9 Şubat 2012 Perşembe

Cemil Bayık’tan Hizbullah Mesajları

Behdinan - Hizbullah örgütünün kısa bir süre önce yayınladığı manifestoyu değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, “Biz bir yönüyle bunun Kürdistan'da AKP ve Fetullahçıların iflas etmesi anlamına geldiğini düşünüyoruz” dedi. Bayık, “Hizbullah’a karşı herhangi bir tutum alma, karşı karşıya gelme, gerilim, çekişme ve çatışma içine girme gibi bir yaklaşımımız yoktur” diye ekledi. Bayık, AKP hükümetinin son zamanlarda bazı Kürtleri yeniden sürmesini ise şöyle değerlendirdi: “AKP'nin bu sıkışıklığına ne Fetullah Gülen ne de AKP'nin ‘iyi Kürtleri’çare bulabilir.”

PSİKOLOJİK SAVAŞ ÖNEMLİ BİR BOYUT OLARAK KULLANILIYOR

*AKP hükümetinin hareketinize karşı halen bazı Kürtleri öne sürme girişimlerinde bir sonuç almasının mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?

Her şeyden önce bu süreci anlamak açısından Kürt halkının Özgürlük Mücadelesinin geldiği düzeyi görmek gerekiyor. Kürt halkı onlarca yıldır yürüttüğü özgürlük mücadelesiyle Türk devletinin klasik politikalarını boşa çıkardı. Artık eski söylemler ve tutum-larla Kürt halkının Özgürlük Mücadelesine karşı savaş yürütmek ve sonuç almak mümkün değildir. Çünkü 1990’larda kullanılmadık yöntem kalmadı. Bu yol ve yöntemler sonuç almalarını sağlamadığı gibi teşhir olmalarına da yol açtı. Bugün herkes 1990’lardaki yöntemleri eleştiriyor, teşhir ediyor, bu tür yöntemleri kabul etmiyor. Bu bakımdan şimdi sanki Kürtlerin varlığını kabul ediliyormuş ve Kürt sorunu çözülecekmiş gibi bir üslupla, bir psikolojik savaş yöntemiyle, böyle bir argümana dayanarak Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilmek isteniyor. “Kürt vardır, Kürtlerin haklarını vereceğiz” gibi söylemlerde bulunuyorlar. Biz bunların Kürt sorununu nasıl anladıklarını, Kürt sorunu çözülecek derlerken neleri düşündüklerini ortaya koyduk. İşte bu ortamda “Kürt yoktur” diyerek değil, “Kürt vardır” diyerek Kürtleri kültürel soykırıma uğratma politikası izleniyor. Bunun için de bazı Kürtler kullanılıyor. Çünkü geçmişte tümden Kürt yok deniliyor, Kürtlerle ilgili herhangi bir söz bile tehlikeli görülüyor, bu bakımdan işbirlikçi Kürt kabul edilmiyordu. Ama şimdi yeni politika işbirlikçi kullanmayı gerektiren bir konseptle yürütülüyor.

Kürt Özgürlük Hareketi'ne, PKK'ye karşı savaşın şiddetlendirildiği ortamda, bu mücadeleden sonuç almak için psikolojik savaş çok önemli bir boyut olarak kullanılıyor. Bu psikolojik savaş açısından da kimi işbirlikçi Kürtleri kullanmayı önemli görüyorlar. Bunları televizyonlar ve gazetelere çıkarıyorlar, biraz Kürtler ve Kürdistan'dan söz, bağımsızlıktan söz etmelerine tahammül ediyorlar. Bu söylemlerin arkasından Kürt Özgürlük Hareketi'ne küfretmeleri sağlanıyor. Kürt Özgürlük Hareketi'ne yönelik psikolojik savaş bu Kürtlerle güçlendirilmeye çalışılıyor. Böylelikle Kürt halkının kafası karıştırılmak isteniyor. PKK'nin öncülük ettiği Kürt halkının özgürlük mücadelesi hakkında kuşku uyandırılmaya çalışılıyor. Böylelikle Kürt Özgürlük Hareketi'nin Türk devletini sıkıştırması ve çözüm için zorlaması engellenmek isteniyor. Türk devleti bu Kürtleri kullanarak rahatlamaya çalışıyor.

PİYASAYA SÜRDÜKLERİ KİŞİLERLE ALTERNATİF YARATAMAZLAR


Kuşkusuz alternatif bir Kürt hareketi yaratma, Kürtleri bölme, hatta BDP'yi parçalama gibi politikalar var. Nitekim siyasi soy-kırım operasyonlarını Kürt demokratik siyaseti üzerindeki baskıyı kaldırmak adına yaptıklarını ifade ediyorlar. Bunun anlamı bu baskılarla BDP içinde bazılarını aykırı sesler çıkartmaya yöneltmektir. Bunlar çok denendi ama başarılı olamadı. Şimdi piyasaya sürülen kişilerle herhangi bir alternatif Kürt hareketi yaratmaları da mümkün değil. Türk devletinin psikolojik savaş merkezlerinin ve basınının rüzgarıyla farklı bir Kürt hareketi yaratmak mümkün değil. Kürdistan’da bir hareket ancak Türk devletinin politikalarına karşı mücadele edebilecekse var olabilir. Asıl amacı PKK'yi hedeflemek, PKK'ye küfretmek olan, Türk devletinin özel savaş politikaları doğrultusunda PKK'ye karşı kara propaganda yapan bazı çevrelerin alternatif bir hareket yaratmaları mümkün değil. Çünkü alternatif bir hareket olmak demek, içeride ve dışarıda çok yönlü ve sistemli bir Kürt politikasına sahip olmak ve bu çerçevede Türk devletinin inkarcılığına ve mevcut politikalarına karşı mücadele etmek demektir. Bunların ne böyle bir zihniyetleri, ne örgütlülükleri, ne de mücadele edebilecek güçleri var. Böyle büyük bir sorunda kırk yıllık kıyasıya mücadelenin sürdüğü bir ortamda sadece söylemle bir Kürt hareketi yaratmak imkânsızdır.

Kuşkusuz Türk devleti yine de bunu denemek, bunun için de PKK'den rahatsız olan her türlü çevreyi bir araya getirmek istiyor. Bunlara basınını açıyor, maddi olanaklarını sunuyor. PKK karşısında farklı bir hareket yaratmak istiyor. Kürtlere “Sadece PKK yok, başka hareketler de var” dedirtmek istiyor. Halbuki Kürdistan'da farklı Kürt partileri zaten var. Çalışır ve mücadele ederlerse kendilerini geliştirebilirler. Bunun önünde bir engel yoktur. Ama “PKK'yi devlet kurdu, ajan bir örgüttür, PKK de şu kadar kötüdür” denilirse, bir halkın on yıllardır yürüttüğü büyük özgürlük mücadelesi, en güzel moral değerleri, en büyük örgütü üzerinde böyle bir karalama kampanyası geliştirilir ve bir kirli propaganda yürütülürse, tabii ki bu söylemlerin meşruiyeti olmayacaktır. Bunların Kürdistan'da herhangi bir karşılığının olması da mümkün değildir. Bunlara kimse saygı göstermez.

“PKK’Yİ DEVLET KURDU” DEMEK ELEŞTİRİ MİDİR?

