15 Haziran 2011 Çarşamba

15-16 Haziran'da Ne Olmuştu?

Birçok ülkede patronlardan ve toprak ağalarından kurulu meclislerde demokrasi kılıfı altında emekçilerin haklarını almayı amaçlayan yasa girişimleri sürekli gündemdedir. Şu sıralar üst üste 3’üncü seçim zaferini kutlayan AKP iktidarının geçtiğimiz döneminin icraatı olan, Sağlıkta Dönüşüm ve küçük-büyük “Torba Yasa”ları gibi… Ancak toplumsal dinamiklerin güçlü olduğu dönemlerde emekçilerin haklarını törpüleyen yasa girişimleri halkın barikatlarından döner, yürürlüğe girse bile asla işlerlik kazanamazlar. Tıpkı DİSK’i işlevsizleştirmeye çalışan yasanın 15-16 Haziran 1970'de büyük işçi direnişiyle savuşturulması gibi…
Ne olmuştu o dönem? Hadi geçmişten dersler çıkarmak ve gelecek için umutlanmak amacıyla hatırlayalım...


1969-1970 yıllarında dönemin CHP’si ile AP’si tarafından hazırlanan iki yasa değişikliği teklifi 11 Haziran 1970’de  Meclis’in gündemine geldi. Bu yasa teklifleriyle 1963'te çıkarılan ve çalışma yaşamı ile temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapılmak isteniyordu. Yasa tasarısında genel itibarıyla şunlar yer alıyordu:

»Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmesi (Madde:9)
»İşçi federasyonlarının faaliyette bulunabilmesi için kendi işkollarındaki toplam işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmeleri, (Madde:9)
»İşçi konfederasyonlarının kurulabilmesi için işkollarında en az üçte bir üyeye sahip sendika ve federasyonların en az üçte birini ve sendikalı işçi sayısının en az üçte birini üye olarak temsil etmeleri gerekmektedir. (Madde:9)
»Sendika üyeliğinden ayrılmak için 'münferiden' noter karşısına çıkılması ve imzasının onaylanması. (Madde:6)
»Sendika genel kurullarının iki yıl yerine üç yılda bir yapılması. (Madde: 25)
»Sendika kurucusu olabilmek için, sendikanın kurulacağı işkolunda en az 3 yıldan beri fiilen çalışır olunması. (Madde: 11)
»Türkiye'de en çok işçiyi temsil eden işçi konfederasyonu veya konfederasyona bağlı sendikaların uluslararası mesleki teşekkül kurabilmeleri. (Madde: 11)


Yani bu yasa tasarısı ile DİSK ve DİSK'e bağlı sendikaların tamamına yakını ile bağımsız sendikaların tümü işlevsizleştiriliyordu. Ve böylece de Türkiye’de çiçeği burnunda sınıf sendikacılığı bu yasa tasarısıyla ortadan kaldırılmaya çalışılıyor, Amerikan sendikacılık anlayışının Türkiye’deki misyoneri Türk-İş’in sendikal alanda tek başına at koşturması amaçlanıyordu.


Üstelik bu yasayı çıkaranlar da şimdinin AKP’li Bakanlarının bazı yasa değişiklikleri öncesi medyaya verdiği ilginç beyanatları anımsatır şekilde, yeni düzenlemede, sendika kurma hakkına aykırı bir yön olmadığını söylüyor, değişikliklerle güçlü sendikacılık döneminin başlayacağını savunuyorlardı.
Buna karşın işçiler, aydınlar, biliminsanlarının çoğunluğu, kamuoyu ise bu düzenleme ve koşula "hayır" diyorlardı. Değişikliklerle ilgili olarak DİSK’in Başkanı Kemal Türkler de: "Hükümet yeni tasarı ile grev hakkını kökünden yok etme peşindedir” diyordu.


DİSK yönetimi tarafından, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'e 9 Haziran 1970 günü bir mektup gönderilerek, hükümet uyarıldı. Ama bir sonuç çıkmadı. DİSK bu kez Ankara'ya bir Uyarı Heyeti gönderdi. Ancak heyet Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kabul edilse de hoş olmayan, sonuçsuz bir görüşmeyle döndü.
Sonunda sözün meydanlara geldiğini düşünen DİSK yönetimi 17 Haziran'da miting yapmak istedi. Fakat bu sefer de İstanbul Valiliği mitinge izin vermedi.
Bu da dinamitin fitilini ateşledi.

Direniş başlıyor...


