi olurdunuz, İngilizlerin gölgesinde sığır çobanı olurduk hepimiz. Be insafsız nerede sen okudun bunu. Bunu nerede okudun sen. Hangi ajanlar verdi. Sana bu kitabı kim verdi. Sana bu kitabı hangi İngiliz verdi. Nerede yazıyor bu. Yazıklar olsun. Bu Meclis bu lafı geri aldırmazsa bu Meclis’e de yazıklar olsun” diye konuştu.

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural da, İçtüzüğün uygulanmasını isteyerek, Meclis İçtüzüğü gereğince işlem yapılmamasını eleştirdi.

Hasip Kaplan’da, “Sizin Kunta Kinteleriniz yok bu Meclis’te. Hiç kimse bizi burada susturamaz. Siz de haddinizi bilin. Kastı olmadığını söyledi. Hala hala siz farklı noktalara çekiyorsunuz” dedi

Tekrar kürsüye gelen Altan Tan, “Lay lom yapmaya mı geldik? Biz bu Meclis’e evcilik oynamaya gelmedik. Kuru gürültüye pabuç bırakacak kimse yok. Kimseye hakaret etmedim” diye konuştu.

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’da, “Bir dilekçe sunduk, gereğini yapın lütfen, Yönetimde zafiyet yaşanıyor” dedi.

Sağlam da, “Sayın Altan Tan bir ibare kullandı. Kastını aştığını ileri sürdü. Kimseye hakaret kastı olmadığını söyledi” diye konuştu.

Altan Tan, “Sözlerimde hiç kimseye hakaret olmadığın üç kez söyledim, dördüncü sefer de söylüyorum ama bu bazı arkadaşları tatmin etmiyorsa onlar da bildiklerini yapsınlar. Kimseye hakaret etmedim. Onları tatmin ediyorsa ediyor, etmiyorsa etmiyor, bildiklerini yapsınlar" diye konuştu.

Kaplan da, “İçtüzük ne emrediyorsa gereğini yapın. Buyurun” dedi.

Tartışmaların ardından oturuma bir kez daha ara verildi.

CHP’DEN DİLEKÇE

CHP, TBMM Başkanlığı'na, Altan Tan ile ilgili İçtüzüğün 160 ve 161. maddelerinin uygulanması için dilekçe verdi. 160. madde "kınama" cezası verilmesini 161. madde ise Meclis'ten geçici olarak çıkarma cezası verilmesini öngörüyor.

ANF NEWS AGENCY

Mezhep Kavgasına Hazırlık Ve Taraf’a Dostça Uyarı

Veysi Sarısözen
 
 
Baransu, Cemaat’in MİT’e karşı başlattığı ve hükümeti de hedef alan operasyonda rol oynayan bir gazeteci. MİT Müsteşarı ve diğer MİT mensuplarının “şüpheli” sıfatıyla sorguya alınmak istendiği gün, bu gazeteci, hem kendisini “takip” eden iki MİT elemanını “yakalattı”, hem de MİT’in Taraf yazarlarını, casusluk şüphesiyle dinlettiğine dair belgeleri “elde etti.”

Böylece Cemaat’e yakın savcı-polis operasyonuna, Cemaat dışı “liberal-demokrat” çevreleri ve Taraf gazetesini alet etmek için, kimliğini deşifre etme pahasına harekete geçti. Belli ki Baransu Cemaat’in MİT operasyonunda en başından beri yer almıştı. Nitekim Roboski Katliamı’nda MİT’in “rolü” hakkında ilk haberi de o yapmış, katliamın MİT tarafından verilen bir “istihbarat” yüzünden yapıldığını yazmıştı.

Cemaat; MİT operasyonunu, Başbakan’ın hastalığı nedeniyle ve panik içinde aceleyle başlattı ve yüzüne gözüne bulaştırdı. Gerçi, MİT Müsteşarı kazara boş bulunup savcının çağrısına icabet etseydi, bu işlerden anlayanların dediğine göre, tutuklanması mutlaktı. Ve böyle bir tutuklama Cemaat’in MİT’te yapmak istediği temizliği büyük bir gürültüyle başlatmış olacaktı. Ve Cemaat Erdoğan sonrasına stratejik bir hazırlık yapacaktı. Olmadı.

Ama şimdilik olmadı.

Baransu Cemaat’in has yazarlarının sütre gerisine çekilmesine rağmen, MİT’e karşı opereasyonun devamı için vargüçle çalışmayı sürdürüyor. Şöyle yazıyor: “Bu ekip de tıpkı Ergenekoncu, Balyozcular gibi yargı önünde yaptıklarının hesabını verecek.”

Onun yazdıklarından anlaşılıyor ki, hem bu operasyon sürecek hem de bu operasyon yalnız Türkiye içi iktidar kavgasıyla sınırlı değil. İran-Suriye sorunuyla ve Ortadoğu’da yaklaşan “mezhep savaşlarıyla” ilgili.

Yazdığı bir yazıda, ordudaki “yapılanmalarla” ilgili açıklamalar yaptıktan sonra şöyle demişti: “Askerin yanı sıra harekete geçen bir kurum daha vardı; MİT. Benzer bir çalışma orada da yürütülüyordu. Ordu ve Yargı içerisine çöreklenmiş ‘mezhepsel’ yapılanmanın benzeri, başta dindarları olmak üzere, milliyetçileri ve ülkenin ‘ötekilerini’ raporluyor, hazırlanan raporlar tek elde toplanıyordu.”

Baransu’nun sözünü ettiği “mezhep”, Alevilik.

Böylece MİT operasyonunun “yönü” hızla MİT içindeki “Alevilere” karşı çevrilmiş oldu. Şimdi MİT Müsteşarı’ndan çok, “onun etrafında toplanan Aleviler” hedef tahtasına konuyor. Baransu, bir Alevi MİT yetkilisinden söz ederek şöyle yazıyordu: “Ancak emekli olmasına rağmen, 20’nin üzerinde yakın akrabasını MİT’e yerleştirmiş, 1996’nın sonunda hızla hayata geçirdiği ‘mezhepsel’ örgütlenme içinde yer alanlar da MİT’te üst düzey yönetici pozisyonuna gelmişti. 1970’lerin ortasında başlayan çalışma, 28 Şubat sürecinin olağanüstü dönemiyle ivme kazanmış, ‘devlet ele geçirilmişti’. Ekip kurumda etkin pozisyonunu halen koruyor. Ekibin içinde yer alan bazı isimlerin yakın akrabaları ise, bazı terör örgütleri içinde üst düzey yöneticiler. “

Bizler, MİT’in içinde kimin kiminle yapılaşmalar kurduğunu ve bu yapılaşmaların neler yaptığı bilemeyiz. Baransu’nun MİT’te “Alevi yapılanması” ile ilgili iddialarını yanıtlamak MİT’e düşer. Ama aklı başında herkes bu “mezhepsel yapılanma” hakkındaki lafların nasıl büyük bir tehlikeyi işaret ettiğini bir bakışta anlayabilir.

Belli oluyor ki, Cemaat Türkiye’yi Irak’ta süren, Suriye’de artık kanlı bir kavgaya dönüşen “mezhep kavgasına” hazırlıyor. Bu kavganın bölgede ABD yanlısı Sünni çoğunluklu devletlerle İran arasındaki savaşların arifesi olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ajan mıdır, meczup mudur, provokatör müdür yoksa fanatik midir bilinmeyen bir takım adamların “mektuplarından” ve “konuşmalarından” yararlanarak, bir takım resmi kurumlardaki Alevi bürokratlara karşı yapılan bu kışkırtma, Ortadoğu’da gelişmekte olan “mezhep savaşları”na Türkiye’nin karışmasından önce Cemaat’in “cephe gerisini” Alevilerden temizleme adımları attığını gösteriyor. Böylece Gülen’in Aleviliğe karşı önyargıları, şimdi iktidar kavgasında ve “mezhepler savaşında” ölümcül bir silaha dönüşüyor.

Devlet bürokrasisinde farklı kanatların birbirlerini temizlemesi devlet olmanın gereğidir. Çok geçici taktik önemlerine karşılık, esasında böyle boğuşmalar stratejik açıdan önemsizdir. Ama boğuşma bu kurumlarda “mezhep savaşları” halini alırsa, o zaman iş bürokrasi içi bir iş olmaktan çıkar, milyonlarca Sünniyle, milyonlarca Aleviyi karşı karşıya getirecek tehlikeli bir oyuna dönüşür.

Baransu’nun MİT içinde herhangi bir “yapılanmadan” değil, örneğin “Ergenekoncuların uzantılarından”, “darbecilerin yardakçılarından” değil de, “mezhepsel yapılanlanmalardan” söz etmesi, Cemaat’in çok tehlikeli bir oyun oynamakta olduğunun işareti sayılmalıdır. Durumu tersine çevirmek için girişilen bir kumar: “Devleti Cemaat değil, Aleviler ele geçiriyor.”!!!

Taraf gazetesi giderek devlet içi, servisler arası kavgaların aleti haline geliyor... Altan kardeşlerin AKP’ye karşı artan muhalefeti, ustalıkla Cemaat kanalına akıtılıyor. Taraf gazetesinde bu gidişe dur diyecek yok mu?

Kaynak: Özgür Gündem

Bir Dönüm Noktası: ZAP

Yakın dönem Türkiye tarihi içerisinde en ciddi kırılma noktalarından biri şüphesiz Türk ordusunun 2008 yılının başında Zap’a yönelik düzenlediği ve Güneş Operasyonu olarak adlandırılan kara harekâtında aldığı yenilgiydi. 21 Şubat günü başlayan operasyon 29 Şubat günü geri çekilmiş fakat esas etkilerini bu tarihten sonra yapmıştı. 

1999 yılı 2 Ağustos tarihinde Kürdistan gerillalarının sınır dışına çekilmesi ardından başlayan ve 1 Haziran 2004 tarihinde sona erdirilen tek yanlı ateşkes, 2005 yılında yükselen ve Türk ordusu ile devletini oldukça daraltan bir sonuç yaratmıştı. Kürt sorununa yaklaşımda klasik inkâr ve imha politikasından şaşmayan iktidarlar geçen bu süreci sorunun demokratik barışçıl bir çözüm doğrultusunda kullanmak yerine uluslararası komplonun zayıflattığını düşündükleri Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tamamen tasfiye etmede kullanmayı daha uygun gördüler.