Bazıları kalkıp PKK'ye küfrediyor, PKK eleştirdiği zaman ise neden bize eleştiriyor diye kıyamet koparıyor. “PKK'yi devlet kur-du” demek eleştiri midir? “Apo MİT’in, derin devletin adamıdır” demek eleştiri midir? Tabii ki bu tür söylemler kabul edilmez, bu tür söylemlerde bulunanlara gereken cevap verilir. PKK kimseye söz hakkı vermiyor, kimseyi konuşturmuyor biçiminde yaygara koparanlar var. Bir kere herkesin ciddi olması gerekir. Bir kişinin ya da bir siyasi hareketin farklı düşüncesi olabilir, farklı görüşü olabilir, siyasi programı da farklı olabilir. Şöyle özerklik ister, şöyle federasyon ister, şöyle bağımsızlık ister. Ekonomi politikası şu olabilir, sosyal politikası bu olabilir, dünya görüşü şöyle olabilir. Hatta ben silahlı mücadele yapmadan bu işi yürütürüm der. Fakat şimdi yapılan o mudur? Ağzını açıp PKK'yi “MİT kurmuştur, PKK Ergenekon’la ilişkilidir, devletin projesidir” demek bir düşünceyi savunmak mıdır? Böyle bir düşünceye kim saygı gösterir? PKK niye böyle bir düşünceye saygı göstersin? PKK taraftarı niye saygı göstersin, kadrolar niye saygı göstersin? Böyle bir şey olabilir mi? Bu tür söylemler bir savaştır. Her şeyden önce de Türk devletinin psikolojik savaşının parçası olmaktır. Bu tür söylemler bir Kürt siyasi görüşü olarak dile getirilemez. Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürütülen bir psikolojik savaş biçimidir. Bunu Kürt yapabilir, Türk yapabilir, herhangi bir savaş merkezi yapabilir, hiç farkı yoktur.

HERŞEYİN BİR ADABI, TERBİYESİ VARDIR

Gidip Mecliste konuşuyorlar, konuşabilirler, kimsenin konuşmasına engel olacak değiliz. Gidip biz Kürt sorununun çözümünü böyle istiyoruz diyebilirler. Ama oraya gidip PKK'ye küfretmek, PKK şöyle kötü bir örgüttür, şöyle cani bir örgüttür, şöyle derin devletle ilişkilidir deyip Türk devletinin yürüttüğü saldırı politikalarını meşrulaştırmak kimsenin haddi olamaz. Bu açıktan açığa AKP'nin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü tasfiye politikaları meşrudur, haklıdır, destekliyoruz demektir. PKK kendisin-den başkasına yaşam hakkı tanımıyormuş! Nereden çıktı bu? Örgütleniyorlar, isteyen çalışıyor. Hatta seçimde ortak hareket edip ittifak yapmadılar mı? Bu ittifakın içinde Hak-Par da vardı KADEP de vardı, başkaları da olabilirdi. Şimdi her şeyin bir adabı, terbiyesi, kuralı, meşruiyeti vardır. Bilmem Apo 1972’de ajanmış da yakalanıp bırakılmış! Bilmem savcıya nasıl bir haber gelmiş de bırakılmış! Bunların hepsi psikolojik savaş saldırılarıdır. Yıllardır psikolojik savaş merkezine bağlı basının, çeşitli çevrelerin dillendirdiği şeylerdir. Hiç kimse PKK'nin bu tür söylemleri dillendirenlere saygı göstermesini bekleyemez. Böyle demek PKK'ye savaş açmak, PKK’yi düşman görmek demektir. Buna karşı da PKK tepki gösterir, tutumunu ortaya koyar. Bunu anlamamak aptallıktır. PKK'ye her türlü küfür yapılacak, her şey söylenecek, ama PKK kendisini savunmayacak! Birileri kalkıp “PKK'yi devlet kurdu, Ergenekon’la, derin devletle iş yapıyor” diyecek, AKP’nin özel savaş kalemşorları gibi televizyon televizyon dolaşıp konuşacak. Bu pratiğinden dolayı devletin, AKP'nin politikalarının işbirlikçisi ve psikolojik savaşın parçası denildiğinde ise kıyamet koparacak! Bu konuda herkesin ölçülü ve ciddi olması lazım. Ağzından çıkanı kulağının duyması lazım. Kemal Burkay bu söylemleriyle nasıl meşruiyet bekleyebilir? Bu politika mıdır, bu düşünce belirtmek midir? PKK'den farklı düşünceleri varmış! Varsa var. Ancak oturup kalkıp yalan söylemek ya da Önderliğin ve bizlerin söylediğini çarpıtıp kendi teorisine kılıf yapmak kimlerin işi olabilir?

12 EYLÜL’DEN ÖNCE ONLARCA PKK’LİYİ ÖLDÜREN KİMDİR?

Bir de PKK’nin kendilerine bilmem nasıl saldırdığını iddia ediyorlar. 12 Eylül’den önce PKK'ye saldırıp bitirmek isteyenler sizler değil miydiniz? PKK'nin gelişmesini durdurmak için cephe kurup saldıran, onlarca PKK'liyi öldüren kimdir? Mahkemelerde bu sabit değil mi? PKK’liler onlardan kaç kişi öldürmüş, onlar PKK’den kaç kişi öldürmüş? Darbe öncesinde birçok yerde nerdeyse hizbulkontra gibi PKK taraftarlarını ve sempatizanlarını sokağa çıktıkları zaman vurmuyorlar mıydı? Şimdi bu gerçekleri ters-yüz edecekler! 12 Eylül geldi, bütün sol ve demokrat güçleri ve Kürt hareketini bitirmek istedi. 12 Eylül karşısında dayanamayıp bitmişler, onu bile PKK'ye bağlıyor. Artık bu bir paranoya olmuş.

UTANMAZ ADAM!

Sen Türkiye'ye geldin, düşüncen biliniyordu, olumlu yaklaşım da gösterildi, çağrı da yapıldı. Kürtlerin hayrı için çalışmalarda bulunursun diye gereken saygı da gösterildi. Sen ne yaptın? Her gün PKK'nin ajanlığından, Ergenekonculuğundan, PKK'nin ne kadar cinayet işlediğinden, PKK'nin faili meçhullerin açığa çıkmasını istemediğinden söz etmedin mi? Bunları yapan sen değil misin? Utanmaz adam, 1990’lı yıllarda bu kadar faili meçhul cinayet işlendi. Buna karşı kim direndi? Bunu açığa çıkarmak için kim çaba gösterdi? Bütün bu faili meçhul cinayetleri teşhir ettiği için onlarca gazeteci doğranmadı mı sokak ortasında? Gazeteler bombalanmadı mı? Köyler niye yakılıp yıkıldı, faili meçhul cinayetler niye yapıldı? Hepsi de PKK bitirmek için yapılmadı mı? PKK'nin on yıllardır yayınları var. Şimdiye kadar derin devlet için sen ne kadar bu tür değerlendirmeler yaptın, PKK ve Önderliği ne kadar yaptı? Eğer vicdanlı ve ciddi olunmazsa, devletin psikolojik savaşının parçası her ağzına gelen söylenirse, hiç kimse bu tür şeylere saygı gösterilmesini beklemesin. Konuşuluyormuş da tahammül edilemiyormuş! Böyle bir şey yok. Bu tamamen bir demagojidir.