BİRİNCİ GÜN

15 Haziran 1970 sabahı İstanbul, Ankara, İzmit tüm yurtta, neredeyse bütün fabrikalarda çalışmalar durdu.
İstanbul’da işçiler ellerinde bayraklar, üstlerinde işçi kıyafetleri yolları doldurdu. Yürüyüşler dört ana kol üzerinden gelişiyordu, genel olarak. Birinci kol: Anadolu Yakası'nda, Ankara Asfaltı üzerinde, İkinci kol: Eyüp-Alibeyköy-Silahtar-Cendere üzerinde, Üçüncü kol: Topkapı-Çekmece-Zeytinburnu güzergâhı, Dördüncü kol: Levent-Boğaz güzergâhıydı.
Şaşkın polisler telsiz konuşmalarında ise; "Dev-Genç'in tahriki var diyorlar beyefendi, ama Dev-Genç'ten kimseyi görmedik. Sıradan işçiler, hiçbir öncüleri, komut verenleri yok, yürüyorlar sadece..." diyorlardı.
Yine de bütün yollar tutuldu, trafik zaten durdu. Çünkü 200 kadar büyük fabrikadan 150 bin kadar iş bırakmış işçi yürüyordu. Ankara-İstanbul trafiği kesilmişti. Haberleşme aksamıştı. Gebze'den başlayan yürüyüş Kartal bölgesinin işçilerini de alarak dev bir yürüyüş kolu olmuştu.
Tuzla-Çayırova bölgesindeki işyerlerinde çalışan işçiler, Ankara asfaltından Gebze'ye doğru yürüyüşe geçmişlerdi.
Yürüyüş kollarındaki işçiler; çıkartılan işçi aleyhine yasayı gösterilerle protesto ediyorlardı. "İşçiyiz, Haklıyız!", "İşçiyiz Güçlüyüz, Anti-demokratik Sendikalar İstemiyoruz!', “AP İktidarı Bizim İktidarımız Değildir!", "Kahrolsun Sermayenin Diktası!” gibi sloganlarla ilk günkü direnişlerini bitirdiler.
İzmit Bölgesi işyerlerinde çalışan işçiler ise,
•Köseköy bölgesindeki işyerlerinde çalışan işçiler, diğer işyerlerine giderek yürüyüşe katılmaları için tezahürat yaptı.
•Yarımca yönünden gelip yürüyüşe katılanlarla giderek kalabalıklaşan yürüyüş kolu kente girdi ve Çocuk Parkında bir araya gelerek ertesi gün buluşmak üzere dağıldı.
Bu sırada Anayasal Direniş Komitesi'de Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Grup Başkanları, Milli Güvenlik Kurulu, Çalışma Bakanı ve Tabii Senatörlere şu telgrafı çekti: "27 Mayıs Anayasası'nın temel esprisi olan direnme hakkımızı, tasarılar Meclislerden geri alınıncaya kadar kullanmaya kararlıyız. Sizi uyarmayı tarihsel ve ulusal ödev sayarız."
Tabii Ankara'da da direniş vardı. Ulusal Basım Evi ve Ulus Gazetesi işçiler tarafından 2,5 saat boyunca işgal edildi.
Diğer yandan İzmir'de ise DİSK'e bağlı sendikalarca, işyerlerinde oturma eylemleri yapıldı.




HAZIRLAYAN: BURAK ÖZ

İspanyol ve Türk Yargıçlar Aynı Kaynaktan Besleniyor

Navarro Yüksek Adalet Mahkemesi'nden üç yargıç Merino, Rubio ve Galves, Baskça (Euskera) eğitimde kullanılan pek çok ders kitabını, içinde Euskal Herria terimi kullanıldığı gerekçesiyle yasadışı ilan etti. Euskal Herria, Bask dilinin kullanıldığı topraklar için kullanılan Baskça bir terim.
"Bugün var olmayan Euskal Herria'nın tarihinden, coğrafyasından, sanatından, su kaynaklarından, ekonomisinden ve nüfus yapısından bahsetmenin reel ve hukuki gerçeği açıkça çarpıttığını" söyleyen cüppeliler karar gerekçelerini: "Nafarroa (İspanyolca'da Navara), Euskal Herria olarak adlandırılan herhangi bir bölgenin parçası değildir" diyerek bitirdi.
Pek çok kişiyi benzer saçmalıklar yapmaya tahrik eden söz konusu karar, parmakları klavyede zehrini boşaltacağı sıfatlar arayarak gezinmeye teşvik ediyor ama nihayetinde asıl niyetlerini açık eden bazı beyefendilerin gazabına uğramak da var. Sonuçta bostan belli mal belli!
Bu yüzden biz ihtiyatlı olalım ve ne olur ne olmaz diyerek Platon'dan bir alıntıyla şöyle diyelim: "Adalet gerçekte daha güçlü olanla uzlaşmaktan başka bir şey değildir."
Zihinlerde beliren söz konusu yargı kararına yaraşır ilk düşünce bu: Birkaç sadık memurun görüş bildirip karara varmasıyla taçlandırılan egemenlerle varılmış bir uzlaşı.
Ama bundan daha ağır olanı, bir cehalet vesikası olan bu kararın, Nafarroa üzerine hiçbir şey bilmeyen ve hiçbir şey okumayan bu insanları bizzat ortaya çıkarmasıdır. Aslında onlar için durum hafifletmek gayesiyle böyle söylüyorum; çünkü bu yargı kararlarını daha art niyetli nedenlere atfetmek, bizi çok daha kötü düşünce iklimlerine götürür.
İlk cehalet dilin kendisi üzerine. Euskal Herria'nın yüzyıllardan beri Baskça konuşan bütün insanların -ki bu insanlara Baztan'ın liderliğindeki UPN'nin (Unión del Pueblo Navarro - Navarro Halk Birliği) üyeleri de dâhildir- yaşadığı toprakları tanımlamakta kullanılan bir terim olduğunu bilmek için Euskaldun (Bask) olmaya gerek yok.