Bu şüphesiz yanlış bir hesaptı. Uluslararası komplocu güçler 9 Ekim komplosuyla imha edemedikleri Sayın Öcalan’ı 15 Şubat komplosuyla Türkiye’ye teslim ettiklerinde iktidarda bulunan Ecevit hükümeti daha komplonun ilk günlerinde, belirsizliğin en üst safhada olduğu bir dönemde PKK ve lideri Öcalan’a karşı başarısız olmuştu. PKK’nin 93 yılında başlattığı yeni stratejik yaklaşım, yani Kürt sorununa demokratik barışçıl bir çözüm yaratma hedefi ekseninde yaşadığı değişim ve dönüşüm, kendi sistemini ve yapısını buna göre yeniden yapılandırma hedefi uluslararası komploya rağmen İmralı sistemi içinde her türlü olumsuzluklara rağmen Öcalan tarafından başarıya ulaştırılmıştı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sunulan savunmalarıyla PKK’nin yeni ideolojik, felsefi çizgisini, teorik düzlemini yaratan Öcalan PKK’nin uluslararası komployla engellenme girişimlerini, Kürt sorununa demokratik barışçıl çözümde yeni bir algılayış yaratarak sekteye uğratmış, bunun sonucunda dönemin Ecevit başkanlığındaki üçlü koalisyon hükümeti yenilmişti. Komplocu güçlerin verdiği çürütmeye dayalı sistemi iyi yürütemeyen Ecevit en güçlü olduğunu düşündüğü bir dönemde görevinden düşürülmüştü.

Ecevit hükümeti yerine düşünülen ve Türkiye’nin gelmiş geçmiş en Amerikancı hükümeti olan AKP bu rolü ve misyonu üstlenen yeni güç olmuştu. Daha bir parti dahi olmamışken iktidarı onaylanan AKP İmralı sisteminin yeni bekçisi, gardiyanı görevine getirilmişti. 2002 Kasım seçimleri ardından Öcalan tarafından Kürt sorununa yaklaşımını netleştirmesi için üç ay mühlet verilen AKP hükümeti kapıdaki Irak işgalini fırsat bilerek bu konuda klasik devlet politikasının izlenmesinin kendi iktidarı için daha uygun olacağını düşündü ve üç ayı heba etti. 

Bu yetmiyormuş gibi PKK’yi içten çökertme planlarına uygun olarak 2003-2004 yıllarındaki iç tasfiyeciliğin gelişiminde önemli rol oynadı. İmralı’daki Öcalan’ı tecritle sınırlandıran, dışarıdaki örgütü de iç mücadeleyle parçalamaya çalışan AKP hükümeti her iki cepheden de yenilgiyle ayrılmak zorunda kaldı. 2004 yılına gelindiğinde artık ne İmralı üzerindeki tecridin, ne de PKK içindeki bir parçalanmanın yaratılamayacağı anlaşılmıştı. Bu imha politikaları karşısında 1 Haziran tarihinde Kürt hareketi tarafından alınan direniş kararı AKP’nin daha da sistem içileşmesine, toplumları kandırmak için öne sürdüğü mağduriyet tezlerinin gerçek dışılığını ortaya çıkartmıştı.

2005 yılında Kürt hareketinin ideolojik, örgütsel, toplumsal ve askeri alanda girdiği hamleler, 2005 Newroz’un da Demokratik Konfederalizm’in ilanı ve halkın sahiplenişi AKP’nin Kürt hareketi karşısındaki zayıflığını arttırmıştı. Bu çerçevede geliştirilen yeni imha konseptleri 2006 yılıyla birlikte devreye konulmuştu. 

Temmuz 2006’da, Gül’ün başkanlık ettiği Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Toplantısında Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ı hedefleyen yeni bir imha planı karar altına alındı. İki günlük TMYK toplantısında alınan karar hem hükümet hem de genelkurmay tarafından onaylanmıştı. Tansu Çiller’in oluşturduğu listenin benzerinin oluşturulduğu bu toplantıda zehirlenme yöntemi de netleştirilmişti. Bu çerçevede MHP’ye yakınlığıyla bilinen bir firma Öcalan’ın tutulduğu hücrenin boyama ihalesini alacak ve boyaya zehir katarak zamana yayılmış ve kronik bir hastalığın yarattığı bir ölüm izlenimi bırakacak tarzda yok edilecekti.

2007 yılı başında PKK’nin bu zehirlenme oyununu deşifre etmesi planları bir kere daha boşa çıkartmış, Kürt halkının ve PKK’nin direnişi Türk devletinin imhacı yüzünü tüm uluslararası kamuoyuna göstermişti. Kürt halk Önderi’nin imhasının zora girdiği dönemlerde bu sefer Kürdistan gerillalarına yönelik harekâtlara hız verildi. 2007 yılı başında dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt sınır ötesi operasyonu Türkiye gündemine getirdi. 

Hedef olarak sınır ötesi gösterilse de Kuzey Kürdistan sınırları içinde bulunan tüm gerilla alanlarına yönelik imha operasyonları daha yılın başından itibaren düzenlenmeye başlamıştı. Botan başta olmak üzere tüm Kürdistan dağlarında gerillanın tasfiyesini hedefleyen saldırılar yılsonuna dek aralıksız bir şekilde sürmüştü. Zaten hedef sonbahara kadar kuzeydeki gerilla etkinliği kırmak, daha sonra da anakarargahı imha etme amaçlı sınır ötesi operasyon düzenlemekti. 

Bu arada tabii ki 2007 yılında legal siyaset ve Kürt örgütlülüğü de ciddi bir baskı altına alınmıştı. 22 Temmuz seçimlerinden güçlü çıkan Kürt legal siyasi hareketi ırkçı, şoven dalganın etkisiyle neredeyse linç altında yaşamaya mahkûm kılınmıştı. Bir müddet sonra da DTP’nin kapatılma davası, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik girişimler, DTP bürolarına yönelik saldırılar gelişmişti.

Sınır ötesi operasyona izin veren tezkerenin geçmesi, 5 Kasım Bush-Erdoğan görüşmesi, hemen ertesi günü Medya Savunma Alanları’nda Amerikan keşif uçaklarının istihbarat toplaması, 16 Aralık’ta Kandil’den Zap’a dek tüm alanlara yönelik hava bombardımanı tansiyonu oldukça yükseltmiş, imha dışında herhangi bir yol bırakılmamıştı. 

Şüphesiz bunun karşısında Kürt Özgürlük Hareketi de o zamana dek hazırlanan en kapsamlı direniş hamlesi olan Êdî Bese hamlesiyle bu imha saldırılarına cevap vermek istemişti. Bu direniş Kürdistan gerillalarının Oramar eylemiyle büyük güç kazanmış, Türk ordusunun Gabar’da aldığı büyük darbe ardından adeta şok yaratmıştı.

Zap operasyonuna böylesi bir süreç sonucunda gelinmiş, adeta bir ölüm kalım savaşının yaşandığı zamana denk gelmişti. Türk ordusu hem PKK’nin bahar hamlesini engellemek hem de gerillaları hazırlıksız yakalama amacıyla operasyonu kış sonuna denk getirmesiyle avantaj elde edeceğini düşünmüştü. 20 Şubat günü tüm gün süren hava bombardımanı ardından Türk ordusu 21 Şubat sabahı kuzeyden 3 cephe şeklinde güneye inmek, güneydeki yerleşkelerinden de ağır, zırhlı araçlarla Zap’ı kuşatmaya almak istemişti. Güney Kürdistan’da bulunan askeri üslerindeki hareketlilik halkın direnişiyle boşa çıkmış, daha ilk gün darbe almıştı. Gerillalar da Çiyayê Reş mıntıkasında binlerce askeri durdurmuştu. Üçüncü gün Çemço-Şamke hattından ilerleyen ikinci ordu kolu da durdurulmuş, dördüncü gün ise Şikefta Birîndara hattındaki ordu birliği sıkıştırılmıştı. Daha beş gün dolmadan Türk ordusu güneye girdiğine pişman olmuş, çıkış yolları aramaya başlamıştı.

Tüm devlet yetkililerini adeta şoke eden bu gelişme Türkiye siyasetinde şüphesiz bir dönüm noktası olmuştu. Yok, etme, bitirme hedefiyle yola çıkan ordu Ankara’da geri çekilmeyi, yani kaçmayı bir başarı olarak ilan etmişti. Milliyetçi cephe başta olmak üzere tüm ırkçı, şoven kesimler orduyu yerden yere vurmaya, bu harekâtın sorumluluğunu üstlenen hükümete da hesap sormaya başlamışlardı.

Operasyonda Türk Kara Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan İlker Başbuğ’un bugün terör örgütü kurmakla suçlanması da içinde olmak üzere son yıllarda Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalardan onlarca generalin, subay ve askerin yargılanması şüphesiz ordunun Zap’ta aldığı yenilginin bir sonucuydu. Her ne kadar Erdoğan hükümeti askeri vesayeti bitirme olarak adlandırdığı bu sürecin başarısını kendi hanesine yazmaya çalışsa da bu duruma yol açanın gerillaların başarısı olduğu ortadadır. 

Bunun dışında tabii ki operasyonun farklı sonuçları da vardı. Kürt halk önderinin zehirlenmesi olayının açığa çıkması ardından Kürt halkının bağımsız bir heyetin incelemelerde bulunmak üzere İmralı’ya gitmesi talebi ardından adaya heyet gönderen CPT, aylarca açıklamaktan kaçındığı raporunu hemen operasyon ardından açıklamak zorunda kalmış, zehirlenme olayını doğrular tarzda belirlemelerde bulunmuştu. Yine çeşitli bahanelerle yaptırılmayan avukat ve aile görüşleri operasyonda alınan yenilgi ardından düzenli bir periyot izlemişti.

Yine operasyon öncesinde aşiret reisi, korucular gibi tanımlamalarla hitap edilen Güney Kürdistan parti liderleri Türkiye tarafından tanınmak, federe Kürdistan bölgesi üzerindeki politikalar değişmek zorunda kalmıştı.