BURKAY’A GEREKEN CEVAP VERİLMİŞTİR

Bu tür konularda herkes dikkatli ve duyarlı olmalıdır. Sorumluluk duygusu taşıyan her Kürt de duyarlı olmalı, bu tür provokasyonlara gelmemelidir. Kendine demokrat diyenler de gelmemelidir. Kürtler birleşmeye, bu konuda adımlar atmaya yöneliyor, Kemal Burkay provokasyon yaparak bunu engellemeye çalışıyor. BDP ile ortak olunmaz, PKK ile ilişkili olanlarla yan yana gelinmez, PKK'ye karşı tavır almak gerekir dayatması ve provokasyonu içindedir. Bu nedenle “PKK Ergenekon’la ilişkilidir, devlet kurdurdu” yalanını her yerde söyleyerek provokasyon ve tahrik yapıyor. Bunu ancak devletin psikolojik savaş merkezleri yapar. Bu nedenle bütün Kürt partilerinin ve kendine demokrat diyenlerin duyarlı olması gerekir diyoruz. Düşüncelerini belirtmiş, bu nedenle tutum alınmış diye bir şey yoktur. konuştukları ortada değil mi? Bunlar söylenecek sözler midir? Bunları söylediği zaman PKK elbette tavır koyar. Her türlü yaklaşım içinde olması da meşrudur. Özcesi Kemal Burkay’a ortaya koyduğu pratik nedeniyle gereken cevap verilmiştir.

Bu adam “PKK’liler televizyonda konuşuyor, biz bu televizyonda konuşuyoruz çok mu” diyor. Sen kimin televizyonunda konuşuyorsun, kim seni dolaştırıyor? Bu televizyonlarda herhangi bir BDP’liye söz hakkı veriyorlar mı? AKP Hükümeti Önder Apo’nun savunmalarının basılmasına bile izin vermiyor. Önder Apo’nun düşüncelerinin Türkiye toplumu tarafından öğrenilmesini istemiyor. Milyonlarca kitlesi olan BDP'ye ambargo konulmuşken, sen her gün televizyon televizyon dolaştırılıyorsun. Senin konuştuğun televizyonlar kimlerindir? Kürtlerin sesini yansıtan basın-yayın organları nedir? Bu kadar basitleşmek olmaz. Televizyonlara, gazetelere çıkınca, PKK hakkında her sorulan soruya bir cevabı oluyor. Soranlar PKK hakkında neyi duymak istiyorsa onları söylüyor.

ZIVANADAN ÇIKMIŞ GİBİ

Kemal Burkay’ın geçmişte de olumsuz yaklaşımları vardı. Ama şimdi artık amiyane deyimle zıvanadan çıkmış gibidir. Geçmişte yine de belirli bir sınırı vardı. Kendine göre eleştiriyordu. Ayrı bir politikaya sahipti. Ama şimdi artık ayrı politika ya da eleştirme değil, tamamen psikolojik savaşın parçası haline gelmiştir. Ergenekon toplumda teşhir olmuştur, derin devlet teşhir olmuştur, bunu en fazla teşhir eden ve iplini pazara çıkaran PKK’dir. Kürt toplumunda, Türkiye toplumunda bu yönlü bir algı yaratılmıştır. Şimdi PKK'yi bunlarla ilişkilendirirsek bir taşla iki kuş vururuz hesabı yapan psikolojik savaş merkezinin bu kara propagandasına AKP'nin “iyi Kürtler”i de katılmıştır. Tabii ki buna karşı tutum gösterilecektir. Bu tutumunu değiştirmediği müddetçe, Kürtlerin kendisi hakkında iyi bir şey söylemesi mümkün değildir. İlk önce kendisini bilecek, haddini bilecektir. Beğenmesek de, hoşlanmasak da bir düşüncesi vardır. Ama PKK, Önder Apo ve PKK'nin kadroları hakkında ağzına geleni söyleyeceksin, ondan sonra da ben düşünce belirttim diyeceksin! Böyle düşünce belirtme mi olur?

AKP’NİN BU POLİTİKALARDAN SONUÇ ALMASI MÜMKÜN DEĞİL

Bu tür tutumlar gerçekten de çok tehlikelidir. AKP, devlet bu nedenle çözümsüzlükte ısrar ediyor. Bu tür işbirlikçilere dayanarak, bu tür Kürtlerin psikolojik savaş aracı olmasına dayanarak “PKK aleyhinde kampanya yürütürüm, toplumdan tecrit ederim, ideolojik ve siyasi olarak kuşatır ve böylelikle etkisizleştiririm” hesabı yapmaktadır. Devlet Kürt sorununda çözüme yanaşmıyorsa önemli bir nedeni de budur. Türk devletinin politikalarına meşruiyet sağlayarak çözümsüzlüğün sürmesine ortak oluyorlar. Konumları budur. Hem Kürtlerin sorunundan söz edecekler, hem de Kürt sorununun çözümünde engel olan, “Kürtler bir ulus değildir, bir toplum değildir, toplumsal hakları yoktur, ulusal hakları yoktur, kendi kendini yönetemezler, anadilde eğitim olmaz” diyenlerin payandası olunacak! Onların PKK'ye karşı yürüttükleri savaşın parçaları olunacak! Kim bu söylemleri ciddiye alır? Önemli olan söylem değildir. Aynası iştir kişinin, lafına bakılmaz. PKK'ye saldırarak, küfrederek hangi sorunun çözümüne katkı sunacaklar? Kürt sorununun çözümü içi¬n mücadele edenler Kürt halkının desteğini alır. Kürt halkını örgütlemeyenleri, bunun için devlete ve AKP'nin politikalarına karşı mücadele etmeyenleri Kürtler ciddiye almazlar, yüzüne bile bakmazlar.

AKP'nin bu politikalardan sonuç alması mümkün değildir. Ama bütün silahlarını kullanıyor. Kürt toplumu karşısında hiçbir değeri olmayan yeminli Apo ve PKK düşmanlarına bu kadar bel bağlamakla, aslında AKP'nin Kürt Özgürlük Hareketi karşısındaki başarısızlığını ve yenilgisini ifade ediyor. Nasıl ki Fetullah Gülen’in konuşmaması gereken şeyler konuşmak zorunda kalıp kendisinin teşhir olmasına neden olması Kürt Özgürlük Mücadelesi karşısında sıkışmasını ifade ediyorsa, bu tür kişiliklerin kullanılması da bunu ifade ediyor. Fetullah Gülen kendisinin teşhir olması pahasına o söylemlerde bulundu. Eğer sıkışmasalardı, Fetullah Gülen o kadar devreye girmezdi.