Navarro Sözlüğüne bakın

Bu ifadeyi, kapsadığı bütün alanları kast ederek, kullanmadan Baskça konuşulamaz. Bu yüzden, şu anda Nafarroa'da, yasalar zoruyla, konuşulan dili ve vatanını tanımlayan terimin yazılamaması saçmalıktan başka bir şey değil.
Euskal Herria, Nafarroa'yı da kapsayan haliyle, XVI. yüzyıldan bu yana sıklıkla kullanılan bir ifadedir. Irribaren'in 1952'de hazırladığı "Navarro Sözlüğü"nden en eski ansiklopedilere kadar tarih boyunca farklı görüşlere sahip bütün Nafarroalı entelektüellerin, sanatçıların ve siyasetçilerin bu terimi kullandığını söylemek yanlış olmaz.
XX. yüzyılın başlarında "Diario de Navarra" gazetesi, Eyalet Meclisi'ni "Euskalerria'nın en üst makamı" olarak adlandırıyordu, ondan onlarca yıl sonra 7 Şubat 1982 tarihli nüshasında aynı gazetenin yöneticisi Ollara "Euskalerria'nın somut bir gerçeklik" olduğunda diretiyordu. Eğer yüksek hâkimler en azından Espasa Calpe Sözlüğü'ne bakma zahmetinde bulunsalardı Euskal Herria'nın "Bask insanının ülkesini tanımlamak için kullandığı tipik geleneksel isim" olduğunu okuyabilirlerdi.
İspanyol ansiklopedilerinin bu en prestijlisine göre bu isim "İspanyol eyaletleri Nafarroa (Navarra), Araba (Álava), Gipuzkoa (Guipúzcoa) ve Bizkaia (Vizcaya) ile bugün Fransa sınırlarında yer alan eski topraklar Lapurdi (Labourd), Zuberoa (Soule) ve Aşağı Navarra'yı (Nafarroa Beherea) kapsamaktadır."
Elbette ki şu anda Euskal Herria hukuki bir varlık teşkil ediyor değil! Bunu 1981 Haziranı'nda Navarra PSOE örgütü tutanakları da söylüyordu: "Bask etnik topluluğu (Bask halkı ya da Euskalherria) Navarra'da tarihsel köklere sahiptir. Ancak bu etnik topluluk Sancho el Mayor dönemine (1004-1035) kadar politik bir birlik oluşturamamıştır, bu dönemde bütün Euskalherria toprakları bir arada, diğer eyaletlerle beraber, Navarra Krallığı egemenliğine girmiş lakin 1200 yılında kesin bir biçimde yine birbirlerinden ayrılmışlardır."

Oksitanya, Arakonya, Kürdistan yok mu?

Ama ortak idari yapılara sahip değil diye Euskal Herria, Euskal Herria olmayı bırakacak mı? Nasıl bir aptallıktır bu? Kâğıtları olmayan bir göçmen artık insandan sayılmayacak mı yani? Yine benzer bir saçmalıkla devam edersek, bu yargıçlarla Oksitanya diye bir yerden bahsedilemez çünkü özerk bir toplulukları yoktur kararına mı varmak gerekecek? Yine de bugün Oksitanya Fransa'daki okul kitaplarında yer alır ve hiçbir yargıcın aklına bunu yasaklamak gelmez.
Bizim yargıçlarımıza kalırsa, Mapuche yerlilerinin Arakonya'sı ya da Wallmapu'su da yok sayılmalı; Şili'deki herkes Bio-Bio Nehri'nin güneyinde yer aldığını ders kitaplarında okuyup biliyor olsa da fark etmez.
Hele Kürdistan hiç mi hiç yoktur; varsın bütün dünya dört ülke arasında paylaşılmış bir halkın vatanı olduğunu kabul etsin. Pardon, bütün dünya mı dedim... Türk yargıçlar hariç, demeliyim çünkü görünüşe göre onlar da Navarra Yüksek Adalet Mahkemesi'ninkilerle aynı hukuki ve ideolojik kaynaklardan beslenmişler.
Bir süreden beri, bir insan dalgası öfkeyle siyasetçi ve bankerlere ait bu sistemin ortadan kaldırılması için meydanlarda haykırıyor. Listeye bize acı çektiren bu üç figürün başı çektiği yargıçların büyük çoğunluğunu da eklemek gerek.
* Bülent Kale tarafından tlaxcala sitesi için çevrilmiştir.
* Oksitanya: Güney Fransa, Andorra, İtalya'daki Oksitan Vadisi ve İspanya'da kuzeybatı Katalonya'nın bir bölümünü oluşturan Val d'Aran'ı kapsayan tarihi ve etnik bölge.

İspanya - BİA Haber Merkezi
14 Haziran 2011, Salı