Tabii en önemli sonuç olarak Kürt halkı arasındaki ulusal birlik ruhunun gelişimin göstermek yanlış olmayacaktır. Zap operasyonu tüm Kürtlerle Türk devleti arasındaki bir savaş olarak yaşanmıştı. Güney halkının Türk tanklarını durduruşu, diğer üç Kürdistan parçasındaki refleksler bu birlik ruhunun temellerini atmıştı. Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikasına araç kılınmaya çalışılan Zap operasyonunda gerçekleştirilen direniş korunanın salt Kürdistan gerillalarının, HPG’nin anakarargahı olmadığını, tüm Kürt kazanımlarının korunması savaşı olduğunu göstererek Kürt birliğinde önemli bir aşama, dönüm noktası rolü oynamış oldu.

Şüphesiz bu operasyonun daha birçok direk ve dolaylı sonucu da oldu. Askeri, siyasi, diplomatik, ekonomik sonuçları da ayrıca değerlendirilmeyi gerektiriyor. 

Kürdistan gerillalarının yenilmezliğini ispatlayan Zap direnişi bir dönemin imha ve inkâr sistemine karşı büyük bir başarının adı olarak tarihteki yerini koruyacak gibi görünüyor. Bunun karşısında operasyona neden olan zihniyetin değişmediğini, her yeni gün daha farklı yöntemlerle inkâr ve imha amaçlı saldırıların geliştiğini de unutmadan eklemek gerekir. Bu anlamıyla Zap direnişi halen sürüyor ve 2012 yılı içinde bu direnişin son hamlelerinin geleceğini bekleyebiliriz…

Umut Yeniçağ

Türk Özel Savaşının Yeni Bayatlamış Oyunları -1

Yeni ve bayat kavramlarını yan yana kullanmak abes kaçabilir. Ne de olsa bir durum bayatlaşmışsa bir kere yeni bir durum değil demektir. Ya da öyle söylenebilir. Ama sahiden Türk özel savaş sistemi öyle bir sistemdir ki evire çevire, binlerce kez denenmiş sınanmış ayak oyunlarını, bayatlamış numaraları yeniden yeniden temcit pilâvı gibi ısıtıp, pişirip insana yedirmekten vazgeçmiyor. Biz bu duruma “bin yalan sadece bir doğru etse bile bu yalana devam et” dedik.

Son bayatlaşmış özel savaş numaraları gerillaya katılan gençlere dönük olan sözde istatistik araştırmalarıdır. Bu istatistik araştırmalarını da ciddiye alınması için özel savaş uzmanlarıyla yapıyorlar. Özel savaş uzmanlarına birde dönemin ve çağımızın moda kavramı olan “terör uzmanı” sıfatını takarak yaptırıyorlar. Terör kavramı başlı başına ilgi uyandıran bir kavram, bu kavramın yanına birde uzman kelimesi eklendi mi gerisi herkesi ikna etmeye yeten bir gerçeklik oluyor ya… 

Evet, son zamanlarda gerillaya dönük çok tartışma yürütülüyor. Her cepheden özel savaş uzmanları onlara verilen misyon gereği Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı bir taarruz başlatmışlardır. Bu taarruzu şimdilik gerillaya katılımlar üzerinde endeksleyerek yürütüyorlar. Ve öyle görülüyor ki bunu yapmaya devam da edeceklerdir. Durum böyle olunca gerillalar olarak bizim de birkaç söz söyleme hakkımız doğuyor. İleri ki birkaç yazımızda bu durumu işleyeceğiz.

Birinci iddiaları gerillaya katılımların azaldığıdır. Bunu gerekçelendirirlerken de gerillaya yılda Türkiye’de en fazla 200 gencin katıldığıdır. Gerillaya katılımın en büyük payı “Türkiye” diye isimlendirilen sınırlar içerisinde gerçekleşiyor. Oran yaklaşık yüzde 57’dir. Bu demektir ki yılda gerilla saflarına en fazla 400 genç katılıyor. Bu sayıyı verirlerken TSK’nin, devletin, hükümetin, meşhur olan Türk basının ve tabii ki cümle cemaat kendilerinin yani özel savaş uzmanlarının gerilla kayıplarını bir yılda neredeyse binlerle vermeleridir. Gerillaya yılda 400 genç katılamayacak ancak yılda binlerce gerilla vurulmuş olacak, yüzlercesi etkisizleştirilmiş olacak, yüzlercesi kaçmış olacak ve birde gerilla içerisinde gerillanın “vurduklarını” da eklerseniz binleri çok çok aşan bir rakam ortaya çıkacak ama gerilla da her yıl sayısını artarak mücadelesine devam edecek. Ne yaman çelişki değil mi? 

Ya bu terör uzmanları resmen ve fiilen yalan söylüyorlar. Ya da bir şeyleri özenle gizlemeye çalışıyorlar. Ya da dediğimiz gibi ısrarla bin yalanın bir doğru kadar etkili olabilmesi için kıtırcılık üstüne kıtırcılık yapıyorlar. Evet, söylemeye söyleyebilirsiniz. Yalanın en hokkalısını da atabilirsiniz. Ancak yalan atarken biraz destekli atılmasını salık veriyoruz. Bu toplum belki sizin gözünüzde balık hafızalıdır ancak yine de “yalanın mumu yatsıya kadar yanar” diye de bir de atasözü vardır. Bu atasözünün hatırına da olsa yalanlarınızı görecektir.

Başka bir iddiaları ise katılanların geri kalmışlıklarıdır. Doğrusu geri kalmışlığı, ilerlemiş olmayı yani barbarlığı ve medeniyeti biz gerçekten farklı ele alıyoruz. 

Öncelikli olarak medeniyeti bizim bazılarının baktığı gibi görmediğimizi belirterek başlayalım. Medeniyet eğer şehirleşmeyse yani uygarlaşmaysa uygarlaşmanız sizin olsun. Uygarlaşma tarihi dedikleri tarih, boydan boya savaş ve kandır. Bunu, tarihi okuyanlar bilir.

Medenileşme yani uygarlaşma dedikleri insanın insan üzerine tahakküme açılmasıdır. Belki insanı köleleştirmeden önce doğa üzerinde başlayan bir tahakküm olmuştur. Ardından kadının köleleştirmesi ardından da tüm insanlığın köleleştirilmesi adımın ismine medeniyet diyorsanız sizin medeniyetiniz sizin olsun. Böyle bir medeniyete biz yokuz. 

Eğer medeniyet kültürlerin yok edilmesiyse, insanlığın baskı altına alınmasıysa, başka halkların dillerinin egemen bir dilin içerisinde eritilmesiyse, insanlığa köleliği reva görmeyse, başka halkların topraklarını işgalse, katliamsa, yok etmeyse, soykırımsa o zaman bu medeniyet tamda sizi anlatan bir kavram oluyor.

Biz medeniyetin karşısında duran, insanın ilk temiz toplumsal yapısı olan komünal değerleri temsil eden, neolitik bir toplum yaşam biçimine daha yakın duruyoruz. Sizin deyiminizle ilkel toplumdan yanayız. Sizin deyiminizle ‘barbar’ olan bu toplumdan yanayız. Kaldı ki barbar kelimesini sözde kendilerini insanlık kanıyla palazlandıranların direnen halklar için kullandıkları bir söz olduğunu bildiğimiz için bu sözü de onurla taşımaya hazırız. Nasıl ki bugünlerde ne kadar sistem karşıtı, faşizm karşıtı, Yeşil Türki Faşist karşıtı kesimlere terörist damgası yapıştırılıyorsa, tarihin fi döneminde de insanları baskı altına alanlara karşı direnen halklara barbar denilmiştir. Evet, sizin gibi böyle kan emici medeni olmaktansa tarihin şafak vaktindeki direnişçileri gibi barbar olmayı ve hatta o çok sevdiğiniz “geri” olmayı yeğliyoruz.

Yukarıda dile getirdiklerimiz bir yana sahiden siz gerillaya katılanların kandırılarak dağa çıkartıldıklarına inanıyor musunuz?

Ya da dağa çıkanların niçin dağa çıktıklarının farkına varmadıklarına inanıyor musunuz? 

Ne bilelim dağa çıkanların geri ve cahil olduklarına, okuma yazmalarının olmadığına, öyle ne yapacaklarını bilmedikleri için dağa çıktıklarına hakikaten inanıyor musunuz? 

Ve birde katılanların çoğunun çocuk yaşta olduklarına, reşit olmadıklarına dediğimiz gibi sahiden inanıyor musunuz?

Madem gerillaya katılanların durumu budur, ya da böyledir o zaman 1984 yılından bu yana süren hem de şiddetlenerek, güçlenerek, yaygınlaşarak gürbüzleşen gerillaya ne diyeceksiniz. Hele bu duruma sizin o meşhur “bir Türk dünyaya bedeldir” tarihi tespitinizi de yanına koyarsanız gerçekten ortaya yaman bir çelişki çıkmıyor mu? 

Doğrusu Türk toplumu ve tabii ki Kürt toplumu bu konuda da söyleyeceklerinize şimdiden beklemektedir.

Devam edecek.

Kasım Engin

Hakiki İtirafçılardan İtiraf Hakikatine

Aylardır “Yüce Türk Adaleti” ne , “Yüce Türk Kameraları” na ve “Yüce TBMM’ne itirafçılar akın ediyor.  Daha önce, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın önerisinden esinlenen Hakikatleri Araştırma Komisyonu AKP’nin her ‘hakikati’ gibi çarpıtılmış bu önerinin altını oyan bir biçimle araştırmalarına devam ediyor.

Tepsilerde devlete sunulan başlar ve kafatasları, doksanlı yıllarda Kürdistan’da kalmaya karar verenlerin ödediği bedeli gösterirken devlete çalışan ''aydın'' geçinen bazı Kürtlerin bundan etkilenecekleri ufukta hiç görünmemektedir. Devletin resmi kurumlarına sunulan kafataslarının somut delillerine rağmen devlet mahkemeleri önünde devletin gözünde terörize edilen bu halkın hareketini, el pençe divan durarak anlatmaktadırlar. 