AKP’NİN BU SIKIŞIKLIĞINA ‘İYİ KÜRTLER’ ÇARE BULAMAZ

AKP Hükümeti şimdi akla hayale gelmedik saldırılar yapıyor, araçlar kullanıyor. Ancak AKP'nin bu sıkışıklığına ne Fetullah Gülen ne de AKP'nin “iyi Kürtleri” çare bulabilir. Erdoğan başkalarına “Sen üç kaz yönetmezsin” diyor ya, eğer üç kaz yönete-meyecek birisi varsa o da Kemal Burkay’dır. Konjonktürel olarak bulunduğu hareket belirli gelişme göstermiştir. Ama Türk devle-tinin saldırıları karşısında bir varlık gösterememiş, örgütünü dağıtmıştır. Şimdi bu mu AKP'nin keline merhem olacak? Merhemi olsaydı ilk önce kendi keline sürer, kendini kurtarırdı. Kendini kurtaramayan AKP'yi nasıl kurtaracak? Bu bakımdan AKP'nin çeşitli Kürtleri kullanarak ya da çeşitli Kürtleri bir araya getirip alternatif yaratmaya çalışarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme politikaları boştur. Buradan bir sonuç çıkmaz. Belki bir zamanlar İsrailliler ya da uluslararası güçler Filistinlileri çatıştırırlar, başkalarını çatıştırırlardı. Şimdi Türkiye de böyle bir çatışma yaratmak istiyor. Kendine göre PKK'nin karşısına bazı Kürtleri çıkararak Kürtlerin birliğini ve gücünü zayıflatıp böylelikle Kürtler üzerindeki politikasını yürütmek istiyor. Bu, bütün sömürgeci güçlerin klasik yöntemidir.

AKP’NİN MASKESİ DÜŞTÜ

Özellikle Türk devleti gibi Kürtleri tümden kültürel soykırıma uğratmak isteyen bir güç kuşkusuz Kürtleri parçalama, bölme ve birliği önünde engel olma politikaları izleyecektir. Dün izlemiştir, bugün de izleyecektir. Bu bakımdan biz bu politikaları çok anormal görmüyoruz. Türk devletinin, AKP'nin böyle politika izlemesi doğaldır. AKP zaten bir yönüyle bir psikolojik savaş hü-kümetidir. Türk devleti zaten özel savaş devletidir. Özel savaş devleti böyle bir psikolojik savaş hükümetiyle güçlendirilip Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilecekti. Ama başarısız kılınmıştır.

AKP'nin maskesi düşmüştür. Takke düşmüş kel görünmüştür. Bu nedenle kendine Müslüman, kendine demokrat karakteri or-tadan kalkmıştır. Bu nedenle bazı işbirlikçi Kürtleri kullanması zordur. Maskesi düşmediği dönemde belki bunları kullanabilir, bunlarla belki yol alabilirdi. Ama bu kadar maskesi düştükten sonra bu tür kişilikleri kullanarak sonuç alması mümkün değildir.

HİZBULLAH MANİFESTOSU, AKP VE FETHULLAHÇILARIN İFLASIDIR

*Hizbullah bir manifesto yayınladı, burada bazı değerlendirmeleri vardı, bunları nasıl karşılıyorsunuz?

Hizbullah’ın geçmişte Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı devlet tarafından kullanıldığı biliniyor. Bunlar artık belgelidir, açıktır. Bu yönüyle Kürt halkının Özgürlük Mücadelesine geçmişte çok büyük zararlar vermiştir. Batman başta olmak üzere Amed’de ve birçok yerde birçok yurtseveri katletmişt, daha doğrusu devlet kullanmıştı. Ancak Önder Apo'nun yakalanmasından sonra PKK'nin tasfiye olduğu düşünülerek, bu süreçte Hizbullah’ın üzerine de gidildi. Önderleri de katledildi. Bu açıdan herhalde bu süreç Hizbullah açısından da bir değerlendirme süreci oldu. Biraz vicdanlı ve aklı olanlar herhalde geçmişte olanların Kürt halkı ve kendileri açısından ne anlama geldiğini değerlendirip çözümlemişler, bunun özeleştirisini yapmışlardır. Zaman zaman gerçekleri saptıran değerlendirmeleri yine yapıyorlar. Güya geçmişte PKK saldırmış da kendilerini savunmuşlar! Böyle bir şey yok, artık bunu savunmaları doğru değildir. Gerçek ortadadır, bu gerçeği halk da biliyor. Bunlar belgelenmiştir. Göz önünde yaşanan, açıkça görülen bir gerçeği farklı göstermek doğru değildir. Bundan Kürt halkı da, kendileri de zarar görmüştür.

Son zamanlardaki değerlendirmelerine gelince, tabii şimdiden kesin bir şey söylemek mümkün değil. Biz bir yönüyle bunun Kür-distan'da AKP ve Fetullahçıların iflas etmesi anlamına geldiğini düşünüyoruz. Hizbullahçılar herhalde bunu gördüler, bu alanı doldurmak için yeni bir hamle yapmak istiyorlar. Böyle değerlendirilebilir. Tabii ki bu değerlendirmemiz iyi niyetli bir değerlen-dirmedir. Ama daha farklı şeyler var mı, bunları bilemiyoruz. AKP ve Fetullahçılar Kürdistan'da etkisizleştikten sonra, derin dev-letin ve farklı güçlerin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yeni bir mücadele aracı gibi kullanmak istemeleri ve yönlendirmeleri söz konusu olabilir mi? Bunun için şimdiden bir şey söyleyemeyiz. Bizim şu anda söylemek istediğimiz şudur: Geçmişten çıkarılan derslerle özeleştiri temelinde doğru bir yaklaşım içinde olunmalıdır. Biz kimseyle çatışmaya girmeyeceğiz deniliyor. Bu değerlen-dirme olumludur. Buna bağlı kalınması gerekiyor. Hiçbir biçimde herhangi bir kışkırtma ve yönlendirmeyle Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi’yle karşı karşıya gelecek bir tutum içine girmemeleri gerekiyor. Eğer yeni bir dönem başlatacaklarsa, bu söy-lemlerine bağlı kalmaları önemlidir.

KAN DAVASINA DÖNÜŞTÜRME YAKLAŞIMI İÇİNDE DEĞİLİZ

Bizi Hizbullah’a karşı herhangi bir tutum alma, karşı karşıya gelme, gerilim, çekişme ve çatışma içine girme gibi bir yaklaşımımız yoktur. Geçmişte çok derin acılar, ağır bedeller olmasına rağmen, yine de bunu bir kan davasına dönüştürme gibi bir yaklaşım içinde değiliz. Bizim için önemli olan halkımızın özgürlüğü ve çıkarlarıdır. Böyle yaklaşım gösteririz. Eğer herhangi bir yönlen-dirme ile hareketimize ve halkımıza karşı olumsuz bir duruma girilmezse, bizim tarafımızdan böyle bir yaklaşım içine girilmesi söz konusu olamaz. Hatta son manifestoda Kürt sorununa karşı bir duyarlılık da ortaya koyuyorlar. Biz isteriz ki Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünde bu duyarlılığın bir katkısı olsun. Türk devletinin şimdiye kadar dini kullanarak Kürtlerin hakları, hukukları ve taleplerinden vazgeçirme politikasına karşı bir duruş ortaya konulsun. Şimdiye kadar AKP, AKP öncesindeki gelenek, birçok çevre güya Kürt halkının dini duygularını kullanarak Kürtleri sistem içinde tutma, Kürtler üzerindeki siyasi egemenlik ve kültürel soykırım politikasını bu aracı kullanarak tamamlama stratejisi güttüler. Bunu her zaman halkımızın özgürlük ve demokrasi taleplerine karşı kullandılar. Bu açıdan halkımızın inançlarının halkımızın talepleriyle karşı karşıya geti-rilmesi politikasına karşı çıkılmasını değerli buluruz.

ÜMMET KARDEŞLİĞİ OLACAKSA, KÜRTLERİN HAKLARI TANINMALI


Eğer bir ümmet kardeşliği olacaksa, bu kardeşlik Kürtlerin haklarını tanıma temelinde olabilir. İslam’da gerçek ümmet kardeşliği böyledir. Yoksa bir kardeşin haklarını tanımamak, diğerlerinin bütün haklarını tanımak ve bunu da ümmet kardeşliği olarak göstermek doğru değildir. Biz bu açıdan gerçekten İslami vicdanın ve ümmet kardeşliğinin Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunacağına inanıyoruz. İslam’ın değerlerine de, kültürel İslam’a da kesinlikle değer biçiyoruz. Kültürel İslam’ın sadece Kürtler değil, bütün Ortadoğu halkları açısından önemli bir değer olduğunu biliyoruz. Ancak bu değerlerin halkımızın özgürlük ve demokrasi taleplerinden vazgeçmesi biçiminde kullanılması gerçeği vardır. Devlet şimdiye kadar bunu kullanmıştır. Hizbullah devletin bunu kullanması karşısında doğru tutum takınırsa, bu gerçekten Kürtler açısından çok önemli bir tutum olur. Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesinde önemli bir yer tutar. Hem Kürt halkının birliğinin sağlanmasında hem de Türk devletinin Kürt sorununun çözümsüzlüğündeki ısrarının kırılmasında etkisi olabilir. Bu yönüyle negatif yaklaşmak istemiyoruz.

Esas olarak Kürt sorununun demokratik çözümünün yaklaştığı dönemde herkesin sorumlu yaklaşmasını önemli görüyoruz. Sorumlu yaklaşıldığı taktirde bunun hem halkımız hem de Türkiye halkları açısından olumlu olacağını biliyoruz. Çünkü şimdiye kadar halkımızın dini duyguları Kürt sorununun çözümüne engel çıkarmak için, Kürtler üzerindeki siyasi egemenlik ve kültürel soykırımda bir araç olarak kullanıldı. Son yıllarda halkımız bu konuda önemli bilinç kazandı. Halkımız artık devletin dini değerleri Kürtlerin temel demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı kullanmasını kabul etmiyor. Artık bu oyuna gelmiyor. Bu açıdan halkımızdaki bu uyanışın, bu yaklaşımın Hizbullah’ın manifestosuna yansımasını anlamlı buluyoruz. Bu konuda doğru tutum takınılırsa, Türk devletinin Kürt sorununu çözümsüz bırakma ısrarındaki en temel etken de ortadan kaldırılmış olur. Bu yönüyle biz geçmişteki durumu dikkate alarak, bundan sonra daha sorumlu yaklaşılmasını bekliyoruz.

ULUSAL BİRLİK TUTUMU İÇİNDE OLMAMAK TARİHİ BİR SORUMSUZLUKTUR


*Kürdistan Bölge Başkanı ve KDP lideri Mesud Barzani Ulusal Konferans'ın bu yıl içinde yapılacağını söyledi. Siz de defalarca bu konuda çağrılarda bulundunuz. Siz bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz tabii ki bir ulusal kongrenin yapılmasını, ortak bir siyasi ve diplomatik tutum ortaya çıkarılmasını istiyoruz. Hatta bütün Kürtlerin silahlı güçlerinin herhangi bir saldırı karşısında ortak hareket etmesini sağlayacak bir sistem kurulmasından yanayız. Kürtler arası birliği böyle ele alıyoruz. 20. yüzyılın başında dengeler oluşurken, Kürtler birlik olamadıkları, ortak bir politikaya sahip oluşturamadıkları, ideolojik, siyasi ve örgütsel olarak hazır olmadıkları için Kürt inkarı ve imhasına dayalı bir statüko oluştu. Ortadoğu'da oluşan bu statüko Kürtleri neredeyse bitirme noktasına getirdi. Şimdi Ortadoğu'da eski dengeler yıkıldı, yeni dengeler kuruluyor. Kürtler bütün parçalarda önemli bir siyasi güç oldular, önemli mücadele yürüttüler. Güney Kürdistan'da belirli kazanımlar oluştu. Ancak bütün parçalarda ortaya çıkan bu güç ve Güney Kürdistan'daki kazanımlar hala güvencede değildir, tehdit altındadır. Bölgedeki inkarcı güçler hala Kürtleri Ortadoğu'da bir siyasi güç olmaktan çıkarmayı ve tümüyle yok etmeyi planlamaktalar. Bölge devletleri bu politikalardan vazgeçmemişlerdir. Birbirlerine karşı oldukları dönemde bile Kürt politikasında birbirlerini gözetmekteler. Şimdi Ortadoğu'da yeniden dengeler oluşturulmak istenirken Kürtlerin güçlerini birleştirmesi, ortak bir hareket etmesi ve ortak bir politika izlemesi, Kürtlerin bütün parçalarda bir statü kazanması için gerekli duyarlılığın gösterilip tarihi kararların alınması gerçek bir ulusal tutum olmaktadır.

Gelinen aşamada ulusal birlik tutumu içinde olmamak tarihi bir sorumsuzluk anlamına gelir. Kürt halkı da, Kürt örgütleri de on yıllardır hep bir ulusal kongre etrafında Kürtlerin birliğini görme özlemi yaşamış, hep bu beklenti içinde olmuştur. Çünkü Kürtler tarihlerinde hep köle kalmalarının, kendi kendilerini yönetecek güce ulaşmamalarının, baskıcı ve inkarcı sömürgeci güçler tarafından egemenlik altında tutulup zulme maruz bırakılmalarının, yenilgiler ve katliamlar yaşamalarının nedeninin Kürtler arası birliğin olmamasından kaynaklandığını bilmektedirler. Kürt halkının böyle bir tarih bilinci oluşmuştur. Belki de Kürtlerin tarih içinde kazandığı en önemli bilinç budur. Zulüm ve baskı görmüşler, yok olmayla karşı karşıya gelmişler, ama bunu neden yaşadıklarını az çok bilince çıkarmışlardır. İşte biz Kürt halkının özlemlerini ve siyasal ihtiyaçları karşılamak, tarihi bir dönemde Kürtlerin kazanması açısından sorumluluğumuzu yerine getirmek için böyle bir kongreyi gerekli görüyoruz.

KONGREYE HERHANGİ BİR TOPLANTI GİBİ YAKLAŞILAMAZ

Bu kongreye herhangi bir toplantı gibi yaklaşılamaz. Ulusal kongre Kürtlerin 21.yüzyıldaki statülerini belirleyecek, bu konuda bütün parçaların birbirini destekleyeceği, ortak politika izleyeceği, güçlerini birleştireceği bir kongre olmalıdır. Biz ulusal kongreye böyle bakıyoruz. Yoksa ulusal kongreyi herhangi bir toplantıya katılıp görüş alışverişi yapmak ve temennilerde bulunmak için önermiyoruz. Bunu tarih karşısında sorumsuzluk olarak düşünürüz. Öte yandan ulusal kongre yapılırken herhangi bir dış güç ne istiyor, beklentisi nedir deyip onların beklentilerini karşılamak için de yaklaşım göstermeyiz. Kuşkusuz diplomatik davranılacak, pratik politikada esnek olunacaktır. Bu konuda politikanın incelikleri gösterilecektir. Kürtlerin de bunu yapması gerekir. Diploma-siyi de, politikayı da ustalıkla uygulaması gerekir. Ancak bunlar Kürtlerin çıkarını gözetmek için yapılacaktır. Bütün parçalardaki halkımızın özgürlük ve demokrasi mücadelesini gözetmek için yapılacaktır. Yoksa bir parçanın çıkarını gözetmek için ya da dış güçlerin hoşuna gitsin diye böyle kongreler yapmayacağız. Kimsenin hoşuna gitsin diye kararlar almayacağız.