Bu yapıların gerçeğini PKK hareketi zaman zaman dile getirse de olur ya siyaset sahnesinde olmanın gereği çok yüklenilmiş olabileceğini insan düşünmeden edemiyordu. Ancak kendi deyimleriyle “demokratik mücadele yöntemlerinin önü açıldığından bu yana” zalimden yana koydukları tavırları PKK’nin değil bunlara karşı vicdansızlık yaptığı, vicdan konusunda şayet önceden bunların derin ilişkilerini bildiği halde bu kadarıyla sınırlı bir teşhir yapmışsa Kürt kamuoyunun vicdanını aktifleştirmede eksik bile kalmıştır!

Diyarbakır adliye binasından kafatası fışkıran JİTEM üssü görülmektedir. Gerçek, “adalet” sarayına bu kadar yakınken bu gerçeği saptırarak ellerinde Kürtler aleyhine hazırladıkları dosyalarla adeta adaletin duvarına idrarlarını yapmaktadırlar.

PKK’nin Şeyh Sait serhildanını sahiplenmediği iddiasıyla onlarca makale yazmış bir “vicdanlı Kürt siyasetçisi”, Şeyh Sait’in asıldığı meydandan viraj alarak kim bilir belki cesedinin altında gömülü olduğu yüz metre ilerisindeki Adalet Sarayında “Kürt vahşiliğini” itiraf etmektedirler!

Şimdi demokratik yöntemleri anlamayan var mı? Eğer okurlardan herhangi birisi anlamamışsa gidip Burkay ve Güçlü’nün ellerindeki “özgürlük manifestoları”nı okuyabilirler!

Gerçekten devlet bu kadar geniş çapta karalamayı kendisi yapmamıştı, bu “demokratik hakkı” nasıl verebilirdi ki? Ama artık devlet demokratikleşmiş devlete karşı değil ama Kürtlere karşı “demokratik mücadele yöntemleri” çeşitlilik göstermektedir!

Baksanıza devlet artık generalleri dahi yakalıyor ve PKK tek taraflı silah bırakmalı deniliyor. Sizin gibiler oldukça devlet generallere neden ihtiyaç duysun! Üstelik daha ucuz işgücü ve işbirlikçi potansiyeline sahipsiniz! Allahtan sayılarınız bir elin parmak sayısını geçmiyor yoksa devlet size bel bağlayarak silah bile bırakırdı!

Bu hakikat, gerçek itirafçıların hakikatidir. İtiraf gerçeğiyse yıllarca emek verdikleri Kürt karşıtlığı sonucunda Türk mikrofonlarında cenaplarından bahsedilirken “ünlü-Kürt-siyasetçi-aydın”  gibi unvanlarını almaya hak kazanmışlardır!

Gittikleri yol geldikleri yolu göstermektedir. Suçlanacak hiç bir tarafları kalmamıştır. Yanlış yapmak iyi olanın eksik yanlarına denilebilir. Oysa bu adamlar kötü olanı tamamlamadıkları için rahatsız. Doğru da söylüyorlar. Avrupa’da TC’ye ne subjektif ne de objektif çalışacak koşullar vardır.

Bir benzer vaka Batı Kürdistan’da yaşanmaktadır. Bugünlerde TC faşist üslubuna yakın kara propaganda yapmaktalar. Bakın bu karalama birbirine ne kadar benzemektedir:“PYD (PKK) İsrail’in istemiyle Kürt halkını durdurmak için bastırıyor”!!!

Oysa PKK’nin ilk şehitlerini İsrail’e karşı verdiğini en fazla bu çevreler biliyor. Yine PKK Önderliğinin İsrail baskısıyla TC’ye teslim edildiğini en fazla bu “vicdanlı”(!) kişiler bilir. Hiç bir şey bilmiyorlarsa PKK’ye karşı yapılan savaşta kullanılan tekniğin kime ait olduğuna bakabilirler. Yine diyorlar ki: “Baas Rejimi Kürdistan’da güvenlik noktalarını PKK’ye devretti”!!!

Belli ki Kürdistan güvenliğinin Kürtlerin eline geçmesini hazmedemeyenler var. Bunun başka bir anlamı var mı? Sen Kürtler adına siyasi partiler kuracaksın sonra da işgalci devletlerin anayasası gibi konuşacaksın. 

İlginç olan haberin ilkinin TC istihbaratı tarafından servis edildiği ve daha sonra aynı içerik ve ölçüde Kürtçesinin bir kaç internet sitesinde çıkışıdır. Birbirlerini kopyalayan haberlerin aynı merkezlerden çıktığı aşikârdır.

Şimdi bunların bugünlerde itirafçılığının derinleşen yapılarla benzer özellikler taşıdığı görülmektedir. Bir diğer gerçek bu iki unsurun sırtlarının bilinen işbirlikçi çevrelerce sıvazlandığıdır.

Böyle bir anlayış desteklenirse ulusal söylemlerin hiç bir anlamı kalmaz. Kontra merkezlerin şimdiye kadar Kürtlerin içinde faal olması büyük bir samimiyetsizliktir. Yine bunun karşısında tüm emek ve çabanın kendileri tarafından verilmesine rağmen bazı bayrak ve flamalara karşı çıkarak hiç emek vermemiş yapılara söz söyleme hakkı vermenin de doğru bir tutum olduğu düşüncesinde değilim.
 
Kürtler psikolojik savaş merkezlerine karşı bedenlerini, düşüncelerini ve eylemlerini objektif ve subjektif olarak korumak zorundalar. Buna rağmen aynı savaşın devam edeceği kesindir. Ancak mesele, bu merkezlerin devamlılığı değil çıplaklığını sağlamaktır.

Yapılan PKK karşıtlığından sağlanan rant aslında PKK başarısının bir ürünüdür! Birincisi Kürt toplumunda PKK birini gündemleştirdiği zaman “ünlü” olma sıfatını kazanıyor. İkincisiyse, PKK Hareketinin anlamı gereği karşısındakiler değersiz ve düzeysiz de olsa PKK karşıtlarının “Kürt kökenli” olmaları işgalci devletleri için büyük önem arz etmekte ve bunlara maddi ve manevi imkânlar sunmaktadırlar.

Ozan Erdem

Pozantı Vahşeti: Bütün Koğuş Sırayla Tecavüz Etti!

''Koğuş ağası önce onu bir güzel dövdü. Sonra gel benle dedi. Tuvalete götürdü. Onun bağırmaları duyuluyordu. Sonra bütün koğuş ağanın yaptığını yaptı”. “Müşahedede üç gün kaldım, üç gün de ağladım.”

Pozantı cezaevinde yaşanan taciz skandalıyla çocukların, cezaevinde cezaevini yaşadığı ve onlar için cezaevinin işkence evine dönüştüğü bir kez daha açığa çıktı. Tahliye edildikten sonra çeşitli sivil toplum kuruluşlarına başvuran çocuklar, yaşadıkları işkenceyi ve kötü muameleyi tüm çıplaklığıyla ANF’ye anlattılar. İşte çocukların cezaevlerinde yaşadıkları:

“KOĞUŞ AĞASI ONU TUVALETE GÖTÜRDÜ…”

(…17 yaşında): “Koğuşumda ırza geçmeden gelen üç çocuk vardı. Daha sonra o çocuklar tahliye oldular. Sonra biz gardiyanlardan onların suçunun fiili pota olduğunu öğrendik. Koğuş ağası önce onu bir güzel dövdü. Sonra gel benle dedi, tuvalete götürdü… Onun bağırmaları duyuluyordu. Irzcılar, filipçiler sevilmez cezaevinde… Sonra bütün koğuş ağanın yaptığını yaptı… Cezasını verdik…”

“3 GÜN HEP AĞLADIM”

(…yaş 16): “Müşahedede üç gün kaldım. Üç gün de ağladım. Allah’ım hayal olsa, rüya olsa dedim… Hiçbir şey hissedemiyordum, adliyeden Elmadağ’a kadar diğer arkadaşımla ile birlikte ağladık. Çok duygu yoğunluğu yaşadık. Önce bizi müşahedeye aldılar. Oraya ilk girdiğimizde de ağlamaya devam ettik. Allah’tan… Onunla (arkadaşı) birlikteydim. Yoksa orada yalnız kalmaya dayanamazdım. Hep annemlerin arkamızdan ağlaması gözümün önüne geliyordu…”

“PSİKOLOGLAR BİZİMLE İLGİLENMEDİ”

(…yaş 19): “Psikologların koğuşlara indiğini, bize derdimizi sorduğunu hiç görmedim. Boşuna devletten para alıyorlar. Devlet onlara para vereceğine, o parayı bizim yemeklerimize verse daha iyi olurdu…”


(…yaş 17): “Bir gün psikolog ağabeyimle tanışmış. Yok, ağabeyin şöyle, yok ağabeyin böyle deyip duruyor. Ağabeyimi bana kötülüyor… Masaya vurdum… Dellendirme beni dedim… Elimde kalacaktı psikolog… Bir daha da çağırmadı beni zaten..”


“OLAYSIZ GÜN YOKTU”

(…yaş 21): “Tutukevinde her gün farklı bir olay olurdu. Olaysız gün geçmezdi. Kavgalar, bağrışmalar, her koğuştan farklı bir müzik sesi… Kaynatırdık biz arkadaşlarla. Genelde iyi geçerdi. Zaten her gün aynı şeyleri yapardık. Islahevinde ise işe gitmeye başlayınca farklı oldu her şey. Dışarı çıkmış gibi hissettim kendimi. Yine insanların değişmediğini, onlara yine güvenemeyeceğimi gördüm ve ayrıldım o işten. Islahevinde çalışırken de her gün aynı geçiyordu. Ama orada biraz daha özgür oluyorsun o iyi oluyor.”