Tabii ki kongreyi yıllardır isteyen biziz, bu konuda hep dayatıcı olan biziz. Ama bölgesel ve uluslararası güçler, dış güçler Kürtler arası birliği kendileri açısından doğru görmedikleri için, yine bir ulusal kongre şu devleti, bu güçleri, şu çevreleri rahatsız eder diye düşünüldüğü için bugüne kadar gerçekleştirilememiştir. Bu da önemli bir eksikliktir. Bu konuda kimin eksikliği varsa ortaya konulması gerekir.

BARZANİ’NİN AÇIKLAMASI OLUMLU

Mesut Barzani’nin bu yıl ulusal kongre yapacağız demesi olumlu bir gelişmedir. Bu zaten bizim isteğimizdi. Bu yönlü karşılıklı olumlu yaklaşımlar da vardı. Çünkü böyle bir kongre olabilmesi için Kürdistan'da belirli örgütlerin katılması gerekiyor. Nasıl ki PKK'nin katılmadığı bir ulusal kongre olamazsa, KDP ve YNK'nin de katılmadığı, Doğu’da PJAK’ın katılmadığı bir kongre de olmaz. Bu açıdan sonuca ulaşılması için ortak mutabakatla yapılması gerekiyordu. Böyle bir söylemde bulunması bizim için olumlu bir gelişmedir. Bunu takip edeceğiz. Ancak ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemiyoruz, bu konuşma yapıldığı zaman söylenen bir diğer şey de “Artık silahlı mücadelenin zamanı geçmiştir” değerlendirmesidir. Söylenmiş mi söylenmemiş mi, bilmiyoruz. Söylenmişse bunun ulusal kongrenin yapılacağının söylendiği bir anda yapılmış olmasını doğru görmeyiz. Bu nedenle yerinde ve şık olmamıştır. Bunlar daha çok Türk devletinin ve çeşitli uluslararası güçlerin istekleridir. Kürtlerin mücadelesini durdurmak, Kürt direnişini bastırmak istiyorlar. Ulusal kongrenin dillendirildiği bir zamanda böyle bir yaklaşımın gösterilmemesi gerektiği düşüncesindeyiz. Çünkü bu kongrede bütün parçaların ortak çıkarı, ortak tutum ve ortak strateji belirlenecektir.

TÜRKİYE’DE DAHA KÜRLTERİN VARLIĞI TANINMAMIŞTIR


Tabii ki biz de barıştan, demokratik siyasal çözümden yanayız. Ama eğer demokratik siyasal çözüm olmuyorsa, bütün çabalar boşa çıkarılıyorsa, Kürtlerin bütün örgütlenmeleri dağıtılıyorsa, bu konuda tam bir tasfiye ve yok etme politikası izleniyorsa, Kürt halkının da kendi varlığını ve özgürlüğünü sağlaması açısından meşru savunmaya başvurması en temel haktır; ahlaki, siyasi ve vicdani hakkıdır. “Biz devletiz, şiddet kullanma hakkımız var, herkese istediğimizi dayatırız, bize karşı direnmek gayri meşrudur” denilemez. Aksine Türk devletinin Kürdistan'daki varlığı gayrimeşrudur. Eğer konuşulacaksa o konuşulabilir. Kaldı ki biz olaya böyle bakmıyoruz. Türkiye sınırları içinde çözmek istediğimizden sorunları farklı ele alıyoruz. Türk ordusu çıksın, Türkiye her şeyiyle bırakıp gitsin gibi bir yaklaşımımız yok. Ama Kürt sorunu çözülmemişken, Türkiye öyle yaklaşım içinde olmamışken, kalkıp “silahlar bırakılmalı, silahların zamanı geçmiştir” denilmesini doğru bulmuyoruz. Kürtlerin ve Türkiye'nin objektif durumu ve koşullar dikkate alındığında, Kürtlerin meşru savunmasının anlamı konusunda ortak bir noktada buluşmak zor olmayacaktır.

Türkiye'de daha Kürtlerin varlığı tanınmamıştır. Bir varlık sorunu vardır. Varlığı tanınsa zaten Kürt sorunu çözülür. Hala Kürtler bir ulus ve bir toplum olarak görülmüyor, hala bir halk olarak görülmüyor, kendi kendini yönetmesi ve anadilde eğitim yapması kabul edilmiyor. Böyle koşullarda Kürtlerin kendini savunması kadar doğal bir şey olamaz. Kongre ortak diplomasinin, ortak politikanın, hatta ortak meşru savunma stratejisinin belirlendiği yer olmalıdır. Kuşkusuz demokratik siyasal çözümün koşulları varsa, demokratik siyasal çözüme yanaşılıyorsa, Kürtler bunu tercih eder. Kürtler hiçbir zaman silahı tercih etmemişler, mecbur kaldıkları için kendilerini savunmak zorunda kalmışlardır.

SİYASAL KOŞULLARI KONGREYİ GEREKTİRMEKTEDİR

Kürdistan Federasyonu Başkanı Sayın Mesut Barzani’nin ulusal kongreyi toplayacağını söylemesi bizim açımızdan önemli bir gelişmedir. Gerçekten de siyasal koşullar böyle bir kongreyi gerektirmektedir. Bütün parçalardaki durum dikkate alındığında, böyle bir kongrenin toplanmasının bütün parçalardaki kazanımların korunması ve özgürlüğün kazanılmasında önemli bir etkisi olacaktır. Çünkü inkarcı sömürgeci güçler biraz da Kürtler arasındaki parçalanmışlığa dayanarak çözümsüzlükte ısrar etmektedirler. Eğer Kürtler böyle bir irade ortaya koyarlarsa, uluslararası ve bölgesel güçler de Kürt sorununun demokratik siyasal temelde çözümüne yanaşacaklardır. Demokratik siyasal çözümü bir yönüyle de böyle bir irade ortaya çıkarır. Böyle bir irade olursa, o zaman bölge devletleri Kürt sorununun çözümünden kaçınamazlar. Kürtlerle barış ve demokrasi içinde bir gelecek kurma açısından siyasi irade orta koyarlar. Bu da hem Kürtler hem de bölge ülkeleri açısından önemli bir gelişme olur.

Diğer yandan yakıcı bir sorun olarak Batı Kürdistan'daki durum vardır. Batı’da eğer Kürtler birlik olur ve ortak bir politika etra-fında birleşirlerse, siyasi bir statü kazanımı kesinlikle ortaya çıkacaktır. Artık Suriye’de Kürtlerin statüsüz yaşaması düşünüle-mez. Varlığı da, kendi kendilerini yönetme hakları da kabul edilecektir. Bu açıdan böyle bir kongre Batı Kürtleri arasında birliği sağlayacağı gibi, Kürtler arasında ortak bir politikanın oluşmasını ve bu ortak politika etrafında ortak bir mücadeleyi de sağlata-caktır. Bu açıdan da biz önemli görüyoruz. Yoksa Batı Kürdistan'daki siyasi güçler kendine göre politika izlerse bu sorumsuzluk olur. Kürtlerin ortak davranmaları, ortak politika izlemeleri gerekiyor. Kendi çıkarlarını esas almaları gerekiyor. Şu veya bu gücün peşine takılmak yerine, kim Kürtlerin haklarını tanırsa onunla rahatlıkla anlaşabilirler. Zaten Kürtlerin haklarını tanımak demek, Suriye’nin demokratikleşmesi demektir. Kürt sorununun demokratik çözümü dört ülkenin de demokratikleşmesi anlamına gelir. Türkiye de Kürt sorununu çözerse demokratikleşir, İran da çözerse demokratikleşir, Suriye de çözerse demokratikleşir. Bu bakım-dan Kürt sorununun çözümü bütün parçaların demokratikleşmesi açısından stratejik değere sahiptir. Bunun için böyle bir kongre-nin Batı’daki gelişmelere de önemli bir etkisi olacaktır.

Kürtler arasında belirli bir ilişki gelişmiş, eski durum önemli oranda aşılmıştır. Kültürel alanda, basın alanında, çeşitli sivil toplum örgütleri alanında ilişkiler daha da gelişmektedir. Böyle bir kongre bu ilişkilere daha da ivme kazandıracaktır. Sosyal, kültürel ve siyasal alanda, sivil toplum örgütleri ve insan hakları alanında, Kürdistan'ın doğasının korunması alanında, kadın hakları ve özgürlüğü alanda ortak çalışmalar daha da geliştirilebilir. Yine Kürtlerin demokratikleşmesi ve demokratik topluma ulaşması açısından önemli bir rol oynayabilir. Çünkü Kürtler gücünü esas olarak demokratik toplumdan alırlar. Toplum demokratikleştikçe Kürt toplumunun gücü de artar. Bu açıdan böyle bir kongre Kürt toplumunun demokratikleşmesine hız verebilir. Kürdistan'ın bütün parçalarında gelişecek demokratikleşme hem kendilerini güç yapar hem de bölge ülkelerinin demokratikleşmesinde önemli etkide bulunur. Biz kongrenin böyle sonuçlar doğuracağına da inanıyoruz.

GÜNEY KÜRDİSTAN BAĞIMSIZLIK DİYORSA, TERCİHLERİNE SAYGILIYIZ

*Güney Kürdistan'da bağımsızlık tartışmaları da epeyce gündeme oturdu. Hareketinizin bu konudaki yaklaşımı nedir?

Biz Kürt sorununun çözümünü esas olarak da bölge ülkelerinin demokratikleşmesinde görüyoruz. Ortadoğu'nun demokratikleşmesinde görüyoruz. Bölge ülkeleri demokratikleşirse, Ortadoğu demokratikleşirse, Kürtlerin ulusal varlığı da, özgürlüğü de, demokrasileri de güvenceye alınır. Güvence esas olarak şu veya bu devletin güvencesi değildir. Şu veya bu devlet yarın ekonomik çıkarları gereği farklı tutum takınabilir ve bu tür destekler yarın olmayabilir. Bu bakımdan bunu güvence görmemek gerekir. Biz esas olarak ülkelerin demokratikleşmesinin, Ortadoğu'nun demokratikleşmesinin güvence olduğuna inanıyoruz. Demokratikleşen ülkelerde Kürtlerin varlığı, özgürlüğü ve demokratik yaşamı güvenceye alınmış olur.

Mevcut durumda ulus-devletin Kürtlere çok fazla fayda getireceğine inanmıyoruz. Devletçi bir yaklaşım içinde değiliz. İlla da bir devletimiz olsun demiyoruz. Esas olarak demokratik toplum gerçeğine önem veriyoruz. Kürtlerin demokratik toplum olarak kendilerini örgütlemelerine, güç yapmalarına önem veriyoruz. Kuşkusuz bütün ulusal ve demokratik haklarını demokratik toplum çerçevesinde kullanması gerekmektedir. Diğer halklar hangi hakları kullanıyorlarsa, Kürtler de bu haklara sahip olmalıdır. Bunun için devlet olmaya gerek yok. Ancak bir yerde Kürtlerin hakları tanınmıyorsa, Kürtlerin ulusal ve coğrafi birliği kabul edilmiyorsa, bu konuda ciddi sorunlar varsa, bu ciddi sorunlar demokratik siyasal yollarla, müzakere yolu ve görüşmelerle çözülemiyorsa, kuşkusuz farklı çözümler de gündeme gelebilir. Ama bizim tercihimiz değildir. Ama böyle bir durum olursa Irak'ta bir çözümsüzlük olur. Şiiler bir tarafta Sünniler bir tarafta birbirine girmiş, çatışma ortamı oluşmuş. Kürtler böyle bir ortamın parçası olmak istemezler. Özgür ve demokratik yaşamı farklı biçimde yaşamak isteyebilirler. Eğer Kürtlerin hakları da tanınmıyorsa, hala Kerkük sorunu, Xaneqin sorunu, yine Musul’un belirli bölümlerinde sorunlar sürüyorsa, bunların çözüme kavuşması gerekir. Biz sorunların Irak'ın birliği içinde demokratik yollarla çözülmesinden yanayız. Ama Güney Kürdistan'daki siyasi güçler farklı bir tercihe yönelirlerse biz buna da saygı duyarız; niye illa böyle yapıyorsunuz diyemeyiz. Güney Kürdistan halkının iradesini esas almak gerekiyor. Biz olaya böyle yaklaşıyoruz.

KERKÜK DAHİL KÜRTLERİN HAKLARI TANINMALI

Umuyoruz ki Irak’ın bütünlüğü demokratik siyasal yollardan sağlanır. Kerkük sorunu dahil Kürtlerin hakları tanınır, böylelikle Kürtlerle merkezi hükümet arasındaki sorunlar giderilir. Bunun için de geçmişteki sömürgeci, inkarcı ve Kürtleri egemenlik altında tutmak isteyen zihniyetlerin bırakılması gerekir. Kürtler her parçada mevcut ülkelerle sorunlarını çözerler. Irak'ta da çözerler. Biz sorunların Kürtlerden kaynaklandığını düşünmüyoruz. Kürtler Güney Kürdistan'da anayasal haklarını istiyorlar, doğal haklarını istiyorlar. Belirli bir anayasa oluşmuş, bu anayasaya uyulmasını istiyorlar. Bu bakımdan da taleplerini anlıyoruz. Biz de takip ediyoruz. Tabii ki Güney’deki kazanımlar bütün Kürt halkının kazanımlarıdır. Oraya herhangi bir saldırı olduğunda biz de onun savunma gücüyüz, özgürlük gücü olacağız. Biz Kürdistan'ın hiçbir parçasındaki kazanımlara duyarsız ve ilgisiz kalamayız. Zaten PKK on yıllardır pratiği ve yaklaşımıyla hiçbir parçadaki halkın özgürlüğüne ve demokrasisine kayıtsız kalmamıştır. Bu bölge ülkeleri ve halklarına karşı olmak değildir. Aksine bölge halkları ve ülkeleriyle barış ve kardeşlik içinde yaşamanın yolunun Kürtlerin haklarının tanımasından geçtiğine inanıyoruz.