“KOĞUŞ AĞALARI DAYAK ATARLARDI”

(…yaş 19): “Cezaevinde ne yiyeceğine, ne zaman ne yapacağına birileri senin adına karar veriyor. Bir gün ben yemekhanede çalışırken beynimi baş memurluktan çaldım. Ben çıktığımda burada öyle biri yatmış desinler diye çabaladım içerdeyken. Her gün olay yaşıyorduk. Değişik kültürden insanlar. Gardiyanlardan birine yedirmemişsin, yedirmediğin için seni müşahedeye atacak. Ya da ..’ in yanına atacak seni ezdirecek. Müdürü sevmiyordum. Personel tiyatrocu, siz geldiğinizde rol yapıyorlar size. Müdürler, gardiyanlar benimle iyi değildi. Ben onların programladığı beyni değiştirdim, bunun için beni sevmezlerdi. Ben yazıp çiziyordum, abim kitap getiriyordu onları okuyordum. Ama anne kuzularının gün be gün eriyişini görmek ve bir şey yapamamak… Biz… İle çok iyiydik. Biz farklıydık. Diğer koğuş ağaları, dayak atarlardı, koğuştakilere boncuk yaptırıp, yapanlara bile parayla satarlardı. Tespih çekemezlerdi ağaların karşısında, ayak üstüne atamazlardı..”
“CEZAEVİ İDARESİNİ KENDİLERİNE DÜŞMAN GİBİ GÖRÜYORLAR”

Çocukların cezaevinde ve cezaevi sonrası yaşadığı travmalarla ilgili ANF’ ye konuşan Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı aktivistlerinden Yaşar Çavdar, görüştükleri birçok çocuğun infaz koruma memurları ile ilişkilerinin olumsuz olduğunu söylediğini, bunun yanı sıra çocukların kurum yönetimi ile de aralarında bir kopukluk olduğunu düşündüklerini aktardı. Çavdar, çocukların genellikle idarenin kendilerini anlamadıklarını, sorunları çözmek için yardımcı olmadıklarını veya idarenin kendilerine düşman olduklarını düşündüğünü söyledi.

Çocukların cezaevine girdikten sonra psikolojilerinin bozulduğunu vurgulayan Çavdar, cezaevinde çok kötü muamelelere maruz kaldığını ve bu kötü anlarını çıktıktan sonra da unutamadığını kaydetti.

ANF NEWS AGENCY

Ve Cemaat Siyasete Giriyor!

Bahoz Deniz -ANF
Fethullah Gülen cemaati ile AKP arasındaki iktidar kavgası gün geçtikçe derinleşiyor. Son olarak okyanus ötesinden ‘Siyaset için hazırlıklara başlayın. Ekipler kurun’ talimatının geldiği ortaya çıktı. Geçen hafta cemaat üyelerine tebliğ edilen sözlü talimata göre cemaat yetkililerinden ‘4 kişilik ekipler’ kurulması istendiği iddia edildi.

Aylardan beri gizli gizli süren cemaat-AKP kavgası artık su yüzüne çıkmış durumda. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte cemaat devlet kademelerinde olağanüstü bir hızlı kadrolaşmaya girişti. Hemen hemen her alana kadrolarını yerleştiren cemaat, artık AKP ile iktidar kavgasına tutuşacak güce erişti. 9 yıllık AKP iktidarında karşılıklı birbirini besleyenler tarafların bu zımni ortaklığı çatırdamaya başladı.

Cemaatin Emniyet ve Yargıda belirgin bir üstünlük kazanması ve bu üstünlüğünü AKP kadrolarını tasfiyede kullanması, AKP çevrelerinde artık kabul edilemez bir durum olarak görülmeye başlandı.

En son MİT kriziyle ayyuka çıkan iktidar kavgasında, taraflar peş peşe hamlelerini yapmaya başladı. MİT müsteşarı Hakan Fidan, emekli müsteşar Emre Taner ve yardımcısı Afet Güneş’i KCK soruşturması kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırılmasıyla patlak veren olay, Cemaat-AKP kavgasında bardağı taşıran son damla olmuştu. Cemaatin, MİT üzerinde tasfiye operasyonuna giriştiğini düşünen AKP Genel Başkanı ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan, emniyette ve yargıda yaptığı tasfiye operasyonlarıyla cevap verdi.

Daha önce isim vermeden AKP’yi eleştiren cemaattin kalemşörleri artık isim vererek AKP’ye karşı savaşın süreceğini gösteriyorlar. Aynı şekilde AKP yanlısı medya da aynı şekilde cemaate saldırmaktan geri kalmıyor . Her ne kadar tarafların sözcüleri ‘Hayır, aramızda kavga yok’ dese de yaşananlar, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını ve artık geri dönülemez bir yola girildiğini de gösteriyor!

MİT krizinin yaşandığı günlerde Fethullah Gülen yayınladığı son görüntülü mesajında isim vermedi ama direk R.Tayyip Erdoğan ve ekibini hedef aldı. Ağır ithamlarda bulunan Gülen şunları söyledi: ‘Hırsızlıklar, haramilikler yapma gibi değişik spekülasyonlar gibi kapkaççılar gibi milletin servetine hortum bağlayıp ama doğrudan doğruya irtibatlı ama kaçamak yollu başkalarının üzerinden kendi havuzlarına milletin malını akıtma gibi şeyler bunlar hep el hıyanetine giren şeylerdir. İşte bunlar hakiki manada Müslüman değiller. Menfaat üzerine dünyalarını kurduklarından dolayı başkalarını karalamak suretiyle, onlara alan tanımamak suretiyle bütün alanları kendi hesabına işgal etme gibi bir mülahazadan kaynaklanır.’
Gülen ve ekibinin bu salvolarına karşılık AKP kulislerinde de cemaat, ‘İsrail işbirlikçisi’, ‘ABD’nin piyonu’ olmakla suçlanıyor.

Bütün bu yaşananlardan sonra yeni gelişme cemaatte yaşandı. İddiaya göre ABD’de yaşayan Fetullah Gülen, cemaat mensuplarına gönderdiği son sözlü talimatıyla aktif siyasette yer almak için altyapı hazırlıklarının yapılmasını istedi. Gülen’in ‘Siyaset için hazırlıklara başlayın. Ekipler kurun, herkes en az 4 kişiyle ekip oluştursun’ şeklindeki talimatı cemaat yetkililerine tebliğ edildi. Bu gelişme AKP’den umudunu kesen Gülen’in bu hamleyle cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkması beklenen R.Tayyip Erdoğan sonrası oluşacak boşluğu doldurmak istemesi olarak yorumlandı.
KURTULUŞ'UN DİKKAT ÇEKEN ZİYARETİ

Bu arada gözlerden kaçan bir ayrıntı da geçen Pazar günü yaşandı. R. Tayyip Erdoğan hasta yatağından kalkar kalkmaz HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’u eşiyle birlikte evinde ağırladı. Her ne kadar taraflar ‘Geçmiş olsun ziyaretiydi’ dese de kulislerde Erdoğan’ın, Kurtulmuş’a yeni dönemle ilgili düşüncesini sorduğu ve birlikte hareket etmek istediği iddia edildi.

ANF NEWS AGENCY

28 Şubat 2012 Salı

Demirtaş: Hrant'ı Katleden Örgüt Taksim'de

Ankara - BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Hocalı katliamı anmasının ırkçılık gösterisine dönüştüğünü belirterek, “Taksim meydanında ırkçılık yapan kim. Sıfatı bakan ama ırkçılığın manifestosunu yapıyor. Aynı bakan Hrant Dink'i katleden örgütü ortaya çıkarmakla sorumlu olan bakandır. Niye ortaya çıkmadığı görünüyor. Mahkemeye buyurun Taksim'e gelin Hrant'ı katleden örgüt ordadır” dedi. Bugün yaşananları 28 Şubat dönemine benzeten Demirtaş, AKP’nin 28 Şubat’ın çocuğu olduğunu kaydetti.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, partisinin grup toplantısında konuştu. Demirtaş, Adana'nın Kozan İlçesi'nde yaşamını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dilerken, aranan işçilere de sağ salim ulaşmasını temenni etti. Demirtaş, yaşanan facianın ilk olmadığını bildiklerinin belirterek, "Afşin'de göçük oldu. Tuzla'da yüzlerce iş cinayeti yaşandı. Bunlarla ilgili ne etkili bir denetim ne soruşturma yapıldı. Ne yapıldı. İşçilerin hakkını savunan sendika yöneticilerine davalar açıldı. Onlar yargılanıyorlar. Türkiye'de iş cinayetleri kader değildir. Ağır ihmalin ve sömürü sisteminin sonucudur" dedi. Postmodern darbe 28 Şubat'ın yıldönümü olduğunu belirten Demirtaş, "Bizler 28 Şubat darbe sürecinden kendi penceremizden doğru sonuçlar çıkarmadığımız müddetçe kurtulamayız. Türkiye toplumu asıl çıkarlarla yüzleşmezse darbeler toplumu olmaya devam edecektir. Darbeler önündeki yılları dizayn için yapılır. 28 Şubat'ta sadece milli görüşe ve rahmetli Erbakan'a yapılmış darbe değildir. Toplumun tümünü dizayn etme, muhalefeti sindirme darbesidir" diye kaydetti.

AKP 28 ŞUBAT’IN ÇOCUĞU


Demirtaş, 28 Şubat darbesini sinmiş bir toplum yaratmayı amaçladığını belirterek, "Bir Başbakanı indirme gibi bir basit nedeni yoktur. 28 Şubat asıl nedeninde incelendiğinde bunu yapanlar başarılı olmuştur. 28 Şubat 10 yıl bile sürmedi diyenlere şaşıp kayıyorum. Meselenin doğru anlaşılması lazım. O dönemin iktidarı ve o koltukta oturan rahmetli Erbakan, beğenin veya beğenmeyin bir mücadele sürdürmüştür. Ve koltuğundan alındı. Peki onun yerine gelenler koalisyonu saymazsak. 2002'de iktidara gelenler darbeyle yüzleşmek için ne yaptı. O çizgiyi inkar eden sizsiniz. 'Biz milli görüş gömleğini çıkardık' diyen sizdiniz. Darbenin amacı buydu zaten. Siz de bu tasfiyeye hizmet ettiniz. 28 Şubatın çocuğu olarak 2002'de iktidara geldiniz" dedi.

Demirtaş, 28 Şubat'ın diğer ayağının neo-liberal politikalara Türkiye'ye getirmek olduğunu belirterek, AKP'nin bu amacı gerçekleştirdiğini vurguladı. AKP'nin 28 Şubat sürecinin ürünü ve destekçisi olarak iktidara geldiğini belirten Demirtaş, "AKP, 28 Şubatçılardan hesap sordu demek yanılgıdır. 28 Şubat'ı sorgulamayan toplum yaratmak isteği vardıysa bu güne de bakmak gerekir. 28 Şubat'ta DGM'ler eliyle aydınlar, yazarlar tutuklandı. Medyaya sipariş manşetler veriliyordu. Gazeteler 'İçimizdeki alçakları tanıyalım' diye manşet atıyordu. Gazeteciler Genelkurmay'a çağrılarak brifing alıyorlardı. Seçilmişlere yönelik tutuklamalar oluyordu. Milli görüşün belediye başkanları tutuklanıyordu" dedi.

DARBEYLE YÜZLEŞİYORMUŞ, YEMEZLER!

Demirtaş, saydıklarını büyük bir kısmının bugün de yaşandığına dikkat çekerek, "AKP bu yöntemleri kullanmıyor mu? Gazetecilere brifing vermiyor mu? Hakimlere nasıl karar verileceklerini söylemiyorlar mı? Belediye başkanlarının tutuklanmasına siyasi destek sunmuyorlar mı? Kendi gazeteleriyle 'Katiller bunlar' manşeti attırmıyor mu? Sokaklarda tank değil de panzer yürütmüyor mu? Neyle mücadele ettik dedilerse onu bize karşı kullanıyorlar. Bundan dolayı 28 Şubat süreci başarılı olmadı demek doğru değildir" şeklinde konuştu. Demirtaş, bugün 28 Şubat belgeseli yapanların ilerde AKP'nin 28 Şubat'ı nasıl kolladığının belgeselini çekeceklerini belirterek, "Uğruna mücadele ettiğini bütün değerleri bir kenara bırakacaksın. 'Gömleği çıkardım askeri parke giydim' diyeceksin. Sonra da darbeyle yüzleşeceksin. Yemezler bunları. Ortada darbe varsa sizin zihniyetinizdir. O dönem DGM vardı şimdi Özel Yetkili Mahkemeler var. Kendi bakanları itiraf ediyor. Biz DGM'leri sadece özel yetkili mahkeme yaptık. Hiçbir şeyi değiştirmedik diyorlar utanmadan" ifadesini kullandı.

OHAL’İN SADECE İSMİ KALKTI

AKP'li bakanların "Bu mahkemelere ihtiyaç var" dediklerini hatırlatan Demirtaş, "Aynı mahkeme kendi başkanını içeri attı. O dönem adı DGM idi. Bu bakana göre bu mahkemeler çete ve organize suçlar ile terör örgütlerini yargılıyor. Aynı mahkeme senin genel başkanını yargıladı. Buna ne diyeceksin? Bunlar bu kadar tutarsız ve ilkesizdir. OHAL'i kaldırdık diyorlar sadece ismi kalktı. Emasya kaldırıldı onun yerine AKP genelgesi ile valiler Emasya'ya vali oldular" dedi. AKP'nin özel mahkemelere sığınarak, muhalifleri kaldırmaya çalıştığını belirten Demirtaş, "Bu mahkemeler Dersim'de ve Zilan'da katliam yapanlara da lazımdı. Evren ve Çiller nasıl özel mahkemeleri kullandıysa bunlarda onu yapmaya çalışıyorlar. İçeri atılan binlerce arkadaşımızın yargılanması yasa dışıdır. Çünkü bu mahkemelerin meşruiyeti yoktur Özel yetkili mahkemeler kaldırılmadığı sürece bizi kimse şeffaflaşmaya inandıramaz" dedi.

AKP KENAN EVREN’İN MGK’SINA HESAP VERİYOR

AKP hükümetinin uygulamaya çalıştığı 4+4+4 sistemine değinen Demirtaş, "Geçen hafta AKP'nin 4x4'lerini konuşuyorduk. Namaza 4x4'ler ile gidiyorlardı. Şimdi ise 4+4+4'ü konuşuyoruz. Bu kadar önemli bir konu teklif olarak sunuldu. Hükümet tasarı olarak sunup meseleyi üstlenmiyor bile. Toplumu aptal yerine koyuyorlar. Tartıştırıp, tepkilere bakacaklar hükümet ona göre sahiplenecek. Bakan bunun savunmasını nerede yapıyor? Sendikalarda değil MGK'da bilgi veriyor. Milli Eğitim Bakanı, MGK'ya ikna etmeye gidiyor. Ama ikna olup geliyor. Kenan Evren'in facia kurumu MGK'ya gidip hesap veriyor AKP. MGK'dan karar çıkıyor. Parlamentoya düşende MGK'nın onayladığı bu kararı yasalaştırmak. Parlamentonun iradesine saygıları bu kadar işte" dedi.

AMAÇ DİNDAR GENÇLİK DEĞİL, UYSAL GEÇLİK

Demirtaş, teklifin içeriğine iyi bakılması gerektiğini belirterek, "Bu konuyu imam hatip eksenli ele alırsanız sığ bir tartışma olur. AKP'ye anahtar teslimi İslam devleti verin kabul etmez. Çünkü böyle bir amacı yoktur. Konuyu böyle tartıştırır ve asıl amacını hayata geçirir. Mesele 'dindar gençlik' meselesi değil uysal gençlik meselesidir. Gerçek anlamda dindar gençlik sorgulayandır. Gerici değildir. Allahtan başkasına kulluk etmez. Ezilenin yanında yer alır. Bunlar biat eden bir gençlik istiyor. Daha eğitimli modern köleler yetiştirmemiz lazım diyorlar. Piyasanın ara eleman ihtiyacını karşılamak istiyorlar. Toplum sorgulayan toplum olsun, çocuklar iyi eğitim alsın, hoşgörü gelişsin, toplumsal bilinç oluşsun gibi bir anlayış yok ki" diye kaydetti. Demirtaş, AKP'nin eğitim politikasını torna masası gibi gördüğünü belirterek, eğitimden arz ve talep meselesini anladığını söyledi.

EĞİTİMLİ UCUZ İŞ GÜCÜ YARATIYORLAR

Demirtaş, MGK kararlarını hatırlatarak, "MGK'da bölge illerinin eğitim sorununu konuşuyorsun. Öğretmen açığına MGK karar veriyor. Ne alaka. Eğitim politikalarını bu ülkede hep MGK belirlemiştir. Bu nedenle 4+4+4 mü? 4x4 mü? Orda karar veriliyor. Tartışmayı imam hatip meselesine çekip ana meseleyi kapatmak istiyorlar. Bunun alternatifi herkesin eşit eğitim yapmasıdır. Bütün olanakların topluma eşit olarak sunulmasıdır. Düzenleme konunun uzmanı sendikalar ve meslek örgütleri ile bir araya gelinerek yapılabilir. Bunlar olmayacak iş değil. Ama bu yapılırken piyasa koşulu esas alınmaz. Almanya'da İngiltere'de meslek lisesi şu kadar diyorlar. Sanırsın bizde meslek lisesini bitiren hemen iş buluyormuş gibi. Yok böyle bir şey. Eğitimli ucuz iş gücü yaratıyorlar" dedi. Türkiye'de İslam'ın kendisinin tehlike olmadığını ancak AKP'nin İslam'ı köhnemiş sistemin tekeline sokmaya çalıştığını belirterek, "Bütün halk bu konularda dikkatli olmalı. Tartışmaların yanlış yöne yönlendirmesine karşı uyanık olmalıdır. AKP'nin ustalık dönemi budur. Eğitim modeli bile bu kadar ustaca bir tartışma ile yürütülüyor. Toplumsal mühendislik ustalığı yapıyorlar" ifadesini kullandı.

CEMAAT EVLERİ


Demirtaş, AKP'nin Eğitim Destek Evleri'ne yaklaşımını eleştirerek, "Cemaat ve ona bağlı evler her yerde valilik ve hükümet desteği ile çoğaldı. Ama belediyelerimizin yoksul öğrencilere destek için açtığı Eğitim Destek Evleri kapatılıyor. 2 binden fazla öğrenci sınava 1,5 ay kala eğitimden yoksun kaldı. Daha önce valilik ile protokolü uyduruyorlardı. Onu da yaptılar belediyelerimiz buna rağmen kapatıldı. Batman'da 60 depremzede de burada eğitim alıyordu. Ama orası da kapatıldı. İşte 28 Şubat'ta da bunları yapıyorlardı. Cemaatin bütün yerlerini kapatıyorlardı" dedi.

UCM ROBOSKİ BAŞVURUMUZU USUL AÇISINDAN KABUL ETTİ

Demirtaş, 1996'da Güçlükonak'ta 11 köylünün minibüste yakıldığını faillerin ortaya çıkarılmadığını belirterek, "Şimdi yıl 2012 Roboski ortadadır. Başbakan bu gün çıkmış 65 gün sonra ''ortaya çıkaracağız'' diyor. Basit bir soru soruyoruz. Vurun emrini verdin mi vermedin mi? Evet ya da hayır buna bile cevap vermiyorsun. 4 saatlik görüntüleri halen açıklamıyorsun. Siz kendi yetkinizde olan idari soruşturmayı sonuçlandırmıyorsun. Sonra da çıkıp 'Roboski'yi unutmadık' diyeceksin. Bu işte katliam sorumlularının psikolojisidir. UCM'ye yaptığımız başvuru usul açısında kabul edildi. Bu konuda savcılığın yazdığı yazı da geldi" dedi. Roboski için yapılacak olan ışık söndürme eylemini desteklediklerini belirten Demirtaş, Roboski katliamına ilişkin bütün gelişmeleri yakından izleyeceklerini söyleyerek, "Sen iktidarın döneminde bunu saklamaya çalışabilirsin ama bu sonuna kadar gitmeyecek" dedi.