KÜRTLERİN HAKLARI TANINMADIKÇA ORTADOĞU’DA SORUNLAR ÇÖZÜLMEZ

Kürtlerin hakları tanınmadığı müddetçe Ortadoğu'da sorunlar çözülemez. Zaten Kürt sorununun çözümsüzlüğü Ortadoğu'ya çok ağır sorunlara yol açmakta, devletlerine ve halklarına ağır faturalar getirmektedir. Kürt sorununun çözümsüzlüğünün hiç kimseye faydası yoktur. Kürt sorunu çözümsüz kaldıkça devletler de, halklar da zarar görmektedir. Biz bu durumun ortadan kalkmasını, artık barış içinde özgür ve demokratik yaşamın gelişmesini, ekolojik değerler temelinde refahın gelişmesini istiyoruz. Kürt sorunu çözülürse Ortadoğu'da demokrasinin de, refahın da yolunun açılacağına inanmaktayız.

ANF NEWS AGENCY

Ortadoğu’da Kıyamet Alemetleri ve Kürdistan

Ortadoğu’da kan dökülmeye devam ediyor. Gidişata bakılırsa daha da çok dökülecek gibi. Mısır’ı bir kenara bırakacak olursak Suriye ve Irak’ta sular giderek ısınıyor. Amerika- İran gerginliğiyse -İsrail üzerinden- savaşa dönüşecek izlenimi veriyor. 

Brüksel’de geçen ay yapılan NATO Savunma Toplantısı’nda ağırlıklı olarak bu konunun ele alındığı iddia ediliyor. Dünya nefesini tutmuş baharı bekliyor. İran yangın yerine döneceğe benziyor.

Mısır’a gelince; kısa erimde istikrarı sağlaması zor ancak, askeri yönetime tepkiler de sürüyor. Yine de bu ülkede durum Irak’ta, Suriye’de ve İran meselesinde olduğu kadar vahim değil.
Asıl can alıcı sorun İran-Suriye-Irak üçgeninde. Burası ölümüne kapışma sahası olarak öne çıkıyor.

Suriye’de Esad rejimi kan dökerek ayakta kalmaya çalışıyor. Esad her gün yeni bir katliam yapıyor. 

Deyim yerindeyse çırpındıkça batıyor.

Amerika’nın başını çektiği Batı cephesi bu durumdan memnun görünüyor. Batı dünyası güdümüne aldığı muhalifler üzerinden Suriye halklarını kendi çıkarları uğruna ateşe atmakta hiçbir beis görmüyor.

Amerika ve birçok batı ülkesi Humus katliamının ardından Suriye ile diplomatik ilişkilerini kesti.  Obama, ’Esat gitmeli’ diye diretiyor. Rusya ve Çin buna karşı çıkıyor ancak, bu sadace Esad’ın ömrünü uzatıyor. Rejim bu sayede biraz zaman kazanıyor, ama devrilmesi kesin görünüyor.

Irak da dağılıyor. 

Bu ülkeden hem Kürt-Arap hem de Şii-Sünni çatışması sinyalleri veriyor. Maliki yönetimi İran’ın da desteğiyle hem Kürtleri hem de Sünni Arapları baskılamaya çalışıyor. Her iki dinamiğin de meşru haklarını ret ediyor ve silahlı çatışmanın, dolayısıyla da dağılmanın yolunu açıyor.

Irak Kürdistan Bölgesel Başkanı Barzani’nin Newroz’da ‘bağımsızlık’ ilan edeceğine dair haberler de geliyor. Barzani, Erdoğan’ın daveti üzerine Ankara’ya gittiğinde, gazetemize „Barzani bağımsızlık ve barış için gidiyor“ (2 Kasım) başlıklı bir yazı yazmıştım. Bazı siyasetçi, okur ve aydınlardan eleştiri aldım. Gelen eleştiriler ‘bağımsızlık ilanının gündemde olmadığı’ yönündeydi. Oysa Barzani Ankara’dan döndükten sonra ‘bağımsızlık’ toplantılarını daha da sıkılaştırdı.

Barzani’nin Kuzey Kürdistan meselesiyle ilgili olarak yürüttüğü ‘arabuluculuk’ çalışmalarından ise şimdiye kadar somut birşey çıkmadı. 

KDP cephesi zaman zaman basına sorunun barışçıl çözümü için PKK’yle ve TC’yle görüşmelerin sürdüğünü açıklasa da en azından bu güne kadar bir sonuç alınamadı. Bundan sonra alır mı bilinmez ama Barzani’nin, „Ulusal Konferans bu yıl içinde toplanacak“ demesi ve bir anlamda emrivaki yapması işi çıkmaza sürükleyebilir.
Zira, AKP Hükümeti’nin ’Ulusal Konferans’tan muradının PKK’nin silahsızlandırılması olduğu biliniyor. AKP, Kürtlerin tarihlerinde ilk defa toplayacakları konferansa uğursuz bir misyon biçiyor. Tabii Güney liderliğinin AKP’yle muhabbeti güçlü olsa da, yapacağının bir sınırı olduğu da biliniyor. Kaldı ki özellikle Barzani, AKP’nin ve Türk devletinin uğursuz emellerinin farkındadır. 

Dolayısıyla Kürtlerin çıkarlarına hizmet etmeyen politika izlemeyecektir. Ayrıca herşeyin alt-üst olacağı ve her seçeneğin de mümkün olacağı böylesi bir dönemde Kürtlerin sırt sırta vermesi elzemdir.

Herkes gibi Barzani’nin de bunun farkında olması ve son tahlilde bu bilinçle hareket etmesi gerekmektedir. Bu bir temenni ve beklentiden ziyade, nesnel sürecin gereğidir. Çünkü kuzeyin darbelenmesi güneyin de darbelenmesi anlamına gelecektir.
Türkiye’nin Barzani’yi bağımsızlık için teşvik ettiği de söylenmektedir. Aslında bu da nesnel sürecin bir gereğidir. Kürtler yükselen bir güçtür ve bir Kürdistan artık kaçınılmazdır. 

Burada önemli olan soru Kürdistan’ı kimin yöneteceğidir.
Batı dünyası büyük parçanın; Kuzey Kürtlerinin yönetmesini istemiyor. PKK’ye operasyon bunun için yapılıyor. PKK lideri Öcalan bu yüzden İmralı’da tutuluyor! Güney ise bunu yapamıyor. Aileci, aşiretçi ve rantçı ilişkiler ona geçit vermiyor.

Yoksa Batı dünyası Barzani merkezli bir Kürt yönetiminden yana görünüyor. Uzun vadede ne olur bilinmez ancak, Amerika güneyin himayesini Türkiye’ye bırakmak istiyor. Bu konuda onu ikna etmişe de benziyor. Ne ki Türkiye iç çelişkilerini, ırkçı reflekslerini ve derin korkularını aşamıyor.

Bu mesele dönüp dolaştıktan sonra Kürtlerin tek modern hareketi olan PKK’ye kalacağa benziyor. Türk devleti de bunu biliyor; bu yüzden bu kıyamet ortamında ağırlığını PKK’yi bastırmaya veriyor. Başarılı olması mümkün değil ancak, şansını yine ve yeniden deniyor. 

PKK var gücüyle direneceğini söylüyor. Kürt halkı da onun peşinden gidiyor.

 Kıyamet alemetlerinin belirdiği ve dengelerin yeniden değiştiği Ortadoğu’da özgür geleceğe sahip olabilmenin yolu direnmekten geçiyor. 

GÜNAY ASLAN
gunayaslan@hotmail.de