HRANT’I KATLEDEN ÖRGÜT TAKSİM MEYDANINDA

Taksim'de yaşanan Hocalı protestosuna değinen Demirtaş, "O bakanın bu katliamın sorumlularını ortaya çıkarması mümkün müdür? Gösteri ırkçı bir gösteriye dönüştü. Bunun organizasyonunun bizzat bakanlık yapıyor. Taksim meydanında ırkçılık yapan kim. Sıfatı bakan ama ırkçılığın manifestosunu yapıyor. Aynı bakan Hrant Dink'i katleden örgütü ortaya çıkarmakla sorumlu olan bakandır. Niye ortaya çıkmadığı görünüyor. Mahkemeye buyurun Taksim'e gelin Hrant'ı katleden örgüt ordadır. Böyle bir bakanın sorumlu olması vahimdir. İşte AKP budur. Bakan daha AKP'yi nasıl anlatsın. Bakın ne diyor İçişleri Bakanı, 'Bu kan yerde kalmayacak. Türkün başkasından dostu yoktur' bunu söyleyenin sıfatı İçişleri bakanıdır. Sıfata bak. Bunun onda birini ben söylesem hemen tutuklanırdım. Bu bakan bizi ırkçılıkla suçluyoruz. Kendisi de demokrat oluyor! Hem de sıfatı da bakan. Hayırlı olsun AKP'ye durmak yok yola devam" dedi.

IRKÇILIK KUSAN BAKAN, KCK OPERASYONLARI YÜRÜTÜYOR

"Irkçılık kusan bakan KCK operasyonlarını yürüten bakan" diyen Demirtaş, "Katliamları hep birlikte lanetleyelim. Hocalı'yı da, Dersim'i de. Ama böyle ırkçılık yaparak değil. Hocalı'da o katliamı yapanlar, Taksim'de o ırkçılığı yapanların Ermeni olanlarıdır. Irkçılık, ırkçılıktır. İnsanoğlunun tutulduğu yüzyılın hastalığıdır" şeklinde konuştu. Dargeçit'te çıkan kafataslarını hatırlatan Demirtaş, "Madem katliam arıyorsun Dargeçit, Diyarbakır JİTEM kazısı bunlara bak. Daha bunun onlarcası var. Silopi kimsesizler mezarlığı var. Orda duruyor. İşte hepsini lanetleyelim. İşte Hakikatleri Araştırma Komisyonu bu nedenle önemlidir. Dersim'e ilişkin yaptığımız panel bundan önemliydi. Orada çıkan sonuç Hakikatleri Araştırma Komisyonu'nun kurulması ve devlet adına gerçek bir özrün dilenmesidir" şeklinde konuştu. Demirtaş, katliamların araştırılması için 16 defa TBMM'ye önerge verdiklerini ancak bunların AKP tarafından reddedildiğini belirterek, "İçerde bunu yapmayan bakanın ırkçılık yapması kendini küçültmektir" dedi.

CEZAEVİ KOŞULLARI İNSAN ONURUNA AYKIRI


Bir ülkede cezaevlerinin o ülkede demokrasinin aynası olduğuna vurgu yapan Demirtaş, şunları kaydetti: "Devlet orada vatandaşlarına nasıl davranıyorsa demokrasi standardı öyledir. Türkiye'nin hiçbir cezaevinde insan onuruna layık koşullar yok. Pozantı cezaevindeki cinsel istismar gündemde. Bu cezaevinin kapatılması konusunda defalarca rapor hazırlanmıştır. Bu işin peşini bırakmayacağız. Diğer cezaevleri de farklı değildir. Kapasiteler yüzde 300 artmış durumdadır. AKP iktidara geldiğinde cezaevindeki insan sayısı 60 bin civarında bu gün 127 bin oldu. Buna 'Suçun takibini daha iyi yapıyoruz' diyorlar. Alakası yoktur."

Cezaevlerinde yaşananların sistematik işkence olduğunu belirten Demirtaş, "Bunu çözmenin çaresi yeni cezaevi değildir. Adalet sistemi ve ekonomik sorunu çözmektir. Oralarda çalışan görevliler de gönüllü mahkumlardır" dedi.

AÇLIK GREVİNDEKİLERİN SAĞLIK DURUMU TEHLİKEDE

3 Milletvekilinin açlık grevinde olduğunu hatırlatan Demirtaş, "15. Gündeler. Sağlıkları da artık tehlike altında. Bütün cezaevlerinden 400'den fazla insan açlık grevinde. Bu içerdeki koşullardan dolayı değil dışarıdaki şartlardan dolayı yapıyorlar. İmralı'daki tecrit ve askeri ile siyasi operasyonlardan dolayı yapıyorlar. Yurttaşları onlarla kenetlenmeye çağırıyoruz" dedi. Demirtaş, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde sokakların mor renge boyanacağını ve kadınların mücadelelerini sürdüreceklerini söyledi.

ANF NEWS AGENCY

HAK-PAR’da Burkay İsyanı

Amed - Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (HAK-PAR) 8 Parti Meclisi üyesinin, Kemal Burkay’ın PKK’ye yönelik ağır suçlamaları ve parti üzerindeki vesayetine tepki göstererek istifa kararı aldıkları bildirildi.

Aknews’e göre aralarında Sait Aydoğmuş, Mehmet Vural ve Vahit Abay’ın bulunduğu HAK-PAR’ın 8 Parti Meclisi üyesi istifa kararı aldılar. İstifa edenlerden dördünün Genel Başkan Yardımcısı olduğu bildirildi.

PSK’nin eski lideri Burkay’ı parti üzerindeki vesayeti ve PKK’ye yönelik ağır suçlamalarından dolayı istifa kararı alan PM üyelerinin, önümüzdeki günlerde bir basın açıklaması yapması bekleniyor.

HAK-PAR BURKAY’IN VESAYETİ ALTINA GİRDİ

Aknews’e göre adını vermek istemeyen bir PM üyesi şöyle dedi: “HAK-PAR zaten PSK grubunun vesayeti altındaydı. Yıllardır bu vesayetten kurtulmak için mücadele ediyoruz. Kemal Burkay yurtdışından döndükten sonra parti şimdi doğrudan Kemal Burkay’ın vesayetin altına girdi. Üye olmamasına rağmen bile parti onun vesayetindeydi. Şimdi üye oldu ve büyük ihtimalle genel başkan olacak.”

Burkay’ın vesayet yöntemini eski Başbakan Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit ile eski Başbakan Necmettin Erbakan’a benzeten PM üyesi şöyle devam etti:

RAHŞAN ECEVİT BENZETMESİ

“Bir Kürt partisini suçlama ve Kemal Burkay tarzı bizi rahatsız ediyor. Hak-Par esasta demokratik, çok sesli, çok renkli bir partidir. Eğer vesayet altından çıkmazsa, parti güçlenmeyecek. Burkay’ın bir yönetim tarzı var. Çok otoriterdir. Sert bir yöneticidir. Başkan olmasa bile vesayeti olacak. Rahşan Ecevit sadece DSP üyesiydi ama vesayeti vardı. Necmettin Erbakan da öyleydi. Şimdi Burkay’ın vesayeti de aynıdır. Biz bu şekilde partide siyaset yapamayız. Biz bu kararımızı önümüzdeki günlerde açıklayacağız.”
PSK'nin kurucu kadrolarından Yılmaz Çamlıbel de bir süre önce örgütten istifa ettiğini duyurmuştu.

ANF NEWS AGENCY

RedHack Belgeleri: Muhbir Ağı Medyayı İhbar Ediyor

Haber Mekezi - Kendilerine KızılHack adını veren sanal aktivistler, Emniyet sistemine sızarak elde ettikleri bilgi ve belgeleri yayınlamaya devam ediyor. Şu ana kadar yayınlananlar Emniyet’in AKP döneminde genişleyen muhbir ağına işaret ediyor.

Emniyet sistemine sızan Kızıl Hackerler yeni muhbir maillerini yayınladı. Rejimin, muhalefeti bastırmak için toplumu muhbirleştirme politikasını da açıkça gözler önüne seren maillerde, AKP’yi, Fethullah Gülen Cemaati’ni ve Başbakan’ı eleştirenler ihbar ediliyor. Yayınlanan yeni maillerde Roj ve diğer birçok medyanın da ihbar edildiği görülüyor.


25.11.2011 tarihinde Korcan Baysan Baysan adı altında Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne “baysalkorcan_limited@hotmail.com” adresi üzerinden gönderilen bir mailde Roj TV konusunda şu ihbar yapılıyor:

“2 saat oncesi kadar Oslo havalimaninda Belcika Roj tv gene yayin yonetmeni AMED DICLE yakalandigi soyleniyor ve yaninda yuklu miktarda para..Bunu osloda tesaduf bir arkadasim twitter ustunden soyledi ve bende oslo buyukelciligini arayip durumu bildirdim siradan bir TC vatandas olarak gorevimi yaptim.Cunku bu insanlar Belcika yasayan Turk toplumu icin tehlikeli olup gereginin yapilmasini arz ederim.”

Baysan, ihbar mailinde telefon numarasını da vermeyi ihmal etmiyor. Aynı şahıs, aynı tarihli bir başka mailinde ihbarını gerekçelendirirken Taraf’ın polis kökenli yazarı Emre Uslu’yu kaynak gösteriyor:

“Aksam suralari ben Belcika Roj tv genel yayin yonetmeni kod adi Amed dicle(VEDAT TAYFUR'un) Oslo'ya havalimana girerken ustunde yuklu miktarda yakalandigini soylemistim ve aynisini Sn Gazeteci EMRE USLU'da teyit etmistir twitter'de..ve kendisi http://twitter.com/#!/EmreUslu resmi hasabindan da teyit etmistir.lutfen gec olmadan gereginin yapilmasini arz ediyoruz. Ayrica oslo kultur bakanliginin serbest kalmasi icin araci olundugu da soyleniyor..”

Mailler arasında sık sık “Aziz Küçük” adına gönderilen ihbar mailleri dikkat çekiyor. kkaziz@ymail.com adresi üzerinden 03.11.2011 tarihinde gönderilen bir mailde HaberTürk, CNNTürk, NTV ve NTV de ihbar ediliyor:

“suç: adil yargılamayı etkileme ,halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme terör örgütü pkk ve kck yı desteklecek yayınların yapılması yıkıcı ve bölücü faaliyetlerde bulunmak devletin dirlik ve düzenini bozmak sanıklar:habertürk tv ve gazetesi,cnntürk,ntv ,TNT ,trthaber bu tv kanalları sürekli yayınlarında terör örgütlerini destekleyecek şekilde yayınlar yapmaktadır örneğin kck tutklamalarında tutuklanan prof dr büşra ersanlıyı destekler şekilde yayın yapılması adil yargılamayı etkileme suçudur teröristin pofesörü öğretmeni doktoru olmaz terör faaliyetinde bulunanlar ünvanları ne olursa olsun yargılanmalıdır zaten bu kanallar sanki pkk nın avrupadaki kanalı Roj tv den hiçbir farkı yok habertürk deki Ece üner kürt asıllıdır pkk sempazitanıdır,Didem aslan yılmaz alevi kökenlidir aşırı sol örgütler sempazitanıdır. cnntürk den Nevşin Mengü Feminist ve sol örgütler sempazitanı bu kanallar kuvvetli ihtimalle terör örgütlerinin medya ayağı TNT de petek dinçöz sürekli programında halkı kin ve düşmanlığa tahrik,özel hayatın dokunulmazlığını ve gizliliğini adil yargılamayı etkileyecek yayınlar yapmakta zaten Türkiyeyi alevi sünni,Türk kürt olarak bölmeyi başaramadılar yetmezmiş gibi kadın erkek olarak Türkiyeyi bölmeye çalışıyorlarbu kanalların yayınları Türkiyenin birliği ve bütünlüğü için bir tehditdir.”
Aziz Küçük, 05.11.2011 tarihli mailinde de gazeteci Şirin Payzin ve Cüneyt Özdemir ‘i ihbar ediyor:

“Cnntürk tv deki şirin payzın ,cüneyt özdemirin ve feminist örgütlerin cinsel suçları istismar ederek mahkemeleri ve toplumu tahriğe yönelik yorum yapmaları temel insan haklarından başta adil yargılamayı etkileme,özel hayatın dokunulmazlığını ve gizliliğini ihlal etme ve ülkeye şeriatı ve işkenceyi getirme çalışmaları örgütlü insan hakları ihlalleri suçudur TNT tv deki petek dinçözde bunu çok sık yapıyor NÇ davasını tv kanalları istismar edemezler bu TNT, HABERTÜRK, NTV, CNNTÜRK, TRTHABER , hürriyet, sözcü gazetesi, habertürk gazetesi halkı kin ve düşmanlığa tahrik tme, devletin dirlik ve düzenini bozmak ve temel insan haklarını ihlal etme suçlarını sürekli her fırsatda işliyor.bunuda sol örgütler ve feminist örgütler bilerek yapıyor AKP hükümetinin başta işkence ve kötü muamele olmak üzere insan haklarına aykırı yasalar çıkarmasına zemin hazırlamak darbeye zemin hazırlamak AK partinin kapatılmasına zemin hazırlamak çünkü laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmakdan değil insan haklarına aykırı eylemlerin odağı olmakdanda bir parti kapatılabiliyor ve sanıklar insanlığa karşı suç işlemekden yargılana biliyor.Başbakanımız bunların oyununa kesinlikle gelmemeli.”

ANF NEWS AGENCY

Suriye Ulusal Konseyi Bölündü

Beyrut - İstanbul’da kurulan Suriye Ulusal Konseyi’nden (SNC) ayrılan, aralarında Konseyin başkan yardımcılarından Heysem Malih’in de bulunduğu 20 kişilik “Suriye Ulusal Çalışma Grubu” adlı yeni bir örgüt kurdu.

Russia Today’in haberine göre, ABD, Katar, Fransa ve Türkiye tarafından kurulan Suriye Ulusal Konseyi (SNC) adlı oluşumdan ayrılan 20 kadar üye, Suriye rejimini devirmek için sürdürülen faaliyetleri güçlendirmek için “Suriye Ulusal Çalışma Grubu” adlı yeni bir örgüt kurdu.

Suriye Ulusal Konseyi, son olarak Tunus’ta ‘Suriye’nin Dostları’ adı altında gerçekleştirilen toplantıda, Suriye muhalefetinin temsilcisi olarak tanınmasına karar verilmişti. Ancak toplantının esas hedefi olan SNC’yi Suriye’nint ek temsilcisi olarak tanınması gerçekleşmemişti. Bunun nedeni konseyin tüm muhalifleri çatısı altında toplama yanısıra esas olarak Suriye’de alanda bulunan muhalefetle bağlarını kuramamasıdır.

Toplantı sırasında, konsey çalışmalarının gidişatına tepki gösteren konsey başkan yardımcısı Heysem Malih toplantıyı terketmişti. New York Times gazetesine göre 81 yaşındaki Malih, toplantıyı terk ettiği sırada, “Böyle çalışılmaz ki. Hepsi aptal, ben ne yapayım” diyerek tepkisini ortaya koydu.

Toplantıdan hemen sonra yaklaşık 20 kişilik bir grupla SNC’den ayrıldığı anlaşılan Heysem Malih’in kuruluşu açıklanan Suriye Ulusal Çalışma Grubuna liderlik yaptığı bildirildi.

Grup yayınladığı bildiride, Suriye Ulusal Konseyi’ni kuruluşunun üzerinden aylar geçmesine rağmen hala yürütme bürolarını dahi kuramamakla suçladı ve “artık bizim açımızdan gitmekte olduğumuz bu yolun yanlışlığı anlaşılmış oldu. Bu yüzden Özgür Suriye Ordusu’nun desteklenmesi de dahil olmak üzere mümkün olan her yolla Suriye rejiminin devrilmesini sağlamak yönündeki faaliyetleri güçlendirmek için Suriye Ulusal Çalışma Grubu’nu kurmaya karar verdik” dedi.

SNC SURİYE’DEKİ MUHALEFET İLE BAĞ KURAMIYOR

İstanbul'da 2011'in ağustosunda kurulan Suriye Ulusal Konseyi Şam yönetimi karşıtı muhalif örgütlenmeler arasında öne çıkan başlıca grup. Ancak konseyin toplam 275 üyesinden büyük çoğunluğu Müslüman Kardeşler örgütünden oluşuyor. Bunun yanında konseyin liberal ve ulusalcı üyeleri dahil çoğunluğu uzun yıllardır sürgünde yaşayanlardan oluşuyor.

Konsey içinde uzun süre devam eden iç güvensizlik ve dış müdahaleye ilişkin görüş ayrılığı Arap ve batılı ülkelerinin müdahaleleriyle giderilmesine karşın, Suriye içindeki muhalefet ile bağ kurmayı başaramıyor. Suriye içindeki muhalifler SNC üyelerin batı kentlerinin lüks otellerinde toplantılar yapmaktan öteye gitmediği görüşünde. Çoğunluğu Suriye ordusundan firar edenlerden oluşan Suriye Özgür Ordusu geçtiğimiz ay yaptığı bir açıklamada SNC üyelerini ihanetçiler olarak tanımlamıştı.
Kuruluşu ilan edilen Suriye Ulusal Çalışma Grubu’nun özellikle Özgür Suriye Ordusu’na arka çıkarak desteklenmesini istemesi, uzun zaman silahlı mücadele ve dış müdahaleye karşı çıkan SNC’yi zorlayacak gibi gözüküyor.

ANF NEWS AGENCY

27 Şubat 2012 Pazartesi

Haluk Gerger: Türkiye'nin Suriye Konusundaki Acelesi Kürtler

Ankara - Araştırmacı yazar Haluk Gerger, Türkiye'nin Suriye konusunda bu kadar aceleci davranmasının temelinde Kürt meselesinin yattığını ve olası Kürtlere verilecek bir statünün kendileri açısında geri dönüşü olmayan bir çıkmaz olduğunu belirtti.

Araştırmacı yazar Haluk Gerger, ESP Ankara İl Örgütü'nün düzenlediği Ortadoğu'ya ilişkin söyleşide, Suriye'ye ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Önce rejim karşıtı gösteriler daha sonra silahlı çatışmaların arttığı Suriye'deki gelişmeleri değerlendiren Gerger, Suriye konusunda genel gidişatın Türkiye’nin savaş istediği ve bu kadar aceleci olmasının da Kürtlere verilecek statü ile ilgili olduğunu vurguladı.

Konuşmasında Gerger, "Bunun içinde bu soruna bu kadar heveskar davranıyorlar. Suriye konusunda dikkat çeken bir diğer nokta da Türkiye'nin savaş isteyip istemediğidir. Eğer savaş istiyorsa ki genel gidişat onu gösteriyor, kesinlikle büyük bir gizli anlaşma yapıldığını bizim görmemiz gerekir. Tabi bu gizli büyük antlaşmanın ne olduğunu ancak savaştan sonra görebiliriz" dedi.

Gerger, "Ortadoğu halkı ve Araplar 400 yıl Osmanlı zulmü altında yaşadılar. 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'ya karşı savaştılar. Yani Arap dünyasının yüzyıllara dayanan bir direnişçi geleneği var" dedi.

Bölgede daha sonraki süreçlerde emperyalist işgaller olduğunu belirten Gerger, bölgedeki ulusal solun sanayileşme ve ekonomik kalkınmayı yani devletçi ekonomiyi desteklediğini kaydetti.
Gerger, İsrail karşıtlığı ve IMF karşıtlığı gibi özelliklere sahip olsalar da diğer bir özelliklerinin de anti-komünist olduğunu ifade etti.

ABD'nin "bizimle uzlaşmak istiyorsanız İsrail ile olan ilişkilerinizi düzenlemeniz gerekir" dayatmalarına Mısır'ın "evet" dediğini anlatan Gerger, Mübarek dönemiyle birlikte Mısır'daki özelleştirmelerin hız kesmediğini söyledi.

Bölgedeki antiemperyalist mücadeleleri anlatan Gerger, yoksulluk ve diktatörlüğün zulmüne karşın, komünistlerin iktidara aday olacak gücü kendilerinde göremediklerini söyledi.

Gerger, "Halk büyük bir travma yaşadı ve dine sığındılar. Örgütsüzlük, ideolojisizlik ve öndersizlik gelişti" dedi.